Hafta SonuManşet

Sason – Fatih Pınar

0

Yazarının onayını alarak paylaştığımız bu yazı ilk olarak Bavul Dergisi‘nin Mayıs 2016 sayısında yayınlanmıştır

2002 yılında ve Batman’ın Sason ilçesindeyiz. Daha doğrusu Sason’un Dağları’ndayız. İnsanın aklını başından alan bir hava. Doğanın çıldırdığı bir mevsim: İlkbahar. Dağlar, gövdesi bahar yeşili, başı kar beyazı, etekleri su mavisi bir bayram çocuğu gibi. Börtü-böcek, insan-kuş kim varsa sevinçten çıldırmış, bayram çocukları gibi birbirine sarılıyor. Bir gün 3000 metrelik Meleto Dağı’nın tepesindeyiz, diğer gün mavi bir yılan gibi kıvrıla kıvrıla akan Sason nehrinin kıyısında. Batıya gitsek Diyarbakır’dayız, doğuya dönsek Bitlis, aşağısı Batman yukarısı Muş.

54

Altımızda çift kabin, dört çeker bi Nissan var. Metalik mavi. Ne mavisi, lacivert. Hatta lacivertin en can yakanından, gözleri kamaştıranından. Ön ve arka tamponu çepeçevre dolaşan nikelaj borular ön tamponun tam ortasında bir küçük ‘n’ harfi çizip motor kaputunu aşıyor. Küçük ‘n’ harfinin tam ortasında da her daim ışıldayan bir arma. Mahsun hiç yola bakmaz, hep o armayı seyreder. Ne zaman fotoğraf çekmek için duracak olsak, dönüşümde Mahsun’u hep o armanın tozunu silerken bulurum. Aynalar ve kapı kolları krom kaplama. Koltukların hepsinde el dokuması kilim serili. Tavandaki sis lambaları orjinal Hella. Jantlar elbette çelik. Evet, hepsi İstanbul’dan özel sipariş.

Araba önemli. Zira Mahsun bu arabanın hatırına evlenmeyi kabul etmiş. 16 yaşındayken babası tutturmuş, ‘evleneceğin zaman geldi, evleneceğin kız da bu’ demiş. Mahsun olmaz ben sevmiyorum onu demiş. Hem de amcamın kızı, beraber büyüdük biz. Babası hin oğlu hin. Mahsun’u en zayıf yerinden vurmuş. Eğer evlenirsen bu arabayı alırım sana demiş. O gün bu gündür Mahsun, Sason yollarının yalnız şoförü. Babasının işine gücüne bakmaz, kendini yollara vurmak için türlü bahaneler uydurur. Tek ki evden uzak kalsın, babasını ve karısını görmesin. Bir yaşındaki bebeğiyle bir başına ne yapar o kadın demez. Hangi köyde akşam olduysa sabah o köyde uyanır. Her köy Mahsun’u baş tacı eder. Değil mi ki ne işleri olsa ilk yetişecek olan hep Mahsun’dur. Biri hastaneye mi yetiştirilecek Mahsun o dakka oradadır. Dağları mesken tutmuş bir eşkıyanın atına atlayışı gibi atlar Nissan’ına. Kar kış dinlemez. Dört çekere bağladı mı aşamayacağı tepe, dönemeyeceği viraj, varamayacağı köy yoktur. Bu konuda öyle çok hikayesi vardır ki Mahsun’un, anlatmaya tenezzül bile etmez. Her yeni doğan çocuğu, her ölümden döneni o yetiştirmiştir hastaneye. Her düğünün gelin arabası, her tabutun cenaze taşıyıcısıdır.

Velhasıl, Sason’un dağ köylerini dolaşıp fotoğraf çekecek biri için de Mahsun’dan öte yoldaş bulunmazdı. 6 gün o köy senin bu köy benim dolaştık Mahsun’la. Son gün Mahsun ‘acayip’ bir köyden bahsetti: Şingalik köyü. İşte o köye gitmek imkansız dedi. Yolu, elektriği, okulu olmayan, konuştukları dili bile kimsenin anlamadığı bir köy. Bunları duyup ta o köye gitmemem mümkün değildi. Arabanın gittiği son noktaya kadar götürüp orada bıraktı beni. Üç gün sonra aynı yerde yine öğle vakti buluşmak üzere vedalaştık.

İlk vardığım köyden birinin rehberliğiyle bir sonraki mezraya, Hasopik’e vardığımda akşam olmuştu bile. Gece Behçet Kaçmaz’ın evinde kaldım. Balmumunun ortasından fitil geçirerek yaptıkları mumun ışığında, tahta bir sofrada yedik akşam yemeğimizi. Altı-yedi kişi yan yana yün döşeklerde uyuduk. Ertesi sabah Behçet, 14 çocuğundan birini bana rehberlik yapmakla görevlendirdi. Bütün gün hiç durmadan yürüdük. Dereler, tepeler aştık, patikalar geçtik ve hava kararmadan yetiştik Şingalik’e. Önünden dere akan bir yamaçta, sekiz-on toprak damlı evden ibaretti Şingalik. Gerçekten de bir ortaçağ köyündeydik. Medeniyete dair hiç bir şey yoktu. İnsanların çoğu hayatında hiç şehir görmemişti. Mesela kime yaşını sorsam bilmem diyordu. Sonra anladım ki, hangi yılda olduğumuzu bilmedikleri için kaç yaşında olduklarını da bilmiyorlardı. Zamanın sayılmadığı, tarihlenip rakamlara dökülmediği bir zamana gelmiştim. Bir gün kalıp Sason konusuna bir kaç fotoğraf eklemek için geldiğim Şingalik’te üç gün kalıp yeni bir konu çalıştım.

Köyden ayrılacağım anda yağmur çiselemeye başladı. İnsanlar gibi keçiler de ilk buldukları saçağın altına sığınmıştı. Evinde kaldığım 44 yaşındaki Salih Çiftçi’nin 2 eşi, 25 çocuğu ve 10 torunu vardı. Aile beni uğurlamak için bekliyordu. Vedalaşmak için baktığımda gördüğüm sahne bu fotoğraftı. Aslında iyi bir fotoğraf çekmekten ziyade hatıra fotoğrafı olsun diye çekmiştim. Ama konu Atlas dergisinin 127. sayısında yayınlandığında bu fotoğraf çift sayfa ve açılış fotoğrafı olmuştu.

56

Dönüşte yine iki gün boyunca yürüdüm. Aklımda hep Mahsun’la randevuma 4 gün geciktiğim vardı. Ya Mahsun yoksa ne yapardım. Yorgunluktan ölmek üzereydim. Son tepeyi de aştığımda buluşma yerimizde lacivert bir ışıltı gördüm. Evet, Mahsun son dört gündür her öğlen gelip akşama kadar beni bekliyormuş.

Yazarının onayını alarak paylaştığımız bu yazı ilk olarak Bavul Dergisi‘nin Mayıs 2016 sayısında yayınlanmıştır

55-Fatih Pınar

 

 

Yazı ve fotoğraf: Fatih Pınar

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.