Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Pakistan diye bir ülke var mı?

0

Aslında var. Üstelik bu Güney Asya ülkesi, 250 milyona yakın nüfusuyla Çin, Hindistan, ABD ve Endonezya’dan sonra dünyanın en kalabalık beşinci ülkesi. Yüzölçümü Türkiye’den biraz büyük olduğuna göre, topraklarında oldukça yoğun bir nüfus yaşıyor demektir. Bizim kuşağın ilk kez Başbakan Zülfikar Ali Butto’yu idam ettiren (Kenan Evren’in yakın dostu) darbeci general Ziya ül Hak’la tanıdığı ülke, bir İslam Cumhuriyeti olarak tanımlanmakla birlikte, aslında Asya’nın istikrarsız ama canlı demokrasilerinden biri. Tabii bir yandan ülkede cirit atan cihatçılarla ve gizli servislerle, bir yandan da darbelerle ve siyasi suikastlarla anılan, üstelik nükleer silaha sahip, siyasi alanı aşırı kutuplaşmış, talihsiz bir demokrasi. (Ancak , en azından Freedomhouse’ın sıralamasında bizden iyi durumda olduğunu da eklemeliyiz.)

Felaketin formülü: Alışılmadık muson yağmurları+buzul erimesi

Pakistan büyük ölçüde hem sıcak hem de yaz ve sonbaharı kaplayan muson mevsiminde yoğun yağış alan kurak bir iklime sahip. Dünyanın en büyük nehirlerinden biri olan ve kaynağını Tibet ve Himalayalar’dan alan İndus, ülkeye can veriyor. Ülke nüfusunun önemli bölümü, kadim uygarlık merkezlerinden biri olan İndus nehri havzasında yerleşik durumda. Bu nedenle ülkenin güneydoğusunda bulunan ve İndus çevresini kaplayan Pencap, en yoğun nüfusu barındıran eyalet. (Ülkede dört eyalet ve üç de özel bölge var. En büyük ikinci eyalet olan Belucistan güneybatıdaki platoyu kaplıyor.)

İşte bu ülke, bu yıl haziran ayının ortalarında alışılmadık bir muson mevsimine girdi. Ülkenin bazı bölgeleri son 30 yılın ortalamasından yaklaşık altı kat daha fazla yağış aldı. Muson yağışlarındaki artışın aşırı sıcak geçen ilkbahar aylarında kara ve deniz arasındaki sıcaklık farkının artmasından ve muson depresyonunun büyümesinden kaynaklandığı söyleniyor. Yani açıkça iklim değişikliğine bağlı bir felaketle karşı karşıyayız. Aşırı yağışlarla belirlenen bu yılki muson mevsimi üç aydır hız kesmeden sürüyor, daha da sürecek gibi görünüyor. Eriyen buzulların da aşırı yağışlarla birlikte katkıda bulunduğu sel felaketi ülkenin günlük yaşamının normali haline geldi. İndus nehrinin su seviyesi bütün tarihsel rekorları kırmış durumda. Sadece İndus çevresindeki topraklar da değil, ülke genelinde 250 bin kilometre kareye yakın alan halen sular altında. (Bu da ülke alanının üçte birine yakın).

Hükümet yaklaşık 33 milyon kişinin, yani ülke nüfusunun neredeyse yüzde 15’inin selden etkilendiğini açıkladı. Selden etkilenmek demek, sel suları altındaki şehir ve köylerde yaşamak, evi veya tarlaları sular altında kalmak veya göç etmek zorunda kalmak demek. Seller nedeniyle yıkılan ev sayısı 1 milyonun üzerinde. Sel felaketinde en az 400’ü çocuk olmak üzere son verilere göre 1391 kişi de hayatını kaybetti. Felaketin maliyetinin 30 milyar doları bulacağı tahmin ediliyor (bu da milli gelirin yüzde 10’una yakın). Bunda ülkenin en fazla sulanabilir tarım alanına sahip Pencap eyaletinde tarımsal ürünün  (en çok da pamuk, pirinç ve mısır) yüzde 90’ının yok olmasının, çiftçinin tarlalarından hayvanlarına ve tohum depolarına kadar her şeyini kaybetmesinin de payı var. Selin ardından ülke eğer açlığa sürüklenmezse, ciddi bir ekonomik ve gıda kriziyle karşılaşacak demektir.

Peki Pakistan bir Nuh tufanı yaşarken, gelen video ve fotoğraflara göre insanlar günlük yaşamlarını sel sularının içinde sürdürmeye çalışırken bizim bundan haberimiz var mı? Pakistan, Avrupa’da değil, gelişmiş bir ülke değil, bir Batı ülkesi de değil, üstelik nüfusu Müslüman ve beyazlar yaşamıyor. Avrupa ve Amerika’da, medyada Pakistan sellerinin (arada birkaç haber çıksa da) gündem olmaması, hiçbir ülkenin Pakistan’a doğru dürüst yardım bile göndermemesi buna bağlanabilir. Bu ölçekte bir iklim felaketi Avrupa’da veya Amerika’da olsaydı bu kadar az ilgi görmezdi. Bu yaz Avrupa sıcak dalgaları ve kuraklıkla boğuşurken daha fazla haberimiz oldu.

‘Suç düzeyinde tüketim’ yapan Batı’nın gözü kör, kulağı sağır

Ama yine de ben bu kayıtsızlığı, bütün bunların ötesinde, Pakistan’ın yaşadığı felaketin “devasa” bir iklim felaketi olmasına bağlıyorum. Aylardır birkaç Avrupa ülkesinin toplam nüfusu kadar insan (33 milyon, Hollanda, Belçika ve Danimarka’nın nüfuslarının toplamı ediyor) sel felaketinden dolayı evini barkını kaybetmiş, ülkenin tarımı bitmiş, ekonomi zaten krizde ve ülke bir gıda ve sağlık krizine sürükleniyor. (Çünkü selin ardından ülkede zaten görülen sıtma, Deng humması, tifo gibi hastalıklar ve kirli suya bağlı olarak özellikle çocuk ölümleri artabilir.) Bu durumun nedeni de iklim değişikliği, yani fosil yakıtları yakarak atmosfere karbon dioksit salmamız. Bir başka deyişle, Fatima Bhutto’nun yazdığı gibi, suç düzeyinde tüketim!

‘Batı, Pakistan’daki büyük seli görmezden geliyor: Uyarıyı dikkate almazsanız yarın siz olacaksınız’

Pakistan haritası üzerinde selin etkilediği alanlar.

Pakistan’ın kişi başı sera gazı salımı 1 tondan az. Dünya ortalaması 6 ton, bizde de yaklaşık dünya ortalaması kadar, ABD gibi pek çok ülkede ise 15-16 ton. Bu arada dünyanın en zengin yüzde 1’inin (bunların birkaçı da elbet Pakistanlıdır) kişi başı salımının 110 ton, en zengin yüzde 10’unun ise 31 ton olduğunu hatırlatalım. Yani yoksul Pakistan halkı, sizin canına okuduğunuz iklim gelip bizi vuruyor, hayatımızı mahvediyor dese, haksız değil. New York Times’da yayımlanan bir haberde Pencap eyaletindeki bir köyden, 2010’daki sel felaketinde (o yılki seller bu senekinin yarısı kadardı) evleri yıkıldığı için 18 kişilik ailesiyle Karaçi’ye göç etmek zorunda olan bir adamın söyledikleri yer alıyordu. Aile, Karaçi’de beş yıl para biriktirip, gidip köylerinde tekrar ev yapmıştı. Sadece birkaç sene yaşayabildikleri o ev de tarlalarıyla birlikte bu seneki selde yine yerle bir oldu. Aile tekrar Karaçi’ye, bu kez kalıcı olarak göç ediyor, artık bizim oralarda yaşanmaz diyorlardı. Bu trajedinin sorumlusu iseniz, olanları duymak ister misiniz? İnsanlar iklim krizinden haberdar değil mi? Hadi canım!

2009’da Kopenhag’da çöken iklim görüşmeleri sırasında zamanın ABD Dışişleri Bakanı (şimdinin iklim değişikliği özel elçisi) John Kerry’nin dediklerini hiç unutmuyorum. “İklim borcu” kavramını “kategorik olarak” reddediyoruz demişti. Aynı şekilde geçen sene Glasgow’da kayıp ve zarar mekanizmasını öldürmeye de bu nedenle çalıştılar. Çünkü iklim adaleti, Pakistan’da (ve başka güney ülkelerinde) olan iklim felaketlerinden doğan zararı, ABD ve Avrupa ülkeleri gibi erken sanayileşmiş Batı ülkelerinin “tazmin etmesini” gerektiriyor. Değil tazmin etmeye, insani yardım sağlamaya bile niyetiniz yoksa, elbette görmezsiniz. Irkçılık da ayrı tabii.

O zaman sizin için Pakistan diye bir ülke kalmıyor. Yıkan sizseniz…

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.