Ana Sayfa Blog Sayfa 899

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun fesih davası öncesi: Meydanlarda buluşmaya devam edeceğiz

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Derneği’ne 13 Nisan’da kanuna ve ahlaka aykırı faaliyet yürütmek suçlamasıyla fesih davası açıldı. Davanın ilk duruşması yarın Çağlayan’da görülecek. Kadın örgütlerinden duruşma öncesi çok sayıda destek mesajı paylaşılırken, adliye önünde bir araya gelme çağrısı da yapıldı. 

Platformun fesih davası öncesi çok sayıda kadın ve LGBTİ+ örgütü, meslek odaları, emek, kültür dernekleri ve siyasi partilerle vatandaşlardan ortak bir açıklama yapıldı. Açıklamada Türkiye’de kadına yönelik şiddetin boyutuna dikkat çekilirken çeşitli yasaklara ve cezalara da eleştiriler getirildi. Açıklamada şunlar aktarıldı:

‘Ülkede hukuksuzluklar pek çok alanda ardı ardına yaşanıyor’

“İstanbul Sözleşmesi’nden hukuksuz olarak Türkiye’nin imzasının geri çekilmesinin ardından Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Derneği’ne açılan kapatma davası aynı hukuksuzluğun devamıdır. 

Ülkede hukuksuzluklar pek çok alanda ardı ardına yaşanıyor. Gezi Direnişi gibi, toplumun haklı itirazına hukuksuz cezalar yağdırıldı. İktidar, karşısındaki her türlü muhalefet gücünü bu yöntemlerle engellemeye çalışıyor. 

‘Cezalar yağmur gibi yağıyor’

Birçok derneğe ve sivil toplum kuruluşuna açılan kapatma davaları, siyasi yasak getirmek üzere açılan davalar ve verilen cezalar yağmur gibi yağıyor. Yaşam tarzımıza ve özgürlüklerimize yönelik saldırılar sadece kurumlarımıza ve muhalefet edenlere yönelik açılan davalarla da bitmiyor. Kadınların nafaka hakkı, 6284 tartışmaya açılıyor. 

Aynur Doğan ve Melek Mosso gibi birçok sanatçının  konserleri iptal ediliyor. Üniversitelerde konserler, festivaller yasaklanıyor. LGBTİQ+’lar her gün hedef gösteriliyor. Gerici örgütlenmelerin açıklamaları dikkate alınıp uygulamaya koyulurken, bunları haber yapmak bile çoğu zaman suç sayılıyor.

‘Ekmeksiz olanlara hiçbir politika üretemeyenler, mücadele edenleri durdurmayı çözüm sanıyor’

Ekmeksiz, işsiz olanlara; şiddetle, ayrımcılıkla baş başa bırakılanlara hiçbir politika üretemeyenler, bunun için mücadele edenleri durdurmayı çözüm sanıyor.  Tüm bunları ve hazırlandıkları nice hukuksuzlukları normalleştirmeyeceğiz, meşrulaştırmayacağız. Her birimize yönelik saldırı, topyekün saldırının bir parçasıdır. Her bir hukuksuzluğun karşısında mücadele edecek, bu saldırıları omuz omuza boşa düşüreceğiz.

‘Toplumsal cinsiyet eşitliği için mücadele eden derneğin kapatılmaya çalışılmasının karşısındayız’

Bugün de Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ‘kanuna ve ahlaka aykırı faaliyet yürütme’ iddasıyla kapatılmak isteniyor. Tıpkı ahlaka ve toplum değerlerine uygun değil diye iptal edilen etkinlikler, konserler gibi. Kadın cinayetlerini ve kadına yönelik her türlü şiddeti durdurmak için, toplumsal cinsiyet eşitliği için mücadele eden derneğin kapatılmaya çalışılmasının karşısındayız. Bilsinler ki kadın cinayeti verilerini duyacaklar, erkekler tarafından öldürülen her bir kadının isimlerini görecekler, davalarında katillerinin cezasız kalmadığını bilecekler, şüpheli kadın ölümlerinde gerçekleri gizleyemeyecekler. 

Meşru müdafaa hakkını kullanan kadınların suçsuzluğuna leke süremeyecekler. Kadınların hangi ihmallerle korunmadığını, uygulanmayan yasaları anlatmaya devam edeceğiz. Adliyelerde, sokaklarda, meydanlarda, iş yerlerinde ve hayatın her alanın da kadın dayanışmasını yaşatmaya devam edeceğiz. İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmediğimiz gibi haklarımızdan, hayatlarımızdan ve örgütlerimizden de vazgeçmeyeceğiz.

‘Şarkılarımızı özgürce söyleyecek, meydanlarda buluşmaya devam edeceğiz’

Dayanışmamızla nice kadının eşit ve özgür yaşamasını sağladığımız gibi, daha cesur ve kararlı mücadeleye devam edeceğiz. Şarkılarımızı özgürce söyleyecek, sloganlarımızla meydanlarda buluşmaya devam edeceğiz.

1 Haziran’da dayanışma ile eşit, özgür ve şiddetsiz bir gelecek için bu sefer aşağıda imzası bulunan kurumlar ve kişiler olarak ‘Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Derneği kapatılamaz’ diyoruz.

12. Yeşil Ekonomi Konferansı 10 Haziran’da: Zor zamanlarda adil dönüşümün bugünü ve geleceği

Yeşil Düşünce Derneği ve Heinrich Böll Stiftung Derneği ortaklığında düzenlenen 12. Yeşil Ekonomi Konferansı“Zor Zamanlarda Adil Dönüşümün Bugünü ve Geleceği” konferansı, yurt dışındaki yeşil hareket üyelerini ve Türkiye’den adil dönüşüm alanında uzman kişileri bir araya getirecek.

Zor bir dönemde adil dönüşüm çalışmalarının tutarlı bir şekilde ilerlemesinin mümkün olup olmadığının tartışılacağı konferans 10 Haziran 2022, Cuma günü 13:00 – 17:00 saatlerinde yüz yüze katılımla Cezayir Toplantı Salonu’nda, çevrim içi katılımla ise Yeşil Düşünce Derneği (Türkçe Yayın) ve Heinrich Böll Stiftung Derneği (İngilizce Yayın) YouTube kanallarından gerçekleştirecek. İki bölümden oluşan buluşmanın iki bölümü de panel ve soru-cevap formatında yapılacak. 

Parlamento Üyesi, Uluslararası İklim ve Enerji Politikası Komitesi Yeşiller Yönetim Kurulu Başkanı Lisa Badum ve İklim Adaleti & Enerji Kampanyacısı – Friends of Earth Europe / Avrupa / Avrupa Topluluk Gücü Koalisyonu Koordinatörü Dimitris Tsekeris‘in katılacağı ilk bölümde adil dönüşüm, yenilenebilir enerjiye geçiş ve karbon nötr politikalar Prof. Dr. Begüm Özkaynak‘ın moderatörlüğünde tartışılacak.

İkinci bölümde ise Doç. Dr. Ahmet Atıl Aşıcı‘nın moderatörlüğünde, SEFiA & Bilkent Üniversitesi İktisat Bölümünden Mustafa Eray Yücel,  TEPAV Enerji ve Sürdürülebilirlik Danışmanı Aslı Esen, İKV Genel Sekreteri ve YTÜ Öğretim Üyesi Doç. Dr. Çiğdem Nas güncel meselelerin adil dönüşüme etkisini değerlendirecek. 

12. Yeşil Ekonomi Konferansı‘na katılmak için web sitesi üzerinden başvuruda bulunmanız yeterli. 

*

Zor Zamanlarda Adil Dönüşümün Bugünü ve Geleceği, 12 Yeşil Ekonomi Konferansı: 12 Haziran 2022 Cuma 

13:00 –  14:20 1. BÖLÜM: Adil Dönüşüm Nasıl İlerliyor?

 Moderatör: Prof. Dr. Begüm Özkaynak

  • 13:00 – 13:05 Heinrich Böll Vakfı Türkiye Temsilciliği’nden Açılış Konuşması
  • 13:05 – 13:10 Yeşil Düşünce Derneği’nden Açılış Konuşması
  • 13:10 – 13:35 Karbon Nötr olmaya doğru bir adil geçiş mi? Benzeri görülmemiş zamanlarda Almanya’nın yenilenebilir devrimi (Lisa Badum, Parlamento Üyesi, Uluslararası İklim ve Enerji Politikası Komitesi Yeşiller Yönetim Kurulu Başkanı)
  • 13:35 – 13:55 Sosyal olarak adil bir enerji geçişin hızlanmasının sağlanması – Enerji Topluluklarının Rolü (Dimitris Tsekeris, İklim Adaleti & Enerji Kampanyacısı – Friends of Earth Europe / Avrupa / Avrupa Topluluk Gücü Koalisyonu Koordinatörü)
  • 13:55 – 14:20 Soru – Cevap
  • 14:20 – 14:50 Ara

14:50 –  17:00 2. BÖLÜM: Güncel Meselelerin Dönüşüme Etkisi

 Moderatör: Doç. Dr. Ahmet Atıl Aşıcı

  • 14:50 – 15:00 Açılış
  • 15:00 – 15:25 – Adil Dönüşüm Sürecinin Güncele Direnci: Ölçme ve Planlama Perspektifleri (Mustafa Eray Yücel, SEFiA & Bilkent Üniversitesi İktisat Bölümü)
  • 15:25 – 15:50 – Enerjide Yeşil Dönüşüm: Olanaklar ve Olanaksızlıklar (Aslı Esen, Enerji ve Sürdürülebilirlik Danışmanı, TEPAV)
  • 15:50 – 16:15 – Avrupa Yeşil Mutabakatı kapsamında adil dönüşüm ve Rusya-Ukrayna Savaşının etkileri (Doç. Dr. Çiğdem Nas, İKV Genel Sekreteri ve YTÜ Öğretim Üyesi)
  • 16:15 – 16:45 – Soru – Cevap
  • 16:45 – 17:00 – Kapanış Konuşması

309 ekoloji aktivisti de kendini ihbar etti: Gezi Direnişi, mücadelelerimizde bize ışık oldu

İklim Adaleti Koalisyonu’nun Gezi tutukluları Mücella Yapıcı, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Çiğdem Mater, Mine Özerden, Hakan Altınay ve Yiğit Ali Ekmekçi ve Osman Kavala ile dayanışmak için başlatmış olduğu açık çağrı 309 imzaya ulaştı.

309 ekoloji aktivisti, hiçbir somut delile dayanan hukuksuz cezalara karşı, “Onlarla fikir ve eylem birliği içinde olduğumuzu beyanla kendimizi ihbar ediyoruz” dedi.

Gezi Direnişi’nin 2013’ten bu yana tüm ekoloji mücadelelerinde ışık ve umut olduğunu belirten aktivistler, Gezi’nin 9’uncu yıldönümünde “Hepimizin beklentilerini, dileklerini, özlemlerini simgeleyen Gezi ruhunu, aramızdakileri öldürerek, yargılayarak, tutuklayarak incitebileceğini sananlara sözümüz var” diyerek şu mesaı paylaştı:

“Her türlü zorbalığa, hukuksuzluğa ve talana karşı direnen tüm hak ve doğa savunucuları, dimdik ayakta ve tertemizdir. Doğayı ve yaşamı savunmak için mücadele eden bizler, korku, yalan ve talan imparatorluğuna karşı bir aradayız. Tutuklu arkadaşlarımızı tutsaklıklarından kurtarmak, bu ülkenin geleceğine umutla bakmamızı sağlayan Gezi Direnişi’ni unutturmamak, özgür yarınları kurabilmek için omuz omuzayız.

Korkmuyoruz, susmuyoruz, itaat etmiyoruz! Bu daha başlangıç, mücadeleye devam ediyoruz!”

İlgili haber: 888 kişi kendini ihbar etti: Gezi Davası tutukluları suçluysa, biz de suçluyuz

TİP’ten Gezi’nin yıldönümünde eylem: Boğaz köprüsünde ‘Her yer Taksim, her yer direniş’ pankartı

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, milletvekilleri Ahmet Şık ve Sera Kadıgil ve beraberindekiler, Gezi Direnişi‘nin dokuzuncu yıl dönümünde köprüye “Her yer Taksim, her yer direniş” yazan pankart astı.

Eylemin Ahmet Şık‘ın Twitter hesabından canlı yayınlayan görüntülerine göre, kısa bir süre sonra yanlarına gelen polisle aralarında tartışma çıktı. 

Pankartın iplerini kestirmemeye çalışan vekiller, polise defalarca “milletvekiline dokunamaycaklarını” hatırlattı.

Polis, kısa bir arbedenin ardından pankartı kesti.

https://twitter.com/sahmetsahmet/status/1531535878597787651?s=20&t=J-rwIf9QAjB-DxpcxKksCw

Polis, pankartın kaldırılmasını isterken, Sera Kadıgil’in telefonu denize düştü.

Erkan Baş’ın hesabından paylaşım yapan Kadıgil, “Daha taksidi bitemişti” dedi ve “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam” mesajını iletti.

Çevre Ajansı’nın yetkilerini genişleten torba yasa, TBMM Komisyonu’ndan geçti

AKP milletvekillerinin imzasıyla sunulan ‘Çevre Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi‘, TBMM Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu’nda kabul edildi.

13 ayrı kanunda değişiklik öngören torba yasa teklifi, Marmara’da müsilaj tedbirleri ve imara dair düzenlemelerin yanında, devlete ait kıyı işletmelerinin özel sektöre verilmesinin önünü açan maddeler içeriyor.

Teklif geçtiğimiz günlerde TBMM Çevre Komisyonu’nda görüşülmüştü.

Türkiye Çevre Ajansı’na doğal sit alanları, özel çevre koruma bölgeleri ve kıyılardaki Hazineye ait yerleri işletme hakkı verilmesini, yani Ajans’ın kıyılardaki Hazineye ait yerlerde mapa ve şamandıra sistemleri, deniz araçlarına atık alım hizmetlerini bizzat ya da işletmeye vermek suretiyle işletebilmesinin önünü açan maddelere muhalefet şerhi düşülmüştü.

Yetkileri artırılması öngörülen Türkiye Çevre Ajansı’nın Cumhurbaşkanı’nın eşi Emine Erdoğan ile ilgisi yeniden gündeme gelmiş, muhalefet vekilleri  koy ve ormanların talan edilmesine müsaade etmeyeceklerini belirterek, Çevre Ajansı’nın “çevreyi sermayeleştirme ve rant alanı haline getirmeyi görev edindiğini” söylemişti.

Baraj ve göletlerin maksat oranı Cumhurbaşkanı’nın tasarrufunda

Teklife göre, Devlet Su İşleri (DSİ) tarafından inşa edilen baraj, gölet ve diğer depolama tesislerinin maksat oranları, Cumhurbaşkanı tarafından belirlenecek, değiştirilebilecek veya kaldırlabilecek.

Teklife göre, Türkiye Çevre Ajansı, Bakanlık tarafından kullanma izni verilen veya kiralanan, Kıyı Kanunu kapsamındaki devletin hüküm ve tasarrufu altında yer alan alanlarda; mapa ve şamandıra sistemleri kuracak, işletecek, deniz araçlarına atık alım hizmetleri verecek ve bu hizmetlerin verilmesini sağlayacak. Ajans, ihtiyaç halinde bu faaliyetleri özel hukuk tüzel kişiliğini haiz şirketler kurarak gerçekleştirebilecek.

İlgili haber: Çevre Kanunu’nda değişikliğe muhalefet şerhi: Çevre Ajansı, çevreyi rant alanı haline getirmeyi görev edindi

Müsilaj tedbirleri

Teklifte, Boğazlar ve Susurluk Havzası dahil Marmara Denizi Hidrolojik Havzası ve bu havzada yer alan illerden İstanbul, Bursa ve Kocaeli‘nin tamamında ileri atık su arıtım tesisi, arıtma çamuru işleme ve bertaraf tesisi ile atık geri kazanım ve bertaraf tesislerinin kurulmaması sebebiyle çevre kirliliği riski oluşması veya halk sağlığının tehdit edilmesi halinde, bu tesisleri kurmayan mahalli idarelere söz konusu altyapı yatırımlarının iş termin planlarını Bakanlığa sunmaları için altı ay süre verileceği belirtiliyor.

Bu süre içinde iş termin planlarının sunulmaması veya planlarda belirtilen sürelere uyulmaması durumunda, Bakanlık veya Bakanlığın yetkilendireceği ilgili ve ilişkili kurum ve kuruluşlar bu tesisleri mahalli idareler adına resen yapabilecek ve bu tesisleri işlettirebilecek.

18 grostona kadar olan tanker, gemi ve diğer deniz araçlarından kaynaklı evsel atıksuların, deterjanlı su, köpük, egzoz gazı yıkama sistemi suları ve benzeri yıkama sularının veya katı atıkların denize boşaltılması durumunda 5 bin lira, 18 ila 50 groston arasında olanlara 10 bin lira, 50 ile 100 groston arasında olanlara 20 bin lira, 100 ila 150 groston arasında olanlara 30 bin lira idari para cezası uygulanacak.

İlgili haber: Müsilaj Torba Kanun’da: Belediyelerin arıtma tesislerine altı aylık süre

Bina kimlik sertifikası

Teklifle, tamamlanan yapıların izlenmesinin kolaylaştırılması için bina kimlik sertifikası uygulaması getiriliyor. Buna göre, Yapı Denetimi Hakkında Kanun’a, “Bina kimlik sertifikası” tanımı eklenecek. Tamamlanan yapıların teknik ve genel bilgilerine, Bakanlıkça farklı modüllerde yapılan yetkilendirmelerle hem yapı sahibi ve ilgili vatandaşlarca hem de kamu görevlileri tarafından ulaşılması amacıyla yapıya bu sertifika asılacak.

 

Azra Gülendam Haytaoğlu’nun katiline müebbet

Antalya’da 21 yaşındaki üniversite öğrencisi Azra Gülendam Haytaoğlu‘nu öldüren Mustafa Murat Ayhan, ‘nitelikli kasten öldürme’ suçundan ağırlaştırılmış müebbet ve ‘cinsel saldırı’ suçundan 16 yıl hapis cezası aldı.

Sanık, ‘hırsızlık’ ve ‘kişiyi hürriyetinden yoksun kılma’ suçlarından ise beraat etti.

28 Temmuz 2021’de evden çıktıktan sonra kendisinden haber alınmayan Haytaoğlu’nun en son Mustafa Murat Ayhan’la görüştüğü tespit edilmiş, Ayhan ilk ifadesinden sonra serbest bırakılmıştı. Polis incelemelerinin ardından tekrar sorgulanan Ayhan, Azra Gülendam Haytaoğlu’nu katlettiğini itiraf etmiş, gömdüğü yeri göstermişti.

Mustafa Murat Ayhan

Davanın dün görülen beşinci duruşmasında avukatlar, sanık Ayhan’ın önceki davalarında küçük yaşta kızı takip etme ve başka bir davada silahla tehdit suçlarından cezalandırılmadığını hatırlattı, bunun Azra Gülendam Haytaoğlu’nun ölümüne yol açtığını anlattı. Azra Gülendam’ın ailesi, sanığın en ağır şekilde cezalandırılmasını istedi.

Mustafa Murat Ayhan tarafından cinsel istismara maruz bırakılıp, boğularak katledilen 21 yaşındaki Azra Gülendam Haytaoğlu, Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü öğrencisiydi.

Marmara Kervanı’nın ekokırım yolculuğu: Marmara Denizi’nin kıyımı

Marmara Yaşasın ve İklim Adaleti Koalisyonu tarafından organize edilen ve deniz ekosistemini yıkıma uğratan nedenleri kamuoyuyla paylaşmayı ve çözüm yolları üretmeyi amaçlayan Marmara Kervanı, yolculuğuna 26 Mayıs’ta İstanbul’dan başladığı yolculuğunu dün sonlandırdı. Kervan Marmara çevresindeki ekokırım suç mahallerini inceledi.

Kervanın ilk durağı olan Marmara Ereğlisi’nde, Marmara Ereğlisi Çevre Derneği ile birlikte Kınıklı Deresi‘nin Sultanköy Plajı’nda denize döküldüğü yer görüntülendi. Kervan tarafından yapılan açıklamada kumsal ve çevresinde yazlık evler bulunan bölgede, sanayi tesislerinin atık sularıyla kirletilen Kınıklı Deresi’nin, plajda da önemli kirliliğe neden olduğunu bildirildi. Marmara Kervanı açıklamasında yolculuk süresince yapılan gözlemler şöyle aktarıldı:

‘Jandarma bölgeye girişe izin vermedi’

“Ardından kervan Çorlu’ya doğru yoluna devam etti. Sayıları bugün iki binin üzerinde olan ve 10’dan fazla Organize Sanayi Bölgesi’nde bir araya getirilen endüstriyel tesislerin atık sularıyla artık bir nehir olma özelliğini yitiren, yoğun kokusu nedeniyle civarında solumakta güçlük çekilen Çorlu Çayı’nın kirliliği görüntülendi. Nehre komşu Sağlık(!) Mahallesi’nde yerel halkla yapılan görüşmelerde kanser ve solunum yolu hastalıklarının çok sık görüldüğü vurgulandı. Kervan, Ergene Derin Deniz Deşarjı’nın yapıldığı sahil şeridine de gitti, ancak devlet-özel ortaklı bir şirket tarafından işletilen derin deşarj alanı Jandarma korumasında olduğu için bölgeye girişe izin verilmedi.

Ertesi gün incelemelerine Karabiga’da devam eden kervan, ilk olarak Balıkçı Barınağı’nı ziyaret etti. Yasaklanmış olmasına karşın troller ve gırgırla yapılan avcılığın küçük balıkçılara ve balık türlerinin azalmasına yönelik zararları balıkçılar tarafından dile getirildi.

Kömürlü termik santrallerin hava ve su varlıkları üzerinde yoğun kirlilik baskısı altında olan Biga’da, Alarko-Cengiz ortaklığı olan Cenal Elektrik A.Ş. Termik Santrali önünde Biga Ekoloji ve Yaşam Platformu ile Kazdağları Ekoloji Platformu tarafından pankart ve dövizler eşliğinde basın açıklaması okundu.

‘Termik santral soğutma sularının Marmara’ya deşarjı acilen yasaklanmalı’

Ardından Aksaz’a gidilerek bir diğer deniz kirliliği unsuru olan İÇDAŞ Çelik Enerji Tersanesi görüntülendi. Kervan daha sonra İÇDAŞ Termik Santrali üzerinden Bandırma’ya yöneldi. Karabiga bölgesine termik santraller günde 3,8 milyon m3’e yakın soğutma suyunu Marmara Denizi’nden alıyor ve sıcak, kirli suyu tekrar denize deşarj ediyor. Bu uygulama, deniz suyunun ısınmasında ve denizin kirletilmesinde önemli ölçüde sorumlu. Sıcak ve kirletilmiş termik santral soğutma sularının Marmara’ya deşarjı acilen yasaklanmalıdır.

Bandırma’ya doğru rotasına devam eden kervan, Güney Marmara Dayanışması ile Marmara Denizi’ne dökülen Gönen Çayı’nda incelemede bulundu. Başta deri sanayisi olmak üzere endüstriyel atık sularla ‘çok kirli su‘ olarak nitelenen Gönen Çayı, halen tarımsal sulamada kullanılmakta, bu durum yetiştirilen ürünlerde ciddi sağlık risklerine yol açıyor. Ardından Beyköy’de, köylülerin elinden alınan birinci sınıf tarım arazilerinde yapımına başlanan Metal İhtisas OSB inşaatı görüntülendi.

‘Biyolojik çeşitliliği yok edecek’

Balıkesir-Çanakkale çevre planlarına aykırı olarak yapımına başlanan bu OSB, Marmara Denizi kirliliğini ve bölgedeki nüfus baskısını önemli oranda arttıracak, Kapıdağ ve Manyas Kuş Cenneti’ndeki biyolojik çeşitliliği yok edecek, bölgenin sınırlı su kaynaklarını tüketecek, verimli tarımsal üretime darbe vuracak, sonuç olarak gıda arzındaki sorunlar artarak devam edecektir.

Kapıdağ yarımadasına geçen kervan, bölgede Kapıdağ Çevre Platformu ile birlikte Marmara Denizi’nin bir diğer kirletici unsuru olan Bağfaş Gübre Fabrikası’nı görüntüledi. Bandırma Meydanı’nda Güney Marmara Dayanışması bileşenleri tarafından okunan basın açıklaması sonrası, Marmara Denizi kirliliğiyle mücadele konulu bir forum düzenlendi. Ardından kervan Bursa’ya doğru rotasına devam etti.

‘Nilüfer Çayı adeta bir atık su kanalına dönüşmüş durumda!’

Ertesi gün yolculuğuna Bursa Su Kolektifi ile birlikte Bursa’dan devam eden kervan, Nilüfer Çayı‘nda ve Nilüfer’in bir kolu olan Deliçay’da farklı noktalarda incelemelerde bulundu ve Bursa Su Kolektifi tarafından nehir kıyısında pankart ve dövizler eşliğinde basın açıklaması okundu.

Uludağ’ın eteklerinden doğan ve Bursa’nın içinden geçip, Karacabey’de denize dökülen Nilüfer Çayı adeta bir atık su kanalına dönüşmüş durumda!

Uygun şekilde arıtılmayan evsel ve endüstriyel atık sular yüzünden dördüncü seviye olan ‘çok kirli su‘ tanımına giren Nilüfer Çayı’na, önce şehrin doğusundaki OSB’lerin, ardından batı tarafındaki OSB’lerin kirli atık suları boşaltılıyor, ayrıca arıtma sonrası oluşan çamurlar da Nilüfer Çayı’na veriliyor!

‘Çay’dan tarımsal sulamada yararlanılması ciddi sağlık riskleri yaratıyor’

Şeftali bahçeleriyle ünlü, verimli Bursa ovasında, halen Nilüfer  Çayı’ndan tarımsal sulamada yararlanılıyor ve bu durum ciddi sağlık risklerini beraberinde getiriyor, zira bu seviyede kirletilen sularda sucul canlı yaşamı mümkün olmamakta ve buradan su içen hayvanlar yaşamını yitirmektedir, bu nedenle tarımsal sulamada kullanılmamalıdır.

Sözde arıtma yapan Yeşilçevre Atık Su Arıtma Tesisi’nin deşarj noktasındaki kirlilik de kervan tarafından görüntülendi. Oysa yetkililer, Bursa Su Kolektifi’nin bu konudaki sürekli sorgulama ve şikayetlerine, evsel ve endüstriyel atık su arıtma tesislerinin çalıştırıldığı ve uygun arıtmanın yapıldığı şeklinde yanıt veriyorlar!

‘Tersaneler tarım alanları ve kıyılarda tahribata neden oluyorlar’

Kervan, İzmit Körfezi’ne doğru yoluna devam etti ve Yalova’da verimli tarım alanları üzerinde üretim yapan Aksa Elyaf Fabrikası’nın önünde, sürdürülen kapasite arttırma faaliyetleri hakkında bilgi aldı. Ardından panoramik körfez görüntüsü alındı ve tersaneler bölgesi görüntülendi:

Bölgede çok sayıda ve yan yana dizili tersaneler, giderek içeriye doğru ve kıyı boyunca genişleyerek tarım alanları ve kıyılarda tahribata neden oluyorlar, ayrıca çok miktarda su tüketiyorlar ve deniz suyunda kirliliğine yol açıyorlar.

‘Kocaeli, hava ve su varlıklarında çok ağır bir ekolojik yıkımla karşı karşıya’

Kervan Kocaeli’ni geçerek Körfez’de panoramik tepe üzerinde sanayi tesisleriyle kuşatılmış İzmit Körfezi’ni görüntüledi, Kocaeli’nde ekoloji mücadelesi veren örgütlerden hava ve su kirliliği ile sağlık sorunları hakkında bilgi aldı:

16 OSB ve 34 adet limanla Türkiye’nin kimya sanayi üretiminin yüzde 26’sını karşılayan Kocaeli, sanayiye ek olarak limanlarla hava ve su varlıklarında çok ağır bir ekolojik yıkımla karşı karşıya. Bunların sosyal hayattaki bedelini yerel halk yüksek orandaki kanser ve solunum yolu hastalıkları ile ödüyor. Bu duruma rağmen yeni sanayi tesislerine ve kapasite artırımlarına izin verilmekte, yıkımların kümülatif etkisi katlanarak artmaktadır!

Kirli atık sulara ek olarak liman ve sanayi kuruluşları denizde dolgu ve dip tarama faaliyetleriyle, sıcak ve kirli soğutma sularının boşaltılmasıyla deniz ekosistemine ciddi tahribat vermektedirler. Körfez rotası Dilovası’nda bulunan Dilderesi’nde yapılan incelemelerle tamamlandı. Dilderesi de Marmara çevresinde sürekli görüntülenen, sucul varlıkların atık su kanalı olarak kullanılmasının diğer bir dramatik örneği; sanayi yoğun olan Dilovası’ndaki endüstriyel tesislerin kimyasal atık suları arıtılmadan nehre veriliyor, dereye hâkim olan yoğun kirlilik ve koku, bir fosseptik çukuru muamelesi yapılan Marmara Denizi’nde son buluyor.

İstanbul: Evsel atık suları, kirlilik ve yıkım

Kervan yolculuğunun son günü, Marmara Denizi kirliliğinden büyük oranda sorumlu olan mega kent İstanbul’a ayrıldı. İstanbul Kanalı projesinin güzergahı üzerindeki Sazlıdere’de yapılan ilk basın açıklamasında, Kuzey Ormanları’nda ağır tahribata yol açan mega projelerin Marmara Denizi’de yaratacağı yıkım dile getirildi ve kanalın deniz ekosistemine vurulacak son darbe olduğu vurgulandı.

Ardından Yenikapı’ya geçerek, Ön Arıtma Tesisi önünde basın açıklaması yapan kervan ekibi, 1989 yılında Yenikapı’dan başlatılan Derin Deniz Deşarjı’yla birlikte Marmara’daki kirliliğin önemli boyutlara ulaştığını ve aslında arıtma olarak nitelenemeyecek bu uygulamanın bugün de İstanbul’daki evsel atık suların yüzde 60’ını kapsadığını dile getirdi.

Kadıköy Ön Arıtma tesisi önünde yapılan son basın açıklaması sonrasında kervan, son durak olarak deniz ekosisteminin sosyal yaşantısında çok önemli rol oynadığı Adalar’dan Burgazada’ya geçerek, adalı dostlarla birlikte düzenlenen foruma katıldı.

İstanbul’da su kullanımı

Forumda Marmara ekosistemini korumak için ileriye dönük eylem planları tartışıldı. Evsel atık suların ileri biyolojik arıtma sonrası, endüstriyel atık suların da tesis bazında kimyasal arıtma sonrası geri kazanılarak kullanılması gerektiği, Marmara Denizi’nin arıtılsa dahi atık sular için alıcı ortam olmaya uygun olmadığı ve su fakiri olan Türkiye’de suyun hoyratça tüketiminin durdurulması gerektiği vurgulandı. 18 adalı yurttaşın Ergene Derin Deniz Deşarjı’na karşı açtıkları dava hakkında bilgi alındı.

Marmara Kervanı, tüm Marmara’yı kuşatan yoğun sanayi baskısı ve ona bağlı artan nüfusun karasal ve sucul ekosistemler üzerinde yol açtığı ağır tahribatın sonuçlarını ve bu tahribatın bedelini doğrudan sağlıklarını yitirerek ödemek zorunda bırakılan yerel halkın sorunlarını belgeleme imkânı sundu.

‘Ekolojik yıkıma, yereller bir araya gelerek karşı koymalı’

Kervan Marmara etrafında yol alsa da, aslında farklı bölgelerde aynı olguyu gözlemledi:

Bizlere dayatılan ve sessizce itaat etmemiz beklenen, sermayenin güdümündeki neoliberal düzen, verimli tarım alanlarını, temiz yeraltı ve yerüstü su varlıklarını tüketmekte, kirletmekte, temiz hava hakkımızı elimizden almaya yeltenmekte ve Marmara Denizi’ni pervasızca yıkıma uğratmaktadır. Gerek proje, gerekse işletme aşamalarında, kanun ve yönetmelikler toplumun değil sermayenin çıkarlarını savunacak şekilde uygulanmaktadır.

Bu bağlamda Marmara Denizi’nin yaşatılması için verilecek mücadele dayanışmayla yol almalı, bir bölgede yaşanan ekolojik yıkıma, yereller bir araya gelerek karşı koymalıdır. Deniz ekosisteminin yıkımıyla, karasal ekolojik tahribat ve yerel halkın sosyal yıkımları birlikte ele alınmalı, bütüncül bir mücadele ağı örülmelidir. Tabandan gelen bir kamuoyu oluşturularak, tüm sorunlar yüksek sesle dile getirilmelidir.

Marmara Kervanı, ekokırım suç mahallerini yerinde belgeleyen Marmara Yaşasın Grubu’na eylemlilik anlamında bir başlangıç oldu. Yolumuz açık olsun!”

Akbelen’de bilirkişi raporu: Kömür geri dönülmez zararlar verecek ama ‘gerekli’

Muğla İkizköy Akbelen Ormanı’nda Yeniköy Kemerköy Elektrik Üretim ve Ticaret AŞ’nin (YK Enerji) tarafından iki termik santrale kömür sağlamak için genişletilmek istenen kömür madeni sahasında Mart ayında yapılan bilirkişi keşfinin raporu, Muğla 1’inci İdare Mahkemesi‘ne sunuldu.

Uzmanların yazdığı raporda, kömür maden projesinin, ormana ve ekosisteme geri dönülmez zararlar vereceği bilimsel olarak ortaya koyuldu.

Oy birliği ile maden projesinin iptali yönünde görüş bildiren heyetten iki uzman ise, ‘enerji ihtiyacının karşılanması için kömür gereklidir’ görüşü bildirdi.

Öte yandan İkizköylülerin avukatı Arif Ali Cangı, mahkemenin, bütün bunlara rağmen uzmanlara “Madenden kömür çıkarılmasının gerekliliğine” dair soru sormasının kabul edilemez olduğunu söylüyor.

Av. Cangı, madenin hukuksuzluğuna dair ağırlıklı görüş veren bilirkişi raporunun bu kısmının dikkate alınarak, projenin devamını savunan iki uzmanın yanlış itirazlarına karşı dilekçe verdi.

Altı uzmanlık alanından dördünün, işlemin yaratacağı ekolojik yıkımı tespit ettiğine dikkat çeken Cangı, diğer iki uzmanlık alanının tespit ve değerlendirmelerine itiraz ettiği dilekçede, “Dört uzmanlığın projenin hukuka aykırılığını ortaya koymuş olmasının işlemin iptali için yeterli olduğu açıktır” dedi.

Dava çerçevesinde yapılan ilk bilirkişi keşfine itiraz edilmiş, bu yüzden keşif tekrarlanmıştı. İkinci keşfin hemen öncesinde zeytinlikleri madenlere açan yönetmelik gündeme gelmiş ve keşif, İkizköy direnişçilerinin protestolarıyla gerçekleşmişti.

İlgili haber: Kömür madeni açılmak istenen Akbelen Ormanı’nda protestolar eşliğinde bilirkişi incelemesi

Ormansızlaşma, habitat kaybı…

Jeoloji, hidrojeoloji, orman ve çevre mühendisliği, biyoloji gibi disiplenlerden uzmanların hazırladığı 43 sayfalık raporda, madenin bulunduğu sahanın sahada ‘olumsuz etkilenecek olan orman alanının bulunup bulunmadığı, ekonomik ve sosyal risklerinin, çevresel etkilerinin neler olduğu’ sorusuna cevap verildi.

Bilirkişi heyetinden dört ayrı disiplinden uzman,  yapılması planlanan madencilik faaliyetinin bölgenin doğasında, ekolojisinde yaratacağı yıkımlara dikkat çekti.

Açılacak kömür ocağının “Alanı ormansızlaştırmasının kaçınılmaz olacağını belirtirken, toprağın erozyona açık hale geleceği belirtilen raporda ayrıca, alanın yaban hayatının sürekliliği açısından ekolojik koridor olarak muhafaza edilmesi zaruriyetine dikkat çekildi.

Rehabilitasyonu mümkün değil

Heyetteki orman mühendisi, proje alanın faaliyet sonrası rehabilite edilmesinin, ormancılık disiplini açısından ‘mümkün görünme’diği kanısına vardı.

Raporda, “Rehabilitasyon çalışmaları ile mevcut orman yapısının tekrar geri getirilmesinin mümkün olmadığı” da kaydedilerek, yok olan ormanlarının telafisinin olmadığına vurgu yapıldı.

Aynı şekilde, açık ocak kömür madencilik faaliyeti  sırasında ocak alanının kömür rezervi boyunca genişleyeceği, alanın ormansızlaşacağı, ocak ile orman alanı arasındaki tarım alanlarının zarar göreceği, madencilik faaliyetleri nedeniyle önemli düzeyde toz emisyonunun oluşacağı sonucuna varıldı.

Yangın sonrası hayvanların barınma alanı

Gökova Körfezi’ne uzanan doğal ormanlık alanların maden faaliyetleri sebebiyle parçalandığını kaydeden bilirkişi, doğal alanlarla bağlantısı
devam eden söz konusu orman alanının bu habitat bütünlüğünün korunması açısından son derece önem arz ettiğini belirtti:

Bilhassa yörede çıkan orman yangınları, alanda ve yakın çevresinde bulunan hayvan türlerinin barınma, üreme ve beslenme faaliyetlerinin devamlılığı açısından bu doğal ormanları kullanıyor olmaları sebebiyle önem arz etmektedir.

Alanda yürütülecek maden faaliyeti sonucunda şüphesiz ki söz konusu orman ve içerisinde var olan ekosistem geri dönüşü olmayacak şekilde ortadan kalkacaktır.

Bu tespitten hareketle Türkiye’nin taraf olduğu sözleşme ve taahhütlere atıfta bulunulan dilekçede, “Türkiye, imzacı 100 ülke ile birlikte, 2030 yılına kadar ormansızlaşmayı ve arazi bozulmasını durdurmayı ve tersine çevirmeyi taahhüt etmiştir. Orman Mühendisi bilirkişinin tespitleri karşısında, Paris İklim Anlaşması göz önüne alındığında dava konusu işlemin hukuka aykırı olduğu ve “Glasgow Liderlerinin Orman ve Arazi Kullanımı Bildirgesi” çerçevesinde Türkiye’nin uluslararası taahhütleri ile çeliştiği aşikardır” ifadeleri sunuldu.

Su baskınları olacak

Kömür rezervinin tabanında bulunan killi toprak yüzeye çıkarak zeminde geçirimsiz bir yapı oluşturacaği ve bunun, yağışların yeraltına sızmadığı için taşkınlara neden olabileceği tespiti yer aldı.

Rapora göre yapılan hafriyat çalışmaları  ile oluşabilecek çatlak ve boşluk yapılardan yüzeye çıkabilecek yeraltı suyu boşalmaları da su baskınlarına neden olabilir.

İlgili haber: Milas’ta ‘zeytin hayattır’ mitingi: Akbelen Ormanı’nı vermeyeceğiz!

Zeytinlerin varlığı bile tek başna iptale yeterli

İkizköy direnişinin avukatları, Çevre Hukuku’nun en temel ilkesi olan İhtiyat İlkesi’ne vurgu yaparak, kömür madeni projesinin iptali için hukuki mücadeleyi sürdürüyor.

1970’lerde ilk defa Almanya’da uygulanmaya başlanan bu ilke, bir faaliyetin çevre açısından olumsuz sonuçlar doğuracağı konusunda ciddi şüphenin olması halinde bilimsel olarak kesin kanıtlanması dahi beklenmeden önleyici tedbirlerin alınması anlamına geliyor.

Çevre, Biyoloji, Orman, Hidrojeoloji bilimi bakımından uygun olmadığı bilirkişilerce kanıtlanan projenin, “çıkarılacak madenin yakılacağı termik santralın yararlarına odaklanan jeoloji ve maden mühendisliği uzmanlıklarının aykırı görüşlerine rağmen hukuka aykırı olduğunu belirten avukatlar dilekçede şöyle yazdı:

“Dört bilirkişinin işlem konusu maden işletmesini olumsuz değerlendirmeleri, o projenin yasaklanması için yeter de artar bile. Zeytinliklerin varlığı tek başına işlemin hukuka aykırılığının gerekçesi olarak kabul
edilmelidir.

Bu sebeple, öncelikle bilirkişi raporunda bilirkişilerin dördü tarafından hukuka aykırılığı ortaya konduğundan, tekrar değerlendirilmek üzere verilen Yürütmenin Durdurulması kararının devamı ve dava konusu işlemin tümüyle iptali yönünde karar verilmesi için mevcut bilirkişi raporu yeterlidir.”

EPDK: Elektrikli araçlar için ilk şarj ağı işletmeci lisanslarını verdik

Türkiye’nin elektrikli araç piyasasında ve şarj ağı altyapısında henüz başlangıç aşamasında olduğunu belirten Yılmaz, 2021 sonu verilerine göre Türkiye’de yaklaşık 6 bin 500 elektrikli araç ve 3 bin 500’e yakın şarj ünitesi bulunduğunu kaydetti:

“Yerli otomobilimiz, TOGG’un yaratacağı ivmelenmeyle, şarj istasyonlarının sayısında da bir artış gerekeceği ortada. Dünya ortalamalarına baktığımızda her 10 elektrikli araca bir şarj ünitesi ihtiyacını görüyoruz. 2030’da 1 milyonun üzerinde elektrikli araç sayısına ulaşacağımız öngörüldüğünde, en az 100 bin civarında şarj ünitesi ihtiyacı ortaya çıkıyor. Bu anlamda güçlü bir şarj ağı altyapısı, elektrikli araç ekosisteminin gelişmesi için olmazsa olmaz”

18 Nisan itibarıyla şarj ağı işletmeci lisanslarına yönelik başvuruları almaya başladıklarını anımsatan Yılmaz, yatırımcıların bu alana ilgisinin yoğun olduğunu, yapılan düzenlemeler ve açıklanan hibe paketiyle özellikle hızlı şarj   altyapısının yaygınlaştırılmasına yönelik çaba gösterildiğini belirtti.

Yılmaz, çevreyi korurken diğer taraftan da orta ve uzun vadede ülke ekonomisi için önemli kazanımlar elde edilebilecek bir alanda kritik adımlar atıldığını söyledi:

“Kurumumuzca yapılan düzenlemeler kapsamında, şirketler alacakları şarj ağı işletmeci lisansı ile şarj ağı işletebilecek. Kurulumuzda ilk etapta dosyalarını tamamlamış beş adet lisans başvurusunu değerlendirdik ve ilk lisanslarımızı verdik. Şarj ağı işletmeci lisansı sahipleri, elektrikli araç kullanıcılarına, kendi kuracakları ünitelerle hizmet sunabilecekleri gibi sertifika vermek yoluyla, bir nevi akaryakıt sektöründeki bayilik sistemine benzer bir şekilde de hizmet götürebilecek. Burada sertifika sistemi üzerinden küçük ölçekli yatırımcılarımıza da çeşitli iş modellerinin ve fırsatların doğuyor.”

Kullanıcılar için Serbest Erişim Platformu

EPDK tarafından kurulacak Serbest Erişim Platformu’nda elektrikli araç kullanıcıları, mobil bir uygulama üzerinden halka açık şarj istasyonlarının coğrafi konumları, şarj ünitesi ve soket sayıları, tip ve güçleri, ödeme yöntemleri ve müsaitlik durumlarını görüntüleyebilecek.

Elektrikli araçların yakıt maliyetlerinin fosil yakıtlara kıyasla çok daha avantajlı olduğuna da dikkat çeken Yılmaz, ” Mevcut fiyatlarla, elektrikli araçların evden şarj edilmesi halinde oluşan yakıt maliyeti, benzin ve dizel yakıtlı araçların yakıt maliyetinin yaklaşık üçte biri seviyelerinde” dedi.

Yılmaz, araçtan şebekeye elektrik teknolojisi, akıllı şebekeye destek olacak diğer ileri teknolojik uygulamalar, batarya değiştirme istasyonları, mobil şarj istasyonları, kablosuz şarj, yol üstü şarj üniteleri, elektrikli yollar, aydınlatma direği üniteleri gibi inovatif alanlara yönelik gelişmeleri yakından takip ettiklerini de ekledi.

 

İklim değişikliği yüzünden yerinden edilenlerin hakları için neler yapılabilir?

İklim değişikliği, gittikçe artan şekilde insan hakları boyutuyla tartışılıyor ve ele alınıyor.

İklim değiştikçe şiddetlenen kuraklık, gittikçe sıklaşan şiddetli hava olayları, yükselen deniz seviyeleri; insanların barınma, sağlıklı yaşam sürme, temiz gıdaya ve suya ulaşım, hatta yaşam haklarını tehdit ediyor.

Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Yüksek Komiserliği tarafından hazırlanan ve Altıparmak Hukuk Bürosu‘nun Türkçeye çevirdiği “İklim Değişikliği, Yerinden Edilme ve İnsan Hakları” bilgi notunda, 2021’de iklim değişikliği ve çevresel bozulmanın dünya genelinde milyonlarca insana, özellikle de kırılgan bireylere ve gruplara verdiği zarar ile temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir çevre hakkının bir insan hakkı olarak tanınmasına vurgu yapılıyor. 

Orantısız etki

İklim değişikliğinin etkilerini, özellikle nüfusun hâlihazırda coğrafya, cinsiyet, cinsel yönelim, yaş kriterlerinde ‘marjinalleştirilmiş’ olanlar veya azınlıklar gibi kırılgan kesimler daha şiddetli hissediyor.

Yerinden edilmiş insanların eğitim, yeterli yaşam standardına sahip olma ve sağlık hakları da dahil olmak üzere bir dizi insan hakkı da olumsuz etkileniyor.

Kırılgan topluluklar, krizlere en yüksek düzeyde maruz kalanlar olmalarına olmalarına rağmen, giderek kötüleşen çevre şartlarına uyum sağlamak için daha az kaynağa ve desteğe sahip. Bu durum eşitlik hakkı ve ayrımcılık yasağı ile ilgili endişeleri artırıyor.

İklim felaketleri nedeniyle yerinden edilen bireylerin çoğu, kendi ülkeleri içinde yer değiştiriyor. BM’ye göre devletler, kendi sınırları içerisinde yerinden edilmiş kişileri ayrım gözetmeksizin korumakla yükümlü.

Sınırı aşan yerinden edilmiş bireyler için ise bazı durumlarda uluslararası mülteci hukuku geçerli olabilir. Mülteci kriterlerini taşımayan bireyler için ise geri gönderme yasağı kapsamında uluslararası insan hakları hukuku uygulanabilir.

Geri gönderme yasağı bir kişinin, işkence, kötü muamele ve diğer ciddi insan hakları ihlalleri de dahil olmak üzere ciddi ve geri dönülemez bir zarar görme riskinin bulunduğu ülkeye geri gönderilmemesi ilkesidir.

Uluslararası insan hakları hukuku uyarınca devletler, iklim değişikliği bağlamında yerinden edilmiş kişiler de dâhil olmak üzere, kendi yargı yetkisi altındaki herhangi bir kişinin insan haklarını korumakla yükümlü.

İnsan haklarını korumanın yolu çevreyi korumaktan geçiyor

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Ofisi (UNHCR) tarafından  hazırlanan “İklim Değişikliği, Yerinden Edilme ve İnsan Hakları” ilişkin bilgi notunda, iklim yüzünden yerinden edilenlerin haklarının korunması için yapılması gerekenler, şöyle sıralanıyor:

  • Tüm iklim eylemlerinde insan merkezli bir yaklaşımı sağlamak ve yerinden edilen bireylerin onurlarının, güvenliklerinin ve haklarının güvence altına almak.
  • Uluslararası korumaya ihtiyaç duyabilecek kişilere mevcut mülteci ve insan hakları araçlarını uygulamak.
  • Bireylerin yerinden edilmelerini önlemek ve iklim değişikliğine uyum sağlanmasını arttırmak için düzenli göç yollarını kolaylaştırmak.
  • Özellikle iklime karşı en kırılgan ülkelerin ve toplulukların özel ihtiyaçları dikkate alınarak, yerinden edilmeyi engellemek, en aza indirmek ve ele alabilmek adına gerekli tüm önlemlerde hareketi ve desteği arttırmak.
  • İklim eylemlerinin, yerinden edilmiş kişiler ve onlara ev sahipliği yapan topluluklar da dâhil olmak üzere, istikrarsız ve ulaşılması zor bölgelerde yaşayanlara ulaşmasını sağlamak.
  • Zamanına ve koşullarına uygun yapılan yeniden yerleştirme planlarına anlamlı, bilinçli ve gönüllü katılım yoluyla insan haklarının korunmasını sağlamak.

  • Yerinden edilmiş kişilerin sığındığı veya yerinden edilmelerinin ardından güvenli bir şekilde geri dönmeyi umdukları ülkelerde ve ev sahibi topluluklarda, iklim değişikliğinin etkilerine karşı hazırlıkları arttırarak ve dayanıklılık oluşturarak iklim eylemlerine uyum finansmanını ve desteğini arttırmak.
  • En kötü durum senaryolarını önlemek için Paris İklim Anlaşmasında belirtilen hedefleri ulaşılabilir tutmak ve sera gazı emisyonlarını azaltmaya yönelik taahhütleri ivedilikle arttırmak ve uygulamak.
  • İklim değişikliği bağlamında yerinden edilmiş bireylerin korunmasını sağlamak için uluslararası işbirliği yapmak.