Ana Sayfa Blog Sayfa 5463

Alternatifler Ne Kadar Alternatif

Serhat “Elfun” Demirkol

Kentin dışındaki tepede dikiliyorsun, güneş askeri nizamdaki ağaçların arasından süzüldükçe rüzgâr çiftliğinin ötesinde bulunan evlerin çatılarındaki güneş panellerinin yansıması olarak sana göz kırpıyor.

Katpatuka’nın Atları – Özdener Güleryüz

Ozdener Güleryüz
Aklım gerideydi, gözlerim kapalı düşünüyordum..
Yarı bulutlanmış gökyüzünden bazen yüzünü gösteren güneş,bazen de bulutların arkasına saklanıyordu..

İstanbul’a Kıymayın Efendiler

Kentler zaman geçtikçe birbirinin aynı oluyor. Geçmişle ve doğayla bağları trafikkopartılmış, kalıcı mekânları olmayan, sürekli alt üst olan kentler içinde yaşayan bireylerin yalnızlığını derinleştirip kente ve birbirlerine yabancılaşmalarını artırıyor. Daha da kötüsü kentler insanların yaşam alanı değil artık,

Üretici güçlerin önceliği yanılsaması – Volkan Postacıoğlu

Volkan Postacıoğlu

ÜRETİCİ GÜÇLERİN ÖNCELİĞİ YANILSAMASI VE MARKSİZMİN EKOLOJİYE AÇILAN KAPISI

Bu Yerde Yatan Devletin Gözünde Hayvandır

Roda Uyanık

Önüne gelene tükürmekten tükenir mi insan?
Tükendim…

Lizbon Anlaşması Bizi Nasıl Etkileyecek?

irlandaBir taraftan Ermenistan ilişkileri, bir taraftan Demokratik Açılımı ve son olarak

Yalancı BARIŞ

Hani kendinize biz Hz. Muhammed’in ordularıyız diyordunuz? Hani Kürt sorunu da Kudüs gibi ümmet sorunuydu? İsrail’e karşı biz Hz. Muhammed’in ordularıyız deyip meydanlarda nara atmak çaka satmak mıdır sizlerin ümmet anlayışı?

Savaşımız Kutlu Olsun

Türkiye’de sopalar, sapanlar, taş ve gaz bombalarıyla gerçekleşen şiddet medyada saatlerce izlenirken, bir yıl boyunca uçaklı, bombalı, keleşli savaşa izin veren tezkere meclisten geçti.

Politik İletişim

Selçuk Özbek IMF başkanına ayakkabı fırlattı. Fırlatılan ayakkabı IMF ve DB karşıtı, antikapitalist arkadaşların düzenlediği etkinlikleri, yazılan makaleleri, oluşturulan alternatif ekonomi modellerini sollayarak IMF başkanına doğru uçtu. Her ne kadar fiziken başarılı bir atış olmasa da eylem amacına ulaştı ve gündemi onikiden vurdu. Milyonlarca insan olaydan haberdar oldu, hatta tüm dünya Türkiye’de IMF karşıtları olduğunu anlamış oldu.

Bu esnada hepimizi kedere boğan ve öfkeden kudurtan bir haber geldi. Lice’de çoban Ceylan 12 yaşında kaynağı hala “belirsiz” olan bir patlayıcı ile öldürüldü. Biz de olayın vahametine biraz geç hükmederek de olsa Yeşil Gazete’de Ceylan’ın ölmünü haber yaptık. Dilaver Demirağ’ın Yeşiller Partisinin Eşsözcüsü sıfatıyla Radikal gazetesinde konuya ilişkin derinlikli bir açıklaması yayınlandı.

Ancak bu yazılar geç kaldığı için Ceylan’ın ölümünden etkilenen pek çok arkadaşımız “neden Yeşiller bu konuda hiç bir şey yapmıyor?” diye isyan ettiler. Haklıydılar. Ancak henüz Diyarbakırda ve komşu illerde yerel örgütü bile olmayan bir partiden de bu konuyla ilgili olarak açıklama yapmaktan öte ne beklenebilir bilmiyorum.

Durum bana bu memlekette aklı selimin ve empatinin ne kadar ender olduğunu gösteriyor. Ufacık bir destek bile acılı zamanlarda büyük anlamlar taşıyabiliyor. Fırlatılan ayakkabının tersine böyle durumlarda yazılar geniş kitlelere ulaşmak için değil, gözleri o yazıyı arayan bir kaç kişi için yazılıyor.

Bugün Taksim meydanında polisin yarattığı vahşet ise bambaşka bir tartışma başlattı. Polis aşırı güç kullandı kullanmasına, ancak polisin ayarsızlığına cam çerçeve  indirerek yanıt veren bazı küçük sol grupların eylemcileri ise IMF ve DB karşıtı eylemleri, etkinlikleri vs. düzenleyen herkesin çabasını boşa çıkarttı. Çünkü o camlar indikten sonra bir kaç esnaf (provakatörlerin de katkısıyla) eylemcilere saldırdı. Çünkü televizyonda eylemcilerin ne kadar medeniyetsiz olduğundan bahsetmek isteyenler var. Çünkü benim ömrüm içinde kadar cama taş atarak halktan sempati toplayabilen olmadı.

Biz durmadan Yeşil Gazeteye bir şeyler yazıyoruz. Peki kim okuyor bizi ve ne anlıyor? İnternet ortamında yayınlanmayan ve genelde kalabalık caddeler üzerinde gençler tarafından satılan, görselliği yıllardır değişmemiş örgüt yayınlarını kimler okuyor? Bu yayınları okuyup harekete ilgi duyan oluyor mu acaba?

Mitingler düzenliyoruz. Binlerce insan bir meydana toplanıyor, sloganlar atıp,  pankartlar taşıyoruz. Çevreden bize bakan insanların ne kadarı sloganlarımızı anlıyor? Orada toplanmış olmamız insanları nasıl etkiliyor?

Son günlerde olup bitenler işte bu sorular üstüne düşünüp durmama neden oldu. Kesinlikle yazı yazmanın veya miting düzenlemenin gereksiz olduğunu düşünmüyorum. Ancak bu uğraşların (özellikle de mitinglerin) etkisini ölçemiyoruz. Randy Shaw’un Aktivistin El Kitabı’nda uzun uzun anlattığı gibi; eylemler bir bağlama oturunca işlev kazanıyorlar. Yoksa sadece gaz soluduğumuzla kalıyoruz.

Ne Mutlu Kimim Diyene!

Roda Uyanık

Hakkı, kendinden önceki nesle verilmeyen, sonraki nesil için esirgenmesi kanunlarca sabitlenmiş bir ülkede yaşıyorsun. Ne mutlu kimim diyene? Bu kimim sorusunu sorana vicdanını kimseye peşkeş çekmeyene ne mutlu! Ortada duran taşın altında olanları görebilene, kurtarmak için çabalayana ne mutlu! Ne mutlu atını çitlerin üstünden ustaca geçirtip, ufuktaki zayıf ışığa doğru dörtnala gidene! Boynuna takılan ilmeğe bakıp, ne mutlu takanın yüzüne tükürene! Ne mutlu haksızlığa ve zulme boyun eğmeyene! Kuklalar gibi, koyunlar gibi oynamayan ve otlamayanlara ne mutlu!

‘Hayatları gözümüzde beş para etmeyen küçük ölü çocuklar’ diye şikâyet eden Sevgili Yıldırım Türker şöyle devam ediyor, ‘ Bu toplum, bu koca nüfus, vatan sevmekten çocuk sevmeye vakit bulamamış savaşçılar ve kasaba tüccarlarından mı oluşuyor?’ diye sorup öyle güzel neticelendiriyor ki durumu. ‘Bir çocuğun saçının bir tek telinin bu toplumun emniyetine feda edilemeyeceğini, edildiği takdirde emniyet duygumuzu sonsuza dek yitireceğimizi haykırmak gerek. Ceylan’ı vuranlar, Uğur’u vuranlar utanıyor gibi durmuyor, pekiyi siz? Siz utanmıyor musunuz?’

Ceylan’ın ardından toparlayabildiğim gücümü resimleyebilme gayretiyle, göğe bakıyorum, gecenin kımıldayışı ürpertiyor tekrardan. Ne kadar çok az kişinin utandığını biliyorum. Ne kadar azmış diyorum sonra mutlu duranların bu vahşet tepelerine.

Aklımın zikzaklarına sızan olaylar hiç bitmiyor. Benim vicdanım kabul etmiyor mesela, sizin ediyor mu? Sadece 2009 yılında 35 asker şüpheli bir şekilde ölüyor. İntihar ya da kaza kurşunu deniyor. Ve buna inanıyorsunuz… 2008 yılında da 20 asker ölmüştü. Hiç mi divanın altında ne var diye merak etmiyorsunuz? Perdeyi aralarsanız, görecekleriniz mi ürkütüyor?

Ne mutlu kimim diyene!

Bir ülkede hukukun üstünde her şey varsa, demokrasi yerin yedi kat dibine yollanmışsa biter mi kurşunların parçaladığı bedenler? Kurşunu sıkan, kravatını kime bağlatır merak ediyorum. Ben meraktan çıldırırken hiç şaşırmıyor bu toplum maşallah! On tane haber okuyorsunuz; bir Kürt kızı parçalanmış, bir asker daha şüpheli bir şekilde ölmüş, yine polisler bir araya gelip bir genci komaya sokmuş, bir sendikanın başkanı silahla yaralanmış… Ne verilmişse artık bu toplumun damarlarına kana ulama öyle rahat bir şekilde utanmadan, sorgulamadan, tepki vermeden tatlı tatlı yataklarına girip uyuyorlar ki… Bilmiyorlar demokrasinin bir gün onlara da lazım geleceğini. Sahi lazım gelir mi? Her şeye eyvallah diyenin demokrasi nesine…

Kurtlanmış bir kilerden yapılan yemeği yiyenlere afiyet olsun!

İşkembeleri yalanla, yanılgıyla, zulümle dolsun!

Başlarını yerden, gözlerini ayaklarından ayırmadan küflenip gitsinler…

Nefesini buza, yüzünü ateşe verebilene selam olsun!

Selam olsun yüreğini kan torbasına çevirtip utanana!

Selam olsun ben kimim diyene!

Ne mutlu ben kimim diyene!