Yeşiller Partisi’nin Birinci Olağan Kongresi’ni yapmasına 10 günden az bir süre kaldı. Birinci Kongre’nin Yeşiller için önemi büyük. Bir dönemin kapanıp, başka bir dönemin açılması demek bu ki, her kongreden sonra olmayacak bir değişim bu. Bir kuşun, uçmayı öğrenmeye başlayıp, havalanması gibi. Parti ilk defa kendi kurullarını seçecek ve kurucular, kuruluş aşamasını başarıyla tamamlayıp görevlerini bitirmiş olacaklar.
Cenevre'de Polise Taş Atan Çocuk Ne Ceza Aldı?
28 kasım 2009 cumartesi günü İsviçre’nin Cenevre Kantonunda, Dünya Tücaret Örgütü (WTO – OMC ) toplantıları protesto edilmişti. Bu protesto gösterileri sırasında, bankaların, saat, mücevher ve lüks mağazalarin vitrinleri kırılmış, onlarca lüks araç yakılmış ve tahrip edilmişti.
Protestocularla polis arasındaki çatışmlar saatlerce sürmüştü. Polis 30 fazla kişinin gözaltına alındığını açıklamıştı.
Gözaltına alınanlardan biriside 17 yaşında bir kürt çoçuğuydu. Gösteriler esnasında bir magazanın önünde beklerken polisin jopundan nasibini alan çoçukda protestoculara katılarak o da polislere taş atmaya başlıyor. Attığı taşlardan birisi bir polise isabet edince BİNGO diye bağırıyor, arkasından gelen sivil polisler çoçuğu etkisiz hale getirirken onlarda çoçuğa BİNGO diyorlar. Tabii bizdeki gibi şiddet yok, kol kafa kırmada yok ama kelepçe takılıyor. Çoçuk saat 16 : 00 da gözaltına alınıyor, ailesine hemen telefon ediliyor ve akşam saat 18 :00 de sadece çoçuğun evindeki odası aranıyor ve ailsine çoçuğun 24 saat gözaltında tutulacağını, yarın çoçuk mahkemesine çıkarılacağını ve mahkemenin çoçuğun serbert kalıp kalmayacağına karar vereeceğini ve de çoçuğun ailesine kontak için birde telefon numarası bırakılıyor.
Çoçuğun ailesi beni arayıp, kaygılarını dile getirmişti. Döverler mi ? İşkence yaparlar mı ? Kötü müamele görür mü ? çoçuğumu hapise atarlar mı ? kaç ay ? kaç yıl ceza alır ?, vs…
Cenevre Halkevi adına kendilerine bırakılan telefonu arardım ve çoçuk hakkında bilgi talep ettim, aileye söyleneler banada tekrarlandı ve kaygılanmaya gerek olmadığını, yarın duruşmaya çıkmadan önce bizi bilgilendireceklerini, mahkemenin aileylede görüşmek isteyeceklerini söylemişlerdi.
Tam 24 saat sonra, 29 Kasım 2009 pazar günü saat 16:30 nöbetçi çoçuk mahkemesi başladı.
Gerekli kişisel bilgiler sorulduktan sonra, Savcı çoçuğa polise niçin taş attığını sordu ?
Çoçuğun yanıtı ; polis durup dururken bana jopla vurdu, bende sinirlendi ona taş attım,
Savcının ikinci sorusu ; okulda derslerin nasıl ? yanıt ; iyi,
Savcının üçüncü sorusu ; okuyunca ne olmak istiyorsun ?
Çoçuğun yanıtı ; Polis, Savcı, hem polis olmak istiyorsun hemde polise taş atıyorsun, oldu mu şimdi ? Niye taş attın ?
Çoçuğun yanıtı ; Söyledim ya, Polis de beni dövdü.
Savcının kararı :
Ders notlarını gösteren karneni en geç bir hafta içinde bana getireceksin ve her dönem sonunda karneni tekrar görmek istiyorum, notlarda düşme olmayacak, başarılı olacaksın, Mahkeme devam edecek ve büyük ihtimalle ceza alacaksın, çünkü yaptığın yasalar göre suç, Bir daha aynı suçu işlemeyeceksin, Şimdi seni serbest bırakıyorum ve çoçuğu ailesine bizzat savcı teslim etti ve çıkış kapısına kadar da refakat etti.
Geçen günlerde polise taş atan Bingocu Kürt çoçuğun mahkemesi sonuçlandı.
Mahkeme çoçuğun bir kamu kuruluşunda 3 gün (günde 8 saat) temizlik işleri yapmakla cezalandırdı.
Sorduk, soruşturduk, Yetişkin olmayan, 18 yaşın altındaki bir çoçuğun polise taş atmasının en ağır cezası nedir ? en fazla 3 ay hapis cezası, eğer çoçuk ilk kez bir suç işlemişse o da affediliyor.
Başbakan Erdoğan: Güvenlik güçlerimiz çocuk da olsa, kadın da olsa, kim olursa olsun, gereken yapılacaktır talimatından sonra bu ülkeden binlerce çoçuk polise taş attıkları gerekçesiyle , güvenlik güçleri tarafında kolları, kafaları ve bacakları kırıldı, bedenlerine sıkılan onlarca kurşunlarla, patlayan bombalarla öldürüldüler ve yaşlarında kat be kat cezalara mahkum edildiler,resmi rakamlara göre 2700 çoçuk cezaevlerinde, binlerceside yargılanıyor. Tabi Cemil Çiçeğe göre onlar bunu hak ediyorlar, Çünkü aslında Onlar Çoçuk değiller.
27 mayıs 2010
Cenevre Halkevi
Demir SÖNMEZ
www.assmp.org
Kuklabaz ve Kuklalar
CHP’nin ahvalini değerlendirirken, medyadan başlamak yanlış olmaz sanırım. Çok berilere gitmeden, geleceği konuşalım. Miladı “istifa” kabul edip, öncesi ve sonrası diye bir zaman çizelgesi de koyalım baş ucumuza.
Rüzgar Turbinleri İçin Her Şey Mübah Mıdır?
Daha az maliyet, çok kar mantığı ile doğaya, topluma ve insana kör yatırımların adı ve konusu ne olursa olsun artık temiz yatırım değildir. Rüzgâr enerji santralleri (RES) firmaları işletmelerini standartlara, kurallara, kriterlere uyarak kurmalıdır. Yoksa Doğal ve sosyal yaşamda tahribata ve vatandaşların hak gasp’ına yol açarlar. Bu durum da yenilenebilir, doğaya ve sosyal yaşama uyumlu, temiz enerji olarak bilinen, teşvik edilen, övünülen enerji yatırımları olan RES’ler bu niteliklerini yitirir ve olumsuzlanmalarına neden olurlar.
Enerji Bakanı'na Açık Mektup: Nükleer Yanlışlıktan Vazgeçelim
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Sayın Taner Yıldız’a Açık Mektup
Sayın Bakan,
Avrupa Birliği’nin 2007 de aldığı karar ve hedef olan “2020 ye kadar; 3 X 20”nin, ülkemiz için de müjdesini verdiğiniz konuşmanızda; “Enerji politikalarımızın başına üç tane 20’yi oturttuk. 2020’de ürettiğimiz enerji kaynaklarının en az yüzde 20’si yenilenebilir enerjiden oluşacak. Enerji üretiminden kaynaklı karbon ve sülfür salınımı mevcut salınımdan yüzde 20 daha az olacak ve yüzde 20 tasarruflu olacak”(1) diye belirtmiştiniz.
10 yıl sonra ulaşmamız gereken ve dünya ile hareket etmeye yönelik bu hedef; hepimizi heyecanlandırdı ve çok sevindirdi. Ancak bu açıklamanızdan bir ay sonra da, bu hedefle tamamen çelişen riskli bir “anlaşmaya” imza atıldı.
Nükleer santral; dışa bağımlılığı artırır.
Sayın Bakan, iki yanlış hiçbir zaman bir doğru yapmaz.
Kaynak çeşitliliğini artırmak, ucuz enerji, nükleer teknolojiyi öğrenmek, kalite kültürünü artırmak, dışa bağımlılığı azaltmak ve arz güvenliğini sağlamak gibi nedenlerle, Rusya ile yapılan nükleer santral anlaşması; tam tersi daha fazla Rusya’ya bağlanmaya, arz güvenliğimizin daha da riskli hale gelmesine, cari açığımızın büyümesine yol açacaktır.
Başbakan Sayın Tayyip Erdoğan’ın basında yer alan; “İlk defa nükleer enerjiyle ilgili yatırım yapıyoruz ve nükleer enerjide ilk yatırımımızı Rusya ile yapmamız çok manidardır” ve “Zaten Türkiye, doğalgaz ve petrol ihtiyacının yüzde 70’ini Rusya Federasyonu’ndan sağlıyor. Doğalgazda Mavi Akım Projemizi çok daha geliştirmekten yanayız. Eğer biz Samsun-Ceyhan’ı gerçekleştirebilirsek ki kararlıyız bu adımı atıyoruz, Dünyaya Ceyhan’dan açılma fırsatımız olacak.” şeklindeki açıklamaları da, kafaları iyice karıştırmaktadır. Çünkü; “Mavi Akım” anlaşmasında, 18 Kasım 2003’te 63 AKP’li milletvekilinin önergesi ile bir önceki hükümetin enerji bakanları, bürokratları; “yanlış ve usulsüz enerji politikaları uyguladıkları” gerekçesiyle Yüce Divan’da yargılanmışlardı.
Rusya’ya petrolde, %66; doğalgazda, %33 olan bağımlılığımız, nükleer enerji ile de, %10 artarak, toplamda yaklaşık; %80 civarında olacaktır. Ülkemizin; hem ticari hem de siyasi kaderi tümüyle Rusya’nın eline geçecektir.
Nükleer santral; “ihalesiz-rekabetsiz” yapılamaz.
Yaklaşık 40 yıldır yılan hikayesine dönen ve son kez Türkiye Elektrik Ticareti A.Ş.’nin (TETAŞ) nükleer santral ihalesinde yaşanan sorunları nedeniyle, maalesef şimdi kestirmeden ve çok hızlı bir şekilde “ihalesiz” çözülme yoluna gidilmektedir. Mersin Akkuyu’da yapılması plânlanan nükleer santral için, 13 firma şartname almasına rağmen, tek katılımcı olan JSC Atomstroyexport-JSC, Inter Rao ve Park Teknik’ten oluşan Rus-Türk şirketler Grubu’nun kazandığı ihalede; Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, Nükleer Santral İhalesi Yönetmeliği’nin 5. ve 10. maddeleri için yürütmeyi durdurma kararı vermiştir. Kurul, ayrıca Danıştay 13. Dairesi tarafından yönetmeliğin 7. maddesi için daha önce verilen yürütmenin durdurulması kararını da yerinde bulmuştur. Daha önce de, Rusya’nın kazandığı Tüpraş ve Erdoğan Saldırı Helikopterleri projelerinde de benzer şekilde iptaller söz konusu olmuştur.
Bu kez benzer iptaller olmasın diye Rusya ile nükleer santral konusu; devletlerarası anlaşmaya dönüştürülerek, Mayıs 2010 başında imzalanmıştır. Rusya’dan Atomstroyeksport, OAO Inter RAO EES ve Türkiye’den de Park Teknik’in oluşturduğu konsorsiyumun hayata geçireceği anlaşma çerçevesinde, Akkuyu’ya; AES-2006 model ve gücü; 4800 MWe olan nükleer enerji santralı kurulacaktır.
Nükleer santral; en pahalı elektriği üretir.
Mersin-Akkuyu’da inşa edilmesi planlanan Türkiye’nin ilk nükleer santralı için, 4800 MWe’lik santralın 2400 MWe kısmına; 15 yıllık elektrik alım garantisi öngörülmektedir. Rusya’nın tüm finansını karşılayacağı nükleer santral ile ilgili en kritik konulardan birisi de; elektrik alım fiyatlarıdır. 21 sentten (US Cent) başlayan müzakereler, bugüne kadar kilovatsaat başına; 15 sente ve en son; 12.35 sente kadar düşmüştür.
Yıllardır ülkemizde yazan-çizen-konuşan nükleerci akademisyenler ve bürokratlar, nükleer enerjinin en ucuz elektrik üreten kaynak olduğunu; kilovatsaatinin 2-3 sent olacağını belirterek, kamuoyunu inandırmaya çalıştılar. Rusya ile doğalgaz anlaşmasından sonra, 12.35 sent ile dünyanın en pahalı nükleer elektriğini kullanan tek ülke olma unvanını da ele geçirmiş olacağız. Dünyada en fazla kilovatsaatı; 6-7 sent civarında olan fiyat, neden ülkemizde yaklaşık; 2 katıdır?
Kaba bir hesapla:
15 yıllık alım garantisi süresince yarısı kamu, yarısı da özel sektör olmak üzere toplam Rusya’ya ödenecek elektrik bedeli, bugünün fiyatları ile;
4 800 000 kWe/h x 8 000 saat/yıl x 12.35 sent/kWh x 15 yıl = 71 milyar USD
60 yıllık uzatmalarla sağlanacak ömrü oyunca ise, yine parası bizden çıkan ve Rusya’ya ödenecek toplam bedel;
4 800 000 kWe/h x 8 000 saat/yıl x 12.35 sent/kWh x 60 yıl = 285 milyar USD
olacaktır.
Ayrıca santral maliyeti ve dolayısı ile elektrik maliyeti; Türkiye için çok pahalı olmaktadır. “4 bin 800 megavatlık nükleer santral için 20 milyar dolarlık bir yatırım maliyeti açıklanmıştır ki, bu Rusya‘nın aynı türde inşaatına başladığı santralların birim yatırım maliyetlerinin oldukça üzerindedir. Rusya‘nın Türkiye‘de sahip olacağı nükleer santralın birim yatırım maliyeti (kW başına) açıklamalara göre; 4 bin 166 dolardır. İnşa aşamasında olan Nizhegorod‘un birim kw inşaa yatırım maliyeti; 1958 dolar, 2008 ve 2009 yılında iki reaktör olarak inşasına başlanan Novovoronezh 2‘nin birim kw yatırım maliyeti; 2 bin 83 dolardır. 2008 yılında bir ünitesinin inşasına başlanmış olan ve ikinci ünitesinin inşasına da bu yıl başlanılan Leningrad 2‘nin birim kw yatırım maliyeti ise; 2 bin 417 dolardır. Bunlar içinde en yüksek yatırım maliyetinin söz konusu olduğu Leningrad 2‘yle karşılaştırıldığında, Türkiye‘de yapılacak nükleer santral yatırımı yüzde 72 daha pahalıdır. Nizhegorod‘a göre ise, Türkiye‘de yapılacak nükleer santral yatırımının pahalılık düzeyi; 2 katı aşmaktadır”(2).
Nükleer santral “anlaşması”; kamuoyuna açıklanmalıdır.
“Anlaşma”nın içeriği bilinmediği için; Yüzde yüz (%100) Rusya’nın yapacağı ve işleteceği nükleer santralın içinde; Türk mühendisleri-teknisyenleri-işçileri çalışacak mı, yoksa ithal kömür yakan yeni termik santrallarda çalışan Çinliler gibi, kendi ülkelerinden mi getirecekler? İncirlik üssü gibi mi olacak; Türk Hükümeti orada neler olup bittiğini bilebilecek mi, içeriye girebilecek mi? Oraya atıklar gömülecek mi, askeri bir üs olacak mı, TAEK devrede olacak mı? 15 yıllık alım garantisi bittikten sonra, fiyat eskalasyonu, neye göre olacak? Doğalgazdaki gibi, fiyatlar artırılırsa, düğmeye basılırsa bu bedel nasıl ödenecek? Bütün bu soruların cevapları, şimdiden net olarak bilinmelidir, kamuoyu ile (seçmenle) paylaşılmalıdır.
Nükleer santral; ülkemize teknoloji transferi sağlamayacaktır.
Nükleer santral, nükleer çekirdek sonrası, basit bir termik santraldır. Buhar üretir, buhar türbini ile elektrik jeneratörü döndürürsünüz. Yani önce termik santral yapma teknolojinizi geliştirmeniz lazım. Bunca yıl kömür yakan termik santral işlettik, bugüne kadar bir termik santral yaptık mı, yapabildik mi? Hepsi kötü teknoloji idi, eskidiler, çöplük oldular. Akkuyu nükleer santralı zaten; %100 yabancı malı olacak. En ucuz malzeme/ ekipman kısmını yurtiçi üreticilerine verecekler. Hali hazırda eski yerli ortak ta, nükleer anlaşmasında devreden çıkmış durumdadır.
Nükleer santral; enerji verimliliği ve yenilenebilir enerji yatırımlarının önünü kesecektir.
Yaklaşık 3-4 yıldır, “yenilenebilir enerji kanunu”ndaki değişiklikler ve iyileştirmeler Meclis’te beklemektedir. Doğalgaz, nükleer ve ithal kömür anlaşmaları nedeni ile; “enerji verimliliği ve yenilenebilir enerji” çalışmaları çok yavaş gitmektedir.
“Şu anda AB de yapılmakta olan tek nükleer santral OL3, Finlandiya yenilenebilir enerji endüstrisi üzerinde de bir felaket etkisi yaptı. Yeni bir reaktör inşa edilme kararı öncesinde Finlandiya yenilenebilir enerji endüstrisi gelişiyordu. Bugün, 2006 ile 2010 yılları arasında bu alana yapılacak yatırım kaynaklarının; %85’i OL3 tarafından kullanılmış olduğundan yenilenebilir enerji piyasası durgunluk yaşamaktadır”(3).
Ülkemizde resmi rakamlara göre; 10-20 milyar dolar arasında; sanayi-bina ve ulaşımda enerji verimliliği potansiyeli vardır. Yani önceliğimiz enerji verimliliği olursa, 15 yıl boyunca Rusya’ya verilecek olan 71 milyar dolar paranın, yalnızca yüzde 10 kadarını, enerji verimliliği çalışmalarının teşviği, kredisi, vergi indirimi, destekleri için kullanırsak; yılda en az 10 milyar dolar enerji tasarrufu-verimliliği sağlanabilir. Bu da yaklaşık; %20-25 oranında enerji ithalatının azalmasını ve dolayısı ile en az; 10 000 MWe eşdeğer kapasitede nükleer santral yatırımını da ortadan kaldırır. Yenilenebilir enerjiye yatırımlar yapabiliriz, bölgesel enerji modeline, akıllı şebeke yönetimine geçebiliriz. Böylece hem para ülkemizde kalır, enerji ve mali krizden kurtuluruz hem istihdam ve yan sanayi artarak bu konuda oluşan “know how”ı, diğer ülkelerde uygular ve sürdürülebilir bir gelecek ve kalkınma sağlayabiliriz.
ABD’deki Rocky Mountain Enstitüsü görevlilerinden Amory Lovins şöyle demektedir: “Elektrik verimliliğine yatırılan her dolar, nükleer enerjiye yatırılan her dolara göre, hem de herhangi bir zararlı yan etki olmaksızın yedi kat fazla karbondioksit bertaraf etmektedir.”
“Greenpeace ve Avrupa Yenilenebilir Enerji Konseyi (EREC) DLR Enstitüsü’nden (Alman Uzay ve Havacılık Merkezi) 2050ye uzanan sürdürülebilir bir küresel senaryo hazırlamasını istedi. Buradan çıkan “Enerji [D]evrimi” planına göre, eğer bugün akıllı politika ve altyapı tercihleri yapılırsa, yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği 2050’ye kadar enerji gereksiniminin yarısını karşılayarak, fosil yakıt kullanımını %30 azaltabilir. Bu senaryo CO2 salımlarında nükleer enerji olmadan da indirim elde etmenin mümkün olduğunu açıkça göstermektedir.
Yenilenebilir enerji ucuz bir seçenektir. Nükleer enerjinin bugünkü düzeyini iki katına çıkartmak için, emekliye ayrılacak santralları da dikkate alırsak 500 Gigawat (GW) yeni kurulu güç inşası gerekmektedir. Bu ise 4 trilyon ABD Dolarlık bir yatırım anlamına gelebilir. Yenilenebilir kaynaklardan aynı miktarda elektrik üretmek için (5,200 TWh / yıl), 1,750 Gwlık bir kurulu güç inşasına ve bugünkü yatırım maliyetleri ile 2.5 trilyon ABD Dolarlık bir yatırıma gerek vardır. Yenilenebilir enerjiye göre nükleer enerji kuruluş maliyeti %50 daha yüksektir ve bunun üzerine yakıt ve atık sorunları de ek maliyetler getirmektedir”(3).
Nükleer santral; Akkuyu’da yapılamaz.
Çünkü;
• 1976 yılında alınmış olan yer lisansı üzerinden tam 35 yıl geçmiştir. Lisansı verenlerden Prof. Dr. Tolga Yarman, artık bu lisansın geçersiz olduğunu, yeniden güncellenerek, bugünkü teknolojik ölçümler, koşul ve şartlara göre değerlendirilmesi gerektiğini belirtmektedir.
• Bölge halkı ve Akkuyulular “atom santralı” istememektedir, halka rağmen, her şeye rağmen burada santral yapılamaz.
• Akdeniz’in hem suyu hem de iklimi giderek ısınmaktadır. Santralın verimliliği şimdiden azdır ve 15-30 sene sonra, iklim değişikliğinden dolayı artan sıcaklıklar nedeniyle tümüyle verimsizleşecektir.
• Ecemiş fay kuşağına çok yakındır ve risklidir. Akkuyu santral alanında zemin olarak sıkıntılar yaşandığı bilinmektedir.
• Bölge tümüyle artık turizme ve tarıma yönelmiştir, nüfus çok artmıştır. Bir kaza anında, bölgenin tahliye imkanları azalmıştır.
• İran ve İsrail gibi nükleer silah peşinde olan ülkeler dışında, Suriye, Ürdün ve neredeyse tüm Ortadoğu ülkelerinde de, pandoranın kutusunu açtıracak bir yarışmayı tetikleyecektir.
Sayın Bakanım, bütün bu gerçekler ve kaygılar çerçevesinde, bu büyük “yanlışlıktan” döneceğinize inanıyorum.
En derin saygılarımla,
Kaynaklar:
(1) Enerji Bakanı Taner Yıldız, Schneider Electric’in Manisa OSB’deki Çevre Dostu Fabrikasının Açılışını Yaptı. [08/04/2010]. www.enerji.gov.tr
(2) EMO Basın Açıklaması, 08.05.2010
(3) Nükleer enerji: tehlikeli bir zaman kaybı, Greenpeace Raporu, www.greenpeace.org
Arif Künar
Deniz Olunmalı Oğlum..
“Denizin üstünde ala bulut/yüzünde gümüş gemi
içinde sarı balık /dibinde mavi yosun
kıyıda bir çıplak adam/durmuş düşünür.
Bulut mu olsam,/gemi mi yoksa?
Balık mı olsam, /yosun mu yoksa? ..
Ne o, ne o, ne o. /Deniz olunmalı, oğlum,
bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla.
Şimdi “Deniz” olunma zamanıdır. Vakit beş Mayısı altı Mayısa bağlayan o kara gecedir; darağacına üç fidan çekilir, darağacı kuru ağaçlığına bakmaz utanır da, karşısına geçip seyreyleyenler utanmaz. Gece sabaha koşmak istemez, güneş ışıklarını vermek istemez.
İşte o vakitlerdir şimdi, işte o nedenle “Deniz” olunmalıdır şimdi. Bütün dünya denize boğulmalı; gemisiyle, balığıyla, bulutuyla, yosunuyla, şimdi deniz olunmalıdır.
Büyük usta Nazım Hikmet ne güzel anlatmış salt bulut, gemi, balık, yosun olmanın yetersizliğini. “Olacaksan deniz ol” demiş.
….. …..”
Bu yazımı geçen yıl bugünlerde kaleme almıştım; kuru ağaç parçasının, üzerine sarılan yağlı urgana asılan üç fidan için utanıp baş eğdiğini yazmıştım. Kuru dal utanmış. Ama utanmak bir yana, onun karşına geçip elleri arkasında, ağzında sigara, infazları keyifle seyredenlerden birisi olan, fidanların idamı için kalem kıran, o zamanın 1 numaralı sıkıyönetim mahkemesi başkanı emekli Tuğgeneral Ali Elverdi, geçtiğimiz ay yemek yerken nefes borusuna kaçan bir lokma ile boğularak ölmüş.
Boğularak ölmek nasıl bir duygu? Nefes alamama, oksijenin ciğerlere kavuşma isteğinin engellenmesi? Elbet yaşayanlar bilir, bilir ama anlatamazlar. Deniz, Yusuf ve Hüseyin de anlatamadı.
Onlar genç öldüler ve hep genç kaldılar zihinlerde. Mahpus damında Yusuf “uzun ince bir yoldayız”ı okurken anımsandı belki de, Deniz o meşhur parkasıyla, Hüseyin’in genç yüzü hep öyle kaldı akıllarımızda.
İlahi adalet, var mı yok mu? İnansak ta inanmasak ta yaşanıyor, er ya da geç ve hep var olduğunu gösteriyor herkeslere.
Ve yine bir 6 Mayıs günü yazısı; bu kez 2008 yılının yazısı:
“Hayvanları Çok Severdi..
Çok sever desem halen yaşıyor olacaktı, çok severdi deyince di’li geçmiş zaman, yani bir zamanlar yaşıyordu da şimdi yaşamıyor oluyor değil mi? O, darağacındaki üç fidandan birisiydi: Hüseyin İnan, 23 yaşında ölümle tanıştı, boynuna yağlı urgan geçirildi. Neydi suçu, kimi öldürmüş, devletine ne gibi bir hıyanette bulunmuştu, bilinmez! Katli vacip görüldü ve diğer üç arkadaşıyla birlikte idam sehpasında can verdi. Cumhuriyet Gazetesi’nde Pazar ekinde, gazetede yakında başlayacak olan bir yazı dizisinin tanıtımında okudum. Hüseyin İnan için yazılanların içinde birden dikkatimi çekti, annesi mi babası mı anlatıyor çok fark edemedim: “bütün hayvanları severdi, beslediği iki tane güvercini vardı” diyen tümce, uzunca bir süre usumda takılı kaldı.
Şöyle bir düşündüm, hayvanları seven, barışın sembolü güvercin besleyen bir genç, okullarını birincilikle, takdirle geçen, ODTÜ’yü birincilikle kazanan, belli ki zeki mi zeki bir genç, hep bilim adamı olacağını söyleyen, ailesinin harçlık diye gönderdiği paraları kitaplara yatıran bir taze fidan..
Ne çok yanlışlıklar yapıyoruz, bu gün “Devlet Onur Ödülü” verdiklerimizi ertesi gün vergi kaçakçısı, devletin kasasını soyup soğana çeviren kişi ilan ediyoruz.. Bu gün kahraman dediklerimizi, önünde tapındıklarımızı çok yakın zamanda yüce divanlarda yargılıyoruz.
Ve işin en kötüsü de artık tüm bu olguları kanıksar hale geliyoruz.
….. …..”
Başka da altı mayıs günü yazılarım var ama, köşem müsaade etmedi onları aktarmama. Dikkatinizi çekti mi bilmem, değişen hiçbir şey olmamış bu üç yıl içinde. Değişen belki sadece kişilerin ve olayların isimleri.
04/05/2010
İŞ GÜVENLİĞİ’ne Dair Birkaç Dip Not
Turan kendisi bir meslektaşımdır bir ortak ortamda iş güvenliği deyince ben de çok iyi bildiğim bir konu da girmek istiyorum danışmanlıktaki 9. yılım daha önceleri hep strelize ortamlarda çalıştığımdan yaşamın başka boyutlarını mercedes’den kapı önüne konduğumda görmüştüm; bugün Mercedes bile taşeronlaşmışken neden bu konuda sesimiz daha gür çıkmaz merak ediyorum bizi engelleyen ne ama asıl sorun bu da değil .Dünyada zorunlu olan bir OHSAS iş güvenliği standardı var eğer siz belli sayıdan fazla insan çalıştırırsanız ve bu ciddi riskler taşırsa bu belge alınmalıdır ve bu konu da uzman mühendisler ki sertifikalarını devlet verir bulundurmak zorundadır, ayrıca doktor bulundurmalı ve risk analizleri sürekli yapılmalıdır ama bunların da kolay bulunmuştur birileri bastırır parayı ve bu belgeleri satın alır , TÜV gibi ciddi firmalarında geldiği nokta budur o yüzden bu konuda işin ciddiyeti ortadan kalkmıştır
çarşamba günü Alarko da bir toplantıya katıldım İstanbul da,Aksaraydaki Tedaş’ı ALCEN olarak aldıklarından bölge de onlar nedense taşeron demeyi tercih etmiyor uzman ekibimiz diyerek beni de uzman kadronun başındaki birey olarak eğitime çağırmışlardı , açıkçası bize yaklaşık 2 saat iş güvenliği eğitimi verdiler ama biz endeks elemanlarımızın yaşadığı sorunları( köpek , kaçak elektrik soğuk hava koşulları vb) bahsettiğimizde de 0 hata deyip konuyu çeviriverdiler ve eklediler politik olmayalım, evet işveren derse iş güvenliği o politik değildir ama biz dediğimizde EMO rozetimizle karşılarına geçip politik olmayalım deyiverdiler ilginç bir paradoksdu uzman mühendis olarak önce iş güvenliği diyorsunuz ama çalışma şartlarımız bu, ben saat 5 aydır eve 7 den önce gittiğimi unuttum dediğimde Alarko nun ilkeleri ile karşılaştım ve anladım ki İş Güvenliği kuralları da onlar için biz yaparsak hata onlar yaparsa iş güvenliği gelinen nokta budur yaşayan biliyor maalesef
dahası buradan hep yazıyorum ama nedense duyulmuyor bu ülkede suyunun suyu var Devlet Tedaş’ı kendisine yakın en azından bu bölgede Cengiz Holding bazlı firmaya veriyor ama firma sadece satışını üstleniyor ve alan firma yapacağı temel işleri taşeron pardon, uzman ekiplere veriyor böyle yapınca da kontrol devreden çıkıyor bu Mercedes den ,Maden alanındaki her sektörde var ve dahası çalışmazsan işte kapı, adam çok mantığı ile baştan herşeyi kabul ettiklerine dair imza attırılıyor, bir garip paradokslar zinciri yaşamadan anlamak zor hele ki size bir yerlerden akan para yoksa ve evinizde sizi bekleyen çocuklar varsa mecbur kalıyorsunuz
yıllar önce üniversite de fotoğraf dersi aldığım hocam aklıma geliyor sokaktaki adamdan farkın olmalı yoksa diplomanı yak git
sonra dünkü siyah beyaz filminden tuncel kurtiz’in yaptığı atıf : Sen Yanmasan ben yanmasam sözü sahi biz yanacakmıyız
ankaradaki eylemimiz ki sonuna yetiştim güzeldi ama yetmedi yetmeyecek
İNADINA taşerona ,inadına asılsız belgelere dur demek gerekiyor cesur kararlı çözümcü olmak; balık yemeyi değil balık tutmayı öğretmek gerekiyor kimseyi sınıflamadan, rengine bakmadan
somut bir önerim var İŞ GÜVENLİĞİ üzerine bir etkinlik yapalım birileri rahatsız olsun bilinçlendirme eğitimleri yapalım uzmanları getirelim bu konuda mağdur olanları onlarla biraya getirelim yoksa taşeronlaşma yeni faili belli ölümleri getirecek biz dur demezsek kim diyecek daha kaç azrail’i biz olan ölümler göreceğiz.
yağmurlu bir Aksaray’dan dostlukla siyah beyaz bir dünyaya olan özlemle.
İstifa Ahlakı ve Beden Algısı
1960’larda gelişen gençlik muhalefetinin içinden. Kızılay’da yürüyen dönemin Başbakanı Adnan Menderes’in yakasına yapışıp “özgürlük istiyorum, özgürlük” diye bağıran hırçın delikanlı. 1982 Anayasasının 5 yıl siyaset yasaklısı. Askeri cezaevinin gözetim altında tutulan ismi.SHP içinde Erdal İnönü’ye parti içinde meydan okuyan tek cengaver. Deniz Baykal.
Utanıyorum Utanması Gerekenler Adına
12 Mayıs’da Muğla Üniversitesinde gencecik bir fidanın hayatı, faşist bir kurşun tarafından söndürüldüğü için kahroldum. Utandım analığımdan ve insanlığımdan. 19 Mayıs’ta, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp fakültesi önünde toplanan kitleyle basın açıklaması yapan Baba Ömer Kurt’un verdiği demeçte, öldürülen oğlunun organlarını başkalarının hayatı kurtarılması için bağışladığını duyunca, bir kez daha utandım. “İster Türk, ister Kürt ve ister Ermeni olsun.
Doğan Görünümlü Şahin
Cumartesi günü televizyon’da Kemal Kılıçdaroğlu’nu dinlerken twitter hesabımdan “Doğan Görünümlü Şahin (bknz: Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHPsi)” bir yorum yapmıştım. Bu yorumun ne kadar doğru olduğunu son birkaç günkü gelişmeler gösterdi diye düşünüyorum.