Yeşeriyorum

Utanıyorum Utanması Gerekenler Adına

0

12 Mayıs’da Muğla Üniversitesinde gencecik bir fidanın hayatı, faşist bir kurşun tarafından söndürüldüğü için kahroldum. Utandım analığımdan ve insanlığımdan. 19 Mayıs’ta, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp fakültesi önünde toplanan kitleyle basın açıklaması yapan Baba Ömer Kurt’un verdiği demeçte, öldürülen oğlunun organlarını başkalarının hayatı kurtarılması için bağışladığını duyunca, bir kez daha utandım. “İster Türk, ister Kürt ve ister Ermeni olsun. O kişi öldürmeyecek, yaşatacaktır oğlumun organları” sözlerini işittiğimde büyük insanlık önünde, insanlık dersi veren babanın karşısında, insanlığımdan utandım. Eğitimci bir babanın kardeşlik ve eşitlik inançlarıyla eğittiği öğrencileri olarak, oğlunun mezuniyetine gidecekken, cenazesini almaya giden bir babanın sağduyulu olacak kadar yüreğini kanatmasından utandım. Utanması gerekenler utanmadığı için, utandım.

Üniversiteli Şerzan’nın tek suçu Kürt olması mıydı? 30 yılda 40 bin can gitti. 40 bin hayat analarla beraber 40 parça oldu. Bir Türk olarak hesabını yapmadım hiç bir zaman, toprağa düşenlerin. Hepsi bizim çocuklarımız.

Sloganlar geri getirmeyecek Şerzan’ımızı ama içimizdeki öfkenin boşalımı için bu terapiye içimdeki ses eyvallah diyor durmaksızın. Kalabalığa bakıyorum üzgün ve isyankar bakışlara; bakışlar o kadar bulanık ki. Gözyaşında boğulduğunu görüyorum umud’un. Barışa dair umut’ların son zerreciği de olsa kullanmak gerek Şerzan şahsında diye düşünüyorum içimden.

Yaşatılan acılar karşısında şimdi ben en çok da kendi kimliğime yabancılaşıyorum. Kimliksizlik kulaklarımı sağır edercesine yırtıyor. Zifir karanlık bir labirentde çıkış arıyorum. Utanıyorum beni yakan bütün ölümcül kimliklerimden bir kadın, bir ana, bir barışsever olarak. Acıdan dağlanacak yerim kalmadığında ise direniyorum direngen umudlarla. Umud şimdi avuçlarımda sıkılı bir yumruk gibi…

Kendi ellerinle ninniler söyleyerek büyüten Nene haykırıyor ve “kanı yerde kalmayacak” dediğinde bütün ana yürekler bu ağıda ağlıyor. İsyankârlık ağıda dönüşüyor nenenin ağzından dökülen sözlerde. Tarifi imkansız acılardır “evlad acısı” Şerzan’nın yaşam mücadelesi verdiği her anne ve baba’nın yüreğinde yaşadığı depremleri hangi usta kalem anlatabilir ki. Utanıyorum Nene’nin her isyanında koruyamadığımız için Şerzan’ı. Bu yazıyı 3 gündür hazırlarken belki bir umut olabilir ihtimali ile son ana kadar beklemeyi yeğ tutarken kaderin garip bir cilvesi midir bilinmez, ama aldığım sarsıcı haberle ŞERZAN için, bir kez daha yıkıldım. Babası ÖMER KURT’un üniversite yıllarımdan yakın bir dostum olduğunu öğrenince elim yazmaz, yüreğim atmaz oldu bir anda. Sol ve Kürt basınında o kadar çok Ömer Kurt’un adını okumama rağmen belkide ölümü Ömer’in oğluna yakıştıramamak; ölüm hiç kimseye yakışmaz ya! Nerden bilebilirdim ki eski dostum Batman’lı Ömer’in acısı hepimizin acısı olacak.

Hemen telefona gitti elim karşımdaki ses hala üniversite yıllarındaki gibi devrimci, direngen ve sakin uslubuyle konuşurken, seslerde ölür en sevdiklerimiz ölünce diye düşünüyorum. Ömer’in tek bir isteği vardı yaşadığı bu büyük acıya rağmen “Ne olur, oğlum Şerzan’ı unutturmayın; sosyalistler, barışseverler, ekolojistler ve özgürlük mücadelesi verenler olarak. Başka analar başka babalar ağlamasın!” diyordu Ömer’in çığlığı. Bu kez de telin ucunda iyi bir dost olamadığımdan utandım.

Utandım Ömer’in ağzından dökülen hala barışa olan umutlarından. Utandım ve utanıyorum, bunca yıldır sol olarak, Türk olarak, Kürt halkıyla yeterince omuz omuza olamadığımız için. Ege’yi ırkçı ve şovenist bir dalganın gün be gün sardığında hiç bir şey yapamamış olduğumuzu görmekten utandım/utanıyorum.

1915’de yaşanan/yaşatılan acılara götürdü beni bir an Şerzan’nın ölümü. Beynimde binlerce acı, kitap sayfalarından uçuşarak dans ediyordu. Daha doğmadan gelecekleri iğdiş edilmiş Süryani, Ermeni, Ezidi çocukları. Bu topraklarda hep aynı replikle kan dökülüyordu. Acının rengi hep aynıydı. Tekçilik o kadar faşizan bir uslüple yok ediyordu ki, yanıbaşında bir yaşamı paylaştığın, komşuluk ettiğin Süryani dostunu birden düşman hale getirilebiliyordu. 95 yıldır aynı kanaldan beslendik hepimiz artık sınırların olmadığı bir dünyada, dünya koca bir köye dönerken gün; öfkeleri, sevgiye döndürme günüdür. Gün devletin ötekileştirdiğine barış çiçekleri verme günüdür. Bu ülkeye barışın geldiği gün Şerzan’ın şahsında bütün ötekilerin de kanı yerden silinecek. Kanı, kanla sulamayalım artık. Hep birlikte aynı denize akalım. Barış insanadır ve insana en çok yakışan giyside barıştır.

Şerzan kimliğiyle ötekiydi. Ya maden ocaklarında çalışan, Tekel’de direnen yoksulluklarıyla yaşam mücadelesi verenlerde ötekiler. Evet, bu ülke bir cennet ama ötekini yaratma cenneti…

Zonguldak’ta maden ocağında 28 kişinin hayatına mal olan faciayı “kader” olarak değerlendiren Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a söylemek gerek; eğer bu kaderse bu ülkenin en büyük kadersizliği sensin. Basit koruyucu önlemleri masraf olarak gören sermayenin iş güvenliğini kar hırsıyla hiçe saymaları karşısında sessiz kalan hükümete söylenecek çok sözümüz var daha. 28 kişi yetmedi mi? Daha kaç ölüm gerekli? Kadersiz halkların kaderi sizseniz lanet olsun bu kadere. Zemheri ayında ANKARA’da direnen Tekel işçisine reva gördüğünüz kaderi unutmadık daha.

Ya 1915 de 1.5 milyon Süryani, Ermeni, Rum ve Ezidi’nin ölümü de mi kaderdi?

Ekonomik önlemler paketi adı altında bizden kestiğiniz vergilerle daha dün CEYLAN’ı, Uğur Kaymaz’ı, Dicle Üniversitesindeki Aydın Erdem’in kanı kurumamışken henüz, bu gün Muğla Üniversitesinde Şerzan Kurt vurulsun diye mi? Bizim mutfağımızı ve yüreğimizi yangın yerine çevirdiniz. Kardeş halka vurun diye mi, vergileri alıyorsunuz bizlerden? Kürt “açılımı” dediniz ama aynı zamanda operasyonlar, faili meçhuller ve çatışmalarla bir halkı yok etmeye çalıştınız. Açılım dediniz; Ermeni, Süryani, Roman, Alevi açılımlarıyla kendi Ermeninizi, Süryaninizi, Alevinizi yaratmak mı istiyorsunuz?

Sözde demokratik açılım paketi ortaya attınız. Bu mavallarınızı ne işçi, ne öğrenci, ne Kürt, Süryani, Ermeni halkları ve Aleviler yemiyor artık.

Anayasa paketine anayasal güvenceyle ötekileştirilen her kesime demokratik haklar verilmediği sürece bu açılım sözleri hiçbir anlam ifade etmeyecektir.

Önümüzdeki günler için zulmün, yoksulluğun, savaşın fotoğrafını çizen AKP ye ve onun uzantısı CHP=MHP ye karşı emekten, barıştan, soldan yana olan güçlerin bir araya geldiği günlerin arifesindeyiz, bu gün. Bu gelen barışın ayak sesleri beyler, bin selam olsun barış adına atılan adımlara. Bin selam olsun 30 yıldan sonra bir araya gelebilen demokratik güçlere.

ZEYNEP TOZDUMAN

More in Yeşeriyorum

You may also like

Comments

Comments are closed.