Ana Sayfa Blog Sayfa 5305

İşler değişti – Faruk Özsu*

Toplumların tarihinde öyle anlar vardır ki, deprem etkisi yaratır. O andan itibaren kavramlar eski anlamlarını taşımaz olur. 12 Eylül referandumu, böyle bir etki yarattı. 100 yıllık “bürokratik vesayet” geleneğinin bir anda yok olduğunu düşünmüyorum ama -en azından şimdilerde- eskinin kavramlarıyla düşünmenin, konuşmanın ve davranmanın, gerçeklik, anlam ve fayda problemi yaşadığını söylüyorum.

Ancak toplum 12 Eylül’e çakıldı kaldı, hâlâ aynı zihin dünyası içinde debelenip duruyor. Şimdilerde farklı türden itirazlar başlasa da manzara şu: Eskiler, iktidarın elden kayıp gitmesine öfkeli. Öfke ve hıncın üzerlerine boca edildiği liberaller ve demokratlar, “yok canım noldu ki, hatırlasanıza, eskisi ne kadar da korkunçtu değil mi?” diyerek hem kendilerini kandırıyorlar hem de dayaktan kurtulma yolları arıyorlar. (Yeniyle, ideolojik ortaklık içinde değil gibi duran, Yıldıray Oğur gibi “liberal-demokratlar” ise, “asker kötü, sivil iyi” boncuğunu dizip duruyor.)

Yeni iktidar sahiplerinin bir kısmı tam anlamıyla iktidar hazzıyla çılgına dönmüş bir halde, heybesini dolduruyor. Nispeten soğukkanlı olan az bir kısmı, bu durumun geçici olabileceğinin ve risklerinin farkında, iktidar diliyle kavramları çarpıtmakla meşgul. Az bir kısmı da “muhafazakârların demokratlıkla sınavı” üzerine kafa yoruyor.

Hâl böyle olunca da, Ruhat Mengi’nin “Yetmez ama evetçilere kapak olsun!” demesinden korkan liberal-demokratlar, paniğe kapılıp politik arabesk hal içine girdiler. Oysa denecek olan basitti: “Değişiklikler, demokrasinin biçimsel koşulları açısından gerekliydi o nedenle destekledik. Şimdi de hükümeti demokrasinin maddi temelleriyle ilgili eksik ve yanlış hamleleri nedeniyle eleştiriyoruz.” (Bu söylem, “yetmez ama evet!”in politik ve mantıksal olarak en doğru açılımıdır.)

Ancak bu kadar basit (ve doğru) bir politik pozisyon almak yerine, hükümetin referandum sonrası ilk ciddi imtihanı olan HSYK seçimleri sırasında takındığı tavrın yanlışlarını, kâh görmezden geldiler kâh savunup entelektüel ve ahlaki sefalete doğru savruldular.

Demokrat yargı ne yaptı?
Dernek olarak metanet kaybını 17 Ekim’de gerçekleşen HSYK seçimleri öncesinde görmüş ve hem kamuoyunu hem de en başta Taraf gazetesi olmak üzere, sayısız yazar-çizeri yukarıdaki tavsiye bağlamında uyarmıştık: “Hükümet referandumda verilen desteğin gereğini yapmak yerine, desteği istismar ediyor. HSYK seçimlerini, Adalet Bakanlığı bürokratları aracılığıyla eskinin otoriter ve hiyerarşik üslubunu kullanarak yönetiyor. Bu gidişle, değişen sadece yargıdaki patron olacak. En kötüsü, güven kaybı nedeniyle yeni Anayasa yapma fırsatı kaçacak.” (Alper Görmüş, Melih Altınok ve Kürşat Bumin dışında dönüp bakan olmadı. Aksine uyarılarımıza, eşbaşkanımız Osman Can ve Yasemin Çongar tarafından -bir nevi-, “birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde kapayın şu lanet çenenizi!” karşılığı verildi).

Toplumla alay edercesine inkâr edilen “Bakanlık Listesi” bildiğiniz gibi seçimde tulum çıkardı. Peki şimdi durum ne? Ruhat Mengi korkusuyla gerçeği çarpıtacak değilim: Evet bugünkü HSYK, hükümetin belki hatası, belki de açgözlülüğü yüzünden eskiye oranla daha çoğulcu ve farklılıklara açık bir yapı olmadı. (Bu olumsuzluk, önce yargıçlar, sonra da tüm toplum için -eski- tehdidin devam ettiği anlamına geliyor.)

Ayrıca yeni HSYK’nın yargıçlar üzerinde yarattığı baskı ve tehdidin düne oranla daha etkili ve korkutucu olduğunu da söylemeliyim. Zira dün baskı merkezden (yani ideolojik etkinliği taşrada az olan Ankara’dan) gelirken, bugün her adliye bir merkez. Eskiden yargıçlar, merkezden kendilerini gizleme imkanına -nispeten- sahipken bugün, iki kat fazla takiyye yapmak zorundalar.

Ancak iyi haber şu: Bu tercih politik bir tercihtir ve kendisine verilen desteği bu şekilde istismar eden politik fail hesabını sandıkta verecektir. Diğer yandan, dünün HSYK’sını siyaset dışı güçler yarattığı için, ne demokratik bir kavganın ne de olağan yollardan değiştirmenin imkânı vardı. Bugün bu imkân var. Nihayet, bugün HSYK’nın her tasarrufunda yargıçların “seçmen” olduklarını akıllarının bir kenarında tutacak olmaları, yapısal denetim eksikliklerini kısmen de olsa telafi edecektir. Lafı getirmeye çalıştığım bir yer var tabii.

Davaları artık meşru değil
Başbakan, Ahmet Altan’ın bir yazısına dava açmış. Başbakanın dava açıp açmaması kendi tercihi ve fikir hürriyetiyle ilgili tavrını da seçimlerde halka oylatacaktır. Ancak benim derdim o değil. Derdim aynı zamanda bir dernek yöneticisi olmam nedeniyle mesleğimi ilgilendiren yönü. Şöyle ki: Başbakan referandum öncesi eski yargının pozisyon ve tutumundan haklı olarak şikayet ederken, seçmenden “HSYK’ya kürsü hakimleri seçilecek” taahhüdüyle oy istedi. Biz de dernek olarak bu taahhüde güvenerek referandumda destek verdik. Ancak seçim tamamen bakanlık bürokratlarının eline teslim edildi ve bugün ortaya eski HSYK’yı tüm araç ve ekipmanlarıyla devralan, eskinin taklidi bir HSYK çıktı. Nasıl ki Başbakan eski tek-tipçi, ideolojik ve yanlı HSYK’nın baskısındaki hakim ve savcıların tavırlarından -haklı olarak- yakınıyordu ise, bugün de karşıt fikirde ve tutumda olan kesimler, aynı ama tersinden bir baskı ve tehditle karşı karşıyalar.

Nasıl ki eskiden mahkemelerde bir general karşısında bir siyasetçinin şansı yoktu ise, bugün de mevcut hükümetin mutlak egemenliği altında olan HSYK varken bir iktidar partisi temsilcisi hele de Başbakanın karşısında hiç kimsenin şansı olamaz.
Çok açık söylüyorum: Yeni oluşan HSYK’nın tahmin edilen ideolojik yapısı ve gücü karşısında bir yargıcın Başbakan aleyhine karar verebilmesi için kelleyi koltuğa almış olması gerekir.

Haksız fiiller, öğrenmeden itibaren bir yıl içinde açılabilir. O nedenle Başbakanın başında bulunduğu hükümetin gerçek bir yargılama için bir yıllık süresi var ve yapılacak olanlar basit: İlk olarak yeni HSYK’nın tek-tip, ideolojik ve izole çalışma ortamının önüne geçmek. Bu bağlamda, HSYK’nın tüm kararlarını kamuoyuyla paylaşmak ve ihraç dışındaki kararlarına da yargı yolunu açmak, hakim ve savcıların, disiplin, atama, yetki ve tayin teminatlarını tam olarak sağlamak, teftişin bir silah olarak kullanımının önüne geçmek, başsavcı ve komisyon başkanlarını seçimle getirmek vs. gibi yargıçların yeni oluşan HSYK’dan hiçbir şekilde çekinmeyeceği şartları sağlamak.

Tüm bunlar için bir ay bile yeterli. Davalı yazıdan anladığım kadarıyla sayın Başbakan “delikanlılık” damarına basılmasından rahatsız olmuş. Ancak şu bilinmeli ki, “delikanlılığın” belki de ilk şartı, sözünden emin olmak, ikincisi de kavgasını eşit şartlarda yapmaktır.

FARUK ÖZSU: Hakim, Demokrat Yargı Derneği Yön. Kr. üyesi

(Radikal 2)

Sesimiz Nefesiniz – 2

0

Kot Kumlama İşçileri ile dayanışma için düzenlenen “Sesimiz Nefesiniz 2” konseri 25 Ocak Salı günü saat 19.00’da Akatlar’da Mustafa Kemal Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilecek.

Konsere, İclal Aydın, Rutkay Aziz, Yavuz Bingöl, Leman Sam, Erdal Erzincan, Yasemin Göksu, Pınar Sağ, Şevval Sam, Olgun Şimşek, İlkay Akkaya, Cristiane Azem, Erkan Can, Aynur Doğan, Erdal Bayrakoğlu, Nilüfer Açıkalın, Mercan Erzincan, Veda İpek, Nevzat Karakış, Kardeş Türküler ve Kot işçileri Korosu, Mısırlı Ahmet-Galata Ritimhanesi, Marsis, Mor ve Ötesi, Sırrı Süreyya Önder, Tolga Sağ, Bayar Şahin, Gülçin Santırcıoğlu, Hüseyin Turan, Şebnem Sönmez, Özlem Taner, Ece Temelkuran, Muharem Temiz, Arto Tunçboyacıyan ve Metin Üstündağ katılıyor.

Konserden elde edilecek gelir kot kumlama işçilerinin hukuki mücadelesi için kullanılacaktır.

25 Ocak Salı saat 19.00’daki konserin biletleri, aşağıdaki adresler ve Biletix.com‘dan temin edilebilir.

İşçi Kardeşliği Partisi
Aksaray Guraba Hüseyinağa Mh. Kakmacı Sk.
Blok 10 Da:14 Fatih (Aksaray metro istasyonu karşısı)
0-212-6358852

Yeşiller Partisi
Yeşil Ev Balo Sk. No:21 Kat:1 Beyoğlu
0-212-2447780

Mephisto Beyoğlu
İstiklal Cad. No:125
0 -212-2931909

Mephisto Kadıköy
Caferağa Mh. Muvakkithane Cd. No:5
0-216-4143519

Esen Müzik
Fahri Korutürk Cd. No:3 Bakırköy
0-212-6602424

(http://www.kotiscileri.org/)

Af Örgütü: ABD insanlık dışı muamele ile suçlanıyor

Uluslararası Af Örgütü, ABD yetkililerini, Wikileaks’e bilgi sızdırmakla suçlanan asker Bradley Manning’in mahkeme öncesi sert tutukluluk koşullarını hafifletmeye çağırdı.

23 yaşındaki er Manning, 2010 Haziran’dan beri az eşyalı bir hücrede yastık, nevresim ve kişişel eşyaları olmaksızın günde 23 saat tutuluyor.

Uluslararası Af Örgütü geçtiğimiz hafta ABD Savunma Bakanı Robert Gates’e, Bradley Manning’e uygulanan kısıtlamaların gözden geçirilmesi yönünde çağrıda bulundu. Aynı hafta içerisinde, Manning üzerinde uygulanan kısıtlamalar “intihar riski” olduğu gerekçesiyle arttırıldı.

Susan Lee, Uluslararası Af Örgütü Amerika Program Direktörü, “Bradley Manning’in maruz bırakıldığı koşulların gereksiz derecede ağır olduğundan ve bu uygulamalar,ABD yetkililerinin insanlık dışı muamelesi anlamına geldiği için endişeleniyoruz” dedi.

“Manning’in herhangi bir suçtan mahkûmiyeti yok, fakat askeri yetkililer onu tutukluluk süresi boyunca cezalandırabilmek için ellerinden geleni yapıyorlar gibi görünüyor. Bu durum, ABD’nin masumiyet ilkesine olan bağlılığını sarsıyor.”

Geçtiğimiz hafta salı günü, Manning’in “intihar riski” taşıdığına dair bir karar verildi. Bu durum, onun iç çamaşırı dışında giysilerinin alınması ve günün büyük bölümünde düzenli kullandığı gözlüklerine el koyulmasına yol açtı. Manning, gözlüklerinin alınmasının zaruri körlüğe sebep olduğunu belirtti.

Manning ve avukatlarının duruma itirazları sonucunda, “intihar riski” kısıtlamaları perşembe günü kaldırıldı.

Manning, gözaltında şiddet veya disiplin suçu bulunmamasına rağmen, “maksimum denetim altında” tutuklu olarak sınıflandırılmış durumda. Bu nedenle tüm ziyaretler süresince elleri ve ayakları kelepçeli bulunuyor. Ayrıca Manning çalışma imkanlarından da mahrum bırakılmış durumda; bu da hücresinden çıkamamasına neden oluyor.

Resmi askeri psikyatristi tarafından gerek görülmemesine rağmen, Manning ayrıca yaralanma kontrolü statüsü (Prevention of Injury) ile tutuklu bulunuyor. Yaralanma kontrolü statüsü ile tutuklu bulunan kişilere beş dakika arayla nöbetçi kontrolü ve uyku sınırlamaları gibi fazladan kısıtlamalar uygulanıyor.

Manning’in maksimum denetimi ve yaralanma kontrolü statüsü ile tutuklu bulunması için herhangi resmi bir sebep belirtilmemiş. Avukatlarının koşullara karşı çıkma çabaları ise yetkililer tarafından görmezden gelindi.

Susan Lee, “Manning’e uygulanan baskıcı koşullar ABD’nin tutuklulara insancıl ve onurlu davranma sorumluluğuna aksi durum teşkil ediyor” dedi.

“Kanıtlar, yalnızlık ve uzun süren hücre hapsinin psikolojik hasara yol açabileceğini gösteriyor. Bu durumun Bradley Manning’in kendini savunabilme becerisini zedeleyeceğinden endişeleniyoruz.”

2010 yılının Nisan ayında, Wikileaks organizasyonu ABD Apache helikopterlerinin saldırılarını gösteren görüntüler yayınladı. Görüntüleri sızdırılan saldırılar, Irak’ta 2007’de iki Reuters çalışanının ölümüne neden olmuştu.

Manning yayını takip eden ay tutuklandı ve “gizli veri transferi” ve “yetkisi olmayan kaynağa milli savunma bilgisi ulaştırmak”tan suçlandı.

Wikileaks, Irak savaşı, Afganistan savaşı ve ABD’nin diplomatik haberleşmeleri hakkında büyük diziler hâlinde bilgiler yayınlamış bulunuyor.

Manning, 52 yıl hapse mahkûm edilebilir.

(www.amnesty.org.tr)

BDP: Siyasetin merkezinde ekolojik kriz olmalı

BDP Üsküdar, Kadıköy ve Ataşehir ilçe örgütleri, geçtiğimiz Pazar, Bostancı Club Sporium’da, çeşitli dernek, sendika, mahalle muhtarları ve siyasi partilerin katıldığı bir toplantı düzenledi. BDP’nin dünya ve ülke gündemine dair politikalarının anlatıldığı toplantıda Parti yöneticileri demokrasi mücadelesi veren güçler arasındaki diyalog ve dayanışma zemininin gelişmesine katkıda bulunmak istediklerini söyledi.

Toplantıda BDP adına söz alan ilk konuşmacı İstanbul İl Başkan Yardımcısı Dursun Yıldız, Türkiye’de yaşanan siyasal ve ekonomik krize dikkat çekerek, bu süreçte, emekten, özgürlükten ve demokrasiden yana olanların birlikte hareket etmesinin çok önemli olduğunu vurguladı. BDP olarak sadece Kürt sorununu değil, küresel ekolojik sorunlardan aile içi şiddete kadar Türkiye’nin bütün sorunlarını sahiplendiklerini dile getirdi.

BDP’li Sebahat Tuncel, “Politikamızın temel ayaklarından biri ekolojik kriz.”

Daha sonra kürsüye gelen İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ise  dünyada son derece önemli değişimlerin yaşandığını, bu sürece nasıl müdahil olunacağını hep birlikte konuşmak gerektiği söyleyerek, Avrupa’nın küresel krizden çıkışın yollarını aradığını, Tunus’ta yaşanan son olayların kitlelerin yoksulluğa isyanı olduğunu belirtti. Tuncel’e göre, tarım alanlarının kuraklığı, gıda kıtlığı, küresel ısınmaya bağlı kitlesel göçler önümüzdeki dönemde dünyanın en önemli gündemini oluşturacak, bu yüzden de ekolojik kriz siyasetin merkezinde olmalı.

Kadının özgür olmadığı bir toplumda eşitlik olamaz

Önümüzdeki dönemde BDP’nin temel politikalarının; Kadın Özgürlüğü, Ekolojik Kriz ve Mali Kriz olarak belirledikleri üç sacayağı üzerine oturacağını söyleyen Tuncel, Kadın sorununun tarihsel boyutuna dikkat çekerek, toplumsal cinsiyet eşitliğinin çok önemli olduğunu söyledi. Daha sonra İstanbul yerelinde değerlendirmeler yaparak, kendilerinin kentin sorunlarını iyi bildiğini ancak bu sorunların Ankara’dan görülemediği iddia etti. Kentsel dönüşüm projeleri adı altında aslında yoksulların barınma haklarının gasp edildiğini, üstelik bu vatandaşların tahsis edilen yeni yerler için borçlandırıldıklarını anlattı.

Önümüzdeki seçim bir sınav niteliği taşıyor

İstanbul’un en önemli sorunlarını, deprem, trafik ve üçüncü köprü projesiyle yeniden gündeme gelen rant ekonomisi olarak sıralayan Tuncel, tüm bu sorunları çözmek için önümüzdeki seçimlerin çok önemli olduğunu, hatta bu seçimin demokrasi ve emek güçleri açısından bir sınav niteliği taşıdığını söyleyerek konuşmasını tamamladı.

Daha sonra sivil toplum örgütlerinin temsilcileri kürsüye gelerek çeşitli konulardaki görüş ve düşüncelerini paylaştılar, toplantı BDP İstanbul İl Eşbaşkanı Mustafa Avcı’nın kapanış ve değerlendirme konuşmasıyla sona erdi.

-Gülden Akyol-

Moskova havaalanında intihar saldırısı

0

Rusya Fedarasyonu’nun başkenti Moskova’daki Domodedovo havaalanında meydana gelen bir patlamada en az 31 kişinin öldüğü açıklandı.

Sağlık Bakanlığı’na göre patlamada 130’dan fazla kişi de yaralandı.

Rus yetkililer, yolcuların bagajlarını aldığı bölümde bir intihar saldırısının düzenlendiğini söylüyor.

Saldırıdan sonra Cumhurbaşkanı Medvedev, başkentte güvenlik önlemlerini artırdı ve yüksek düzey yetkililerle acil durum toplantısı yapacağını açıkladı.

Davos’ta yapılacak Dünya Ekonomik Forumu için ülkeden ayrılacak olan Medvedev, seyahatini ertelediğini de söyledi.

BBC’nin güvenlik muhabiri Gordon Corera, böyle bir saldırıda yetkililerin öncelikli olarak Kafkas bölgesindeki militanlardan şüpheleneceğini belirtiyor.

Ülkenin en işlek havaalanı

Kent merkezinden 40 kilometre uzaklıkta bulunan Domodedovo ülkenin en işlek havaalanı. Patlamadan sonra bölgeye çok sayıda ambulansın sevk edildiği belirtiliyor.

Görgü tanıkları patlama sonrasında havaalanının üzerinde kalın bir duman tabakasının oluştuğunu söyledi.

Uçağı patlama öncesinde havaalanına inen Mark Green isimli yolcu, BBC’ye yaptığı açıklamada, patlama gerçekleştiği sırada bagajların alındığı bölümde ve pasaport kuyruğunda çok sayıda kişi olduğunu söyledi.

Green, patlama anını “gelen yolcu salonundan çıkmış, arabaya doğru yürüyorduk ve büyük bir patlama duyduk. Arkadaşımla birbirimize baktık ve arabaya yerleştirilmiş bir bombanın patladığını düşündük” diye anlattı.

Moskova daha önce de bu tür saldırılara hedef olmuştu.

Moskova metrosunda geçen yıl Mart ayında düzenlenen intihar saldırısında 40 kişi ölmüştü. (BBC)

‘Türkiye, insan haklarına, dış siyasetteki hedefleri kadar önem vermeli’

İnsan Hakları İzleme Örgütü, 90’ı aşkın ülkedeki insan hakları uygulamalarını değerlendiren 649 sayfalık dünya raporunun Türkiye’ye ilişkin bölümünde, “hükümetin dış siyasete giderek daha fazla önem verdiğini ve bölgedeki komşularıyla sorunlarını ortadan kaldırmayı hedeflediğini; ancak 2010 yılı boyunca ülke içinde süre giden insan hakları sorunlarına eğilmediğini” belirtiyor.

HRW’nin Avrupa ve Orta Asya Bölümü Müdür yardımcısı Benjamin Ward, “Türkiye, içerdeki insan hakları uygulamalarında cesur reformlara giderse, dış siyaset hedeflerini de büyük ölçüde pekiştirmiş olur.” dedi.

Ward, Türkiye’nin insan hakları konusunda ciddi olduğunu ortaya koymasının, ülkenin dünya sahnesindeki inanılırlığını artıracağını ve Türkiye halkının hak ettiği değişimi beraberinde getireceğini kaydetti.

BASKILAR SÜRÜYOR

İnsan Hakları İzleme Örgütü HRW, AKP hükümetinin anayasada yaptığı değişikliklerin insan haklarının güçlendirilmesi için yeni reformların yolunu açtığını; ancak hükümetin süre giden ciddi kaygılara eğilmediğini bildirdi. Türkiye’de kaygı verici olmaya devam eden uygulamalar arasında, “konuşma yoluyla işlendiği iddia edilen suçlar, terör yasalarının keyfi şekilde uygulanması, dava öncesindeki tutukluluk süresinin gerektiğinden fazla uzatılması, yasal bir parti olan Barış ve Demokrasi Partisi BDP’ye baskılar yöneltilmesi” sayıldı.

Örgüt, Türkiye’de giderek açık bir tartışma ortamı yaratılmasına rağmen, yönetimin 2010 yılında da, insanları, şiddet öğesi taşımayan konuşmalarından, yazılarından ve gösterilere katılmalarından dolayı yargıladığını ve mahkum ettiğini; gazetecilerin ve editörlerin sık sık yargının hedef olduklarını kaydetti.

Benjamin Ward, “Türkiye’deki yetkililer bazı tür konuşmaları, korunması gereken bir hak olarak görmekten ziyade, karşı konulması gereken bir tehdit olarak görüyorlar. Kendine güven duyan bir Türkiye’nin, ifade özgürlüğünden korkmasına gerek yoktur.” dedi.

POLİS ELEŞTİRİLİYOR

İnsan Hakları İzleme Örgütü HRW, 2010 yılındaki bir diğer sorunun, polisin kötü muamelesi olduğunu kaydetti; özellikle gösteriler ve tutuklamalar sırasındaki polis davranışına dikkat çekti.

Örgüt, özellikle silahsız olan zanlılara karşı polis ve jandarmanın ateşli silah kullanmasının kaygı yarattığını belirtti; kuvvet kullanılmasıyla ilgili kurallar konusunda hiçbir ilerleme kaydedilmediği bildirildi.

HRW, bunun yanı sıra yönetimin, terörizm yasalarından yararlanarak, PKK yanlısı olmakla suçlanan yüzlerce göstericiyi, örgütün silahlı militanları gibi değerlendirerek mahkemeye sevk ettiğini; bu kişilerin mahkeme öncesi uzun tutukluluk süreleriyle yüz yüze bırakıldıklarını; mahkum edilenlerin de uzun hapis cezalarına çarptırıldığını kaydetti.

Medyada, Türkiye’nin dış politikasında ‘Doğu’ya mı dönüyor?’ yolunda tartışmalar yapılırken, Türkiye’nin 2010 yılında da ABD ve AB ile ilişkilerine ağırlık vermeye devam ettiğini vurgulayan İnsan Hakları İzleme Örgütü HRW, ABD Başkanı Barack Obama’nın ise, 2009 yılındaki ziyaretini, Türkiye içindeki insan haklarında reform yapılabilmesi yönünde bir baskıya dönüştüremediği; önde gelen çeşitli AB ülkelerinin de Türkiye’nin üyeliğine açıkça karşı çıkmaya devam ettiklerini bildirdi. (BBC)

Toprakta biten kemikler – Fırat Bilir

Aslında hiçbir mevzu; ne ekonomi ne siyaset dili ve yalanlar ne de statlardaki başbakan protestoları önemli olamaz bu ülke için. Her durumu fırsata çevirip gündemin ağır yükünü kaldıramayacağını anlayan iktidarın, gündemi değiştirmesine ortak olanlaradır bu söz. Son iki yılda Kürt coğrafyasında yapılan kazılarda bulunan cesetlere bakıp kahrolmamak elde mi? Muş Mutki’deki kazılarda onlarca cesede ait kemik bulunuyor, bulunmakla kalmıyor cesetlerin üzerinde silahla yapılmış işkencelerin izlerini taşıyan kurşun delikleri görülüyor. Bu nedir demek kolay. Ama adını koymak o kadar zor ki: Kirli savaş mı? Ergenekon mu? Hizbullah mı? Jitem mi? Devlet mi? Yoksa hepsi mi?

Bu ülkenin en çok ihtiyaç duyduğu şeyin barış olduğu ortada artık. Bu kazılar ve hemen hergün topraktan fışkıran kemiklerin bulunması barış için yeterli olur mu hiç? Hani bunların katilleri? Aramızdalar mı yoksa bir koltuk sahibi mi oldular ya da siyasi arenanın arka planına mı çekildiler? Hizbullah davasına ait kazılarda bulunan kemiklerle bugün bulunan kemiklerin arasında bir fark yok. İki durum arasındaki tek fark, Hizbullah’a dair zanlılar henüz serbest bırakıldı. Diğerlerinden ise eser yok.

Ne büyük tesadüftür ki Mutki’de bulunan cesetlerden hemen sonra eski korucubaşlarından Kamil Atak açıklamış: ‘Siz öldürün dediniz biz de öldürdük!’ Bu nasıl bir iştir, bu nasıl bir hukuk devletidir? Açık ve seçik bir suç duyurusu bu söylenen. Ama yok, yarın birgün biri daha çıkar ve tıpkı Abdülkadir Aygan’ın öldüğünü söylediği gibi, “Bunları söyleyen Kamil Atak değil, o çoktan öldü!” der mi acaba? Demesine gerek yok ki. Onlar hepsi ölmüş zaten, yaşayan ölülerden bir farkı yok onların, devlet için…

Günlük Gazetesi’nin 21 Ocak’ta attığı manşet her şeyi özetliyor. Her karışı toplu mezar olan Kürt coğrafyasında iki sebepten dolayı yürümeye korkuyor insanlar. Biri mayın diğeri ceset. Başka sebebi yok biline. Kaçıncıdır bilinmez, saymak içinse arşivleri tekrar tekrar karıştırmak gerek. Kaç kişi mayından ya da gelişigüzel bırakılmış bombalardan zarar görmüş, kaç kişinin cesedi topraktan çıkarılmış ve tekrar toprağa verilmiş?

Lübnan’daki siyasi krizin kapitalistlere çıkması muhtemel olan faturasının önüne geçmek için oluşturulan uluslararası komisyona liderlik edebilecek kadar kendinde o “güdümlü” iradeyi gören iktidarın, kendi ülkesinde olup bitenler için kayıtsız kalması ne gariptir, değil mi? Garip olan bunların asıl gündemmiş gibi hayatımızda yer etmesi aslına bakılırsa. Bakalım ülkenin batısına, orada gündem şimdilik arena savaşlarında toplanmış gibi. Bu ülkenin tartışıp ortaya çıkarması gereken şey ise Kürt coğrafyasında kalıyor. Nitekim, seçim arifesinde iktidarın ağzında sadece muhaliflerini bertaraf etmek var. Bir de, aralarının bozuk olduğu çevrelerle buzları eritmek.

Sorularla dolmuş aklımızın bir köşesinde ise cevapları biriktiriyoruz elbet. Birgün Abdullah Öcalan’ın önerdiği ve aklıselim olanın ret etmeyeceği “hakikatleri araştırma komisyonu” kurulursa ve işlevini yerine getirirse o zaman cevaplar bir bir yerini bulacaktır. İşte o zaman serbest bırakılan katillerin akıbetini ve yüzü bir kere olsun cezaevi görmeyen ceset gömücülerin cezalarını konuşmamaya başlayacağız. Aynı zamanda yüzü hep parmaklıklar ardına geçen barış yanlılarının da günyüzünü görmelerine şahit olacağız. O zaman sonra ekonomiyi de futbolu da konuşup gündemleştirmek boynumuzun borcu olur.

Şimdi Başbakana özel bir soru sorup şu yazıyı bitirmek gerek: Mutki’de ve Kürt coğrafyasının neredeyse tamamında yapılan kazılarda toprakta biten kemiklerin sorumlusu sizce kim: Kirli savaş mı? Ergenekon mu? Hizbullah mı? Jitem mi? Devlet mi? Yoksa hepsi mi?

Fırat Bilir (Şırnak Emek Platformu Üyesi) (firatbilir2005 @ yahoo.com)

Siirt’te Botan için yürüdüler

Birçok şarkı, öykü ve masala konu olan Botan Vadisi’nde yaşamı durma noktasına getirecek olan barajlara karşı yürüyüş düzenleyen yüzlerce Siirtli, yapılan barajların temel amacının bölgeyi insansızlaştırmak ve yaşanmaz hale getirmek olduğuna dikkat çekerek, buna karşı mücadele edeceklerinin mesajını verdi.

İHD Siirt Şubesi öncülüğünde, bölgede yapımı devam eden barajların doğaya ve ekolojik dengeye verdiği zararlara dikkat çekmek ve bu konuda kamuoyu oluşturmak amacıyla yürüyüş gerçekleştirildi. Siirt’tin Aydınlar (Tillo) İlçesi’ne bağlı Kale mevkiinde başlayan yürüyüş, Kale Piknik Alanı’nda son buldu. Yürüyüşe BDP İl Başkanı Faruk Sağlam, Merkez İlçe Başkanı Guri Toprak, Barış Anneleri İnisiyatifi üyeleri, çeşitli sivil toplum örgütlerinden kişiler, Siirt ve Kurtalan belediye meclis üyeleri ile yüzlerce kişi katıldı.

Botan Nehri üzerinde yapımı tamamlanan Alkumru Barajı ile baraja destek mahiyetinde yapımı devam eden Kirazlık Barajını kuş bakışı gören Kale mevkiinde yapılan yürüyüşte “Doğa katliamına dur de”, “Doğa katliamına yeter diyoruz” pankartları açıldı. “Botanı değil barajı durdur”, “Doğa, kültür, insan katliamına dur de”, “Ne Botan’da, ne seçimde baraj istemiyoruz”, dövizlerinin taşındığı yürüyüşte, “Bijî azadiya Botan” sloganı atıldı.

Yürüyüşün ardından açıklama yapan İHD Siirt Şube Sekreteri Zana Aksu, insan hakları ihlalleri, çevre katliamı, korku ve ticari çıkarlar uğruna tarihin, halkın ve bölgenin katledildiğini belirtti. “Bölgede yıllardır devam eden yok etme politikası, eskiden olduğu gibi bu kez yine bir doğa alanı yok edilerek devam ediyor. Devlet bütün kirli politikalarını geçmişte olduğu gibi bugün de bölge toprağı üzerinde yürütmeye çalışıyor” dedi. Barajların yapılmasının temel amacının bölgeyi yaşanamaz hale getirmek olduğunu dile getiren Aksu, “Bir ayda 33 ormanımızı yakmanız yetmedi, şimdi barajlarla bu doğa katliamının devamını getirmek istiyorsunuz. Limak Hidroelektrik Santral Yatırımları A.Ş. tarafından yapılan Alkumru Barajı’nda 26 Ekim’de su tutulmaya başlamasından beri, hırçınlığı, leziz balığı ve turkuaz rengiyle görenleri kendine hayran bırakan ve birçok rivayet ve destana ev sahipliği yapan lokman hekimin diyarı Botan Vadisi, Feqiyê Teyra’nın Melayê Cizîrî’nin güzel ülkesinin, güzel suyunu durdurarak Botan Vadisi’nde hayat durma noktasına getirildi” şeklinde konuştu.

Açıklamanın ardından kitle araçlarla Taşbalta (Siwe) Köyü yakınlarında bulunan Alkumru Barajı’na giderek yetkililer ile görüşmek istedi. Ancak hafta sonu nedeniyle kimsenin olmadığı gerekçesi ile görevliler tarafından içeri alınmadı. Zana Aksu, kimsenin olmadığı açıklamasının kendilerine inandırıcı gelmediğini belirterek, insan hakları savunucuları olarak barajların yapımını durdurmak için her türlü yasal haklarını kullanacaklarını söyledi.

(Yeşil Gazete)

Haftanın tortusu

* Hrant Dink bizden alınalı 4 sene oldu. * Stadyum protestosuna yargıda soruşturma. * Hükümetin liberallerle işi bitti mi? * Sınavlara başörtüsü ile girilemeyecek. * Metis’in ajandasına bir sansür daha! * Taraftarlar birleşti, ıslık gürleşti. * Uğur Mumcu’nun faili 18 yıldır meçhul.

* Hrant Dink bizden alınalı 4 sene oldu. Ve o 4 senede hiçbir şey olmadı. Gelecekte de olacağı kesin olan tek olay da Ogün Samast’ın serbest bırakılacak olması. Hrant Dink cinayeti üzerine neden gidilmiyor? Neden apaçık ortada olanlar dahi soruşturulmuyor? Bu cinayet ve yaşanan acılar da ne yazık ki politik kamplaşmanın bir parçası haline getiriliyor. Bir kısım insan, bu cinayetin tüm yönleriyle aydınlatılması gerektiğini söylüyor; bir kısım insan da bu cinayeti günlük politik şekillerine göre yorumluyor. Burada da kilit nokta hükümetin bu cinayetin aydınlatılmasındaki/aydınlatılmamasındaki rolü. Düşünün ki, daha iddianamesi bile yazılamayan Bülent Arınç’a suikast söylentisi sonucu kozmik odalar arandı. Fakat göz göre göre işlenen bir cinayet sırasında görevde olanlar yargılanamıyor. Benim görüşüm şu ki, ileride bir tarih yazıldığında; Hrant Dink cinayeti yeni derin devletin ilk cinayeti olarak yazılacak.

* Stadyum protestosuna yargıda soruşturma. Herhalde taraftarlar 301’den yargılanacaklar. Gidişat onu gösteriyor. Suçları da Başbakan’ı protesto etmek olarak yazılacak. Böylece de Başbakan’a fiili bir yargı kalkanı oluşturulmuş oldu. Artık, soruşturma açılsın açılmasın, halkın Başbakan’ı protesto etmek için gerçekten çok cesaretli olması gerekmiyor mu? Gerçi baskı, her zaman kendi karşıtını da çıkarmıştır. Bakarsınız, tribünlerde sivil itaatsizlik eylemleri başlar.

* Hükümetin liberallerle işi bitti mi? Henüz bir kesinlik olduğu söylenemez tabii ki. Fakat durum onu gösteriyor ki, hükümet kendisine bağlı olan liberal kesimi yeri geldiğinde istediği gibi itip kakabilecek durumda. İşi mi bitti, artık gerek mi kalmadı onu bilemeyiz ama Akp’nin kendisine en ufak eleştiri getiren kişiye, geçmişteki hizmetlerine bakmadan, çok sert davrandığı ortada.

* Sınavlara başörtüsü ile girilemeyecek. Geçen sene içerisinde ortaya çıkan kopya skandalı daha unutulmadı. Bir grup insanın, ortak paydaları olan insanlar bunlar, sorulara bir şekilde eriştiği ve sınavda tam puan aldıkları ortaya çıktı. Sonuç olarak ÖSYM başkanı dahi istifa etti ve her şey değişti. Şimdi artık, sınavlara kalem dahi sokulamıyor. Alyans ile, ev anahtarı ile girilemiyor. Şimdi soru şu: kopya iddiasının olduğu bir sınava, kopya çeken insanların ortak paydasını da unutmadan, alyansla girilmiyorsa; başörtüsü ile girilebilir mi? Yanıt çok açık. (Bu noktada itirazlar gelecektir, o karar o yüzden alınmadı diye. Evet alınmamış olabilir. Fakat, bu karar sınav güvenliğini destekleyen bir karardır.)

* Metis’in ajandasına bir sansür daha! Evet. Bir sansür daha! Bu ajanda her sene çıkan, ilk çıktığından beri de alıp, kullanmayıp sakladığım bir ajanda. Fakat bu ajanda her yerde satılmaz. Çünkü serttir. Yeri geldiğinde tabulara saldırmaktan korkmaz. Bu sene de öyle olmuş. Sattığı şeyin içeriğine bakmayan bir kitapçı da bu ajandanın satışını engellemiş. Doğal olarak büyük olay oldu. Peki soru şu: Bu kitapçı, bu ajandayı önce satıp, sonra vazgeçmeseydi de; hiç satmasaydı ne olacaktı? Yine bu kadar tepki olacak mıydı? Olacaksa, bu ajandaya boykot uygulayan onlarca büyük kitapçı var. Hepsi Kemalist de değil hem de. Aynı davranış her türlü düşünceye yayılmış durumda. Tabulara saldıranlara saldırı her kanattan geliyor. Hepsini görmek gerek.

* Taraftarlar birleşti, ıslık gürleşti. Galatasaray taraftarlarına yapılan baskılara tepki olarak taraftarlar ilk büyük mitinglerini gerçekleştirdiler. Zamlarla ülke sallanırken ses etmeyip, yanlış verilmiş bir taç için tribünleri yıkanlar; bu imajlarının ötesine geçip güçlerini ve nefeslerini özgürlük için birleştirdiler. Medya bunu göremedi. Halbuki o taraftarlar orada rengarenk birlikte muhalif bir kimlik sergilemese de; şöyle sağlam bir kavga etselerdi? Hala anahaberlerde ilk beşteydiler. Medyanın iki yüzlülüğü ortaya çıkmış oldu böylece.

* Uğur Mumcu’nun faili 18 yıldır meçhul. Haftaya Hrant Dink ile başlayıp, Uğur Mumcu ile bitirdik. Bu acılı haftanın acılarını yaşayamadan, yarıştıranlar oldu ama olsun. Utanmadan, Uğur Mumcu demokrasi için ölmedi diyenler bile oldu. Onların yüzlerine iyi bakmak gerek! Unutmamak gerek! Uğur Mumcu’yu katledenler 18 yıldır bilinmiyor. İpekçi’nin katili biliniyordu ama 32 yıl sonunda elde ne var? Hrant Dink, yazdık, 4 yıldır yok. Nasıl bir ülkede yaşıyoruz? Derin devletin üstüne ne zaman gidilecek? 2021’de, bir 14 sene sonra yine birini alabilecekler mi bizden? Fail-i meçhul şekilde?

Yeşil Gazete ve diğer yazılar için: http://www.urbarli.net

Anadolu, doğasını TBMM önünde savundu

Anadolu’nun doğasını savunanlar Tabiatı ve Biyoçeşitliliği Koruma Kanun Tasarısı’nı protesto etmek için Ankara’da TBMM’nin önünde basın açıklaması için bir araya geldi. 200’e yakın yerel ve ulusal ölçekteki oluşumun destek vereceğini duyurduğu basın açıklamasına Anadolu’nun dört bir yanından gelenlerde katıldı.

Anadolu’nun çeşitli illerinden gelen köylüler ve sivil toplum kuruluşu temsilcileri, Meclis önünde eylem yaptı. Yöresel kıyafetlerle TBMM önünde renkli görüntüler oluşturan eylemciler, ’Tabiatı ve Biyoçeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı’nın çekilmesi’ni istiyerek, ’Anadolu’yu vermiyoruz’ diye slogan attı.

TBMM Dikmen Kapsı önünde toplanan yaklaşık 180 sivil toplum kuruluşu temsilcileri ile köylüler, TBMM’de görüşülen ’Tabiatı ve Biyoçeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı’nı’ protesto etti. Yöresel kıyafetleriyle meclis önünde renkli görüntüler oluşturan eylemciler, şarkı ve türküler eşliğinde oynayıp, ’Anadolu’yu vermiyoruz’ pankartı açıp sloganlar attı. Grup adına basın açıklaması yapan yöresel kıyafetli ev kadını Pervin Çoban Savran, Tabiatı ve Biyoçeşitliliği Koruma Kanunu tasarıyla ’Anadolu’nun ölüm fermanını imzalandığını’ savunarak, “Anadolu insanı bu yasanın Meclis’ten geçmesine izin vermeyecek” dedi.

Tasarının bir an önce çekilmesini istediklerini, köylerinde seslerini duyaramadıkları için TBMM’ye geldiklerini anlatan Savran, şöyle devam etti:

“Anadolu’nun zengin doğasını koruyacak önlemler hayata geçirilmelidir. Derelerimiz tekrar doğaya halka verilmelidir. Anadolu insanı bunu istiyor, biz bunu istiyoruz. Anadolu doğası ve insanı için bu mücadele ölüm- kalım mücadelesidir. Derelerimiz, ormanlarımız satılık değildir, alınıp satılacak üzerinden para kazanılacak bir mal hiç değildir. Yöneticiler, bir an önce binlerce yıldır özgür akan ve akıttığı her yere can veren doğamızı, sularımızı satma yanlışından geri dönmelidir.”

Basın açıklaması ardından grup, sloganlar atarak, türküler-şarkılar eşliğinde oynayarak  dağıldı. (Fevzi Kızılkoyun)