Ana Sayfa Blog Sayfa 5251

Flaş: Fukuşima 2 numaralı reaktörde ciddi çekirdek erimesi tehlikesi

Japonyadaki depremin ardından soğutma sisteminde arıza yaşanan 6 reaktörden biri olan Fukuşima 1 Nükleer Santrali’ndeki 2 numaralı reaktörde yerel saatle Pazartesi 19:58 (TSİ 12:58) itibarıyla yakıt çubuklarının tamamen suyun dışında, reaktör kazanı içinde maruz vaziyette kaldığı ajanslarca geçildi. Bu çok ciddi bir çekirdek erimesi tehlikesi arzediyor.

Fukuşima 1 Nükleer Santralinde ikisi zaten benzer problemler yaşıyan, şu anda devre dışı bırakılmış 6 çalışır reaktör var. Bu reaktörlerin biri çok uzun yarı ömürlü ve yayılması son derece tehlikeli plütonyum içeren MOX yakıt yüklü, ve zaten kısmi çekirdek erimesi şüphesi altında.

Saat 20:17 (TSİ:13:17) itibariyle su seviyesinin 30 santiminin tekrar kazanıldığı açıklandı, ancak çubuklar büyük bir oranda soğutma suyuyla temassız, reaktör kazanı içinde maruz. Ciddi çekirdek erimesi riski devam ediyor.

Açıkta olan yakıt çubkları ile buharın reaksyonundan oluşan hidrojen birikmesinin daha önce 1 ve 3 numaralı reaktörlerde yaşananın benzeri bir patlamaya sebep olabileceğinden korkuluyor. Kabine Bakanı ve hükümet sözcüsü Yukio Edano Tokyo Elektrik Şirketi’nin bu reaktörü de diğer 1 ve 3 numaralı reaktörler gibi deniz suyuyla doldurmaya hazırlandığını açıklıyor.

(Yeşil Gazete, Kyodo News, NHK)

 

“Enerji Bakanı nükleer harakiri yapıyor”

Greenpeace Akdeniz ofisi Japonya’da yaşanan nükleer kazalarla ilgili yaptığı basın açıklamasında Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın kazayla ilgili açıklamalarını kınadı. Enerji Bakanı’nın Japonya’daki zincirleme nükleer kazalar sürerken Japonya’yla nükleer anlaşma peşinde koşmasının nükleer harakiri yapmak olarak değerlendirildiği açıklama şöyle:

“Nükleer endüstri Japonya’da bir kez daha tehlikeli yüzünü gösterirken, konuyla ilgili gazetecilerin sorularını cevaplayan Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın “talihsiz” açıklamalarını kınıyoruz. Japonya’da yaşanan depremin sonrasında oluşan Tsunami nedeniyle, Fukuşima I nükleer santralinin 1. ve 3. reaktörlerde patlamalar gerçeklemiş ve binlerce insan tehlike altındayken, Taner Yıldız’ın, santrallerin kendilerini otomatik olarak kapattığını ve durumun kontrol altında olduğunu açıklaması, bizleri Türkiye’nin nükleer planları konusunda çok tedirgin ediyor.

Greenpeace Akdeniz İklim ve Enerji Kampanyası Sorumlusu Pınar Aksoğan: “Tüm dünya nükleer bir felakete karşı alarmda, Almanya’da nükleer karşıtı gösteriler sürüyor, İngiltere ve İtalya’da hükümetlere ciddi baskı uygulanıyor. Çin ve Almanya gibi ülkeler, nükleer planlarını bir kez daha gözden geçiriyor. Peki bizim Enerji Bakanımız Taner Yıldız ne yapıyor? Nükleer krizi, kamuoyundan gizleyerek, herşey kontrol altındaymış havası çiziyor ki bu akıl alır gibi değildir. Hepimizin hayatını riske atan Bakan’ın, nükleerin tehlikesinin farkına varması için daha ne yaşanması gerekir?

Tüm bunlar yaşanırken, Bakan’ın Japonlarla anlaşma peşinde koşması adeta harakiridir. Nükleer reaktörler, daima tehlikelidir ve insan hatası, teknik sorunlar, doğal afetler yüzünden ölümcül sonuçlar doğurur. Türkiye acilen, henüz vakit varken nükleer ısrarından vazgeçmelidir” dedi. Greenpeace, hükümetlere tüm dünyada aktif olan reaktörlerden aşamalı olarak kurtulmaları ve daha fazla yeni santraller yerine daha az maliyetli ve güvenilir yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım yapmaları için çağrıda bulunuyor.

Greenpeace tarafından 11 Mart’ta yapılan ilk açıklamada da reaktörlerin hemen kapatılması halinde bile aşırı ısınma yüzünden çekirdek ısınma riskinin süreceği belirtilerek şöyle denmişti:

“Greenpeace olarak, deprem ve tsunami’nin nükleer santrallerde yarattığı çevresel etkiler ve potansiyel güvenlik sorunlarının yanı sıra, kimya endüstrisi ve petrol rafinerileri gibi diğer tehlikeli endüstrilerin etkileri konusunda ciddi kaygılar taşıyoruz.

Medya raporlarına göre, şu ana kadar 4 nükleer santralde 20 reaktörün faaliyeti durduruldu. Henüz herhangi bir radyoaktif sızıntıya dair bilgi gelmedi. Fakat biz, Tsunami’nin Fukushima nükleer santrali gibi tesislerde reaktör soğutma sistemi ve radyoaktif atık depolarına vereceği zararlar konusunda çok büyük endişe duyuyoruz. Japon haber ajanslarından gelen bilgiler, bölgedeki 2000 kişinin tahliyesine başlanacağı yönünde. Derhal kapatılsalar bile, reaktörler aşırı ısınma yüzünden erime riskinin önlenmesi için yüksek miktarda, aktif soğutmaya ve soğutma suyuna gereksinimi olacak.

Depreme dayanıklılık teknolojileri konusunda ileri olduğu sayılan Japonya’da bile, nükleer santrallerin, deprem ve tsunami karşısında halkın güvenliğini tehdit eder boyuta geldiği görülüyor. Bu durumda, nükleer santral standartlarını tamamıyla Rusya’ya teslim eden Türkiye hükümeti bu tehlikeli özgüvenden vazgeçmelidir.

Nükleer santraller, halihazırda içerdikleri yüksek riskler yüzünden sigorta şirketleri tarafından sigortalanmıyor ve kazalardan oluşan bütün ekonomik sorumluluk halkın sırtına ve cebine yükleniyor. Türkiye’de de olası bir durumda ortaya çıkabilecek tehlikenin boyutunu, bizi nasıl bir felaket senaryosunun beklediğini Japonya’da yaşanmakta olan deprem ile ön görebiliyoruz.

Bugün hükümetin yapması gereken en akılcı yaklaşım, Japonya’da yaşananlardan ders almak ve nükleer dosyasını geç olmadan kapamaktır.”

Yeşil Gazete

Elektrik mühendisleri uyardı: “Japonya Akkuyu için bir uyarı!”

Japonya’da depremin tetiklediği nükleer santral kazaları sürerken bir açıklama yayınlayan Elektrik Mühendisleri Odası yaşananların Türkiye‘nin Akkuyu‘da kurmaya çalıştığı nükleer santral için çok önemli bir uyarı niteliği taşıdığı belirtildi. Ecemiş fay hattının Akkuyu’da nükleer santral yapılmak istenen yerin çok yakınından geçtiği hatırlatılan açıklamada “Yalnızca Akkuyu değil, Sinop‘ta kurulması öngörülen nükleer santral konusunda Japonya ile yürütülen görüşmelerden de vazgeçilmelidir” denildi.

Elektrik Mühendisleri Odası tarafından yapılan açıklamanın tam metni şöyle:

“Japonya‘da meydana gelen 8.9 büyüklüğünde şiddetli depremin ardından bölgede nükleer santrallar konusunda alarm verilmiştir.  Miyagi Bölgesi‘nde yer alan Onagawa Nükleer Tesisi zarar görmüş, santralın bir türbininde yangın çıkmıştır. Buradaki yangın söndürülürken, bazı santrallarda soğutma sistemi çalışmadığı bildirilmiştir. Ardından gelen haberler ise ne yazık ki endişelerin gerçeğe dönüştüğünü göstermektedir. Fukuşima 1 santralında patlama olduğu ve nükleer sızıntı meydana geldiği açıklanmıştır.

Yaşananların ardından santralın bulunduğu alandan 80 bin kişinin tahliye edildiği açıklandı. Japonya tarihinde hükümet ilk kez nükleer acil durum ilan etti ve bu durum halen devam ediyor. Aslında 1986 yılında yaşanan Çernobil Faciası‘ndan bu yana depremlerin tetiklediği ya da farklı teknik hatalarla meydana gelen onlarca kazanın gizlendiği ve sonuçları hakkında güvenlik, teknolojik sır vb. gerekçeler gösterilerek, gerçeklerin açıklanmadığı, nükleer güvenlik konusunda sicili bozuk bir ülkede yaşanan son olay, çok önemli bir dönüm noktasına gelindiğini göstermektedir.

Tüm bu gelişmeler, Türkiye’nin Akkuyu’da kurmaya çalıştığı nükleer santral için çok önemli bir uyarı niteliği taşımaktadır.

Bugün AKP Hükümeti, çeşitli pazarlıkların da dahil olduğu bir süreçle, ihale dahi yapılmaksızın Rusya’nın Akkuyu’da nükleer santral sahibi olmasına yönelik bir devletlerarası anlaşmayı yürürlüğe koymuştur.

Akkuyu’da kurulmak istenen nükleer santral, Ecemiş Fay Hattı’na 25-30 kilometre uzaklıkta yer almaktadır. Deprem kuşağında olan bu bölgeye nükleer santral kurulamayacağına ilişkin bugüne kadar yapılan uyarılar dinlenmemiştir. Ancak Japonya‘da yaşanan 8.9 büyüklüğündeki depremin ardından yaşanmakta olan nükleer felaket, Akkuyu‘da kurulmak istenen nükleer santral inadından vazgeçilmesi konusunda bir uyarıdır. Japonya’da yaşanan bu felaket, nükleer santral savunucularının güvenlik kriterlerine ilişkin bugüne kadar dile getirdikleri savların gerçek bir doğal felaket karşısında geçersiz kaldığını gözler önüne sermektedir. Sağlam bir inşaat ve güvenlik kriterlerine uyulması durumunda nükleer santralların güvenli olduğu iddialarının gerçekleri yansıtmadığı ne yazık ki bu acı olayla bir kez daha gözler önüne serilmiştir. Görüldüğü gibi güvenlik kültürünün gelişmişliği ve çalışma disiplini sorgulaması bile böylesine büyük bir felaket karşısında anlamını yitirmektedir.

Rusya, Akkuyu‘da nükleer santral kurulmasına yönelik şirket kurma çalışmalarını tamamlamış; 5 Rus şirketinin ortak olduğu Akkuyu Nükleer Güç Santralı Elektrik Üretim Anonim Şirketi’nin kuruluşunu 14 Aralık 2010 tarihi itibarıyla resmi olarak gerçekleştirmiştir. Türkiye Atom Enerjisi Kurumu‘nun 1983 yılından beri yürürlükte olan Nükleer Tesislere Lisans Verilmesine İlişkin Tüzüğü‘ne göre kurulacak santral için 3 lisans alınması gerekmektedir. Bunlardan birincisi yer lisansıdır. Akkuyu‘da kurulacak olan santral, 35 yıl önce 1976 yılında verilmiş olan yer lisansına dayanmaktadır. Bu lisans kapsamında değerlendirilecek olan konuların başında, “bölgenin topografik, jeolojik, jeoteknik, hidrolojik, sismolojik ve meteorolojik özelliklerine ilişkin bilgi ve incelemelerin, seçilen yerin deprem, sel baskını, fırtına gibi doğal olaylar ve bu olayların ikincil etkileri yönünden değerlendirilmesine ilişkin bilgiler” yer almaktadır.  Oysa Akkuyu için bundan 35 yıl önce alınmış olan yer lisansının güncellenmesi söz konusu değildir. 35 yıl içindeki değişimleri hesaba katmayan bir yer lisansının kabulü mümkün değildir.

Şirketin ikinci olarak alması gereken lisans inşaat lisansıdır. İnşaat lisansı kapsamında ise santralda yapılacak yapıların ve sistemlerin sismik, güvenlik ve kalite sınıfları ön güvenlik analizi raporu kapsamında incelemeye alınacaktır. Akkuyu’da kurulacak santral için ihale yapılmadığı için bu konuya ilişkin karşılaştırma yapmak dahi mümkün değildir. Oysa 1980‘li yıllarda yapılan ihalede ise firmaların tek tek teklifleri değerlendirilirken, Akkuyu’nun deprem koşulları ve firmaların buna ilişkin verileri de ihale kapsamında değerlendirmeye alınmıştı. Bugün ise önce anlaşma yapılmakta, ardından deprem koşullarına ilişkin olarak değerlendirme yapılacağı anlaşılmaktadır. Böyle bir sürecin kabul edilmesi mümkün değildir.

Bir çok bilim insanı tarafından Ecemiş Fayı’nın sismik karakteri konusunda yapılan araştırmalarda; Ecemiş Fayı’nın 300 km uzunluğunda olduğu, Akkuyu’nun 20-25 km yakınından geçerek denizde devam ettiği, aktif bir fay özelliğine sahip olduğu, 6-7 büyüklüğünde bir deprem için tehlikeli bir enerji birikimi oluşturacak suskun tarihsel bir sürece sahip olduğu belirtilmektedir.

Nükleer santral konusunda 4 sayfalık yasayla yola çıkan AKP Hükümeti, TMMOB’un açtığı davayı kazanması üzerine tek katılımcılı olan ihalesini iptal etmek zorunda kalmış, ancak bu kez de devletlerarası anlaşma yoluyla hukuk sistemini yok saymıştır. Böyle bir anlayışla hareket eden hükümet, deprem gibi insanların can ve mal güvenliğini ilgilendiren bir kriteri de içeren yer lisansını yenilemeyi düşünmediği gibi inşaat lisansı kapsamında yapılara ilişkin sismik değerlendirmeyi de daha sonraki aşamalara bırakmakta sakınca görmemektedir.

Japonya‘da yaşanan kaygı verici gelişmelerin hükümet tarafından da ciddiye alınarak, Akkuyu Nükleer Santral macerasından vazgeçmeye çağırıyoruz. Yalnızca Akkuyu değil, Sinop‘ta kurulması öngörülen nükleer santral konusunda Japonya ile yürütülen görüşmelerden de vazgeçilmelidir.

Deprem, tsunami ve nükleer patlama ile yaşanmakta olan felaketler zinciri nedeniyle başta Japonya olmak üzere tüm insanlığa geçmiş olsun diyor, daha büyük felaketler yaşanmaması için gereken derslerin çıkarılacağını umut ediyoruz.

ELEKTRİK MÜHENDİSLERİ ODASI
YÖNETİM KURULU
13.03.2011

Japonya‘da meydana gelen 8.9 büyüklüğünde şiddetli depremin ardından bölgede nükleer santrallar konusunda alarm verilmiştir.  Miyagi Bölgesi‘nde yer alan Onagawa Nükleer Tesisi zarar görmüş, santralın bir türbininde yangın çıkmıştır. Buradaki yangın söndürülürken, bazı santrallarda soğutma sistemi çalışmadığı bildirilmiştir. Ardından gelen haberler ise ne yazık ki endişelerin gerçeğe dönüştüğünü göstermektedir. Fukuşima 1 santralında patlama olduğu ve nükleer sızıntı meydana geldiği açıklanmıştır. 

Yaşananların ardından santralın bulunduğu alandan 80 bin kişinin tahliye edildiği açıklandı. Japonya tarihinde hükümet ilk kez nükleer acil durum ilan etti ve bu durum halen devam ediyor. Aslında 1986 yılında yaşanan Çernobil Faciası‘ndan bu yana depremlerin tetiklediği ya da farklı teknik hatalarla meydana gelen onlarca kazanın gizlendiği ve sonuçları hakkında güvenlik, teknolojik sır vb. gerekçeler gösterilerek, gerçeklerin açıklanmadığı, nükleer güvenlik konusunda sicili bozuk bir ülkede yaşanan son olay, çok önemli bir dönüm noktasına gelindiğini göstermektedir.

Tüm bu gelişmeler, Türkiye‘nin Akkuyu‘da kurmaya çalıştığı nükleer santral için çok önemli bir uyarı niteliği taşımaktadır.

Bugün AKP Hükümeti, çeşitli pazarlıkların da dahil olduğu bir süreçle, ihale dahi yapılmaksızın Rusya‘nın Akkuyu‘da nükleer santral sahibi olmasına yönelik bir devletlerarası anlaşmayı yürürlüğe koymuştur.

Akkuyu‘da kurulmak istenen nükleer santral, Ecemiş Fay Hattı‘na 25-30 kilometre uzaklıkta yer almaktadır. Deprem kuşağında olan bu bölgeye nükleer santral kurulamayacağına ilişkin bugüne kadar yapılan uyarılar dinlenmemiştir. Ancak Japonya‘da yaşanan 8.9 büyüklüğündeki depremin ardından yaşanmakta olan nükleer felaket, Akkuyu‘da kurulmak istenen nükleer santral inadından vazgeçilmesi konusunda bir uyarıdır. Japonya‘da yaşanan bu felaket, nükleer santral savunucularının güvenlik kriterlerine ilişkin bugüne kadar dile getirdikleri savların gerçek bir doğal felaket karşısında geçersiz kaldığını gözler önüne sermektedir. Sağlam bir inşaat ve güvenlik kriterlerine uyulması durumunda nükleer santralların güvenli olduğu iddialarının gerçekleri yansıtmadığı ne yazık ki bu acı olayla bir kez daha gözler önüne serilmiştir. Görüldüğü gibi güvenlik kültürünün gelişmişliği ve çalışma disiplini sorgulaması bile böylesine büyük bir felaket karşısında anlamını yitirmektedir.

Rusya, Akkuyu‘da nükleer santral kurulmasına yönelik şirket kurma çalışmalarını tamamlamış; 5 Rus şirketinin ortak olduğu Akkuyu Nükleer Güç Santralı Elektrik Üretim Anonim Şirketi‘nin kuruluşunu 14 Aralık 2010 tarihi itibarıyla resmi olarak gerçekleştirmiştir. Türkiye Atom Enerjisi Kurumu‘nun 1983 yılından beri yürürlükte olan Nükleer Tesislere Lisans Verilmesine İlişkin Tüzüğü‘ne göre kurulacak santral için 3 lisans alınması gerekmektedir. Bunlardan birincisi yer lisansıdır. Akkuyu‘da kurulacak olan santral, 35 yıl önce 1976 yılında verilmiş olan yer lisansına dayanmaktadır. Bu lisans kapsamında değerlendirilecek olan konuların başında, “bölgenin topografik, jeolojik, jeoteknik, hidrolojik, sismolojik ve meteorolojik özelliklerine ilişkin bilgi ve incelemelerin, seçilen yerin deprem, sel baskını, fırtına gibi doğal olaylar ve bu olayların ikincil etkileri yönünden değerlendirilmesine ilişkin bilgiler” yer almaktadır.  Oysa Akkuyu için bundan 35 yıl önce alınmış olan yer lisansının güncellenmesi söz konusu değildir. 35 yıl içindeki değişimleri hesaba katmayan bir yer lisansının kabulü mümkün değildir.

Şirketin ikinci olarak alması gereken lisans inşaat lisansıdır. İnşaat lisansı kapsamında ise santralda yapılacak yapıların ve sistemlerin sismik, güvenlik ve kalite sınıfları ön güvenlik analizi raporu kapsamında incelemeye alınacaktır. Akkuyu‘da kurulacak santral için ihale yapılmadığı için bu konuya ilişkin karşılaştırma yapmak dahi mümkün değildir. Oysa 1980‘li yıllarda yapılan ihalede ise firmaların tek tek teklifleri değerlendirilirken, Akkuyu‘nun deprem koşulları ve firmaların buna ilişkin verileri de ihale kapsamında değerlendirmeye alınmıştı. Bugün ise önce anlaşma yapılmakta, ardından deprem koşullarına ilişkin olarak değerlendirme yapılacağı anlaşılmaktadır. Böyle bir sürecin kabul edilmesi mümkün değildir.

Bir çok bilim insanı tarafından Ecemiş Fayı‘nın sismik karakteri konusunda yapılan araştırmalarda; Ecemiş Fayı‘nın 300 km uzunluğunda olduğu, Akkuyu‘nun 20-25 km yakınından geçerek denizde devam ettiği, aktif bir fay özelliğine sahip olduğu, 6-7 büyüklüğünde bir deprem için tehlikeli bir enerji birikimi oluşturacak suskun tarihsel bir sürece sahip olduğu belirtilmektedir.

Nükleer santral konusunda 4 sayfalık yasayla yola çıkan AKP Hükümeti, TMMOB‘un açtığı davayı kazanması üzerine tek katılımcılı olan ihalesini iptal etmek zorunda kalmış, ancak bu kez de devletlerarası anlaşma yoluyla hukuk sistemini yok saymıştır. Böyle bir anlayışla hareket eden hükümet, deprem gibi insanların can ve mal güvenliğini ilgilendiren bir kriteri de içeren yer lisansını yenilemeyi düşünmediği gibi inşaat lisansı kapsamında yapılara ilişkin sismik değerlendirmeyi de daha sonraki aşamalara bırakmakta sakınca görmemektedir.

Japonya‘da yaşanan kaygı verici gelişmelerin hükümet tarafından da ciddiye alınarak, Akkuyu Nükleer Santral macerasından vazgeçmeye çağırıyoruz. Yalnızca Akkuyu değil, Sinop‘ta kurulması öngörülen nükleer santral konusunda Japonya ile yürütülen görüşmelerden de vazgeçilmelidir.

Deprem, tsunami ve nükleer patlama ile yaşanmakta olan felaketler zinciri nedeniyle başta Japonya olmak üzere tüm insanlığa geçmiş olsun diyor, daha büyük felaketler yaşanmaması için gereken derslerin çıkarılacağını umut ediyoruz.

ELEKTRİK MÜHENDİSLERİ ODASI
YÖNETİM KURULU
13.03.2011

 

 

 

Dağ ceylanlarının nesli mi bir çimento fabrikası daha mı?

Türkiye Tabiatı Koruma Derneği yaptığı bir açıklamada nesli tehlikede olan dağ ceylanlarının habitatlarına karşı arzettiği tehlikeye dikkat çekti. Türkiye Suriye sınırında çok dar bir alanda yaşam mücadelesi veren 150 bireylik bir populasyondan oluşan, nesilleri gittikçe azalan Hatay dağ ceylanlarının doğal yaşam alanlarına kurulması planlanan bir çimento fabrikasının ÇED süreci çevrecilerin de yoğun baskısı sonucu durduruldu. Bu konuda birçok bileşenden oluşan bir mücadele fabrikayı durdurabilmiş, Kasım ayında Hatay İl Çevre ve Orman Müdürlüğü fabrikaya izin vermeyeceğini açıklamıştı.

Ancak, TTKD’nin açıklamasına gore, sürecinin durdurulma sebebi olan bölgede ceylanların yaşıyor olmasını inkar eden firma itiraz ediyor. Adı açıklanmayan firmanın, halkı bilgilendirme toplantısında ceylanların yaşadıkları tepelik bölgeyi kalker kaynağı olarak kullanmak üzere dinamitle patlatarak bu malzemeden çimento üreteceğini beyan etmiş olduğu açıklanıyor.

 

Ceylanların bilimsel tesbiti için gelen bilirkişi hazırladığı raporda ” bölgenin ceylanların tek yaşam alanı olduğu ve oraya bir fabrika kurulmasının doğru olmadığını” belirtiliyor, ancak firma  yetkililerinin itirazı sonucu farklı iki üniversiteden daha görüş istenildiği naklediliyor. TTKD, bölgenin bir an önce yaban hayatı koruma ve yetiştirme sahası ilan edilmesi gerektiğini söylüyor. Fakat derneğe göre yaban hayatı koruma sahası ilan edilme çalışmaları devam ederken adeta daha hızlı davranızılıp bölge organize sanayi bölgesi ilan edilmiş durumda. Dernek bir an evvel dağ ceylanlarını koruyacak tedbirlerin alınmasını, bu karardan vaz geçilmesini istiyor.

Son dakika: Fukuşima 3’te patlama

Pazartesi sabahı yerel satle 11:01’de (TSİ 04:01) Fukuşima 1 Nükleer santralinin soğutma sorunu yaşayan 3 numaralı reaktöründe bir patlama duyuldu. Televizyon görüntüleri kısa bir ışımanın ardından çok miktarda beyaz duman çıktığını gösteriyor. Patlamanın Cumartesi günü ayni santralin 1 numaralı reaktöründe yaşananda olduğu gibi hidrojen birikimi yüzünden olduğu sanılıyor. Kazadan sonra radyasyon seviyelerinde bir artış olmadığı açıklanıyor ve, Cumartesi günkü patlamadaki gibi, reaktör binasının çatısı ve duvarları yıkılmış olsa da reaktör muhafazasının sağlam olduğu söyleniyor. Fukuşima 3 reaktörü yüksek derecede risk taşıyan plütonyum ve uranyum-oksid karışımı MOX yakıt ile yüklü ve uzmanlar bu reaktörde de bir çekirdek erimesi gerçekleşmiş olduğu kanaatinde. Reaktörde sorunlar Cumartesi öğleden sonradanberi devam ediyordu.

Olay hakkında bir açıklama yapan Kabine Bakanı Yukio Edano reaktörün sağlam olduğunu ve radyasyon seviyesinde bir yükselme olmadığını, tehlikeli radyasyon sızıntısı riskinin düşük olduğunu açıkladı. Radyasyon seviyesi saatte 20 mikro Sievert olarak açıklanıyr. Pazar günü, bu oran bir insanın yıllık maruz kalabileceği güvenli addedilen radyasyonun 1.5 katını bulmuş ve 1557.5 mikro Sievert’e çıkmıştı. Daha sonra, sabaha karşı 2 civarı, tesis etrafında 751 ve 650 olarak ölçülen oran sınır sayılan 500’ün üzerindeyken patlamanın ardından 20 olarak açıklandı.

Edeno açıklamasında ayni zamanda 20 kilometre yarı çapındaki tahliye bölgesinde kalmış olan, çoğu hasta ve hastane personeli, 600 civarındakişinin dışarıya çıkmamasını istedi. Güvenlik alanının genişletilmesi şu an için düşünülmüyor. Patlamada 11 kişinin yaralandığı açıklanıyor.

Hidrojen birikmesine Pazar günü reaktörü soğutmak için acil bir çözüm olarak deniz suyu ile doldurma işleminde yaşanan bir aksaklık yüzünden şahit olunmuştu. Depremin ardından soğutmanın istenildiği gibi yapılamadığı reaktörde su seviyesinin düşmesi ile MOX yakıt çubukları kısmi bir şekilde suyun dışında kalmıştı. Uzmanlarca bunun kısmi çekirdek erimesine yol açmış olması çok muhtemel. Reaktöre deniz suyu pompalanmaya başlandıysa da su seviyesi istenen düzeye çıkmamıştı.

Nükleer ve Sanayi Güvenlik Ajansı’na göre, Pazartesi sabaha karşı 1:00 ile 3:20 arasında depolarda su kalmaması üzerine deniz suyu pompalama işlemine ara verilmiş, bunun reaktördeki basıncı ve radyasyon seviyesini yükseltmişti. Bunun üzerine tehlikeli radyoaktif gaz tahliyesine hazırlanan reaktörün sahibi Tokyo Elektrik Şirketi (TEPCO) çalışanları tahliye etmiş, ama daha sonra basıncın düşmesi üzerine bu işlemden vazgeçmişti. Ayni saatlerde 2 numaralı reaktörde de yine soğutma sorunu yaşanmıştı.

(Yeşil Gazete, NHK, Kyodo News, The Guardian, NIRS)

Libya!!! – Abdullah Anar

Bir deneyim veya bir komplo

Libya’da Tunus ve Mısır’da olanlara ek birşeyler oluyor. Belki orda yaşanan diktanın daha güçlü olması, biraz değil tam bir dikta olması, reaksiyonu da iktidarın tepkisini de belirlemiş olabilir.

Önceki Libya

Libya’ya çalışmak amacı ile gittim. Bize Libya’nın güvenli olduğu ve Kaddafi yönetiminde az sayıda polisle dahi gayet olumlu bir şekilde devam ettiğini anlattılar. Bunun nasıl sağlandığı ile ilgili ipuçları vermediler. Ancak halkın genelinin polis veya devlet görevilisi olarak evinden dahi küçük maaşlar ile beslendiğini ve bunu kaybetmemek için ses çıkarılmadığını izah ettiler.

Gittiğimizde bize söylenen önemli tavsiye Kaddafi ismini cümle içinde kullanmamak olduğu idi. Nedeni ise Kaddafi kelimesini duyan kişinin O’nun adını olmumsuz kullanmış olabileceğiniz olasılığı ile sizi zor duruma sokması ve sınır dışı etmesi söz konusu olabilirmiş!

Buna riayet ettik. Şakir veya amca takısı ile Kaddafi’den söz eder olduk. Korktuk. Çünkü tanıştığımız birçok sivil dahi kendini polis veya polisde çalışmış ve ayrılmış kişi olarak tanıttı. Polis devleti veya herkesi kontrol eden herkes devleti gibi bir kurgu karşımızda idi.

Korkumuz işimizi kaybetmenin yanı sıra süresi belirsiz hapise atılmak idi. Çünkü buna dair efsaneler çok anlatılırdı. Diğer yandan çalıştığımız şirketin ağırlığı ile bize verilen önem de tersi bir etki ile bize güven veriyor idi.

Libya’da politik bir cümle ya da cümlecik kullanmadık. Neler oluyor burda diye sormadık. Kaddafi’ye hayranlıkların serbestçe ifade edildiği konuşmalara katılırken, karşıtı hiçbir konuşmaya katılmadık.

1996’da neler olmuş?

Duyduğum Kaddafi karşıtı veya O’nun yönetiminin yapabileceklerinin nelere vardığının anlatıldğı tek konuşma 1996 da Kaddafi yönetiminin katliamı ile ilgili idi.

Gerçi Kaddafi 42 yıl önce kendi devirimi esnasında buna direnen Derne halkını denizden bombalamış ve Derne’yi 40 yıl her türlü hizmetten mahrum bıramış idi. Devirim esnasında kayıtsız ve sayısız ölümler bize anlatılmış, ancak 12 Eylül deneyimi olan bizler için bu süpriz olmamış ve haber niteliği taşımamış idi.

1996’da, bundan sadece 15 yıl önce, Kaddafi yönetimi evlerden muhalif olduğundan şüphelendiği 1200 kişiyi “5 dakika karakola gelir misiniz?” sorusu ile evlerinden bir gece yarısı alımış. Trablus yakınlarında Abu Salim Hapishanesi’nde bir gün içinde kurşuna dizilmiş.

Anlatan öldürülenlerden birinin kardeşi.

Şimdi bu noktada Libya halkını küçümseyen mesajlar gönderen her kötünün ABD kaynaklı olduğunu hatta bu direnişin, devrimin halkın işi olmadığını anlatan mesajları hatırlıyorum. Hemen burada onların bu acılara uzak, halkı tanımayan ahkâm kesenler olduğunu düşünüyorum. Bu düşüncelere yine dönmek üzere yaşananları anlatmaya devam ediyorum.

Bu katliam ile ilgili Uluslararası Af Örgütü’nün şu linkine bakınız.

Ev işgalleri

Ocak ayında tamda Tunus’ta yaşanan protestolar ve Bin Ali’nin gidişi ertesinde Mısır’da ve Libya’da endişeler yaşanırken ev işgalleri söz konusu oldu.

Bu işgallerin benzerlerini daha önceden duymuş idik. 20 yıl önce dahi ev yapan firmalar evleri tamamen bitirmeye fırsat bulamadan evler işgal edilmiş ve işgalcilerine teslim edilmiş.

Bu kez TV’ye açık bir halk ile toplantıda Kaddafi’ye bir vatandaş evini teslim alamadığını söyler. Kaddafi kendisine boş bir eve git yerleş der. ‘Kimse sana bişi yapamaz’ der. Aynı gece 3-4 ev şantiyesinde işgaller olur.

Biri bizim karşımızda. Bizim şantiyeden görülen şekilde.

Bu kez sadece ev işgalleri olmaz. Şantiye basılır. Kore ve Türk firmalarına ait şantiyeler. Kişisel eşyalar dahil tüm eşyalar yağma edilir. Şantiyeciler korku dolu günler yaşar.

Bu olaylar Libya’da da dünya basınında da konu olmadı !!!

O zaman acaba Lost adasında mı, yok köyde mi yaşıyoruz diye düşünmeye başladık.

Polis tepki vermedi. Düşünmeye başladık. Neden o kadar sert olduğu söylenen polis tepki vermedi. Nerede o kadar çok olduğu söylenen polis veya askerler.

Bu soruyu olaylar yumuşayınca Polis şeflerine de sorduk.

“Tunus’ta yükselen halk hareketi nedeni ile Lider bir süre müdahale etmeyin dedi” şeklinde açıklamalar yaptılar. Sonrasında bunun bir halk hareketi olmadığı anlaşılınca evlere müdahele edildi. İşgalciler evlerden çıkarıldı.

Bu olay basına konu olmadı. Biz de önceden yaşananları düşünerek devamı olmayacak münferit bir hareket olarak yorumladık.

Libya’da demografi

Bu analizi yapacak kadar uzman değilim. Gözlemlerimi aktaracağım ki demografiyi beraberce tahmin edelim. Öncelikle Libya’da kişiler veya küçük, bizim çekirdek dediğimiz, aileler değil büyük aşiretler söz sahibi. Öyle ki bir kaza, ister trafik kazası olsun, isterse iş kazası olsun hemen aşiret tarafından değerlendiriliyor ve aşiretin dediği ceza – ki çoğu kez para cezası – uygulanıyor. Devletin çok belli kanunları olmadığı gibi, kanunlar aşret kanunu ile çelişince (bu gibi konularda) aşiretin dediği oluyor. Aşiret de Allah Galip, yani olumsuzluk Allah’ın takdiri kabîlinden olayı değerlendiriyor ve kalanlar için bir bedel talep ediyor.

Bunun yanı sıra kişinin elde ettiği devlet katında pozisyon, ki şimdilerde pek de işe yaramıyor, mesleki yetenek veya pozisyon da belirleyici özellikler. Dini olarak bir ruhban sınıfı veya kişisel önderlik burada göze batmıyor veya ben fark edemedim.

Libya’da İslami ilkeler hakim. Kadın evlerinde hapis. Evler mutlaka yüksek duvarlı ve küçük pencereli. Ev ziyareti yaptığınızda mutlaka kadınları göremeyeceğiniz ayrı bir odaya alınıyorsunuz. Bazı yarı Mısırlı ailelerde ve modern ailelerde bu durum aşılsa dahi genel durum bu. Ancak kadın okula gidiyor ve okur ise çalışma yaşamında az da olsa yer alıyor.

Yönetsel bir mekanizmada bir kadın varlığına raslamadım. Ancak ev yönetimlerinde söz sahibi olabiliyorlar. Kadına şiddet veya kadın cinayetlerinde karnesi çok kırık olan ülkemizi burayle kıyaslayacak bir gözlemimiz ne yazık ki olamadı.

Diğer yandan Libyalı olmayan Çatlı kadınlar bulaşık, yemek ve temizlik gibi işlerde örtünerek çalışmaktalar. Bu kadınlar daha özgür ancak kısıtlı ekonomili kadınlar profili çizmekteler.

Derne’de 17 Şubat 2011

Tunus ve Mısır’dan sonra Libya’da bir hareketlenme beklendi. Hatta Facebook ve Twitter gibi sitelerde 17 Şubat’ın Gazap Günü ilan edildiği ilanlarına da rastladık. Ancak politik bir halk hareketi cılız dahi olsa gözlemlenmediği için bu bekletimiz 10-15 kişiyi aşmayacak gösteriler şeklinde oldu.

Diğer yandan, Tunus ayaklanmasının hemen ardından ev işgalleri olayı ve polisin bir varlık gösterememesi bir miktar bizi düşündürmedi değil.

17 Şubat 2011 de güne polis merkezlerinin yakıldığı haberi ile başladık. Yer yer gösteriler başlamış, polis göstericilere ateş açmış ve 8 gösterici ile 2 polis bu çatışmalarda ölmüş idi.

18 Şubat Cuma olduğu için tatil günümüz idi. Güne mahkeme binasının, pasaport işleri ile uğraşan devlet binasının yakıldığı haberi ile başladık. Hemen akabinde liman gümrüğü yakılmış idi ve gümrükteki arabalar talan ediliyordu. Hemen gittim. Ancak talanın sonuna tanık oldum.

Yanan mahkeme binası ve cevazatın (pasaport işleri) yanı sıra tüm polis merkezlerinin, polis istasyonlarının ve polis araçlarının yakılmış olduğunu gördüm.

Şantiyemize döndüğümüzde artık şantiyemizinde talan edileceği beklentisi oluştu. Diğer bir Türk firmasının şantiyesinin talan edildiği haberi ile beklenti arttı ve akabinde 17:00 gibi yağmacılar ellerinde palalar ve av tüfekleri ile geldiler. Tabi ki hiçbir devlet koruması artık yoktu. Ya kendimizi savunacaktık ya da yağmacılara şantiyeyi teslim edip oradan kaçacaktık.

Yağma grupları hiçbir insanı hedef almadı. Camları kırdılar, bilgisayarlar ve arabalardan başlayarak eşyaları talan ettiler. Evlere girdiler ve ne var ne yok alıp, kalan kısmı ateşe verdiler.

Direnişçi ile yağmacı iki ayrı profil idi. Bunu ertesi günlerde anladık. Yağmacı bildiğimiz fırsatcı iken direnişçi polititik bir tavır aldı. Öncelikle bizleri direnişi de örgütleyen Libyalılar o gece düğün salonunda ve evlerinde ağırladılar.

O gün ve ertesi 8 gün düğün salonunda 280 kişi ile barınma ve yaşama mücadelesi verdik. Şartlarımız zor değildi. Ancak dış dünyayla iletişemiyorduk ve aileler şartlarımızı bilmiyorlardı. Hayatlarımızdan endişeleniyorlar idi. Bu sıkıntılı günlerde bazı insanlarımızın sinirleri kısa sürede harap olurken, bazı insanlarımız uzun süre sabırlı olarak beklediler.

İsyanın her günü korkulu rüya Kaddafi’nin askerleri idi. Direnişçilerin yönetimi 1 günde ele geçirdiği Derne’de hayat genelde sakin iken korkulan Kaddafi’nin paralı askerlerini Derne’ye göndermesi ve sorgusuz katliam yapması idi. Devlet terörünün en açık şekli diktatörlüklerde hesapsız ölümler bilinen birşey.

Hava saldırısı, gemi ile saldırı veya paralı askerlerin helikopter ile indirilmesi konuşulurken Labrak’a paralı askerlerin geldiği haberi geldi. Derneliler, Beydağlılar Labrak’a gitti ve çarpıştı. Ertesi gün uyandığımızda sonucu bekledik. Derne yenildi ise geliyor olmalı idiler.

Gelmediler. Yenilmişler ve Derneliler, Beydağlılar ve tabi ki Labrak halkı yenmiş idi. Sabah beni Sahaba camisine götürdüler. Yaralı olarak esir alınan paralı askerleri gördüm. Ağır yaralı idiler. Konuşcak halleri ve konuşcak dilleri yoktu. Sadece öldürmeye programlanmışlar ve gelir gelmez uçaksavar mermileri ile 16 kadın çocuğu öldürmüşlerdi.

Ölüm, dönüşü olmayan kayıp. Artık Libya’da günlük bir terim. Türkiye’nin doğu ve güney doğusundan, Irak’tan hatırladığımız sıradanlaştığında yaşamın ötelendiği bir kavram,

Libya, yaşamak adına ve özgürleşmek adına ölüyordu.

Sonuç

Belli ki halka dayalı bir gücü olmayan ve artık uluslararası desteği de kalmayan Kaddafi gidecek. Saddam’ın çocukları gibi çocuklarına kara günler bırakarak. Halkına ölümler hediye ederek ve olabildiğince kanlı gidecek Kaddafi.

Tartışılan bunun ardından ABD’nin geleceği ve daha da kötü olacağı. Libya’yı bilmeyenler neyin daha da kötü olabileceğini bilemez. 1996’yı bilemez. Tek celsede hapse alınan, aniden ortadan kaybolanları bilemez. Libya’yı bilmeyen Derne’nin 40 yıl önce bombalanarak teslim alındığını ve sonrasında hizmetlerden yoksun bırakılıp 40 yıl çöp içinde bırakıldığını bilemez.

Bilemeyince haklı olarak ahkâm keser. Bu ABD’nin oyunu der. Der, ama o filmi seyrederken halk köprüyü umarım ki geçer.

Japonya’da nükleer kazalar kontrol altına alınamıyor (güncelleme: 02:00)

Fukuşima 1 Nükleer Santrali’nin 1 numaralı reaktör binasında Cumartesi günü yaşanan patlamanın detayları hâlâ tam anlaşılamaz ancak kısmi bir çekirdek erimesi olduğu kabul edilmiş ve bu reaktör deniz suyu ile doldurularak soğutulmaya çalışılırken santralin diğer bir reaktörünün soğutma sisteminin arızalandığı açıklandı.

3 No.lu reaktör MOX yakıt yüklü

Santralin 3 numaralı reaktöründe benzer, ancak daha korkutucu potansiyeli olan sorunlar yaşanıyor. MOX yakıt (yani çok daha uzun yarı-ömürlü plütonyum ve uranyum-oksid karışımı) yüklenmiş ve 784MW ile 1 numaralı reaktörün neredeyse iki katı gücünde olan 3 numaralı reaktöründe soğutma sistemi çalışmıyor. ‘Küçük bir miktar’ radyoaktif madde sızıntısı olduğunu açıklayan Kabine Bakanı Yukio Edano, bu sızıntının plütonyum içerip içermediğine dair bir bilgi vermedi. Ancak, ilk açıklamalarda belirtildiğince, 1 numaralı reaktördeki gibi 3 numaralı reaktörde de soğutma suyu seviyesinin düşmüş ve MOX yakıt çubuklarının üst kısımlarının su seviyesinin 3 metre üstünde kalmış olması korkutucu. 1 numaralı reaktörde bu seviye 90cm idi, ve yakıt MOX değildi.

Gün içinde reaktörden radyoaktif buhar tahliye edildi ve tatlı su ile doldurma kararı alındı. Ancak santralin sahibi Tokyo Elektrik Şirketi (TEPCO) tatlı su pompasında yaşanan sorun üzerine reaktöre, 1 numaralı reaktörde olduğu gibi reaktörü tekrar kullanılmaz hâle getirme pahasına, deniz suyu pompalamak zorunda kaldı. Su doldurma sürecinde yaşanan bir aksaklık yüzünden çok büyük miktarda hidrojen reaktör binasının üst kısmını doldurmuş olabileceği açıklanıyor, ve bu da Cumartesi günü 1 numaralı reaktörde yaşananın benzeri bir patlama ihtimalini artırıyor. Su seviyesinin bir dereceye kadar yükseldiğini ancak ardından göstergelerin daha fazla su seviyesi yükselmesi göstermeyi kestiğini açıklayan Edeno, 3 numaralı reaktörde ısınma sonucu yakıt çubuklarının deformasyona uğramış olabileceğini kabul etmekle birlikte bir çekirdek erimesini reddediyor. Ekonomi Ticaret ve Sanayi Bakanlığı’nda üst düzey bir görevli olan Hidehiko Nişiyama ise kısmi bir çekirdek erimesi olduğunu ifade ediyor. Nükleer ve Sanayi Güvenlik Ajansı’ndan bir yetkili Pazar günü geç saatlerde hâlâ yakıt çubuklarının açıkta olduğunu, ancak deniz suyu pompalanmaya devam edildiğini açıkladı.

The Guardian’ın röportaj yaptığı bağımsız nükleer enerji danışmanı Shaun Burnie’ye göre plütonyum bulunması bu maddenin nötronik etkileri yüzünden reaktörde kaza riskini artırıyor. Gerek bu etki, gerekse yakıt kaynaşması yüzünden soğutucu kaybı ve bir kaza hâlinde plütonyum söz konusu olduğunda kontrol çok daha güç oluyor. Plütonyumun bir serpinti hâlinde ise çevreyi onbinlerce yıl yaşanmaz hâle getireceği, maruz kalan insanlarda kanser riskinin onyıllar sonra devam edeceği biliniyor.

3 Numaralı reaktör etrafında radyasyon seviyesinin Pazar sabah saatlerinde saatte 1024 mikro Sievert’e ulaştığı açıklanmıştı. Bu seviye izin verilenin iki katından ve bir insanın yıllık güvenli maruz kalabileceği addedilen radyasyon seviyesinden fazla.  Pazar günü öğleden sonra radyasyon seviyesi saatte 1,557 mikro Sievert’i buldu, ancak 50 dakika sonra 184’e indi.

Cumartesi günü 15:30 civarında Fukuşima 1 Santrali 1 numaralı reaktör binasında büyük bir patlama duyulmuş, binanın duvarları ve çatısı çökmüştü

Daha önce sorunlar yaşandığı açıklanan 2 numaralı reaktörde de soğutucu seviyesi normalin altında ve basınç normalin üstünde seyretmeye devam ediyor. TEPCO basınç kontrolü sağlayan bir mekanizmayı çalıştırmayı deniyor ama henüz başarısız. Bu reaktörden de radyoaktif buhar salınarak basıncı gidermeye çalışılacağı açıklanıyor. 1 Numaralı reaktöre ise deniz suyu verilerek kısmi çekirdek erimesi yaşanan reaktörde soğutma ve kontrol çabaları devam ediyor. Bütün bu işlemlerin, özellikle MOX yakıt da sözkonusu olunca, çevresel etkilerinin ne olduğu henüz tartışmanın bir parçası değil.

Ajanslar, ayni bölgedeki Fukuşima 2 Nükleer Santralinde de  1, 2 ve 4 numaralı reaktörlere deniz suyu pompalayan soğutma mekanizmaların tsunami yüzünden bozulması üzerine reaktörlerin soğutmasında sorun yaşandığını geçiyor. TEPCO bu pompaları değiştirerek sorunu çözmeye çalışacak. Fukuşima 1 ve Fukuşima2 santrallerinde toplam 6 reaktörde soğutma sorunları yaşanıyor.

Japon Nükleer ve Sanayi Güvenlik Ajansı Cumartesi gün tespit edilen 3 kişinin yanı sıra, civar hastanelerde 19 kişinin daha radyasyona maruz kaldığının tespit edildiğini açıkladı. Kurum, 160 kişinin radyasyona maruz kalmış olabileceğini söylüyor.

Fukuşima’daki kaza üzerine ilan edilen nükleer acil durum hâli devam ediyor. Fukuşima 1 Santrali’nin 1 numaralı reaktörün 20, 2 numaralı reaktörün 10 kilometre yarıçapındaki alan için tahliye çağrısı üzerine Pazar günü bölgede yaşayan çelişkili sayılara rağmen 210.000’i bulabilecek nüfusu tahliye çalışmaları sürüyordu.  Nükleer ve Sanayi Güvenlik Ajansı dünkü kazayı  Uluslararası Nükleer ve Radyolojik Olaylar ölçeğine göre (INES) 4 seviyesinde bir kaza olarak belirledi, yani şimdilik olayın yerel etkileri olan bir nükleer kaza olduğu kabul ediliyor. Reaktöre nispeten yakın ama bu tahliye alanının dışında yaşayan insanların da kaçmaya çalıştıkları, ancak yolların çok kötü olduğu, insanların rüzgârın dönüp radyoaktiviteyi üzerlerine serpmesinden korktuğu bildiriliyor. Japonya çapında depremle yerinden edilenlerin sayısı ise 310 bin’i buldu ve şimdilik bu insanlar okul ve diğer kamu binalarında kalıyor.

Diğer taraftan, Cuma günü deprem üzerine bir türbin binasında yangın çıkan Tohuku Elektrik şirketine ait Onegawa nükleer santralinde radyasyon seviyesi düşük, ama normalin 700 katı olarak tespit ediliyor. Bu radyasyonu hükümet muhtemelen 120 km güneydeki Fukuşima 1 Nükleer Santrali’ndeki patlamanın tesiri olarak görüyor.

Deprem üzerine 5 termik 2 de nükleer santrali durmuş olan TEPCO ise Pazartesi günü fabrikaların açılmasıyla elektrik ihtiyacının ancak dörtte üçünü karşılayabileceğini ve planlı elektrik kesintilerine gideceğini, bu kesintilerin Nisan ayı sonuna kadar devam edeceğini açıkladı. TEPCO’nun yönetim kurulu başkanı Masataka Şimizu Pazar geç saatlerde sızıntıya sebep oldukları için özür diledi ve durumu tsunami’nin projeksyonlarından daha büyük olmasına ve mekanik bozukluklar yüzünden etkilerini yitirdiklerine bağladı.

 

Cuma günkü depremin ardından Fukuşima ve Onagawa nükleer santralindeki kaza ve yangın haberleri Türkiye’de de nükleer enerjinin risklerini tekrar gündeme getirdi. Yeşiller Partisi, Greenpeace Akdeniz ve Nükleer Karşıtı Platform konuyla ilgili ayrı açıklamalar yaptılar.

(Yeşil Gazete, Kyodo News, NHK, The Guardian)

Nükleer Karşıtı Platform Japonya vakalarına dikkat çekti

Pazar günü öğledensonra 3:30’da İstanbul’da Galatasaray Meydanı’nda buluşan İstanbul Nükleer Karşıtı Platform (NKP) bileşenleri temsilcileri Japonya’da yaşanan depremin acılarını andı ve yaşanan nükleer kazalara dikkat çekti. Türkiye’de de bir deprem bölgesinde santral planları yapıldığının altını çizen platform temsilcileri hükümeti acilen bu yıkıcı enerji politikasını terk etmeye çağırdı. 40 kadar kişi daha sonra birlikte yürüyüşe geçtiler.

İstanbul NKP’nin basın açıklaması şöyle:

 

BASIN AÇIKLAMASI

Öncelikle Türkiye’de nükleer santral kurulmasını engellemek için yüzden fazla kurum/kuruluş ve organizasyonun dahil olduğu Nükleer Karşıtı Platform (NKP) olarak Japonya’daki deprem ve tsunami felaketlerinde yakınlarını kaybedenlere başsağlığı dileyor, nükleer tehditle karşı karşıya kalan Japon halkıyla dayanışma içinde olduğumuzu belirtiyoruz.

11 Mart tarihinde saat 14.45’te Japonya’da meydana gelen 8.9 büyüklüğündeki deprem ve tsunami sonrasında Japonya’da büyük bir felaket yaşandı. Deprem ve tsunaminin etkileriyle boğuşan Japon halkı tüm bunların yanısıra nükleer tehlikeyle de yüzyüze kaldı. Fukuşima, Tokai ve Onagawa nükleer santrallerinde faaliyet gösteren yedi reaktör anında kapatıldı. Tsunami, Fukuşima reaktörleri soğutma sistemlerinin durmasına sebep oldu ve 1. reaktörde patlama gerçekleşti. Nükleer santral için en yıkıcı felaket olarak kabul edilen çekirdek erime tehlikesi oluştu. Diğer reaktörlerde soğutma çalışmalarında sıkıntı devam ediyor. Var olan radyasyon sızıntısı ve bu sızıntının daha geniş bölgelere yayılmasından endişe edilerek bölgedeki tahliye çapı 20 km’ye çıkarıldı.

Bu felaket üzerine Sinop’a nükleer santral yaptırmak için Japonya ile görüşmeler yapan Enerji Bakanı Sayın Taner Yıldız “…biz depremin ve nükleer santrallerdeki durumun artı ve eksi yönlerini, sıcağı sıcağına ve bire bir takip ediyoruz. Bunun bizim yapacağımız nükleer güç santralleriyle alakalı ilişkilerini tek tek gözlemliyoruz. Bizim açımızdan tabii ki önemli. Ama böyle bir sınamadan geçmiş, bu kadar yüksek bir deprem şiddetinden geçmiş olmasını Japonya adına talihsizlik, ama buradan çıkarılacak sonuçların olduğunu vurgulamak isterim. Soğutma probleminin özellikle bugün önemli ölçüde giderilmiş olması demek, ciddi bir sıkıntının ortadan kalkması demektir” diyerek talihsiz bir açıklamada bulunmuştur. Japon halkının duygularını rencide eden bu 11 Mart tarihli bu açıklama 12 Mart günü meydana gelen patlama ve sızıntıyla acı bir şekilde tekzip edilmiştir.

Japonya’da yaşanan trajik felaket ve nükleer enerjinin içerdiği riskler göz önüne alındığında, Türkiye’de yapılması planlanan nükleer santrallerin nasıl bir tehlike taşıdığı yeniden gözler önüne seriliyor. Nükleer santrallerden yıllardır enerji elde eden Japonya’da bile doğal felaket durumunda nükleer güvenliğin ne kadar kırılgan olduğu görülmüşken, Akkuyu gibi özellikle fay hattı yakınında nükleer santral kurulması ısrarını anlamak mümkün değildir.

Santralin yapılmasının öngörüldüğü Akkuyu’ya yer lisansı 1976 yılında deprem riski içermediği sebebiyle verilmişti. Akkuyu’nun çok yakınlarından geçen Ecemiş Fay Hattı ise 1990’ların sonunda keşfediliyor. Bu durumda lisansın iptal edilmesi gerekirken, TAEK bu veriyi görmezden gelerek ilk nükleer santral yapılacak bölgeyi yine Akkuyu olarak belirliyor. Bu sorumsuz kararla nükleer tehlikenin yolaçacağı gerçekler görmezden geliniyor. Nukleer lobinin çıkarları uğruna yaşamımız ve geleceğimiz tehlike altına atılıyor.

Nükleer santraller konusunda yaşanan en büyük felaket, gerçeklerin halktan gizlenmesidir. Çernobil faciası göstermiştir ki nükleer kazalar hiçbir kılıfa sığmaz. Bundan dolayı, öncelikle nükleer santral kullanan ya da kurmak hevesinde olan tüm hükümetlerden şeffaflık ve dürüstlük bekliyoruz. Japonya’da yaşanan bu kazanın seyrinin ve bilançosunun Çernobil’de gizlendiği gibi yine tüm dünya vatandaşlarından gizlenmesini istemiyoruz.

Bugün, dünyanın nefesini tutarak izlediği Japonya’daki nükleer kazadan ders alarak yapılması gereken en akılcı yaklaşım, nükleer dosyasını geç olmadan kapatmaktır. Akkuyu’da, Türkiye’de ve bütün dünyada nükleer santral macerasına son verilmelidir. 13 Mart 2011

NÜKLEER KARŞITI PLATFORM İSTANBUL BİLEŞENLERİ

 

İbrahim Tatlıses silahlı saldırıya uğradı!

Son güncelleme – 03:11, Pazartesi

Tatlıses’in durumuyla ilgili gelen resmi haberler şarkıcının yoğun bakımda olduğu ve birazdan ikinci bir ameliyata gireceği yönünde.

Öte yandan şarkıcının bulunduğu hastanenin ünlülerin akınına uğradığı bildiriliyor. Polisin medya mensuplarını hastaneye yaklaştırmamak için aşırı bir çaba harcadığı görülüyor. Öyle ki hastanede bulunan hasta yakınlarının da zorla hastane dışına çıkarıldığı ve hastaların internete bağlanabilen telefonlarının zorla toplandığı bildiriliyor.

Hastaneye hastalar ve hasta yakınları dahil kimsenin yaklaştırılmıyor olması tepkilere neden oluyor.

Hastane etrafında ve bahçesinde onlarca polis aracı görülüyor.

 

02:06, Pazartesi

Şarkıcı ve işadamı İbrahim Tatlıses, bu gece 00:30 sularında Şişli’de silahlı saldırıya uğradı. Tatlıses ‘in kaldırıldığı Maslak Acıbadem Özel Hastanesi’nde  yoğun bakıma alındığı ve durumunun ağır olduğu bilgileri geliyor.

Tatlıses BeyazTV’deki İbo Şov programının çıkışında, Şişli’de uzak mesafeden uzun namlulu bir silahla başından vuruldu. Önce Özel Levent Hastanesi’ne kaldırılan Tatlıses, ardından Maslak Acıbadem Özel Hastanesi’ne nakledildi.

Şarkıcının sağlık durumuyla ilgili çelişkili haberler gelmeye devam ediyor. Özellikle sosyal paylaşım sitesi Twitter’da Tatlıses’in hayatını haybettiği haberleri ve yoğun bakımda olduğu haberleri eş zamanlı olarak geliyor.

Tatlıses ile aynı araçta bulunan asistanı Buket Çakıcı’nın ise omzundan yaralandığı ve durumunun iyi olduğu söyleniyor.

Olayla ilgili özellikle internet üzerinde ciddi bir haber kirliliği yaşanmaya devam ediyor. Hastaneden ve resmi ağızlardan da henüz net bir açıklama yapılmamış olması çelişkili haberlerin gelmesine neden oluyor. Kimi kaynaklar Tatlıses’in Basın Danışmanı’nın ağzından şarkıcının öldüğü haberini yayarken kimi kaynaklar ise şarkıcının kısa süren bir ameliyattan çıktığı ve yoğun bakıma alındığını bildiriyor.

An itibariyle şarkıcının sağ olduğu ve ameliyattan çıktığı haberleri daha ciddi kaynaklara dayanıyor.

Bu arada polisin Renault Megane marka gri renkli bir otomobili şüpheli olarak aradığı bilgisi de geldi.

Bu haber gelişmeler ışığında güncellenecektir.

Ankara bir kez daha beyaza büründü

Ankara’da “Çok Ses, Tek Yürek” mitinginde bir araya gelen 49 bine yakın sağlık emekçisi, grev çağrısında bulunarak, taleplerinin yerine getirilmemesi halinde yarından itibaren grev hazırlıklarına başlayacaklarını açıkladılar

Binlerce sağlık çalışanı ‘Sağlıkta Özelleştirmeye Karşı 13 Mart Ankara Mitingi” çerçevesinde yapılacak eylem için saat 10.00’da Ankara Gar’ında bir araya geldiler.

Eyleme Türk Tabipleri Birliği, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası, Türk Dişhekimleri Birliği, Türk Eczacılar Birliği, Ebeler Derneği, Hemşireler Derneği, Dev-Sağlık-İş, Çevre ve Sağlık Derneği, Sağlık Memurları Derneği, Söz-Sen, Sağlık Teknisyenleri ve Teknikerleri Derneği, Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği, Türk Radyoloji Teknisyenleri ve Teknikerleri Derneği ve birçok sağlık kuruluşunun yanı sıra ABDF, ÖDP, TKP, KESK, DİSK, Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği ve birçok siyasi partiden temsilci katıldı.

Sağlık emekçileri ellerinde “can güvencesi; gelir güvencesi; sağlık haktır; mesleki bağımsızlık; performansa hayır” dövizleri taşıyarak Ankara Sıhhiye Meydanı’na kadar yürüdü.

Polisin meydanda eylem yapılacağı için sabah saatlerinden itibaren Atatürk Bulvarı’nda Ulus ve Kızılay istikametlerinden yolu trafiğe kapattığı gözlendi.

Polis aramasından geçirilerek meydana alınan binlerce sağlık çalışanı, burada “Çok Ses, Tek Yürek” başlığı altında bir eylem gerçekleştirdi. Saat 12.00’de Sıhhiye Meydanı’nda başlayan eylemde, sağlık kuruluşlarının genel başkanları tek tek konuşma yaparken, eylemin organizatörleri arasında yer alan Türk Tabipleri Birliği’nin Genel Başkanı Eriş Bilaloğlu burada yaptığı konuşmada, sağlık çalışanlarına greve hazır olun çağrısında bulunarak, taleplerinin yerine getirilmemesi halinde yarından itibaren yurt genelinde bir grev için hazırlıkların başlatılacağını söyledi.

Eczacılar Birliği Başkanı Erdoğan Çolak ise, “Eczacılar, sağlığın taşeronlaştırılmasına, ticarileştirilmesine karşı buradalar. Sesimizi buradan çok güçlü bir şekilde duyuracağımıza inanıyoruz” diye konuştu.

Sağlık kuruluşlarının genel başkanları burada yaptıkları konuşmada gözaltına alınan gazetecilerin tutuklandığını hatırlatarak, bugün Taksim’de gazetecilerin yaptığı eyleme destek verdiklerini söyledip.

Genel başkanların “eyleme destek çağrılarına” sloganlarla eşlik eden sağlık çalışanları, “gazetecilerin tutuklanmasına, susturulmasına hayır” diye slogan attı. Yapılan konuşmaların ardından eylem, Ezginin Günlüğü’nün verdiği konserle sürdü.