Ana Sayfa Blog Sayfa 5252

Homofobi Karşıtı Buluşma başlıyor

Homofobi Karsiti Bulusma 2010

Homofobi Karşıtı Buluşma’nın altıncısı Mart ve Nisan ayı boyunca sürecek yerel ayakları ile başlıyor.

Bu yıl 6. kez düzenlenecek olan Uluslararası Homofobi Karşıtı Buluşma, Mart, Nisan ve Mayıs ayları boyunca toplam 18 şehirde homofobi karşıtları ile buluşacak. 14 Mart günü yerel ayaklar ile başlayacak olan Buluşma, 22 Mayıs günü Ankara’daki Homofobi Karşıtı Yürüyüş ile sona erecek.

6. Buluşma’nın Şehir ve Kampüsleri

Buluşmayı sahiplenen öğrenci toplulukları ve akademisyenlerle birlikte “Homofobiye Karşı Kampüs Buluşmaları” her yıl daha fazla üniversite kampüsüne taşınıyor.  Mart ayı programı 14 Mart Pazartesi günü, Kaos GL’den Umut Güner’in İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde yapacağı “Medya ve İnsan Hakları” başlıklı sunumu ile başlayacak.  Mart ayı etkinlikleri Mersin, Adana, Trabzon, Aydın, Samsun, Eskişehir, Kars, Muğla ve Kayseri’de devam edecek.  Ankara’daki merkezi etkinlikler öncesi, yerelde homofobi karşıtı günlere ev sahipliği yapacak olan şehirler ise İstanbul, Edirne, Antalya, Kırşehir, Van, İzmir, Diyarbakır ve Çanakkale olacak.

Mart ve Nisan ayı boyunca öne çıkacak tartışma başlıkları arasında Türkiye’deki LGBT mülteciler, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığı, cinsel haklar ve anayasal talepler yer alıyor.

Buluşma için iletişim:

Kaos GL

Nevin Öztop & Ali Erol

Tel: 0 312 230 0358

E-posta: [email protected]

www.kaosgl.org

www.antihomofobi.org

(Kaos GL)

Fukuşima Nükleer Santrali’nde patlama!

Japonya’da Fukuşima Nükleer Santrali 1 Numaralı Reaktöründe Cumartesi yerel saatle 15:30 civarında bir patlama duyuldu, ardından siyah bulutlar görüldü. Detaylar meçhul, 4 yaralı var, çok sayıda insanın radyoaktiviteye maruz kaldığı sanılıyor. Japon hükümetinin son açıklamasına göre patlama reaktörde değil ve reaktör kazanı sağlam. Reaktörün içinde bulunduğu binanın çatısının bir ardçı şok üzerine çöktüğünü geçen ajanslar, reaktör muhafazasının yerinde durduğu rapor ediyorlar. Patlamanın reaktörden hidrojen bırakılması sırasında bu hidrojenin soğutma havuzunda ya da havadaki oksijenle karışmasından olduğu sanılıyor.

Japon Nükleer ve Endüstriel Güvenlik Ajansı, Japonya’nın tarihinde ilk kez bir çekirdek erimesine şahit olduğuna inanıyor. Kazayı, Uluslararası Nükleer ve Radyolojik Olaylar ölçeğine göre (INES) 1 ve 7 arasından 4 olarak belirledi, yani şimdilik olayın yerel etkileri olan bir nükleer kaza olduğu kabul ediliyor. Japon hükümeti Cumartesi sabahı 10 kilometreye çıkardığı güvenlik çemberini 20 km’ye genişletti ve  bu alan içindeki herkesin tahliyesini istedi. Daha sonra yapılan bir açıklamaya göre santralin çevresinde İyot 131 ve Sezyum izotopları tespit edildi, ancak açıklama yapan hükümet mensupları kalıcı bir sızıntı olmadığını ve patlamanın ardından radyasyon ölçümlerinde bir düşüş olduğunu söyledi.

Santralin sahibi Tokyo Elektrik Şirketi’nin (TOPECO) son açıklamalara göre yerel saatle 8:40’ta reaktöre deniz suyu verilmeye başlandı. Ayrıca reaksyonun kritikliğe ulaşmasının engellenmesi için borik asit yükleniyor. Reaktör muhafazasının tamamen deniz suyuyla doldurulmasının on gün süreceği açıklanıyor. Böylece reaktör soğutulmaya, tam bir çekirdek erimesi engellenmeye çelışılıyor. İşlem başarılı olursa reaktörün kontrol altına alınacağı açıklanıyor, ancak işlemin çevresel riskleri ve sorunun boyutlarına dair bir açıklama yok.

Cumartesi sabahı TOPECO radyasyon sızıntısını teyid etmişti, reaktörün kontrol odasında radyasyon seviyeleri normalin 1000 katına ulaşırken santralin giriş kapısında yapılan ölçümlerde de normalin 8 katı radyoaktivite kaydediliyordu. Bölge idaresine göre alandaki radyoaktivite saatte 1015 mikro sievert’e ulaştı, yani bir insanın yıllık maruz kalabileceği güvenli addedilen radyoaktivitenin üstünde.

Cuma günkü depremin ardından soğutma sistemi arızası giderilemeyen reaktör  dünden beri kontrol altına alınamıyor. Devre dışı bırakılan reaktör soğutulamamış, bununla birlikte reaktör kazanında basınç yükselmiş, su seviyesi tehlikeli seviyelere inip bir süre yakıt çubuklarını kısmen su seviyesinin üstünde bırakmış, radyoaktif buhar tahliyesine gidileceği açıklanmıştı. Daha sonraki açıklamalara göre böyle bir tahliye patlama gerçekleşmeden önce yapıldı ve çekirdek erimesi böylece engellendi.

Fukuşima 2 numaralı reaktörde de soğutma sorunu çözülebilmiş değil, MOX(plütonyum zenginleştirilmiş uranyum karışımı) yakıt yüklendiği bilinen 3 numaralı reaktörün de yeterince soğutulamadığı rapor ediliyor ve 2 ve 3 numaralı reaktörlerden de radyoaktif buhar salımı hazırlığı yapılıyor. Özellikle MOX yakıt kullanılan 3 numaralı reaktörden böyle bir salım endişe yaratıyor. 1 ve 2 numaralı reaktörler için nükleer acil durum hâli devam ediyor.

 

Depremden sonra Japonya’da diğer nükleer santrallerin sorunlarını ve Japon nükleer endüstrisinin yakın geçmişte yaşadığı sorunları buradan okuyabilirsiniz.

 

(Yeşil Gazete, Kyodo News, NHK, BBC, CNN)

Özgür Gürbüz: “Nükleer rönesans masalının sonu”

Japonya’da yaşanan depremin ardından ortaya çıkan nükleer santrallerdeki kazalar tüm gezegeni etkileyen bir nükleer felakete de dönüşüyor. Tarihin en büyük beşinci depremiyle sarsılan Japonya’da elektrik enerjisi üretiminin %28’ini karşılayan 55 nükleer reaktör var. Bu reaktörlerden en az üçünün, Fukuşima 1 ve 2 ile Oganawa’nın depremde zarar gördüğü bildiriliyor. Ayrıca iki santral daha devre dışı kaldı.
Bir yandan da Japonya hükümetinin güvenlik çemberini artırıp tüm dünyadan yardım talebinde bulunduğu haberleri geliyor. Böyle büyük bir nükleer felaketin orta yerinde, bir yandan Dünya Nükleer Enerji Birliği, bir yandan da Türkiye’nin kerameti kendinden menkul nükleerci profesörleri ortaya çıkıp Japonya’da yaşanan kazayı küçümsemeye, bizi endişe verici bir şey olmadığına inandırmaya, geleceği kalmayan nükleer enerjiyi bir kez daha aklamaya çalışıyorlar.
Yeşil Gazete okurları için, konuyu yakından takip eden, enerji, çevre, ekonomi alanında bağımsız çalışmaları olan, hem gazeteci hem de aktivist olarak tanıdığımız Özgür Gürbüz’le bir söyleşi yaptık. Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın, tüm bu olan bitene rağmen, “Japonya depreminden çıkarılacak sonuçlar var” demekle yetinmesini eleştiren Özgür Gürbüz, bu vahim olaydan çıkarılacak  tek sonucun, ‘’bu nükleer sevdadan derhal vazgeçilmesi’’ olduğunu ifade etti. Bakanın da Türkiye’deki milyonlarca insanın hayatını hiçe sayan bir plana önderlik ettiği için özür dileyip görevini bırakması gerektiğini söyleyen Gürbüz “sorumlu ve onurlu bir davranış kanımca bunu gerektirir’’ dedi.

‘’Doğaya yayılan radyoaktif maddeler yüzyıllarca etkisini yitirmiyor. Radyasyon gözle görülür değil, tutulamıyor, kontrol edilemiyor. Adeta bir hayalet gibi sizi yakalıyor ve ölümcül sonuçlar doğuruyor.’’

Nükleer santral kazası nasıl bir şey? Çekirdek erimesi nedir? Neden bu kadar korkuyoruz?

Nükleer santrallerde gerçekleşen kazaların tek bir çeşidi yok ancak en çok korkulan 25 yıl önce Çernobil’de olduğu gibi reaktör kalbinin erimesine kadar varan kazalar.
Reaktörün kalbi, adı üstünde nükleer yakıttan, kontrol çubuklarına kadar tüm hayati donanımın olduğu yer. Kalbin erimesi dediğimiz şey ise, bu merkezin aşırı ısınma dolayısıyla da kullanılamaz hale gelmesi. Teoride, yakıt çubuklarıyla kalbe indirilen yakıtta (zenginleştirilmiş uranyum) başlatılan nükleer reaksiyon sonucu ısı elde edilir ve su buharlaştırılarak türbinler çalıştırılır ve elektrik üretilir. Bu reaksiyon kontrol edilemezse aşırı ısınma ve radyoaktif yakıt kaynaklı radyasyon sızıntısı kaçınılmazdır.
Acil durumlarda reaksiyonu kontrol etmek için açığa çıkan nötronları emen (absorbe eden) kontrol çubukları kullanılır. Santrallerde farklı yavaşlatıcılar kullanılsa da Japonya’daki kaynar su reaktöründe olduğu gibi su da bunlardan biridir. Soğutma sistemleri işte bu nedenle çok önemlidir. Reaksiyonun ve ısının kontrol altına alınmasında büyük önem arz ederler. Eğer reaksiyon kontrolden çıkarsa, adeta, bir çelik fanus içinde birden fazla atom bombası patlatmış olursunuz. Bu miktardaki bir radyasyonun doğaya yayılması da aynı Çernobil’de olduğu gibi korkunç sonuçlar doğurur.
Nükleer kazalardan çok korkulması da doğaldır. Japonya’da petrol rafinerisinde de yangın çıktı ama yangın durduğunda tehlike büyük ölçüde geçti. Nükleerde ise durum çok farklı. Doğaya yayılan radyoaktif maddeler yüzyıllarca etkisini yitirmiyor. Radyasyon gözle görülür değil, tutulamıyor, kontrol edilemiyor. Adeta bir hayalet gibi sizi yakalıyor ve ölümcül sonuçlar doğuruyor. Japonya’da kısmi bir çekirdek erimesi yaşandığına dair bilgiler geliyor. Bu da şu anda tek güvence olarak görülen reaktörü kalbini çevreleyen çelik kabın içinde çok ciddi miktarda radyasyon depolandığına işaret ediyor. Daha önce ABD’deki Üç Mil Adası ve Çernobil’de meydana gelen kazalar çekirdek erimesi dediğimiz kazalar iyi birer örnek.

‘’Türkiye’de medya nükleer ihaleyle o kadar iç içe ki, bu kazayı da diğerlerini de hep “es” geçtiler. Japonya’da olan biteni bile halka tam olarak anlatmıyorlar. Akkuyu’da kurulması düşünülen santral fay hattının burnunun dibinde!’’

Japonya da ki nükleer santralde neler oluyor? Nükleer santraller tehlike aninda kapattık denince kapanıyor mu? Japonya da geçmişte de kaza olmuş muydu?
Japonya’daki Fukuşima’daki santralin 1 numaralı reaktörü depremden sonra hemen otomatik olarak kapatılmaya çalışıldı. Yalnız bir nükleer santrali kapatmak, doğalgaz santralini kapatmaya benzemez. Reaksiyon hemen durdurulamaz, bu nedenle de yakıt çubuklarının kontrol altında tutulması, soğutulması gerekiyor. Kapattık denince kapatılmıyor yani, aynı nükleer atıkların 10-15 yıl soğutma havuzlarında kontrol altında tutulması gibi.
Öğrendiğimiz kadarıyla deprem sonrası her santralde acil durumlarda devreye giren dizel jeneratörlerle çalışan soğutma sistemi bir saat sonra devre dışı kalmış. Japon yetkililer çareyi reaktörde giderek artan ısı ve basıncı azaltmak için doğaya radyasyon bırakmakta buldu ancak bu da anlaşılan yeterli olmadı. Şu anda gelen bilgiler deniz suyuyla reaktörün kalbinin doldurularak reaksiyonun yavaşlatılmasına çalışıldığı yönünde. Umarım başarırlar yoksa tarihi bir felaketle karşı karşıyayız demektir.
Japonya benim yılladır dikkatle izlediğim bir ülke. Çok sık kaza meydana geliyordu. Bundan önce de deprem sonrası bir kaza olmuştu örneğin. 16 Temmuz 2007 yılında Japonya’da meydana gelen 6,8 büyüklüğündeki deprem sonucunda, Kashiwazaki-Kariwa nükleer santralinde hasar meydana geldi. Japonya’nın en büyük nükleer reaktörü olan Kashiwazaki-Kariwa’da depremden sonra 63 farklı problem ortaya çıktığı, Fukuşima’nın da işletmecisi olan TEPCO (Tokyo Electric Power Company) firması yetkilileri tarafından açıklanmıştı. Santralde deprem sonrası çıkan yangın dört saatte söndürülmüş, denize de radyasyon sızmıştı. Sadece Japonya değil, yine 2007 yılında dünyanın en iyi güvenlik kayıtlarına sahip İsveç’in Forsmark santralinde de Çernobil tipi bir kazanın kıyısından dönüldü. Türkiye’de medya nükleer ihaleyle o kadar iç içe ki, bu kazayı da diğerlerini de hep “es” geçtiler. Japonya’da olan biteni bile halka tam olarak anlatmıyorlar. Akkuyu’da kurulması düşünülen santral fay hattının burnunun dibinde!

‘’Böyle bir felakette olasılıklar sınırsız. Kimse bu depremlere Japonya kadar hazırlıklı değil dünyada ama onlar bile devasa bir faciayla karşı karşıya.’’

Deprem ve santral kazaları arasında nasıl bir ilişki var? Yani yüksek teknoloji kullanılması nükleer santral kazalarını önler mi?
Bu son deprem gösterdi ki, doğal afetlerin sınırı, ölçeği yok. Şimdi onlarca mühendis televizyonlarda açıklama yapacak, diyecekler ki, 9 şiddetinde bir depreme karşı duracak santralde yaparız. Uçak düşer bir şey olmaz. Bunun bir garantisi olmadığı ortaya çıktı. Böyle bir felakette olasılıklar sınırsız. Kimse bu depremlere Japonya kadar hazırlıklı değil dünyada ama onlar bile devasa bir faciayla karşı karşıya. Kaldı ki, siz daha fazla çelik, çimento koyarsanız maliyet de o kadar artar. Nükleer santraller zaten ateş pahası! Sonuçta rüzgar da, güneş de, doğalgaz da elektrik üretiyor. Kim aynı elektriği iki-üç katına ve bunca riske rağmen nükleerden üretmek ister ki? Aklı başında olan ya da bu işten çıkarı olmayan herkes bu olaydan sonra nükleerden vazgeçecektir. Japonya’dan olup biten nükleer rönesans masalının sonu olmuştur.

‘’Bakanın da Türkiye’deki milyonlarca insanın hayatını hiçe sayan bir plana önderlik ettiği için özür dileyip görevini bırakması gerekir. Sorumlu ve onurlu bir davranış kanımca bunu gerektirir.’’

Ülkemizde yapımı planlanan nükleer santrallerin fay hatları üzerinde olduğunu biliyoruz?-  Özelikle Ecemis fay hattı. Bu konuda bize bilgi verir misin?

Türkiye neredeyse baştan aşağıya ciddi deprem riski altında. Mersin Akkuyu’da yapılması planlanan nükleer santralin de Ecemis Fay Hattı’na çok yakın olduğu yönünde araştırmalar var ancak hükümet bu araştırmaları bırakın değerlendirmeye almayı, gündeme bile getirmek istemiyor. Zaten santralin fay hattına uzak olması tehlikenin geçtiği anlamına da gelmiyor. Deprem olduğunda santralde başlayacak bir yangına personelin vereceği yanlış bir tepkiden, inşaatta ihmal edilebilecek ufak bir hatanın depremde ortaya çıkmasına kadar onlarca olasılık bu işin riskini arttırıyor.

Burada hayret edilecek olan aslında Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın, tüm bu olan bitene rağmen, “Japonya depreminden çıkarılacak sonuçlar var” demekle yetinmesi. Bu vahim olaydan çıkarılacak bir tek sonuç var Sayın Bakan. Bu nükleer sevdadan derhal vazgeçilmesi. Bakanın da Türkiye’deki milyonlarca insanın hayatını hiçe sayan bir plana önderlik ettiği için özür dileyip görevini bırakması gerekir. Sorumlu ve onurlu bir davranış kanımca bunu gerektirir.

Röportaj:Savaş Çömlek-YeşilGazete

Fotoğraflar: Çernobil felaketinin ardından  bölgeye gazeteci olarak giden Özgür Gürbüz tarafından çekilmiştir.

Yeşiller Partisi: “Nükleer lobi dünyayı daha fazla aldatamaz”

Japonya’da depremin ardından yaşanan nükleer santral kazası hakkında bir basın açıklaması yapan Yeşiller Partisi kazayla ilgili gerçekleri küçümsemekle suçladığı nükleer santral yanlısı çevreleri suçladı. Yeşiller Partisi eş sözcüleri Ümit Şahin ve Yüksel Selek imzasıyla yapılan açıklamada bu kazanın nükleer enerjinin tehliklerini bir kez daha ortaya koyduğu ve Akkuyu ve Sinop nükleer santral projelerinin iptal edilmesi gerektiği belirtildi.

Açıklamanın tam metni şöyle:

Japonya’da dün meydana gelen 8,9 büyüklüğündeki depremde on binlerce insanın hayatını kaybetmiş olmasından endişe ediliyor. Öncelikle depremde yaşanan insanlık dramı nedeniyle bütün Japonya halkına başsağlığı dileklerimizi ve üzüntülerimizi iletiyoruz. Umarız en kısa zamanda ve en az kayıpla bu facianın yaraları sarılabilir.

Bu deprem felaketi yarattığı bütün kayıp ve hasarların yanı sıra bir nükleer felakete de dönüşüyor. Tarihin en büyük beşinci depremiyle sarsılan Japonya’da elektrik enerjisi üretiminin %28’ini karşılayan 55 nükleer reaktör var. Bu reaktörlerden en az üçünün, Fukuşima 1 ve 2 ile Oganawa’nın depremde zarar gördüğü bildiriliyor. Ayrıca iki santral daha devre dışı kaldı.

Oganawa nükleer santralinde yangın çıkarken, Fukuşima reaktörlerinden birinde önce soğutma sisteminin arızalandığı, su seviyesinin düşmesiyle birlikte radyasyon sızıntısı olduğu, ardından da çekirdeğin kısmen eridiği bildirilmişti. Bugün gelen daha da ürkütücü haberlere göre santralde bir patlama olmuş ve dumanlar çıkmaya başlamış durumda.

Bir yandan da Japonya hükümetinin Cumartesi sabahı 10 kilometreye çıkardığı güvenlik çemberini 20 km’ye genişlettiği ve  bu alan içindeki herkesin tahliyesini istediği haberleri geliyor.

Umuyoruz bu felaket tam çekirdek erimesine ulaşmadan durdurulabilir ve ikinci bir Çernobil faciası yaşamayız. Ama iyi senaryo durumunda bile bu kazanın Çernobil’den bu yana yaşanan en kötü nükleer kaza olduğuna kuşku yok.

Böyle büyük bir nükleer felaketin orta yerinde, bir yandan Dünya Nükleer Enerji Birliği, bir yandan da Türkiye’nin kerameti kendinden menkul nükleerci profesörleri ortaya çıkıp Japonya’da yaşanan kazayı küçümsemeye, bizi endişe verici bir şey olmadığına inandırmaya, geleceği kalmayan nükleer enerjiyi bir kez daha aklamaya çalışıyorlar.

Bu durum bize bundan tam 25 yıl önce Çernobil felaketi yaşanırken olan biteni halktan gizleyen devlet yetkililerini, halkı korumak yerine televizyona çıkıp radyasyonlu çay içen bakanları ve nükleer lobinin bugün hala on binlerce insanın hayatına mal olan Çernobil nükleer kazasını ciddiye almayan maşalarını hatırlatıyor.

Ecemiş fay hattının üzerinde bulunan Mersin-Akkuyu’da bir nükleer santral yapılır ve bir deprem meydana gelir, ya da başka bir kaza yaşanırsa yine “önemli  bir şey yok” açıklaması yapacaklarına kuşku olmayan bu nükleerci şarlatanlara inanacak mıyız?

Japonya’da yaşanmakta olan nükleer kaza nükleer enerjinin ne kadar güvensiz ve tehlikelerle dolu olduğunu, şeffaflık ve demokratik denetimden ne kadar uzak olduğunu bir kez daha acı bir şekilde göstermiştir. Bu kadar tehlikeli bir endüstri varlığını ancak gerçekleri gizleyerek, kamuoyunu göz göre göre kandırarak sürdürebiliyor.

Nükleer silahlanmanın ikiz kardeşi olan nükleer enerji sektörü gerçekleri daha fazla gizleyemez.

Japonya’da yaşanan bu kaza nükleer enerjinin kazalarla dolu tarihinde yeni ve dramatik bir aşamadır.

Türkiye nükleer lobinin baskılarına boyun eğmeyi bir an önce bırakmalı, Akkuyu’da Rusya’yla, Sinop’ta Japonya’yla yapmak için anlaşmalar imzaladığı nükleer santral programından derhal vazgeçmelidir.

NÜKLEER LOBİ DÜNYAYI DAHA FAZLA ALDATAMAZ.

ARTIK AKKUYU’DA DA, SİNOP’TA DA, BAŞKA BİR YERDE DE NÜKLEER SANTRAL YAPILAMAZ!

 

Ümit Şahin – Yüksel Selek

Yeşiller Partisi Eş Sözcüleri

Çok ses tek yürek olmak için geliyorlar

0

Sağlık emekçileri yarın “Çok ses, tek yürek” olmak için beyaz önlükleriyle Ankara’da olacaklar.

13 Mart saat 11’de Ankara Garı önünde buluşacak olan sağlık çalışanları halkın sağlık hakkını ve taleplerini daha güçlü haykırmak için Sıhhıye Meydanı’na yürüyecekler.

Sağlıklı, güvenceli çalışma ortamı; topluma eşit, ücretsiz, nitelikli sağlık hizmeti, insanca çalışmak ve insanca yaşamak için alanlarda olacak olan sağlık çalışanlarına birçok sivil toplum örgütü ve siyasi parti de destek sunacak.

Eylem öncesi görüştüğümüz Türk Tabipler Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Eriş Bilaoğlu eylemedair şunları söyledi: “Çok ses, ama sağlıklı bir toplum, örgütlü emek için tek yürek olmalıyız. Taleplerimiz gerçekleştirilmesi imkansız, afaki şeyler değil. Sağlıklı bir toplumda yaşamak istiyoruz diye başlayan taleplerimiz, sağlıklı bir toplumun eşitlikten, özgürlükten, bağımsızlıktan, savaşsız, sömürüsüz olmaktan geçmektedir.”

Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Genel Başkanı Bedriye Yorgun ise sağlık hizmetlerinin önemli ölçüde özelleştirildiğine dikkat çekerken, bu nedenle sağlık emekçilerinin iş güvencesini ve ücret güvencesini kaybettiğini söyledi. Sağlık çalışanlarının baskı ve sindirme politikalarıyla karşı karşıya kaldığını belirten Yorgun, “artık yeter. Onlar bizi sürekli parçalıyor; biz ısrarla birleşmeli, yeniden ekip olmalı, haklarımızı örgütlü mücadeleyle geri almalıyız” dedi.

Ankara karın ardından bir de sağlık çalışanlarının eylemiyle beyaza bürünecek. Sağlık emekçileri “Sağlıkta dönüşüm programını” protesto etmek için masal bitti diyecekler ve güvenceli iş, insanca yaşam talebiyle yürüyecekler.

http://www.coksestekyurek.org/

(Esra Koçak / jiyan.org)

Cumartesi Anneleri bu sefer Ahmet Şık için…

Gözaltında kaybolan yakınlarına için her Cumartesi eylem yapan “Cumartesi Anneleri”, bu kez “Ergenekon” soruşturması kapsamında tutuklanan gazeteci Ahmet Şık için eylem yaptı.

Kaybolan yakınları için her hafta Galatasay Meydanı’nda eylem yapan “Cumartesi Anneleri” bu kez “Ergenekon” soruşturmasında tutuklanan gazeteci Ahmet Şık için buluştu.

“Cumartesi Anneleri”nin eylemine Ahmet Şık’ın kardeşi Bülent Şık da katıldı.

Eylemde, işkence sonucu öldürülen gazeteci Metin Göktepe’nin annesi “Ahmet benim ikinci oğlum, onu da Metin gibi kaybetmek istemiyorum” dedi.

Gazeteci Ahmet Şık’ın yıllar boyunca Cumartesi Anneleri’nin haberlerini yaptığını ve haklarını savunduğunu vurgulayan anneler, Şık’ın arkasında olduklarını yineledi.

Gazeteci Mavioğlu’na “hassas vatandaş” şikayetiyle yeni dava

Radikal gazetesinden Ertuğrul Mavioğlu hakkında, Murat Karayılan röportajı nedeniyle “örgüt propagandası” davası açıldı. Mavioğlu “Ne yazsak dava açılıyor. Ama meslektaşlarımız tutuklu olsa da, daha çok insanı almak isteseler de yazmaya devam edeceğiz; çünkü işimiz bu” diye konuştu.

Radikal gazetesi muhabiri Ertuğrul Mavioğlu hakkında, Kandil Dağı’nda PKK liderlerinden Murat Karayılan‘la yaptığı bir söyleşi nedeniyle İstanbul Başsavcılığına bir kişinin başvurması sonucu “terör örgütü propagandası” yaptığı iddiasıyla dava açıldı.

Gazeteci Mavioğlu davayı “Ne yazsak dava açılır duruma geldi. Bu habere bile dava açılması, Tayyip Erdoğan ifade özgürlüğü raporlarıyla ilgili ne derse desin, durumu ortaya koyuyor. Tamamen haber niteliğinde olan yazılar bile devlet tarafından hedef alınıyor” sözleriyle bianet‘e değerlendirdi.

Radikal gazetesinde 2010 yılında 28-30 Ekim günleri arasında üç gün boyunca yayınlanan röportajları nedeniyle, gazeteci Mavioğlu’nun 5 yıl hapsi isteniyor.

“Röportaj şiddeti övmenin tam tersine, sivillere şiddeti kınıyor”

Mavioğlu, söz konusu röportajın “şiddeti övmek” iddiasının tam tersine, sivillere yönelik şiddeti kınayan, örgütün yaşanmış sivil ölümleriyle ilgili özeleştiri verdiği, ilk defa gerçekleşen bir röportaj olduğunu belirtti.

Mavioğlu, gerek röportajlar, gerekse gazetecilerin rahatlıkla ulaşabileceği açık kaynak belgelerden oluşan Ergenekon davası, Hrant Dink cinayeti konularını ele alan haberler nedeniyle “gizliliği ihlal” gibi çeşitli sebeplerle açılan birçok dava da olduğunu vurguladı.

Mavioğlu şunları söyledi:

“Radikal gazetesinde neredeyse herkese dava açılmış durumda. Nereye elimizi atsak bir davayla karşılaşıyoruz.

“Tutuklamaya çalışsalar da, biz yazmaya devam edeceğiz”

“Yazmamamız, konuşmamamız, düşünmememiz isteniyor. Gazeteci arkadaşlarımız Ahmet Şık, Nedim Şener tutuklu olsalar da, daha çok insanı hapse atmaya çalışsalar da, biz yazmaya ve konuşmaya devam edeceğiz. “Bizim mesleğimiz budur; işimiz yazmaktır, haber yapmaktır. Fırıncılar nasıl ekmek yaparsa, gazeteciler de haber yapar.”

Beş yıla kadar hapsi isteniyor

Yayınlanan Karayılan röportajı üzerine İstanbul Başsavcılığı’na yapılan bir suç duyurusu sonucu, özel yetkili savcı Hakan Karaali, Mavioğlu’nun beş yıla kadar hapis ve seçme, seçilme hakkının kısıtlanmasını ve kamu hizmetlerinde bulunma hakkının elinden alınmasını istedi.

Savcı Karaali, Karayılan’a ait ifadeleri “örgüt propagandası” olarak değerlendirdi.

Karayılan röportajda “Bundan sonra sivillere yönelik hiçbir eylemimiz olmayacak” demişti.

Mavioğlu röportaj nedeniyle İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanacak.

Karayılan ile röportaj yapan davalık!

Yine Kandil Dağı’nda Birgün gazetesi için PKK yöneticileriyle yaptığı röportaj nedeniyle insan hakları savunucusu Hakan Tahmaz üç yıl hapis istemiyle yargılanıyor. Röportaja yer veren Birgün gazetesi yetkilisi İbrahim Çeşmecioğlu da aynı dava kapsamında sanık olarak bulunuyor.

Tahmaz ve Çemecioğlu’nun 9 Ağustos 2008’de yayımlanan “Tek Taraflı Ateşkes Sorunu Büyütüyor” röportajı nedeniyle TMY’nin 6/2. maddesi uyarınca ve “PKK/KONGRAGEL açıklamalarını yayımladıkları” iddiasıyla yargılandıkları savanın bir sonraki duruşması 24 Mart günü İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek. (Emir Çelik)

Dünyanın ekseni kaydı

0

ABD Coğrafi Araştırmalar Merkezi’ninden jeofizik uzmanı Kenneth Hudnut, “Şu aşamada, Küresel Konumlama Merkezi’nin (GPS) yaklaşık 2.4 metre kadar kaydığını görüyoruz.

İtalya merkezli Ulusal Jeofizik ve Yanardağ Bilimi Enstitüsü’nden gelen raporlarda, 8.9 büyüklüğündeki depremin dünyanın eksenini yaklaşık 10 santimetre kadar kaydırdığı belirtildi.

Japonya 2 metre kaydı

Japonya’nın Tokyo Üniversitesi Deprem Araştırma Enstitüsünde misafir öğretim görevlisi olarak bulunan Yrd. Doç. Dr. Serdar Küyük, Japonya’nın deprem ve tsunami felaketiyle birlikte son verilere göre okyanusa 2 metre kaydığını ve 70 santimetre yere doğru göçtüğünü söyledi.

Küyük, Tokyo’nun kuzeyindeki Tsukuba şehrinde sismik verilerin ölçüldüğü ve işlendiği bir merkez olduğunu, ancak elektrik kesintisi ve su basması nedeniyle sistemin aktive edilemediğini ve veri alınamadığını kaydetti.

Depremin maksimum yer ivmesi dağılımını incelediklerini belirten Küyük, bu bağlamda ellerine gelen en büyük kayıtların Sendai şehri ve İbareki eyaletinden olduğunu söyledi.
Küyük, bu depremin sıradan olmadığını ifade ederek, depremin neredeyse yer çekimi gücünde yanal olarak bir itmeye neden olduğunu kaydetti.

Bu ivme değerlerini devamlı incelediklerini belirten Küyük, çarpıcı bazı sonuçlar elde edildiğini ve Sendai şehrinde kıyı kesimlerin 65 ila 70 santimetre yere doğru göçtüğünü söyledi.

Küyük, “büyük bir alanın resmen aşağıya indiğini” vurgulayarak, muhtemel sebebin, tsunamiyle gelen dalgaların hepsinin geri gidemeyip bölgede bir ağırlık yapması ve depremin de etkisiyle aşağı doğru zemini itmesi olduğunu anlattı.

Hadisenin boyutlarının yanal olarak daha kötü olduğunu vurgulayan Küyük, GPS ile aldıkları verilere göre Sendai bölgesinin 2 metre denize kaydığını ve 70 santimetre yere göçtüğünü belirtti.

Küyük, meydana gelen büyük felaketle ilgili olarak, “Japonya’yı okyanusa çekmiş gözüküyor ve biraz da batırmış” değerlendirmesinde bulundu.

Küyük, depremin Miyagi gibi küçük bir alanda olmadığını ve önceki depremlere benzemediğini kaydetti.

Sendai şehrindeki bazı arkadaşlarıyla da görüştüğünü ifade eden Küyük, şehirde ve binalarda büyük yıkım olmadığını, ancak evlerin içinde “taş üstünde taş kalmadığını” söyledi.

Küyük, riskli bölgelerdeki insanların güvenli bölgelere aktarıldığını belirterek, kent merkezine elektrik ve su verilmeye başladığını bildirdi.

Deprem ve nükleer yalanlar

Japonya’da gerçekleşen deprem ve ardından gelen tsunami görüntüleri tüm aksine iddialarına rağmen insanın tabiat karşısında bazen ne kadar aciz kalabildiğini gösterdi.

Bu felaket sırasında insanın sadece tabiat karşısında değil, nükleer lobisi karşısında da ne kadar aciz kaldığını gördük. Nükleer lobisinin bütün kabiliyetinin yalan üretme ve yayma gücüne bağlı olduğunu bir kez daha gördük.

11 Mart sabahı insanlar haberini duydukları depremle ilgili ayrıntıları öğrenmek üzere televizyonlarına yöneldiklerinde ekranlarda bir takım uzmanlarla karşılaştılar. Uzmanlar nükleer teknolojinin aslında ne kadar gelişmiş olduğunu anlatıp, endişe edecek bir şey olmadığına bizi ikna etmeye çabalıyorlardı. Bir takım teknik sözcük, anlamsız sayılar ve karmaşık ifadeler sonucunda kendilerine inanmamızı ve gönül rahatlığıyla işimize gücümüze dönmemizi öneriyorlardı. Gözümüzün içine baka baka yalan söylüyorlardı.

Ardından Japonya Başbakanının nükleer santrallerin emniyeti konusunda verdiği güvence tecrübeli nükleer karşıtlarının şüphelerini artırmaya yetti. Çünkü uzmanların ve yöneticilerin nükleer kazalar konusunda sabıkaları kalın bir dosya oluşturuyor. Nükleer felaket tehdidini geçmişte de birçok kez yaşayan Japonya’dan A.B.D.’ye, Fransa’dan Rusya’ya kadar nükleer uzmanları ve yöneticiler, kazalar duyulduğunda aynı soğuk ve tepeden ifadelerle kamuoyunun önüne çıkıp gerçekleri gizlemeye çalıştılar.

Türkiye’de insanlar zamanın Enerji Bakanı Cahit Aral’ın Çernobil kazasından sonra radyasyona maruz kalmış çayları içip halkı sükûnete davet ederkenki görüntüsünü hatırlarlar. Çernobil kazası olaydan günler sonra İsveçliler tarafından dünyaya duyurulmuştu. Eğer İsveçliler haber vermeseydi Sovyet yetkililer bu felaketi ne zaman resmen duyururdu bilemeyiz. İngiltere Windscale nükleer tesislerindeki 1957 yılında oluşan nükleer sızıntı İngiliz yetkililerce, aradan 19 yıl sonra 1976 yılında resmen kabul edildi. Rusya’da 1956 yılında gerçekleşen Çelyabinsk nükleer reaktör kazası ise ancak Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra kabul edildi. İşin bir başka yönü ise Rusya’daki kazanın Amerikalılar tarafından öğrenilmesine rağmen nükleer teknoloji araştırmalarına ve nükleer endüstrisine zarar verebileceği kaygısıyla kamuoyundan gizlenmiş olması. Sınırımızın hemen dibindeki Metzamor nükleer santralinde geçtiğimiz aylarda gerçekte ne olup bittiğini ise bir türlü öğrenemedik.

Nükleer endüstrisi varlığını yıllardır kurguladığı yalanlar üzerinden sürdürüyor. Nükleer lobiyi oluşturan teknoloji hayranı ana akım medya ve uzmanlar ittifakı kamuoyunu nükleer teknolojiyi en rasyonel, en temiz, en ucuz, alternatif olarak pazarlamaya, kamuyounu nükleerin güvenilirliği konusunda ikna etmeye çalışıyor.

Oysa nükleer enerji en kirletici, en riskli ve en pahalı enerjidir. Nükleer enerji ne enerji sorununun, ne de başka bir sorunun çözümüdür. Nükleer enerji merakı tüm diğer sakıncalarının yanı sıra sürdürülebilir bir geleceğin gereği olan temiz enerjiye dayalı, enerjinin az ve verimli kullanımına dayanan politikaların önünü tıkamaktadır.

Enerji sorununun, iklim değişikliğinin ve ekonomik sorunların çözümü temiz enerjiyle, enerjinin daha az ve verimli tüketilmesiyle ve bir bütün olarak ekolojik politikalarla mümkündür. Oysa nükleer enerji merakı Türkiye’yi çağdışı bir enerji politikasına mahkûm etmektedir. Çözüm nükleer değil, yenilenebilir enerji ve enerji verimliliğidir.

Çernobil felaketi nükleer teknoloji tarihindeki ne ilk ve maalesef ne de sonuncu kazadır.

Buna rağmen nükleer lobileri yalanlarını bilimsel bir iddia gibi öne sürmeye devam etmekteler. Bütün insanlık nefesini tutmuş Japonya’daki Fukuşima nükleer santralindeki gelişmeleri ve evlerinden tahliye edilen binlerce insanı kaygıyla izlerken Türkiye Nükleer Teknoloji Platformu web sitesinde şöyle bir bilgi yer almaya devam ediyor.

“ Nükleer santraller güvenli mi ? “

“ Nükleer santraller güvenli değildirler, şeklinde yanlış bir inanç vardır. Günümüzde nükleer santral kazaları da tümüyle gündemden kalkmışlardır”

Agos: Biz ikna olmadık

Öldürülen gazeteci Hrant Dink tarafından kurulan Agos gazetesi, Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın “Ergenekon” soruşturması kapsamında tutuklanması konusunda ikna olmadığını duyurdu.

Suikast sonucu yaşamını yitiren Hrant Dink’in kurduğu Agos gazetesi, gazeteciler Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın “Ergenekon” soruşturmasında tutuklanmasını “Biz ikna olmadık” manşetiyle verdi.

Agos, “Ergenekon davasının siyasi hesaplaşma amaçlı tutuklamalarla sulandırılması kaygı uyandırıyor” diye yazdı.

Tutuklamaları “gündeme bomba gibi düştü” şeklinde veren gazetede “Yakın geçmişteki devlet suçlarıyla yüzleşilmesi için büyük bir fırsat olan Ergenekon davasının siyasi hesaplaşma amaçlı tutuklanmalarla sulandırılması kaygı uyandırıyor” ifadeleri yer aldı.

“Ergenekon” soruşturmasını yürüten Savcı Zekeriya Öz’ün “Gazetecilik faaliyetleri ve kitapları nedeniyle tutuklanmadılar” yönündeki açıklamasının hatırladığı haberlerde, buna rağmen sorgulamada kitap çalışmalarıyla ilgili pekçok soru sorulduğuna dikkat çekilerek, soruşturmanın gizliliği nedeniyle delillerin sanıklara ve avukatlara da bildirilmemesinin soru işaretlerini artırdığı belirtildi.

“Kabul Edilemez” başlıklı yazısı kaleme alan Agos Genel Yayın Yönetmeni Rober Koptaş “Durumu kabullenemiyor, iki gazetecinin haksızlığa uğradığına inanıyor, girilen bu yanlış yoldan bir an önce dönülmesini yüksek sesle talep ediyoruz” dedi.

“Kardeşçesine” isimli köşesinde “Nedim ve Ahmet’ten sonra” başlığıyla yorum yapan Yetvart Danzikyan ise şöyle yazdı: “Son bir haftada yaşadıklarımız, yargıya ve polis gücüne hâkim olmanın sonuçlarını da gösteriyor. Nedim ve Ahmet’in gözaltına alınmasına isyan edenler savcılığın ‘Yazdıklarınızı dikkatle takip ediyoruz’ muhtırasıyla uyarılıyor, ‘Çok önemli delillerimiz var’ denerek susturulmak isteniyor. Ben bu havayı bir yerden hatırlıyorum. Nereden mi? 12 Eylül öncesi ve sonrasında da savcıların dediği dedikti.” (Ntv)