Ana Sayfa Blog Sayfa 5241

Küba 1898

Karayipler’in en büyük adası ve bir zamanlar Amerika kıtasına hakim olan devasa İspanyol imparatorluğundan geriye kalan son kale olan Küba’da bağımsızlık yanlıları, 19. Yüzyılın ikinci yarısını İspanyol hakimiyetinden kurtulmak için savaş vererek geçirdi. İsyanın üçüncü ve en büyük aşaması 1895’de başladı.

Bu son ayaklanmanın öncüsü olan avukat, şair, yazar Jose Marti tekrar silahlanmaya ikna ettiği ilk savaşın ünlü komutanları Maximo Gomez ve Antonio Maceo’yla birlikte bahar aylarında adaya çıkarak isyanı başlattı. Marti, ilk çatışmalardan birinde öldürüldü. Son mektubunda yoldaşlarından ülkelerini İspanya’dan kurtarmakla yetinmeyip aynı zamanda “ABD’nin Küba’nın bağımsızlığı sayesinde Batı Hint Adaları’na yayılıp daha da kuvvetlenerek Amerika’nın diğer topraklarına çöreklenmesini” engellemelerini istiyordu.

İsyan büyüyünce İspanyol komutan General Weyler, binlerce Kübalıyı toplama kamplarına hapsetti, kırsal alanın çoğunu serbest atış alanı ilan etti. Buna karşılık isyancılar da çiftlikleri ateşe verip şeker imalathanelerini yaktılar. Kısa sürede nüfusun çoğu açlıktan ölecek hale gelmiş, bağımsızlığı her zamankinden daha hararetli bir şekilde desteklemeye başlamıştı.

1897’de ABD’de Cumhuriyetçi William McKinley, Demokrat Grover Cleveland’ın yerine başkan seçildi. Çoğu Amerikalı gibi McKinley de uzun zamandan beri Küba’daki İspanyol hakimiyetinin zulüm olduğunu düşünüyordu. Ancak Kübalıların kendi kendilerine hükmetmeleri düşüncesi onu daha da kaygılandırıyordu. Bağımsız Küba’nın fazla iddialı olup Washington’un buyruklarını yerine getirmemesinden endişeleniyordu.

Başkan McKinley kaygılanmakta haklıydı. Kübalı isyancılar toprağın yeniden dağıtımı başta olmak üzere geniş kapsamlı toplumsal reformlar vaat ediyorlardı. Bu, adada büyük kısmı ziraat üzerine olan 50 milyon doları aşkın yatırıma sahip Amerikalı işadamlarının yüreğine korku saldı. 1898 yılının başlarında McKinley ihtilafın iki tarafına birden net bir mesaj yollamanın vaktinin geldiğine karar verdi. Maine isimli savaş gemisinin Atlantik Donanması’ndaki yerini bırakıp Havana’ya doğru yola çıkmasını buyurdu.

Resmi olarak “dostça bir ziyaret” için Havana limanına demir atan gemi üç hafta sonra, 15 Şubat 1898 gecesi büyük bir patlamayla suya gömüldü. 250’yi aşkın Amerikan askeri hayatını kaybetti. Felaket haberi ABD’yi çalkaladı. Herkes İspanya’yı sorumlu tutmaktaydı. Ama patlamanın neden kaynaklandığı bugüne kadar anlaşılamamıştır.

Birçok Amerikalı şimdiden İspanyol sömürgeciliğine tutkulu bir nefret besliyor, “Cuba Libre” fikrinde romantik bir çekicilik buluyorlardı. New York Journal ve ülkenin her yanını kapsayan bir dizi gazete zincirinin sahibi William Randolph Hearst, aylardır İspanyol sömürgeciliğine karşı ağır suçlamalarla okuyucu çekmekteydi.

ABD’yi savaşa teşvik etmeye çabalamış sayısız diğer şahıs gibi onun da bir haine, toplumun öfkesini odaklayacağı birisine ihtiyacı vardı. O sırada İspanya’nın kralı 14 yaşında bir oğlan çocuğuydu, naibi ise Avusturyalı bir prenses olan annesiydi, dolayısıyla işe yaramazlardı. Hearst adaya hakim olan İspanyol General Weyler’i seçti ve onu şeytanın hayata geçmiş hali olarak tanımlayan bir dizi tüyler ürpertici öykü yayınladı.

“Çiftlikleri viran eden, ırz düşmanı zebani Weyler… acımasız, donuk ve katildir,” diye seyrediyordu hikayelerden bir tanesi. “Şehevi, hayvani beyninin kanlı ahlaksızlıklarla dolu işkenceler ve rezillikler icat ederek coşmasının engellemek imkansızdır.”

***

ABD bu kadar yoğun hislerle çalkalanırken Başkan McKinley’in yeni İspanyol Başbakanı Praxedes Sagasta’nın Küba krizini barışçıl yollarla çözme önerilerini tekrar tekrar geri çevirmesi kolay oluyordu. Sagasta,ülkesinin sömürgeci politikasının imparatorluğu çöküşün eşiğine getirdiğinin farkında olan çağdaşlıktan yana bir liberaldi. 1898’de göreve başlamasının hemen ardından kin duyulan General Weyler’ı başkasıyla değiştirip ardından asileri özerklik teklifiyle yatıştırmaya yeltendi.

Galibiyetin yaklaştığını hisseden asiler bu teklifi geri çevirdiler. Bu, Sagasta’yı barış davasında daha da istekli hale getirdi ve 1898 Baharı’nda birkaç kez ABD’yle beraber bir karara varma teklifinde bulundu. Bunları samimiyetsiz bulan McKinley ve destekçileri, İspanya’nın sabırlarını taşırdığını ve Küba sorununu silah kuvvetiyle çözmeye kararlı olduklarını söylediler.

Yıllar sonra tarihçi Samuel Eliot Morison İspanya’nın Küba krizini barışçıl şekilde çözme gayretlerini inceledi ve “sağlam karakterli bir Başkan, onurlu bir çözüm için bu fırsatı yakalardı” sonucuna vardı. Ancak böyle bir çözüm, ABD’nin istediği ganimetlere ulaşamayacağı anlamına gelmekteydi. Bu ganimetler ancak fetihle ele geçirilebilirdi. McKinley bunu biliyordu ve 11 Nisan’da Kongre’den Küba’da “zorunlu müdahale” için yetki istedi.

Bu adım Kübalı devrimci önderleri irkiltti. Uzun zamandır, General Maceo’nun kelimeleriyle “böyle kuvvetli bir komşuya minnetkâr kalmaktansa yardımsız yükselip çökmek daha iyidir” inancına sahiptiler. Kübalı isyancıların itirazları “Cuba Libre” feryadının insanları hala duygulandırdığı Washington’da etkili oluyordu. Kongre üyeleri, Kübalılar karşı çıktığı sürece McKinley’in savaş kararını onaylamaya isteksizdiler. Çoğu Amerikalı yardım istemeyen bir topluluğa el uzatmak için asker gönderme fikrinden hoşnut değildi.

Küba’ya müdahale için parlamento desteğini garantiye almak isteyen McKinley, Colorado senatörü Henry Teller’dan gelen sıra dışı bir kanun değişikliği önerisini kabul etti. Bu, “Küba adasının insanları hür ve bağımsızdır ve hakları da budur,” diye başlıyor, “Birleşik Devletler bu vesileyle, söz konusu adada uzlaştırma dışında ne hakimiyet, ne yetki, ne de kontrol meyili ve niyeti olduğunu beyan etmektedir ve bunun başarılması halinde adanın idaresini ve kontrolünü halkına bırakmaktaki kararlılığını savunmaktadır,” gibi ağırbaşlı bir güvenceyle bitiyordu. Senato tarafından oybirliğiyle onaylandı.

Daha sonra Teller Değişikliği adıyla anılan bu taahhüt asilerin korkularını yatıştırdı. “Hükümetimizle daha tam olarak uyuşmadıkları doğru,” diye yazdı önderlerinden bir tanesi, General Calixto Garcia, “ama hür yaşama hakkımızı kabul ettiler, bu da benim için yeterli.”

***

25 Nisan’da Kongre, ABD ile İspanya arasında savaş hali olduğunu ilan etti. Başkan McKinley 125.000 gönüllü asker talep etti ve bu rakamın iki katından fazlası  kayıt merkezlerine doluştu.  New York Journal, beyzbol yıldızı Cap Anson ve boks şampiyonu “centilmen” Jim Corbett gibi efsanevi sporcuların, seçkin bir birliğe önderlik yapmak üzere askere alınmalarını önerdi. Theodore Roosvelt, bir müfreze toplamak ve yönetmek için donanma bakanı yardımcılığı görevini bırakacağını duyurdu.

Askeri tarihçi Walter Millis otuz yıl sonra “Adaletine bu kadar derin inanç duyularak başlatılan bir savaş ender görülmüştür” diye yazdı.

Altı hafta sonra Amerikan askerleri Santiago de Cuba’nın güneydoğu kıyısına çıkarma yaptılar. En ünlüsü Theodore Roosvelt’in yönettiği San Juan tepesi muharebesi olmak üzere birer günlük üç çarpışma yaşandı.  Amerikan kruvazörleri Santiago’da demirlemiş birkaç köhne İspanyol deniz aracını imha ettiler.

İspanyol kuvvetleri kısa sürede direnişlerini sona erdirdiler ve Kübalı asilerin kumandanı General Calixto Garcia ile Amerikalı kumandan General William Shafter, resmi teslim törenine hazırlandılar. Ancak Shafter törenden önce Garcia’ya törene katılmayacağını, hatta Santiago’ya gitmeyeceğini söyleyen bir mesaj yollayarak onu şaşkınlığa uğrattı. ABD’nin Kongre’nin onayladığı Teller Değişikliği’nde verdiği sözü tutmayacağına dair ilk ipucu buydu.

12 Ağustos’ta İspanya ve ABD savaşı bitiren bir barış protokolü imzaladılar. 385 Amerikalı askerin öldüğü bu askeri harekat Amerikalı devlet adamı John Hay’in deyişiyle “şahane bir savaşçık” olmuştu. Zaferin kazanılmasıyla birlikte ABD’nin geri çekilme ve Teller Değişikliği’nin sözleriyle “adanın idaresini ve kontrolünü halkına bırakma” vakti gelmişti. Ama tam tersini yaptı.

***

Birleşik Devletler’de Küba’nın hürriyeti için duyulan coşku hızla solmuştu. Senatör Beveridge, Teller Değişikliği’nin, Temsilciler Meclisi tarafından “atılgan ancak hatalı bir cömertlik anında” onaylanmasından dolayı bağlayıcı olmadığını söyledi. New York Times, Amerikalıların katı sadakatten “daha öte mecburiyetleri” olduğunu ve “Kübalıların kendilerini idare etmekten hepten aciz durumda olduklarının ortaya çıkması durumunda, Küba’nın kalıcı sahipleri” haline gelmeleri gerektiğini ileri sürdü.

Amerikan demokrasinin sahipleri izleyen sene içerisinde biri dizi önermeyle ABD’nin yasalaşmış bile olsa sonradan makul olmadığına karar verilen sözleri tutmak zorunda olmadığını savunmaktaydılar.

Hepsi ya büyük ölçüde ya da tamamen yanlış olan bu önermelerden ilki Kübalıların değil Amerikan savaşçılarının İspanyolları Küba’dan çıkardığıydı. Gazete muhabirleri saftirik okurlarına, Birleşik Devletler Ordusu’nun Küba’ya vardığında Kübalı asileri “umutsuzluk içinde”, “çökmenin eşiğinde” ve “acı bir çıkmaza saplanıp kalmış” bulduğunu anlattılar.

Gerçek bunun tam tersiydi. Üç yıllık kesintisiz çarpışma sonunda Kübalı asiler adanın çoğunun denetimini ellerine geçirmişler, aç ve hastalıklı İspanyol ordusunun korumalı bölgelere çekilmek zorunda bırakmışlar ve Santiago ile başka şehirlere saldırmak için planlar yapmışlardı. Amerikalılar adaya ayak bastıklarında isyancılar galibiyete doğru yol almaktaydılar.

Amerikalılara benimsetilmek istenen ikinci masal, Amerikalılar İspanyolları yenerken Kübalı devrimcilerin hayranlıktan ağzı açık vaziyette seyreden korkak tembeller olduğuydu. Bir gazeteci cepheden “Müttefikimiz arkadan gelmek dışında bir şey yapmadı,” diye yazdı. Bir başkası Kübalıların “çok zayıf müttefikler” olduğunu belirtti. Bir üçüncü ise asiler ordusunun “çatışmalara hiç değilse bile çok az” katıldığını ve “Küba’yı özgürlüğe kavuşturma arzusunu belli etmediğini” yazdı.

Bu bir dizi kandırmacaydı, ama anlaşılabilirdi. Pek az Amerikalı muhabir Küba’ya gitmiş ve asilerin yıllar geçtikçe kuvvet topladıklarına, halkın geniş ölçüde desteğini kazandıklarına ve epey başarılı bir gerilla savaşı başlatmalarına tanık olabilmişti. Gazetecilerin çoğu için ise savaş, 1898 Baharı’nda Amerikan kuvvetlerinin karaya çıkmasıyla başlamıştı. Hiçbiri, Kübalı birliklerin Amerikalıların Santiago’da karaya çıktığı sahilleri güvenceye aldığının farkında değildi; oradaki Amerikalı Deniz Kuvvetleri kumandanı Amiral William Sampson bile daha sonra, sahillerde İspanyol birliklerinin yokluğunun “bir gizem olarak kaldığını” söyledi. Bazı Kübalılar ise, Amerikalılar için hamallık ve işçilik yapmayı hiddetle reddetseler bile, onlar için casusluk ve gözcülük yaptılar.

Çoğu Amerikalı’nın gözünde savaş, orduların karşılaştığı muharebelerden oluşmaktaydı. San Juan Tepesi’ndeki çarpışma gibi Kübalıların çok az katkıda bulunduğu muharebelerin hikayelerini okumaya bayılıyorlardı.

Amerikalılar, Kübalıların ordu kurmaktan bihaber korkaklar olduğuna bir kez kendilerini inandırınca, Küba’nın kendi kendini yönetmekten aciz olduğu sonucuna varmaları da kolaylaşmıştı. Amerikan basını hiçbir zaman bazıları epey eğitimli, deneyimli ve kültürlü olan devrimci liderlere odaklanmadı. İsyancı kuvvetleri daha ziyade çoğunluğunu vahşilikten az uzak siyahilerin oluşturduğu cahil bir ayak takımı olarak tasvir ettiler. “Özerklik mi!” diye homurdandı general Shafter, bir muhabirin sorusu üzerine. “Yahu, barut cehenneme ne kadar uygunsa bu insanlar da özerkliğe o kadar uygunlar.”

***

Başkan McKinley, Birleşik Devletler’in Küba’yı “fethedilmiş toprak üzerindeki muharip hakkın yasası” altında yöneteceğini beyan etti. Adalet Bakanı John Griggs Küba’nın geçici hükümetinin başkan yardımcısına, Havana’daki Birleşik Devletler Ordusu’nun “gittiği her yere Amerikan egemenliğini götüren bir ordu olduğunu” söyledi.

Bu demeçleri duyan Kübalılar şaşkına döndü: “Hiçbirimiz Amerikan müdahalesini, bize kendi adımıza hareket etmekten aciz muamelesi yapan ve bizi itaat eden, boyun eğen ve şartların getirdiği vesayete razı bir hale sokan müttefiklerimizin askeri işgalinin takip edeceğini düşünmemiştik” diye yazdı General Maximo Gomez. “Yıllar süren çabamızın sonucu bu olmamalıydı.”

Bazı Amerikalılar ise Kübalılar Birleşik Devletler’in önünde diz çöküp, onları kurtardığı için şükran duymuyorlar diye kızgındılar. Gazeteciler Kübalıların Amerikalı askerleri kucaklamaktan ziyade “ters”, “somurtkan”, “kibirli”, “kendini beğenmiş ve kıskanç” gözüktüklerini anlattılar. Muhabirlerden biri “bize karşı minnetle dolu olmadıklarını” gördüğünü hayretle ifade etti. Hiçbiri, Kübalıların böyle hissetmelerinin ne kadar mantıklı olduğunu anlamaya gönüllü değildi. Kübalıların gücenikliğini, yine cehaletlerine ve gelişmemişliklerine yordular.

25 Temmuz 1900’de General Wood Küba’da bir yasama meclisi için temsilci seçimlerinin yapılmasını buyurdu. Seçmenlerin üçte birinden azı seçimlere katıldı ve bunlar bile Amerikalıların desteklediği birçok adaya oy vermeyi reddettiler. Seçimin ardından Amerikan Kongresi Senatör Orville Platt’ın adıyla anılan bir karar aldı. Platt Değişikliği Amerikan dış politikası tarihinde çok önemli bir belgedir. ABD’nin Küba’yı doğrudan değil de uysal bir yerel idareyle kontrol altına almasını sağlamıştır. Günümüzde plattismo diye bilinen bu düzeni, Washington ileride Karayipler ve Orta Amerika’nın birçok yerinde kullanacaktı.

Platt Değişikliği ile Birleşik Devletler Küba işgalini ABD’nin Küba’da askeri üs tutma, Küba ile başka bir ülke arasındaki herhangi bir anlaşmayı veto etme, Küba hazinesini denetleme ve gerektiğinde Küba’ya askeri müdahalede bulunma haklarını veren bir anayasanın Küba Yasama Meclisi tarafından onaylanması şartıyla sona erdirmeyi kabul etti. Böylece ABD Kübalılara ABD’nin her kararlarını veto etme hakkı karşılığında “bağımsızlık” vermiş oldu.

Küba Yasama Meclisi bu isteği kapalı kapılar ardında yaşanan uzun tartışmalardan sonra on beşe on dörtlük bir oyla kabul etti. Bir sene sonra ABD’nin nezaretinde yapılan bir seçimle, yıllarca New York’un Central Valley kentinde yaşamış olan Tomas Estrada Palma Küba Cumhuriyeti’nin ilk başkanı seçildi.

***

1898 yılında yaşanan meşhur ABD-İspanya savaşının ve Küba’nın İspanyol sömürgeciliğinden “kurtarılmasının” hikayesini, Amerikalı ünlü gazeteci yazar, Stephen Kinzer’ın kaleminden nakletmeye çalıştım. Yukarıda okuduğunuz yazı, Stephen Kinzer’ın “Darbe: Hawaii’den Irak’a Amerika’nın Rejim Değişiklikleri Yüzyılı” kitabındaki (İletişim Yayınları, 2007, Çeviren: Zeynep Beler) “Gu-Gu Diyarına Yolculuk” bölümünde Küba’yla ilgili kısımdan kısaltarak ve özetleyerek yaptığım bir aktarmadır.

Bu haftaki köşemi böylece bir tarih hikayesine bırakmış oldum. Okurlar neden durup dururken Amerika’nın 113 sene önceki Küba müdahalesini anlattığımı anlamışlardır. İleriki günlerde, bu yazıyı arşivden okuyacak okurlara önerim ise bu yazının yayınlandığı günden bir gün önce, 19 Mart 2011’de (ama dikkat, 19 Mart 2003’de değil, gerçi çok fark etmez ama) “tarihte neler olduğuna” geri dönüp bir bakmaları olacak.

Saldırıda ikinci dalga başladı

ABD ve Fransa’nın dün akşam başlattığı va sabaha karşı ara veilen ‘Şafak Yolculuğu’nun ikinci dalgası öğle saatlerinde başladı. Bununla birlikte Libya lideri Kaddafi ise, Libya’ya saldıran güçlere “Hitler gibi yenileceksiniz” şeklinde bir açıklamayla karşı durdu.

Birleşmiş Milletler’in (BM) Libya’ya müdahaleye yeşil ışık yakan kararının ardından, dün akşam Libya’ya operasyon başlatıldı. Sabah saatlerine kadar devam eden ilk dalga saldırılardan sonra, bugün öğle saatlerinde ikinci dalga operasyon başladı. Fransız Ordusu’nun öncülüğünde başlayan saldırının, bugün de devam ettiğini açıkladı.  ABD CBS televizyonu da Amerikan jetlerinin Libya’daki havaalanlarını vurduğunu bildirdi. Televizyon 3 adet B-2 hayalet uçağının 40 adet bomba bıraktığını açıkladı.

Sivil kayıplar var
Libya silahlı kuvvetleri devlet televizyonundan yaptığı açıklamada ise, saldırıda Trablus’un yanısıra, Sirte, Bingazi, Misrata ve Zuvara’nın vurulduğu ve ‘sivil bölgelerde’ 48 kişinin öldüğü, 150 kişinin de yaralandığını bildirdi.

NATO da devreye giriyor
NATO’dan yapılan açıklamada ittifakın bugün saat 16:00’da olağanüstü toplanacağı duyuruldu.

Kaddafi: Hitler gibi yenileceksiniz

Libya lideri Muammer Kaddafi, ülkesine karşı operasyon başlatan ülkelere meydan okuyarak, “bütün Libya halkının silahlı olduğunu” söyledi.

Kaddafi, Fransa, İngiltere ve ABD tarafından bombardımanın dün başlatılmasından sonra televizyonda bugün yayımlanan ikinci açıklamasında, “Libyalılar şimdi silah taşıyor. Mitralyöz, bomba ve tabanca bütün Libyalılara dağıtıldı” diye konuştu.

Petrol kaynaklarının sömürülmesine izin vermeyeceklerini belirten Libya lideri, Batılıların başarısız olacağını, silahlı kuvvetlerinin ise zafer kazanacağını ifade etti. Kaddafi, bütün Libyalıların ülkelerini savunmak için silahlı olduklarını belirterek, “Toprağımızı terk etmeyeceğiz ve ülkemizi kurtaracağız” dedi. (Yeşil Gazete, Ntv)

Radyasyon şebeke suyuna karıştı

0

Japonya’da korkulan oldu ve bazı besin maddelerinden sonra şebeke suyunda da radyasyon bulundu. Fukuşima nükleer enerji santralinin yakınından alınan örneklerde radyasyon seviyesi sınırın üzerinde tespit edildi.

Japonya Bilim Bakanlığı’ndan bir yetkili, suyun kalitesiyle ilgili bugün ölçüm yapmaya başladıklarını ve radyoaktif iyot ve sezyum izleri bulduklarını belirtti.

Yetkili, Tokyo, Tochigi, Gunma, Saitama, Chiba ve Niigata’da şebeke suyunda radyoaktif iyot bulduklarını, Tochigi ve Gunma’da ise sezyum bulduklarını açıkladı.

Bu arada Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK), nükleer kazanın olduğu elektrik santralının bulunduğu Fukuşima bölgesinden tüm gıda ürünlerinin ihracatına ikinci emre kadar son verildiğini bildirdi. (Yeşil Gazete, Ajanslar)

Polis lise öğrencilerine silah talimi yaptırıyor

Öğrencilerin polis olmaya özendirilmesi amacıyla başlatılan proje kapsamında okullardan polis otobüsleriyle öğrencilere Gaziantep Polis Meslek Yüksekokulu’nda silah ve atış talimi dersi gösteriliyor 

POLİS KIYAFETİ GİYDİRİYORLAR
‘Polisimi Tanıyorum, Polisimi Seviyorum, Polis Olmak İstiyorum’ projesi kapsamında pilot bölge seçilen Gaziantep’te, Emniyet Müdürlüğü yoğun bir çalışma içine girdi. Proje kapsamında lise öğrencileri Gaziantep Emniyet Müdürlüğü’ne ait otobüslerle okullarından alınarak Gaziantep Polis Yüksekokulu’na getiriliyor ve gezi sırasında öğrencilere polis kıyafetleri giydiriliyor.

ATIŞ POLİGONUNDA DERS
Gezi sırasında okulun tüm birimleri gezdirilen öğrencilere, silah ve atışla ilgili bilgiler de, okulun atış poligonunda birebir aktarılıyor. Projeyle ilgili konuşan yetkililer, öğrencilerin kendilerini polis gibi hissetmeleri ve polislik mesleğini sevmeleri açısından ayrıca kendilerine yakın savunma, polis savunma taktikleri de öğrettiklerini aktarıyor. Gaziantep’te başlatılan proje tüm yurda yayılacak.


GAZİANTEP’TE BAŞLADI
9 Mart’ta başlayan proje kapsamında lise öğrencileri Gaziantep Emniyet Müdürlüğü’ne ait otobüslerle okullarından alınarak Gaziantep Polis Yüksekokulu’na getiriliyor ve gezi sırasında öğrencilere polis kıyafetleri giydiriliyor. 

Burada polis kıyafetleri ile bir gün geçiren liselilere, polisliği tanıtan sunumlar yapılıyor.

HENÜZ PİLOT UYGULAMA YAPILIYOR

haber.sol.org.tr’nin haberine göre, projenin yaygınlaştırılması planlanıyor. Gaziantep Polis Meslek Yüksekokulu Müdürü Osman Metli’nin en son toplantıda verdiği bilgilere dayandırılan haberde, projenin 7 hafta süreceği ve 14 okulda uygulanacağı belirtildi.

Geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen son toplantıda lise öğrencilerine emniyet teşkilatının tüm birimleri hakkında bilgi verildiğini belirten Osman Metli, şunları kaydetti: ”Bu yıl pilot olarak uygulamaya başlanan projemizi, 2012 yılında daha geniş kapsamlı olarak hayata geçirmeyi düşünüyoruz. Amacımız, 2012 yılında Gaziantep’te bulunan tüm okulların öğrencilerine polislik mesleğini tanıtabilmek.”

Osman Meti’nin açıklamalarının ardından Gaziantep Polis Meslek Yüksekokulu Toplantı Salonu’na alınan liselilere Gaziantep Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürü Basri Kaya, Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Orhan Çağlayan, Özel Hareket Şube Müdürü Fahrettin Akyıldız ve Toplum Destekli Polislik Büro Amiri Murat Lale tarafından sunum yapıldı.

‘MUHBİR ÖĞRENCİ’ PROJESİ DE VARDI

Milli Eğitim Bakanlığı ile Emniyet Genel Müdürlüğü arasındaki anlaşma çerçevesinde her okulda sivil ve resmi kıyafetli polislerin bulunması hedefleniyor. Bu anlaşma çerçevesinde hemen her liseye polisler yerleştirilmiş durumda. Bu polisler “güvenlik” gibi konular dışında öğrencilerin “psikolojik sorunları” ile de ilgileniyor ve okulların Rehberlik ve Danışmanlık hocaları ile beraber çalışıyor.

Öte yandan Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun Okul Güvenliği Projesi’nde, öğrencilerin polis muhbiri olarak görevlendirildiği ortaya çıkmıştı.
Ortaya çıkan bir belge, polis olarak görevlendirilen öğrencilerin kendi okullarında polisi temsil edecekleri ve “Çocuk Polisi Okul Temsilcisi” olarak belirlenen öğrencilere kimlik kartı düzenleneceği bilgisini içeriyordu. (Birgün)

Bahar klasiği Goss’un

0

Bisiklette bahar klasiği Milan–San Remo yarışını HTC-Highroad takımından Matthew Goss kazandı. 298 km’lik yarışın ikincisi Fabian Cancellara olurken, üçüncülük Stuart O’Grady’ye gitti. Yılın formda bisikletçilerinden Goss, Tour Down Under’ı ikinci bitirmiş, Paris-Nice’te de üçüncü etabı kazanmıştı.

Goss’un takım arkadaşı Mark Cavendish, son şampiyon Oscar Freire ve dünya şampiyonu Thor Hushovd ana grubun arkasında kalınca Avustralyalı sporcu son sprinte giren sekiz bisikletçi arasında en iyi performansı göstererek zafere ulaştı.

“Formda olduğumu ve iyi bir sonuç alacağımı biliyordum ama kazanmak inanılmaz” diyen Goss, “Yıla daha iyi bir başlangıç bekleyemezdim” ifadelerini kullandı.

Nefes kesen maç Vakıfbank’ın

0

Voleybol Bayanlar Avrupa Şampiyonlar Ligi Dörtlü Finali’nde iki Türk takımının mücadelesinde, Vakıfbank Güneş Sigorta Türk Telekom, Fenerbahçe Acıbadem’i 3-2 yenerek, finale yükseldi ve Azerbaycan’ın Rabita Bakü takımının finaldeki rakibi oldu.

Voleybol Bayanlar Avrupa Şampiyonlar Ligi Dörtlü Final maçında Vakıfbank Güneş Sigorta Türk Telekom, Fenerbahçe Acıbadem’i 3-2 yenerek finale yükseldi.

İlk sette Vakıfbank Güneş Sigorta karşısında rahat bir oyun çıkaran Fenerbahçe Acıbadem, özellikle bloklarda sergilenen başarılı performansın dikkat çektiği bu bölümü, Osmokrovic, Fürst ve Shashkova’nın etkili oyunuyla 25-19 kazandı.

İkinci sette ise Vakıfbank Güneş Sigorta Türk Telekom’un yükselen bir performansı oldu. Setin ilk bölümü karşılıklı sayılarla geçilirken, daha sonra mücadele seviyesi giderek artan ve her topta sayı için direncini ortaya koyan Vakıfbank Güneş Sigorta Türk Telekom, Fenerbahçe Acıbadem karşısında etkisini artırdı. Kırmızı-beyazlılar, Nikolic, Glinka ve Gözde ile üretilen sayılarla ikinci seti 25-21 kazanarak skoru 1-1 yapmayı başardı.

İlk settekine benzer bir mücadelenin sergilendiği 3. seti Skowronska’nın ekili oyunuyla 25-21 kazanan Fenerbahçe Acıbadem, 4. seti 25-19 Vakıfbank Güneş Sigorta Türk Telekom’un almasını engelleyemeyince, maç galibi tie-break setinin sonucuna kaldı.

Taraftar desteğini de arkasına alarak tie-break setine iyi başlayan Fenerbahçe Acıbadem’in hızını kesmeyi başaran Vakıfbank Güneş Sigorta Türk Telekom, 15-11 ile bu seti de kazanarak adını finale yazdıran taraf oldu.

Vakıfbank Güneş Sigorta Türk Telekom, organizasyonda yarın Azerbaycan’ın Rabita Bakü takımıyla  şampiyonluk maçına çıkacak.

Fenerbahçe Acıbadem ise İtalyan ekibi Scavolini Pesaro takımıyla üçüncülük mücadelesi yapacak.

FENERBAHÇE ACIBADEM: 2 – VAKIFBANK GÜNEŞ SİGORTA TÜRK TELEKOM: 3
Salon: Burhan Felek
Hakemler: Susana Rodriguez xxx (İspanya), Volker Schiemenz xxx (Almanya)
Fenerbahçe Acıbadem: Fofao x, Shashkova xxx, Fürst xx, Skowronska xx, Osmokrovic xx, Eda xx (Songül xx, Seda x, Naz x, Yağmur x, Nihan xx)
Vakıfbank Güneş Sigorta Türk Telekom: Bahar xxx, Gözde xxx, Glinka xxx, Poljak xxx, Özge xxx, Nikolic xxx (Gizem xxx, Nilay xx, Güldeniz x)
Setler: 25-19, 21-25, 25-21, 19-25, 11-15
Süre: 125 Dakika (24, 32, 27, 26, 16)

Nükleere karşı insan zinciri – 19 Mart 2011 İstanbul

Nükleere Karşı Zincirleme Reaksiyon başlığıyla düzenlenen insan zinciri ve nükleere karşı yürüyüş bugün öğleden sonra İstiklal caddesinde yapıldı. Haberi için TIKLAYIN

Fotoğraflar: Alper Akyüz

 

 

Kaddafi konuştu

Libya lideri Muammer Kaddafi, “Bu ikinci haçlı seferi, Akdeniz ve Kuzey Afrika savaş alanı oldu” diye konuştu.

Libya lideri Muammer Kaddafi, Libyalılara “devrim için silahlanın” çağrısı yaptı.

Kaddafi, “Bu ikinci haçlı seferi, Akdeniz ve Kuzey Afrika savaş alanı oldu” diye konuştu.

İstanbul’da binlerce kişi nükleere karşı yürüdü

Eylemin FOTO GALERİSİ

Nükleere Karşı Zincirleme Reaksiyon başlığıyla düzenlenen insan zinciri ve nükleere karşı yürüyüş bugün öğleden sonra İstiklal caddesinde yapıldı. Saat 16:00’da Galatasaray meydanında buluşan nükleer karşıtları önce Tünel’e kadar insan zinciri oluşturdu. Sloganlarla zincir kuran binlerce eylemci, ardından Tünel’den Taksim’e kadar yürüdü. Taksim’e gelene dek giderek büyüyen kitlenin yaklaşık 3000 kişiden oluştuğu tahmini yapıldı.

Ellerinde radyasyon işaretli siyah-sarı balonlar, nükleer karşıtlarının uluslararası işareti olan gülen güneşli ve “nükleer enerji mi, hayır teşekkürler” yazılı dövizler ve pankartlarla yürüyen eylemciler yürüyüş boyunca “Nükleer Santral İstemiyoruz”, “Akkuyu, Sinop Fukuşima Olmasın”, “Çernobil, Fukuşima, Bir Daha Asla”, “Nükleer Santral Çatlar Patlar”, “Güneş, Rüzgar Bize Yeter”, “Tüp Gaz AKP”, “Hükümet Elini Akkuyu’dan Çek”, “Hayır, Hayır, Nükleere Hayır, Güneş İstiyoruz, Rüzgar İstiyoruz, Hemen İstiyoruz, Nükleere Hayır” gibi sloganlar attılar. Kalabalık ayrıca sık sık nükleer lobilere ve hükümete karşı düdükler ve ıslıklarla ses çıkardı. Yürüyüş boyunca zaman zaman koşarak canlı bir eyleme imza atan göstericiler Japonya’daki ve Çernobil’deki nükleer felaketlerde yaşamlarını yitirenler için sessizce saygı gösterisi de yaptılar.

Yürüyüşün bitiminde Taksim meydanında toplanan grup basın açıklamalarıyla hükümetin nükleer santral planlarını derhal durdurmasını istedi. Eylemin çağrısını yapan Yeşiller Partisi, Küresel Eylem Grubu ve Greenpeace Akdeniz adına ortak basın açıklamasını Yeşiller Partisi Eş Sözcüsü Ümit Şahin okudu ve “Türkiye’nin ya da dünyanın hiçbir yerine nükleer santral istemiyoruz. Yaptırmayacağız” dedi. Basın açıklamasının ardından Akkuyulu köylüler adına Büyükeceli köyünden Mehmet Ali Yılmaz, Küresel Eylem Grubu adına Nuran Yüce ve Greeenpeace Akdeniz adına Hilal Atıcı birer konuşma yaptılar.

Gösterinin sonunda okunan Yeşiller Partisi, KEG ve Greenepace imzalı ortak basın açıklaması şöyle:

AKKUYU, SİNOP FUKUŞİMA OLMASIN!

NÜKLEER FELAKETTİR, NÜKLEER CİNAYETTİR!

NÜKLEER SANTRALLERE HAYIR!

Japonya’da dünyanın en büyük nükleer felaketi yaşanıyor.

Japon halkı önce deprem ve tsunamiyle, ardından Fukuşima nükleer santralindeki patlamalar ve radyasyon kirlenmesiyle ağır bir darbe aldı. Yakınlarını kaybeden, evinden yurdundan olan, yaşadıkları kentler boşaltılan ve radyoaktif kirlenme tehlikesiyle iç içe yaşamak zorunda kalan Japon halkının acısını ve endişesini paylaşıyor, dayanışma duygularımızı iletiyoruz.

Yaşanan bu kaza Çernobil felaketinin tam 25. yılında Çernobil’den kat be kat büyük bir nükleer faciaya dönüşüyor. Fukuşima felaketi nükleer enerjinin ne kadar tehlikeli ve öngörülemez risklerle dolu olduğunu bir kez daha gösterdi. Yıllardır yeni Çernobiller olmasın diye uyarıyorduk. Yeni nükleer santraller yapılmasın, var olan bütün reaktörler kapatılsın diyorduk. Bize hayalci diyorlardı. Çernobil’in sonuçlarını küçümsüyorlar, bir daha olmaz sanıyorlardı.

Oysa nükleer enerjinin tarihi yüzlerce kazayla doludur. İster Çernobil gibi insan hatasıyla, isterse Japonya’daki gibi doğal bir afetin tetiklemesiyle olsun, nükleer reaktörler her an benzer bir felakete yol açma potansiyeline sahiptir. Bu tehlikeden kaçınmanın tek yolu nükleer santrallerden tamamen kurtulmaktır. Bu gerçeği anlamak için daha kaç Çernobil’e, daha kaç Fukuşima’ya ihtiyacımız var?

Japonya’daki nükleer cinayet, atom çağının sonuna gelindiğini gösteriyor. Çernobil’den sonra zaten yeni reaktör yapımı azalmış, dünyadaki nükleer reaktör sayısı düşmeye başlamıştı. Fukuşima felaketinden sonra Almanya, Fransa, ABD, İsviçre, Çin, Venezüella, hatta Türkiye’ye nükleer reaktör kurmak isteyen Rusya nükleer enerji programlarını gözden geçirmeye karar verdiler. Siparişler iptal edildi, reaktörler kapatılıyor. Bütün dünya nükleerden kaçış yollarını arıyor. Dünya enerji tasarrufuyla, verimli teknolojilerle ve yenilenebilir enerjiyle hem fosil yakıtlardan, hem de nükleer tehlikeden kurtulabileceğini anlamaya başlıyor.

Türkiye’de ise hükümet ne yazık ki nükleer yangına körükle gidiyor. Başbakan Erdoğan, Enerji Bakanı Yıldız ve Çevre Bakanı Eroğlu Japonya’daki faciayı küçümseyici açıklamalar yapıyor, nükleer patlamayla tüp gaz patlamasını birbirine karıştırıyor, nükleer sevdaları uğruna halkı yanıltıyorlar. Dünyanın nükleer teknolojiyi en fazla kullanan ülkelerinden biri olan Japonya’nın bile aynı anda 4 reaktörün birden kontrolden çıkmasını engelleyemeyip çaresiz kaldığını görmezden gelerek, Rusya’nın Akkuyu’ya yapacağı reaktörün daha güvenli olduğu yalanını söylüyorlar.

Hükümet derhal  nükleer enerjiden vazgeçtiğini açıklamalıdır. Akkuyu’da, Sinop’ta ve ülkenin her yerinde nükleer enerji istemeyen halka ve nükleer karşıtlarına meydan okumaktan vazgeçmelidir. Hükümet facianın büyüklüğünü kavrayamadan yaptığı aceleci açıklamalardan ve panik içinde aldığı Mayıs ayına kadar Akkuyu’ya kazma vurma kararından derhal geri adım atmalıdır. Hükümeti Türkiye’yi soktukları bu yıkıcı nükleer maceradan yol yakınken vazgeçmeye çağırıyoruz.

Bizler, nükleerin felaket, nükleer santrallerin ise cinayet olduğunu düşünenler, nükleer enerji çılgınlığına karşı tüm yurttaşlarımızı sürekli eyleme çağırıyoruz.

Akkuyu’ya, Sinop’a, Türkiye’nin ya da dünyanın herhangi bir yerine nükleer santral istemiyoruz.

Yaptırmayacağız.

Akkuyu, Sinop Fukuşima olmasın!

Küresel Eylem Grubu – Yeşiller Partisi – Greenpeace Akdeniz

Eylemin FOTO GALERİSİ

(Yeşil Gazete)

TÜSİAD: “Nükleer basit bir enerji sorunu değildir”

Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Boyner, Koç Üniversitesi-TÜSİAD Ekonomik Araştırma Forumu (EAF) tarafından düzenlenen, ”Reel Döviz Kuru ve Reel Ekonomi” konulu konferans sırasında gazetecilerin sorularını yanıtladı.

Boyner, uzun süredir gündemde olan nükleer santral hakkında “Fakat şöyle bir gerçekle karşı karşıyayız; Japonya’da olan aslında özellikle bizim gibi deprem kuşağında olan ülkeler için bir çeşit uyandırma telefonu gibi bir şey” dedi.

Japonya’nın sistematik şekilde depreme karşı önlemlerini alan, toplumda bu konuda bilinçlendirme ve eğitimi üst seviyeye taşıyan bir ülke olduğunu ifade eden Boyner, bu şartlarda ülkenin hem ekonomik açıdan hem de yaşayanların uğradıkları açısından korkunç bir felaketle karşı karşıya kaldığını söyledi.

TÜSİAD Başkanı Boyner, nükleer enerji gereğinin basit bir enerji açığı sorununa indirgenmemesi ve Türkiye’de deprem riskinin çok daha fazla boyutuyla ele alınması gerektiğini belirtti ve şunları şunları söyledi:

”Her halükarda depremde Türkiye’de olabilecekler ve burada bir nükleer santralin nasıl bu riskler çerçevesinde güvenli olabileceği konusunda kamuoyunu da rahatlatacak şekilde bir süreç gelişmesi gerekiyor. 3. jenerasyon santraller deniyor, çeşitli önlemlerin alınması gündeme geliyor… Fakat öyle bir noktadayız ki şu andaki nükleer enerji konusunda, seneler önce yatırım yapmış ülkelerde, bu konuda yeterlilik geliştirdiğini iddia eden ülkelerde bile sistemler üzerinde auditler (denetimler) yapılıyor. Tekrar konu gözden geçiriliyor. Belki de bu Türkiye için bir fırsattır. Biz bunu yapma planını önümüze koyduysak, bu noktada durup tekrar bu süreci nasıl ele alacağımızı tüm ayrıntılarıyla, tüm elverişli olan teknolojiye bakarak, şeffaflık içinde, kamuoyunun da güvenini alarak sürdürmek zorundayız.” (Ntv, Yeşil Gazete)