Ana Sayfa Blog Sayfa 5222

Bir gazeteciye daha hapis yolu

Güney Dergisi’nde yayımlanan bir öykü ve çizdiği karikatür nedeniyle hakkında dava açılan derginin yazıişleri müdürü Aziz Özer’e 1 yıl 6 ay hapis cezası verildi

Güney Dergisi’nin 51. sayısında yayımlanan bir öykü ve karikatür nedeniyle hakkında örgüt propagandası yapma iddiasıyla dava açılan Aziz Özer’e 1 yıl 6 ay hapis cezası verildi. Söz konusu davaya gerekçe “İnanılmaz bir direnişin üç günlük hikayesi” adlı bir öykü ile “Niyazi Şehit” başlıklı karikatür oldu.

Güney Dergisi’nin 53. sayısı da Ali Dağdeviren’in “Zindan (Kürt) Çocukları’nın Çocuk Hakları” başlıklı yazısı nedeniyle toplatılmıştı.

Mahkeme 31 Mart’ta görülen ilk duruşmada PKK propagandası yapıldığı gerekçesiyle Özer’e 1 yıl ceza verdi. Suçun basın yoluyla işlendiğini belirten mahkeme heyeti, cezayı bu nedenle yarısı oranında arttırarak 1 yıl 6 aya çıkardı. Ayrıca Özer, daha önce de benzeri suçlamalarla ceza aldığı için TCK’nin 62. maddesindeki indirimden de yararlanamadı.

Dergiden dayanışma çağrısı
Güney Dergisi, konuyla ilgili açıklamasında özgür basının devlet çıkarları için susturulmaya çalışıldığını belirterek halkların özgürlüğü ve kardeşliğinin üzerine gidildiğini ifade etti.

Dergiden yapılan açıklamada “Yıllardır dergimize verdikleri onlarca para, hapis ve kapatma/toplatma cezalarına rağmen susturamadıklarını kendileri de görmüşlerdir. Onun için bu cezalarının da boşuna olduğunu, gazetemizi susturamayacağını biliyorlardır” ifadeleri kullanıldı.

Ezilenlerin yanında taraflı yayın yapmayı sürdüreceklerini belirten Güney Dergisi, okurlarını ve basın özgürlüğünü savunanları dergiyle dayanışmaya çağırdı.

Sendika.Org

Katar savaş uçakları İncirlik’te

Libya operasyonuna katılan Katar savaş uçaklarının 25 Mart’ta İncirlik Üssü’ne indiği ortaya çıktı.

NATO’nun Libya’ya yönelik operasyonunda Dalaman Havaalanı’nın insani yardım için kullanıldığının öğrenilmesinin ardından, Libya harekatına destek veren Katar Emirliği Hava Kuvvetleri’ne ait 4 Mirage F-1 savaş uçağı ile C-17 Globemaster nakliye uçağının, ABD’nin kullandığı İncirlik Üssü’ne iniş yaptığı ortaya çıktı.

ABD Hava Kuvvetleri’nin resmi internet sitesinde de yer alan bilgiye göre, Şafak Yolculuğu operasyonuna destek veren Katar Emirliği Haa Kuvvetleri’nin savaş uçakları ile nakliye uçağına 25 Mart tarihinde yakıt ikmali yapıldı ve lojistik destek verildi.

Cumhuriyet gazetesinin haberine göre, uçakların İncirlik’e iniş yaptıkları gün yeniden havalandıkları öğrenildi.

İncirlik’te bulunan ABD Komutanlığı, uçakların üste çekilmiş fotoğraflarını internet sitesinden yayımladı.

Bu gelişme Libya operasyonunda İncirlik’in de kullanıldığı yönündeki iddiaları güçlendirdi.

ABD Adana Konsolosluğu, konuyla ilgili açıklama yapmadı. Adana Valisi İlhan Atış ise, “Ben hiçbir şey gizlemem. Bu konuyla ilgili hiçbir bilgim bulunmamaktadır” dedi.

Libya harekatı başlamadan önce 24 Şubat’ta Adana’ya gelen ABD Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone’nin İncirlik Üssü’nü denetlediği öğrenilmişti. (Cumhuriyet, Ntv)

Çeteden Gökçek’e Çankaya sözü

Çete lideri İskender Çolak, Melih Gökçek’in oğlu Osman Gökçek’i aradı ve konuşma dinlemeye takıldı. Konuşmada çete lideri Gökçek’e “Seni ölmeden Çankaya’ya reis yapacağım” diye söz veriyor.

Ankara Emniyeti Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü, tutuklanmadan önce İskender Çolak ve adamlarını bir yıl süreyle takip ederek tehdit ve vaat içeren telefonlarını dinleyip soruşturma dosyasına koydu.

Fezlekeye göre, 30 Nisan 2010 tarihinde Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı melih Gökçek’in oğlu Osman Gökçek’i arayan İskender Çolak, dinlemeye takıldı.

Habertürk gazetesinin haberine göre, dinleme kayıtları şöyle:

Çolak: Kaynımın kızı var. Adnan Şeker onu sürmüş. Onu lokum yaparım.

Gökçek: İsmini mesaj at. Ellerinden öperim amca.

Çolak: Ben ölmeden seni Çankaya’ya reis yapacağım.

Gökçek: İnşallah.

Osman Gökçek, Çankaya Belediye Başkanlığı aday adaylığı döneminde İskender Çolak’ın kendisini aradığını belirterek konuşmayla ilgili şunları söyledi:

“Aday adayı olunca 30-40 bin kişide bulunduğu gibi telefonumu bir yerlerden almış.

Zaten 10 yıldır aynı telefon numarasını kullanıyorum. Herkes gibi o da beni aramış olabilir, bir başkasını da arayabilir. Önemli olan ne istediği ve yerine gelip gelmediğidir. Benden talebi yerine gelmedi.

Benden birçok insan talepte bulunur, bir daha da aramaz. Belediye işlerine karışmıyorum.”

(NTV, HaberTurk)

Fırtına Trabzon’a döndü

0

Spor Toto Süper Lig’de 105 gündür kendi sahasında galibiyet alamayan Trabzonspor, seyircisi önünde Umut Bulut’un kaydettiği tek golle Konyaspor’u 1-0 yendi. Şampiyonluk yarışında önemli bir engeli geride bırakan bordo mavililer, maç fazlasıyla liderliğe yükseldi.

Spor Toto Süper Lig’de şampiyonluk yarışında yara almak istemeyen Trabzonspor, ligde kalma mücadelesi veren Konyaspor’u ağırladı.

Karşılaşmanın ilk devresinde rakibine karşı baskılı bir futbol sergileyen ve soyunma odasına 1-0 üstün giden Trabzonspor, ikinci yarıda da rakibinden üstün bir oyun sergileyerek sahadan 1-0 galip ayrıldı. 105 gün sonra evinde kazanan Trabzonspor bu galibiyetle puanını 63’e çıkartarak maç fazlasıyla liderliğe yükselirken, Konyaspor 17 puanda kaldı.

Maça hızlı başlayan bordo-mavililer, ilk dakikalarda yakaladığı gol fırsatlarını değerlendiremezken, aradığı golü ilk devrenin son bölümünde Umut Bulut ile buldu: 1-0. Yıldız futbolcu, bu golle ligdeki 100. golünü kaydetti.

Konuk takım ise Robak ile etkili olmaya çalıştıysa da yakaladığı fırsatları değerlendiremedi ve ilk devre Trabzonspor’un 1-0’lık üstünlüğüyle sona erdi.

Karşılaşmanın ikinci devresinde de oyunun hakimi Trabzonspor’du. Konyaspor kalesinde net pozisyonlar yakalayan bordo mavili ekip, bu fırsatları gole çeviremedi.

Maçın son bölümüne doğru daha kontrollü bir oyun sergilemeye başlayan ev sahibi takım, kendi sahasına çekildi. Konyaspor önemli pozisyonlar üretmesine rağmen aradığı golü bulamadı ve Trabzonspor sahadan 1-0’lık skorla galip ayrılarak hanesine 3 puan yazdırdı.

Mourinho 9 yıl sonra yıkıldı!

0

İspanya La Liga’da Real Madrid, Santiago Bernabeu’da Sporting Gijon’a 1-0 mağlup oldu. Evinde son mağlubiyeti 2002 yılında alan Jose Mourinho, 9 yıl aradan sonra yeniden yenilgi ile tanıştı.

Maçta Real Madrid, maça etkili başlayan taraf oldu. Girdiği gol pozisyonlarını ilk 45 dakika boyunca değerlendiremeyen eflatun-beyazlılar, soyunma odasına golsüz eşitlik ile gitti.

İkinci yarıya da büyük bir baskı ile başlayan Madrid ekibi, yakaladığı gol pozisyonlarını cömertçe harcamaya devam etti. Maçın kader anı ise 79. dakikada yaşandı. De las Cuevas, kendi başlattığı atakta soldan gelen ortayı takip etti ve ceza sahası dışına doğru açılan topu sert bir şutla Real Madrid ağlarına yolladı. Konuk takım Sporting Gijon, bu golle 1-0 öne geçti.

Maçın kalan dakikaları ise adeta Sporting’in ceza sahasında oynandı. Başta Adebayor olmak üzere Realli oyuncular girdikleri onlarca gol pozisyonunda kaleci Juan Pablo ve defans oyuncularını geçemedi. Çizgiden çıkan toplar ve direkten dönen şutlar, 9 yıldır evinde maç kaybetmeyen Mourinho’nun umutlarını her dakika daha da azalttı.

Son saniyeye kadar muhteşem bir baskı yapan Real Madrid, beraberlik golünü bulamadı ve Sporting Gijon tarihi bir galibiyete imzasını atmış oldu. Kendi evinde en son mağlubiyetini 2002 yılında Porto’nun başındayken alan Portekizli çalıştırıcı Jose Mourinho, 9 yıl aradan sonra bu üzüntüyü yeniden yaşadı.

Real Madrid’den önce Benfica, Uniao de Leiria, Porto, Chelsea ve İnter’i çalıştıran Mourinho, evindeki son mağlubiyeti 2002’de Porto’nun başındayken almıştı. Porto, 23 Şubat 2002’de kendi sahasında Beira Mar’a 3-2 yenilmişti.

Yorum: Youla’dan Quaresma’ya, Beşiktaş’tan Sivas’a

Maçın enteresan bir özelliği vardı ilk bakışta. Beşiktaş’ın son zamanlarının en kötü transferlerine imza atan Rıza Çalımbay ile, son dönemin en iyi transferlerini yapmış Beşiktaş karşı karşıya geldi. Youla’dan Quaresma’ya diye açıklanabilir bu dönem. Ya da Beşiktaş’tan Sivasspor’a diye de Rıza Çalımbay’ın biyografisi yazılabilir. (Kaleci Korcan’ı da unutmamak gerek.)

İlk önce söylemek gerekir ki çok zor. Yani bir hedefi kalmamış Beşiktaş’ın, ligde kalmaya çalışan Sivasspor’un karşısına çıkması ve oyunu tamamen kazanmak üzere kurması. Quaresma’nın hevesli oyunu ve takımı öne çekmesiyle biraz biraz gerçekleştirdi Beşiktaş bunu.

Sivasspor’un oyunu kendi sahasında kabul etmesi ya da bunu etmeye zorlanması sonucunda ilkyarı tamamen Beşiktaş’ın hakimiyetinde geçti. Beşiktaş’ın oyunu iyice hakimiyetine alamamasının önünde tek bir engel vardı: Sertlik. Sivasspor’un sert oyunu ve bu sert oyunun her zaman hakemler tarafından kollanması yıllardır Beşiktaş maçlarında gözlemlediğim bir durum. Şampiyonluğun kazanıldığı sezon, İstanbul’da oynanan maçta Beşiktaşlı oyuncular dayak yemişti ama ses çıkmamıştı bu duruma. Sivasspor’un Bucaspor’a karşı oynadığı maçı da hatırlayarak konuşmak gerek.

Bu maçta da aynı şey oldu. Özellikle Simao gibi daha teknik oyuncular bu oyun karşısında sindi. üç tane birbirine benzer noktalarda oynayan oyuncu ile oynadı Beşiktaş. Fernandes, Ernst ve Aurelio. Simao’nun sinmesi ya da sindirilmesi, üç orta saha oyuncusunun hücum konusunda pek de yaratıcı oyuncular olmaması sebebiyle, Beşiktaş oyunu yıksa da yaratıcı olamadı. Soldan İsmail’in etkili oyunu, Quaresma’nın etkili oyunu bir yere kadar götürdü Beşiktaş’ı.

Bu noktada sahadaki sertliğe ses çıkarmayan hakemin Sivok’a çift sarı karttan gösterdiği kırmızı kart geldi. Bana göre kartların ilki de tartışmalıydı, ikincisi de. Özellikle bu maç içerisinde düşünüldüğünde kartların hiç yeri yoktu maçta. Fakat, Beşiktaş hedeften düştüğünde, hakemlerin kendilerini kanıtlama tahtasına dönüyor nedense!

Beşiktaş’ın seneye Guti kalsa da, gitse de onun yerine oynayabilecek bir yerli oyuncu bulması şart (Eskişehirli Sezer ya da altyapıdan gelen Onur). Guti kalacaksa bu yeter. Eğer Guti takımdan ayrılacaksa mutlaka o bölgeye bir de aynı şekilde oynayan bir oyuncu bulmak gerek. Guti’ye bir şey olduğunda ya orası boş kalıyor ya da Nobre ile doldurulmaya çalışılıyor ki bu mümkün değil. Bobo bile orada daha yararlı olur ve çift forvetle Beşiktaş etkili olabilir ama Nobre’yle olamaz.

Sonuç olarak, Tayfur Havutçu belki Kayseri maçındaki sonuca ulaştıramadı takımı ama gelecek için önemli bir ipucu verdi. Savunma oyuncusu atılan takımı geriye çekmedi hücumdan bir kişiyi çıkartıp, savunmayı tekrar dörtlemedi. Bu büyük takımlar için olmazsa olmaz bir özellik bana kalırsa. Tüm bunlar galibiyeti getirmeye yetmedi. Maçın son dakikalarında da, oluşumunda açık bir faul olan golü geldi Sivasspor’un.

Maçın Beşiktaş için başarılı oyuncuları: Quaresma, İsmail Köybaşı, Cenk Gönen.

http://www.urbarli.net

Kaybolan arıların sırrı – Metin Münir

Türkiye dahil dünyanın birçok ülkesinde arılar kitle halinde kayboluyor.  Bir sabah içi bal dolu kovanlardan çıkıyorlar ve bir daha geri dönmüyorlar. Arkalarında neden geri dönmemiş olabileceklerine dair hiçbir ipucu bırakmıyorlar. Ne ölüleri bulunuyor ne de başka bir yere göç ettiklerine dair emare…

 

Bu endişe verici bir gelişmedir çünkü arılar doğadaki en önemli görevlerden birini yapıyorlar. Bu görev döllendirmedir.
Bir kovanın arıları günde yüz bin çiçek döllendirir. Çiçekten çiçeğe dolaşırken erkek polenlerle dişi polenleri buluşturur. Bu buluşmadan tohum, meyve meydana gelir.

 

Nasıl erkek olmadan kadın hamile kalamazsa, arı olmadan da birçok bitki çoğalamaz. Meyve, sebze, yenilebilir otlar, çiçekler ve fındık ceviz gibi sert kabuklu yemişlerin yüzde sekseni arılar tarafından döllenir.

“Yediğimiz üç sokumdan birini arılara borçluyuz” diyor bir uzman.

 

Albert Einstein’in birçok konuda olduğu gibi bu konuda da klasikleşmiş bir lafı var: “Eğer arı yeryüzünden kaybolursa en fazla dört yıl sonra insan da kaybolur. Arı yoksa döllenme yoktur, döllenme yoksa insan yoktur.”

 

Arıların neden kaybolduğunu öğrenmek için Amerika Birleşik Devletleri’ne gideceğiz. Arılar 2007’de birdenbire burada kaybolmaya başladı. Bazı yerlerde yüzlerce kovan birdenbire boşalıyordu. Pennsylvania eyaletinde arılar bir günde bir arıcının üç bin kovanını birden terk etti.

 

Amerikalı arıcılar ortalığı velveleye verince diğer ülkelerdeki arıcılardan da ses gelmeye başladı. Fransa’dan Japonya’ya, Türkiye’den İngiltere’ye sayısız ülkede benzer kayıplar olduğu ortaya çıktı.

 

Bilim adamları bu esrarengiz yok oluşa Koloni Çöküş Sendromu adı verdiler. (Bir kovan grubunun meydana getirdiği arılara koloni denir.) Birçok suçlu incelendi: Parazitler, bakteriler, genetiği ile oynanmış bitkiler, arıların yön bulma organlarını etkilemesi mümkün cep telefonları, sırayla sanık sandalyesine oturtuldu. Ama suçlu bunların arasında değildi.

 

Diğer bütün olası nedenler elendikten sonra gözler yavaş yavaş Amerika’nın tarımdan çok endüstriye benzeyen, mono-culture denilen, tek ürün ağırlıklı üretim tarzına çevrildi.

 

Çünkü organik tarım yapan yerlerde, doğal haline bırakılmış arılarda bir sorun yoktu. Kayıplar “gezgin” diye tarif edilen, her yıl döllenme görevi yapmak üzere tek ürün üretim bölgelerine taşınan arılarda yaşanıyordu.

 

ABD’de mono-culture küçük ülke büyüklüğünde alanları tek bitkiye, örneğin badem veya kiraza, tahsis etmek demektir. Buralarda başka bitkilerin yaşamasına izin verilmez onun için buralarda yılda sadece birkaç hafta dışında çiçek yoktur. Çiçek olmadığı için de arı yoktur.

 

Her yıl ilkbahara doğru, TIR’lara yüklü kovanlarda milyarlarca arı, ABD’nin birçok eyaletinden tek ürün bölgelerine taşınır.
Florida arıcıları şubat ayının sonundan başlayarak arılarını yükleyip Kaliforniya’nın dev badem ve narenciye plantasyonlarına götürürler. Dört bin kilometreden uzun olan yolu kat etmek bir hafta kadar sürer.

 

Mart ortalarında arılar Florida’ya geri getirilir. Mayısta Kanada hududundaki kiraz plantasyonları için yeniden yola çıkılır.
ABD’deki arıcılar gelirlerinin yüzde yetmişini baldan değil arılarını bu şekilde çalıştırmaktan kazanıyor. Amerika’nın yeni köleleri arılardır.

 

İşte bu çalışmadan döndükten sonradır ki arılar ortadan kayboluyor.

 

“Kaliforniya’ya götürdüğüm arılar geri geldikten birkaç hafta sonra kaybolmaya başlıyor” diye konuştu bir arıcı. “Florida’da bıraktıklarımda hiçbir şey yok.”

Yıllık ortalama 1,7 milyon ton civarındaki dünya badem ürününün yüzde sekseni ABD’nin Kaliforniya eyaletindeki dev çiftliklerden alınır.

İki buçuk milyon dönümlük bir alanı kapsayan bu çiftliklerde arı yaşamaz. Çünkü buralarda ağaçlar birkaç hafta çiçek açar. Başka bitkilerin yaşamasına izin verilmediği için bu kısa dönem dışında çiçek yoktur.

Arılar çiçeklerden beslenir. Onun için bademliklerde barınmaları mümkün değil. Bu nedenle ilkbaharda oralara başka yerlerden arı getirilmesi lazım ki çiçekleri döllenebilsin ve ağaçlar badem versin.

Şubat ayının sonlarına doğru badem çiçeklerini döllendirmek üzere arılar TIR’larla Kaliforniya’ya taşınır. ABD’de iki küsur milyon arı kovanı var. Bunların yarısı bu hicrete katılır. Çiçek mevsiminden sonra arılar binlerce kilometre yol kat edip üslerine geri götürülür.

Badem gibi mono-culture yani tek ürün tarımı uygulanan her yerde durum aynıdır.

Tek ürün bölgelerinin bir başka özelliği daha var. Plantasyonlarda hastalık orman yangını gibi çabuk yayıldığı için büyük miktarda sinek ve böcek öldürücü kimyasal kullanılır. Ağaçlar havadan ve yerden sürekli kimyasallarla yıkanır.

Bitkisel kimyasalların atası Almanlar tarafından keşfedilen ve Birinci Dünya Savaşı’nda kullanılan kimyasal silahlardır. Savaştan sonra kimyasal silah üreticileri fabrikalarını kapatmak için ürünlerine sivil alanda kullanım sahası aradılar. Tarımı buldular. İnsanları öldürmek için icat edilen formüller sinek ve böcek öldürmek amacıyla tarımın hizmetine sunuldu.

Piyasaya yeni ilaçlar sürüldü
İnsanları saymazsak, bundan en çok ilaçlanmış, yani zehirlenmiş bitkilerden bal ve polen toplayan arılar etkilendi. İlaçlanmış çiçeklere konan arılar şaşkın ve zihni bulanık sarhoşlar gibi yalpalamaya başlıyorlardı. Sürekli üstlerini temizlemeye çalışıyorlar, sonra düşüyor, bir daha kalkamıyorlardı.

Şikâyet üzerine kimya şirketleri 2003’te piyasaya yeni tarımsal ilaçlar sürdü. Bunlar sadece belli böcekleri öldürecek ama arılara zarar vermeyeceklerdi. Gerçekten arılar ilaçlı çiçeklere temas ettikten sonra hiçbir şey olmamış gibi yaşamlarına devam ettiler.
Ama üslerine geri döndükten sonra kovanları terk etmeye ve dönmemek üzere ortadan kaybolmaya başladılar. Bilim insanları hem arılarda hem de kovanlarda yüksek miktarlarda “zararlılara” karşı kullanılan kimyasal buldu. Bir Amerikan üniversitesi yirmiden fazla değişik kimyasal tespit etti. Ve şu ortaya çıktı:

Yeni böcek ilaçları arıları hemen öldürmüyor, sinir sistemlerini yavaş yavaş tahrip ediyordu. Hafıza kaybına neden oluyorlar ve arının yön bulma yeteneğini yok ediyorlardı. Arılar kovanlarına dönemiyorlar çünkü yolu bulamıyorlar veya hatırlamıyorlardı.
Kimyasal kullanılan yerlere götürülen koloniler çöküyordu. Yerinde, normal koşullarda bırakılanlara ise hiçbir şey olmuyordu. Çözüm basit gibi görünüyor ama değil. ABD’de çıkar lobilerinin büyük siyasi gücü vardır ve kimya şirketleri çok güçlüdür. Önlem alınmasını önlüyorlar. Arılar ölüyor, kimyasallar ise serbestçe ve bol bol satılmaya devam ediyor.

Arı darlığı başlayınca Avustralya’dan Kaliforniya’ya jumbo jetlerle kovan taşınmaya başlandı. Bilim adamları da kendi kendine döllenen bir badem cinsini mükemmelleştirmeye çalışıyor.

İtalya, Fransa ve Slovenya’da ise bazı kimyasallar yasaklandı. Bizde yasaklanmadığını söylememe bilmem gerek var mı? Demek ki arıların neden ortadan kaybolduğu sır değil. Sır olan paragöz insanın nasıl bu kadar aptal olabileceğidir. (Not: Bu yazının birinci bölümü dün yayımlanmıştı.)

Ama belki bu da sır değil.

Einstein kâinatta sonsuz olan tek şeyin insan aptallığı olduğunu söylememiş miydi?

Milliyet

8 aylık hamile eşini 8 yerinden bıçakladı

0

Ağır yaralanan annenin sezaryenle alınan bebeğinin topuğunda bıçak darbesi sonucu kesik oluştuğu belirlendi.

Kocaeli’nin Kartepe ilçesinde, kocasının 8 yerinden bıçakladığı 8 aylık hamile kadının sezaryenle alınan bebeğinin topuğunda bıçak darbesi sonucu kesik oluştuğu belirlendi.

Cenk Ali Ö. ile 8 aylık hamile eşi Tuba Ö. kalfa olarak çalıştıkları Köseköy Mahallesi’ndeki eczanede ailevi nedenlerden dolayı tartışmaya yaşandı. Tartışmanın büyümesi üzerine Cenk Ali Ö. eşini vücudunun değişik yerlerinden 8 kez bıçakladı.

BEBEĞİN TOPUĞUNDA BIÇAK DARBELERİ
Ağır yaralanan Tuba Ö, olay yerine çağrılan 112 Acil Servis ekiplerince özel bir hastaneye kaldırıldı. Ameliyata alınan Tuba Ö’nün bebeği sezaryenle alındı. 2 kilo 900 gram doğan erkek bebeğin topuğunda, bıçak darbeleri sonucu 2 santimlik kesik oluştuğu tespit edildi.

Sağlık durumu iyi olduğu bildirilen bebek, plastik cerrahi doktorlarınca kesiğe dikiş atıldıktan sonra yeni doğan bakım ünitesine kaldırıldı. Anne Tuba Ö’nün ise hayati tehlikesinin bulunduğu öğrenildi.

Olayın ardından kaçan Cenk Ali Ö, Kartepe İlçe Emniyet Müdürlüğü ekiplerince gözaltına alındı. (Ajanslar)

YGS’de inanılmaz skandal!!

Türkiye, geçtiğimiz günlerde yapılan ve 2 milyona yakıın öğrencinin üniversitelere girebilmek için yarıştığı Yüksek Öğretime Geçiş Sınavı (YGS) hakkında inanılmaz bir skandal iddiası ile çalkalanıyor.
Basına ilk olarak Artvin’deki dershane öğretmenlerinin bir iddiası olarak yansıyan skandal giderek büyüyor. İddiaya göre ÖSYM bu seneki YGS özellikle matematik sorularında gizli bir şifreleme sistemi uygulamış. Bu şifreyi sınavdan önce bilen bir öğrencinin 40 matematik sorusundan 37 tanesini 5-6 dakika içinde doğru cevaplaması mümkün.

Şifre gayet basit : Öncelikle, herhangi bir soruda verilen şıklar küçükten büyüğe doğru sıralanıyor. Şıklardaki yeri, bu yeni sıralamaya rağmen aynı kalan bir cevap seçeneği varsa, doğru cevap o olarak işaretleniyor. Birden fazla şıkkın yeri değişmiyorsa, doğru cevap E şıkkı oluyor. Hiçbir şık aynı kalmıyorsa ise doğru cevap A şıkkı oluyor.

İddianın basına yansımasının ardından internet ortamlarında da hararetli bir tartışma başladı. Sınava girmiş olan adaylar “Bu sene ilk defa şıklar küçükten büyüğe sıralanmamıştı, bu bile tek başına şüphelendirdi” diyor. Sınav sonrasında söz konusu şifreyi uygulayarak soruları yeniden çözenler ise şifrenin varlığını doğruluyor.

Tesadüf mü?

Böylesi bir şifreleme sisteminin tesadüf olabileceğini savunanlar da var. Ancak istatistikçiler, 40 sorudan 37 tanesinin tek bir şifreleme sistemiyle çözülebilmesinin “tesadüf” olma ihtimalini kabaca “trilyon kere trilyonda bir” olarak veriyorlar.

ÖSYM’den açıklama

Tartışmalar devam ederken ÖSYM’den de bir açıklama geldi. Açıklamada “Basında kullanılan ve şifreli cevap anahtarı iddialarına yol açan soru kitapçığı hiçbir adaya verilmemiştir. Söz konusu kitapçık yalnızca soruları basın ve kamuoyuyla internet üzerinden paylaşmak için hazırlanmıştır.” dendi. “Basının daha hassas davranması beklenirdi” diyerek basına sitem de edildi.

Uzmanlar ve şifreli cevap sistemini test edenler ise ÖSYM’nin açıklamasını kesinlikle yetersiz ve önemsiz buluyor. Millyet yazarı ve “Genç Bakış” programının yapımcısı eğitim uzmanı Abbas Güçlü “ÖSYM’nin bu açıklaması inandırıcı değil. Seçeneklerin yeri değişse dahi bu şifre uygulandığı zaman değişen birşey olmuyor. Formül geçerli olduğu sürece yine aynı sonuca ulaşılır” diyerek ÖSYM’nin iddialarını çürütüyor.

“Çok büyük bir tezgah söz konusu”

Skandalı perçinleştiren ise ÖSYM’nin 2011 itibariyle “kişiye özel soru kitapçığı uygulamasına” geçmiş olması. İlk başlarda sınav ve soru güvenliğini arttırıcı bir uygulama olarak sunulan bu sistemin istenen soru kitapçıklarının istenen öğrenci adaylarına dağıtılmasını sağlayacak şekilde kullanılması olasılığından bahsediliyor. Sanal ortamda “Sürekli bilgisayarlı otomatik dağıtımdan bahsediliyor ama sınav için bir okula sırf kız öğrenci doldurabilen algoritma sistemi istenen adaya istenen kitapçığı verecek şekilde de tasarlanabilir” iddiaları dolaşıyor.

Bu iddiaların doğruluğu durumunda iddia edilenden çok daha büyük bir skandalın baş göstereceği belirtiliyor.

Adaylar öfkeli

Skandal iddiaları karşısında sınava giren öğrenci adayları ise öfkeli. Yıllar süren maddi ve manevi çabaların böylesi bir sistemle heba edilmiş olabileceği ihtimali çok büyük ve haklı tepkilere neden oluyor. Önümüzdeki günlerde durumun açıklık kazanmasıyla sınavın akibeti de belli olacak, ancak ÖSYM ve diğer resmi kurumlardan henüz bu konuda bir değerlendirme yok.

(Yeşil Gazete)

Sivil İtaatsizlik çeşitleniyor

Gazeteci Ahmet Şık’ın “İmamın Ordusu” isimli kitabının internette yayınlanmasına inceleme başlatan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na “İmamın Ordusu bende de var” ihbarı yapılmaya başlandı.

Şanar Yurdatapan, kendisini İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na “kitap bende de var” diyerek ihbar etti. Ahmet Şık’ın “İmamın Ordusu” isimli kitabının nüshalarının ev ve işyerleri basılarak yok edildiğine dikkat çeken Yurdatapan, kitap metninin internet ortamında yayınladığını hatırlatarak, “Böylelikle hepimize çok daha etkin bir ‘Sivil İtaatsizlik’ yapma olanağı çıktı” dedi.

İnternet ortamında mail olarak dolaşmaya başlayan ihbar dilekçesinin önsözünde Yurdatapan, şu ifadelere yer verdi:

“Ben aşağıdaki metni, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Turan Çolakkadı’nın e-posta adresine yollayarak, kendi itaatsizliğimi yapıyorum. Hepinizi aynı şeyi yapmaya davet ederek bir suç daha işliyorum, aynı işi sizin de tekrar etmenizi öneriyorum.”

İhbar dilekçesinde ise, “Bu metni elde ettikten başka, elimdeki e-posta adreslerine yollayarak yayılmasına yardımcı oluyor, üstelik bu metni alan kişileri de aynı işi yapmaya teşvik ediyorum. Bu eylemlerim hakkında olası yasal işlemlerin sonuçlarına katlanmaya da hazırım, soruşturma açmanızı bekliyorum” ifadeleri yer aldı. Yurdatapan’ın Çolakkadı’ya gönderdiği ihbar dilekçesi şöyle:

“Sayın Turan Çolakkadı, İstanbul C. Başsavcısı
İSTANBUL
Sayın Başsavcı,
Örgütsel doküman sayılarak polis baskınlarıyla bilgisayarlardan toplanan ‘İmamın Ordusu’ adlı basılmamış kitabın bir nüshasını ekte bulacaksınız.
Gördüğünüz gibi bu metni elde ettikten başka, elimdeki e-posta adreslerine yollayarak yayılmasına yardımcı oluyor, üstelik bu metni alan kişileri de aynı işi yapmaya teşvik ediyorum.
Bu eylemlerim hakkında olası yasal işlemlerin sonuçlarına katlanmaya da hazırım, soruşturma açmanızı bekliyorum.
Saygılarımla” (ajanslar)