Ana Sayfa Blog Sayfa 5223

Belgelerin nasıl servis edildiği ortaya çıktı

Bir takım gazetelerde,aynı anda ve aynı içerikle çıkan haberlerin “kerameti” ortaya çıktı.

BirGün gazetesinde Onurkan Avcı imzasıyla çıkan haberde, son dönemde yürütülen soruşturmaların gizliliği hiçe sayılarak yandaş medyaya servis edilen belgelere dair önemli bir haber yer aldı. Haber, karşıtlarını “talimatla kitap yazmak”la suçlayan AKP’cilerin, aslında nasıl talimatla habercilik yaptıklarını gösteriyor.

Haber şu şekilde:

Ergenekon davası başladığından beri üzerinde ‘gizli’ mührü bulunan dosyalardaki bilgilerin iktidara yakın basın kuruluşlarında bir bir çıkması tepki çekiyor. Son olarak Odatv baskını ve onu takip eden gazeteci tutuklamalarının ardından da soruşturmanın gizli niteliğine rağmen, telefon dinlemeleri ve baskınlarda ele geçirildiği iddia edilen bazı dökümanlar, bazı basın kuruluşlarınca gün be gün yayımlanmaya başlandı.
Birçok hukukçu, ‘bu nasıl soruşturma gizliliği’ diyerek isyan edip, emniyet ile savcılık haricinde bu sızdırmayı yapabilecek başka bir makam bulunmadığına dikkat çekerken, BirGün; ‘sızdırılan’ belgelerden bazılarına ulaştı.

BELGELERDE BAŞLIK ÖNERİLERİ VAR

Altında isim ya da imza bulunmayan, dijital çıktılardan oluşan toplam 19 sayfalık belgelerde, soruşturmanın içeriğine dair gizli kalması gereken ‘bilgiler’ aktarılıyor. Polis tutanağını andırmayan, gayet düzgün bir Türkçeyle yazıldığı gözlemlenen belgelerde, haber yapılırken en çok nerelere vurgu yapılması gerektiğinin işaret edilmesi, hatta başlık verilmesi dikkat çekiyor.
Bugün Odatv baskınından sonra sızdırıldığı iddia edilen bu belgelerde, sadece ‘OdaTv ve Baykal şantajı’ ilişkisi iddialarına dair nelerin yazdığını ve yazılanlarla iktidara yakın medya kuruluşlarında çıkan haberlerin ne derece benzeştiğini inceleyeceğiz.

TALİMATLARLA HABERLER ÖRTÜŞÜYOR
İktidara yakın bir yayın çizgisi izleyen kuruluşların ‘emin’ isimlerine verildiği iddia edilen belgelerdeki ifadeler, teslim tarihinin Mart başı olduğunu ele veriyor.
‘Baykal Operasyonunda Ergenekon Parmağı’ başlığıyla başlayan belgelerde, baskınlarda ele geçirildiği iddia edilen özel dökümanların itinayla özetlendiği görülüyor.
Baskında ele geçirildiği ileri sürülen ‘Ulusal Medya 2010’ adlı belgenin özetlenmesiyle başlayan metinde, “internet sitesi olarak Odatv, televizyon olarak Halk TV ve gazete olarak Sözcü gibi yayın organlarının Türk halkını Kemalist çizgide birleştirebileceği belirtilerek, Ulusal medyanın yeniden inşa edilmesi gerektiğine vurgu yapılıyor” deniyor.

‘ULUSAL MEDYA 2010’ MUAMMASI
Odatv yönetiminin kendilerine virüslü spam olarak gönderildiğini ve kendilerinin yazmadığını açıkladığı Ulusal Medya 2010 belgesiyse, aynen sızdırılan ifadeler doğrultusunda bazı basın kuruluşlarında haber oldu. Sızdırıldığı iddia edilen belgelerle kimlerin mi yazıları örtüşüyor:
Nazlı Ilıcak, Sabah gazetesindeki köşesinde 9 Mart’ta yazdığı ‘Ulusal Medya 2010/Amaç ve Strateji’ başlıklı yazısı, Zaman gazetesi yazarı Mümtazer Türköne’nin aynı tarihli ‘Ulusal medya 2010 teknikleri’ başlıklı yazısı, Samanyolu televizyonunun aynı tarihte ‘ulusal medya 2010’ başlığıyla sunduğu haber, “Ulusal Medya 2010 planı’nın referansı Ergenekon belgeleri” başlıklı 31 Mart’ta Star gazetesinde çıkan haber, sızdırıldığı iddia edilen belgelerdeki ifadeler ve kompozisyonla birebir aynı.

BAYKAL ŞANTAJI İDDİASI SÜKSE YAPMIŞTI
BirGün’ün ele geçirdiği belgelerde en önemli yeriyse CHP’nin eski Genel Başkanı Deniz Baykal’a Odatv cephesinden 2. video şantajı yapılacağı iddiası kaplıyor. Belgelerde, Baykal’ın Halk TV’nin Soner Yalçın’a devrine razı olmadığı, ancak Kılıçdaroğlu’nun onay vereceği bilgileri yer alırken, Halk Tv’nin devralınması için Odatv’nin 4 aşamalı bir plan kurduğu iddia ediliyor. Odatv’de ele geçirilenleri yandaş medyaya özetleyen ‘yetkililer’, Halk TV’nin Odatv ekibine devrine Baykal’ı ikna etmek ‘varan 2 şantajı hazırlığı’ içinde olduğuna dair belgeler ele geçirdiklerini iddia ediyor.
Buna dayanak olaraksa Odatv’den ele geçirildiği iddia edilen metinlerdeki şu ifadeler kullanılmış:
– Halk TV’yi devralırsak parasal sıkıntımız kalmaz. Kılıçdaroğlu istekli, her türlü desteği alırız ama Baykal direniyor. Baykal engelini Aşmalıyız. İkna için varan 2…
– Görüşmeler olumlu, Kılıçdaroğlu bu iş seçimlerden önce bitsin diyor.

‘VARAN 2’ HABERİ AYNEN SERVİS EDİLDİ
Belgelerdeki bu ifadeler ise yine iktidara yakın basın kuruluşlarınca desteklenmiş görünüyor. Belgelerde “Halk TV için Baykal’a VARAN 2 Şantajı yapıldı” başlık önerisi altında toparlanan bilgiler aynı minvalde hatta benzer başlıklarla yandaş medyada yer bulmuş. Tüm haberlerin yayımlanma tarihinin 4 Mart olması, bu sızdırma işleminin 3-4 Mart’ta gerçekleştiği ya da hangi tarihte yayımlayacakları konusunda bu medya kuruluşlarının aralarında bir konsensüs olduğunu ortaya koyuyor. İşte o haberler:
– Sabah gazetesi, “Baykal’a Halk TV için ‘Varan 2’ şantajı iddiası” (4 Mart)
– Habertürk gazetesi, “Baykal’a ‘Varan 2 kasetli şantaj hazırlığı’ iddiası” (4 Mart)
– Star gazetesi, “Baykal’a varan 2’li ikna” (4 Mart)
– Vakit gazetesi, “Baykal’ı bitiren kasetle ilgili şok iddia” (4 Mart)
– Zaman gazetesi, “Oda TV’de şok belge: Baykal ikna olmazsa ‘Varan 2’ yi kullanalım” (4 Mart)
– Bugün gazetesi, “Baykal ikna olmazsa ‘Varan 2’ yi kullanalım (4 Mart)
– Samanyolu tv, ‘Varan 2’ (4 Mart)
Bu haberlerin haricinde belgelerdeki talimatlara uyarak iddiaları haberleştiren, hatta başlık önerilerini bile boşa çıkarmayan, iktidara yakın birçok internet sitesinin bu sızdırmalardan aynı tarihte faydalandığı görülüyor.

(Yeşil Gazete, Birgün, Sol)

Zararlı gıdaların listesi ‘kişiye özel’ olarak açıklandı!

Bursalı bir avukat, hukuk mücadelesiyle Tarım Bakanlığı’nın sağlığa zararlı üretim yaptığını belirlediği firmaların listesini aldı. Avukat, listede tanınmış markaların olduğunu söylüyor.

Bursalı avukat Erol Çiçek, Tarım Bakanlığı’nın 2009’da yaptığı gıda denetimi sonuçlarına ulaşmak için başlattığı hukuk mücadelesini kazandı. Tarım Bakanlığı, denetimlerde, sağlığa zararlı üretim yaptığı belirlenen firmaların ve ürünlerinin yer aldığı 24 sayfalık listeyi Çiçek’e, yayınlanmamak şartıyla ‘kişiye özel’ kaydı ile verdi. Milliyet gazetesinde yer alan haber şöyle:

Orhangazi’de yaşayan Erol Çiçek, Tarım Bakanlığı’nın 2009’daki gıda denetimlerine ilişkin haberlerin basında yer alması üzerine, ‘Bilgi edinme hakkı’ çerçevesinde, ürünleri sağlığa zararlı çıkan firmaların isimleri ve ürünlerinin listesinin kendisine verilmesini istedi.

‘Halk sağlığı ticari sır olmaz’

Bakanlık 2 Ağustos 2010’da Çiçek’e verdiği yanıtta, ‘Yasal çerçevede gıda denetimi yapılan firmaların teşhir edilmesine ilişkin bakanlığın yetkisinin bulunmadığını, mahkeme kararı olmaksızın firma isimlerinin ilan edilmesinin mümkün olmadığını’ dile getirdi.

Çiçek, meslektaşı olan kardeşi Öznur Çiçek Bildik aracılığıyla bakanlık aleyhine, Ankara 6’ncı İdare Mahkemesi’nde, bakanlık işleminin yürütmesinin durdurulması ve iptali istemiyle dava açtı. Dava dilekçesinde, bakanlığın bilgileri açıklamama kararının sağlıklı yaşam hakkını olumsuz etkilediği kaydedildi. 6’ncı İdare Mahkemesi, 15 Aralık 2010 tarihli yürütmeyi durdurma kararında, halk sağlığını ilgilendiren hususların ticari sır olarak nitelendirilmesinin mümkün olmadığı, davacının başvurusunun reddinin mevzuata uygun olmadığı ifade edildi.

Bakanlık, sağlığa zararlı ürünler ve üretici firmalar listesini Çiçek’e ‘kişiye özel’ olarak gönderdi. Bakanlık bu yaklaşımı ise ‘Kanun ve yönetmelikte belirtilen usul ve esaslar çerçevesinde erişilen bilgi ve belgeler erişimi sağlayan kurum ve kuruluştan izin alınmaksızın yayınlanamaz’ hükmü ile açıkladı.

Rakıda metil alkol, domateste zirai ilaç

Kırmızı pul ve toz biberde aflatoksin ve sudan boyası, sıvı yağlarda poli aromatik hidrokarbonlar – Benzo(a) pirene rastlandığını belirten Çiçek, “Bir ünlü firmanın çok reklamı yapılan bir yağı da burada yer almış. İki margarinde benzoik ve sorbik asit bulunmuş. Tuzda potasyum iyodat tespit edilmiş. Alkollü içkilerde, piyasada tanınmış bir firmanın rakılarında metil alkol tespit edilmiş. Armut, çilek, domates, elma, erik, ıspanak, kabak, kavun ve yoğun olarak biber, hıyar ve domateslerde zirai ilaç kalıntısı rastlanmış” dedi.

Bal ve pekmez analiz sonuçlarında da kötü örneklerin çok olduğunu anlatan Çiçek, “Kurutulmuş meyvelerde kükürt dioksit, fındık, kuru incir, antepfıstığı, lokum ve helvada aflatoksin çıkmış” diye konuştu.

24 sayfalık listede ünlü firmalar var

Kendisine 24 sayfalık bir liste gönderildiğini açıklayan Erol Çiçek, kriterlere uygunluk açısından, 81 İl Tarım Müdürlüğü tarafından gıda denetiminde numunelerin araştırıldığını açıkladı.
Beyaz peynir ve dondurmada mikrobiyolojik analizin olumsuz çıktığını anlatan Çiçek, bunlar arasında ünlü firmaların da yer aldığını kaydetti. Yoğurt, peynir ve tereyağında bitkisel yağlara rastlandığını ifade eden Çiçek, yoğurtta, mikroorganizma sayısında olumsuz çıkan ünlü bir firma olduğunu açıkladı.

Kırmızı ette domuz!

Raporda kırmızı ette, domuz ve tek tırnaklı hayvan etine rastlandığını söyleyen Çiçek, “Ünlü firmaların sucuk ve köftelerinde, olmaması gerektiği halde kanatlı etine rastlanmış. Ünlü firmaların kanatlı hayvan etlerinde mikroorganizma tespit edilmiş. Boya miktarı açısından olumsuz şeker ve şekerleme çeşitleri mevcut” diye konuştu. (T24, Milliyet, Yeşil Gazete)

Magic kendine geldi

0

13 maçla devam eden NBA’de Orlando Magic, gecenin önemli maçlarından birinde Charlotte Bobcats’i konuk etti. Bobcats’in play-off umutlarının devamı için kiritik bir randevu olan mücadelede, Dwight Howard’ın yarattığı fark Magic’i zafere taşıdı. Hido da 12 sayı, 7 asistle galibiyete katkı verdi.

Orlando Magic, Amway Center’da 18 bin 969 taraftarı önünde Charlotte Bobcats’i konuk etti. 2 saat 7 dakika süren mücadelede liderlik 3 kez el değiştirirken, mutlu sona ulaşan 89-77 ile ev sahibi Orlando Magic oldu. Magic bu sonuçla 2 maç kaybettikten sonra kendine geldi.

Dwight Howard 26 sayı 14 ribaundla double double yaparken, Jameer Nelson 15 sayı 6 asistle maçı tamamladı. Milli basketbolcumuz Hidayet Türkoğlu, 34 dakika süre aldığı maçta 12 sayı kaydederek galibiyete destek verdi. Hido, 12 sayısını 7 asist 2 ribaundla destekledi. Quentin Richardson 14 sayı 5 ribaundla galibiyete destek verdi. Orlando’da Brandon Bass da aynen Hido gibi maçı 12 sayı ile tamamladı.

Orlando Magic bu galibiyetle normal sezonun tamamlanmasına 6 maç kala 48-28’i yakalarken antrenör Stan Van Gandy’e göre Orlando Magic, play-off’lara tam anlamıyla hazır değil. “Daha yüksek bir seviyede oynamamız lazım. Bu maçtaki basketbolumuz bizim için örnek olmamalı” diyen Van Gundy, “İşi ciddileştirmemiz lazım. Düğmeyi çevirdiğimizde güç olmazsa hiç iyi olmaz” ifadelerini kullandı.

Orlando Magic, Bobcats karşısında bu sezon 3-0’ı yakalarken, galibiyetle iki maçlık mağlubiyet serisine de son verdi.

Bobcats, normal sezonu tamamlamasına 7 maç kala, Doğu’dan play-off vizesi almak için Indiana ile girdiği mücadelede aldığı bu yenilgiyle önemli bir kayıp yaşarken Dante Cunningham 21 sayı ve D.J. Augustin 19 sayıyla takımın en etkili isimleri oldu.

Magic’te J.J. Redick, Gilbert Arenas ve Chris Duhon yer almazken Bobcats de Stephen Jackson, Tyrus Thomas ve Shaun Livingston’dan yoksun bir mücadele verdi.

Bobcats bu maçta Stephen Jackson’dan yoksun bir halde kötü şut yüzdesiyle dikkat çekerken %45’te kalan takım, üç sayı çizgisinin arkasından da 9’da 1 ile oynadı.

Orlando da %42 şut yüzdesiyle zayıf kaldı ancak 9 üç sayılık basket ve rakibin 16 top kaybından gelen 21 sayı ev sahibini kurtaran detaylar oldu.

NBA’DE GÜNÜN SONUÇLARI
New Jersey 90 Philadelphia 115
Cleveland 107 Washington 115
Milwaukee 88 Indiana 89
Chicago 101 Detroit 96
Memphis 93 New Orleans 81
Boston 83 Atlanta 88
Miami 111 Minnesota 92
San Antonio 114 Houston 119
Denver 99 Sacramento 90
Oklahoma City 91 Portland 98
LA Clippers 98 Phoenix 111
LA Lakers 96 Utah 85
Charlotte 77 Orlando 89

İlk finalist Judd Trump

0

Çin Açık’ta ilk finalist Shaun Murphy’i 6-1 mağlup eden Judd Trump oldu.

Oyuna iyi başlayan ve ilk iki frame sonucunda 2-0 öne geçen 21 yaşındaki İngiliz, üçüncü frame’de tecrübeli rakibine boyun eğdi.

Dünya 6 numarası Shaun Murphy, kazandığı frame sonrasında oyunda varlık gösteremeyince Judd Trump, maçı kontrolü altına aldı ve 6-1’lik sonuçla finale yükseldi.

Bu sonuç, Trump’ın kariyerinin en büyük zaferi olarak kayıtlara geçti.

Genç İngiliz’in finaldeki rakibi bugün oynanacak Ding Junhui – Mark Selby maçının galibi olacak.

Büyük Anadolu Yürüyüşü başlarken…[2]

Büyük Anadolu Yürüyüşü’yle ilgili dünkü haberimizde hareketin içinde yer alan bazı dernek ve sivil toplum örgütlerine yönelik, son günlerde bir takım iddiaların ortaya çıktığını ve bu iddiaları da okurlarımızla paylaşacağımızı bildirmiştik. Bugün konuyla ilgili daha fazla bilgi almak üzere iddiaların sahibi Supolitik Çalışma Grubu’ndan Gaye Yılmaz’la yaptığımız röportajı yayınlıyoruz. Grup kendi web sayfasında temel ilkelerini şöyle sıralıyor:

-Yalnızca sözde ve yazıda değil, bütün eylem ve etkinliklerde de suyu ticari bir meta olarak değil; temel, evrensel bir hak, insanlığın ve doğanın ortak malı olarak tanımlamak,

– Su hakkı için yürütülmekte olan çalışmaları yatay, eşit, kapsayıcı ve belirlenen ilkeler temelinde genişletmek,

– Türkiyeli ya da uluslar arası şirketler veya WWC, WWF, IWRA vd. ile hiçbir koşul ve hiçbir formda ilişkiye girmemek ve giren örgütleri uyarmak,

– Farklı boyutları olan su hakkı mücadelesinde tek başına hiçbir boyutu diğerlerine feda edecek şekilde öne çıkarmamak; bütün bu farklı ve çoğu zaman biri diğeriyle çatışıyormuş gibi görünen mücadele alanlarını ilişkisel ve eleştirel bir perspektiften ve suyun temel bir hak olduğu bakış açısından ortaklaştırmak,

– Suyun, devletler arası çatışmalarda kullanılabilecek bir silah olduğunu ileri süren ve su hakkını yok sayarak onu “ulusal, stratejik bir kaynak” gibi tanımlayan yaklaşımları reddetmek..

 

Supolitik Grubu’nun internet sayfasında yaptığı açıklamada; Büyük Anadolu Yürüyüşü’nü örgütleyen en önemli unsurların Türkiye Su Meclisi ve Doğa Derneği olduğu, bu yapıların da büyük sermaye gruplarıyla organik bağları olduğu yönünde iddialar var. Acaba bu iddiaların dayanağı nedir?

Bu iddialarımızın tamamının ve daha fazlasının bilgi ve belgeleri Supolitik grubunun arşivinde bulunmaktadır. Yürüyüşün çıkış metninin (manifesto) içeriğinin Türkiye Su Meclisi’nin en büyük bileşenlerinden Doğa Derneği’nin web sitesinde yer alan metinlerdeki içerikle büyük benzerlikler taşıması bir yana, yürüyüşle ilgili olarak bütün yöreler bizzat Doğa Derneği ve TEMA aktivistleri tarafından birebir ziyaret edilerek yürüyüşe dahil edilmişlerdir.  Diğer yandan gerek Doğa Derneği gerekse TEMA’nın sermaye grupları ile olan ilişkileri birer ilişki olmanın çok ötesindedir. Mesela TEMA’nın Anadolu’da yapılacak HES’lerle ilgili görüşünün bunlara karşı çıkmak ya da protesto etmek değil, devlet yöneticilerinden inşaat sürecinde gerekli hassasiyeti göstermelerini talep etmek olduğu bilgisine biz basından ulaştık. Benzer şekilde Doğa Derneği de Birleşmiş Milletler(BM) kalkınma ajansı  (UNDP) projeleri üzerinden yerelliklere ulaşmakta ve HES’lere isyan eden yöre halklarına “alternatif” kalkınma projeleri sunmaktadır. Bu alternatif projeler örneğin eko-turizm ya da eko-tarım gibi adlar altında yöre insanını her biri suyun ticarileştirilmesine çıkan farklı yollarla kapitalist üretim ilişkilerinin içine çekmekte, doğa sömürüsü yine yaşanmakta ama bu kez sömürünün adı değiştirilerek “sürdürülebilir kalkınma” olmaktadır. Doğa Derneği’ni de TEMA’yı da oluşturan ve destekleyen şirketler ve kurumlar Koç Grubundan, Microsoft’a, Motorola’dan, Eczacıbaşı’na, Çevre ve Orman Bakanlığı’ndan, AB Komisyonu’na kadar büyük bir çeşitlilik göstermektedir ve bu bilgilere bu derneklerin web sitelerinden ulaşmak mümkündür.  Şimdi bu saydığım kurum ve şirketlerin niyetinin masum olduğunu düşünmek mümkün olabilir mi? Diyelim ki masumlar, peki suyun ticarileştirilmesinin yasal düzenekleri Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından çıkarılmıyor mu? Nasıl oluyor da Bakanlık böyle bir “muhalefet”in içinde yer alıyor. Nasıl oluyor da AB sularını metalaştıran AB Su Çerçeve Direktifi’nin mimarı olan Komisyon bir “muhalefet”in içinde yer alabiliyor? Borusan şirketi hem HES inşaatları yapıyor hem de TEMA’nın, dolayısıyla Türkiye  Su Meclisi’nin kurucu unsurlarından biri.

Metinde bahsedilen grubun sadece HES karşıtı olarak ortaya çıktığı ve suyun ticarileşmesiyle ilgili diğer alanlarda yer almadığı eleştirisi var. Sizce HES mücadelesi gibi somut bir hedef üzerinde yoğunlaşıp sonuç almaya dönük bir eylem kendi başına anlamlı olmaz mı?

Doğru…her iki derneğin ve dolayısıyla Türkiye Su Meclisi’nin metinlerine bakıldığında örneğin tarımsal sulamanın piyasa fiyatlarına endekslenmesi ya da evsel suların tamamen ticarileştirilmesi veya yer altı sularının da metalaşma döngüsüne dahil edilecek olmasına dair tek bir çalışma bulamazsınız. Özellikle adı Türkiye Su Meclisi olan ve bir şemsiye örgüt olma iddiası taşıyan bir organizasyonun sorunun neden sadece tek bir boyutu ile ilgilendiği, ve diğer sorunlara dair neden tek bir söz bile etmediğinin sorgulanması gerekir. Elbette sorunun tek bir boyutu ile ilgili bağımsız mücadeleler de olabilir, ama eğer bu mücadeleler karşısında mücadele ettiği özne (sermaye) ile birlikte hareket ediyorsa şüphe duyulması doğaldır. Sularınızı işgal eden de şirketler, sizin – şirketlere karşı olması gereken-  mücadelenizin başat unsurları da şirketler. Sizce bunda bir garabet yok mu? Doğrusunu isterseniz böyle bir oluşuma ben “mücadele” diyemiyor ve öncelikle şirketlerin neden hem saldıran konumunda olup aynı zamanda da saldırılarına maruz kalanların yanında olduklarını sorguluyorum.  Gördüğüm şey şu, Türkiye’de HES sayısı kısa süre içinde 1000’lerle ifade edilmeye başlandı ve önümüzdeki dönemde bu daha çok artacak. Her saldırının kendi karşıtını yaratacağı yaygın olarak bilinir, dolayısıyla Anadolu’nun her yerinden isyanların yükseleceği de beklenen bir durumdu. Bu tip süreçlerde saldıran taraf için izlenecek 2 yol vardır: ya isyanları uzaktan izlersiniz ki bu hiç istemediğiniz sonuçlara da yol açabilir; ya da isyanların içine muhalifmiş gibi sızarak mücadeleleri ılımlılaştırmaya, onları başka yollarla kendi çıkarlarınıza (su kaynaklarının ticarileştirilmesine) ikna etmeye çalışırsınız. Kırsal kalkınma projelerinin son dönemde inanılmaz bir hızla artmış olması bu bağlamda hiç te tesadüf değildir. Ve bu projeler sermaye STK’ları eliyle yürütülmektedir.

Bu yürüyüşün örgütleyicisi hangi grup olursa olsun sonuçta toprağına ve suyuna sahip çıkmak isteyen insanların yürüyüşü olabilmesi durumunda, önemli bir toplumsal hareket olacağını ve belli bir mücadele ruhu yaratacağını düşünmez misiniz?

Eğer bu toprağına ve suyuna sahip çıkmak istediğini söyleyen halklar gerçekliğin bütün bilgisine sahip oldukları, örneğin derelerinin HES ya da baraj yüzünden değil ama “sürdürülebilir ticaret, sürdürülebilir tarım” üzerinden ellerinden alınacağını bildikleri halde şirketlerle kurdukları işbirliğinden vaz geçmiyorlarsa benim buna toplumsal  hareket demem mümkün değil. Bu tip süreçler toplumları olsa olsa sonucu hepimizce malum olan “turuncu devrimler”e götürür.

Gülden Akyol – Yeşil Gazete

Yurttaşın 4 hali : Dokunan yanar mı?

Ahmet Şık’ın henüz yayınlanmamış kitabına iki ilginç tepkisi olmuştu savcıların. Birinci tepki Ergenekon soruşturması kapsamında “örgüt propagandası” sayarak taslağa el koymaktı. İkinci tepki ise daha çıkmamış kitabı yok etmek, yeryüzünden silmek girişimi oldu. Bilgisayarlardaki taslaklara el konuldu, dahası “taslağı bulundurmanın örgüt propagandası yapmak anlamına geleceği” ifade edilerek çok açık biçimde tehdit edildi tüm yurttaşlar.

Örgüt propagandası olduğu mahkeme kararıyla henüz tescillenmemiş bir kitap taslağını bulundurmanın örgüt propagandası sayılmasının tüm hukuk teamüllerine aykırılığı çok önemli ve ama ayrı bir konu. Benim değinmek istediğim taslağın geçtiğimiz günlerde “dokunan_yanar” ismiyle internete sızması ve bunun üzerine başlayan süreç.

Kimilerince “Türkiye’nin wikileaks’i” olarak tanımlanan bu durum, “devlet-yurttaş” ilişkisini incelemek için çok güzel bir fırsat. Aynı anda hem parçası hem de gözlemcisi olduğumuz bir nevi toplumsal deney, aslında. Mail kutusunu açtığında bir tanıdığından “dokunan_yanar.pdf” isimli dosyayı gören kişinin aklından ilk geçenler ve ardından yaptıkları, (varsa) endişe ve ikilemleri…

Bu çok somut ve taze durum üzerinden Türkiye’de yurttaş olmanın hallerini inceleyelim o halde. “Yurttaşlık halinden” kastım, siyasi ve ideolojik düşünceleri ne olursa olsun herhangi bir yurttaşın devletle kamusal alanda alenen kurduğu ilişki hali.

Ben bu ilişkiyi, kategorilendirme çabalarının gerçeği tam olarak yansıtmayı hiç bir zaman başaramayacaklarının da farkında olarak, 4 değişik halde sınıflandırıyorum.

 

1. Hal : Edilgen Nesne

Bu hal, yurttaşın devlet karşısında tam olarak kabullenişçi, tam anlamıyla teslimiyetçi durumuna karşılık geliyor. Toplumun önemli bir kısmı, benim gözlemime göre en azından, bu sınıfta. “Sana mı kaldı uğraşmak”, “Sen kendi işine bak, kendi geleceğini düşün” gibi cümleler de neredeyse şaşmaz biçimde bu halde olan yurttaşlardan geliyor. Bu yurttaşların önemli bir kısmını gençlik zamanlarında 80 darbesini yaşamış kişiler oluşturuyor. Güvensizlik ve “sonunda ihale sana kalır” anlayışı egemen önemli bir kısmında; geri kalanı ise gerçekten de ülkede ve dünyada neler olup bittiğine önem vermeyenler. Demokrasi ve yurttaşlık görevini yeri ve zamanı geldiğinde oy kullanmak ve “vatana millete yararlı olmak” üzerinden tanımlamak bu yurttaşlık halinde bulunanların temel özelliği.

 

2. Hal : Edilgen Özne

Türkiye şartlarında en ikircikli ve karmaşık yurttaşlık hali bu kısımda. Sayıca da “nesne / edilgen” halde bulunanlarla birlikte Türkiye toplumunun çoğunluğunu oluşturuyorlar. “Karmaşık” olmasının sebebi ise bu yurttaşlık halinde bulunanların genelde tepkilerini nasıl dile getireceklerini bilemiyor olması. İnternetin yaygınlaşması sayesinde kimi bloglarında veya facebook ve twitter hesaplarında paylaşıyorlar kelamlarını. Ama daha fazlası, örneğin sokağa çıkıp bir protestoya veya mitinge, ya da bir sivil itaatsizlik eyleyişine katılmak fazla geliyor bu haldekilere. Bu haldekilerin önemli bir kısmı tepkilerini güvenle dile getirebilecekleri platform veya gruplar da göremiyorlar etraflarına baktıklarında. Güven eksikliği burada da söz konusu, özellikle somut eylem ve adımlar söz konusu olduğunda. Cumhuriyet Mitingleri’ne katılanların önemli bir kısmını bu hal için örnek olarak verebiliriz.

 

3. Hal : Etkin Özne

Bu yurttaşlık halindekiler, devlet-yurttaş ilişkisinde özne olmayı istiyorlar. Aynı ikinci gruptakiler gibi. Bu haldekilerin farkıysa somut eyleyiş, kampanya ve “ses duyurma” eylemlerine aktif olarak katılmaları, üstüne üstlük bu tür organizasyonlarda inisyatif alarak öncülük etmeleri. Bu haldekiler düşünce ve eylemlerini açık açık ilan etmekten, dosdoğru sivil itaatsizlik örnekleri sergilemekten çekinmiyorlar. Tepkilerini tasarlarken yapacakları eylemin hukuka uygunluğunu gözetiyorlar; açık ve seçik olarak suç teşkil edecek eylemlerden uzak duruyorlar. Diğer yandan Türkiye gibi bir ülkede devletin işine gelmeyen herhangi bir eyleyişi bir şekilde punduna getirip “suç sayabileceğinin” de farkındalar. Hukuki riskin yok edilemediği durumlarda savcılarca suçlanma ve mahkemece mahkum edilme riski, böylesi bir durumda oluşabilecek sonuçlar, yapılan eylemin meşruluğu ve kitleselliği ve politik gelişmeler arasında ince bir hesap yapıp harekete geçiyorlar. Nükleer karşıtı imzaları TBMM’ye sunan aktivistler, buna bir örnek.

 

4. Hal : Agresif Özne

Bu yurttaşlık halindekiler ulusal kanun ve yasakları görmezden gelen eylem ve söylemlere dahil olabiliyor, hatta bu tür “yasadışı” hareketleri yaymak için alenen çaba gösterebiliyorlar. Eylemlerinin meşruluğunu etik değerler ve/veya küresel teamüllerden alıyorlar. Sayıları Türkiye’de oldukça az; ancak hızla artıyor. Aleni “vicdani retçiler” bu yurttaşlık halindekilerin çok güzel bir örneği.

Bu kaba sınıflandırmanın hemen ardından bir noktanın altını çizelim. Burada önemli olan siyasi veya ideolojik düşünceden bağımsız olarak devlet-birey ilişkisinde “ses çıkarma” durumudur. Dolayısıyla örneğin bir olgu olarak devletten ölesiye nefret ediyor olmak bile eğer bu durum “kamusal alanda” (internet de dahildir buna) çeşitli yollarla ifade edilmiyorsa, önemsizdir; en azından yukarıdaki sınıflandırma için.

***

Bu haller ışığında dokunan_yanar isimli taslağın internete düşmüş olması karşısında verilen yurtaşlık hali daha da önemli hale geliyor. Taslağın varlığından haberdar olmayanları, örneğin internet erişimi olmayan veya haberleri izleyemeyenleri bir kenara ayırırsak son üç gündür yaşananlar karşısında,

– 1. hal görmemezlikten gelme, hiçbir şey olmamış gibi davranma,

– 2. hal taslağı güvenli ve diğer yurttaşlardan gizli olarak indirme,

– 3. hal taslağı indirmek ve arkadaş çevreleriyle paylaşmak, “ben de indirdim” şeklinde alenen duyurmak

– 4. hal ise Taksim Meydanı’nda toplanıp sesli olarak birkaç sayfa okumak,

şeklinde yaşandı.

***

Bunları yazarken bir noktayı daha aydınlatmakta yarar var. Kitap taslağının içeriğine katılmak veya katılmamanın bir önemi yok; burada esas olan devletin daraltmaya çalıştığı bir özgürlük alanını sahiplenmekti. Tam da bu yüzden güzel bir toplumsal “deney” olarak çıkıyor karşımıza bu yaşananlar : devlet-birey ilişkisinde safımızı belli etmek, içinde bulunduğumuz yurttaşlık halini anlamak ve göstermek için bir turnosol işlevi gördü “dokunan_yanar.pdf”

Benim bu konuda şahsi görüşümü 3 temel noktada toparlayabilirim, sanırım :

1) Birinci hal dışında her yurttaşlık halindekiler, kendisinden sonra gelen haldekiler için bir güç ve meşruiyet kaynağı. Diğer bir deyişle “bu kitabı ben de okuyorum arkadaş” diyenlerin sayısı ve görünürlüğü arttıkça kitabı yayanların güvenliği ve meşruiyeti artıyor. Girişilen her ufak da olsa sivil itaatsizlik eylemi daha büyük ve girişken eylemlere meşruluk ve dokunulmazlık katıyor.

2) 4. haldeki yurttaşların sayısı fazla değil, öngörülebilir gelecekte de pek fazla olmayacak. Zaten önemli olan da bu tür “kahramanların” sayısını arttırmaktan çok, o agresif öznelere toplumsal meşruiyet kazandıran 2. ve 3. haldekilerin görünürlük, sayı ve etkilerinin büyümesi.

3) “İleri demokrasi” diye bir kavram varsa (ki başbakan sağolsun, artık var, en azından Türkiye’de) bu ancak ve en temelde “asgari 1. hal, azami 2, 3 ve 4. hal” olarak tanımlanabilir. Demokrasinin birinci saiki, “nesne değil özne olma” durumudur. “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” şiarı misal, tam da budur.

***

Ben bugün, benden önce gelenlerin haklı veya haksız olarak hep 1. veya 2. yurttaşlık hallerinde kalmış olmalarının acısını çekiyorum. Tarihi boyunca otoriter olmuş bir devlete sahip olmanın getirileriyle uğraşıyor, benden öncekilerin seslerini, sesleri ne olursa olsun, çıkarmamış olmasının bedelini ödüyorum. Bu anlamda benim için “vatana millete hayırlı yurttaş olmak” demek, benden sonra geleceklere daha demokratik bir ülke bırakmak için çabalamaktır. Bunun yolu da sesimi çıkarmaktan geçiyor. Türlü türlü korkulara, sindirmelere ve tehditlere rağmen, yurttaşlığımın gereği olarak bir özne olmaktan geçiyor.

Dokunan_yanar.pdf ‘yi e-mail kutumuzda ya da internette gördüğümüzde verdiğimiz tepki, tam da bu yüzden her birimiz için çok önemli birer gösterge.

Korkmak, endişe etmek, “başıma bir şey gelir mi?” diye tasalanmak kadar doğal, bunlar kadar insani bir durum yok. Hatta tüm bu korkulara rağmen “yurttaşlık görevini” yerine getirmek en güzeli, en zoru, en takdir edilesi.

Şimdi bir anlığına da olsa soluklanıp soralım kendi kendimize, kimsenin duymayacağı şekilde : “Ben hangi yurttaşlık halindeyim?”

Tersanede 143. kez iş cinayeti!

0

Kalkavanlar sermayesine ait Beşiktaş Group tersanesi Yalçın Denizcilik taşeronunda çalışan Cemil Kaya(28) iş cinayetine kurban gitti. Yalova tersaneler bölgesinde faaliyet gösteren Palmali isimli tankerin inşası sırasında menhol kapağından ambara düşen işçi boynu kırılarak yaşamını yitirdi. 29 Mart salı günü meydana gelen iş cinayetine ilişkin Tersane İşçileri Birliği Derneği tarafından yapılan açıklama ise şöyle:

Kahrolsun ücretli kölelik düzeni!

29 Mart salı günü saat 11.00 sularında Yalova tersaneler bölgesinde faaliyet gösteren Kalkavanlar sermayesine ait Beşiktaş Group tersanesi Yalçın Denizcilik taşeronunda çalışan 28 yaşındaki CEMİL KAYA iş cinayetine kurban gitti. Palmali isimli tankerin inşası sırasında menhol kapağından ambara düşen işçi boynunun kırılması sonucu yaşamını yitirdi.

“Tersanelerde işçi sağlığı ve güvenliği tedbirlerini üst seviyeye çıkardık” diyenler, “tersaneler artık diğer tüm sektörlerden daha güvenli” açıklamalarını peş peşe yapanlar. Yalovada yaşanan 143. iş cinayetini nasıl açıklayacaklar?

Yalova, Tuzla tersanelerinden sonra iş cinayetlerinin en yaygın yaşandığı tersaneler bölgesidir. Yalovayı iş cinayetleri konusunda Zonguldak tersaneleri izlemektedir. Basında gerek devlet adına yapılan, gerekse de tersane patronları tarafından yapılan “İşçinin burnunun kanamaması için her şeyi yapacağız”açıklamaları samimiyetten uzaktır. Tersane patronları aşırı kar hırsıyla davranmakta, önlem almamakta, yeni cinayetlerin önünü açmaktadırlar.

Son dönemlerde peşi sıra ölümlerin yaşanmamasını “önlem aldık” palavrasıyla kamuoyunu yanıltmaya çalışanlar, işçi katletmeye devam ediyor. Peş peşe ölümlerin yaşanmamasının nedeni sektörde ciddi oranda üretimin azalmasıdır. Eğer üretimde bir artış olursa iş cinayetleri yeniden seri bir hal alacaktır. Zira tersanelerde sorun yapısaldır. Taşeronluk sistemi kaldırılmadan, gerçekten işçi sağlığı ve güvenliği tedbirleri üst seviyeye çıkarılmadan, işçi sağlığı ve güvenliğine kaynak aktarılmadan ölümleri önlemek mümkün değildir.

Tersane işçileri Birliği Derneği olarak tüm basını ve kamuoyunu tersanelerdeki cehennem koşullarına karşı yürüttüğümüz mücadeleye omuz vermeye çağırıyoruz.

Beşiktaş Grup patronu ve Yalçın Denizcilik taşeronu tutuklansın!

Taşeronluk kaldırılsın, Önlem alınsın, Ölümler durdurulsun!

Tersane İşçileri Birliği Derneği (TİB-DER)

(jiyan.org)

İmamın ordusu yasağa rağmen meydanlarda okunuyor

Gazeteci Ahmet Şık’ın yasaklanan ve daha basılmadan toplatılma kararı çıkarılan kitabı İmamın Ordusu, Taksim Meydanı’nda onlarca kişi tarafından okundu. Sivil itaatsizlik eylemi böylece yeni bir boyuta girmiş oldu. Dün tüm internete yayılan kitabın çıktılarını alan yurttaşlar, kitaptan birer sayfa okudu. İtaatsizliler, “Dokunan yanar, ya okuyan?” başlığıyla toplanmıştı.

Ahmet Şık’ın İmamın Ordusu kitabının taslağı twitter’da yayımlanır yayımlanmaz yüz bini aşkın kişi bilgisayarına kitabı indirmişti. Bu gerçekleşmeden önce de “kitap bende de var” diyerek onbinler yasağa karşı çıkmıştı.

Ahmet Şık’ın arkadaşları ve destekçileri de bugün Taksim Meydanı’nda kitabın taslağından aldıkları çıktıları topluca okuyarak ifade özgürlüğünü savunan bir eyleme imza attılar; “Dokunan yanar, ya okuyan?”

Aralarında Şık’ın avukatı Can Atalay’ın yanı sıra akademisyen Murat İnceoğlu, Osman Akınay, Tan Morgül, Mustafa Sütlaş, Filiz Karakuş’un da bulunduğu onlarca kişi sesli olarak kitabın taslağından kısımlar okudu. Eyleme katılanlardan kimisi kitabı tek başına okumayı tercih ederken, bazı katılımcılar üçerli dörderli gruplar halinde sesli okuma yaptı.

19.00’da başlayan okuma eylemi yaklaşık yarım saat sürdükten sonra sona erdi.

(sendika.org. Yeşil Gazete)

Avrupa Yeşilleri Konseyi Budapeşte’de devam ediyor

Budapeşte, 1 Nisan 2011 (Yeşil Gazete) Budapeşte’de sürmekte olan Avrupa Yeşiller Partisi Konsey Toplantısı’nın ikinci günü Fukuşima ve Avrupa enerji politikası üzerine tartişmalar ile başladı.

Konşmacılardan Hollandalı Avrupa Parlamentosu üyesi Bas Eickhout son yıllarda nükleer enerji lobisinin ‘nükleer rönesans’ı zorlamak için Avrupa’da ve tüm dünyada girişimlerde bulunduğunu vurguladı. Yenilebilir enerji sektörü Avrupa’da hızla büyümekteyken, nükleer enerji sektörü payını artıramadiğını belirten Eikhout, ‘nükleer rönesans’ın önümüzdeki 10 yılda yeterli sayıda santral inşa edemezse, başlamadan biteceğini ve bu önemli müddetin nükleer enerji üretimini sonlandırmak için çok büyük bir fırsat olduğunu söyledi. Yenilebilir enerji sektörünün büyümesi ile beraber enerji verimliliğini artırmak ve altyapıyı geliştirmenin de en önemli konular arasında olacağını ekledi.

Avrupa Yeşiller Partisi eş sözcüsü Monica Frassoni ise İtalya’da 12 Haziran da yapılacak olan nükleer enerji konusundaki referandum sürecinden bahsederken, ilk başta Yeşiller’in ve ekoloji hareketinin referanduma kuşkulu bakttiğını hatta kaybetmekten korktuğunu, ancak sendikaların özellikle Fukuşima kazasından sonra nükleer karşıtı pozisyon almaya başladığını belirtti. İtalya’da şu an nükleer santral yok ve bu yıl yapılcak referandum eğer kazanılırsa nükleer enerji karşıtı mücadele için çok önemli bir kazanç oluşcak.

Macar Enerji Kulübü adlı STK’nın temsilcisi Ada Ámon ise 2003 yılında Pacs nükleer santrallinde gercekleşen IAEO sıralamasina göre 3 olan kazayı ve sonuçlarını anlattı.

Öğleden sonra ise Yeşiller, STKlar ve sendikalar Yeni Yeşil Düzen’in sosyal boyutlarını tartıştı. Katılımcılar gibi seyirciler de ‘yeşil işlerin’ de sürdürebilir olması gerektiğini vurguladı; bunun için güvenlik ve sağlık prensiplerinin sıkı bir şekilde uygulanmasının, maaşların onurlu bir yaşam için yeterli olmasının, kadın-erkek eşitliğinin sağlanmasının ve işçi haklarının güvence altına alınmasının öneminden bahsedildi.

-Rosa Öktem-

İstanbul Barosu: “100 bin kişiyi örgüte yardımla mı suçlayacaksınız?”

İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal, yönetim kurulu üyeleri ve tutuklu gazeteci Ahmet Şık’ın avukatları Bülent Utku ile Can Atalay bugün baronun Beyoğlu’ndaki binasında gazetecilerin karşısına çıktılar.

İmamın Ordusu kitap taslağının internetten paylaşıldığını ve savcılığın bu konuda inceleme başlattığını hatırlatan ve internette taslağı indirenler hakkında herhangi bir yasal işlemin yapılıp, yapılamayacağını soran bir gazeteciye İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal şu yanıtı verdi :

“Mahkeme kararında sadece bir el koyma kararı vardır. Bu kitabın bulundurulmasının teslim edilmemesinin örgüte yardım oluşturacağı şeklinde bir belirleme kesinlikle yoktur. Bu tamamıyla bu savcılığın bir görüşüdür. Bu şekilde örgüte yardım ve yataklık suçu dediğimiz suç, belirli bir kasıt ile işlenebilen bir suçtur. Böyle bir örgütün varlığı henüz mahkeme kararıyla saptanmamıştır. Daha buradaki ifadelerin örgüte yardım oluşturabilecek örgütsel doküman niteliğinde olduğu da saptanmış değildir. Benim kanaatim herhangi bir şekilde suç oluşturmayacağı şeklindedir. Ne yapacaksınız ? 100 bin kişiyi örgüte yardımla mı suçlayacaksınız ? Bu kişiler hakkında disiplin hapsi mi uygulacaksınız? Hukuku zorlayarak, sınır çekmeye çalışırsanız, kendiniz zor duruma düşersiniz.”

“BİRİNCİ SINIFA AYRILMAMIŞ BİR SAVCININ BAŞSAVCILIĞI VEKİLLİĞİNE GETİRİLMESİ, ÇOK GÖRÜLMÜŞ BİR UYGULAMA DEĞİLDİR”

Bir soru üzerine HSYK’nın Zekeriya Öz hakkında verdiği son atama kararını da değerlendiren Kocasakal, ” Bugün hukukun bir baskı aracı haline getirildiği bir dönem yaşıyoruz ” dedikten sonra “bir hukuk devleti devleti yapan, usül kurallarıdır. Bugün siz aramada gözaltında bir takım kuralları ihlal ederseniz, yarın bir gün de birisi gelir, ‘ işkenceyle alınmış olabilir ifade’ der. Biz kişilerle uğraşmıyoruz. HSYK benim için artık güven vermekten uzak bir yapı arz etmektedir. Bağımsız olduğu konusunda ciddi şüpheler vardır. Bugüne kadar yaptığı atamalar ve uygulamalar da bütün bu kuşkularımızı teyit edilmiştir. Birinci sınıfa ayrılmamış bir savcının başsavcılığı vekilliğine getirilmesi, çok görülmüş bir uygulama değildir. Hangi kriterlere göre bu atamalar yapılmıştır. Güven vermekten uzak” şeklinde konuştu.

“ÖZEL YETKİLİ MAHKEMELER DERHAL KALDIRILMADIR”

Konuşmasının sonunda özel yetkili mahkeme ve savcılara da tepki gösteren İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal, ” Özel yetkili savcılık demek, sınırsız yetkili savcılık demek değildir. Maalesef Türkiye’de bugün özel yetkili savcılıklar ve mahkemeler eski DGM’leri aratacak konuma gelmiştir. Özellikle İstanbul özel yetkili ağır ceza savcılığı ve mahkemesi, kendisini deyim yerindeyse kendisini Türkiye Başsavcılığı ve Mahkemeleri gibi görmektedir. Özel yetkili mahkemeler derhal kaldırılmadır. Çünkü başka bir hukuk haline dönüşmüştür. Baskı aracı olmaya doğru da hızla gitmektedir” ifadesini kullandı. (Ajanslar)