Ana Sayfa Blog Sayfa 4678

Antalya NKP: “Bıraksak fay hattına santral kuracaklar”

Nükleer Karşıtı Platform’un Antalya başta olmak üzere bazı bileşenleri yayınladıkları bir basın açıklamasıyla Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın geçtiğimiz günlerde yaptığı konuşmayı eleştirdi.

Bileşenlerin yaptığı açıklamada “Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın dün fay hatlarıyla ilgili yaptığı açıklamayı şaşkınlıkla karşıladık. Bakan Yıldız’ın açıklaması hükümetin nükleer enerji konusundaki bilgisinin oldukça sınırlı olduğunu bir kez daha gösterdi. Taner Yıldız nükleer santrallerde meydana gelen kaza ve sızıntıların sadece deprem kaynaklı olmadığını bilmiyor mu?Tarihin en büyük nükleer felaketlerinden birinin yaşandığı Fukuşima nükleer santralinin fay hattı üzerinde olamadığından haberi yok mu? Bir nükleer santralin depremden etkilenmesi için mutlaka fay hattı üzerine yapılmış olması gerektiğini mi düşünüyor? Bıraksak herhalde onu da yapacaklar.” denildi.

Açıklamada, nükleer enerji santralleri hakkındaki kaygı ve endişeler şöyle sıralandı:

  • 1999 depreminde İstanbul’da da diri fay yoktu ama kentte çok sayıda ev yıkıldı ve insanlar öldü. Depremler sadece fay hattı üzerindeki yapılarda hasara neden olmaz.
  • Zemin etütleri yeni başlamış bir yer için “fay hattı üzerinde değil” yorumunun yapılması işlerin aceleye getirildiğinin bir başka kanıtıdır.
  • Kıbrıs dalma batma alanında oluşacak büyük bir depremin, buraya etkisi ve oluşturabileceği tsunaminin yol açacağı tehlikeler hakkında hükümetin bir çalışması var mı, merak ediyoruz.
  • Bazı bilim insanların ölçümlerinde, Anadolu’nun hemen dibinde bir ters fayın varlığı saptanmıştı. Akkuyu’ya çok yakın olan bu hattan neden hiç söz edilmiyor?
  • Bakan Yıldız’ın nükleer santrali 9 büyüklüğünde depreme dayanıklı yapacağız sözü hiçbir şey ifade etmiyor. Bu nasıl ispatlanacak, hangi bağımsız kuruluşlar inşaatı denetleyecek? Halk nükleer enerjiyi savunmayı kendine iş edinen bu hükümete nasıl güvenecek?

“Türkiye’nin enerji talebini karşılamak için nükleer santrale ihtiyaç duyulmadığının” da belirtildiği metinde “Enerji verimliğinden, doğaya zarar vermeyen enerji üretim biçimlerine kadar onlarca farklı üretim seçeneği olduğunu biliyoruz. Fukuşima kazası, nükleer santrallerin tehlikeleri konusunda yaptığımız uyarıların ne kadar yerinde olduğunu ne yazık ki acı bir örnekle herkese gösterdi. Nükleer enerjinin ucuz olduğunu artık hükümet bile iddia edemiyor.” denildi. Nükleer enerjinin güvenliği konusunda da “Güvenlik kültürünün yerleşmemesi nedeniyle metrobüslerin bile kaza yaptığı Türkiye’de, nükleer santralde ısrar etmek ateşle oynamaya benziyor.” denildi.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, 19 Haziran salı günü Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü’nde yaptığı konuşmada “Akkuyu’da kurulacak nükleer santral herhangi bir fay hattı üzerinde bulunmuyor. Allah vermesin Türkiye’de 9 büyüklüğünde deprem olmamıştır ama Akkuyu, 9 büyüklüğünde bir deprem olacakmış gibi dizayn edilecektir” demişti.

(Yeşil Gazete)

Siyaseti geri almak ya da EDP-Yeşiller (3- Şenlikli siyaset nedir?)

Yeşiller-EDP birleşmesinin ilan edildiği salondaki pankartlardan birinde “şenlikli” yazıyordu. Diğer pankartlarla birlikte okunduğunda yeni partinin demokratik, özgürlükçü, eşitlikçi, barışçı, doğayla uyumlu, emekten yana ve şenlikli olacağı ilan ediliyordu yani… Dikkatli gözlerden kaçmamış olabileceği gibi bizim gazetenin sol üstte yazan tanımlarından biri de “şenlikli”. Yani biz şenlikli bir gazeteyiz, yeni parti de öyle olmayı vadediyor. İyi ama nedir bu şenlikli? Şenlikli siyaset ne demek? Acaba bu konuda herkes aynı şeyi mi anlıyor?

İlk bakışta “şenlikli” kelimesinin sıkıcı olmayan, klişelerden uzak, eğlenmeyi de ihmal etmeyen, güleryüzlü bir siyaseti ima ettiği düşünülebilir. İklim değişikliğiyle ilgili yaptığımız eylemlere genellikle “eylemce” ismini veriyoruz. Sıkıcı ve tekdüze olmayan, renkli, danslı, müzikli bir eylem tarzını uygulamaya çalışıyoruz. Bizim gazete de asık yüzlü olmamaya gayret ediyor. Sadece siyasetten bahsetmiyor. Kişisel olanı ihmal etmiyor. Eğlenceli olanı yasak saymıyor. Tabulara eyvallah demiyor, falan. Dolayısıyla şenlikli olmak gerçekten de böyle anlaşılabilir.

Ama bu yeter mi? Şenlikli olmak, sadece güleryüzlü ve eğlenceli olmak mıdır?

Şenlikli siyasetin ne olduğunu kavramın çıkış noktasına doğru ufak bir yolculuk yaparak açıklamaya çalışacağım. Ama bundan önce yukarıdaki çağrışımların eksik olsa da yanlış olmadığını vurgulamalıyım. Yanlış değil, ama eksik… Yani nasıl demokratik olmak sadece oylama yapmaktan ibaret değilse (hatta çok fazla oylama yapmak demokrasiyi tahrip bile edebiliyorsa), tıpkı öyle. Şenlikli olmak, bir “değer” olarak ve toplumsal olana dair bir tanımlama olarak, çok daha fazla (hatta bir açıdan bambaşka) bir şeyi ima ediyor: Şenlikli olan, aslında endüstriyel olanın tam tersi.

***

Kavram Türkçeye Ivan Illich’in en ünlü kitaplarından biri olan “Tools for Conviviality”nin Ayrıntı Yayınları tarafından “Şenlikli Toplum” adıyla yayımlanmasıyla girdi. Kitap, doksanlı yıllar boyunca özgürlükçü sol ve yeşil hareketler için önemli esin kaynakları yayımlayan Ayrıntı’nın ilk kitabıydı. Çevirmen Ahmet Kot (ve herhalde yayınevi) “convivial” sözcüğünün Türkçesi olarak “şenlikli”yi icat etmişlerdi. İcat etmekte de haklıydılar, çünkü “convivial” sözcüğü de Illich’in icadı sayılırdı. Daha doğrusu İngilizce’de böyle bir sözcük vardı, ama siyaset dilinde bu tür bir kullanımı yoktu.

Illich’in bambaşka bir anlama büründürdüğü convivial sözcüğü için Webster sözlüğü “yiyip içmekle, hoşça vakit geçirmekle ilgili olan” gibi bir tanım yapıyor. Tanımda kullanılan “feast” sözcüğü Türkçeye şölen veya şenlik olarak çevrilebilir. Convivial’ın şenlikli olarak tercümesi de buradan kaynaklanıyor. Sözcüğün Latince kökü olan convivalis, convivere kökünden geliyor: -con ve -vivere. Vivere, yaşamak demek. Convivere, birlikte yaşamak olarak çevrilebilir. Sözcüğün kökeni 17. yüzyıla dayanıyor ve 18. yüzyıldan sonra (Latince’de) birlikte yaşamak, sosyalleşmek gibi anlamlarda kullanılmaya başlanmış.  Yine 17. yüzyılda Fransızcada convive (Latincede conviva) sözcüğü başkalarıyla birlikte şenlik yapan kişileri anlatan bir sıfat olarak kullanılmış.

Illich, sözcüğü ilk olarak 1969’da yayımlanan ve en tanınmış yapıtı olan Okulsuz Toplum’da kullandı. Okulsuz Toplum, sadece okulun ve zorunlu eğitimin eleştirildiği bir kitap olmakla kalmaz. Kitap aynı zamanda Illich’in endüstriyalizm eleştirisini derli toplu yaptığı ilk eseridir. Kitapta endüstriyel toplumdaki araçları kurumlar yelpazesi metaforuyla tanımlarken, okul, hastane, otoyollar (ve motorlu taşıtlar) gibi yelpazenin sağında yer alan, manipüle edici, tepeden inmeci, hiyerarşiye yol açan, uzmanlığı ve endüstriyel yaşam biçimini dayatan araç ve kurumları “endüstriyel” olarak; bunun karşısında yelpazenin solunda yer alır dediği bisiklet, posta, telefon (tabii cep telefonu değil, postanedeki telefon), içme suyu şebekeleri, metro hatları, semt pazarları gibi bireysel özerkliği güçlendiren, rekabetçi değil dayanışmacı araçları ise “convivial” olarak tanımlar. Okulsuz Toplum’un 1985’de Bedirhan Üstün tarafından yapılan ilk çevirisinde, kavram “canlı” olarak tercüme edilmişti. Sözcüğün Latince kökündeki “vivere”nin yaşamak anlamına gelmesi nedeniyle convivial için canlı veya yaşayan da denebilir.

Ama Illich sözcüğü conviviality diye isim şeklinde bir sonraki kitabının başlığına çıkaracak kadar merkezi bir kavram haline getirince, canlı diye tercümesi yetersiz kalacaktı elbette. Bunun için sözcüğün kökenindeki “feast- şölen, şenlik” anlamına gönderme yapan “şenlikli” sözcüğünün bulunması güzel oldu, hızla benimsendi. Ama nasıl benimsendi?

“Şenlikli” sözcüğünü sadece yiyip içmek, gülüp eğlenmek ile olan bağlantısı üzerinden anlamak, “convivial”ı hala Webster sözlüğündeki anlamıyla anlamak olur ve eksik kalır. Çünkü sözcüğün bizim bugün kullandığımız anlamı Ivan Illich’in icad ettiği anlamıdır.

Illich, Şenlikli Toplum’un girişinde şöyle diyor:

“Araçların (burada araçtan kasıt sadece aletler, makineler vb. değil, aynı zamanda bunların toplumsal örgütlenişidir – ÜŞ) sorumlu biçimde sınırlandığı modern bir toplumu adlandırmak için teknik bir terim olarak ‘şenlikli’yi seçtim. (…) İngilizce’de ‘şenlikli’nin çakırkeyif neşeliliğe yakın bir anlam taşıdığının farkındayım. (…) ‘Şenlikli’ terimini kişilere değil de, araçlara uygulamakla karışıklığı önleyeceğimi umuyorum.”

Ivan Illich, endüstriyalizmi fabrika üretimiyle, teknoloji-yoğun mal üretimiyle, ya da enerji kullanım biçimiyle değil, üretimin ve tüketimin toplumsal örgütlenişiyle ilgili bir şekilde tanımlar. Sadece mal üretiminin değil, hizmet üretiminin de (aslında özellikle hizmet ve bilgi üretiminin) endüstrileştiği tüketim toplumunun analizini yapar. Illich, yine Şenlikli Toplum’da

“herhangi bir hizmet kuruluşunun endüstrileşmesi, aşırı mal üretiminin tanıdık ikincil sonuçlarına benzeyen zararlı yan etkilere yol açıyor”

der. Şenlikli Toplum’dan bir başka alıntıyla şenlikli olanın tersini (endüstriyel olanı) daha iyi açıklayabiliriz:

“Seri üretimin daha fazla büyümesi düşmanca bir ortam yarattığında, toplum üyelerinin doğal yeteneklerini özgürce kullanmalarını engellediğinde, kişileri birbirinden koparıp yapay bir kabuğa hapsettiği, aşırı toplumsal kutuplaşmayı ve gitgide çeşitlenen uzmanlaşmayı artırarak toplum dokusunu zayıflattığında veya toplumsal değişime kanserli bir ivmeyle, mevcut davranışlara biçimsel olarak yön veren yasal, kültürel ve siyasal alışkanlıkları ortadan kaldıracak bir hıza zorladığında, toplum yok olabilir. Toplumu böylesine yok eden kurumsallaşmış çabalar hoşgörülemez. Bu noktada, bir girişime görünüşte bireylerin, şirketlerin ya da devletin sahip olmasının önemi yoktur, çünkü hiçbir işletme biçimi, böylesine köklü bir yıkımın toplumsal bir amaca hizmet etmesini sağlayamaz.”

Illich’in şenlikli kavramını tanımlarken söylediği gibi, modern öncesi dönemlerden ya da modernitenin (kısmen de olsa) etki alanı dışında kalmış bir toplum biçiminden söz etmiyoruz. Şenlikli olan, doğrudan modern topluma dairdir, ama endüstriyel yıkıcılığın sınırlanması becerisinin gösterildiği anlamına gelir. Illich şöyle diyor:

“Hem çok modern olan, hem de endüstrinin egemenliği altında olmayan, gelecekteki topluma ilişkin bir kuram formüle edebilmek için, doğal ölçek ve sınırları tanımak gerekir. Makinelerin, ancak belli sınırlar içinde kölelerin yerini alabildiğini, bu sınırların ötesindeyse yeni bir köleliğe yol açacağını kabul etmemiz gerek. Eğitim, ancak belli sınırlar içinde kişilerin insan ürünü bir çevreye uymasını sağlayabilir; bu sınırların ötesinde evrensel okul binası, hastane koğuşu ya da hapishane vardır. Siyasetin, enerji ya da bilgi girdilerinin eşitliğinden çok, azami endüstriyel verimin dağıtımıyla ilgilenmesi de, ancak belli sınırlar içinde gerçekleşebilir. Bu sınırlar bir kez tanınınca, kişiler, araçlar ve yeni bir ortak yaşam arasındaki üçlü ilişkiyi eklemlendirmek mümkündür. Modern teknolojilerin, yöneticilerden çok siyasal açıdan birbiriyle ilişkili bireylere hizmet ettiği böyle bir topluma ben ‘şenlikli’ diyeceğim.”

Illich’in sonraki yapıtlarında derinleştirdiği kuramında, toplumsal kutuplaşma, bürokratik ve teknokratik hegamonya, büyük ve karmaşık araçların kuşattığı bir toplumda bireysel özerkliğin kaybedilmesi gibi endüstriyel sistemin belirleyici yanları ve yan etkileri eleştirilir. Aşırı planlanmış, aşırı programlanmış, her şeyin seri ve tek tip üretildiği, teknolojinin bağımlılık halini aldığı, tüketim köleleştirdiği ve tek tipleştirdiği için birbirinden ayırdedilemeyen bireylerden müteşekkil bir toplum bugün bize hiç yabancı gelmiyor. Illich bu eleştiriyi 40 yıl önce yaptığında, hala bir geri dönüş şansı olduğunu söylüyor ve bunun için de ‘öngörülemez’ olana bel bağlıyordu:

“Endüstriyel yenilikler planlı, anlamsız ve muhafazakardır. Şenlikli araçların yenilenmesi ise, onları kullanan kişiler kadar yaratıcı, canlı ve öngörülemez olacaktır.”

***

Şenlikli bir siyasetten bahsedeceksek, önce aynen bu şekilde “yaratıcı, canlı ve öngörülemez” olanı benimseyerek yola çıkmamız gerekiyor. Şenlikli siyaset için her şeyin kontrol atında olduğu, planlandığı, iplerin gevşetilmediği, liderlerin, bir bilenlerin, her şeyi bilenlerin, siyaset bürokrasisinin ve suyuna gidilmesi gereken bir kitle fikrinin hakim olduğu klasik siyaset anlayışına karşı çıkmak, bireysel özerkliğin kolektif heyecanla birleştiği, insanların kendi toplumsal varoluşlarıyla bağlantılı bir şekilde politik süreçlere katıldığı, denediği, yanıldığı, tartışarak, öğrenerek, sorgulayarak siyasetin ne olduğunu keşfettiği türden, öngörülemez olana açık, şenlikli bir politikanın arayışı içinde olmak gerekiyor.

Şenlikli politika, tıpkı Ivan Illich’in şenlikli araçları gibi öncelikle “tek”, vazgeçilmez ve alternatifsiz olmayı reddeder. Kendisinin (örgütün, partinin, politikanın…) en doğruyu bilen, yekpare bir özne olmadığını bilir. Çoğulculuğun bir eklemlenmeden çok, bir birlikte varoluş olduğunu, bunun da canlılığı artırdığını kabul eder. Şenlikli siyaset, klasik politikanın donuk profesyonelizmi karşısında, canlı bir aktivizmdir. Bu tür bir canlı aktivizm tek başına yapılamaz. Uzmanlığı yücelterek, birilerini idolleştirerek, icazet arayarak, öndekini takip ederek, kendine bir bürokrasi yaratarak başarılamaz. Ancak hep birlikte düşünerek, yaratarak, kutlayarak, topluma yukarıdan dayatılan beklentileri değil, hep birlikte yeşertilen umudu besleyerek hayal edilebilir. Bu da bürokratizmin ölçen, biçen, planlayan, eksiğin ve fazlanın hoş görülmediği asık suratlı sıkıcılığının karşısına, aynen doğadaki gibi kendi kendini yaratan ve tam da bu sayede gülümseyen, eğlenen, paylaşan ve dayanışan bir yaratıcılık çıkarır.

Şenlik işte budur.

Kendini şenlikli bir siyaset içinde hayal edebilenlerle de, bana sorarsanız, her yere gidilir.

 

Notlar: Ivan Illich’den alıntılar Şenlikli Toplum’un Ayrıntı yayınlarından 1989’da yayımlanan 2. baskısından alınmıştır. Sözcüğün kökenine dair etimolojik bilgiler için bkz. Online Etymology Dictionary. Ivan Illich’in hayatı ve düşünceleri hakkında daha fazla bilgi edinmek isteyenler, Ivan Illich hakkında yazdığım bazı yazılara bloğumdaki Ivan Illich bölümünden ulaşabilirler.

 

Yasin Öztekin, Trabzonspor’da!

0

Gençlerbirliği’nin sol kanat oyuncusu Yasin Öztekin, Trabzonspor ile 4 yıllık sözleşme imzaladı.

Trabzonspor’un resmi internet sitesinde duyurulan habere göre, Yasin’e 500 bin avro transfer bedeli ödenecek. Futbolcu, sezon başına 175 bin Euro garanti para ve 5 bin Euro maç başı ücret alacak. Gençlerbirliği’ne ise bonservis bedeli ödenmiyor…

Yasin, AA muhabirine yaptığı açıklamada “”Trabzonspor’la 5 aydır görüşüyorduk. Hedefleri büyük, şampiyonluğa oynayan bir takımda olmak istedim ve imza attım. Ayrıca Şenol Güneş dünya çapında bir antrenör. Bundan dolayı da mutluyum” dedi.

Borussia Dortmund alt yapısından yetişen 25 yaşındaki oyuncu, Radyospor’dan Özgür Sancar’a verdiği röportajda ise transferini şöyle yorumladı: Menejerim üç büyük takımla görüşüyordu. Ama kararımı Trabzonspor’dan yana kullandım. Kararımda Trabzonlu yöneticilerin ilgisi belirleyici oldu. Kendime güveniyorum. Direkt oynayacağıma inanıyorum. Ben Borussia Dortmund’la da profesyonel sözleşme imzaladım. Bu çok daha zor bir şeydi. Kendime güveniyorum. Göreceksiniz goller atacağım, attırtacağım!”

Yasin Öztekin’in kariyeri:

Trabzonspor’un yeni transferi Yasin Öztekin, 19 Mart 1987’da Dortmund Almanya’da dünyaya geldi. Futbola 4-5 yaşlarında yerel takımlardan Alemannia Scharnhorst ‘da başladı. 1996’da ise Almanya’nın en önemli takımlarından Borussia Dormund’da transfer oldu.

2003’te profesyonel olan Yasin Öztekin, Borussia Dortmund’un U-19 takımında, 2004-2005 sezonunda 22 maçta 5 gol, 2005-2006 sezonunda 26 maçta 7 gol kaydetti. Genç takımdaki başarılı performansına karşın, A takıma yükselemeyen Yasin, 2006-2007 sezonundan 2009-2010 sezonuna kadar  vasat bir görüntü çizdi. 2010-2011 sezonunun ikinci yarısında Gençlerbirliği’ne transfer olan futbolcu, ligdeki bütün maçlarda forma giydi ve 17 maçta 2 gol attı, 3 asist yaptı. Kupada ise 7 Maçta 3 gol attı. 2011-2012 sezonunda 33 maçta 6 gol, 6 asist ve kupada 1 maçta, 1 gol performansına ulaştı.

Transfer analizi:

Trabzonspor’un sol kanatında Olcan Adın ve Adrian Mierzejewski var. Ancak Mierzejewski’nin formu Şenol Güneş’i endişenlendiriyor. Bu nedenle geçtiğimiz sezon solda  Halil Altıntop oynadı. Yasin Öztekin, muhtemelen “kulübe takviyesi” olarak transfer edildi. Almanya’dan yetişmesi ve bonservis bedeli ödenmeden alınması olumlu görülebilir.

Galatasaray Üniversitesi’nde “Kürtaj” paneli

Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi tarafından düzenlenen kürtaj paneli, 22 Haziran cuma günü saat 17.00-19.00 saatleri arasında Galatasaray Üniversitesi Aydın Doğan Oditoryumu’nda gerçekleştirilecek.

Etkinliğin facebook sayfasında yer alan bilgilere göre panel, “kürtajı farklı bakış açılarıyla tartışmaya açmayı” hedefliyor. Bu anlamda kürtajın hukuki, felsefi, sosyolojik boyutları tartışılacak ve medyanın kürtajı ele alma biçimi değerlendirilecek.

Katılımın herkese açık ve ücretsiz olduğu panelin moderatörlüğünü Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Ahmet Ulvi Türkbağ yapacak. Panelistler ise şu isimlerden oluşuyor:

  • Prof. Dr. Zeynep Direk (Galatasaray Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü)
  • Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu (Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi)
  • Doç. Dr. İsmail Dölen (Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği Yönetim Kurulu Üyesi, Etik ve Hukuk Kurulu Başkanı)
  • Yrd. Doç. Dr. Buket Türkmen (Galatasaray Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü)
  • Ar. Gör. Dr. Güçlü Akyürek (Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Usul Hukuku Anabilim Dalı)
  • Ar. Gör. Dr. Mehmet Karlı (Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Uluslararası Hukuk Anabilim Dalı)
  • Ar. Gör. Mert Yaşar (Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medeni Hukuk Anabilim Dalı)

Etkinliği düzenleyenlerden Mert Yaşar, etkinliğin facebook sayfasında paylaştığı iletide “Kürtaj, hükümetin gündeminden kalkmış olabilir ancak bu konuyla ilgili tartışmalar bitmeyecek.Yarın kürtajı birçok yönüyle ele alacağız. Panelin iptal edilmesi söz konusu değil.” diyerek etkinliğin iptal edildiği yolundaki söylentilerin yanlış olduğunu belirtti.

(Yeşil Gazete)

Rio’da Eylem Günü

20 Haziran, Rio’da eylem günüydü. Via Campesina’nın başını geçtiği sosyal hareketler, Halkların Zirvesinin yapıldığı Flamengo Park’ta 50.000 kişinin katıldığı bir eylem gerçekleştirdiler.

Yeni Yeşil Düzen, eylemcilerin protestolarının odağıydı. Yeşil yeni düzeni, yeşil badana olarak tanımlayan binler, “Eski Düzene yeni Kıyafet Dikiliyor” diyordu.

“Keep the oil in the Soil – Petrolü Toprağın Altında Bırak, No One Owns Water, Kimse Suyun Sahibi Değil” gibi sloganlar atan eylemciler özellikle taslak metini, ve şuursuzca yok oluşu göremeyen hükümetleri eleştirip ülkeleri halklara karşı hareket etmek ile suçladı.

Hükümetlerin, Brezilya’nın ve Birleşmiş Milletlerin basiretsizliği, sorunları görmezden gelmesi, halen çok uluslu şirketlerin çıkarlarını korumaya çalışması ve halen klasik kapitalist anlayışla “kazan – kazan” prensibi çerçevesinde orta yol araması yüzünden, artık sokakların ve halkların kimseden umudu kalmadı.

Küresel sosyal isyan zamanıdır.

Kopenhag ile tohumu atılan, Occupy hareketleri ile filizlenen yeni bir küresel hareket artık burada tamamen vücut buluyor.

Uluslar arası mecradan, bürokratlardan kimse bir şeyler beklemiyor. Tek hedef: isyan ile hükümetlerin şirketlere teslim ettiği dünyayı tekrar özgür bırakmak.

Bence, artık hiçbir uluslar arası metinden bir şey çıkmaz. Uluslar arası toplantılar öncesi ve sonrasındaki protestoları da artık delegasyonlar ve bürokratlar takmıyor. Dışarıda bağıran sesimiz yerine fısıltı ile konuşan iş dünyasının sesi duyuluyor. Bu yüzden, bu toplantıların dışına çıkan, küresel bir isyan ve eylemlilik zamanı gelip de geçiyor. Tren kaçtı belki koşarsak yakalarız, hükümetler ise trenin varlığından bile haberdar değil.

Bir taraftan sokak isyanda iken, bilim insanları da müzakerelere tepki vermeye başladılar. Bilim çok açık: İnsanlar Dünya’nın kendi kendini yenileyebilme yeteneğini tehdit ediyorlar ve artık geri dönülmez sona doğru yaklaşıyoruz.

Ancak müzakereler, UNEP baş bilim adamlarını da artık sıkmaya başladı. Uluslar arası Çevre ve Kalkınma enstitüsünden Camilla Toulmin’e göre artık devletler kendilerini sarsmalı ve dürüst bir şekilde sürdürülebilirliğin ve adil eşitlikçi bir ekonominin nasıl kurulabileceğini tartışmaya başlamalı.

Bir haber de Türkiye’den:

Dün Tüsiad Türkiye 2050 vizyonunu sundu. Yeşil ekonomi için hazırlandığı söylenen bu vizyon da ne yazık ki eksik ve yeşil badanalar ile dolu. Türkiye’nin ve Türkiyeli iş dünyasının 2050 sürdürülebilir kalkınma vizyonunda iklim değişikliği bir cümlede bile geçmiyor.

TÜSİAD’ın akıllı ve zeki insanlardan oluştuğuna inanırım. O yüzden iklim değişikliğini es geçmiş olamazlar diye bu konuyu sordum onlara.

Dediğim gibi akıllı olduklarını kanıtladılar. İklim değişikliği üzerine çok çalıştıklarını ileten TÜSİAD “ama bu vizyonun parçası olmayacağına karar verip eklemedik” diye cevap verdi.

Ben, şu cevabı şöyle yorumluyorum: araştırdık ve iş dünyası olarak iklim değişikliği ile ilgili yapmamız gereken çok şey olduğunu öğrendik. Üstelik ülkeye çekmek istediğimiz ağır sanayi, üyelerimizin yaptığı kömür yatırımları hepsi iklim düşmanı, o yüzden bu vizyona koyarsak, kendi başımıza iş alırız.

Rio’dan Haberler Böyle. Burada Tayyip Erdoğan bugün Türkiye saati ile 21’de genel toplantıda konuşacak. Bakalım ne diyecek.

 

Devin Bahceci

Yesil gazete

https://twitter.com/#!/yesildevo

Tutuklu öğrenci Ali Deniz Kılıç’tan mektup var

Merhabalar…

Ben Ali Deniz Kılıç… 2009 yılında katıldığım bir basın açıklaması nedeni ile tutuklandım. Tutuklanma nedenimi anlamak için yalnızca kendi durumumdan yola çıkmak eksik olur. Beni ve tutuklu yüzlerce gazeteciyi, öğrenciyi, akademisyeni, aydını anlamak için yola AKP’den çıkmak gerekmektedir.

AKP’nin Ustalık Dönemi icraatlarının temelinde totaliter ve otokratik bir rejim kurma çabası bulunmaktadır. AKP bugün İktidara geldiği ilk günden farklı bir pozisyonda durmaktadır. O gün eskinin statükosu karşısında mazlum rolünü oynayan AKP, bugün gerçek mazlumların sofralarına oturan aç kurt misali, toplumun tüm kesimlerini hedef tahtasında görmektedir. ABD’nin “model ülke” olarak AKP aracılığıyla yeniden şekillendirdiği Türkiye’de “ileri demokrasi” diye kavramsallaştırılan tragedya halkların karşısına baskı ve zulüm olarak çıkageldi.

AKP yeni bir savaş konseptini yürürlüğe soktu. Bu savaş sadece Suriye savaşı değil. Suriye AKP’nin emperyalizmin bölgede taşeronluğunu yaparken, kendini rolüne çok kaptırıp, kraldan daha fazla kralcı olma halidir. AKP bu savaşı toplumun tüm kesimlerine açmıştır. İşçilere, Kürtlere, kadınlara, aydınlara, gazetecilere, öğrencilere…

AKP, grev hakkını işçilerin elinden alıyor, onları işten atıyor… AKP, Roboski’de yaptığı katliamın üstüne örtmeye çalışıyor… AKP, kadınlar adına konuşuyor, kürtaj hakkını kadınların elinden almaya çalışıyor. AKP, öğrencileri, siyasetçileri, aydınları, gazetecileri neredeyse “fazla düşünmek, fazla sorgulamak” gibi nedenlerle tutukluyor vaziyette. Hazırladığı yeni yargı paketi ile organize oyunlarla susturmaya çalıştığı toplumu, derin bir sessizliğe gömmek istiyor!

Cezaevlerine yansıyan atmosferi de işte bu gelişmeler oluşturmaktadır. Anlayacağınız buralar hiç boş kalmıyor! Özellikle aramıza her gün yeni bir öğrenci daha ekleniyor. Dedim ya, “fazla düşünmek, fazla sorgulamak” nedeniyle tutuklananlar geliyor buraya.

Bende bu nedenlerden biriyle cezaevine geldim. Suçum “terör örgüt üyesi olmak ve adına propaganda yapmak”. Tabi bu benim üzerime atılan çamur. Çamur diyorum çünkü üzerimizde herhangi bir suç delili olmamasına rağmen, hatta tutuklanmak üzere bizi mahkemeye sevk eden savcının bile serbest bırakılmamızı talep etmesine rağmen üzerimize atılmaya çalışılan çamur. Savcının da bu kararı alması geç oldu; 2 yılımızı alan bir süreç geride kaldı. Yine de “güçlü suç delillerine” dayanarak tutukluluk hallerimizin devamına karar verildi. 4 Nisan’da düzenlenen mahkemede de yine umutlarımız boşa düştü. Mahkeme günü salonda bizi gözaltına alan ve 2 yıldır mahkemeye gelmeyen polisler de oradaydı. Verdikleri bütün çelişkili ifadelere rağmen mahkemeden 6. defa aynı kararı duyduk “tutukluluk hallerinin devamına” ve bir dahaki mahkemenin 28 Haziran’da yeniden görülmesine…

28 Haziran’da bizleri sindirmeye, yok etmeye ve güneşli günleri karartmaya çalışanlara rağmen dimdik bir şekilde yerimde olacağım. O güne kadar kendinize iyi bakın görüşmek dileğiyle çokça selamlar…

Ali Deniz Kılıç
Kandıra 2 No.lu F Tipi Cezaevi

(Dev-Lis Facebook sayfası, Yeşil Gazete)

Tüm üniversitelere bütünleme sınavı

Yükseköğretim Kurumu (YÖK) Başkanı Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya, YÖK’ün internet sitesinde bir mesaj yayımladı.

Çetinsaya ”Forum sayfamızda yer alan ‘Yaz Okulu ve Bütünlemeler’ kategorisine gönderilen mesajlar ve Üniversiteler Bölge Toplantıları kapsamında Türkiye genelinde görüştüğüm öğrencilerden gelen talepler üzerine 3,5 milyon öğrencimizin yüzünü güldürecek yeni bir karar almış bulunmaktayız” ifadelerini kullandı.

Uygulamada, üniversiteler arasında farklılık gösteren bütünleme sınavları konusunun YÖK Yürütme Kurulu’nda değerlendirilerek karara bağlandığını belirten Çetinsaya, şunları kaydetti:

”Aldığımız karara göre, ‘yıllık veya yarıyıllık sınav takvimi uygulayan tüm yükseköğretim kurumları 2011-2012 yılından itibaren final sınavları sonrasında bütünleme sınavları yapacak’. Dolayısıyla bütünleme hakkından artık üniversite fark etmeksizin tüm öğrencilerimiz yararlanabilecektir. Yükseköğretim Kurulu Başkanı olarak, öğrencilerin yaz okullarına mahkum edilemeyeceğine, bütünleme sınavlarının öğrencilerimizin hakkı olduğuna inanıyor, kararın hayırlı olmasını temenni ediyorum.”

Yunanistan’da koalisyon hükümeti kuruldu

Avrupa Birliği liderleri ve finans çevrelerinin haftalardır uykularını kaçıran Yunanistan’daki siyasi belirsizlik şimdilik sona erdi. Pazar günü yapılan genel seçimin galibi Antonis Samaras liderliğindeki muhafazakar Yeni Demokrasi partisi, dışarıdan destekli bir koalisyon hükümeti için sosyalist PASOK ve Demokratik Sol partileriyle anlaştı.

Brüksel hükümetin vakit kaybetmeden kurulmuş olmasından memnun: ‘Yeni Başbakan, Bay Samaras’a Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso’nun tebrik mektubunu ilettim. Mektubun içeriğinde Bay Barroso, Yunanistan’ı desteklediğini ve Avrupa Komisyonu’nun Yunanistan’ın toparlanması sürecine desteğini sürdürmeye hazır olduğunu belirtti.”

Dün yemin ederek görevine resmen başlayan Başbakan Samaras, anamuhalet partisi SYRIZA’nın şiddetle karşı çıktığı kurtarma paketi koşullarının gevşetilmesi için Avrupa Birliği ve Uluslararası Para Fonu ile yeniden müzakere masasına oturma sözü verdi. Yeni kabinenin bugün açıklanması bekleniyor.

Tutuklu öğrenci Baran Nayır’dan mektup var

Merhabalar,
Adım Baran Nayır, 21 yaşında Yıldız Teknik Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı öğrencisi bir gencim ve Genç-Sen üyesiyim. Yaklaşık 3 senedir cezaevindeyim.

2009 yılında düzenlenen bir basın açıklaması nedeniyle 2 Genç-Sen’li olarak (Ali Deniz Kılıç ve ben) gözaltına alındık. Gözaltı sonrasında çıkartıldığımız mahkeme tarafından TCK’nın 220/6 maddesi gerekçe gösterilerek tutuklandık. Yasanın içeriği malum; “örgüt adına suç işleyenler, örgüt üyesi olmasalar da örgüt üyesi olarak yargılanırlar”! O halde biz de barış isteğimizi ifade ettiğimiz bir basın açıklamasına katıldığımız için “terör örgütü üyesi gibi çalışanlardan” olmuş olduk.
O günden bugüne çıkarıldığımız mahkemelerde ise belki de küçük yaşlardayken ana haberlerde kulağıma çalınan cinsten olayların yer yer aktörü olduk, yer yerse şahidi. Geçtiğimiz sene Mart ayında savcılık makamı tahliyemizi istedi heyet kabul etmedi; dosyalarımıza doldurulan “delillerin” incelemeleri ancak 2 senede tamamlandı, bizimle bir bağlantısının olmadığı ortaya çıktı ve kamera kayıtlarıyla da doğrulandı ancak dikkate alınmadı; bizi gözaltına alan, hakkımızda tutanak tutan polisler 2 sene mahkemeye gelmediler.

Geçtiğimiz mahkeme bahsi geçen polisler sonunda mahkemeye gelebilmişlerdi. Hakkımızda öyle çelişkili ifadeler vermişlerdi ki, o mahkemede söyledikleri “tutukluluk halimizin devam” nedeni olarak kabul gördü. Ancak verdikleri ifadelere inanabilmek mümkün değildi. Bir mahkememiz daha böyle geçti.

Ben ve Ali Deniz tutuklu bulunan üniversite öğrencilerinden yalnızca ikisiyiz. İki silahlı görevli eşliğinde sınava giren, tanımadığı sınıf arkadaşlarını özlemek zorunda bırakılan öğrencilerden yalnızca ikisiyiz. AKP iktidarı besbelli ki öğrenci olma halini “suçlu” kavramı ile eşitlemeye hevesli. Ama beceremeyecektir. Cezaevlerine nazire yaparcasına kampus adı verilmesi aslında durumun izahı niteliğindedir. Cezaevleri üniversiteye, üniversiteler de cezaevine dönüşmüş durumda! Bütün bunları yaparak yaratmak istedikleri korku imparatorluğu her geçen gün biraz daha zayıflamaktadır. Özgürlük, barış ve kardeşlik bilincimizse her gün bileylenmektedir. Çiçekleri koparabilirsiniz ama baharın gelişini engelleyemezsiniz.

Yol uzun, yol çamurlu, yol yokuş… Yol karanlık… Yol karanlık insan siluetlerinin işgali altında… Gardiyanların adeta birbirleriyle yarıştırırcasına öttürdükleri düdük sesleri kulağımıza çalınarak geçiyoruz bu koridorlardan… Aranızdayım… Aranızdayız… Çünkü sizin kadar biz de özgürüz…

28 Haziran’da görüşmek dileğiyle…

Baran Nayır
Tekirdağ 2 No.lu F Tipi Cezaevi

(Dev-Lis Facebook sayfası, Yeşil Gazete)

THY çalışanları yalnız değil

0

Hükümetin grev hakkını engelleme girişimleri üzerine 29 Mayıs’ta yaptıkları iş bırakma eylemi nedeniyle işten çıkartılan Türk Hava Yolları çalışanları, Atatürk Havalimanı’nda direnişe devam ediyor.

Dün (çarşamba) Öğrenci Kolektifleri tarafından ziyaret edilerek dayanışma mesajları verilen işten çıkartılan THY emekçilerinin direnişi bugün de Eşitlik ve Demokrasi Partisi (EDP) ve Yeşiller Partisi tarafından ziyaret edilecek. Saat 18:00’de gerçekleştirilecek ziyarete EDP Genel Başkanı Ferdan Ergut ve Yeşiller Partisi Eşsözcüsü Kemal Tuncaelli ile iki partiden bir çok üyenin katılacağı gelen bilgiler arasında. Ziyareti gerçekleştirecekler havaalanı metro son durak çıkı-dış hatlar geliş B kapısında toplanarak direnişin gerçekleştirildiği noktaya yürüyecek.

Hükümetin grev yapılması yasak olan sektörler arasına hava ulaşımını da eklemek için çıkardığı yasa tasarısı meclisten geçerek yasalaşmıştı. Çalışanların tasarıya tepki olarak iş bırakma yaptıkları için SMS yoluyla işten çıkartılmaları üzerine, THY ‘nun sponsor olduğu Barcelona futbol kulübü “THY ile ilişkilerini gözden geçirmek üzere ilk yönetim kurulu toplantısına götürecekleri” açıklamasını yapmıştı.