Ana Sayfa Blog Sayfa 4546

Avusturya’da Alevilere resmi tatil

0

Avusturya’da yaşan Aleviler için Aşure Günü ve Hızır Orucu gibi bazı günler resmi tatil ilan edildi.

Ülkede yaşayan Aleviler, Kurban Bayramı, Aşure Günü, Hızır Orucu ve Nevruz’un resmi tatil olması için başvuruda bulunmuştu.

Taraf gazetesinde yer alan habere göre; Alevilerin bu başvurusu, yetkili makamlar tarafından kabul edildi. Tatil günlerinden inanç hanelerinde “Alevi” yazanlar yararlanabilecek.

Karardan memnun olduklarını dile getiren Alevi Basın sözcüsü Ertürk Maral, “Bizler artık üniversitelerimizde Alevi öğretmenler yetiştiriyoruz. Resmi inanç statüsüne kavuştuğumuz ilk gün olan 16 Aralık 2010 tarihinden bugüne kadar var olan enerjimizi kendi içimize değil, Alevilere binlerce yıldır çok görülen yasal hakların kazanımı için harcamaya özen gösterdik” dedi.

Avusturya’da yaklaşık 30 bin Alevinin yaşadığı belirtiliyor.

(Ntvmsnbc)

 

Ayşe Arman, Greenpeace ile kutuplarda

Greenpeace’in “Save the Arctic” (Buzulları Kurtar) kampanyası çerçevesinde Rainbow Warrior gemisi ile Kuzey Kutbuna hareket eden popüler gazete yazarı Ayşe Arman’ın ilk yazısı Hürriyet Gazetesi’nde geçtiğimiz haftasonunda yayınlandı.

Greenpeace’in küresel iklim değişikliği gibi son derece önem arzeden bir konuda Ayşe Arman’ı tercih etmesi İklim Değişikliğine duyarlı kesimlerde tepki çekmiş, Arman’ın “Save the Arctic” kampanyası çerçevesinde buzullara gideceğine ilişkin çekilen tanıtım videosunda Arman’ın 4*4 Jeep’i ile yola revan olması eleştiri oklarının Greenpeace’e yönelmesine yol açmıştı.

Gazetemizde de konu ile ilgili yaptığımız 27 Eylül tarihli bir haberde bu durumun çelişkilerine dikkat çekmiş, Ayşe Arman’ın eşinin BP’nin Türkiye ve Nordik Satış Direktörü olmasının durumu daha da ilginç bir hale getirdiğini vurgulamıştık.

Greenpeace Akdeniz, yöneltilen eleştirilerden sonra yaptığı açıklamada, “Ayşe Arman, gazeteci kimliğiyle kutuplardaki rekor erimeye dikkat çekmek ve Türkiye’nin en cok okunan köşe yazarlarından biri olarak konuyu geniş kitlelere duyurmak için kutuplara gidiyor. Ayşe Arman’ın eşinin veya yakın çevresinin ne yaptığıyla ilgilenmiyoruz. Biz, Ayşe Arman’ın gazeteci kimliğiyle ilgileniyoruz. Amacımız ülkemizin en çok takip edilen köşe yazarlarından biri aracılığıyla Greenpeace’in başlattığı bu küresel hareketi gündeme taşımak ve Kuzey Kutbu’nu kurtarmak için herkesin bu harekete katılmasını sağlamak” şeklinde bir beyanatta bulunmuştu.

Tüm bu gelişmelerden sonra Ayşe Arman’ın kutuplardaki gözlemlerine dair ilk yazısı “Evet gözümle gördüm kutuplardaki buzullar eriyor” başlığı ile yayınlandı.

Kendine özgü üslubu ile Greenpeace’den kendisine gelen teklifi, bu teklifi kabul etme gerekçelerini, yola çıkış sürecini aktaran Arman, yazısının “Kutuptaki Buzullar Eriyor” alt başlıklı son bölümünde küresel iklim değişikliğinin kutuplardaki erimenin ana sebebi olduğunu, iklim değişikliğini tetikleyen etmenlerin başında da kömür, petrol gibi fosil yakıtların bulunduğunu vurguluyor. Arman, yazısında ayrıca beyaz buz tabakasının güneş ışınlarını yansıtma özelliğinin küresel iklim değişikliğinin önüne geçebilmek için hayati önemde olduğunun da altını çiziyor.

Ayşe Arman’ın tercih edilmesi ile çok büyük bir riski omuzlarına alan Greenpeace Akdeniz, küresel iklim değişikliği konusunun geniş kesimlere aktarılması konusunda doğru bir adım atmış gibi görünüyor.

(Yeşil Gazete)

 

İşyerinde cinsel taciz haklı fesih nedeni

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, aynı işyerindeki bir çalışana “Çok güzelsin, seninle bir sene önce tanışsaydım o zaman bekar olurdum, bir ilişkiye başlardım. Karımı değil seni seviyorum” diyerek, cinsel tacizde bulunduğu iddia edilen çalışanın iş akdinin feshinden dolayı kıdem ve ihbar tazminatı alamayacağına hükmetti.

Yerel mahkeme, iş akdinin feshi hususunda ispatın işverene ait olduğuna işaret etti. İş müfettişi tarafından düzenlenen raporda, işverenin haksız fesih yaptığını belirten mahkeme, “davacı aleyhine herhangi bir şikayet bulunmadığı, davacının savunmasının alınmadığı, ayrıca ikaz edilmediği anlaşıldığından, davacının iş akdinin davalı işverence haksız olarak feshedildiğine” hükmetti. İşveren kararı temyiz etti.

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, yerel mahkemenin kararını bozdu. Bozma kararında, cinsel tacize uğradığı öne sürülen mağdurun dilekçesinin dava dosyasında bulunduğuna dikkat çekilerek, mağdurun dilekçesinde, evli olan davacının kendisine, “Çok güzelsin, seninle bir sene önce tanışmak isterdim, o zaman bekar olurdum ve seninle bir ilişkiye başlardım”, “Sana buradan ev tutarım”, “Kontörün yoksa alayım, ihtiyaçlarını karşılayayım” ve “Karımı değil seni seviyorum” dediği, kendisini ofise çağırdığı ve evine davet ettiği, zorla elini tutmaya çalıştığı, yemek yerken karşısına geçip dikkatli bir şekilde kendisine baktığı, rahatsız olduğunu söylediğinde ise kendisine “Zaten gideceksin, bırak da doya doya bakayım, senle biraz vakit geçirelim” cevabını verdiği belirtildi.

Kararda, şunlar kaydedildi: “Mağdurun anılan dilekçesi, içeriği ve bunu destekleyen tanık ifadelerine rağmen mağdurun karakol ve savcılığa şikayet etmemesi nedeniyle işveren feshinin haklı olmadığı şeklindeki değerlendirme yerinde değildir. Davacının eylemlerinin 4857 Sayılı İş Yasası’nın 25/II-c maddesine uyduğu ve işverene derhal fesih hakkı verdiğinden kıdem ve ihbar tazminatı istemlerinin reddi gerekirken, yazılı hüküm kurulması hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.”

Pussy Riot’un iki üyesi çalışma kampında

Soldan Sağa: Yekatarina Samutseviç şartlı tahliye edildi, Maria Alyokhina ve Nadya Tolokonnikova

Pussy Riot grubunun iki yıllık hapis cezaları onanan iki üyesi ağır şartlarıyla ünlü çalışma kamplarına yollandılar.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i protesto etmek amacıyla bir kilisede yaptıkları gösteri nedeniyle hapse mahkum olan Pussy Riot grubunun üyeleri, haklarında çıkan iki yıllık hapis cezasının onanmasının ardından şimdi de çalışma kamplarına gönderiliyor.

AFP haber ajansına konuşan savunma avukatı Violetta Volkova, Nadya Tolokonnikova’nın Mordovya’da Ural Dağları bölgesindeki bir kampa, Maria Alyokhina’nın ise Perm bölgesine yollandığını, her iki bölgedeki kampların da eski Sovyet döneminden kalma zorlu şartlara sahip olduğunu belirtti. Her iki grup üyesinin de küçük yaşta çocukları bulunuyor.

Grup elemanlarından Tolokonnikova’nın eşi aktivist Pyotr Verzilov, Moskova Echo radyo istasyonuna verdiği demeçte, her iki mahkumun da alışıldığı üzere trenle değil, özel uçakla kamplara yollandığı bilgisini aldığını belirtti.

Grubun resmi Twitter hesabından yapılan açıklamada ise, ‘grup üyelerinin mümkün olan seçenekler arasında en zalim olan kamplara yollandığı’ belirtildi.

Çalışma kamplarının bulunduğu bölgelerden Perm, Moskova’ya bin 400 km. ve diğer hapishanenin yer aldığı Mordavya’nın bölgesel başkenti Saransk ise 640 km. uzaklıkta.

Kışın sıcaklığın eksi 50 derecelere düştüğü bilinen Perm bölgesi, Stalin döneminde çok sayıda çalışma kampına ev sahipliği yapıyordu. Bu kamplardan biri, siyasî baskı rejimlerinin tarihini konu alan bir müzeye dönüştürülmüştü.

Pussy Riot üyelerinden Yekatarina Samutseviç ise 10 Ekim tarihinde şartlı tahliye edilmişti.

(Deutche Welle Türkçe)

 

 

2012’nin ikinci dört ayına ilişkin Medyada Nefret Söylemi raporu açıklandı

Hrant Dink Vakfı’nın, 2009’dan bu yana yürüttüğü ‘Medyada Nefret Söylemi’ projesi kapsamında 2012 yılının Mayıs, Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarına ait medya izleme raporu açıklandı. Bu dönemde nefret söylemi içeren haber ve köşe yazılarında en sık hedef gösterilen gruplar, Ermeni, Hıristiyan, Yahudi ve Rumlar oldu.

Hrant Dink Vakfı, 2009’dan bu yana medyada gözlemlenen etnik ve dini gruplara yönelik nefret söylemiyle mücadele etmek ve insan haklarına saygının güçlendirilmesine destek olmak amacıyla Medyada Nefret Söylemi çalışmasını yürütüyor. Medyada Nefret Söyleminin İzlenmesi çalışması kapsamında 2012 yılının Mayıs, Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarına ait medya izleme raporu yayımlandı.

Üç bölüm halinde yayımlanan raporda dini ve etnik grupları hedef alan içerikler birinci bölümde ele alınırken kadın ve LGBTT bireylerine yönelik içerikler ikinci bölümde, medya eleştirisi kapsamında değerlendirilen içerikler ise üçüncü bölümde yer alıyor.

2012 yılının ikinci dört ayının incelendiği bu dönemde, nefret söylemi kapsamında değerlendirilen içerik sayısının daha önceki dönemlere göre yükseldiğine dikkat çekilen raporda nefret söylemi içerdiği tespit edilen metinlerin çoğunluğunun ulusal basında yer aldığına dikkat çekildi. Önceki dönemlere paralel şekilde, bu dönemde de köşe yazıları nefret söyleminin en sık rastlandığı tür oldu.

Bu dönemde nefret söylemi içeren haber ve köşe yazılarında en sık hedef gösterilen gruplar, Ermeni, Hıristiyan, Yahudi ve Rumlar. Raporda, Ermenilere yönelik nefret söyleminde en fazla öne çıkan öğenin, son dönemde yoğunlaşan çatışma ortamı üzerinden Ermenilerin PKK ile ilişkilendirilmesi biçiminde olduğuna işaret edilerek “Müslüman Kürt’ten zarar gelmez, PKK bir Ermeni hareketi” anlayışı üzerinden üretildiği ifade edildi. Raporda, bu söylemin, kimi zaman Hıristiyanları ve Yahudileri hedef alan içeriklerle de yeniden üretildiğinin altı çizildi.

Kürtlere yönelik nefret söylemi de artışta

Raporda, Kürtlere yönelik nefret söyleminde artışın olduğuna dikkat çekilerek PKK’nın ‘Kürt terörü’ olarak tanımlanıp ‘sabrın taştığı’ ima edildiği ya da mevcut sorunun Kürt halkına mal edilerek düşmanlık üretildiğine işaret edildi.

LGBTT bireylerine yönelik hakaret ve aşağılama içeren ifadelerin yer aldığı haber ve köşe yazılarında eşcinselliğin genellikle doğrudan sapıklık, hastalık, ahlaksızlık veya ‘sosyal felaket’ olarak tanımlandığına dikkat çekilen raporda “Travesti ve transeksüellerin temsil edildiği içeriklerde önceki dönemlerdeki gibi söz konusu grupları suçla ilişkilendirme üzerine kurulu” dendi.

Haber/köşe yazılarının içeriklerinde görülen savaş çığırtkanlığı, siyasi görüşleri üzerinden tek tek gazetecilere yönelik nefret söylemi üretilmesi gibi örneklerin ‘medya eleştirisi’ başlığı altında ele alındığı raporda, hedef gösterme, çarpıtma ve aşağılama içeren söylemlerin nasıl kurulduğu da irdeleniyor.

Öte yandan nefret söylemi içerdiği tespit edilen haber ve köşe yazıları üzerinden hazırlanan raporda, nefret söyleminin hedefi olan grupların hangileri olduğu, hangi konu nedeniyle ve hangi yöntemler kullanılarak nefret söyleminin üretildiği gibi istatistiki bilgilerin yanı sıra, örnek yazı ve haberlerin söylem analizleri yer alıyor.

Rapor hakkında ayrıntılı bilgi edinmek için nefretsoylemi.org/

(Agos)

 

Haiti’deki kolera salgınının sebebi BM Barış Gücü

Karayip Denizi’nde küçük bir ada ülkesi olan Haiti’de 7500 kişinin ölümüne neden olan kolera salgınına Birleşmiş Milletler askerlerinin yol açmış olabileceğine dair yeni bulgular ortaya çıktı.

Amerikalı kolera uzmanı Dr Daniele Lantagne, yeni verilere göre kolera salgınına “büyük ihtimalle” Nepal’den yeni dönen BM askerlerinin kaldığı kampın kaynaklık etmiş olduğunu belirtti.

Kolera Nepal’de yaygın bir hastalık.

Dünyanın sayılı kolera uzmanlarından biri olan Dr Lantagne’ye BM 2011’de salgına çözüm bulması için başvurmuştu.

Yeni verilerin BM’yi benzeri görülmemiş yasal ve ahlaki bir yükümlülük altına soktuğu ve kurbanların ailesine milyarlarca dolar tazminat ödenmesi gerekebileceğinden kuruma mali bir yük de getireceği düşünülüyor.

Haiti’de 2010’da başlayan kolera salgını 7500 kişinin ölümüne neden oldu. Hâlâ her hafta yüzlerce yeni salgın vakası bildiriliyor.

Bunun dünya çapında son yılların en büyük kolera salgını olduğu ifade ediliyor.

Ocak 2010’da ülkede büyük yıkıma neden olan deprem dönemi de dahil olmak üzere Haiti’de son yüz yıldır hiçbir kolera vakası görülmemişti.

Virüsün dışkı yoluyla insanlara bulaşması ile yayılan kolera bir kez suya karıştığında engellenmesi zor bir hastalık.

Dr Lantagne, Haiti’de bulunan kolera türünün gen haritası çıkarıldıktan sonra bunun 2010’de Nepal’de ortaya çıkan tür ile aynı olduğunun kesinleştiğini belirtti.

Tazminat talepleri milyarları bulabilir

BM’nin Haiti’deki İnsani Yardım Kurumu Başkanı Nigel Fisher yeni verileri doğruladı, ancak sürmekte olan soruşturma nedeniyle yorum yapamayacağını belirtti.

BM hukukçuları, Haiti ve ABD’den avukatların mağdurlar adına açtığı tazminat talepleriyle karşı karşıya.

New York’taki BM merkezine yapılan resmi tazminat başvurularında, kolera salgınında ölenler için 100 bin, hastalığa yakalananlar için ise 50 bin dolar tazminat isteniyor. Toplam tazminat talebinin milyarlarca doları bulması bekleniyor.

2010 sonlarına doğru kolera bakterisinin nehirlerde yayılmasıyla kıyı kenti Saint Marc’ta kolera vakasında patlama olmuş ve kısa bir süre sonra başkent Port au Prince’e yayılmıştı.

Saint Marc’taki ilk kolera vakasıyla karşılaşan Haitili doktor Rosana Edward, ateş ve ishal şikayetiyle gelen hastalarının dışkılarını incelediğinde bunun kolera olduğunu anladığını, ama Haiti’de daha önce kolera görülmediği için duruma anlam veremediğini söylüyor.

Haiti’ye koleranın gelmesinden BM’in sorumlu olduğu yönündeki raporlardan haberi olduğunu belirten Dr Edward, “Haiti’nin bir de koleraya ihtiyacı yok, zaten başımızda yeterince başka dert var” diyor.

(BBC Türkçe)

Kaleciye yumruk 16 hafta hapis cezası getirdi

0

İngiltere’nin 2. Ligi seviyesinde bulunan Championshipde haftasonu oynanan Sheffield Wednesday – Leeds United futbol karşılaşması sırasında sahaya dalıp kalecisi Sheffield Wednesday takımının kalecisi Chris Kirkland’a yumruk atan 21 yaşındaki holigan Aaron Cawley 16 hafta (4 ay) hapis cezasına çarptırıldı.

Karşılaşma öncesi çok fazla miktarda içki içtiğini, olay esnasında sahaya nasıl indiğini, kalecinin yanına nasıl gittiğini ve bu eylemi nasıl gerçekleştirdiğini hiç anımsamadığını belirten Cawley’in bu savunması cezadan kurtulması için yeterli olmadı.

İngiltere’deki işsizler ordusunun bir ferdi olan Aaron Cawley’in daha önceden de iki kez futbol maçlarına giriş yasağı aldığı belirtildi.

Cawley, Cuma günü Sheffield ile Leeds United arasında oynanan maçta sahaya girerek, Kirkland’a yumruk atmıştı. Öte yandan İngiltere Futbol Federasyonu, maçta olay çıkaran taraftarlar ile sahaya şişe atılması ve saldırgan tezahürat nedeniyle soruşturma başlatıldığını açıkladı.

(Yeşil Gazete, Sports Illustrated)

Keles’te termik inadı AKP’den istifalara yol açtı

Bursa, Keles’te kurulması planlanan termik santral AKP’de istifalara yol açtı. Bölgedeki 4 köyden 57 kişi AKP üyeliğinden istifa etti.

Keles’in Kozağacı bölgesinde kurulması planlanan termik santrale direniş giderek büyüyor. Bölgedeki 23 köyün kaldırılmasını içeren projeye dikkat çekici bir tepki daha geldi.

Bölgedeki Durak, Issızören, Harmandemirci ve Denizler köylerinden 57 kişi AK Parti üyeliğinden istifa etti. 

Termik santrale tepki için AK üyeliklerinden istifa eden köylüler dilekçelerini Keles İlçe Başkanı Yaşar Keskin’e teslim ettiler. Keskin de yönetim kurulunu ile birlikte değerlendirme toplantısı yaptıktan sonra 57 kişinin AKP üyeliğini sistem üzerinde sonlandırdı.

İstifaların parti için kayıp olduğunu söyleyen Keskin, son seçimlerde bölgedeki köylerden yüzde 85 ila yüzde 90 arasında oy aldıklarını belirterek ’Her istifaya üzülüyoruz. Ancak üyelik gibi istifa da doğal bir haktır. Kendilerini hoş karşıladım’ dedi. Keskin, Keles’te AKP’nin 2 bin üyesi olduğunu da sözlerine ekledi.

İlçe Başkanı Keskin, Termik santral konusunun hükümetin kararı olduğunu ve Türkiye’nin enerjyi de ihtiyacı olduğu gerçeğini herkesin kabul etmesi gerektiğini söyledi. Keskin, ’ Biz her zaman vatandaşın yanındayız. Ankara’nın kararına bir şey diyemeyiz ancak vatandaşın hakkını korumak için de elimizden geleni yaparız’ ifadelerini kullandı.

(Olay)

Küçük /büyük değil özerk belediye – İkbal Polat

İkbal Polat

AKP’nin 8 Ekim’de TBMM’ne sunduğu “Büyükşehir Belediyesi Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” kamuoyunda sağlıksız bir şekilde tartışılmaya devam ediyor.

MHP Başkanı Devlet Bahçeli, Büyükşehir Belediye Kanunu Tasarısı’nın, Türkiye’yi adım adım federasyona götürme emareleri taşıdığını ve tasarıya karşı olduklarını ifade ediyor.

CHP’li Birgül Ayman Güler de, “bu yasa eyalet yapısı demektir” yorumuyla Bahçeli ile benzer düşünüyor.

Son haber ise CHP MYK’sının yapmış olduğu toplantıda tasarıda bulunan “anti demokratik” hükümlerin geri çekilmesi şartıyla yerel seçimlerin erkene çekilmesine “evet” diyecekleri yönünde.

Yerel seçimlerin öne çekilmesi için yapılacak bir anayasa değişikliğine şartlı evet demek nasıl bir siyaset anlayışıdır bilemiyoruz, lakin CHP MYK’sının yasayı “bölünme” korkusuyla değerlendirmemesi sevindirici.

Gelelim AKP’ye…

AKP’nin ustalık döneminde olduğunu bu yasanın hazırlanmasından ve sunumundan anlıyoruz. 2003 yılındaki Kamu Yönetimi Reform Taslağı’nın veto edilmesinden ders aldıkları belli. Ama bu ders, AKP’yi sadece usta bir idare-i maslahatçı yapıyor. Yani meseleyi geçiştiriyorlar. Şöyle ki;

2003’de hazırlanan Kamu Yönetimi Reform Taslağı’nın veto edilmesinin sebebi, Anayasa’nın 126. Maddesi’ne aykırılık iddiası idi. Yani yerel yönetimlerin merkezi idarenin vesayeti altında, illerin idaresinin “yetki genişliği” ilkesine dayanıyor olmasından kaynaklı yerel yönetimlere yetki devri yapılamıyordu. (1876, 1921 ve 1924 Anayasalarında bulunan “illerin idaresi yetki genişliği ve görevler ayrılığı ilkesine dayanır” ifadesi 1961’de kaldırılarak sadece “yetki genişliği” ilkesi esası getirilmiştir.)

Bunun için ya Anayasa değişikliği gerekiyordu ya da kanuna referans olacak bir uluslararası sözleşme. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı bu kanun için dayanak olabilirdi, lakin ilgili maddelere çekince konulduğu için hükümetin bu çekinceleri kaldırması gerekiyordu.

İkisini de yapmadı.

AKP bu kez 2012 Eylül’ünde Büyükşehir Belediye Kanunu’nda değişiklik yapan söz konusu tasarıyı Meclis’e taşıdı. Bu tasarı ile 13 yeni büyükşehir kurularak toplamda 29 büyükşehir statüsündeki ilin sınırları ve görevleri ile ilgili yeni bir düzenlemeye gidiliyor.

Tasarı dayanağını, Anayasa’nın 127. Maddesi’nde yer alan “büyük yerleşim merkezleri için özel yönetim biçimleri getirebilir”ifadesinden alıyor. Büyükşehir kurarak buralara ilişkin özel yönetim geliştirebilir.

Ayrıca merkezi idareden bağımsız ayrı bir tüzel kişiliği olan il özel idareleri kapatılarak, görevlerinin belediyelere bırakılması düşünülüyor. Yani merkezi idarenin yetkilerinin devri ile ilgili hiç bir düzenleme bulunmuyor.

Dolayısıyla Devlet Bahçeli ile Birgül Ayman Güler’in ‘korkacağı’ bir durum zaten söz konusu değil.

Lakin belediye sınırının il sınırı olması ile sorunların çözümü ne kadar mümkün olacak? Biraz zor. Eğer yerinden yönetimingüçlendirilmesi ise mesele, yapılması gereken belli, mevcut yapının seçimle geleceği mekanizmayı kurmak. Yani Vali’yi seçimle getirmek.

Geriye sadece ölçekle ilgili tartışma kalıyor. Bir belediyenin optimum büyüklüğü ne olmalıdır? Bunun cevabı da yeni sağın söylemi olan“küçük olan güzeldir” ile belirlenemez.

Avrupa ülkelerinde Yerel Yönetim Reformu’nun ilk ayağını küçük ölçekli yerel birimlerin birleştirilerek büyük ölçekli yerel birimler haline getirilmesi oluşturuyor. Avrupa ülkelerinde 70’li yıllarda, belediye sayılarında yüzde 80’lere varan azalmalar söz konusu iken, Türkiye’de tam tersi belediye sayısında bir artış söz konusu.

2005’teki yasal düzenlemelerle, nüfusu 2000’in altındaki yerlerin ölçek ekonomilerinden yararlanamadığı, bazı hizmetleri pahalı elde ettikleri ve bu yüzden birleştirilmeleri gerektiği iddia edilerek belediye kurulabilmek için gereken nüfus 5000’e çıkarıldı.

Küçük ölçekli birimlerin birleştirilmesi gerektiğini savunanların diğer iddiası ölçek ekonomisi açısından kamunun kaynaklarının tasarrufunda ve kaynak kullanımında etkin olacağı. Kamu hizmetlerinden yararlananların sayısının artması kamu kaynaklarından tasarruf sağlayacağı gibi kaliteyi de arttıracak deniyor.

Buradaki önemli nokta, küçük ölçekli yerel birimlerin birleştirilmesi karşısında demokrasinin ve halkın katılımını azalacağı yönünde kaygıların olması. Lakin yapılan araştırmalar ölçek ile demokrasi arasındaki ilişkinin belirlenmesinde bir güç ilişkisinin olmadığı yönünde. 50 kişiden sonra ölçek ve demokrasi arasındaki ilişkinin önemsizleştiği söyleniyor. Hatta daha geniş yerel yönetim birimlerinin katılım, özellikle de örgütlü katılım için daha iyi fırsatlar sunduğu ifade ediliyor.

K. Newton’un “Yerel Yönetimlerde Ölçek, Verimlilik ve Demokrasi” adlı çalışmasında, küçük idari birimlerin demokratik erdemleri abartılırken, demokratik yetersizliklerinin göz ardı edildiği belirtiliyor.
Belde ve küçük ilçe belediyelerinin çoğu norm kadrodan yoksun olduğu gibi, borç içerisinde ve ancak personel ödemelerini yapabiliyorlar. Bu da kamusal hizmetlerde kalite ve yeterlilik sorununu açığa çıkarıyor.

ÇÖZÜM ÖZERKLİK MODELİNDE

Dolayısıyla CHP, yeni sağın “küçük güzeldir” yaklaşımıyla yaptığı muhalefetle yerel yönetimlerde özerklik ve demokrasi sorununun üzerini örtüyor.

Yerel yönetimlerin demokratikleşmesinin en önemli adımlarından biri özerklik ilkesinin hayata geçirilmesidir. Dolayısıyla küçük ya da büyük olması değil, belediyelerin özerk ve katılımcı olup olmamalarıdır asıl mesele. 2012 yılında hala merkezi idarenin vesayeti altında bulunan yerel yönetim yapısı bir utanç konusudur.

Yetki genişliğine dayanan güçlü merkezi yönetim yerine, görevler ayrılığına dayalı güçlü ve demokratik yerel yönetim yapılanmasının yolu açılmalıdır. Merkezi idarenin yetkileri, yerel yönetimlere devredilerek özerk, demokratik yerinden yönetim anlayışı geliştirilmelidir.

Tuhaftır ki, CHP, AKP’yi tasarıyı hazırlarken belde belediyelerin halkına sormadığı için Avrupa Yerel Yönetim Özerklik Şartı’na aykırı davranmakla suçlarken, AKP ise tasarıyı yerindelik ilkesinden dolayı aynı Şart’a dayandırıyor.

Lakin ikisi de Şart’taki özerklikle ilgili çekincelerin kalkmasından yana olmalarına rağmen, bugün lafını dahi etmiyorlar. Bunun tek açıklaması var, ikisi de halkın vereceği tepkiyi, değişim isteğini kendi güçleri oranında yönetemeyeceklerinden korkuyorlar.

Bu nedenle artık ikisini de Türkiye siyasetinin idare-i maslahatçısı olarak görebiliriz.

Ayrıca ekonomik göstergeler açısından tasarruf oranlarının yukarı çıkması için konut edinme maliyetinin azalması gerekiyor, ki büyümeye tam gaz devam edebilsinler. Bunun için de kentsel dönüşüm projelerini hayata geçirmiş olmaları gerekiyor.

Bu nedenle de büyükşehirleri düzenleyen yasa tasarısı, yerel seçimlerde siyasal olarak AKP’ye yarayacağı gibi, yapısal olarak da kentsel dönüşüme hizmet edecektir.

LGBT örgütlerinin hazırladığı “Gölge Rapor” Cenevre’de

Türkiyedeki LGBT örgütlerin ve İGLHRC’nin birlikte hazırladığı “Türkiye’deki LGBT Toplumunun İnsan Hakları İhlalleri Gölge Raporu*” Cenevre’de “BM İnsan Hakları Komitesi 106. Oturum”, Türkiye hükümetinin değerlendirmesinde gündeme taşındı. Türkiye Delegasyonu karşında Türkiye LGBT örgütleri adına Şevval Kılıç değerlendirme toplantısına katıldı.

Şevval Kılıç yaptığı konuşmada Türkiye’de son bir yılda 14 trans cinayeti işlendiğinin ve Türkiye’nin nefret cinayetlerinde dünyada ikinci sırada olduğunun altını çizdi. Türkiye hükümetinin bu ihlallere gözlerini kapattığından, çeşitli siyasi partiler ve sivil toplumun taleplerine rağmen yeni anayasaya “cinsel yönelim” ve “cinsiyet kimliği” ifadelerinin eklenmesine karşı çıktığından söz etti. Ayrıca Kılıç LGBT bireylerin ifade özgürlüklerinin engellendiğinden ve eşcinsellikle ilgili yayınların yasaklandığından bahsetti. Türkiye’nin uluslararası anlaşmalara saygılı olması ve sorumluluklarını yerine getirmesi gerektiğinden söz eden Kılıç LGBT bireylerin tüm yurttaşlarla eşit haklara sahip olmak istediğini belirtti. Kılıç sözünü “LGBT örgütler olarak herkes için daha demokratik bir ülke istiyoruz ve bunun için hükümetle işbirliği yapmaya hazırız” diyerek bitirdi.

Toplantıda Türkiye Delegasyonun’da şu isimler yer alıyordu: Dışişleri bakanlığı, Büyükelçi Erdoğan İşcan, Delegasyon (heyet) Başkanı, Profesör Cengiz Alacacı, Milli Eğitim Bakanlığı, Departman Başkan Yardımcısı, Ömer Temiz, Adalet Bakanlığı, Soruşturma Yargıcı, Oktay Bahadır, Adalet Bakanlığı, Soruşturma Yargıcı, Ercan Doğan, İç işleri bakanlığı, 3. Derece Polis Şefi, Neval Orbay, Dışişleri bakanlığı , Daire Başkanı, Zeynep Göknil Şanal, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Daire Başkanı, A. Ufuk Hasçakal, İçişleri Bakanlığı, Departman Başkan Yardımcısı, Vedia Sirmen, Dışişleri Bakanlığı, Hukuki Müşavir.

Başkan Yardımcısı Mr. Michael O’Flaherty; Türkiye hükümetinin neden nefret cinayetlerinden bahsetmediğini, ‎2008 -2010 arası öldürülen trans kadın cinayetleri ile ilgili hükümete yapılan başvurular olduğunu ve hükümetin bu endişe verici gelişmeye yönelik neler yaptığını sordu ve eşcinsel erkeklerin askeri hizmetlerde zorluk yaşadıklarını, kanıtlar, fotoğraflar istendiğini belirtti.

Türkiye Delegasyonu sorulara şu yanıtı verdi:

“LGBT’lere karşı açıkça ayrımcılık sergileyen herhangi yasal veya idari bir önlem söz konusu değil / yok. Bu, gelişmekte olan bir mesele; bu meseleyi ayrıca uluslararası forumlardan da biliyoruz. Bu arada bazı genel önlemler LGBT’lerin aleyhine yorumlanmış olabilir ve bizler de bu sorunla da ilgilenmeye devam ediyoruz. Belirli bir grubun üyesi olmak ya da LGBT olsun doktor olsun diplomat olsun tanımlanmış bir kişi olmak kişinin kanun kurallarından muaf tutulması anlamına gelmez ve bu nedenle de savcının meseleyi araştırması ve mahkemeye taşıması onun görevi ve sorumluluğudur.

Yalnız mevcut bir vaka ve cevaplanması güç bir soru var benim de komiteyle paylaşmak istediğim bir bilgi var. Mesele Pembe Hayat’ın 3 üyesiyle ilgili. Onlara yöneltilmiş ithamlar vardı ve sorgulanan kişiler kendilerine karşı uygulanan cezai işlem sonucunda hiçbir ayrımcılığa maruz kalmadılar. Sorgulanan 3 kişi polis merkezine gitmek istemediler, tutuklanmaya karşı koydular, polise hakaret ettiler, bir polis memuru yaralandı… Bu nedenle de polis memuruna hakaret ve kamu malına zarardan cezai işlemler başlatıldı. Bu işlemler hala devam ediyor.”

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu Üyesi Cornelius Flinterman bu yanıt karşısında “Anayasada açık olarak “LGBT” tanımı altında bu bireylere koruma sağlayamıyorsanız insan haklarından bahsedemezsiniz” dedi.

Büyükelçi Erdoğan İşcan ise “Açıkça ve dürüstçe, (anayasa taslağı yazmak için) süreç zaten başladı, henüz başındayız, yasama süreci toplumsal uzlaşma müzakere gerektirir, müzakereler ve Türk halkını gelişen insan hakları tanımı konusunda eğitmek zaman gerektirir. Dahası, Türkiye AB veya BM kaynaklı insan hakları kontrol mekanizmalarına açık, bir hak ihlali varsa, bir hak ihlal ettiğimize kanaat getirirlerse durumu düzeltmek için gereken adımları atarız.” diye konuştu.

(Kaos GL