Ana Sayfa Blog Sayfa 3919

TEMA: Akkuyu ÇED’i eksikliklerle dolu

Akkuyu Nükleer Santrali’nin ÇED Raporu, İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu (İDK) tarafından bugün Ankara’da yapılan toplantı ile değerlendirildi. Toplantıya katılan TEMA Vakfı, ÇED Raporu’nda atıkların nakli, acil durum planı ve ekosisteme vereceği zararlarla ilgili bilgi olmaması gibi birçok noktayı eleştirdi.

nükleere hayır

Mersin İli Gülnar İlçesi’ne bağlı Akkuyu Mevkii’nde yapılması planlanan nükleer santralin, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na üçüncü kez sunulan ÇED Raporu değerlendirildi. Toplantıda söz alan TEMA Vakfı’nın dikkat çektiği noktalar şu şekilde sıralanıyor;

Atıkların nakli sırasında oluşabilecek bir kazaya ilişkin acil eylem planı yok

Rusya kaynaklı kullanılmış nükleer yakıtın Rusya Federasyonu’na geri gönderilebileceği ve yeniden işlenebileceği öngörülüyor. Kullanılmış nükleer atıkların Boğazlar yoluyla Rusya’ya taşınması konusunda oluşacak risklerden bahsedilmiyor. Dünyanın en yoğun deniz trafiğine sahip İstanbul ve Çanakkale Boğazlarından geçişte, olası kaza durumundaki acil durum planı ve sorumluluk konusu raporda yer almıyor.

Atıkların bertaraf edilmesi şu anda mevcut olmayan bir mevzuata dayandırılıyor

“Kullanılmış yakıtın ve radyoaktif atıkların saha dışı yönetimi (depolama, yeniden işleme ve bertaraf işlemleri) mevcut Türkiye Cumhuriyeti Mevzuatı ve ilgili faaliyetlerin yürütüleceği zaman yürürlükte olacak mevzuat çerçevesinde gerçekleştirilecektir” deniliyor. Hayati önem taşıyan bir konunun, kabul edileceği varsayılan, şu an içeriği belli olmayan bir mevzuata göre düzenlenecek olması hukuka aykırıdır.

Kullanılacak reaktör TAEK Mevzuatı’na ters düşüyor

“Sınanmışlık” maddesi hâlâ ihlal ediliyor Akkuyu’ya yapılacak nükleer santral için VVER-1200 modeli reaktörün kullanılması planlanıyor. Sadece Rusya’da prototip düzeyinde inşasına bu yıl başlanan VVER-1200 reaktörünün, Akkuyu’daki nükleer santral projesinde kullanılması, TAEK’in kriterlerine göre, nükleer güç santralinin güncel ve kanıtlanmış teknolojik yenilikleri kapsaması gerekliliğine karşı düşüyor.
Acil koruyucu eylem planında eksiklikler bulunuyor Acil koruyucu eylem planlama bölgesinin hangi kriterlere göre 5,4 km. yarıçaplı alan olarak belirlendiği belirtilmiyor. Bir nükleer kaza durumunda çok daha geniş bölgelerin etkilendiği bilinmesine rağmen, 5,4 km. belirlenmesinin ardındaki bilimsel gerekçeler raporda açıklanmıyor.

İklim değişikliğine ve deniz ekosistemine olumsuz etkilerine yer verilmiyor

Santralin 4 ünitesinin yılda toplam 17.000 kiloton CO2 salımını engelleyeceği belirtiliyor. Buradaki hesaplamalarda yalnızca elektrik üretiminden kaynaklanan sera gazı verileri temel alınıyor. Ancak, projenin inşaatı aşamasındaki ulaşım, çimento, yok edilen yutak alanlar (kesilecek ağaçlar vb.) gibi faktörlerden kaynaklanan sera gazı salımlarının hesaplanmamış olduğu ve projenin toplam sera gazı salımı ile engelleyeceği sera gazı salımı arasındaki fayda analizinin yapılmadığı görülüyor.

Deniz suyu sıcaklığını 10C arttıracak 

· Raporda, nükleer santralde kullanılacak olan suyun büyük kısmının denizden çekileceği ve santralde kullanıldıktan sonra azami 10C artışla tekrar denize verileceği belirtiliyor. Ancak, deniz suyundaki 1oC’lik sıcaklık artışının deniz ekosistemindeki hangi türleri ve nasıl etkileyeceği raporda açıklanmıyor.

· Ayrıca, Akdeniz’den çekilen suyun desalinizasyon ve demineralizasyon işlemlerinden sonra tesiste işletme, içme ve kullanım suyu olarak kullanılacağı belirtiliyor. Fakat raporda desalinizasyon tesisleri için kullanılacak suyun, denizden hangi yöntemle alınacağı, su alımı esnasında deniz canlılarının (büyük, küçük balıklar, foklar, istiridyeler, ıstakoz gibi kabuklu deniz canlıları, yavru balıklar, larvalar ile diğer organizmalar) nasıl etkileneceği ile planlanan önlemler belirtilmiyor. Desalinizasyon ve demineralizasyon işlemleri esnasında hangi kimyasal maddelerin kullanılacağı raporda belirtilmesine rağmen, bunların nasıl bertaraf edileceğinden bahsedilmiyor.

· Akkuyu’nun 1976 yılında yer seçimi sırasında, 25 yıl önceki teknolojik olanaklara ve bilgilere göre etütleri yapılarak onaylanan yer lisansının, geçerliliği sorgulanmalıdır. Santralin yapılacağı sahanın, şev hareketlenmelerine ve heyelanlara açık bir saha olmasının yanı sıra bugün Ortadoğu’daki çatışma ortamı göz önünde bulundurulmalıdır. Yapılacak nükleer santralin yeri kaza, patlama ve saldırıya açık bir konumdadır.

Greenpeace de, nükleere hayıt kampanyası kapsamında toplanan 250 bin imzayı toplantıda Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na teslim edecek.

(Yeşil Gazete)

Avrupa’nın çevreyi en çok kirleten 30 santrali

Avrupa’nın En Kirli 30’u adlı rapor ile Avrupa Birliği enerji sektöründeki sera gazı salınımının en yüksek olduğu 30 enerji santralinin listesi açıklandı. 2013 verilerini temel alan raporun oluşumunda İklim Hareketi Ağı, Doğal Hayatı Koruma Vakfı, Avrupa Çevre Bürosu gibi birçok organizasyon bulunuyor. Listenin başında Polonya’nın Belchatow kömür yakıtlı enerji santrali bulunurken ikinci ve üçüncü sırada Almanya’nın kuzeyinde bulunan iki santral yer alıyor.

İnsanlığın ve tüm gezegendeki yaşamın en büyük tehditi kömürdür. (James Hansen)
İnsanlığın ve tüm gezegendeki yaşamın en büyük tehditi kömürdür. (James Hansen)

Avrupa Birliği’nde emisyonlar yükselişte

Rapora göre, Avrupa Birliği uzun zamandır iklim değişikliği ile mücadelede lider olarak görülse de son yıllarda kömür santrallerindeki emisyonlar artış gösteriyor. 1990’lı yıllar ile kıyaslandığında kömürden enerji üretiminde anlamlı bir düşüş gözlense de son yıllarda Avrupa enerji sektöründe kömür tüketiminde artış görülüyor.

Ekonomik faktörlerin, artan gaz fiyatlarının, düşük kömür ve düşük karbon fiyatlarının etkisi birliğin iklim politikalarında esnemeye neden olurken 2009’dan beri elektriğin kömürden elde edilmesinde artışı beraberinde getiriyor. Petrol ya da gaza oranla görece düşük kömür fiyatları nedeniyle Avrupa’daki kömür yakıtlı santraller tam kapasite ya da tam kapasiteye yakın çalışıyor. Avrupa’da ayrıca büyük miktarlarda kömür ihracatı da yapılıyor, özellikle enerji üreticilerinin kömür yerine kaya gazına geçtiği ABD’den.

Rapor yazarları son yıllarda Avrupa’nın kömür yakıtlı enerji santrallerindeki emisyon yükselişini yeni santrallerin eklenmesinden değil varolanların tam kapasite çalıştırılmasına bağlıyor. Bu santrallerin bazılarının aşamalı olarak üretiminin durdurulması planlanmasına rağmen tam kapasite çalışmaya devam ediyor.

Almanya ve İngiltere kirlilikte başı çekiyor

Almanya ve İngiltere her ne kadar kendilerini Avrupa’nın iklim şampiyonu olarak ilan etse de listede her iki ülkenin yüzlerce ton seragazı salımı yapan 9’ar santrali bulunuyor. Listedeki en büyük kirlilik yaratan ilk 5 santralden 4’ü Almanya’da.

dirty

 

 Kömürün gerçek maliyeti

‘En Kirli 30’ raporuna göre, kömür yakıtlı enerji santralleri tek başına en büyük sera gazı salınımı kaynağıdır. Kömür en kirli yakıt ve dünyadaki kömür revervleri potansiyel olarak en büyük C02 kaynağını oluşturmaktadır. Kömür yakıtlı santraller dünya enerji üretimini %40’ını oluştursa da enerji sektöründeki sera gazı salınımlarının %70’inden fazlasından sorumlu.

Kömürün yarattığı kirliliğin insan sağlığına ve çevreye negatif etkisi vardır. Kardiyovasküler ve solunum hastalıkları başta akciğer kanseri Avrupa’da önde gelen kronik rahatsızlıklar olmakla beraber bu hastalıkların tedavisi ise sağlık harcamalarının önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Tüm bu hastalık gruplarının hava kirliliği ile ve özellikle havadaki partikül parça miktarı ile açık bir bağlantısı vardır. Rapora göre kömürden elde edilen elektriğe ödenen fiyat iklime, havaya ve insan sağlığına yönelik yarattığı zararı karşılayamıyor. Azot oksit ve sülfür dioksit benzeri kirletenler nedenli hastalıkların Avrupa’ya yıllık maliyeti 26-71 milyar Avro’dur. En kirli 30 santral listesindeki santraller, enerji sektörünün sağlık maliyetlerinin %20’sine neden olurken tüm endüstri kollarındaki sağlık maliyetlerinin %14’ünü oluşturmaktadır.

Avrupanın iklim hedefleri tehlikede

Araştırma, eğer Avrupa 2030’a kadar emisyonlarını 1990 seviyesinin %40 altına indirme planını gerçekleştirmek istiyorsa bu santrallerin kapatılmasının hayati önemde olduğunu belirtiyor.  Ancak, kısa vadeli ekonomik hedeflerin iklim değişikliğinin kontrolünün uzun dönemli hedeflerinin önüne geçtiği aşikardır.

Raporun sonucunda da belirtildiği gibi;

 “Avrupa’nın enerji ve iklim politikasındaki gelişmeler kömür santrallerini teşvik edip sürelerini uzatırken Avrupa’nın kendi iklim hedefleri ile çelişki yaratmaktadır”

 (Yeşil Gazete)

 

Gördüğünüz bu obje aslında yok!

Felice Varini, İsviçreli bir sanatçı. Lokalize perspektif denen akıl almaz tasarımlarıyla tanınıyor. Yarattığı şekiller, belli bir bakış açısından bakıldığında 3 boyutlu olarak görünüyor. Aslında yalnızca yüzeylere çizilmiş düz grafiklerin becerikli geometrisinden ibaret. İşin teknik ismi, ‘anamorfoz’, Yunanca önek ‘ana-’, arka ya da tekrar anlamına geliyor, ‘morf’ ise şekil demek. Gene de hiçbir kelime işi anlatmaya yetecek gibi değil. Aşağıya doğru inip resimleri gördükçe ne demek istediğimizi anlayacaksınız.

(aplus.com)

Felice Varini 1

Felice Varini 2

 

Felice Varini 4

 

 

Felice Varini 6

 

 

Felice Varini 12

Felice Varini 13

Felice Varini 18

Felice Varini 20

Felice Varini 9

 

 

Felice Varini 11

 

 

Felice Varini 21

Felice Varini 22

 

Felice Varini 24

Felice Varini 25

 

 

 

Denizanası ya yakarsa

Denizlerin insan türüne daha da kucak açtığı şu sıcak günlerde, özellikle Akdeniz ve Karadeniz’de sizi bekleyen bir tehlike var: iklim değişikliği ve besin ağındaki değişimlerle sayıları gittikçe artan zararlı deniz anası türleri. Ulusal Denizanası ve Benzer Türleri İzleme Programı isimli oluşum, “yayakarsa” sitesinde, bazı tür deniz analarının barındırdığı tehlikeleri bir araya getiren bir veritabanı oluşturdu.


Screen shot 2014-07-23 at 21.12.54

İklim değişikliği ve besin sisteölerindeki değişimin yanı sıra Süveyş Kanalı yoluyla gelen ve “Lessepsian türler” adı verilen denizanaları, Doğu Akdeniz Havzası için sorun oluşturuyor. Ulusal Denizanası ve Benzer Türleri İzleme Programı, denizanaları ve benzeri canlıların balık ağlarının gözlerini tıkayıp balıkçılığa zarar verdiğini, denize girenler zehirli ve yakıcı denizanaları ile temas etmeleri halinde etkilenip özellikle yaşlı ve bebeklerde ciddi sağlık sorunlarına neden olduğunu belirtiyor.

Türk Deniz Araştırmaları Vakfı’nın kurduğu girişim, kıyılardaki anormal denizanası patlamalarını, artışlarını, zarar verici etkilerini anlamak, öğrenmek, akademik olarak konuyu bilimsel bir düzleme taşımak ve karar vericilere yol göstermek amacıyla yayakarsa sitesini kamuoyuna sundu.

Girişim ayrıca, Avrupa ülkelerinde “Citizen Science” diye bilinen ve Türkçe’ye ‘vatandaş bilimi’ olarak çevrilen anlayışın, yani kolay ve masrafsız bir şekilde toplumsal fayda için veri toplamayı amaçlayan çalışmanın bir örneği olmayı amaçlıyor. Bu amaçla sitede hem zararlı denizanası türleri hakkında bilgi verilecek hem de vatandaşların gördükleri denizanası türlerinin fotoğrafını çekip siteye yüklemeleri sayesinde interaktif bir süreç işleyecek.

Bu canlılara dikkat!

Sitede bulunan zararlı denizanalarından bazıları şöyle:

Screen shot 2014-07-23 at 21.04.08
Deniz Ciğeri Denizanası

Deniz Ciğeri Denizanası (Rhizostoma pulmo): Büyüklükleri 50cm’e kadar olabilir. Zehirsiz denizanaları türlerindedir.
Genel olarak küçük denizlerin hepsinde yayılış gösterir. Ülkemizde de Akdeniz, Ege, Karadeniz ve Marmara da bulunmaktadır. Bu tür özellikle kirliliğin fazla olduğu alanlarda yoğun olarak görünür. Nematosistlere sahiptir ve bu özelliği sayesinde yüzücülerin çok başını ağrıtmaktadır. Herhangi bir saldırı durumuyla karşılaşıldığında hemen sağlık kuruluşlarına baş vurulmalıdır.

Screen shot 2014-07-23 at 21.05.44
Pelagia noctiluca

Pelagia noctiluca:  Mantar şekildeki vücudundan sarkan 8 adet küçük ve ağız çevresinde bulunan 4 adet büyük tentaküller ile hoş bir görüntü oluşturan 10-15cm. boyundaki Pelagia noctiluca aslında zehirli ve tehlikeli bir denizanasıdır. Fosforesans özelliğinden dolayı suyun altında hafif bir ışık yayar. 50 metre derinliğe kadar görülebilir. Rengi kırmızımsı sarıdan mora doğru değişebilir. Bu hayvana Ege ve Akdeniz kıyılarında özellikle yaz aylarında sıkça rastlanabilir. Tentakül etrafında bulunan yakıcı kapsüller ile temas edildiğinde vücutta acılara neden olabilir. Bu tentaküller 50 cm uzunluğa kadar olabildiğinden hayvandan uzak durmak gerekmektedir.

Maviş Denizanası (Cotylorhiza tuberculata) : Cotylorhiza tuberculata Akdeniz endemiği, yani dünyada sadece Akdeniz’de bulunabilen bir türdür ve sularımızda da rastlanmaktadır. Şemsiye boyu 40 cm’ye erişebilen, oldukça büyük ancak zararsız bir deniz anası türüdür.  Şemsiyenin altında ise çiçekleri veya mercanları andıran ağız kolları bulunmaktadır. Ağız kollarının ucunda mavi-mor renklenmeye sahip tomurcuklar vardır. Dokunmayla yakma etkisi olmasa da, oldukça hassas yapıya sahip bu canlıya, zarar görmemesi için dokunmamak gerekir.

 

Zehirli Denizanası ısırdıysa:

“Denizanası veya başka bir kinitli canlı ile temas durumunda bu canlıların dokunaçları deriye yapışıp kalır. Bu dokunaçlarda bulunan nemetokistlerin önemli bir bölümü henüz açılmamıştır. Açılmamış nematokistlerin açılması zehirlenmenin şiddetini arttırır. Bu yüzden henüz açılmamış nematokistler mümkün olduğu kadar çabuk deriden uzaklaştırılmalı veya açılmaları engellenmelidir. Nematokistleri patlatmadan deriden uzaklaştırmanın en güvenli yolu deniz suyu kullanmaktır. Deniz suyu ile uzaklaştırılamayan dokunaçlar künt kenerlı bir cisimle (kredi kartı veya bıçağın sırt kısmı) sıyrılarak veya cımbızla nazikçe tutularak uzaklaştırılabilir. Sert temas (ovma, kaşıma gibi) veya tatlı su ile yıkama nematokistlerin yoğun şekilde açılmasına neden olduğu için bu gibi uygulamalardan kaçınılmalıdır.

Kinidarya zehirlenmelerinin çoğunda önde gelen şikayet ağrıdır. Ağrının giderilmesi için en etkili ilkyardım, sıcak uygulamasıdır. Etkilenen bölgenin 20-40 dakika boyunca 43-45 derece santigrad sıcaklığındaki suya batırılması vakaların çoğunda ağrıyı kontrol altına almak için yeterlidir. Suyun sıcaklığı derece ile kontrol edilemiyorsa “elin içinde tutulabildiği, tahammül edilebilen en yüksek sıcaklık” ölçü olarak kullanılabilir.”

Akkuyu ÇED’ine göre nükleer atıklar ışınlanacak mı?

Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Dr. Dolunay Özbek’in hazırladığı rapora göre, nükleer atıkların deniz yoluyla taşınacak olması, Türkiye’nin Boğazlardan geçişi düzenleyen hukuk politikasıyla çelişiyor. Greenpeace, Boğazlardan atık geçişi tehdidine dikkat çekmek için İstanbul Boğazı’nda pankart açtı.

akkuyu

İstanbul Akkuyu’da kurulması planlanan nükleer santralin, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na üçüncü kez sunulan ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) raporunun değerlendirilmesine 1 gün kala, raporun eksiklikleriyle ve nükleer atıkların transferinin oluşturacağı tehditle ilgili bir rapor daha yayımlandı. Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Dr. Dolunay Özbek’in hazırladığı rapor, nükleer atıkların deniz yoluyla taşınmasının, Türkiye’nin Boğazlardan geçişi düzenleyen hukuk politikasıyla çeliştiğine dikkat çekiyor.

Boğazlardan geçiş ÇED raporunda yer almıyor

Bugün yayımlanan, ‘Deniz Hukuku ve Türk Boğazlarından Geçişin Düzenlenmesi Bağlamında, Mersin’den Nükleer Atıkların Deniz Yoluyla Taşınması’ adlı raporla ilgili olarak, raporun yazarı Dr. Dolunay Özbek “Hazırlanan ÇED Raporu’nda, Nükleer atıkların akıbeti ve dolayısıyla da ne şekilde taşınarak nereye götürüleceği hakkında bir belirsizlik olmakla birlikte, yapılan anlaşmanın koşulları itibariyle, atıkların Boğazlar dahil olmak üzere Türkiye’nin deniz alanlarından gerçekleşeceği kesinlikle söylenebilir. Böylesi ciddi bir konunun ÇED raporunda yer almaması başlı başına bir zaaftır. Konunun hukuki boyutu bir yana, deniz yolu ile yapılacak nükleer yakıt veya atık taşımasının da deniz çevresine ve trafiğine etkisi de değerlendirilmemiş durumda. Üstelik aşırı tehlikeli nükleer yüklerin geçişini Türkiye’nin kendi eliyle sıradanlaştırması, seyir emniyetini ve çevre güvenliğini sağlamak amacıyla 1994’ten beri itinayla uyguladığı deniz trafik düzenlemelerinin varlık sebebine zıt olacaktır. Bu da, Boğaz’da büyük kazaları azaltmayı başarmış olan bu düzenlemelerin şimdiye kadar başarıyla savunulmuş olan meşruiyetinin bir kere daha sorgulanmasına yol açabilecektir” dedi.

Raporda öne çıkarılan başlıca konular şöyle:

· Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı, nükleer maddelerin tehlikeye zaaflarının en yüksek olduğu zamanın, taşınmaları sırasında olduğu görüşündedir.

· Türkiye, Boğazlardan geçerek diğer ülkelere giden, doğalgaz ve petrol gibi tehlikeli yük taşıyan tankerlerin geçişini, bu tankerlerin gecikmesi pahasına düzenleyip sıraya koyar. Oysa Türkiye’nin daha da tehlikeli bir yük olan nükleer atık taşıyan gemileri Boğazlardan geçirmesi riskli olduğu kadar, hukuk politikası açısından da tutarsızdır.

· Nükleer atıkların taşınması yüksek riskli bir faaliyettir ve nükleer maddelerin dışarıdan gelecek bir saldırıya veya sabotaj riskine karşı en açık kaldıkları zaman taşınmaları sırasıdır.

· Dünyada bir çok devlet, nükleer atıkları kıyılarının 200 deniz miline kadar dahi yaklaştırmamaktadır. Örneğin Dışişleri Bakanlığı’nın 2010 yılı verilerine göre tehlikeli madde taşıyan 9274 tankerin geçtiği, yer yer yarım deniz miline kadar daralan İstanbul Boğazı’ndan, milyonların yaşadığı, UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alan İstanbul’un ortasından geçirmeyi istemek –hele de bunu Karadeniz ülkelerine gelip giden trafiği, uzun beklemelere, gecikmelere sebep olsa bile düzenlerken yapmak– bir çelişkidir.

· Kıyı devletleri, çevre koruma haklarını ileri sürerek, klasik seyir haklarını reddetmekte ve nükleer atık taşıyan gemilerin kendi deniz alanlarından geçişlerine şiddetle karşı çıkmaktadır.

· Her şey bir yana, nükleer atık veya yakıt şeklinde radyoaktif yük taşınmasının risklerinin, deniz çevresi ve kıyılardaki hayat üzerindeki etkilerini, geniş katılımlı bir tartışmaya açacak bir ÇED ile etraflıca değerlendirilmemiş olması esaslı bir eksikliktir.

Rapora ulaşmak için tıklayınız. 

(Greenpeace/ Yeşil Gazete)

İsrail’in Filistin saldırısının altında yatan neden

Guardian çevre yazarı Nafiz Ahmed son makalesinde, iki haftadır yine şiddetli bir şekilde tırmanan İsrail-Filistin çatışmasının altında yatan temel nedenin İsrail’in Gazze topraklarında bulunan 1,4 trilyon metreküplük doğalgazı kontrol çabası olduğunu belirtiyor.

aa_picture_20140722_2860889_web
Fotoğraf: AA

8 Temmuz’dan beri devam eden ve hayatını kaybedenlerin sayısının 663’e yükseldiği Gazze saldırısıyla ilgili, geçtiğimiz hafta bir açıklama yapan İsrail Güvenlik Güçleri (IDF) Başkanı Moshe Ya’alon, ‘operasyonun birkaç günde bitmeyeceğini, Hamas’ı bitirmek için her anlamda genişletileceğini, Hamas’ın ödeyeceği bedelin epey ağır olacağını” açıklamıştı. Nafeed, yazısında güvenlik şefinin 2007 yılında yaptığı açıklamayı da hatırlatıyor: “Gazze ‘yanlış yöne sapmış’ Filistin’in ekonomik kalkınmasını sağlayacak anahtar rolünde olabilir. Fakat Filistin’in İsrail’e gaz satışı sanıldığı gibi Filistin’in kalkınmasını değil, terör gruplarının İsrail’e daha güvenli saldırmasına olanak sağlayacak. Açık ki, Hamas’ı tamamen kontrol altına almaya yönelik bir operasyon olmadığı müddetçe doğalgaz çıkarma çalışmaları başlayamaz”

İsrail’in doğalgaz rezervine sahip olma iddiası 2007 yılına dayanıyor. Araştırmacı Gazetecilik Girişimi’nin başkanı Mark Turner’ın aktardığı kadarıyla, İsrail sadece Hamas değil, Filistin’in kendi eenrji kaynaklarına, dolayısıyla kendi ekonomisine sahip olmasını engellemeye çalışıyor.

gaza
Marine-1 ve Marine-2 doğalgaz kuyuları Gazze şınırında bulunuyor

Giitkçe büyüyen doğalgaz hırsı

Ahmed’in aktardığı kadarıyla İsrail, Leviathan bölgesindeki 18 milyon küplük doğal gaz rezervi gibi keşiflerle enerji devi olma gayesini perçinledi. Enerji ithal eden bir devlet olmaktan, Avrupa, Ürdün ve Mıdır’a enerji ihraç edien bir ülke olma yolundaki emellerinin önündeki engel ise Levant bölgesinin altında yer alan 122 milyon trilyon küplük gaz ve 1,6 milyar küplük petrol rezervinin büyük bir kısmının İsrail, Suriye, Gazze ve Kıbrıs arasında yer alan uluslararası sınırlarda yer alması. Öte yandan, İsrail’in kendi enerji kaynaklarını ihraç etmesi 2012 yılında devlet görevlisi iki biliminsanının tarafından bir mektupla ekleştirilmişti. Ha’aretz gazetesinde yayımlanan mektupta İsrail’in yeni doğal gaz rezervelerini keşfetmesinin yeterli olmadığı, 2020 yılına kadar gaz kullanımı azaltması ve ihracata son vermesi gerektiği yazıyordu. İsrail’in komşu ülkelere satmayı planladığı gaz ve mevcut rezervler arasında 100-150 milyar lüp metrekarelik bir açık olduğunu vurgulayan uzmanlar, rezervelerin en fazla 40 yıllık ömrü olduğunu belirtiyordu.

İsrail’de su yüzüne çıkan enerji krizinin çözümü için kabartılmış elektrik faturaları gibi ‘önlemler’ alınmış olsa da 2012 itibariyle El Fetih’le başlayan görüşmeler İsrail’in Gazze’deki gazla ilgili anlaşmalara başladığının işaretini veriyordu. Bu görüşmelerde dışarıda tutulan Hamas, bu yılın başında İsrail’den alacağı gaz için 1,2 milyar dolarlık bir anlaşma yaptı.

California Üniversitesi tarafından yayımlanan “Journal of Palestine Studies” dergisindeki bir makaleye göre, İsrail’in Gazze üzerindeki baskı politikası, Gazze sırınırındaki Marine-1 ve Marine-2 doğalgaz kuyularına Filistin’in erişimini engellemek üzerine kurulu. Israil hükümeti içinse, uzun vadeli Filistin’in gaz rezervine sahip olma planının önünde Hamas bir engel olarak duruyor.

Ahmed, makalesinde İsrail- Filistin meselesinin elbette sadece enerji kaynaklarıyla ilgili olmadığın, fakat pahalı enerji çağında fosil yakıtları elde etme mücadelesinin kritik savaşlara gebe olduğunu belirtiyor.

(The Ecologist/ Yeşil Gazete)

Demirtaş HES’lere karşı bisiklet turunda

Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş, çevre sorunlarına dikkat çekmek için Diyarbakır’da düzenlenen bisiklet turuna katıldı. Demirtaş, cumhurbaşkanı seçilmesi halinde Hasankeyf, Munzur ve Karadeniz’deki hidroelektrik santralleri durdurmak için girişimlerini sürdüreceğini söyledi.

demirtas_bisiklet_promo

Diyarbakır Bisiklet ve Doğa Sporları Kulübü tarafından çevre sorunlarına dikkat çekmek amacıyla düzenlenen bisiklet turuna Demirtaş, iki kızı ve eşiyle birlikte katıldı. Spor kıyafetlerini giyen, kasklarını takan Demirtaş ailesi, turun başladığı Newruz Parkı’na geldi. Demirtaş, eşi Başak, kızları Delal ve Dilda pedal çevirmeye başladılar.

Newruz Parkı’nda başlayan tur Mardin yolunda sürdü. Burada tura ara veren Demirtaş gazetecilerin sorularını yanıtladı. Demirtaş, Türkiye’nin her yerinde sanayileşme adına doğa katliamı yapıldığını belirterek, “Daha önce parlamentoda yapılan tüm tartışmalarda ortaya çıktı ki, hükümet adına, Çevre Bakanı da dahil olmak üzere, çevre anlayışı sadece betonlaşmadan ibarettir. Doğanın, tabiatın, doğal yaşam alanının ne anlama geldiğini bilmeyen, bilmek istemeyen bir hükümet anlayışı var. Biz de doğa katliamlarına dikkat çekmek istedik. Hem uluslararası sözleşmelerle, hem de yasalarla korunması gereken doğa, en fazla tahrip edilen, çevre hakları açısından en çok ihlal edilen hak alanıdır. Hükümetten ve yerel yönetimlerden bu konuda daha dikkatli olmalarını rica ediyorum” dedi.
Demirtaş seçilmesi halinde HES projelerini mahkemeye götüreceğini söyledi.

Demirtaş “Cumhurbaşkanı olarak durdurma yetkisi yoktur fakat Devlet Denetleme Kurumu’nu faaliyete sokabilir. Bu gibi durumlarda denetleme yapabilir, raporunu mahkemeye sevkedebilir. Cumhurbaşkanı halkın çıkarları açısından davaya müdahil olabilir. Kendisi de dava açabilir. Yürütme açısından durdurma yetkisi yoktur. Ben cumhurbaşkanı olsam, hem Hasankeyf, hem Munzur, gereksiz yapılan hidroelektrik santralleri, Karadeniz’deki dereler ve doğayı mahveden santrallerin tamamını durdurmak için girişimlerimi sürdürürüm” diye konuştu.

(Al Jazeera)

Dünya Organik Kongresi Ekim’de İstanbul’da

13-15 Ekim 2014 tarihlerinde, Buğday Derneği ev sahipliğinde İstanbul’da yapılacak olan Dünya Organik Kongresi’nin (IFOAM Organic World Congress) ayrıntılı programı belirlenmeye başlandı. Ana Bölüm ve Bilimsel Bölümün oturumları ve konuşmacıları açıklandı.

Kongrenin sloganı, "OOrganik Köprüler İnşa Etmek" (Building Organic Bridges)
Kongrenin sloganı, “Organik Köprüler İnşa Etmek” (Building Organic Bridges)

Dünya Organik Kongresi Ana Bölüm

Ana Bölüm’de “Organik Vizyonu Geliştirmek” ve “Organik Dünyayı Büyütmek” başlıkları altında iki paralel bölüm yapılacak.

Print
Kongreye İstanbul’da Buğday Derneği ev sahipliği yapıyor

Bölgesel Öncelikler, Gıda Güvenliği, Pazarın Gelişimi, Küçük Çiftlik Sahipleri, Organik Sertifika Sistemlerini Gözden Geçirmek oturum başlıklarından bazıları.

Ana Bölüm’ün panelistleri arasında, tüm dünyada geniş yankı uyandıran Bütüncül Yönetim (Holistic Management) yönteminin yaratıcısı ve Savory Ensitüsü’nün kurucusu Allan Savory, BM Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD) temsilcisi ve BM Sürdürülebilirlik Standartları Forumu (UNFSS) Koordinatörü Ulrich Hoffmann, 2011 IFOAM Organik Tarımda Yenilikler Ödülü (OFIA) sahibi Shaikh Tanveer Hossein de var.

Dünya Organik Kongresi Bilimsel Bölüm

Bilimsel Bölüm ise üç paralel bölümden oluşuyor.

11 ifoam
Dünya Organik Kongresi, gezegenin konu hakkında çalışan, üreten tüm insanlarını İstanbul’da buluşturacak

Dünyanın dört bir yanından gelecek bilim insanları, Toprak, Bitkisel Üretim, Hayvansal Üretim, Sosyoekonomik Konular ve Özel Konular başlıkları altında, en güncel bilimsel çalışmalarını paylaşacaklar.

Kongrenin diğer 2 bölümü olan Uygulayıcı Bölümü ve Atölye Çalışmaları’nın ayrıntılı programları da çok yakında açıklanacak.

Dünya Organik Kongresi Haberleri için Yeşil Gazete – Buğday Derneği İşbirliği

Dünya Organik Kongresi’nin program detaylarını, hazırlık aşamasını, en güncel bilgileri ve kongre günlerindeki tüm detayları Yeşil Gazete olarak Buğday Derneği ile kurduğumuz gönüllü işbirliği üzerinden sizlere aktarmaya devam edeceğiz.

13-15 Ekim  2014 tarihlerinde İstanbul’da yapılacak olan Dünya Organik Kongresi ile ilgili ayrıntılı bilgi ve kayıt için: owc2014.org/

(Yeşil Gazete)

Bilim insanları, “Böcek ilaçları dünya gıda güvenliğini tehlikeye sokuyor”

The Guardian.com‘da Damian Carrington imzası ile yayınlanan yazıyı Yeşil Gazete gönüllü çevirmenlerinden Ayşe Koçak‘ın türkçesi ile yayınlıyoruz

* * *

Uluslararası bilim insanları böcek ilaçları ile ilgili yasal düzenlemelerin doğal yaşam alanlarının zehirlenmesini engelleme konusunda yetersiz kaldığı sonucuna vardi.

Kimyasalların etkileri üzerine yapılan kapsamlı bilimsel değerlendirmeye göre dünyanın en yaygın kullanılan böcek ilaçları çevreyi o kadar kirletti ki dünya gıda üretimi artık tehlikede.

Bulgaristan'dan bir arıcı böcek ilaçları nedeniyle ölen arılarını tutuyor
Bulgaristan’dan bir arıcı böcek ilaçları nedeniyle ölen arılarını tutuyor

Araştırmacılar buldukları verileri Rachel Carson’ın 1962 senesinde yayımlanmış olan, DDT ve benzeri böcek ilaçlarının kuşları ve böcekleri nasıl yok ettiğinin anlatıldığı, günümüz çevresel hareketine de öncülük etmiş olan Sessiz Bahar adli kitabındaki bulgularla karşılaştırıyorlar.

Uluslararası biliminsanları grubu şu ana kadar bu alanda yapılmış en detaylı çalışmada, milyarlarca dolar değerindeki güçlü ve uzun etkili nörotoksinlerin her sene satışa çıkarıldığını, fakat yasal düzenlemelerin doğal yaşamın zehirlenmesine engel olamadığı sonucuna vardi. Biliminsanları gıda üretiminde önemli görevi olan arılardan solucanlara bütün canlıların büyük zarar görecegini ve kimyasalların kullanılmasının sona erdirilmesi gerektiğini savundu.

Yeni araştirma çiftçilerin yılda 2.6 milyar dolar harcadıkları neonikotinoid adlı böcek ilacının kullanımıyla ilgili riskleri ele aldı. Neonikotinoidler rutin olarak haşerelerin ürünlere saldırılarına karşı kullanılıyor, fakat biliminsanları neonikotinoid kullanımı ile mahsul verimi arasındaki bağlantıyı kanıtlayacak hiçbir delilin olmadığının altını çizdi.

Fransa’daki Ulusal Bilimsel Araştirma Merkezi’nden Jean-Marc Bonmation “Veriler çok açık. Doğal ve ekili alanlarımız adeta organofosfat veya DDT kullanılmış gibi tehlike altında. Gıda üretimi güvenliğimizi korumak bir yana, neonikotinoid tarzı böcek ilaçları gıda üretiminin alt yapısını da tehdit ediyor.” Bonmatin, kimyasalların dünyadaki ekinlerin üçte dördünü dölleyen arıların ve toprağın üretimi için gerekli organizmaların yok olmasına neden olarak gıda temininin azalmasına neden olduğunu söyledi.

Çin'in Henan bölgesinde çiftçiler buğday tarlalarına helikopterden böcek ilacı sıkıyor
Çin’in Henan bölgesinde çiftçiler buğday tarlalarına helikopterden böcek ilacı sıkıyor

Araştırma grubu üyelerinden, Sussex Üniversitesi Profesörü Dave Goulson, “ Çok az şey öğrenmiş olmamız hayrete düşürücü. Sessiz Bahar kimyasalların yan etkilerini ortaya çıkardıktan sonra buna büyük bir tepki oluşmuştu. 1950’lerde yaptığımız şeylerin aynısına geri dönmüs gibiyiz. Adeta tarih kendini tekrar ediyor. Bu kimyasalların yaygın bir şekilde kullanılıyor olması demek artık onların her şeyde bulunuyor olması demek. Eğer topraklarımız toksikse, bu bizi gerçekten endişelendiriyor olmalı, çünkü toprak gıda üretimi için çok önemli”

Salı gunu yayımlanan rapora göre kullanılan kimyasallar otlak alanların kaybolması ve hastalıklarla birlikte arıların azalmasında rol oynayan ana faktörlerden biri. Böcek ilaçları arıların kendi rotalarında ilerleme ve öğrenme becerilerine zarar verip, bağışıklık sistemlerini zayıflatıyor ve koloni gelişimini engelliyor.

Sinek yiyen böcekler ve suda yaşayan diğer canlılar da zarar göruyor. Bazı bilimsel araştirmalara göre su yolları o kadar zehirli ki doğrudan bit kontrol ilacı olarak kullanılabilirler.

Rapora göre böceklerin yok olması onlarla beslenen kuşların da yok olmasına yol açabilir, hatta sadece birkaç tane kimyasal ilaç kullanılmış tohum bile kuşların ölmesine neden olabilir.

Rapor “Yaygın bir şekilde kullanılan, suda eriyen bu kimyasallar evrensel biyolojik çesitlilik üzerinde kronik etkiler oluşturuyor ve gıda güvenliği açısından çok önemli olan çiçeklerin döllenmesi üzerinde olumsuz etkiler doğuruyor” dedi.

Rapor özel sayı olarak Çevre Bilimi ve Kirlilik Araştirması akademik dergisinde yayımlanıp, Triodos adli bankadan fon desteği aldı.
Avrupa Birliği, Ingiliz hükümeti ve Ulusal Çiftçiler Sendikası’nın karşı cıkmasına rağmen neonikotionoidlerin bazı ürünlerde kullanılmasını üc yıl süreyle engelledi. Bu ay Amerika Birleşik Devletleri başkani Barack Obama neonikotinoidlerin arılar üzerindeki etkilerinin acil bir şekilde değerlendirilmesini talep etti. Fakat böcek ilaçları dünyada sadece tarım ürünleri üzerinde değil, aynı zamanda kedi ve köpeklerdeki bitlerin tedavisinde ve kerestereleri karıncalardan korumak için de yaygın bir şekilde kullanılıyor.

Fakat böcek ilacı üreticilerini temsil eden Mahsul Üretimi Kuruluşu raporu eleştirdi. Kurulusun CEO’su Nick von Westenholz, “Rapor en kötü senaryo örneklerinin incelendiği seçici bir çalışma, bulunan sonuçlar çoğunlukla laboratuar koşullarında üretilmiş. Bu sebeple böcek ilaçlarının gerçek koşullar altında kullanımının güvenliği hakkında sağlam bir fikir vermiyor” dedi.

Von Westenholz “ Daha da önemlisi rapor bu teknolojinin topraktan mahsul alımını maksimize ederek, biyolojik çesitlilik icin daha fazla vahşi alanın kalmasına neden olma gibi faydalarını göstermekte basarısız yada ihmal etmiş. Mahsul üretimi endüstrisi çiçeklerin döllenmesi konusundaki sorumluluğunu çok ciddiye alıyor. Çiçek döllenmesinin evrensel gıda üretimi konusundaki hayati önemini anlıyoruz.

Uluslararası Sistemik Böcek İlacı Kullanımı Değerlendirmesi adlı rapor 1990 yılından beri kullanılmaya başlanan neonikotinoid ve fipronil kullanımı üzerine yazılmış bütün akademik makaleleri inceliyor. Bu kimyasallar böcek ilaçlarından farklı, çünkü tarımsal ürünler üzerine sıkılmak yerine, genellikle tohumlar üzerinde kullanılıyor. Bu da demek oluyor ki bunlar büyüyen bitkinin kökler, yaprak, polenler de dahil olmak üzere her bir alanı tarafindan emiliyor. Bu da diger canlıların bu kimyasallara maruz kalmasına neden oluyor.

Biliminsanları son 10 yılda böcek ilaçlarının kullanımında çok hızlı bir artış olduğunu ve bu böcek ilaçlarının suyla temasının geniş çaplı kirlenmeye yol açtığını buldu. Ayrıca mevcut düzenlemelerin çevredeki kimyasal atık birikimini engellemekte başarısızlığa uğradığını belirttiler.

Ülkelerin çoğunda kullanılan böcek ilaçlarının miktarı ve kullanılan bölgeler hakkında veriler yayımlanmıyor. Regulatörler tarafindan istenen testler, ölümcülün altındaki dozların uzun sure kullanımının yahut birçok böcek ilacının birlikte kullanımının yarattığı olumsuz etkileri incelemiyor. Neonikotionoidlerin zehirliligi sadece birkaç tur için tespit edilmiş durumda. Mesela 25.000 arı çeşidinden sadece 4 tanesi incelendi. Sürüngenler ve memeler üzerindeki etkileri konusunda hiçbir veri yok.

Yazının orjinali theguardian.com/insecticides-world-food-supplies-risk

Yeşil Gazete için çeviren: Ayşe Koçak

(The Guardian, Yeşil Gazete)

NKP’den Turunç’ta eğitimcilerin eğitimi kampı

Nükleer Karşıtı Platform İstanbul bileşenlerinin, “Eğitimciler Eğitimi Kampı”, 19 Temmuz’da İstanbul, İzmir, Sinop ve Mersin’den çeşitli sivil toplum örgütleri, dernekler,Gezi süreciyle ortaya çıkan park forumları ve Kuzey Ormanları Savunması ile yerel NKP’lerden genç gönüllülerin ağırlıkta olduğu 45 temsilci ve aktivistin katılımıyla Muğla beldesi Turunç‘ta başladı.

6 nkp kamp...

 

Kamp ilk gün, İstanbul NKP Dönem Sözcüsü Erhan Karaçay‘ın yaptığı “Kısa NKP Tarihi” sunumu ile başladı. Karaçay, NKP’nin 70li yılların ikinci yarısından bu yana yürüttüğü mücadeleyi ve geçirdiği değişimleri özetledi. 

Ardından Jeoloji Mühendisleri Odası üyesi ve iletişim eğitimcisi Savaş Yılmaz, katılımcıların yoğun bir ilgiyle takip ettiği “Eğitimci Eğitiminde İletişim ve Yöntem” başlıklı sunumunu gerçekleştirdi. Yerel kitlelerle iletişimin, kamuoyu mesajlarının oluşturulmasında dikkat edilmesi gerekenlerin ve algıları farklılaştıran noktaların analizi üzerine aktarımlarda bulundu.

Metalurji Yüksek Mühendisi ve TMMOB Yönetim Kurulu Üyesi Cemalettin Küçük ise “Enerjinin Yoğun Kullanım Alanları ve Çevre İlişkisi” sunumunda, Türkiye’de katma değer üretmeyen sektörlerin; siyasi yönelimlerin belirlediği, bütçe yükü ve kaynak israfına sebep olan enerji politikalarıyla bağını ortaya koydu.

NKP İstanbul bileşenlerinin, 26 Temmuz Cumartesi günü sona erecek “Eğitimciler Eğitimi Kampı’nı Nükleer Karşıtı Platform Facebook Sayfası‘ndan takip etmek mümkün.

(Yeşil Gazete)