Ana Sayfa Blog Sayfa 3913

Ermenilerden Erdoğan’a: Bizi oltaya takmayı bırakın

recep-tayyip-erdoğan...-300x168Başbakan ve cumhurbaşkanı adayı Recep Tayyip Erdoğan’ın NTV ve Star televizyonun ortak yayınında Ermeniler’le ilgili sözlerine, tepki gelmeye devam ediyor.

Erdoğan, cumhurbaşkanlığı seçimi kapsamında canlı yayında ‘Benim için Gürcü dediler. Affedersin daha çirkinini söylediler, Ermeni dediler’ sözlerine Ermeni vatandaşlar, yazılı bir açıklama yaparak, yanıt verdi.

‘Affedersiniz Ermeniler’ başlıklı basın açıklaması şöyle:

“… ve benim için mesela neler söylediler;
çıktı bir tanesi (aynı zihniyet) Gürcü diyen oldu,
çıktı bir tanesi afedersin çok daha çirkin şeylerle Ermeni diyen oldu…”

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan

Sittin sene “Türküm” diye bağırtıldık.
(tamam sen kaldırdın)

Bağırdığımız şeyi hiç “çirkin” bulmadık. “Yanlış” bulduk.
Hiç, olmamızı söyledikleri şeye kızıp sinirlenmedik.
O şey olmamızı dayatmalarına sinirlendik.

Ha ırkçımız, “Türk düşmanı”mız hiç olmadı mı? Olmaz mı?
Her millette ne kadar varsa bizde de o kadar vardır.
Ama biz ırkçı olanlarımızı alıp da baş tacı etmedik.
Bu bizim temsilcimizdir diye parlatıp ortalığa çıkarmadık.

Nasıl ki şimdi senin sözlerini, sana oy verenlere yazmıyorsak,
yıllardır da mağduriyetimizin kaynağı olarak “Türklüğü” (ya da Kürtlüğü, Çerkesliği, Müslümanlığı vs.) görmedik.

Soyu kırılmış bir halkın kendi toprağındaki diasporası olarak küçük küçük, sinik sinik yaşayıp gidiyoruz.
Bizi oltaya takmayı bırak artık. Dalgana bak.

Ta ki biz Ermeniler, Rumlar, Süryaniler, Türkler, Kürtler, Çerkesler, Gürcüler, Aleviler, Hıristiyanlar, Museviler, Müslümanlar şimdi sana oy veren ve vermeyen kardeşlerimizle, bir gün senden daha iyisini yapabileceğimizi gösterene kadar, dalgana bak.

Anna Turay – Arat Dink – Ardaşez Margosyan – Aris Nalcı – Garo Paylan – Harutyun Özer – Karin Karakaşlı – Kenan Yenice – Hayko Bağdat – Nazar Binatlı – Nazar Büyüm – Ohannes Kılıçdağı – Rober Koptaş – Sebu Aslangil – Şake Yalçın – Tatyos Bebek – Yetvart Danzikyan

t24.com.tr

Bu karnede rakamlar yok, yeşilin tonları var – Pelin Cengiz

Cumhurbaşkanlığı seçiminde herkes kime oy vereceğini biliyor, kararsızların durumu azınlıkta. Seçim kampanyasında Erdoğan 12 yıllık iktidarı boyunca neler yaptığını, Ekmeleddin İhsanoğlu kim olduğunu, Selahattin Demirtaş ise seçilirse neler yapacağını anlattı. Üç adayla ilgili yapılan değerlendirmelerin neredeyse tamamı da siyasi söylemler üzerinden gerçekleşti. Herkesin aklında adaylarla ilgili siyasi bir karne var. Şimdi, üç adaya ekoloji ve kentleşme meseleleriyle ilgili yeşilin tonları üzerinden bir karne verelim istiyorum.

Şu noktanın hakkını teslim ederek başlayalım. Ekoloji, ekonomi, kentleşme arasındaki sorunlu ilişkinin, eşitsizliklerle dolu denklemin, önüne ne varsa katıp götüren kalkınma ve büyüme fetişinin gelişmekte olan, sürekli “daha iyi” yaşam, daha çok tüketim isteyen kitlelere sahip ülkelerde konuşulması neredeyse imkânsız. Bu konunun sorgulanması hâliyle öncelikler arasında yer alamayınca, ne vatandaşların ne de siyasilerin gündemi olabiliyor. Bu kalkınma efsanesinin yarattığı hiç yabancısı olmadığımız hava kirliliği, trafik, su taşkınları, susuzluk, kuraklık gibi sorunlarla yüzleşmek kimsenin işine gelmiyor.

Bunu değiştirecek unsurlar, toplumsal mücadele hareketlerinin değişim isteyen taleplerinin artması ve siyasal kurumların bu taleplere eninde sonunda cevap verecek olması… Ekoloji ve yeşil hareketin çığ gibi büyümesinin, dayanışma içinde olmasının mimarlarından biri şüphesiz Erdoğan ve iktidarının uygulamaları. Ancak taleplere cevap verme konusunda henüz hiçbir varlık gösteremeyen de yine Erdoğan ve iktidarı hâliyle.

Erdoğan’ın yaptıkları ardında. Türkiye ekosisteminin 12 yılda nasıl bir rant, talan ve gasp düzenine kurban verildiğini artık herkes biliyor. Geçmişi ve 2023 hedeflerini sıraladığı Vizyon Belgesi’nde iki başlık dikkat çekici. Biri ekonomik refah, diğeri yerel yönetimler ve çevre. Ekonomik Refah bölümündeki tarım kısmında, “Tarımda büyük bir yapısal değişim ve dönüşüm gerçekleştirdik. Uyguladığımız stratejiler ve desteklerle istikrarlı bir büyüme sağladık” diyor. Türkiye’nin giderek tarım ülkesi olma özelliğini kaybettiğini söylemiyor. Son 20 yılda üç milyon hektar tarım arazisi amacı dışında kullanıldığı için yok oldu, 13 yılda 1,7 milyon çiftçi tarımı bıraktı, 13 yıl önce tarımın istihdamdaki payı yüzde 36 iken bu rakam yüzde 23,6’ya düştü.

Çevreyi sadece yerel yönetimlerin uhdesinde bir mesele gibi görmenin sakatlığı bir kenara, en can alıcı cümlelerden biri şu olsa gerek: “Çevre alanında ülkemize çağ atlattık. Son dönemde çevreyi koruma, her türlü kirliliği giderme, ağaçlandırma noktasında bir devrim yaşamıştır.” 12 yıldır ne duruyordunuz dedirten şu vurucu cümle sona saklanmış: “Çevre alanında yeni Türkiye hedefimiz, ekonomik kalkınma ile çevre arasında en uygun dengeyi kurmak.”

Seçim vizyonunda, “Ülkemizin tüm mega projelerini iktidar ve muhalefetin el ele kutlayacağı, birlikte kurdele kesip ortak sevinç yaşayacağı bir Türkiye inşa etmek” ifadesine yer veren Ekmeleddin İhsanoğlu’nun TEMA Vakfı’na üye olması dışında dişe dokunur bir faaliyeti yok. O sırada söylediği ilkokul bir seviyesindeki şu cümleleri saymazsak tabii: “Çevre bizim yaşam kaynağımızdır. Her bir birey çevresine sahip çıkmalıdır. Yoksa geleceğimiz tehdit altındadır. Seçilirsem, en öncelikli hizmetim doğal yaşamı korumak olacaktır.”

Yeşil’i Yeni Yaşam Çağrısı’nın başlıklarından biri hâline getirmiş Selahattin Demirtaş’ın cumhurbaşkanı seçilmesinden daha önemlisi, Türkiye siyasetine getirdiği yeni soluktur. İlk kez çevre, siyasi bir kampanyanın temel belirleyicilerinden oldu. Ekolojik dengeyi gözeten, doğayla barışık siyasi kampanya yapılabileceğini, koruma ordularıyla gezenlere inat bisiklete binen siyasetçi de olabileceğini gösterdi. Demirtaş’ın açtığı yolun, ekoloji ve kalkınma arasındaki ilişkinin yeniden sorgulanmasına yol açacak zihin değişikliğinin bir adımı olarak görüyorum.

 

Pelin Cengiz -Taraf

Neden mi Demirtaş? – Oya Baydar

Umut tükenmesin, vicdanlar kararmasın diye

Kitle-lider-iktidar ilişkisi siyaset sosyolojisinde üzerinde epeyce düşünülmüş, yazılmış, çizilmiş bir konudur. Liderin kitleleri, kitlelerin lideri değiştirip biçimlendirmesinin diyalektiği sadece teoride kalmamış, binlerce yıllık siyasal tarihinin verileriyle kanıtlanmıştır. Kitle; kendini özdeşleştirdiği, ezikliğini, mağduriyetini onun kişiliğinde onarıp giderdiği, çıkarını ve güvenliğini şahsında gördüğü lidere teslim olur, onun iktidarını kendi iktidarı sayar/sanır. Lidere bağlılık, özellikle toplumların derin dönüşümler yaşadığı ya da büyük sorunlarla karşılaştığı dönemlerde, kimi zaman akıl vicdan tanımayan bir toplumsal histeriye dönüşür. Çağlar boyunca bütün tiranlar, diktatörler, “tek adam”lar bu kitle psikolojisini kullanarak iktidar olmuşlardır.

Liderin kişilik özellikleri, kitleye hitap ederken kullandığı dil, polemik üslubu, kutsallık yüklediği kavramlar, siyasal rakiplerine karşı tutumu hepsi kendisini destekleyenlerde yankı bulur, model oluşturur. Hele de kitlelerin etkilenmeye en açık oldukları, duygu ve heyecanın sağduyunun önüne geçtiği ortamlarda, mesela seçim dönemlerinde, kitle üzerinde lider etkisi büsbütün güçlenir.

Lider kitleyi yüceltir de alçaltır da

Oğlu öldürülmüş acılı anayı miting meydanında yüzbinlere yuhalatan lider; birey olarak iyi yürekli, merhametli, vicdanlı insanların, oğlunu yitirmiş bir anayı yuhalayan kin ve düşmanlık dolu insanlara dönüşmesinden sorumludur.

Milyonların önünde siyasî rakiplerini satılmışlıkla, şerefsizlikle itham eden, dinlerini mezheplerini sorgulayan, onları aşağılayan lider; yarın o kitlelerin saldırganlaşmasından, “ötekiler”e düşman olup kardeşlerini boğazlamasından, vicdansızlaşıp vahşileşmesinden sorumludur. Lumpen kabadayı ağzını “halkın dili” diye pervasızca kullanan; saygısızlığı, saldırganlığı, dayılanmayı dik durmak sanan lider, kitlelerin terbiye-edep düzeylerini aşağı basamaklara iter, halkı lumpenleştirir. Liderin çatışma dili, toplumun bütününe çatışmacılık, kavgacılık, şiddet olarak yansır.

Demokrasi kültürünün kökleşmediği, siyasetin sandıkta oy toplamaktan ibaret sanıldığı, iktidarın mutlak güce dönüştüğü bizcileyin toplumlarda, kitle desteğine sahip bu tür bir liderin tarzı ne yazık ki diğerlerini de etkiler, onları da aşağı çeker. Böylece, iktidardaki veya muhalefetteki siyasetçilerin elbirliğiyle toplumun davranış normları, vicdanı, siyasal ahlakı, sağduyusu geriletilir.

Liderle birlikte aşağı yuvarlananlar

Sadece kitleler değil, liderin yakın çevresindekiler: kaderlerini ona bağlamış yardımcıları, samimî destekçileri, yandaşları da aynı âkibete uğrar. Însanî zaafları, biat kültürüyle bağları, siyasal hırsları, liderden maddî manevî beklentileri -bazen de suç ortaklıkları-ne kadar fazlaysa lidere göre şekillenmeleri de o kadar hızlı ve kolay olur.

Liderin; sadece kitleleri değil çevresindekileri, tek tek yandaşlarını da nasıl düzeysizleştirebileceğinin ibret verici örneklerini, Tayyip Erdoğan’ı koşulsuz destekleyen, bedenlerini ve ruhlarını her türlü eleştiriye kalkan yapan, onun her sözünde, hatta tehditlerinde hakaretlerinde hikmet arayan danışmanlarında, yandaşı yazarlarda, gazetecilerde, yorumcularda, akademisyenlerde, vb. görmek mümkün. Adı anılmaya, konuşulmaya değmeyecek bazıları bir yana; daha birkaç yıl önce Erdoğan’ın bugün geldiği noktayı asla kabullenemeyecek siyasal bilince sahip, dürüst, vicdanlı, donanımlı, demokrat kişiler nasıl bu noktaya geldiler diye düşünüyor insan. Bugün çoğu; liderlerinin çatışmacı, intikamcı, ayrımcı saldırgan dilini kullanıyor. Dün eleştirdikleri hukuksuzlukları, demokrasi ayıplarını, vesayeti, buyrukçuluğu, vb. bugün Erdoğan adına savunuyor. Liderin toplumu aşağı çekmesi, kitlelerin ve kendi çevresinde kümelenenlerin düzeyini yükselteceğine düşürmesi dediğim bu işte. Toplumcak masumiyetimizi, vicdanımızı, etik değerlerimizi, sağduyulu muhakeme yetimizi yitiriyoruz. Düşmanlıkla, hırsla, intikamcılıkla, sevgisizlik ve anlayışsızlıkla doluyoruz.

Abarttığımı düşünebilirsiniz, ama hayır, keşke benim karamsarlığım olsa! Toplumun halini gözlemek yeterli. En kötüsü de iktidarların, liderlerin geçici olmasına karşılık toplumdaki bu erozyonun, insanımızın aşınmasının kolay kolay tamir edilemeyecek olması.

İşte bu yüzden Selahattin Demirtaş

Bu ülkeye yeni bir ses, yeni bir umut gerek. Türkiye sadece tellakların değiştiği, kimilerinin tellak değişikliğini “devrim” diye pazarladığı bir ülke olmamalı.

Alacağı oy, kazanıp kazanmayacağı, siyasî kimliği, partisi umurumda değil. Selahattin Demirtaş diliyle, üslubuyla, siyaseten değil yürekten gelen barış ve “çeşitlilik içinde nar gibi birlik” özlemiyle; ağır mağduriyetler yaşamış Kürt-Zaza kimliğini Türkiyelilik paydasında eriten kardeşlik söylemiyle, gençliğiyle, gülen yüzüyle, umuduyla bu ülkeye barışı, kardeşliği, vicdanı, etik değerleri yeniden hatırlatıyor. Siyasetin dilini temizliyor, yeniliyor. Halk gibi konuşmanın, halktan olmanın; çatışmacı, bölücü, kindar, lumpen dille sağlanamayacağını gösteriyor. Başka bir dilin, başka bir siyasetin, başka bir Türkiye’nin, yeni bir yaşamın mümkün olduğu umudunu yayıyor. Kendisine kulak veren kitleyi aşağı çekmek, ilkelleştirmek, sonra da kendisi kitleyi gerilettiği düzeye inmek yerine,  hepimize başka bir söylemin, başka bir yaşamın mümkün olduğunu ve halkların bunu hak ettiğini hatırlatıyor.

Toplumun cinnet ortamına sürüklendiği, herkesin birbirine düşman edildiği, kan kültürünün egemen olduğu, vicdan ve sağduyu aşınması yaşadığımız şu günlerde, Demirtaş kimmiş, hangi partiden adaymış, şansı neymiş, bütün bunları bir yana bırakıp sesine kulak verelim. Önyargılarımızdan, ayrımcılıktan, korkularımızdan kurtulalım. Bize siyaset diye dayatılan ve her gün biraz daha boğuculaşan asık suratlı nefret ve çatışma ortamından bir an için çıkalım, içimizi yıkayalım, insan yanımızı onaralım.

Demirtaş’a oy vermek: umut tükenmesin, vicdanlar daha fazla kararmasın, yeni bir yaşam vaadi öksüz kalmasın, demek benim için. Hiç değilse kararan ruhumuza, vicdanımıza bir iyilik yapmış, gelecek için bir mum yakmış oluruz.

 

Oya Baydar – www.t24.com.tr

Okyanus asitlenmesi yükseldikçe deniz ekonomisi batıyor

ABD’nin Alaska kıyıları somon ve kabuklu deniz hayvanları açısından hiçbir yerde olmadığı kadar zengindir ancak ABD Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi (NOAA) tarafından finanse edilen yeni bir çalışmaya göre, Alaska sularında özellikle güney kıyılarında asitlenmenin artması, büyük oranda balıkçılık sektörüne dayalı olan ekonomiyi tehdit ediyor.

Oşinografi’de İlerleme dergisinde yayınlanan çalışmaya göre asitlenmenin artması sadece eyaletin balıkçılık sektörünü vurmayacak aynı zamanda geçimini bu sulardan sağlayan yerel halkı da etkileyecek.

Asitlenmenin nedeni

NOAA_Photo_Library
Fotoğraf: Michael Theberge/NOAA Fotoğraf kütüphanesi

Okyanuslar karbondioksiti büyük miktarlarda emen bir “karbon lavabosu” olarak hareket ederler. Deniz sularında eriyemeyen karbondioksit karbolik asite dönüşür ve bu da asitlenmeye neden olur. Bilim adamları okyanusların şimdi, 250 yıl önce sanayi devriminin başında olduğundan % 30 oranında daha fazla asidik olduğunu söylüyor.

Sularda asit birikmesine karşı en hassas olan deniz canlısı, asit, kalsiyum kabuklarının gelişmesini engellediği için, deniz kabuklularıdır. Alaska’nın somon stokları; beslendikleri canlı olan küçük kabuklular tehdit altında olduğu için risk altındadır.

En asitli sular Alaska’da

İnternet haber sitesi Alaska Dispatch News‘e konuşan, araştırmacının baş yazarı Jeremy Mathis,  geçmiş raporların artan asitlenmenin okyanus türleri üzerindeki sonuçları üzerinde durduğunu bu araştırmanın ise asitlenmenin ekonomik etkilerine odaklandığını belirtiyor.

Mathis, yaptığı açıklamada sözlerini şu şekilde sürdürüyor;

Bu ekonomik-sosyal bir çalışmadır. Bu araştırma gıda güvenliği, istihdam fırsatı ve ekonominin büyüklüğü üzerinde duruyor. Asitlenme dünyanın diğer bölgelerine göre Alaska sularını daha fazla etkiliyor. Bunun nedeni coğrafidir. Dünyadaki okyanus akıntıları döngülerini burada tamamlıyor. Böylelikle başka yerde biriktirdikleri karbondioksiti buraya getiriyor. Diğer yerlerde bile asitlenme zaten balıkçılık ve kabuklu deniz canlıları endüstrisi üzerinde ciddi bir etkiye sahip.

İstiridyeler ölüyor

New York Times raporuna göre milyarlarca ölü yavru istiridye Washington eyaleti kıyılarına vurdu. Geçen Mayıs ayında, ABD hükümetinin iklim değişikliği konusundaki ana raporu Ulusal İklim Değerlendirmesi’ne göre ülkenin kuzey-batısındaki sular dünyanın en asidik sularının olduğu bölgelerden biri.

Washington Valisi Jay Inslee, $ 270 milyon Dolar değerinde bir endüstrinin risk altında olduğunu belirtiyor. Inslee ve diğer birçok kişi; Çin’e ve Asya’nın diğer bölgelerine kömür ihraç edebilmek  amacıyla bölgede kömür limanları kurmayı planlayan kömür şirketlerine karşı mücadele veriyor. İklim bilim insanları kömür yakılmasından kaynaklanan sera gazı emisyonlarının küresel ısınmanın ana nedeni olduğunu söylüyor.

Haberin orjinaline buradan ulaşabilirsiniz.

(climatenewsnetwork.net, Yeşil Gazete)

 

Acele kamulaştırma mahkemeden döndü

Arhavi Asliye Hukuk Mahkemesi, Arhavi İlçesi’nde şehir merkezine yapılmak istenen Kavak HES Projesindeki acele kamulaştırmayla ilgili bekletme kararı verdi.

indir (1)Acele

Birgün’den Seçil Türkkan’ın haberine göre,  Artvin’in Arhavi ilçesi, Ciğani Deresi üzerine MNG Holding tarafından kurulmak istenen Kavak HES Projesindeki acele kamulaştırma kararlarına karşı Arhavi Doğa Koruma Platformu, Danıştay’da iptal davası açtı. Danıştay ise, Arhavi Asliye Hukuk Mahkemesi’nde süren kamulaştırma davası sebebiyle ise savaş zamanlarında uygulanması gereken acele kamulaştırmaya bekletme kararı verdi.

Arhavililer 9 hektarlık tarım arazisiyle ilgili olarak Bakanlar Kurulu tarafından verilen acele kamulaştırmaya Danıştay’da dava açtı. Aynı işlem ile ilgili MNG’nin taraf olduğu ve Arhavi Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülen davada Arhavililer, Danıştay 6. Dairesinde iptal talebiyle açılan dava sürdüğü için, kararın bekletilmesi gerektiğini söyledi.

Direniş evi kuruldu

3200 metrelik bir tünelle Cumhuriyet mahallesinin içinden geçecek olan HES Projesine karşı Arhavililer dere kenarında kurdukları Direniş Evi’nde mücadeleye devam ediyor. MNG Holding santralın cebri boru, yükleme havuzu ve santral binalarının kurulmak istendiği alanları satın almak istemiş, fakat köylüler arazilerini satmak istemeyince, 9 hektarlık alan hakkında Bakanlar Kurulu acele kamulaştırma kararı vermişti. Arhavililer ise, bu karara karşı Danıştay’da iptal davası açtı. Acele kamulaştırma kararı ile çevrilmek istenen alanlar, aynı zamanda tarım arazisi.

Acele kamulaştırmalar mahkemeden dönüyor

Hukuken yalnızca savaş halinde uygulanması gereken acele kamulaştırma kararları, halkın topraklarını satmak istemediği alanlarda uygulanıyor. Bakanlar Kurulu, acele kamulaştırma kararlarını bir süredir enerji ve maden alanlarında yoğun olarak sürdürüyor. Danıştay ise, acele kamulaştırmalara gerek olmadığı gerekçesiyle bu kararları iptal ediyor.

(Birgün)

Kabataş kazasındaki şoför konuştu

İstanbul Kabataş’ta 1 sürücü, 5 yolcu ve 13 yayanın yaralandığı kazaya neden olan otobüsün sürücüsü Eyüp Er, kazanın nasıl gerçekleştiğini anlattı. Şoför Er, aracın beyninde yer alan elektronik aksamdaki arızadan dolayı sürücünün insiyatifi dışında hareket ettiğini belirterek, “Başıma gelen daha önce de başka arkadaşlarımızın başına geldi. Arkadaşlar arasında buna ‘araç ambeleye kalktı’ deriz” dedi.

page_surucuye-gore-kabatastaki-kazayi-elektronik-beyin-yapti_094833620

“Tek elimle, el freni, imdat kolu veya vites tuşlarına basmaya kalksam direksiyon hakimiyetini kaybedip trafik ışıklarındaki 10-15 kişiyi ezmek zorunda kalacaktım” diyen Er sözlerine, “Şayet Adalar iskelesinin önünde insanlar olsaydı aracı denize uçururdum. Direksiyonu kırdığım boşlukta insanlar bulunmuyordu” şeklinde devam etti.

Mert İnan’ın Milliyet’te yer alan habere göre, İETT’de 18 yıl otobüs kullandıktan sonra emekli olan ve 3 yıldır Otobüs A.Ş’de çalışan 54 yaşındaki Er, “Psikolojik destek alacağım. Her gece yaralanan insanlar için dua ediyorum. Tek dileğim yaralı kardeşlerimin bir an önce sağlıklarına kavuşması. Evden çıkacak durumda değilim. Hangi insan böylesi bir kazaya neden olmak ister!..Çok üzgünüm. Kendimi, 20 yıllık meslek hayatımda ilk kez insanların yaralandığı bir kazanın içinde buldum. Evlat ve torun sahibiyim. Bir can bile incinsin istemem. Geceleri uyuyamaz oldum. Tam uykuya dalar gibi oluyorum, aklıma kaza anı ve yaralı kardeşlerim geliyor. Bu kez gözlerim açılıyor. İçime sıkıntılar doluyor. Herkesten çok özür diliyorum. İçimde yaşadığım acıyı tahmin bile edemezsiniz” dedi.

“Başka arkadaşlarımın başına da geldi”

Kaza anını anlatan Eyüp Er, şunları söyledi:

“Bizim meslekte sabit bir hatta çalışmazsınız. Kısa zaman aralıklarıyla güzergâhlarımız değiştirilir. 63 Kabataş-Kağıthane hattındaki ilk iş günümde böyle bir olay yaşandı. Kazaya karışan otobüs 2013 modeldi. İlk iş günümden 3-4 gün önce başka bir hattan getirildiğini öğrendim. Aracın periyodik bakımlarının yapıldığını biliyorum. Zaten garanti süresi bile dolmamış olması gerekir. Ancak bu tür elektronik donanımlı otobüslerde milyonda bir bile olsa beyin sistemi beklenmedik şekilde devreye geçebiliyor. Araç beyin dediğimiz elektronik aksamdaki arızadan dolayı sürücünün inisiyatifi dışında hareket etmeye başlıyor. Başıma gelen daha önce de başka arkadaşlarımızın başına geldi. Arkadaşlar arasında buna ‘araç ambeleye kalktı’ deriz.”

‘Gaza basmadan hareket etti’

“Duraktan kalkmaya hazırlanırken, ben daha gaza basmadan araç hareket etmeye başladı. 10 metre önümdeki trafik ışıklarında karşıdan karşıya geçen onlarca insan vardı. Frenler taş kesmişti. Tüm gücümle frenlere bastım ama araç durmuyordu. İnsanları ezmemek için boşluk bulduğum yere direksiyonu kırdım. Aklımdaki tek düşünce kimseye zarar vermeden, direksiyon hakimiyetini yitirmeden bir yere çarparak durabilmekti. Bunlar anlık, saniyeler içinde gelişen hadiseler. Şayet tek elimle, el freni, imdat kolu veya vites tuşlarına basmaya kalksam direksiyon hakimiyetini kaybedip trafik ışıklarındaki 10-15 kişiyi ezmek zorunda kalacaktım. Direksiyonu kırmamış olsam çok büyük bir felakat yaşanırdı. BUDO iskelesindeki boşluğu görünce araya daldım. Şayet Adalar iskelesinin önünde insanlar olsaydı aracı denize uçururdum. Direksiyonu kırdığım boşlukta insanlar bulunmuyordu. Frenlere bütün gücümle asıldım ancak frenler taş kesti. Araç durmuyordu. Karşıma çıkan kapı ve taksiye çarpmak zorunda kalınca, insanlar yaralandı ve taksinin altında kalan kardeşlerim oldu”

‘Helallik isteyeceğim’

“Çok üzgünüm. Büfeye vurup durduktan sonra aracın içinde sıkıştım. Büfenin demiri alnıma giriyordu. O anlarda bile kimsenin zarar görmemiş olmasını diliyordum. Oğlum, sürekli yaralıların aileleriyle görüşüyor. Şişli Etfal’de tedavisi devam eden Kübra’nın durumunun iyi gittiği yönünde bilgi aldık. Okmeydanı Hastanesi’nde yatan Elif Balkeser’in durumunun ciddiyetini koruduğunu öğrendim. Elif Hanım için endişeliyim. Hayattaki tek dileğim yaralı insanların sağlıklarına kavuşması. Onlar iyi olsun başka hiçbir şey istemiyorum. İyileştiklerinde ben de kendilerini ziyaret ederek, helallik almak istiyorum. Ancak şu aşamada ailelerin karşısına çıkacak gücü bulamıyorum. Kübra Dere için kan bağışı yaptık. Yapmaya da devam edeceğiz”

‘Mesleğe geri dönmeyeceğim’

“Mahkemenin atayacağı bilirkişi dışında aile olarak İTÜ’den bilirkişi talep edeceğiz. Psikoteknik testlerim, sürücü belgelerim eksiksiz. Tazminat davası açılması durumunda ne yapacağımı da bilmiyorum. Mesleğe geri döneceğimi sanmıyorum. Mesleğe dönmeyi bırakın, sokağa adım atacak halim yok. Bu dava sürecek. Yargı önüne çıkacağım. İnsanlar sadece kasıtlı olmadığımı, teknik sorundan dolayı aracın durmadığını bilsinler. Ben direksiyonu, anlık refleks ile en boş gördüğüm yere kırdım. Araç durmuyordu. Düz gitmiş olsam trafik ışıklarındaki 10-15 kişiyi ezmek zorunda kalırdım.”

(Milliyet)

Giresun Valisi’nden hukuksuz HES inşaatına izin

Giresun Valisi Hasan Karahan, mahkemenin durdurma kararına rağmen Büyükdere Çayı üzerinde HES yapmak isteyen Proen Enerji ve Madencilik şirketine 3 ay daha çalışma izni verdi.

hes-karsiti-koylulerin-vanazit-zaferi-96010n

Ordu Bölge İdare Mahkemesi’nin çevreye ve insana vereceği zararlar nedeniyle iptal ettiği projeyle ilgili Derelerin Kardeşliği Platformu bir basın açıklaması yaparak “HES için taş üstüne taş konulmaması, iş makinelerinin çalışmaması gerekirken, valiliğin izniyle inşaat devam etmektedir.” dendi.

Platform kurucusu Remzi Kazmaz’ın okuduğu ve  mahkemenin bilirkişi ücretini ödemek için önce ineğini satan, ardından banka kredisi kullanan HES karşıtı aktivist Kazım Delal’in de bulunduğu basın açıklamasında  Vanazit HES projesine ilişkin ’ÇED gerekli değildir’ kararının iptali için dava açıldığını belirtildi.

HES projesi yapımının mahkeme kararıyla durdurulduğuna işaret eden Kazmaz, şunları söyledi:

“Ancak firmanın başvurusu ile Giresun Sulh Hukuk Mahkemesi’nce proje sahasında tespit yaptırıldı, yarım kalan inşaatta yağışların ardından toprak kayması ve arazide yıkım olacağı, heyelan oluşumları sonucu da mal ve can güvenliğinin tehlikede olduğu yönünde bilirkişi raporu alındı. Giresun Valiliği de bu tehlikelerin ortadan kaldırılması amacıyla çalışmalar yapılacağı gerekçesiyle proje sahibine 3 ay süre ile çalışma izni verdi. Yani Valilik, ortada bir çalışmaların durdurulması için bir mahkeme kararı varken, bilirkişi raporuna dayanarak HES şirketinin inşaatını devam ettirmesine vize verdi. Bu durum hukuka karşı hiledir. Ordu İdare Mahkemesi’nin kararı gereği HES için taş üstüne taş konulmaması, iş makinelerinin çalışmaması gerekirken, valiliğin izniyle inşaat devam etmektedir.”

Bölgenin dik ve eğimli yapısı nedeniyle inşaatın heyelanlara neden olacağını hatırlatan Kazmaz, “baraj projesinin  büyük bir çevre kıyımına ve afetlere yol açacağını, bitki örtüsünün ve canlı türlerinin yaşamlarının olumsuz etkileneceğini” vurguladı.

(DHA / Yeşil Gazete)

Pekin 2020’de kömür kullanımını yasaklayacak

Pekin Belediye Çevre Koruma Bürosu’nun açıklamasına göre, 2020 sonuna kadar 6 ana bölgede kömür kullanımı yasaklanacak. Bu karar, kansere neden olan hava kirliliğiyle ve iklim değişikliği etkileri ile mücadele çabalarının bir sonucu.

Xinhua haber ajansının bu hafta başında yaptığı habere göre  Dongcheng, Xicheng, Chaoyang, Haidian, Fengtai ve Shijingshan ilçeleri, kömür ve kömür ile ilişkili ürünleri kullanmayı bırakacak, aynı zamanda kömür santralleri ve kömür tesisleri kapatacak. Büro; bu ilçelerde yaşayanların ısınma, pişirme ve diğer faaliyetleri için kömür yerine elektrik ve doğalgaz kullanımını sağlayacak.

cin
Fotoğraf: Nicolò Lazzati/Flickr

Kömür kaynaklı hava kirliliği insan sağlığı için çok zararlı olan PM2.5 parçacıklarına neden oluyor. BM Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, dünya genelinde hava kirliliği nedeniyle 2012 yılında 7 milyon insan öldü. Xinhua haber ajansı;  Çin resmi istatistiklerine göre  2012 yılında Pekin’in enerji tüketiminin dörtte birini kömürden sağladığını bu oranın 2017 yılında en az %10 olmasının beklendiğini belirtiyor.

Gelişen ekonomisi ve enerjiye artan talep nedeniyle Çin, dünyada üretilen tüm kömürün% 49’unu tüketiyor. Bu durum yoksulluğu azaltsa da çevre üzerinde büyük ölçüde olumsuz etkisi oluyor.

BM bünyesinde BASIC müzakere bloğunu oluşturan Çin, Brezilya, Hindistan ve Güney Afrika’dan diplomatlar, iklim değişikliği karşısındaki tutumlarını tartışmak için bu hafta Delhi’de  buluşuyor.

Haberin orjinaline buradan ulaşabilirsiniz.

(rtcc.org, Yeşil Gazete)

 

Katliamdan sonra Soma: Vaat edilenler ve gerçekler (3)

Katliam sonrası hukuki süreci de Soma’nın genel ruh halini de tanımlayan kelimeler “belirsizlik ve bekleyiş”.Screen shot 2014-08-04 at 10.02.42

Haberin ikinci bölümünü okumak için tıklayınız. 

3. bölüm: En büyük vaat adalet

ergulyuksel
Ergül Yüksel

“İllaki uğraşacağız, peşini bırakmayacağız. Onca insan öldü, hiç kimse olmasa bile ben kendi adıma peşini bırakmayacağım.” Soma faciasında eşini kaybeden 2 çocuk annesi Ergül Yüksel sorumluların hesap vermesi için elinden geleni yapacağını anlatırken sesinde kararlılık, öfke ve üzüntü var. Onunla bir öğle saati Soma’nın merkezinde yemek molası verdiğimiz restoranda tanıştık. Masanın üzerinde fotoğraf makinelerini ve ekipmanları görünce bize ne için Soma’da olduğumuzu sordu. Kazadan sonra Soma ve çevresinde durumun nasıl olduğunu merak ettiğimizi, haber yapmak için orada olduğumuzu anlattık. “Ben şehit eşiyim, ondan sordum” dedi. Yanında 7 yaşındaki biri kız biri erkek ikizleriyle beraber psikolojik tedavi gördüğü terapistle seansından yeni çıkmıştı. Oğlunun üzerinde arkasında Drogba yazan Galatasaray forması vardı. Formayı bizzat Drogba İstanbul’dan göndermiş. Ya da buna inanmak ufaklığa daha çok gurur veriyordu. Kızı ise yine İstanbul’dan ünlü bir aşçının eşinin gönderdiği takıları takıyordu.

Ergül Hanım 30’lu yaşlarının sonlarında genç bir anne. Karşılaştığımız gün duru yüzünün çevresinde mor bir başörtü vardı. En çok, özenle seçtiği kelimelerle sakin sakin kendini anlatması ve acısını örtmeyen soğukkanlılığı etkiledi beni. Başka ailelerin tedaviyi bitirdiğini, kendisinin onların aksine travmayı atlatamadığını, terapide gelişme kaydedemediğini anlattı. Nedenini sorduk. “Eşim bana ve çocuklarına çok bağlıydı, sevgi doluydu, 10 yıllık evliliğimizde hep iyi geçindik, belki ondandır” dedi.

“Soma Holding anlaşma önerdi”

Birkaç hafta önce Soma Maden İşletmeleri’nin tutuklanan Genel Müdürü Ramazan Doğru’nun avukatı çalmış kapılarını. Somalı ailelerin avukatlarının bahsettiği tazminatların çok yüksek olduğunu, bu tazminatları almalarının mümkün olmadığını söyleyip anlaşma yoluna gitmelerini önermiş. “Dava ile falan uğraşılmasın diyorlar, herkes daha az hasarla kurtulmak istiyor bu olaydan, onlar da kendi çıkarını düşünüyor” derken sesinde aynı soğukkanlılık ve üzüntü vardı. Tek başına dahi kalsa davadan vazgeçmeme kararlılığını “ben çocuklarımı yalnız büyüteceğim artık, onlar da cezasını çekecek” diyerek vurguladı. Çünkü “milyarlar da verseler eşi artık geri gelmeyecekti.” “Bu zamana kadar milyarlarımız yoktu ama mutluyduk, bu zamandan sonra olsa bile mutlu etmez, kaybımız geri gelmez” derken ölümün yalın gerçeğini suratımıza çarptı.

Aslında Soma’ya yapılabilecek en büyük vaat, gerçekleşirse yüreklere bir parça huzur verecek tek söz adalet. Tabii, yazı dizisinin dünkü bölümünde bahsettiğimiz böyle bir katliamın yeniden yaşanmasını engelleyecek ve sadece Soma’da değil tüm Türkiye’de madenlerde çalışanların korkularını en aza indirecek düzenlemelerin yanı sıra. Adalet, facianın hemen ardından vaat edildi Somalılara. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ faciadan bir hafta sonra “soruşturmanın kapatılması ve üzerinin örtülmesi söz konusu değil, ihmali ve kusuru olanlar hukukun öngördüğü ceza neyse göreceklerdir” dedi. Deliller toplandıktan ve gerekli hususlar incelendikten sonra iddianamenin hazırlanacağını ve yargılamanın başlayacağını söyledi. Ama şimdi Somalılar için esas mesele bu sözün tutulup tutulmayacağı.

banka

“Soruşturma daraltılıyor”

Ergül Yüksel’in adaletin yerine geleceğine inancı zayıf. Sorumluların “tabandan patrona kadar uzandığını ve herkesin ihmali olduğunu” düşünüyor. “Denetlemeye gelip gerçekten denetlemeyen müfettişlerin, denetçiyi denetlemeyen devletin ve çalışma bakanının, işverenden yana olan sendikanın…” Avukat Güray Dağ da aynı görüşte. Çağdaş Hukukçukçular Derneği adına Soma’yı faciadan bu yana sık sık ziyaret eden Dağ, olayın üstünün kapatılmaya çalışıldığını düşünüyor. Dağ, yakından takip ettiği soruşturma sürecindeki temel sorunu gündelik hayattan bir örnekle şöyle açıkladı: Araba kullanırken karşıdan gelen aracı görmezseniz ve kaza yaparsanız bu “dikkatsizlikle (hukuk dilinde taksirle) ölüme sebebiyet vermektir”; önlem almazsanız ‘kazanın’ geleceğini bilmenize rağmen gerekli tedbirleri almazsanız bu “olası kasttır”. Dağ’a göre şirket yetkilileri, Enerji Bakanlığı yetkilileri ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yetkilileri ‘olası kast’ ile yargılanmalı. Çünkü “Enerji Bakanlığı kimin madeni güvenli işleteceğini değil, kimin daha çok kâr ettireceğini hesaba katarak maden yatağını Soma Holding’e kiraladı. Çalışma Bakanlığı da üzerine düşen denetleme sorumluluğunu yerine getirmedi.”

Adalet Bakanlığı Soma soruşturması için 28 savcı görevlendirdi. Avukat Dağ’a göre hukuki süreçteki en önemli sorunlardan biri de “soruşturmanın yukarı doğru değil aşağı doğru genişlemesi”. Yani, “savcıların Enerji ve Çalışma Bakanlıklarına sorumluluk atfetmek yerine, sadece şirketin alt kademelerde çalışanlarına doğru soruşturmayı daraltması.” Dağ, bunun “adil ve hakkaniyetli olmadığı” görüşünde.

Maden Soma Holding’e teslim edildi

Aynı kanı Soma’da konuştuğumuz pek çok madenci, madenci yakını ve esnafta da var. Birkaç müfettişin suçlanmasıyla davanın kapatılacağını, Soma Holding’in madenleri eskisi gibi işleteceğini düşünüyorlar. Kamu kurumlarından baskı göreceği düşüncesiyle adını vermek istemeyen bir yerel gazeteciye göre kamu vicdanının dindirilmesi için “madenler Soma Holding’ten alınmalı, sağlıklı koşulların sağlandığından emin olunduktan sonra başka bir firmaya verilmeli.” Facia sonrası pek çok madencinin travma yaşadığı ve yeniden madene girmek istemediği göz önünde bulundurularak “isteyen buyursun çalışsın, istemeyen haklarını alıp gidebilir” denilmeli. Yerel gazeteci, sadece madenleri devletten kiralayan Soma Holding’in değil madenlerin sahibi Türkiye Kömür İşletmeleri ve Ege Linyit İşletmeleri yetkilerinin de soruşturmaya dâhil edilmesi gerektiğini düşünüyor.

Şu anda soruşturmayı yürüten savcılar delil toplama ve iddianameyi hazırlama sürecinde. Bilirkişi heyeti madende inceleme yaptı ve maden yatağı Soma Holding’e teslim edildi. Hukukçuların eleştirdiği noktalardan biri de bu. Çünkü maden hâlâ sıcak olduğundan ve göçük kapandığından bilirkişi heyeti madenin içinde kazadan hemen sonra girdiği noktadan öteye geçemedi. Yani henüz yeterli inceleme yapılıp yapılmadığı meçhul. Ayrıca işletmeciye teslim edilen madende delillerin karartılması riski var. Avukatlar, Soma Cumhuriyet Savcılığı’na başvurup dava açılana kadar ocağın işletmeciye tesliminin yanlış olduğunu, madene tekrar el konulmasını istediler.

kömürdeposu1

Maden bölgesi basına kapalı

Maden civarında durumun nasıl olduğunu anlamak için Eynez’e gidip facia sonrasında çekim yaptığımız madenin giriş noktasını görmek istedik. Ama madenler bölgesi maden girişine kilometrelerce kala güvenlik noktasından itibaren giriş çıkışa kapatılmış ve basın özel izin alınmadıkça bölgeye sokulmuyor.

Bilirkişi heyetiyle madende keşif yapanlardan biri de Manisa Baro Başkanı Zeynel Balkız’dı. Soma’da görüştüğümüz Balkız maden ocağında insani çalışma koşullarının olmadığını ve tuvalet bile bulunmadığını söyledi. Çalışma anında madende sıcaklığın 45 dereceye kadar çıktığını tespit etmişler. Manisa Barosu ve pek çok avukat ölen madencilerin ailelerine hukuki destek veriyor. Ailelerde de avukatlarda da hissettiğimiz “kararlılıktı”. “Soruşturmanın ilk anından itibaren olay karartılmaya çalışıldı” diyen avukat Dağ “hukuki süreçten umutlu değiliz ama peşini bırakmayacağız” diyor. Savcı iddianamesini hazırladıktan sonra mahkeme heyeti sanıkların “kasıtla cinayet”ten yargılanmalarını isteyebilir ve dava sürecinde her şey değişebilir. Yani aslında bir anlamda süreç yeni başlıyor ve yaşam devam ettikçe umut da olmak zorunda.

Soma’dayken işçilerin haklarını savunmaya çalışan hukukçulardan ve sivil toplumdan sık sık duyduğumuz, kamuoyu baskısının önemiydi. Gözlerin Soma’ya çevrilmesi pek çok şeyi değiştirmiş. Şimdi de gözlerin hukuki süreçte olması gerekiyor. Ne kazadan sağ kurtulanlar travmayı atlatmış ne yakınlarını kaybedenlerin acıları dinmiş. Kimi rüyalarında kaybettiği eşiyle konuşuyor, kimi tavana bakıp yanında ölen arkadaşlarının isimlerini sayıyor, çoluğunu çocuğunu bırakıp psikolojik tedavi görmek için haftada 6 günü İzmir’de bir klinikte geçiriyor. Hukuki süreci de Soma’nın genel ruh halini de tanımlayan kelimeler “belirsizlik ve bekleyiş”. Üç madenin kapanması hayatı durdurmuş. Güvenlik önlemlerinin alınması kaydıyla madenlerin açılmasını istiyorlar çünkü madenden başka geçim kapısı yok. En büyük öfke, sanayileşme tarihinin bu en büyük facialardan birinin ‘olağan’ karşılanması. Tek teselli ise adaletin yerine gelmesi olabilir.

Haber : Işıl Sarıyüce     /    Fotoğraf: Enis Durak           

Yarın: Soma’nın sesleri video haber

geridekalanlar teaser from ISTANBUL PROJECT HOUSE on Vimeo.Screen shot 2014-08-04 at 10.02.42

*Bu yazı dizisi Objective Araştırmacı Gazetecilik Programı kapsamında hazırlanmıştır  

“Artık balıklar da ölmesin “

CHP Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka, Polatlı’da yaşanan kuraklık sorunuyla ilgili basın toplantısı düzenledi. Polatlı’daki bazı muhtarların da katıldığı basın toplantısında Nazlıaka, çiftçinin can çekiştiğini, gübre, su, elektrik, ilaç ve mazotun pahalı olduğunu söyledi.

nazlıaka

Girdi fiyatının sürekli arttığını ancak ürün fiyatının aynı oranda artmadığına dikkat çeken Nazlıaka, 2002’de toplam işlenen tarım alanının 23 milyon 905 bin hektarken, 2013’te bu alanın 20 milyon 579 bin hektara düştüğünü ifade etti.

“2002’de 17 milyon 935 bin hektar alan ekilirken, bu alan 2013’te 15 milyon 618 bin hektara düşmüştür. Bu rakamlar bize göstermektedir ki Polatlı büyüklüğünde on tane tarım alanı, yanlış politikalar nedeniyle yok edilmiştir.” diyen Nazlıaka, kuraklığın en çok etkilediği illerin başında Ankara, ilçelerin başında da Polatlı’nın geldiğini söyledi.

Polatlı nüfusunun yüzde 80’inin tarımla uğraştığını, Polatlı’nın Ankara tarımının kalbi olduğunu anlatan Nazlıaka, kuruyan Sakarya Nehri üzerinde yürürken çekilen fotoğrafı gösterdi.

“Böyle bir noktada çiftçiler nasıl tarımla uğraşacak? Köyler kuraklığın pençesinde. Sakarya Nehri’ndeki canlıların durumu” diyen Nazlıaka, elindeki ölmüş balıkları gösterdi. Nazlıaka şunları söyledi:

“Bu balıklar, bu nehirden çıkarıldı. AKP iktidarı döneminde sadece kadınlar, çocuklar öldürülmüyor, ağaçlar kesiyor, balıklar da ölüyor. Sakarya Nehri’nin kuruması nedeniyle balıkların içinde bulunduğu durum budur. Buna son verilsin. Artık balıklar ölmesin, daha fazla canlılar ölmesin, oraya su imkanı sağlansın.”

(Başkahaber)