Ana Sayfa Blog Sayfa 3908

Termiğin gölgesinde bir yaşam (1): Amasra

Amasra, uzun bir süredir termik santrale karşı mücadele veriyor. Yıllardır devam eden ve artık bürokratik bir yılan hikayesine dönmüş olan Hattat Holding’in termik santral projesinde, artık karar verme zamanı geldi. Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce, önüne gelen son ÇED dosyasına onay verirse Amasralıların karşı çıktığı termik santralin yapımının karşısında, hukuki süreç başlayana kadar, engel kalmayacak.

Özellikle son aylarda kamuoyunun da gündemine gelen Amasra’daki termik mücadelesine daha yakından bir bakış atmak için ilçeye gittik. Bölge halkı termik santrale neden karşı? Bartın’a bağlı bu ilçede kömür madeninin yeri nedir? Amasra umudunu neye bağladı? Yeşil Gazete’de dört gün boyunca bu soruların cevabını aktarmaya çalışacağız. İlk bölümde ise termik santral süreciyle ilgili bilgileri tazeliyoruz.


_MG_4127

1. Bölüm –  Amasra: Nereden nereye

Ahmet Naim’in ‘Yeraltında Kırk Beş Sene’ kitabı, 15 yaşındayken girdiği Zonguldak madenlerine yıllarını veren ve 1931’de emekli olan Ethem (Yemelek) Çavuş’un hikayesini anlatır. ‘Madencinin kara yazısı’ olan ateşnefes (grizu), körnefes (karbonmonoksit zehirlenmesi) ve çökmelerle onlarca meslektaşının ölümüne şahit olan Ethem Çavuş’un hikayelerinde hep tetikte olmak, arkadaşını kollamak ve hep çalışmak vardır. Yıllarını madene vermiş bu işçinin anılarını okurken iş güvenliği ve çalışma koşullarının o günden bugüne daha ‘kurumsal’ bir hale büründüğü karşılatırması yapılabilir; ama yine de, örneğin Kurci Kumpanyası’nda çalışırken patlayan grizuda 67 madencinin öldüğünü anlatıp şunu ekler Ethem: “Şirket, ölenlerin ailesine yedi para olsun ödemedi. Yanık ameleler de birer katır sırtına atılıp köylerine gönderildiler.” Ya da, 1890’lı yıllarda havzaya giren Fransa sermayeli Ereğli maden şirketinin getirdiği ‘fenni’ uygulamaları da şöyle hatırlar: “Fransız şirketi ne madeni düşünüyordu, ne de işçiyi. Tek derdi daha çok üretim ve tabii kâr idi.” Bazı şeyler değişmiyor.

Şimdi 20. yüzyıl başındaki bu maden tanıklıklarının geçtiği Zonguldak maden havzasının batı ucuna ve bugüne uzanalım. 1953 yılında faaliyete geçen, 1965’te ise yaklaşık 5 bin işçinin çalıştığı Amasra’daki maden ocağı bugün geçmiş günlerine göre epey sessiz. Maden halen Taş Kömürü İşletmeleri’ne (TTK) bağlı olsa da, 1980’lerde başlayan özelleştirme süreci, işçilerin erken emekli edilmesi, yerine de daha az işçinin alınması ve göç gibi etkenler bir araya gelince maden gittikçe küçülen bir işletme haline geldi. Bugün artık yaklaşık 700 kişi çalışıyor, yılda da yaklaşık 350 bin ton kömür çıkıyor. Fakat bu küçük madenin yer aldığı bölge birkaç yıldır büyük bir mücadeleye ev sahipliği yapıyor. Hattat Holding’in bölgeye yapmak istediği HEMA Termik Santrali, Kalker Ocakları ve Kül Depolama Sahalarına karşı çıkan halkın ‘Bartın Platformu’ girişimiyle yürüttüğü bir direniş hikayesi bu.

HEMA kömür madenlerinde çalışan Çinli işçileri daha önce fotoğraflamış olan fotoğrafçı Gençer Yurttaş’la birlikte, hikayeyi öğrenmek için Amasra’dayız. Öncelikle belirtmek gerekir ki, ilçede termik santrale karşı gelişen muhalefeti ve bu muhalefetin nedenini anlamak için konuştuğumuz insanların hepsi termik santrale kayıtsız şartsız karşı. Santralin çevreye ve insan sağlığına etkileri malum olsa da, Amasralıların neredeyse hepsinin ağız birliği etmişcesine aynı argümanlarla karşı çıkıyor olması, hem örgütlülük hem de dertlerin somutluğu konusunda bir veri sunuyor bize.

Hattat Holding'in inşaatı devam eden kömür madeni
Hattat Holding’in inşaatı devam eden kömür madeni

Balıktan kömüre

1945 yılında beri pansiyon turizminin yapıldığı, ülkenin neredeyse ilk turizm ilçesi olan Amasra, kışları yaklaşık 7 bin nüfusa sahip olsa da yazın bu nüfusunu kat be kat aşıyor. Bayram dönemindeki haberleri hatırlarsak, tatil dönemlerinde bazen ilçede kalacak yer bile bulunmuyor. Ankara başta olmak üzere, İç Anadolu şehirlerine en yakın deniz kıyısı olması hasebiyle yıldızı erken parlayan Amasra esasında yüzyıllar boyunca bir balıkçı kasabası olarak bilindi. Ta ki 1960’larda maden bölgeye gelene kadar. Madenin hem turizm hem de balıkçılığın yerine geçtiği yaklaşık 30 yıllık dönemin ardından Amasra, sinema ve dizi sektörü için bir set işlevi görmeye başlayınca turistik bir bölge olarak tekrar hatırlandı.

2005 yılında ortaya çıkan termik santral tehdidine karşı ilçede çıkan sesin büyük oranda sorumlusu ise Bartın Platformu. Mesut Yılmaz döneminde ilçeye yapılmak istenen mobil santrallerden beri çevre mücadelesinin içinde bulunan söz konusu platformdan Prof. Dr. Erdoğan Atmış’la buluşuyoruz. Bu buluşma sürecin nereden nereye geldiği, Ankara’da atılan imzalarla bölge gerçekliğinin arasındaki mesafeyi göstermesi açısından önemli.

Erdoğan Atmış
Erdoğan Atmış

Orman değil, su kaynağı yok, turizm uğramamış

Hattat Holding, bünyesindeki HEMA Elektrik Üretim A.Ş. tarafından gerçekleştirilmesi planlanan Hema Termik Santrali, Kalker Ocakları ve Kül Depolama Sahaları projesi için 2009, 2010, 2013 yıllarında beş adet Çevre Etki ve Değerlendirme (ÇED) başvurusunda bulundu; bunlardan dördü, o zamanki adıyla Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından, 1/100 bin ölçekli Çevre Düzenleme Planı’na aykırı olduğu gerekçesiyle iade edildi. Fakat projenin ÇED süreci yine de 8 Mayıs 2014’te son İnceleme ve Değerlendirme Komisyon Toplantısı’nda nihai hale getirildi. ÇED Raporu’nun “nihai olarak kabul edilip inceleme ve değerlendirme sürecinin sona erdiğine” ilişkin karar ise 10 Haziran 2014 tarihinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın internet sitesinde yayımlandı. Atmış bu süreçle ilgili olarak “ÇED süreçlerinde Mekansal Planlama Müdürlüğü’nün görüşü önemli. Bakanlık toplantıda müdürlüğünün santralle ilgili olumsuz kararını sümen altı etti” iddiasında bulunuyor. Bartın Belediyesi, Amasra Belediyesi ve Bartın Üniversitesi’nin olumsuz görüşlerinin dikkat alınmadığı toplantıda, Orman ve Su İşleri Müdürlüğü kül depolama sahası için ayrılan yerin ormanlık alan olmadığı, Devlet Su İşleri Müdürlüğü ise bölgede içme suyu amaçlı sulak alan olmadığı yönünde rapor yazdı. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Yatırım ve İşletmeler Genel Müdürlüğü’ne göreyse Amasra ve termik santralin yapılacağı Çapak Koyu, kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgesi sınırlarında değil. 2013 yılında Orman Genel Müdürlüğü İzin ve İrtifak Dairesi Başkanlığı’nın verdiği rapora göreyse, ‘Gömü Köyü hudutlarında bulunan 324.910 metrekarelik alanın santral yapımı maksadıyla HEMA Elektrik Üretim A.Ş.’ye verilmesinde kamu yararı ve zaruret olduğu’ belirtiliyor.

Öte yandan, Amasra halkının en büyük endişe kaynaklarından biri olan enversiyon tehlikesi için de Halk Sağlığı Müdürlüğü’nün ‘sağlık açısından sakıncası yoktur’ yönünde rapor verdiğini aktarıyor Atmış. ‘Sıcaklık terselmesi’ olarak da bilinen enversiyon nedeniyle Amasra’da özellikle kış ayları yoğun sis altında geçiyor. İlçenin hemen arkasından yükselen dağlar bu yoğun sise eklenince, termik santralden çıkan zehirli havanın özellikle kış aylarında hayata cehenneme çevireceği konusunda vatandaşlar hemfikir.

_MG_4150
HEMA’nın ikinci kömür madeni ve Amasra’nın çeperindeki mahalleler neredeyse sırt sırta

Kim haklı?

Erdoğan Atmış’ın ve sonradan konuşacağımız kişilerin de aktardığı kadarıyla devletin farklı kademelerinin Amasra hakkında hazırladıkları raporlar da birbiriyle çelişiyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı burasıyla ilgili turizm alanı değil kararı verirken, 5449 sayılı kanunla kurulan Batı Karadeniz Kalkınma Ajansı’nın (BAKKA) hazırladığı bölgesel kalkınma planında Amasra hem bir turizm bölgesi olarak tanımlanıyor hem de santralin yöre ekonomisi için en büyük tehdit unsuru olduğu belirtiliyor. Ayrıca Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın kendi planı olan ‘Zonguldak-Bartın-Karabük Çevre Düzeni Planı’nda, termik santral yapımının planlandığı Çapak Koyu mevkiinde sadece tarım, orman, liman ve balıkçı barınağı, turizm ve yerleşim alanı gibi kullanım şekillerine izin veriliyor.

Peki, 2005 yılında bölgeye geldiğinde önce kömür ocağı açacağını söyleyen, sonra termik santrali planı ortaya çıkan, kurulu gücü 2006’da 654 MW olarak telaffuz edilirken en son ÇED başvuru dosyasında 1332 MW’lık bir güce ulaşmış bir termik santral kurmayı tasarlayan; kurmuş olduğu üç kömür madeninden henüz kömürün çıkmadığı, devletin üretilecek enerji için alım garantisi verdiği santralin müellifi Hattat Holding ve yönetim kurulu başkanı Mehmet Hattat’ın bölgede termik santral kurma azmi nereden kaynaklanıyor? Amasralılara göre bunun cevabı, Enerji Bakanlığı’nın gittikçe büyüyen enerji politikalarında, bir de Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız ile Mehmet Hattat’ın Kayserili hemşeriler olmasında gizli. Fakat bu hemşerilik ilişkisinin, projenin 2009’dan beri birkaç kere reddedilmişken, 2014’e gelindiğinde kabul edilmesinde nasıl bir rol oynadığı söylentilerden öteye gidemiyor.

Mayıs ayında gerçekleşen dükkan kapatma evlerinden bugüne halen bazı ev ve işyerlerinin duvarlarını afişler süslüyor
Mayıs ayında gerçekleşen dükkan kapatma evlerinden bugüne halen bazı ev ve işyerlerinin duvarlarını afişler süslüyor

‘Bakanlığın geri adım atacağını sanmıyorum’

Haziran 2014’de ÇED projesinin askıya çıkmasıyla Amasralı esnaf kepenk kapatmış, tarihi Amasra kalesine insan zinciri yapılmış; Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na göndermek üzere 42 bin küsur dilekçe toplanmıştı. Şehirde bazı dükkanlarda ve evlerde halen ‘Termiksiz Yaşam İstiyorum’ afişleri asılı. Amasra, bugünlerde endişeyle Çevre ve Şehircilik Bakanlı İdris Güllüce’nin ÇED raporunu imzalayıp imzalamayacağını bekliyor. Son olarak AKP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin’in 5 Ağustos’ta Amasra’yı ziyaret edip “Buranın maliyeti düşük olduğu için şirket termik santrali burada yapmayı düşünüyor. Termik santral konusundaki hassasiyetinizi anlıyorum. Bu konuda bakanlık tarafından gerekli karar verildi. Sizin düşüncelerinizi iletirim ama bakanlığın geri adım atacağını sanmıyorum” demiş olması da bu tedirgin bekleyişin üzerine tuz biber ekti.

Bugüne kadar herhangi bir hukuki işlem başlatmamış olan Bartın Platformu, korkulan olursa kararın iptali için İdare Mahkemesi’ne başvuracak. Bu sırada vatandaşlar da, Amasra’nın ölüm fermanı olarak tanımladıkları termiği engellemek için çadır nöbeti dahil türlü eylemlere başvuracaklarını şimdiden söylüyor.

Haber Gözde Kazaz
Fotoğraf: Gençer Yurttaş 

Yarın: HEMA Termik Santrali’nin yapılacağı bölgedeki köylüler ne diyor?

Irak’ta Başbakanlık görevi Haydar İbadi’ye

haydar ibadiIrak Cumhurbaşkanı Fuad Mahsum, Şii İttifakı adayı Haydar İbadi’yi hükümeti kurmakla görevlendirdi.

Nuri Maliki’nin dün akşam devlet televizyonunda cumhurbaşkanının kendisini görevlendirmeyerek anayasayı ihlal ettiğini açıklaması üzerine Maliki yanlısı askeri güçler Bağdat’ta birçok bölgeyi kuşatmaya aldı.

Maliki’nin bu hamlesi Cumhurbaşkanı Mahsum’un, Maliki’yi değil, Şii İttifak’ın adayı İbadi’yi hükümeti kurmakla görevlendirmesi ile başarısız kaldı. Maliki karşıtı ittifakın adayına Kürdler ve Sünnilerin de destek vermesi bekleniyor.

Parlamentoda 92 milletvekiline sahip Maliki’nin Irakiye Bloku’nun karşısında yer alan ve yine Şiilerden oluşan Irak Ulusal Şii İttifakı’nın 75 milletvekili var. Şii ittifakın, Irak Meclis Başkan Yardımcısı Haydar İbadi’yi Maliki’ye karşı başbakan adayı olarak göstermesi Maliki’ye Şiilerin de sırtını döndüğünü ve yalnız kaldığını gösteriyor. Zira İbadi’ye Sünniler ve Kürdlerin de destek vermesi bekleniyor. Bu destekle de milletvekili sayısı Maliki’nin sahip olduklarından daha fazla olacak.

Irak’ta en büyük Sünni blok olan Muttehidun Koalisyonu’nun Başkanı Usame Nuceyfi de Maliki karşıtı cephede yer alıyor. Nuceyfi, Maliki’nin Yeşil Bölge’yi kuşatma altına alması sonrası yaptığı açıklamada, görev süresi biten Başkan Nuri Maliki’nin üçüncü kez başbakan olmaya çalışmasının Irak’ı bölme ve iç savaş çıkarma çabası olduğunu söyledi.

Irak Meclis Başkan Yardımcısı Haydar İbadi’yi başbakan adayı olarak gösteren Şii Ulusal İttifakı çatısı altında Mukteda Sadr liderliğindeki Ahrar Hareketi, Ammar Hekim başkanlığındaki Irak Yüksek İslam Konseyi, Fazilet Partisi ve Reform Akımı bulunuyor. Bu partilerin meclisteki milletvekili sayısı 75. Bu haliyle Maliki karşıtı Şii İttifak, 92 milletvekili olan Maliki liderliğindeki Kanun Devleti Koalisyonu’nun gerisinde kalıyor.

Ancak özellikle Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani’nin Maliki’nin içinde bulunduğu bir hükümette bulunmayacaklarını açıklaması dolayısıyla, 62 milletvekili olan Kürd İttifakı’nın da Maliki karşısındaki Şii İttifak’a destek vermesi bekleniyor.

Bu durumda 75 milletvekili olan Şii İttifak ve 62 milletvekiline sahip Kürd İttifakı’nın toplam vekil sayısı 137’ye çıkıyor ve Maliki’nin başında bulunduğu koalisyonu geride bırakıyor. Kürd ve Şii İttifakı’na 72 milletvekili bulunan Sünni, Türkmen ve seküler koalisyonların da destek vermesi durumunda ise bu fark iyice açılıyor.

 

BasNews Haber Merkezi

Gerze ve Erfelek “nükleersiz belediyeler grubu”na katılıyor

41. Geleneksel Gerze Festivali kapsamında 3 Ağustos günü Gerze Belediye’si tarafından düzenlenen “Çernobil’den Fukushima’ya Nükleer Gerçekler” temalı panelin davetlisi olarak nükleer santral karşıtı Japon ve Alman sivil inisiyatiflerden oluşan bir heyet  Sinop/Gerze’ye geldi. Sinop ve İstanbul’dan da aktivistlerin yer aldığı heyetten Japonya Yeryüzü Dostları Derneği :Friends of Earth Japan (FOE) çevre ve ekoloji derneği çalışanı nükleer enerji kampanyacısı Akiko Yoshida panelin sonunda Gerze Belediye Başkanı Sayın Osman Belovacıklı’ya Nükleersiz Belediyeler adlı gruba çağrı niteliği taşıyan mektubu takdim etti.  Yoshida aynı mektubu 7 Ağustos günü de beraberindeki heyet ile birlikte Sayın Osman Belovacıklı’yı bu kez  makamında ziyaret ederek tekrar sundu. Heyetin aynı mektubu Sinop Merkez Belediye Başkanı Sayın Baki Ergül’e de sunmak istediği fakat cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi zaman yetersizliği sebebiyle bunun mümkün olamadığı bildirildi. Mektubun nükleer santral kurulması planları yapılan ilin diğer belediye başkanlarından Dikmen Belediye Başkanı Sayın Saim İstanbullu ile Sinop Merkez Belediye Başkanı Sayın Baki Ergül‘e de  iletilmesi bekleniyor .

Nükleersiz Belediyeler!

Japonya’da Nisan 2012’ de nükleer santrallere karşı olan eski yeni tüm belediye başkanlarını bünyesinde toplamayı amaçlayan ve şimdilik katılımcı sayısı 100 olan gruba katılım için mektupla gerçekleştirilen çağrı Gerze Belediye Başkanı Osman Belovacıklı ve Erfelek Belediye Başkanı Sayın Muzaffer Şimşek’e  yapıldı .Her iki belediye başkanının da çok olumlu karşıladığı ve katılımı taahhüt ettikleri mektup temelde insan sağlığının korunmasını , sağlıklı ve mutlu nesillerin yetiştirilebilmesini savunuyor ve sürdürülebilir enerji politikasına geçilmesinin önemini vurgularken Japonya’nın Fukushima faciasından sonra nasıl olup da nükleer santral ihraç etme faaliyetine giriştiğine dikkat çekiyor.  Mektubun Gerze Belediye Başkanı Sayın Osman Belovacıklı’ya hitaben hazırlandığı tam metni aşağıdaki gibidir;

gerze bb

Davet Mektubunun içeriği

Saygıdeğer Gerze Belediye Başkanı

Sayın Osman Belovacıklı

Öncelikle size en içten saygılarımızı sunuyor ve bu mektubun size güvenle ulaşacağını umuyoruz. Nükleer Enerjisiz Japonya için Belediye Başkanları Topluluğu( Mayors for a Nuclear Power Free Japan) Nisan 2012’de kuruldu ve kurulduğu günden bu güne yüze yakın belediye başkanı mücadelemize katıldı.

Yerel Yönetimleri ve vatandaşlarını gözetmekten sorumlu belediye başkanları olarak birinci ve en önemli görevimizin vatandaşlarımızın sağlığını korumak olduğunun altını çizmemiz gerekir. Otorite sahipleri olarak daima hatırlamalıyız ki, bazı hükumet politikaları ekonomik faydalar sağlasalar dahi halkımız için çok büyük sıkıntı ve tehlike kaynağı olabilirler. Bu sebeple vazifemiz, ekonomik veyahut siyasi çıkarların hiçbir koşulda vatandaşlarımızın sağlık ve mutluluğundan öncelikli pozisyonda olmadığından emin olmaktır. Bu düşüncelerimizin sonucu olarak, çocuklarımızın sağlığını tehdit edebilecek ya da halk sağlığına uzun vadede olumsuz etkileri olabilecek kimyasal maddelerin hiçbir şekilde yönetimlerce kullanılmaması gerektiğine inanıyoruz. Yerel yönetimlerin başındaki kişiler olarak sorumluluğumuz, bu gidişata bir dur demek ve “nükleersiz bir toplum” için çabalamamızı gerektirmektedir. Sürdürülebilir enerji ve enerji tasarrufuna yönelik yerel projeler de aynı şekilde teşvik edilmelidir.

Japon vatandaşları olarak, Türkiye-Japonya Nükleer İşbirliği Antlaşması’nın imzalanmasından ve Japon şirketlerinin Türkiye’ye nükleer enerji ihraç edecek olmasından büyük bir üzüntü ve esef duyuyoruz. Tıpkı Japonya gibi, Türkiye de sık sık depremlerle sallanan bir ülke konumundadır. Japon Nükleer teknolojisini Türkiye’ye ihraç etme kararı Türkiye’nin aktif fay hatlarının detaylı analizlerinin henüz yayınlanmamış olmasına, projenin ekonomik sürdürülebilirliği olup olmadığının incelenmemiş olmasına ve her şeyden önemlisi yerel yönetimlerin ve vatandaşların rızası olmamasına rağmen alınmış bir karardır. Bu durumu son derece rahatsız edici buluyoruz. Ancak her şeye rağmen, bu baskılayıcı ortamda, sizin Sinop’ta nükleer santral inşaatına karşı kararlı duruşunuzdan cesaretlenmiş bulunuyoruz. Aynı şekilde nükleer enerjinin tamamen ortadan kalkması için ki bu mücadelemizde yanımızda olduğunuzu bilmekten de büyük mutluluk duymaktayız. Hep birlikte, işbirliği içinde nükleersiz bir toplumun savunuculuğunu yapabilmeyi en içten şekilde arzuluyoruz.

Saygılarımızla,

Hiroko Uehara     Kazuo Sato

 

(Yeşil Gazete)

 

AKP’de Abdullah Gül bilmecesi

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Abdullah Gül
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Abdullah Gül

Cumhurbaşkanlığ seçimlerini ilk turda Recep Tayyip Erdoğan’ın %51.8 oranıyla kazanması üzerine bütün gözler Erdoğan sonrası AKP’nin nasıl şekilleneceği üzerine çevrildi.

Bugün peşpeşe yapılan iki açıklama önümüzdeki günlerde AKP’de bir çok gelişmenin yaşanabileceğinin habercisi.

Görev süresi 28 Ağustos’ta sona erecek olan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül siyasete AKP’de devam etme kararını açıkladı.

Çankaya Köşkü’nde cumhurbaşkanlığı muhabirlerine bir veda resepsiyonu veren Gül, “Cumhurbaşkanlığım bittiğinde şüphesiz ki partime döneceğim. Partime dönmem benim için doğal olan şeydir” dedi.

Gül, AKP’nin kurucusu, ilk başbakanı ve cumhurbaşkanı olduğunu anımsattı.

Gül’ün açıklamasından kısa süre sonra ise AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Sözcüsü Hüseyin Çelik, partinin Olağanastü Kongresi’nin 27 Ağustos Çarşamba günü yapılacağını açıkladı.

AKP Merkez Karar Yürütme Kurulu (MKYK) toplantısı sonrası gazetecilerin sorularını yanıtlayan Çelik, bu tarihi Kurul’da oy birliği ile belirlediklerini, Kongre’ye de bir isim üzerinde uzlaşıp gideceklerini söyledi.

Çelik, daha önce Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da belirttiği gibi seçilecek kişinin hem Başbakan hem de Genel Başkan olacağını söyledi.

Bu durumda görev süresinin bitiminden bir gün önce planlanan  Olağanüstü Kongre ile Abdullah Gül’ün adaylığının önünün kesildiği öne sürülüyor.

Şimdi Ankara kulislerinde, Abdullah Gül’ün görev süresinin bitmesini beklemeden istifa edeceği konuşuluyor. AKP kaynakları ise AKP içinde bir çekişme bekleyenlerin hevesleri kursağında kalacaktır açıklaması ile gerginliği saklamaya çalışıyor.

Yeşil Gazete

 

Önümüzdeki maçlara nasıl hazırlanmalı? – Ümit Kıvanç

Bize üç şey lazım: İlki azim. Neyse ki mücadeleyi öğreniyoruz. AKP’nin topluma en büyük faydası, eskinin kurulu düzencilerini bile armut piş ağzıma düş felsefesinden bir ölçüde kurtarmak oldu. Anladılar ki, hak istiyorsan, şöyle değil böyle yaşamak istiyorsan, artık ötekileri bastıracak orduya şuna buna güvenemezsin. Kendin mücadele edip kazanacaksın veya koruyacaksın. Böyle yaptığında da, baskıya ve yine birilerinin sindirilmesine dayalı Eski Türkiye’nin elemanı olmaktan çıkacaksın ister istemez. Şeytan kulağına kurşun, demokrat bile olabilirsin bunun sonunda! Kullanılmayan oylar, bunların yolaçtığı oranlar, bu gerçeğin kavranmasına katkıda bulunacak; tersten.

Mücadele, bizimki gibi ülkelerde, devletin karşısında, her türlü tehlikeye açık olmak anlamına gelir. Yani biraz… birazdan fazla cesaret ve kararlılık ister. Yani azim. Genel olaraksa günümüzün özellikle büyükşehir kültüründe tamamen tukaka edilmiş bir şeyi, örgütlenmeyi, bazen kendi bireysel istek ve çıkarlarından vazgeçmeyi, bazen bugünün insanına kâbus gibi görünen bir durumu, topluluğun sıradan bir parçası olmayı gerektirir. Evet, bunları Gezi isyanı sürecinde biraz öğrendik; yapabiliyoruz.

İkinci ihtiyaç, sabır. Demokrasi, birilerinin lütfuyla, üç-beş ricayla elde edilecek bir armağan falan değil.

Bugün Batı’da insanî ne varsa, alt sınıfların, ezilenlerin, emekçilerin, özellikle işçilerin, uzun yıllar süren, büyük fedakârlıklar gerektiren mücadeleleriyle kazanıldı. Kapitalistler ve esas olarak, onların hegemonyası altında bir toplum işleyişini gözetmek durumunda olan devletler, baktılar ki, bir tür uzlaşma hattı oluşturmadan bu düzenler sürdürülemeyecek, “sosyal devlet” tavizlerini modern devlet-toplum ilişkisinin vazgeçilmezi haline getirdiler. Tesadüfe bakın ki, Batı’nın kendini ezilenlere verilmiş tavizlerden kurtarmak için utanmazca didinmeye girişmesi, bizim darbe bataklığından neoliberalizm çukuruna yuvarlandığımız 1980’lerdedir.

’80’ler ve neoliberalizm dendiğinde, kapitalistlerin saf kâr amaçlı faaliyetini sınırlayacak her türlü denetimi (“kamu”) ekonominin dışına atan Milton Friedman, “tarihin sonu”nu ilân eden Francis Fukuyama ve bundan sonrasının sınıflar değil medeniyetler savaşı olacağını vaaz eden Samuel Huntington şüphesiz yazar-çizer tayfasının öncelikle aklına gelir. Ama bu dönemin insanî bakımdan neye denk düştüğünü ancak Ronald Reagan, Margaret Thatcher ve Turgut Özal’ın fotoğraflarını yanyana dizdiğinizde hissedersiniz. Şu anda içinde yaşadığımız vahşi kara düzen, kapitalizm koşullarında bile kaçınılmaz değildir. AKP’nin bunu sarmaya çalıştığı takdir-i ilahi kılıfına sığacak cinsten, hiç değildir. İnsanlık olarak kaybettiklerimiz, zamanında kazanılmıştı, yine kazanılabilir. Ama bunun için gösterişli saman alevleri yakmak yetmez. Gezi Parkı’ndaki ortam muhteşem bir alternatif hayat tasarımıydı, eyvallah, ama yaşadığımız hayatta kalıcı bir değişim yaratabilmek için birkaç günlüğüne, birkaç haftalığına parlayan yıldızlar yetmez. Uzun uzun, ince ince uğraşılması şart. Bu da sabır işi.

Gelelim üçüncü ihtiyaca: Neyi istemediğimizi ve neyi istediğimizi hâlâ çok eski, çok sığ, sanayiye götürüp toplattırsan da fayda etmez bir zihniyete ait, eciş bücüş olmuş kavramlarla ifade ediyoruz. Hem siyasî ahlâk hem de anti-demokratiklik, hattâ otokratlık bakımından, mücadele ettiğimiz iktidar partisinden daha da beter, şaibeli hareketlerle birarada bulunmanın bizi daha iyi bir toplum hayatına ulaştırmayacağını bir türlü kabul etmek istemiyoruz. Bazen daha kalabalık olmak sizi daha güçlü yapmaz. Aksine. Şimdiye kadar, yanlış insanlarla birarada olmaktan ötürü zayıf düşmenin sayısız örneğini gördük. Biz başkalarının otokrasisini reddediyor ve “bizimkilerin” diktasını mı istiyoruz? Bunu istemediğimizden emin olmalıyız. Dikta kurulduğunda başına asla iyiler geçemez.

Her türden diktacıyla mesafemizi açmalıyız. İkincisi, bu memleketi siyasetsiz, dahası, kültürsüz, daha dahası, medeniyetsiz yapma yarışına çıkmış iki ana zihniyetin elele tutuşup çizdiği ayrım çizgisini yok saymalıyız. Bu toplum, çağdaş-laikler ile gerici-dindarlar şeklinde ikiye bölünmüyor. Her toplum gibi, egemenler ve ezilenler olarak bölünüyor. Sonra, vicdanlılar ve vicdansızlar olarak bölünüyor. Sonra, eşitlikçiler ve elitistler olarak bölünüyor. Sonra, demokratlar ve ırkçılar olarak bölünüyor. Kapıcısına böcek muamelesi yapan laik-çağdaş üst-orta sınıfın başbakan ve AKP’den rahatsız olmasına yolaçan içsel dürtülerle, özgürlük ve demokrasi isteyenleri harekete geçiren bilinçli tercihler biraraya getirilebilir mi? Ahlâklı, vicdanlı dindar insanların AKP’den kopunca gidecekleri yer neresidir? Var mı böyle bir yer? “Eski Türkiye” denen gulyabaninin bugün hâlâ varlığını sürdürebildiği açık alanlardan birinin “muhalefet” safları olması tuhaf değil mi? Muhalefet denen amorf yapının bir bölümü aslında düpedüz, ordu hegemonyasındaki Eski Türkiye’yi, bir kısmı Kürt’e Kürt denemeyen günlere dönmeyi istiyor.

“Eski Türkiye”, bir Tayyip Erdoğan uydurması değil. Böyle bir şey vardı. Kimin hükmettiğini bile açıkça göremiyorduk. Faili meçhul cinayet ya da gözaltında kayıplar, Eski Türkiye’nin tartışmasız simgeleridir.

Ancak “Eski Türkiye”, bugünkü muktedirlerin uydurması olmadığı gibi, onların tarif ettiği gibi de değildi. Hıristiyanları öldürürken, kovarken, mallarını mülklerini yağmalarken, evlerini işaretleyip Alevileri katlederken veya “komünistlere” karşı, dünkü “eski”lerle bugünkü “yeni”ler hep biraradaydı.

Demek istediğim, özgür ve demokratik bir memlekette, eşit haklarla, işçileri beşer onar kurban etmeden, gençleri bunaltmadan, kimsenin namazına başörtüsüne, eteğine şortuna karışmadan, imam hatip isteyenin orada uhrevî sırlara ereceği, ateistin şurada tanrılarla cenk edeceği, isteyenin istediği dilde okuyacağı yazacağı, eğitim göreceği bir hayat sürmek istiyorsak, önce, kim bizimle, kim karşımızda, onu bilmeli, belirlemeliyiz. Türkiye’de bütün bunları sadece kendisi için değil herkes için isteyen insan azdır. Ama böyle bir gelecek tasavvurunu sindirmişseniz, sayınız önemli değildir. Sayıya bakamazsınız. Çünkü özgürlük ve eşitlik hayali biryerlerde pırıl pırıl parlamalıdır. Onu boyayamazsınız, çamura bulayamazsınız. Birileri gelip üstüne gaz atar, zehirli su sıkarsa bundan zarar gelmez; siz kirletirseniz kirlenir.

Bir çizgi lazım bize. Bir emniyet şeridi. Başka bir yerden geçen. Bugün ayrı duran birilerini aynı tarafta bırakacak, yanyana duran bazılarını birbirinden ayıracak. Bu cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde, böyle bir çizgiyi doğru yerden çekmeye girişmenin bile ne kadar ferahlatıcı, canlandırıcı, teşvik edici ve tabiî iç temizleyici olduğunu gördük. Yukarıda bahsettiğim pırıltı görüş alanımızdan şöyle bir geçti sanki, ha? Devlet dersinde öldürülen çocukların eline renkli tebeşirler verebilsek şak diye doğru yerden çiziverirlerdi bu çizgiyi.

Ümit K ıvanç -http://riyatabirleri.blogspot.com.tr

“Affedersin” Direniyoruz – Güven Gürkan Öztan

Türkiye siyasetine dair yapılan analizlerin siyasal sosyolojiyi hem gözardı eden tutumu cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde de kendini gösterdi. İlginç olan, sahada reel politika yapan müesses siyasetin asli unsuru olarak partilerin bu ihmalkarlıkla malul olması.

Muhalefet partilerinin büyük ölçüde tabanın siyasal reflekslerini hesaba katamayacak kadar yerel örgütlerden ve sokaktan uzak duruşu ve politik hesapları masa başında kotarmaya çalışması bir kez daha onlar için hüsranın adı oldu.

Cumhurbaşkanlığı seçimine giderken AKP seçmeni dışındaki seçmen kitlesinde kayda değer bir ilgisizlik, bezginlik ve umutsuzluk atmosferi hakimdi. Erdoğan, daha önceki seçimlerde uyguladığı ve başarılı olduğu stratejiyi aynen takip etti ve kendini bitmeyen gündem maddesi kılmaya devam etti.

Çankaya’ya “milli irade”yi taşımak, “paralel yapı” ile savaşmak, “millet ile devleti barıştırmak” aslında hep bildiğimiz popülist-muhafazakâr siyaset yapma biçiminin güncellenmiş haliydi. Öte yandan cumhurbaşkanlığı seçimine giderken 30 Mart yerel seçimlerinde tecrübe edilen umutsuzluğun ve hayalkırıklığının izleri müesses siyasetin muhalif partilerini sarmıştı.

Toplumsal muhalefetin özeleştiri ve muhasebesi, cumhurbaşkanlığı seçimine giden yolda ortaklaşmış bir politik hat belirlemekte yeterli olmadı. Tayyip Erdoğan’ın bir şekilde seçimi kazanacağını öngören ya da sonucu değiştiremeyeceğini düşünen muhalif kitlelerin mobilize olmakta ciddi sorun yaşadığı da bir gerçekti.

Tüm bu nedenleri bir arada düşününce, toplumsal atmosferi boğan aşırı siyasallaşmadan bıkkınlık duyan seçmenin bir kısmının sandığa kayıtsız kalması ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turda Erdoğan lehine sonuçlanması kimse için sürpriz olmadı.

Türkiye siyasetinin sosyolojisi

Türkiye siyaseti uzun zamandır Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ile Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) bloku arasında sıkışmış bir biçimde tarif ediliyor; o yüzden de AKP’nin alternatifi olarak muhtemel CHP-MHP koalisyonu işaret ediliyordu.

Bu analizin aslında sosyolojik zeminde hiç de tutarlı ve isabetli olmadığını ve sadece AKP’nin hegemonyasını sürdürmesi için propagandif bir tahayyülün canlı tutulmasına yaradığını iddia ediyordum.

Cumhurbaşkanlığı seçimi, bahsettiği CHP-MHP taban yakınlığı savının sınırlarını bir kez daha gösterdi. Özellikle CHP’nin güçlü olduğu kıyı bölgelerinde CHP- MHP tabanı arasında Kürt meselesine bakışta ve yaşam tarzı üzerinden iktidara muhalefet etme konusunda yakınlaşma olduğu aşikar; ancak MHP’nin ‘kaleleri’ olan iç bölgelerde MHP ile AKP tabanı arasındaki geçişkenlik çok daha yüksek.

Hatta Kayseri, Yozgat, Sivas gibi illerde halihazırda AKP’li olarak bilinen isimlerin birçoğu zaten MHP kökenli. MHP’liliği devam edenler de CHP’den çok AKP’nin muhafazakâr siyasetine yakın. Cumhurbaşkanlığı seçiminde kendi propagandasını “Türkiye’ye güç vermek” üzerine kuran; Yeni-Osmanlıcı motifleri tekrarlayan Erdoğan’ın, devlet fetişizmine aşina MHP tabanından oy alması şaşırtıcı değil. Erdoğan’ın MHP ve muhtemelen Büyük Birlik Partisi (BBP) tabanından aldığı oy, Kürt sorunun demokratik çözümünde iktidarın bundan sonra da tatminkar bir reform çizgisi izlemeyeceğinin kanıtı gibi de okunabilir.

CHP-MHP çatı adayı operasyonunda asıl kaybedenin CHP olduğu ise açıktır. Toplumda karşılığı olmayan, siyaseten var olanı korumak dışında bir şey söylemeyen, sahada Erdoğan ile rekabet edemeyecek bir adayın MHP’den oy alacağını, CHP’nin ise zaten kimi gösterse seçmeninin oy vereceği tahmini çökmüştür.

Ekmeleddin İhsanoğlu, kendi tabanından çok MHP seçmenini düşünen siyaset mühendisliği için iflasın kanıtıdır. MHP ise bu süreçte iddia edildiği gibi kaybeden değil aksine AKP’nin tek başına iktidar olamaması durumunda potansiyel koalisyon ortağı olarak kısmen kazanan taraftadır.

Parti yönetim kadrosunun muhtemelen değişmesiyle bu daha net biçimde görünecek gibi. Ve orta vadede bu durum, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve özgürleşmesi önündeki potansiyel engellerden biri olacak.
Muhalefetin hattı ve Demirtaş

Cumhurbaşkanlığı seçimi, muhalefetin izlemesi gerektiği strateji hakkında da fikir veriyor. Demirtaş’ın adaylığının Kürt siyasetinin kemik oyu dışında kazandığı yüzde iki- iki buçukluk oy getirmesi zaten beklenen bir sonuçtu. Ancak Demirtaş’ın adaylığı oy oranının ötesinde bir etki yaratarak CHP seçmeninin (CHP’li değil) bir kısmındaki psikolojik bariyerleri yıktı. Oy verseler de vermeseler de bir çoğunun gözünde Demirtaş, Kürt siyaseti ile Türkiye’nin laik, kentli, iyi eğitimli Türkleri arasındaki kalın çizgiyi kısmi ölçüde silikleştirecek bir isim olarak benimsendi.

Bu sonuçta Demirtaş’ın başarılı seçim kampanyasının ve kişisel karizmasının muazzam etkisi yadsınamaz. Muhalefeti eleştirmekten çok AKP’yi siyaseten zor durumda bırakan bir propaganda izlemesi, Ekmeleddin İhsanoğlu’ndan daha atak bir biçimde Erdoğan’ı zorlaması, CHP seçmeni üzerinde şüphesiz tesir yarattı. Kürt siyasetinin daha sivri dilli aktörlerinin bu süreç içinde ortada olmamayı tercih etmesi siyaseten doğru bir hamleydi. En kritik anlarda dahi sükunetle kenarda durmayı seçtiler ve Demirtaş’a yapabilecekleri en büyük yardımı yaptılar.

Selahattin Demirtaş’ın kampanyasının şifreleri ve elde ettiği başarı aslında Halkların Demokratik Partisi (HDP) çizgisinin ne olması gerektiğine dair ipuçları sundu. Sol değerlere vurgu yapmanın, iktidarla kendi menfaati adına pazarlık yapan bir siyasetin temsilcisi gibi görünmekten uzak durmanın, bugün için HDP’ye mesafeli olan sol sosyalist aktörleri de yeniden motive etmesi mümkündür.

Ancak bunun için her iki tarafın da siyaseten ortak ilkeler etrafında yeni bir müzakere sürecine girmesi, ezilenleri merkeze koyan ancak mağduriyetler arasında öncelik sonralık ilişkisi kurmayan bir politikanın tesisi elzemdir. CHP seçmeni içindeki demokrat unsurları, CHP’den kurtarmak ve yeni bir dinamizmin parçası kılmak, Kürt sorunun çözümünde de genel olarak Türkiye’nin demokratikleşmesinde de muhteşem bir fırsattır.

Bizi Bekleyen

Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında AKP’nin siyaseten yoluna nasıl devam edeceği önümüzdeki sorulardan biri. Bir anayasa krizi yaşayacağımızı tahmin etmek ise güç değil. Bu oy oranıyla genel seçimlerin 2015’e bırakılacağı ve bu süreçte Erdoğan’ın partiyi Çankaya’dan yöneteceğini düşünebiliriz.

2015 seçimlerine giderken CHP ve MHP’de de parti yönetiminin değişme olasılığı oldukça kuvvetli. Önümüzdeki süreçte, küskün ve hatta sinizmin pençesine düşmüş kitleyi yeniden politik bir ajanda etrafında örgütlemek gerekiyor.

Üç cephede yapılacak bir mücadele; (ilki anayasa krizinin önlenmesine ilişkin hukuki bir mücadele, siyaseti yerelde ve sokakta yeniden canlı tutacak çok yönlü bir mücadele ve inancını kaybetmiş kitleye motivasyon sağlayacak bir hedef koyma iradesi) eşanlı gerçekleştiğinde bu seçimden hayır çıkarmak mümkündür.

Güven Gürkan Öztan – www.bianet.org

Boğazpınar Köyü’nde HES karşıtı festivale buyurun

Tarsus’un yıllardır HES’e karşı mücadele veren Boğazpınar köyü, bu haftasonu üçüncü kez bir festivale ev sahipliği yapıyor. Boğazpınar Köyü HES karşıtı Platform’un “Irmaklar Özgür Akacak” sloganıyla devam ettirdiği Karasu Kültür Sanat Festivali 16-17 Ağustos tarihlerinde gerçekleşecek.

hes festival

Tüm HES karşıtlarını ve çevre gönüllülerini festivale davet eden Boğazpınar Köyü HES Karşıtı Platformu, çağrı metninde, mücadele sonucunda kimi projeler dursa veya yavaşlasa da kesin ve kalıcı bir çözüme ulaşamadıklarını vurguluyor; ” Benzer mücadelelerin verildiği her noktada mücadelelerimizi kendi alanımızda daraltarak sürdürüyoruz. Bu festivalle, bizler gibi yaşam alanlarını savunanları, eksik olanın ne olduğunu, yaptığımızı, yapamadığımızı, önümüzdeki engelleri bulmaya ve tüm bunlara karşı çözümlerimizi beraber üretmeye çağırıyoruz. Bir araya gelirsek birbirimizin deneyimlerinden faydalanabileceğimize, daha fazlasını üreteceğimize, mücadeleleri ortaklaştırarak güçlenebileceğimize ve böylece önümüzdeki engellerle daha ciddi mücadele edebileceğimize inanıyoruz.”

Festivale Ahmetler Köylüleri, Alakır Doğa Ve Kültür Derneği, Antalya Kuzdere Gönüllüleri, Çevre ve Ekoloji Hareketi Avukatları, Derelerin Kardeşliği Platformu (DEKAP), Everest Dağcılık ve Doğa Sporları Kulübü, Hayat TV, Loç Vadisi Koruma Platformu, Senoz Vadisi Koruma Platformu, Yeşil Direniş Gazetesi, Yeşil Gerze Çevre Platformu, Yeşil Pedallar Bisiklet Grubu, Yeşilırmak Tozanlı Çevre Platformu ve Yeşilırmak Çevre Platformu da katılacak. .

Boğazpınar Köyü’nde ne oluyor?

Boğazpınar Köyü’nün HES süreci 2009’da KTM Grup’a bağlı şirketin köye gelerek köylülerin topraklarını satın almaya başlamasıyla başladı. İlk HES projesi Öküzini nehrinde açıldı. 2012 yılında beş yeni HES projesi daha yapılmak istendi; ancak Bakanlık “Yaban Hayatı Geliştirme Sahası” olduğu için beşini de reddetti.

Şirket yedi köyü kapsayan Karasu ve Gökharman nehirleri üzerinde yeni bir HES yapmak için diretince, 48 köylü buna karşı dava açtı. Bu süreçte HES’leri protesto eden köylülere köyün çocuk korosunun söylediği “HES Yapma Boşuna Yıkacağız Başına” şarkısını da sebep göstererek 15 farklı dava açıldı. Ancak tüm bu davalar düştü. 18 Haziran’da Tarsus Belediyesi’nin düzenlediği futbol turnuvasında köy takımı futbolcularına “Boğazpınar’da HES İstemiyoruz” pankartıyla sahaya çıktıkları için çevik kuvvet saldırdı.

(Bianet/ Yeşil Gazete)

Park Orman’daki imar talanı Meclis gündeminde

İstanbul Fatih Ormanı’nın hemen yanında bulunan 1490 dönüm büyüklüğündeki Park Orman’ın imara açılması meclis gündemine taşındı. CHP Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, meclise verdiği soru önergesinde Orman ve Su işleri Bakanı Veysel Eroğlu’na Park Orman’ın durumunu ve hazırladıkları rapor yüzünden görevden alınan görevlileri sordu.

fft81_mf2301703

Tanrıkulu hazırladığı soru önergesinin gerekçesinde şu bilgilere yer verdi:

“Park Orman ve Hacet Deresi Tabiat Parkı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından imara açılmıştır. Orman ve Su işleri Bakanlığı’nın Park Orman ve Hacet Deresi Tabiat Parkı’nın imara açılmasına verdiği olur tartışmalara neden olmuştur.

Orman ve Su İşleri Bakanlığı İstanbul 1. Bölge Müdürü Haluk Özder başkanlığındaki 4 kişilik komisyon tarafından hazırlanan Park Orman inceleme raporunun göz ardı edilmesi, park orman projesinin 2873 Sayılı Milli Parklar Kanunu’nun 14. ve Milli Parklar Yönetmeliği’nin 5. maddesinde belirtilen yasaklarla çeliştiğine yönelik iddialar, konun aydınlatılmasını ve bilgilendirme yapılmasını zorunlu hale getirmiştir.”

İmara açılması oluru hangi rapora dayanıyor?

Ba­kan Eroğ­lu­’nun ce­vap­la­ma­sı is­te­miy­le ve­ri­len öner­ge­­de şu so­ru­lar yö­nel­til­di:

“*Or­man ve Su İş­le­ri Ba­kan­lı­ğı İs­tan­bul 1. Böl­ge Mü­dü­rü Ha­luk Öz­der baş­kan­lı­ğın­da­ki 4 ki­şi­lik ko­mis­yon ta­ra­fın­dan ha­zır­la­nan Park Or­man in­ce­le­me ra­po­ru ne­den de­ğer­len­di­ril­me­di?

*İs­tan­bul 1. Böl­ge Mü­dü­rü Ha­luk Öz­der ile Şu­be Mü­dü­rü Umut Ce­be­ci’nin Park Or­man ra­po­ru ne­de­niy­le gö­rev­den alın­dı­ğı id­di­ası doğ­ru mu?

*Or­man ve Su iş­le­ri Ba­kan­lı­ğı­’nın Park Or­man ve Ha­cet De­re­si Ta­bi­at Par­kı’­nın ima­ra açıl­ma­sı­na ver­di­ği olur han­gi ra­por­la­ra da­yan­mak­ta­dır? Ra­por­lar km ta­ra­fın­dan ha­zır­lan­mış­tır?

*Ba­kan­lı­ğı­n Park Or­man ve Ha­cet De­re­si Ta­bi­at Par­kı­’nın ima­ra açıl­ma­sı­na ver­di­ği olu­r­un da­ya­nağı nedir?

*Ba­kan­lı­ğı­n Park Or­ma­nın ima­ra açıl­ma­sı­na ver­di­ği olur ile İs­tan­bul 1. Böl­ge Mü­dü­rü Ha­luk Öz­der ile Şu­be Mü­dü­rü Ce­be­ci ha­zır­la­dıkğı Park Or­man ra­po­ru ne­den çe­liş­mek­te­dir?

*Park or­man pro­je­si­nin 2873 Sa­yı­lı Mil­li Park­lar Ka­nu­nu­’nun ve Mil­li Park­lar Yö­net­me­li­ği­’ne uy­gun­lu­ğu han­gi mad­de­le­re da­yan­dı­rıl­mış­tır?

*Park Or­man pro­je­si ne­de­niy­le ke­si­le­cek ağaç sa­yı­sı kaç­tır?

*Park Or­man pro­je­siy­le za­rar gö­re­cek bit­ki ve hay­van tür­le­ri ne­ler­dir?”

Ne olmuştu?

1490 dönüm büyüklüğündeki Park Orman’a önce 2008 yılında “Tabiat Parkı” statüsü kazandırıldı. 2011 yılında, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na, devlet ormanı niteliğindeki tabiat parklarını imara açma yetkisi verildi. İstanbul’da orman içi dinlenme yeri (mesire yeri) statüsünde halkın kullanımına sunulan 20 değişik yerdeki toplam 15 bin 140 dönüm büyüklüğündeki devlet ormanı, “Tabiat Parkı”na dönüştürüldü. Böylece, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından imara açılmalarının yasal dayanağı oluşturuldu.

(Bugün / Yeşil Gazete)

Gazeteci Deniz Fırat uğurlanıyor

Maxmur’da haber takibi yaptığı esnada IŞİD saldırısı sonucu yaşamını yitiren Kürt Gazeteci Deniz Fırat’ın (Leyla Yıldızhan) cenazesi, Dursun Odabaşı Tıp Merkezi’nden alınarak, Çaldıran’a doğru yola çıkarıldı.

gazeteci-deniz-firati-dogum-yeri-caldirana-ugurlandif61b5e34449541917390

Federal Kürdistan’ın Maxmur Kampı’na dönük 8 Ağustos gerçekleştirilen IŞİD saldırısında haber takibi yaptığı esnada çetelerin attığı havan topunun isabet etmesi sonucu yaşamını yitiren Kürt Gazeteci Deniz Fırat’ın (Leyla Yıldızhan) Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Dursun Odabaşı Tıp Merkezi morgunda tutulan cenazesi yüzlerce yurttaşın katılımı ile alındı. Fırat’ın, PKK ve KCK bayrakları ile PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın posteri ile sarılan tabutu, kadın gazetecilerin ve ‘Barış Anneleri İnisiyatifi’ aktivistlerinin omuzlarında morgdan alındı. Cenaze törenine katılanlar yakalarına Fırat’ın fotoğrafını da taktı.

Fırat’ın ailesi ve meslektaşlarının yanı sıra, HDP Van milletvekilleri Özdal Üçer ve Nazmi Gür, Van Bağımsız Milletvekili Kemal Aktaş, Van Büyükşehir Belediyesi eş başkanları Bekir Kaya ve Hatice Çoban, ilçe belediye eş başkanları, sivil toplum örgütleri temsilcileri, Barış Anneleri Meclisi üyeleri, DBP ve HDP yöneticileri ile çok sayıda yurttaşın toplandığı hastane önünde, “Ey şehîd xwîna te erde namîne” ve “Şehîd namirin” sloganları atıldı. Bir süre omuzlarda taşınan cenaze, ardından cenaze aracına yerleştirilerek, yüzlerce araçlık konvoy eşliğinde Çaldıran’ın Hangedik (Xecîxatun) köyüne doğru yola çıkarıldı.

(DİHA)

4 Ağustos-10 Ağustos

Hamas ve Israil ordusu arasında 5 Ağustos’ta 3 günlük ateşkes yapıldı. Anlaşmadan önce Birleşmiş Milletler’in açıklamasına göre 4’te 3’ü sivil 1.800’den fazla Filistinli, 64 İsrail askeri, 2 sivil İsrailli öldü. Kahire’de müzakereler devam ediyor.

Libya’nın başkenti Tripoli ve Bingazi’de çeşitli milis kuvvetlerinin çatışmaları devam ediyor. Son iki haftada çoğu yabancı elçilik ve Birleşmiş Milletler dahil uluslararası misyonlar çalışanlarını ülkeden çektiler.

Orta Afrika Cumhuriyeti’ndeki iki haftalık ateşkes yıkıldı, Müslüman ve Hıristiyan milis kuvvetlerinin çatışması başladı.

Batı Afrika’da Ebola 900’den fazla can aldı. Batı Afrika hükümetleri Ebola’ylasavaşmak için Dünya Sağlık Örgütü ile birlikte önlem almaya başladı.

Amerikan Kongre’si İsrail’e Iron Dome teknolojisinin yenilenmesi için 225milyon dolar yardımda bulundu. Kongre yaz için dağılmadan önce Cumhuriyetçiler  Orta Amerikalı göçmenlerin sınır dışı edilme vaka sayısını arttıracak sınır güvenlik yönetmeliğini geçirmeyi başardı. Senato kendi yönetmeliğini tartışacak.

Kamboçya’da 1975-79 arasında işlenen insanlık suçu nedeniyle Kızıl Kmerler üyesi iki lider ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Mahkeme Birleşmiş Milletler gözetmenliğinde üç yıldır sürüyordu. Ceza alan Nuon Chea ve Khieu Samphan Kızıl Kmerler liderliğinden hayatta kalan son iki üye, ikisi de 80 yaşlarında.

Çin’in Yunnan vilayetinin güney batı kısmında 6.1 şiddetinde deprem 600 kişiyi öldürdü.

Bangladeş’te bir feribot alabora oldu, 130dan fazla yolcunun boğulduğunda şüpheleniyor.

İtalya 2008’den beri 3.kez ekonomik gerilemeye girdi. Ekonomi bir önceki çeyrekteki %0,1 küçülmenin ardından Nisan ve Haziran ayısında %0,2 küçüldü. (ÖK)