Ana Sayfa Blog Sayfa 3817

Yırca’nın Ekonomi Politiği-1

Ahmet Atıl AşıcıTermik santral uğruna sökülen zeytin ağaçları kamuoyu vicdanını derinden yaraladı. Peki bu durum ekonomik işleyişin neresinde duruyor? Bu soruyu hakim iktisat anlayışından bağımsız düşünemeyiz. İktisat,üniversite 1. sınıf öğrencilerine, kıt kaynakların sonsuz insan ihtiyaçlarına bağdaştırılması olarak tanımlanır Bu birçok açıdan sorunlu bir tanım. Sınırlı bir dünyada kimi kaynaklar gerçekten kıttır ancak insan ihtiyaçlarının sınırsız olduğunu kabul etmek fazla iddialı bir yaklaşım. Sınırsız ihtiyaç içindeki birey, tüketim üzerinde yükselen kapitalist sistemin insanda olmasını arzuladığı, yoksa bile tüm gücüyle  oluşturmaya çalıştığı bir haslet. Tüketim düzeyiyle mutluluk arasında doğrusal bir ilişki olmadığını yapılan çalışmalardan biliyoruz. Bırakın bu kapitalist ilişkiler dışında yaşayan insan topluluklarını, sistemin merkez ülkelerinde bile belirli bir gelir düzeyinden sonra tüketimin insanların mutluluğuna katkısı sıfıra yaklaşıyor, hatta tüketimden kaynaklanan dışsallıklar, yani kirlilik, stres gibi yan etkiler, sebebiyle artan tüketimle insanların mutsuzluklarının arttığı görülüyor.

İnsan ihtiyaçlarını sınırsız kabul edipüretimle tüketim arasında ortaya çıkan dışsallıkları gözardı ettiğinizde, elinizdeki kaynakları en çok para getirecek biçimde kullanma “gerekliliği”kendini dayatır.Orada yaşayan insanları ve doğanın haklarını hiçe sayarak, bir tüccar zihniyetiyle, toprağın üstündeki zeytinden elde edilecek geliri, o alanda kurulacak termik santralden sağlanacak gelirle karşılaştırırken bulursunuz kendinizi. Olaya salt ekonomik büyüme açısından yaklaşırsanızbugün Yırca’da dün başka yerlerde yaşananlarkalkınmanın bedeli olarak olağanlaştırılır.

Türkiye bu noktaya son yıllarda hızlanan bir süreç içinde adım adım geldi. Uygulanan yanlış politikalar sonucunda tarım sektörü çökertildi. Küçük aile çiftçiliği çöktü, tarımsal üretim azaldı. Tarımdan hayatını kazanamayanlar yedek işçi ordusu saflarına katıldı. İşsizlik arttı, ücretler düştü,  Bunların hepsi bilinçli politikaların bir sonucu olduğunu görmemiz gerekiyor. Genel olarak baktığımızda, hükümetlerin elinde iktisadi alanı biçimlendiren birçok araç bulunur. Halktan topladığı vergileri birtakım sektörleri teşvik edip, birtakım yatırımları yapmak için harcama yetkisine sahiptir. Daha da önemlisi, elindeki kanun yapma yetkisiyle iktisadi aktörlerin (iş adamı, çiftçi, tüketici vs. )neyi nasıl yapabileceğinin sınırlarını belirler. Bir kanun değişikliğiyle dün yapılması imkansız ya da kar getirici olmayan bugün mümkün ya da karlı hale gelir.Kanunları değiştirerek bir parkı, tarım arazisini imara açabilir, havaalanı inşaatını engelleyen sulak alanlar yönetmeliğini değiştirip yoluna devam edebilir. Ne yazık ki, günümüz Türkiye’sinde  durumun daha vahim olduğu notunu düşelim. Yırca’da hükümetinzeytinciliği koruyan Zeytin Yasası’nı değiştirme zahmetine bile girmeden bildiğini okuyor olması olayın salt ekonomik değil aynı zamanda bir demokrasi sorunu olduğunu gözümüze sokuyor.

Teşvik için para akıtılan sektörler, değiştirilen kanunlar ekonomik sistem içinde göreli fiyatları, o da  sektörel karlılık oranlarını değiştirir.Zeytin para getirmiyorsa, zeytinliğin de değeri düşer. Çiftçilikten geçinemeyenler ya topraklarını yok pahasına satıp dün nasıl tersanelere itildiyse, bugün deinşaat ya da madenlereitilir. Soma ve Ermenek’te ölen madencilerin tarımdan geçinemeyip madene inmek zorunda bırakılan çiftçiler olması içimizi acıtsa da şaşırtıcı değil. Tarımdan kopuşun sosyolojinin alanına giren sebepleri de yok değil. İnsanların içinde uyarılan daha rahat yaşama koşullarına kavuşma arzusu da bu süreci destekliyor. Peki, çiftçiliğin tek alternatifi tersane, inşaat ya da madene inmek mi? Bu insanları başka sektörlerde, emeğin hakkına saygılı bir biçimde, başka sektörlerde istihdam etme şansı yok mu?“Sosyal sorumluluk” hissetmeyen aç gözlü işadamlarını suçlamak hükümeti aklar mı? Yukarda da değindiğim gibi, elinde tuttuğu kaynaklar ve yetki itibariyle çok güçlü konumda bulunan AKP hükümeti özel sektörü hangi alanlara yatırım yapması konusunda bütünüyle yönlendirme kabiliyetine sahip. Bunu bir örnekle açıklayayım. Soma, zengin tarım arazileri yanında Türkiye’nin en büyük elektronik ve beyaz eşya fabrikalarından birine evsahipliği yapan Manisa ili sınırları içinde yer alan bir ilçemiz. Geçtiğimiz yıl ortaya saçılan yolsuzluk tapelerinde adı sıkça geçen fabrikanın sahibi işadamının bu işten kazandığı parayla fabrikasının ölçeğini artırmak yerine, binbir türlü yolsuzluğa bulaşıp imara aykırı biçimde İstanbul Boğaz’ının en olmayacak bir yerine AVM ve rezidans dikmeyi tercih ettiğini öğrendik. İşadamı açısından tamamiyle rasyonel bir karar olduğuna şüphe yok. Elindeki sermayeyi üretime yatırsa kazanacağı parayla, imarın 2-3 katı inşaat yaparak kazanacağı parayı karşılaştırıyor ve AVM’nin daha karlı olduğunu görüyor. Her yanımız dökülüyor da, insan sadece imar yasası tam anlamıyla uygulanabilse bu inşaat yapılmayabilir, o fabrikanın sahibi de elindeki parayı üretime yatırmak zorunda kalabilirdi diye düşünmeden edemiyor. Aynı kapasitede bir fabrika daha açılabilse Soma’lılar için madene alternatif bir başka istihdam alanı da yaratılabilmiş olacaktı. Ve belki Soma AŞ bu kadar ucuza madene inecek işçi bulamayacak, ücretleri artırmak zorunda kalacaktı. Ücretlerden kaynaklı maliyet artışı sonucunda belki Soma AŞ’de üretim durmayacaktı ama Ermenek gibi ölçeği, dolayısıyla karlılığı, düşük madenler buna dayanamayarak kapanmak zorunda kalabilecekti. İş güvenliği tedbirleri bir yana, fiyat sistemi bozulmamış olsaydı, bu madenler, o kutsanılan “piyasa sisteminin” içinde kendiliğinden (sırf ekonomik sebeplerden dolayı) kapanmış olacaktı. Unutmayalım ki Türkiye’yi tersane ölümlerinden kurtaran da 2008 dünya krizi sonucunda azalan küresel ticaretin daha az gemiye ihtiyaç duymasıydı. Gemi piyasasında talep düşüşü birçok tersaneyi kapanmaya zorlamış sonucunda işçiler de canlarını “bir süreliğine” kurtarabilmişlerdi.

Harvard’dan mezun iki arkadaştan Amerikalı olanın Silikon Vadisi’ne bir teknoloji şirketi açarken Türkiyeli olanın İstanbul’da et restoranı açmayı tercih etmesinde şaşılacak bir şey yok. Farklı ekonomik politikalar farklı sektörleri cazip kılar. Ekonomik büyümeyi yüksek teknolojik ürünler üreterek sağlamak da mümkün, emeği ve doğayı sömüren üretimle de. Ancak sorun şu ki, emeği ve doğayı sömüren bir büyüme patikası sürdürülebilir değildir, hele hele Vizyon 2023’te vaat edilen 10. Büyük ekonomi düzeyine getirebilmesi hiç mümkün değildir.

Ahmet Atıl Aşıcı

Dicle Vadisi için tarım arazileri tarım dışına çıkarılacak kararı

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Dicle Vadisi’nde tarım arazilerinin tarım dışına çıkarılması yönünde karar aldı..

UNESCO Dünya Miras Listesi’ne alınması için çalışmalar yürütülen Dicle Vadisi’nde bulunan 7 bin 517 dönümlük tarım arazisinin tarım dışına çıkarılması için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından karar alındı. Söz konusu karar İl Toprak Koruma Kurulu tarafından 14 Kasım’da alındığı öğrenildi.

4...

Gelişme üzerine TMMOB Diyarbakır İl Koordinasyon Kurulu İnşaat Mühendisleri Diyarbakır Şubesinde konuya ilişkin bir açıklama yaptı.

Makina, İnşaat, Elektrik, Jeoloji, Harita ve Kadastro, Ziraat, Maden, Şehir Plancıları, Kimya, Jeofizik, Peysaj Mimarları ve Meteoroloji Mühendisleri Odası başkanlarının katıldığı toplantıda konuşan Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası Başkanı Deniz Akdemir, Dicle Nehri üzerinde kurulan kum ocakları ve balık üretim çiftliğiyle Dicle Vadisi’nin ekolojik sisteminin talan edildiğini, alınan bu kararla birlikte nehrin kıyısındaki birinci sınıf tarım arazilerinin de talan edilmek istendiğini söyledi.

(T24)

 

İspanya Hükümeti, Arctic Sunrise’a el koydu

Greenpeace gemisi Arctic Sunrise, Kanarya Adaları’nda petrol aramalarına karşı gerçekleşen eylem sonrası İspanya Hükümeti tarafından alıkonuldu. Artic Sunrise, 6 ay önce Rusya Hükümeti tarafından serbest bırakılmıştı.

Greenpeace Artic Sunrise during Protest Against Repsol in Canary Islands, Spain

İspanya Ulaştırma ve Bayındırlık İşleri Bakanlığı, Salı gecesi Greenpeace gemisine el koydu ve gemi kaptanı için ‘deniz trafiği kurallarını ihlal etmek’ten soruşturma başlatılmasını istedi.

Cumartesi günü Greenpeace eylemcileri, Repsol Petrol Şirketi’nin Rowan Renaissance isimli sondaj gemisine yanaşırken, botları İspanyol donanmasının saldırısına uğramış, bir aktivistin bacağı kırılmış, bir aktivist ise hafif yaralanmıştı. Aşağıdaki görüntülerden saldırı anını izlemek mümkün:

İspanya Savunma Bakanı Pedro Morenés, İspanyol medyasına, uluslararası denizcilik anlaşmaları gereğince, İspanyol donanmasının ‘orantılı güç kullanımı’ yolu ile ‘açık suç unsurlarını ortadan kaldırma’ görevini yerine getirdiğini belirtti.

Greenpeace, geminin alıkonulmasını ‘gereksiz ve orantısız bir tepki’ olarak değerlendirdi.

Greenpeace İspanya Direktörü Mario Rodriguez konuyla ilgili ‘Bu durum, çevreyi korumak için uğraşan tüm insanlara karşı yapılmış bir hak ihlalidir. İspanya Hükümeti’nin, umursamaz petrol arama faaliyetlerine karşı çıkan milyonlarca insanın yanında yer alan barışçıl bir çevre örgütüne karşı ne kadar kolay bir şekilde bir petrol şirketinin, Repsol’ün, çıkarlarının yanında yer alabildiğini gözler önüne seriyor’ dedi.

Henüz bir hafta önce 200,000 Kanarya Adalı, Lanzarote and Fuerteventura adaları açıklarında sondaj yapmayı planlayan Repsol Petrol Şirketi’ni protesto etmişti. Ekonomisi turizme bağlı olan halk ve çevreciler, oluşabilecek bir petrol sızıntısının deniz ekosistemine zarar vermesinden endişe ediyor.

Arctic Sunrise’ın Rusya’da dokuz ay boyunca alıkonulduktan sonra serbest bırakılmasının üzerinden yalnızca altı ay geçti. Artic Sunrise, Kuzey Kutup Bölgesi’ndeki petrol arama faaliyetlerine karşı düzenlenen eylemlerde, Gazprom petrol platformuna çıkma teşebbüsünde bulunulması neden gösterilerek alıkonulmuştu.

İspanya Hükümeti geminin kaptanı ve mürettebatını tutuklamadı, ancak Arctic Sunrise’ın serbest bırakılması için 50,000 € talep ediyor.

 

(Yeşil Gazete, Guardian)

Yollar – Sennur Baybuğa

Bu memlekette yaşamak;bil-e-mezliğin, her an değişebilirliğin,hiçbir şey değişmez ama her şey her an değişebilirliğin, yokluğun, varlığın, faşizmin, insan severliğin her şeyin ama her şeyin hep bir arada bulunmasına duyulan sınırsız tahammülle tedavi edilebilen ağır bir hastalık gibi.Yaşamak şimdi ve bir süreden beri, hem bu hastalıktan ağır muzdarip olmak ve hem bu hastalıkta alacağı sancı kesiciye duyulan bağımlılık gibi yaşamakta ısrardır.

Her an değişebilirliğin ruhlarımızda yarattığı o ağır tahribatı anlamak için, yüzyıllardır yazılı bile olmayan yasaları hep var olan ülkelerin halklarını düşünüyorum. Bizim kadar yorulanı var mıdır acaba.

Bir yandan hukukun mu ayaklar altına alındığını yoksa hukuka muhtaçların mı insanlığı ayaklar altına aldığını izlemeye çalışırken, dokunulmazlık, dokunulurluk, kim kime dokunursa meşru olurluk, tartışmaları içinde yolumuzu bulmaya çalışıyoruz. Hukuk tektir, herkese eşit uygulanır, yazılı olmasa da yaşam hakkı tektir, herkes yaşama hakkına sahiptir, öldürme hakkı diye meşrulaştırılmış bir alan olmamalıdır derken, bir yandan katillerimizi birbirinden ayırarak sevmek ya da sevmemek tercihleri arasına sıkıştırılmış haldeyiz.

Tarihimizde şunu mu yaptık bunu mu öldürdük konuşmaları arasında en samimimiz bile dedesinin babası dışında, herkesin soykırımcı olabileceği ihtimali ile yalan masallar yazıp sözüm ona ne kadar duyarlı olduğunu sergilerken, bugünün soykırımının insan kıyımının genç kıyımının ve en kötüsü de ruh kıyımının katili olabileceğini düşünmeden, bazen de insafın bile sınırlarını zorlayarak yayınlanan öldürülmüş insan fotoğraflarını beğenip beğenip duruyoruz. Ölü bir metadır artık bizim için, dişlerimizin arasında çiğneyerek karnımızı doyurduğumuz.

Siyasetimizle insanlığımız arasında, vicdanımız arasında kurduğumuz bağ ne kadar zayıf olursa o kadar iyi siyasetçi oluyoruz belki de. Ama vicdanın en çok küçümsenen şey olduğunu fark ederek kendi vicdanımızı saklamaya çalışıyoruz kendimizden bile. Böyle bir hayat, böyle bir siyaset böyle bir hukuk böyle bir yaşam tarzı bizim hak ettiğimiz midir, daha da önemlisi bizim dışımızdakilerin hak ettiği midir, sanmıyorum. Öldürmenin, öldürme tehtidinin çığlıklarına kulaklarımızı kapattıkça bizim de olduğumuzun suç ortaklığı olduğunu anlayamayacak kadar yabancısı olduğumuz bir hayatı devşirdiğimiz ortada gibi değil mi.

Evet farkındayım bu yorgunluğun sebeplerini yazmaya başlamak bile benim için karanlıktan çıkmaya çalışmak arzusudur ama bu arzunun içinde bir yandan da o karanlığın taa dibine kadar inmeyi arzulayan bir kedi merakımın da olduğu gerçek. Dipte ne var, dipte ne var.

Sıradan ve kimseye bulaşmadan yaşama isteğinde olan, evinde kendisine ve sevdiklerine yemek pişiren kadının ya da adamın mutfağındaki güvenliğinden başka ne olabilir ki hayat. Ne kadar olabilir ki, insan en çok evinin mutfağında hayal kurar, basitleşen o özgürlüğü teminden başka neye yaramalıdır ki siyaset.

Hayalini herkese kurdurup üzerinden iktidar devşirdiğiniz siyaset alanı, aslında sizin o hayalin insanlarını öldürdüğünüz bir alan da aynı zamanda. Hayal satıyoruz ve hakikatlere örtü atıyoruz, bunu da siyasetimiz diye insanlara yutturmaya çalışıyoruz. Oysa kaybettiğimiz aslında insanın kendisi ve daha kötüsü kendi insanlığımızdır çoğu zaman.

Hayal kurma yeteneğimizi kaybettirmeyen siyaset ve yaşamlar için;

Ülkeler, savaşlar, kesilen ağaçlar ölen öldürülen gençler. Aralarında saf tutarken, saf tutmayı terk etmeyi göze aldığımız anda, iktidarımızdan vazgeçmeyi göze aldığımız anda, tümüne layık tümü kadar ağaç, tümü kadar insan tümü kadar anne/baba olmayı başardığımız anda, kısacası artık siyasete ihtiyacın kalmadığı anda, kendimizi lağvetmeyi başardığız anda, o bütünün, hayallerini satmaya çalıştığımız bütünün hakiki birer parçası olmayı başarabileceğiz.

Gerçekleri bize anlatılan, bizim de anlattığımız ama aslında olmayanları anlatmaktan vazgeçtiğimiz anda, işte o anın ilk başında olmak, derince içimizi çekmek için, gerçeğimizden, kendimizden ve tüm aynalar imparatorluğundan, suretler cumhuriyetinden hakikatler karanlığına doğru yol almaya karar vermeli.

Gitmeliyiz buradan, şimdilik yeni bir göz taktırana kadar kendimize, gitmeli.

 

Sennur Baybuğa – basnews.com

Ermenek’ten Yırca’ya, o ihaleden bu ihaleye -Yetvart Danzikyan

Geçen haftaya damgasını vuran, Yırca’daki zeytin ağaçlarının sökülmesi, buna direnen köylülerin özel güvenlik güçlerince dövülmesi, daha sonra Danıştay’ın buraya yapılacak termik santral için yürütmeyi durdurma kararını vermesi olayını tek başına ele alabilir miyiz? Bence hayır. Birkaç nedenle. Öncelikle, buraya bu termik santral yapacak firma nedeniyle. Kolin İnşaat. Daha sonra, bütün bu olup bitenlere iktidar ve iktidar yanlısı medyadan gelen tepkiler nedeniyle: Altı bin zeytin ağacının kesilmesini ‘normal’ olarak karşılamıştır AKP. “Zeytinlik çok var ama termik santral yok” denmiştir. Burada bir süreklilik var ama asıl önemlisi, ‘Yeni Türkiye’de işçiler, yoksullar ve ağaçların topyekûn bir saldırıya maruz kalması meselesi var. Dolayısıyla hem ezen, hem de ezilen açısından iki ayrı hat çizmek mümkün gibi görünüyor.

Kolin İnşaat’la başlayalım. CV’si hayli kabarık. Ama gelin, biz en akılda kalanlardan yola çıkarak, Yeni Türkiye için bir ‘iktidar yapısı’ haritası çıkarmaya çalışalım (ki somut olarak böyle bir harita aslında var, mulksuzlestirme.org sitesine girip şirket ismini arattığınızda karşınıza hayli kapsamlı ve ‘etkileşimli’ bir ilişkiler ağı haritası geliyor). Yeni dönemde çok sayıda ihaleye girerken gördük bu şirketi, bir konsorsiyum içinde: Cengiz-Limak-Kolin. Onlara daha çok elektrik dağıtım ihalelerinde rastladık. Akdeniz Bölgesi ile Boğaziçi Elektrik Dağıtım onların mesela. Her iki ihaleyi de aldılar. Uludağ ve Çamlıbel de onların. Vatan gazetesinde 17 Aralık 2012’de çıkan bir habere göre, üç evden birini bu konsorsiyum aydınlatıyor. Türkçeye çevirecek olursak, üç evden birinin elektrik faturası bu konsorsiyuma gidiyor.

Fakat tabii, diğer işlere bakılınca, bu, devede kulak gibi kalıyor. Zira bu konsorsiyum, yanına iki şirket daha alarak, hayli tartışmalı üçüncü havalimanı ihalesini de kazandı. Hani, üçüncü köprüyle birleşip İstanbul’un ve Marmara Bölgesi’nin ekolojik açıdan canına okuyacak olan projenin ihalesini… Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP’nin bu havalimanı ve köprü meselesine nasıl takık olduğunu bilmiyor olamazsınız. Dediklerine bakılırsa, bunlar büyük bir ülke olmamız için elzem projeler ve Batı bilhassa bu havalimanı projesini engellemek için elinden geleni yapıyor. Türkiye’de de Gezi Direnişi buna bağlanmıştı mesela. Maksat, üçüncü havalimanı projesine engel olmaktı. Yersen.

Her meselede olduğu gibi bu meselede de söylenenlerin altını biraz kazıyınca, kurulan ortaklıkların yapısına bakınca, işin başka türlü olduğunu anlayıveriyorsunuz. Zira bu şirketlerin ismine bir yerde daha rastladık: Sabah-ATV grubunun satışında. Önce kamuya açık biçimde. AKP’nin fiilen / perde gerisinde sahipliğini yürüttüğü bu medya grubuna müşteri aranmakta iken, gazetelere, bu konsorsiyumu oluşturan şirketlerden bazılarının gruba talip olduğu, görüşmelerin sürdüğü yansımıştı. Mesele bu haliyle bile hayli şüphe uyandırıcı iken, 17 Aralık soruşturması geldi çattı ve biz, sızan tapelerden, Yeni Türkiye’nin medya-iktidar-sermaye ilişkisini tüm çıplaklığıyla gördük.

O malum küfürlü detaylara yeniden girmeyeyim ama şu kaydı düşelim: Sistem kabaca şöyle işliyor: AKP’ye yanaşıyorsunuz, bazı ihaleleri alıyorsunuz, sonra bir simbiyoz ilişkisine giriyorsunuz, neredeyse beraber yaşıyor, beraber büyüyorsunuz. (Erdoğan’ın her mitingden sonra kürsüden söylediği ‘Beraber yürüdük biz bu yollarda’ şarkısı sanki bu durumu ima ediyor.) Sonra, bu sefer patron sizden bazı şeyler ‘rica’ ediyor; mesela X gazetesinin sermaye ihtiyacı vardır, satılması gerekiyordur, onu almak gerekir, buna iş olarak bakmamak lazımdır, çünkü buradan kâr filan beklenmez, ama iktidarın medya gücünün sürmesi açısından bu grubun iktidara yakın bir elde kalması icap eder. “Tamam” denir, zira bu sistemde ‘hep bana’ diye bir şey yoktur, yükler de paylaşılır. Ha, isterseniz “Yok” dersiniz ama o zaman da sonuçlarına katlanırsınız. O yüzden sık sık birbirine sorar bu işadamları, tapelerde duyduğumuz gibi, “Bakan bizi seviyor mu?” diye. Seviyorsa mesele yoktur. Ve tabii, bunun karşılığı, şu dönemde, yasal bir zırh edinmek oluyor.

Yukarıda, tepede hat bu. Ve bildiğiniz gibi, Yırca’ya termik santral kuracak olan da işte bu Kolin. Sonrasında olanlar malum. Altı bin ağaç kesildi, köylüler tartaklandı, sonrasında Danıştay kararı geldi. Şimdilik bir nefes alındı ama belli ki iktidarın gözü burada. Çünkü belli ki niyet şu: Bu zeytinlikler sökülecek, oraya termik santral kurulacak, köylü zeytinlikler söküldüğü için çaresiz kalacak, ya büyük kente göç edecek, ya da madenlerde çalışmaya başlayacak. Sonra da ya ölecek, ya da taşeronların dayıbaşıların elinde borçlu, ve borçlu olduğu için de AKP’ye muhtaç biçimde yerin bilmem kaç kat altında yaşayacak.

Başta demiştik ya, bir de ezilen hat var diye. İşte o ezilenler hattı da burası oluyor. Soma’yı Ermenek’e, Ermenek’i Yırca’ya bağlayan hat burasıdır. Bu hattı alıp Mecidiyeköy’de, Esenler’de işçilerin öldüğü bilumum ‘proje-rezidans-AVM’ inşaatına bağlayabiliriz. Aslında, Amerika’yı yeniden keşfetmenin âlemi yok. Kapitalizm böyle işler. İktidar ve iş dünyasının çıkar ortaklığı/birliği keskinleştikçe, ezilenler ve çaresizler arasında da görünmez bir hat oluşur. Evet, ilk başta görünmezdir bu, çünkü ‘tepedekiler’ bu hatları birbirinden koparmak için tüm maharetlerini kullanırlar. Ama o hat orta yerde duruyordur işte. Görülmeyi bekliyordur.

Velhasıl, tek bir Yırca vakasından nerelere geldik, bakın. Mesele ortada – elbette, tehlikenin büyüklüğü de. Üçüncü havalimanı, üçüncü köprü yapıldığında, o acayip proje için koca bir kanal açıldığında, zeytinlikler, ağaçlar tarumar edildiğinde, yaşadıkları topraklar, ağaçlar, ormanlar ellerinden alınan insanlar AVM inşaatlarında ya da madenlerde çalıştıklarında ve bütün bu sistem malum medya gruplarınca göklere çıkarıldığında, bunlara itiraz edenlerin sesleri daha en baştan kısıldığında, “Ya, biz bu dünyayı bir yerlerden hatırlıyoruz” diyeceğiz. Distopya kitaplarına bakacağız, ‘1984’ü karıştıracağız, bilimkurgu filmlerini izleyeceğiz. “Aynı, aynı” diyeceğiz belki de.

Ne dersiniz, öyle mi olacak acaba?

Yetvart Danzikyan – Agos

Bu İş Çocuk Oyuncağı Değil – Cansın Leylim Ilgaz

‘Öğretmen olmak istiyorum, ama bu yıl eve döner miyiz bilmiyorum.’ Reyhan, 12. (4 yıldır evine uğramadan göç yolunda)

Dünyada 168 milyon çocuk işçi var. Türkiye’de 1 milyon çocuk işçi var. Bunlar hep resmi rakamlar. Mesela TÜİK’in 2012 (Ekim-Kasım-Aralık) Çocuk İşgücü İstatistiklerine göre, Türkiye’de toplam 15 milyon 247 bin çocuğun 893 bini ekonomik işlerde çalışıyor.

Sektörel dağılıma bakarsak, 2012 verilerine göre, 399 bin çocuk tarım sektöründe; 217 bini sanayide; 277 bini hizmet sektöründe çalışıyor. 7 milyon 503 bin çocuk ise, ev işlerinde çalışıyor.[1]

21...
Fotoğraf: Servet Dilber/Hayata Destek

Metodolojisine baktığımızda 2012 TÜİK Çocuk İşgücü anketi de diğerleri gibi Ekim, Kasım, Aralık aylarında gerçekleştiriliyor. Sorulan soru ise son bir hafta içerisinde bir ekonomik faaliyette bulunulup bulunulmadığına yönelik. Bunun anlamı, yılın ortalama 8 ayını şehirden şehre göç ederek, üründen ürüne çalışarak geçiren ve sayıları yüzbinlerle ölçülebilecek mevsimlik gezici ve geçici tarım işçisi çocuklar, bu ankete konu olamamış. Çünkü tam da eve döndükleri aylarda son bir haftaları sorulmuş. Yani, Türkiye’de 1 milyondan çok daha fazla çocuk işçi var. 2012 itibariyle sayıları her geçen gün artan ve yarısından fazlasını çocukların oluşturduğu Suriyeli mültecilerle beraber Türkiye’deki çocuk işçi rakamlarının eskisinden çok daha korkutucu olduğu su götürmez bir gerçek.

Türkiye ILO’nun 138 No’lu Asgari Yaş Sözleşmesi’ne ve 182 No’lu Kötü Şartlardaki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Önlemler Sözleşmesi’ne imzacı oldu ve onayladı. Fakat 2014 yılında halen çocuk işçiliğinin en kötü biçimleri olarak belirlenmiş olan mevsimlik tarımda çalışma, küçük ve orta ölçekli işletmelerde ağır ve tehlikeli işler ile sokakta çalışma devam ediyor.

Change Org’da İmza Kampanyası

Geçtiğimiz hafta, senelerdir trafik kazalarıyla gazetelerin iç sayfalarındaki haberlere, güvencesizlikleriyle soru önergelerine konu olan mevsimlik gezici ve geçici tarım işçilerinin sorunları için sonunda bir Araştırma Komisyonu kuruldu. Hayata Destek, uzun süredir 23 kurumun desteğiyle bu sonuç için bir imza kampanyası yürütüyordu. Şimdi bu komisyona araştırma raporlarımızı teslim edeceğiz, gerçek ve uygulanabilir politikaların çıkması için konuyu gündemde tutacağız.

Fotoğraf: Servet Dilber/Hayata Destek
Fotoğraf: Servet Dilber/Hayata Destek

Mevsimlik gezici ve geçici tarımda çalışan aileler ve çocukları temel hak ve ihtiyaçlarından mahrum bir şekilde hayatlarını sürdürüyor. Yılın ortalama 8 ayını evlerinden uzakta geçirmek suretiyle sözleşmesiz ve sigortasız, Türkiye’nin bütün tarım ürünlerine emeklerini vererek çalışıyor; minibüslere, kamyonlara, arabalara kendileri ve eşyaları, çadırları tıka basa binerek binlerce kilometre yol yapıyor bu aileler. Her sene istisnasız trafik kazalarında hayatlarını kaybediyor, bazen haber oluyor, bazen ise sadece yok oluyorlar.

Sahada Bülent İlik hocamıza anlatılan bir hikaye vardı; Çok eski model bir arabaya 7 kişilik bir aile, çadırları, eşyaları, keçileri doluşmuşlar. Sürücü uzun yolun sonunda uyuyunca araba yolda takla atmış. Ama herkes burnu kanamadan çıkmış. Nedeni ise arabanın her tarafından çıkan yorganlar. ‘Hava yorganları’ kurtarmış aileyi. Biraz ağrı, sızı olmuş ama kurtulmuşlar işte, ertesi gün çalışıyorlardı vardıkları durakta. Bu alanda çalışma yürütürken bu trajikomik anekdotlardan daha çok trajik hikayeler ile karşılaşılıyor. Hayata Destek olarak biz de 2014 yılında 8 ay boyunca 15 farklı şehre mevsimlik tarım işçi ailelerin peşinden giderek bir araştırma hazırladık. Araştırma sürecinde biz de artık normalleşmiş bu trajik hikayelere tanık olduk. Araştırmanın sonucunda ortaya çıkan, çocuk odaklı ilk  rapora buradan ulaşabilirsiniz.

Burada bütün trajik hikayelere, sarsıcı rakamlara değinerek ruhunuzu karartmak yerine neler yapabileceğimizden bahsedelim. Öncelikle bilelim, Türkiye’de resmi rakamlarla 1 milyon çocuk işçi var. Çocukluklarını yaşayamayan, temel hak ve ihtiyaçlarından mahrum olan 1 milyon çocuk. Geleceğimiz diye bahsettiğimiz, okul yıllarının ortalama 3’te 1’ini her sene kaçıran, sonunda da okuldan kopan yüzbinlerce çocuk. Çünkü bilirsek, görmezden gelemeyiz. Kamuoyu olarak araştırma komisyonlarının gerçek politikalara dönüşmesi için güç oluşturabiliriz. Mesela, izleme ve önleme mekanizmalarının uygulanması, iş gücünün kayıt altına alınması ve düzenlenmesi, çocuk işçiliği ile ilgili kanunların netleştirilmesi, denetimlerin uygulanması gibi politikaların uygulanmasını bekleyebiliriz.

20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü’nde hepimiz çocuk oluyoruz

Çocuk olamayan 1 milyon çocuk için biz 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü’nde çocuk oluyoruz. ‘Hepimiz bir gün #cocukolduk , hepimiz bugün çocuk oluyoruz. Sosyal medyada, sokakta farkındalık yaratmak için sokağa oyuncaklarla çıkıyoruz, sosyal medya profil fotoğraflarımızı çocukluk fotoğraflarımız olarak değiştiriyoruz. Oyuncaklarımızla birlikte fotoğraflar çekip paylaşımlarımızı #cocukolduk hashtag’iyle yapıyoruz. Kendi gündemimizi yaratıyoruz.

19

Bir yandan biz verdiğiniz imzaları meclise iletiyoruz, milletvekilleriyle görüşüyoruz, sahada aileler ve çocuklarla birebir çalışarak kendi ihtiyaç ve taleplerini dinliyor, bunların uygulanabilir politikalara dönüşmesi için ilgili bakanlıklarla konuşuyoruz. Kaldıkları çadır-kentlerde çocuklara model güvenli ortamlar yaratıyoruz, eğitimlerini destekleyici çalışmalar yapıyoruz. Sizden de bir omuz istiyoruz. Çünkü bilirsek görmezden gelmeyiz.

https://www.facebook.com/cocukoyuncagidegil

[1] (Çevrimiçi) www.tuik.gov.tr, Erişim Tarihi: 14.11.2014.

Cansın Leylim Ilgaz

 

 

Cansın Leylim Ilgaz

Gezi Parkı’nda yine iş makinaları yine hafriyat

Taksim Gezi Parkı’nın Cumhuriyet Caddesi tarafındaki bir bölümü dün akşam 22:45 sralarında kazılmış olarak bulundu.

Olayı ilk farkedenlerden biri olan Taksim Gezi Parkı Derneği eski Başkanı Bülent Müftüoğlu‘ndan Gezi Parkı’nda dün akşam yaşananları Yeşil Gazete için değerlendirmesini istedik.

16...

“Dün akşam (18 Kasım 2014 Salı) 22:45 sıralarında Cemal Reşit Rey’de konserden çıkmış metroya doğru yürürken Parkın Cumhuriyet Caddesi tarafının köşesinin kazılmış olduğunu farkettim. Parkı kazan kepçe de çukurun yanıbaşında idi ama yanında kimse yoktu. Hemen fotoğraflarını çekip sosyal medya üzerinden paylaştım.

Benim paylaştığım fotoğraf üzerine dernek üyelerinden birkaç kişi beni aradı. Arayanlar arasında Gezi Parkı ile ilgili dernek açına açtığımız davayı takip eden Avukat Birkan Işık da bulunuyordu.

Kazı yapılan yere 23:15 sıralarında tekrar geldiğimizde kazı yapan ekibin de orada bulunduğunu gördük. Yapılan çalışmanın kadlırım üzerinde bulunan ve yayaların geçişini engelleyen otobüs durağını arka tarafa kaydırmak olduğunu iddia ettiler. Bununla ilgili bir belge istediğimizde ise bize elle çizilmş intibaı uyandıran bir kroki gösterdiler.

Kazıyı yapanlar İBB’den reklam işlerini alan firmanın çalışanları olduğunu da yine kendi ifadelerinden öğrendik. Firma çalışanları yanlarında kum torbaları, oturmak için katlamalı sandalye de getirmişlerdi ve biz bunu çalışmanın sabaha kadar sürebileceğine yorduk”

Tabi ikinci gelişimizde aynı bölgeye gelen bir grup insan daha bu kazının ne amaçla yapıldığını anlamaya çalışıyordu. Duran Adam olarak bildiğimiz Erdem Gündüz de oradaydı gördüğüm kadarı ile”

18

Taksim Gezi Parkı’nda dün gece yaşananların ardından Gezi Parkı’nın kazı yapılan bölgesinde kalabalık birikmeye başladı.

(Yeşil Gazete)

Sivriada’yı imara açma planı mahkemece durduruldu

İstanbul 3. İdare Mahkemesi, Sivriada’yı imara açan proje hakkında yürütmeyi durdurma kararı verdi.

13Radikal.com.tr’den İdris Emen’in haberine göre Adalar Belediye başkanı Atilla Aytaç kararla ilgili “Şu anda Yassıada ile ilgili devam eden bir mahkeme var. Umarım Yassıada için de aynı karar verilir’ şeklinde konuştu.

1978 yılında Koruma Kurulu kararı ile doğal SİT alanı, 2009 yılında ise Koruma Kurulu tarafından ikinci 2. derece doğal ve 3. derece arkeolojik SİT olarak belirlenen ve aynı zamanda bütünüyle ‘Askeri Alan’ lejandında gösterilen Sivriada, ilgili  kurum görüşleri de alınarak sismik araştırma amaçlı yapılar dışında yapılaşmaya tamamen kapatıldı.

2013 yılında Sivriada “sit alanı” konumundan İstanbul 5 No’lu Koruma Kurulu tarafından 8 Mart 2013’te çıkarılmıştı. 28 Haziran 2013 tarihinde ise Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yapılan revize 1/5000 ölçekli planda, ‘Askeri Yasak Bölge’ lejanı, ‘Turizm ve Kültürel Tesis Alanı’ olarak değiştirilmişti.

Bu iki revize sonucunda uygulama imar planında ise adada “Fuar, kongre merkezi, konferans salonu, kültürel tesis, dini tesis, açık hava müzesi, amfi tiyatro, sergi salonu, karşılama yapıları, spor salonu, seyir terası, parklar, marina, kafe ve restoran yapılabilir” denilmiş ve Sivriadabir nev-i imara hazır hale getirilmişti.

Tüm bu süreç sonrası Sivriada’nın imara açılmasına tepkili olan ada halkı projenin iptal edilmesi için Adalar Belediyesi’ne başvurdu. Adalar Belediyesi ise İstanbul 3. İdare Mahkemesi’ne başvurarak planın iptal edilmesini istedi.

Projenin planlama ilkelerine aykırı olduğu ve projenin kamu yararına uygun olmadığı kanaatine varan İstanbul 3. İdare Mahkemesi Sivriada’yı imara açan proje hakkında yürütmeyi durdurma kararı verdi.

Sivriada kurtuldu Yassıada’nın akıbeti şimdilik belirsiz

Marmara Denizi’ndeki tüm adalarla birlikte 1976 yılında korunması gerekli doğal ve tarihi SİT ilan edilen Yassıada, 2011 yılında da 3. derece arkeolojik SİT olarak tescillendi. 27 Nisan 2011’de Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredilen ada, Kasım 2012’de SİT’ten çıkarıldı. Nisan 2013’te torba yasa ile kültür ve turizm tesisinin önü açıldı.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yaptığı 1/ 5000 ve 1/1000 ölçekli imar planları ile adaya otel, restoran, konferans ve kongre merkezleri, konaklama tesisleri yapılmasının startı verildi. Adalar Belediyesi Yassıada ile ilgili ayrıca dava açtı. 1960 darbesi sonrası yargılamaların yapıldığı ve aynı zamanda Başbakan Menderes ve arkadaşlarının hapis yattığı yer olarak hafızalara kazınan ve bir dönem müze haline getirilmesi düşünülen Yassıada için son kararı İstanbul 3. İdare Mahkemesi verecek.

(Radikal)

ABD Senatosu’ndan Keystone XL Petrol Boru Hattı yasa tasarısına veto

ABD Senatosun’da çoğunluğu elde eden Demokratlar tartışmalı Keystone XL boru hattının inşasını onaylama girişimini durdurdu.

11 keystone...

Boru hattının inşasını savunanlar, yasa tasarısının onaylanmasının son aşamasına gelmek için Senatoda 60 oya ihtiyaç duyuyordu. Ancak oylamanın sonucu 59’a 41 oldu ve bir oyla yasa tasarısı geri çekildi.

Cumhuriyetçiler ve bazı Demokratlar, Obama ve hükümetinin petrol boru hattının onaylanmasını ertelemesinden şikâyetçiydi. ABD Temsilciler Meclisi birçok kere kararı verme yetkisinin Obama’dan alınması ve petrol boru hattının onaylanması için oylama yaptı. Ancak, bu konu ilk defa Salı günü Senato’nun gündemine geldi.

(Yeşil Gazete, Guardian)

AKP’nin Topçu Kışlası projesi yeniden gündemde

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB), 2015-2019 yıllarını kapsayan Stratejik Plan’ında Gezi Parkı’nın bulunduğu yere yapılması planlanan Topçu Kışlası’nı “Taksim Meydanı Kentsel Tasarım ve Taksim Kışlası Restitüsyon Projesi” adı ile yeniden gündemine aldı.

10...

İlgili proje 2013 yılında da gündeme gelmiş, Taksim Platformu üyelerinin 27 Mayıs’ı – 28 Mayıs’a bağlayan gece yarısı Gezi Parkı’nda hafriyat çalışmaları yapan makineleri farketmesi üzerine başlayan 3 gün içinde ülke çapında bir toplumsal bilinçlemeye ön ayak olmuştu. 27 Mayıs gece yarısı 23:00 sıralarında bir avuç gönüllünün sivil direnişine kolluk kuvvetlerinin topyekün saldırısı günbegün direnişin güçlenmesini sağlamış, 31 Mayıs – 15 Haziran 2014 tarihlerinde üzerine Topçu Kışlası yapılmak istenen Gezi Parkı içinde yaşayanların halkın, kuşun, kurdun ve ağaçların olmuştu. İşte AKP’li İstanbul Büyükşehir Belediyesi Türkiye Halkı’nın sahip çıktığı Gezi Parkı’nın yıkımı için yeniden ve yeni bir isimle eski projesini hayata geçirmeye çalışıyor.

2013’te Gezi Parkı Direnişi’ne ön ayak olan proje Mimarlar Odası’nın açtığı dava sonucunda 1. İdare Mahkemesi tarfından 6 Haziran 2013’te Yayalaştırma Projesi ve Topçu Kışlası’nın yapımını öngören 17.01.2012 tarihli, 1/5000 ve 1/1000 ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Plan tadilatlarını iptal edilmişti.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin temyize götürdüğü davada Danıştay 6. Dairesi 29 Nisan 2014’te yerel mahkemenin iptal kararını onamıştı.

Yeniden Topçu Kışlası’nın gündeme gelmesi için İstanbul Büyüşehir Belediyesi’nin 1/5000 Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı notlarında yeniden değişiklik yaparak plan notlarına Topçu Kışlası’nı işlemesi gerekiyor.

(Bianet, Yeşil Gazete)