Ana Sayfa Blog Sayfa 3698

Suriye’de Barış için Sanat… Ama o kadar…

Birkaç devlet ya da hükümet başkanı ve onların askeri kurmayları, kafa kafaya verip veya kafa kafaya girerek milyonları etkileyecek savaşları tetikleyebilirler. O kadar tepeden inmeci ve yıkıcıdır. Oysa barışı sağlamak genelde tabandan tavana bir mücadele gerektirir. Çok zorlu, çok kalabalık ve çok uzun solukludur. Barışa giden yol hep kitlesel ümitsizlikle, kitlesel umudun mücadelesi şeklinde geçer. Gün gelir, hâkim güçler uzlaşmaya ikna olur ve silahlar susar. En azından bir süreliğine…

Şimdiki zamanın kanla yazıldığı bir coğrafya için barışa dönük hevesli bir adım geliyor sanat dünyasından. Suriye’de barış ve uzlaşma için çoğul disiplinli bir çağrı hedefleyen “Suriye için Küresel Hafta” (İng. Global Week for Syria) etkinliklerine Avrupa, Amerika ve Ortadoğu’da iki yüze yakın müzisyen, görsel ve sahne sanatçısı, kültür eylemcisi, filozof ve aydın katılacak.

20

Suriye için Küresel Hafta, 18-22 Nisan tarihleri arasında Hollanda, Fransa, Avusturya, İspanya ve Lübnan’da yüzlerce aktiviteyi kapsayan, gerçek anlamda küresel ve çok katılımcı bir platform. Etkinlikler, profesyonel Suriyeli müzisyenler için sahne imkânı sağlarken, Doğu ve Batı arasında kültürel alışverişe ve yeni ilişkilerin kurulabilmesine fırsat sunuyor.

Peki bu özel küresel etkinlikte neler var?

17

• Rock ve Jazz gibi özel türlerin yanı sıra farklı dünya müziklerinin de temsil edileceği Beyrut’ta, beş gün süren bir festival olacak.

• Lübnan ve Kuzey Irak’taki Suriyeli mülteciler için Hollanda, Fransa, Avusturya ve İspanya’da 6 canlı konser verilirken bağışlar toplanacak.

• Çatışma dönemlerinde kültürel mirasın korunması konularında, akademisyenler ve kültür eylemcileri panellerde bir araya gelecekler.

• Suriye diyasporasından 30 aydın ile görüşme yapılırken, 100’den fazla online performans yayınlanacak.

• UNESCO’nun Uluslararası Caz Günü dolayısıyla kapanış konseri “Suriye için Caz” başlığıyla 30 Nisan 2015 Çarşamba tarihinde, Hollanda’nın siyasi başkenti Lahey’de yapılacak.

Suriye için Caz etkinliğinin direktörü Hannibal Saad, “Dünyanın çok farklı bölgelerinden gelerek, projede yer almak ve katkı sağlamak isteyen insanların sayısı gerçekten çok umut verici.”, diyor. “‘Caz’ dediğiniz müzik; özgürlük, iletişim ve bireysellik hakkında… Biz müziğimizi bu sefer Suriye için çalacağız. Hepimiz savaşın ne anlama geldiğini biliyor ve barış istiyoruz. Bunun ötesindeki her şey politikanın konusu…”

19

Beyrut’taki festival 18-22 Nisan tarihleri boyunca sürecek ve Yukunkun Kulübü’nde gerçekleşecek. Etkinliğin Lübnan ayağında; Suriye, Lübnan, Hollanda, İsviçre, Norveç ve Amerika Birleşik Devletleri’nden gelen yirmiden fazla grubu ağırlanırken, program kapsamında üç konferans da düzenlenecek. Avrupa’daki etkinliklerde ise; Hollanda, Suriye, Çek Cumhuriyeti, Fransa, İspanya ve Romanya’dan gelen müzisyen ve performans sanatçıları yer alırken, Türkiye’den çellist ve Caz solisti Sanem Kalfa da sahne alacak.

Projede Twitter, Facebook gibi mecralardan sosyal medya etkin bir şekilde kullanılırken, Youtube kanalı da katılımcılardan gelen “#4Syria” etiketli içeriklerle besleniyor. Bir de sosyal-fonlama (İng. Crowd funding) çalışması da yürütülmüş.

18

Etkinlikle ilgili vereceğim bilgileri burada sonlandırırken, çapraşık bir deneyimimi de aktarmak istiyorum. Suriye’ye barışın gelmesi için sanat dayanışmasını yansıtan bu etkinliği kaleme aldığım esnada, Suriyeli bir dilenci çocuk yanıma yaklaşıp kâğıt mendil satmak istedi. Görmezden geldim… Günün geri kalanında ben yaşadığım bu etik şoku nezih kafelerde ada çayımı yudumlarken sindirirken, o çocuk da bir sonraki öğünü için masadan masaya gezinmeye devam edecek… Kıssadan hisse: İnsan türünün mensubu olmak çok da abartılacak bir şey değil…

Sanatla ve barışla kalın…

Kaynaklar, detaylı bilgi ve katılım için:
https://www.facebook.com/syrianmusiclives
http://www.unesco.org/new/fileadmin/MULTIMEDIA/HQ/ERI/downloads/IJD2014_OrganizersItw_Lebanon_Jordan_Netherlands_.pdf
https://www.facebook.com/events/1402263226749784/
https://twitter.com/syrianmusiclive
http://goo.gl/nxi85D
http://www.creativememory.org/?post_type=cctm_events&p=82907
http://syrianmusiclives.com/about.html
http://www.zoomaal.com/projects/globalwk4syria?ref=14701962
https://www.youtube.com/watch?v=aYlxu_5YvXs

 

‘Dağlarımız katır cesetleriyle dolu’ – Amberin Zaman

Uludere’nin Roboski (Ortasu) ve Bejuh (Gülyazı) köylerinden 34 vatandaşın Türk Hava Kuvvetleri’ne ait uçaklar tarafından Irak sınırları içerisinde bombalanıp öldürülmeleri üstünden tam 1198 gün geçti.

Trajedinin nasıl meydana geldiği az çok biliniyor. Yıllardır jandarmanın gözleri önünde Irak’tan kaçak mazot, çay, şeker, taşıyıp satan köylülerin arasına üst düzey bir PKK komutanı sızdığı istihbaratı üzerine vur emri verilmişti. Çoğu gencecik, 34 masum insan bedenleri parçalanarak canından olmuştu. Bir şekilde hayata tutunmaya çalışan Roboskililer devletin teklif ettiği tazminattan tek kuruş kabul etmemiş. Adalet yerini buluna kadar mücadeleye devam etmeye ant içmiştiler.

Normal ülkelerde böylesi vahim ötesi hatanın akabinde en azından Genelkurmay başkanı görevinden alınırdı. “Askerî vesayet bitti” diye şenlendiğimiz Yeni Türkiye’mizde bir albay dışında herhangi bir yetkiliye bir şeycik olmadı. Meclis’te kurulan araştırma komisyonu AK Partili üyelerinin oylarıyla olayın üstünü örttü. Askerî savcılık da 7 Ocak 2014 günü takipsizlik kararı vererek dosyayı kapattı.

Roboski faciasında sadece insanlar ölmedi. Onları ve yüklerini taşıyan tam 59 tane katır öldü.

Tüm bunlar yetmiyormuş gibi geçtiğimiz aydan beri Roboskili katırlar bu kez kazayla değil bilinçli ve seri şekilde jandarma tarafından vurulup öldürülüyor.

Tarım Bakanlığı’nın 10 Mart günü açıkladığı resmî gerekçe hayvanların “hasta” oldukları için imhalarının kararlaştırıldığı yönündeydi.

Faciada kardeşi dâhil 11 yakının kaybeden Veli Encü Roboskililerin fahri sözcüsü sayılıyor. Kendisine soruyorum “hayvanlar sağlık kontrolünden geçirildi mi” diye. “Hayır,” diyor. Ve ekliyor: “İnfaz kararı dahi bizlere tebliğ edilmedi.

Aynı günlerde bir grup korucuyla birlikte köye gelen bölgenin tümen komutanı Abdullah Baysal Roboskililere katırlarının kaçakçılığı önlemek için vurulacağını söylüyor.

Ve sonunda olan oluyor 23 Mart günü bir dizi köylü Irak’a doğru katırları üzerinde yol alırken keskin nişancılar hayvanları vuruyor. İlk etapta toplam sekiz katır telef oluyor. Yine 5 Nisan’da, ikisi askerler tarafından vurularak, diğerleri ise can havliyle kaçarken uçurumlardan yuvarlanarak, tam 12 hayvan canından oluyor. Biri üç gün boyunca can çekişerek. Bitmedi. Evvelsi akşam sınıra yakın bölgede otlanırken iki katır daha özel kuvvetler tarafından vurulup öldürülüyor. “Bir tanesi Roboski katliamının en genç kurbanı 13 yaşında Bedran Encü’nün sağ kurtulan katırı Maviş’ti” diyor hüzün dolu bir sesle Veli Encü.

Katır katliamları ilk başladığında hemen telefona sarılıp Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi eş-başkanları Gültan Kışanak ve Fırat Anlı’dan yardım istemiştim. Sağ olsunlar anında ağır yaralı olan katırların tedavileri için bir veteriner hekim görevlendirip Roboski’ye yollamışlardı. İnfial içerisindeki köylüler ise defalarca toplanıp katliamları protesto ettiler. Hayvanlarına sahip çıkmak için “sınır nöbetleri” tuttular. Askerlerden bolca gaz, küfür ve cop yediler. Ama nafile.

Peki, maksat kaçakçılığı engellemekse bu zavallı hayvanları öldürmek midir çare? Yoksa köylülere koruculuk dışında iş imkânı mı sağlamak? Şöyle bir hesap edin Aksaray’a ve orada tüketilen beyaz çaylara harcanan milyonlarla ne halı atölyeleri, arı çiftlikleri kurulabilirdi Roboski’de. Arıcılık için “defalarca” Tarım Bakanlığı’na başvurduklarını ifade eden Encü “Hiçbir cevap alamadık” diyor. “Katırlar teröristlere silah taşıyordu” iddialarına şiddetle karşı çıkan Encü “Zabıtlara bakılsın bizim köylüler acaba bir kez bile silah veya uyuşturucu taşırken yakalanmışlar mı” diyor.

7000 nüfuslu Roboski’de toplam 600 civarında katır var. Değerleri 4 ile 12 bin lira arasında değişiyor. Ağır geçen kış aylarında köyün birçok evine araç çıkamıyor ve bu durumda katırlar devriye giriyor. En son Irak’ta IŞİD vahşetinden kaçan Ezidileri Roboski’ye taşıdılar. “Düğünlerde arabamız, hastalıklarda ambülansımız, katırlar bizim en can dostlarımız en değerli sermayemiz,” diyor Encü, “Kıymasınlar onlara”.

 

Amberin Zaman – Taraf

Mersin-Kadın-Eylem, “Erkek adalet değil, Gerçek adalet”

Mersin Kadın Platformu’nun her Perşembe saat 18:00’de gerçekleştirdiği eylemliliği bu Perşembe 14. Haftayı bitirdi.

Her Perşembe olduğu gibi Forum Avm Köprü altında toplanarak “Erkek adalet değil, gerçek adalet” , “Kadın cinayetleri politiktir”, “Geceleri de, sokakları da, meydanları da terk etmiyoruz”, “Şiddetinizle barışmayacağız” sloganlarıyla havuzbaşına yürüyen kadınlar içerisinden bu hafta basın açıklamasını Mersin Kadın Emeği Kolektifi’nden (KADEM) Nalan Turgutlu Bilgin okudu.

Bu hafta basın açıklamasını Mersin Kadın Emeği Kolektifi’nden (KADEM) Nalan Turgutlu Bilgin okudu
Bu hafta basın açıklamasını Mersin Kadın Emeği Kolektifi’nden (KADEM) Nalan Turgutlu Bilgin okudu

Kadın kırımına ve kadına yönelik şiddetimizi haykırmak adına gerçekleştridiğimiz Perşembe eylemlerimizin 14. Haftasındayız diyerek sözlerine başlayan Bilgin, “Katledilen kadınların verilerini devlet 2008’den beri açıklamamakta bu nedenle ölen kadınların anısını yaşatmak için internette hergün güncellenen bir anıt sayaç bulunmakta” şeklinde konuşarak bu hafta Kırıkkale, Uşak, Gaziantep ve Konya’da işlenen kadın katliamlarını sıralayarak sayaç arttıkça isyanımız büyümekte olduğunu belirterek, “Yasta değil, İsyandayız” dedi.

Şiddet Dilde Başlar

143.mersin-kadin-emegi-nalan-turgutlu-bilgin 

Levent Kırca’nın son oyununda cinsiyetçi, homofobik, ayrımcı, nefret söylemlerini kınadıklarını belirten Bilgin, “Bu ülkede sanki günde en az 3 kadın öldürülmüyormuş gibi cinsiyetçi ve eril söylemi gün be gün kullanıp pekiştiren devletin, eğitimin, medyanın, ve aydın insanların artık diline dikkat etmesi gerektiğinin altını çiziyoruz. Ve tekrar haykırıyoruz şiddet dilde başlar” diye konuştu.

Bu haftaki haber kaynaklarında Özgecan’ı katleden Suphi Altındöken’in hücresinde ölü bulunduğuna dair çıkan haberlerle ilgili olarak “Bu cinayetin cezasını erkekler değil, adalet vermeli. Bu cinayetle ilgili tekrar gündeme gelen özsavunma konuşulmalı ve gereği bir an önce yapılmalı” diyen Mersin KADEM üyesi Nalan Turgutlu Bilgin seçimlere de değinerek;

“ 7 Haziran seçimleri öncesi partilerin milletvekili aday listeleri belli oldu. Bu doğrultuda partilerin kadın bakışı ve adaylık samimiyeti görülmüş oldu. Bir daha haykırıyoruz ki kadınları dahil etmeden demokrasi olamaz. Biz kadınlar kurtarılmayı bekleyen kurbanlar değiliz. Örgütleniyoruz, güçleniyoruz, direniyoruz. Hayatımızı zindana çevirenlerden demokratik yollarla hesap soracağız.” dedi.

Basın metninin okunmasının ardından ”Yaşasın kadın dayanışması” sloganını atan kadınlar, alkışlar ve zılgıtlar eşliğinde eylemi sonlandırdı.

Haber: Özgecan Aşlamacı Şahin

(Yeşil Gazete)

 

 

Çankaya bisikletle Avrupa’ya meydan okuyor

ecc2015haritaGündelik hayatta bisiklet kullanımını yaygınlaştırmak ve motorlu taşıtlardan kaynaklanan karbon salımına dikkat çekmek amacıyla İtalya’nın Bologna Belediyesi tarafından organize edilen European Cycling Challenge 2015’e (Avrupa Bisiklet Meydan Okuması) bu yıl Türkiye’den de katılım olacak. Bu yıl dördüncüsü düzenlenen yarışmada Çankaya Belediyesi kurduğu takım ile Avrupa’ya meydan okuyacak.

Yarışma her yıl olduğu gibi bu yıl da tüm Mayıs ayı boyunca devam edecek ve katılıma ay boyunca açık olacak. Toplamda en çok yol kat eden kent, yarışmanın galibi olacak. Sportif amaçlı bisiklet kullanımı dışındaki tüm bisiklet yolculukları geçerli kabul edilecek. İşe, okula, sinemaya, alışverişe gidiş gelişler ve şehiriçi her türlü bisiklet yolculuğu yarışma kapsamında değerlendirilecek. Belediyelerin takımlar halinde yarıştığı 2015 Avrupa Bisiklet Meydan Okuması, 1-31 Mayıs tarihleri arası kent içinde kat edilen mesafenin bir telefon uygulaması ölçülmesiyle sonuçlanacak. Bu yıl yarışmaya Çankaya Belediyesi de dahil 13 ülkeden 33 belediye katılacak.

BİSİKLET KULLANIYORSAN YARIŞMAYA KATIL

Çankaya Belediyesi takım halinde katılacağı yarışmaya bisiklet kullanan genç yaşlı herkesi davet ediyor. Bisiklet kullanıcılarının yarışmaya katılmaları için belediyeden ve internet üzerinden kayıt yaptırmaları yeterli olacak. 2015 Avrupa Bisiklet Meydan Okuması’na katılmak isteyenler, www.cyclingchallenge.eu ve www.cycling365.eu sayfalarından başvurularını yapabilirler. Ya da CYCLING365 adlı Android ve IOS uygulamasını telefonlarına indirebilirler.

Kent içinde bisiklet kullanımını yaygınlaştırmak adına düzenlenen organizasyonu Avrupa Komisyonu da kamusal katılım anlamında ödüle layık gördü. Yarışmada dereceye giren belediyelere “En İyi Bisiklet Kenti” ödülü verilecek. Çevreye duyarlı bir etkinlik de olan Avrupa Bisiklet Meydan Okuması sayesinde 2013 yılında 35 ton karbon saslımından tasarruf edilirken, 2014 yılında bu rakam 183 tona çıktı.

Demokrasinin Krizi ve Yeni Medeniyet Mücadelesi – Ahmet İnsel

Berlin Duvarı yıkılıp 70 yıldır ayakta olan Sovyet sistemi hızla çökünce, 21. yüzyılın evrensel demokrasi çağı olacağı iddiası liberal düşün tarafından hemen dile getirilmişti. “Tarihin sonu”, piyasa toplumuyla bütünleşmiş liberal demokrasinin bütün dünyaya hâkim olacağı müjdesinin sloganıydı.
Yeni yüzyılda biraz yol aldık. Bu zaman zarfında dünyada yaşanan gelişmeler, demokrasinin hızla yayılması ve güçlenmesi yerine, birçok yerde demokrasinin gerilemesine yol açtı. Otoriter rejimlerin çoğu varlıklarını korumaya devam etti ve yenileri bunlara katıldı. Sovyet rejiminin çöküşünün üzerinden 25 yıl geçti. Putinizm, diktatörlükle otoritarizm arasında salınan yönetim biçimlerinin neredeyse alameti farikası oldu.

Günümüz Türkiyesi de demokrasi umudunun taşkın bir otoriter yönetimle sonuçlandığı ülkeler için başka bir örnek teşkil ediyor. Şimdilik Erdoğanizm olarak nitelendirilmeyen ama Tayyip Erdoğan’ın arzuladığı rejim değişikliği gerçekleşirse bu şekilde adlandırılması kuvvetle muhtemel bir ara rejimin çalkantılarını yaşıyoruz. İkisi arasında nitelik değil, sadece nicelik farkı var. O fark da ileride kapanabilir.
Yaşanan demokrasi çöküşünün yegâne iki anlamlı örneği bunlar değil. Güneydoğu Asya’da da filizlenen demokrasi umutları da yerlerini hızla, Tayland’da olduğu gibi askeri darbeye, Birmanya’da olduğu gibi körüklenen etnik ve dinsel pogromların beslediği olağanüstü hal rejimlerine bıraktı. Malezya’da ise “Malezya’ya özgü demokrasi”nin otoriter niteliklerinin pekiştirilmesi devam ediyor.

Dünyanın en büyük nüfusa sahip demokrasisi olma sıfatını taşıyan Hindistan’da seçimlerden çıkan yeni başbakan da bir otoriter kapitalizm modelinin bu ülkeye yerleştirilmesinin mimarı olmaya aday. Narendra Modi’nin Hindu asetizmiyle pekiştirilmiş antidemokratik refleksleri, aynı zamanda ülkeyi bir şirket gibi yönetmek arzusuyla birleşince ortaya çıkacak sonucun demokrasi açısından iç karartıcı olma ihtimali güçlü. Yoksulların, alttakilerin haklarını, taleplerini savunan radikal demokrasi hareketlerinin bu otoriter kapitalizmi Hindistan’da engellemeye güçlerinin ne kadar yeteceğini önümüzdeki aylarda göreceğiz.

Güney Amerika’da Venezüella’da “yoksul dostu” niteliği giderek zayıflayan Chavez sonrası otoritarizm, “iç ve dış düşmanların kuşatması” bahanesiyle giderek daha fazla olağanüstü hal rejimi ipine sarılarak ayakta kalmaya çalışıyor. Bunun farklı bir versiyonu, “varlığı yaşam tehdidi altında olan kuşatılmış millet” sendromuna dayalı İsrail’deki ırkçı niteliği giderek artan, demokratik otoritarizm.
İsrail’in önde gelen muhalif seslerinden biri olan Gideon Levy, Netanyahu’nun beklenmedik biçimde yeniden seçilmesinden sonra, “İsrail’de yöneticileri değil, önce halkı değiştirmek gerektiğini” acı bir dille ifade etti. “Altı yıl zarfında, korku ve endişe, kin ve umutsuzluk ekmekten başka hiçbir şey yapılmamışken sonunda halkın tercihi buysa, o zaman bu halkın hali gerçekten vahim demektir” diyor. Gideon Levy’nin önerisi, üsttenci bir elit tavrın ifadesi olarak da ele alınabilir ama bununla ifade etmek istediği, Netanyahu’nun partisinin seçmenlerinin gerçeklikle bağının bütünüyle koptuğu iddiası. Böyle bir ruh halindeki seçmen topluluğu karşısında demokrasiyi demokratik yollardan savunmanın yöntemi nedir? İşte demokrasi mücadelesini verenlerin çözmek zorunda oldukları bilmece.

Arap isyanları sonrasında, Tunus haricinde yaşanan büyük kaos da on yıllardır süregelmiş diktatörlüklerin beslediği eşitsizliklerin, haksızlıkların, aşağılanmaların biriktirdiği kin boşalmasının nasıl medeniyet düşkünü zihinlerce kanalize edilebileceğini gösteriyor. Diğer yandan teröre karşı savaş borusu ötünce demokratik ilkelerini askıya almakta tereddüt etmeyen Batı demokrasilerinde, Fransa’da, Birleşik Krallık’ta, İspanya’da, ABD’de de medeniyet dışına çıkma eğiliminde olan bir kitlenin giderek ve hızla büyüdüğünü görüyoruz.

Görünen o ki 21. yüzyıl, piyasa toplumu kurum ve ilkelerinin kurucu öncülüğünde, liberal demokrasinin yüzyılı olmayacak. Olmasın da çünkü yaşanan bu büyük karmaşada piyasa toplumuyla liberal demokrasinin izdivacından doğan ucubenin tahakkümünün payı büyüktü. Tam bu nedenle, önümüzdeki dönemde, eşitlik ve özgürlük ilkelerinin yönlendiriciliği altında bir demokratik medeniyet mücadelesine çok daha fazla önem kazanacak. Türkiye’de de bir anlamda gündemimizde bu yok mu?

Ahmet İnsel – Cumhuriyet

7 Haziran’a varabilirsek Türkiye seçime hazır! – Celal Başlangıç

Arkadaşlar hazır mısınız?

Yok, yok öyle Orhan Baba gibi sormuyorum.

“Daha güzel, daha mutlu, daha adil, sevgi dolu bir dünya için,

barış için, insanlık için

batsın bu dünya!” demeyeceğim.

Söyleyeceğim şu;

İsterse “Bütün donanmanın demirlerini gümüşten, halatlarınıibrişimden, yelkenlerini atlastan yapabilen” bir neslin ahfadıolarak kurduğumuz “devletimiz”, bütün kurumlarıyla seçimlere hazır.

Siz de hazır mısınız?

Eğer hazırsanız, sandıkları sıkı sıkıya izleyeceksiniz demektir.

Oylar kullanılırken, sayım yapılırken, tutanaklara geçirilirken en ufak bir hilenin olmaması için gözünüzü dört açacaksınız mutlaka.

Torbalara doldurulup seçim kurullarına götürülen oyların peşine düşeceksiniz.

Sandıklar kapandıktan sonra, özellikle muhalif partilere basılmış”evet” oylarını çöp yığınları içersinde, yarı yanmış olarak bulmayacaksınız.

Diyelim ki buldunuz.

Ne yapacaksınız?

Sarılacaksınız Twitter’ınıza, Facebook’unuza; arkadaşlarınızı, yoldaşlarınızı, parti örgütünüzü arayacaksınız, görüntüleri paylaşacaksınız.

Onlar da çağrı yapacak “oylarımızın peşine düşelim, gidelim ilçe seçim kuruluna, gelen torbaları tutanaklarımızla karşılaştıralım” diyecekler.

Adliyenin önünde buluşacaksınız. İçeriye gireceksiniz. Seçim Kurulu Başkanı’yla görüşeceksiniz. Sonuç alamazsanız protesto gösterisi yapacaksınız, slogan atacaksınız, sesinizi gazetelerde, televizyonlarda duyuracaksınız…

Sanmayın!

Hayat böyle gelişmeyebilir.

Dedik ya “devletimiz” 7 Haziran seçimine hazır!

Yakaladığınız bir seçim için sarıldınız sosyal medyaya…

Bir bakacaksınız ki Twitter da, Facebook da, YouTube da “kaput”.

Sosyal medyaya düşen bir karı-koca kavgasının görüntüleri tümüyle kaldırılana kadar bir sulh ceza hakimi kararıyla Twitter’a da, Facebook’a da, YouTube’a da erişim engellenmiş.

Herşeye karşın toplandınız adliye önünde. Amacınız seçim kuruluna ulaşıp oyunuzun peşine düşmek.

Ama içeri giremiyorsunuz bir türlü.

Bitmek tükenmek bilmeyen ağırdan bir arama uyguluyor kapıdaki görevliler.

Avukatınız da giremiyor içeri. Kartlarının çipi bir türlü çalışmıyor. Başlıyor kapıda “çantamı aratırım, aratmam” tartışması…

İster misiniz bu arada büyük bir sürprizle karşılaşın… Memleketin dört bir yanında elektrikler kesilsin…

“Memleketin bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş” olmasın da…

Memleketin bütün trafolarına kediler girmiş olsun…

Kaldınız mı karanlıkta, adliye önünde, oylarının akıbeti meçhul vatandaşlar olarak…

Kızgınsınız da elbet. Başlıyorsunuz protesto sloganları atmaya.

“Oyumuzu isteriz, söke söke alırız.”

İşte burada “devletimiz”in seçimleri de kapsayacak şekilde aldığıson önlem devreye giriyor; İç Güvenlik Yasası…

Oyumun peşine düşeyim derken düştün mü suçlu duruma. Çünküizinsiz sokağa çıkmışsın.

Oysa önce gidip Valiliğe dilekçe verecektin, “Oyumun çalınmasınıprotesto etmek ve hırsızlığı ortaya çıkarmak için seçim kurulunun bulunduğu adliye önünde gösteri yapmak istiyorum” diye.

Alacağın cevap da belli: “Yasal gösteri yerleri Maltepe ve Yenikapı’dır. Adliye önügösteri yeri değildir.”

İşte bu izni almadan gösteri yaptığın için yasalar karşısında olmasa bile idare karşısında suçlusun.

Abarttım sanmayın. Daha önceki gün  Başbakan Davutoğlu “İzinsiz sokağa çıkanlara bir dakika dahi müsamaha etmeyeceğiz” demedi mi?

O karanlıkta, adliyenin önünde gösteri yaparken ister misin, kalabalığın arasına iki eli sapanlı ya da bir eli molotoflu katılsın… Oldun mu şimdi “polisin yasal mermisi”nin hedefi…

Bir adım daha gidelim…

Ortalık yıkılıyor, istiyorsun ki bu ülkede yaşayan bütün insanlar medya aracılığıyla duysun bu haksızlığı… Sanma ki “havuz medyası”nda çeyrek sütun olacaksın…

Olsan da en fazlasından “Seçim günü darbe yapmaya kalkıştılar” başlığının altında kalırsın.

Birkaç muhalif gazete, iktidar karşısında secde etmemek için direnen ama rükuya da gelmiş bir iki tane televizyon kanalıbulabilirsin belki yanında.

O da, “seçim hilesi” haberlerine, son dönemde sık sık başvurulduğu gibi yayın yasağı gelmemişse…

Ya da sesini duyuracak başka bir televizyon ya da gazete kalmışsa…

Yani kapılarına kilit vurulmamışsa…

Bunu da abarttığımı sanmayın. Dikkat etmiyor musunuz, artık  Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylemi “medyanın kapısına kilit vurma” aşamasına geçti.

Gördüğünüz gibi “devletimiz” son bir ayda yukarıdaki “uçmamın” bütün unsurlarını neredeyse tek tek prova etti.

Ama benim “uçmalarım” burada bitmiyor.

Gördüğüm tablo şu:

Hani Selahattin Demirtaş “Yüz verdik 400 istiyor” diyordu ya,şimdi o 400 istemeler, “Anayasa değişikliğini referanduma götürme” sayısına kadar indi. Yani 330. Yakında, tek başına iktidar olabilmesi için 276’yı bulup bulmayacağı tartışılacak. HDP’nin barajı aşacağı kesinleştikçe hırçınlıklar artacak.

Gidiş de o yönde zaten.

2007 ve 2011 seçimlerinden bu seçimin en büyük farkı ne biliyor musunuz?

Kamuoyu araştırma kuruluşlarıyla en etkin biçimde çalışan tek parti AKP. Biz geçmiş seçimlerde, neredeyse altı ay öncesinden başlayarak “Oyumuz yüzde 45”, “Oyumuz yüzde 49”, “Oyumuz yüzde 53” gibisinden iktidar partisi tarafından sızdırılmış anketler görürdük.

7 Haziran seçimlerine şunun şurasında iki aydan az bir zaman kaldı.

Siz bu seçimler öncesinde hiç iktidar partisi tarafından sızdırılan bir anket sonucu gördünüz mü?

Sadece iktidar mekanizmasının dışındaki kamuoyu şirketlerinin yaptığı anketler üzerinden konuşuyoruz biz bu seçimler öncesi.

Demek ki, iktidar partisi cenahında alınan sonuçlar hiç de iç açıcıdeğil.

Hatta sızan bazı bilgilere göre, kendi yaptırdıkları anketlerin bir kısmında bile tek başlarına iktidar olamayacaklarınıgörüyorlarsa…

Biz bu tablo içerisinde zihnimizi kurcalayan sorulardan birini daha soralım:

Biz sağ salim 7 Haziran seçimlerine varabilecek miyiz?

Diyelim ki vardık. O zaman bir soru daha geliyor akla:

AKP iktidarı bırakmaya hazır mı?

Soru çok. Kafamızı takmayalım ama mutlaka uyanık olup bir daha soralım:

Hazır mıyız arkadaşlar?

O zaman hep beraber “Batsın bu dünya” diyoruz:

“Yazıklar olsun yazıklar olsun

Kaderin böylesine yazıklar olsun”

Bu yazı t24.com.tr/ den alınmıştır

 

14-celal-baslangic

 

Celal Başlangıç

Bursalılar, DOSAB termik santraline karşı Cuma günü buluşuyor

Bursa, DOSAB Kömürlü Termik Santrali sürecinde 1 Nisan 2015  itibarı ile yeni bir dönem başladı. DOSAB santralinin onaylanan ÇED raporuna karşı Bursa halkı Cuma günü 10:30’da Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü önünde itiraz dilekçelerini vermek üzere buluşuyor.

12

23 Aralık 2014 tarihinde Ankara’da DOSAB yetkilileri ile kamu kurumları tarafından yapılan, halka ve bilim insanlarına kapalı İnceleme Değerlendirme Kurulu(İDK) toplantısının katılımcıları, 1 Nisan 2015 tarihinde kararlarını açıklayarak ÇED başvuru dosyasını yeterli buldu ve nihai ÇED raporu kabul edildi.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada on günlük süre içerisinde karara itiraz edilebileceği belirtildi.

13

DOSAB Termik Santralına Hayır platformu ÇED raporunun kabul edilmesine karşın Bursa için ölüm fermanı anlamına gelen bu karara karşı Bursa halkının itiraz etmesi için kentin çeşitli yerlerinde imza standları açtı. Toplanan dilekçelerin 10 Nisan Cuma günü saat 10.30 da topluca Bursa’da Atatürk Kapalı Spor Salonu Karşısında bulunan Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’ne teslim edileceği belirtildi.

 

Haber: Serdar Esen

(Yeşil Gazete)

Kadıköy’de Anarşist Queer Vegan Gün buluşması

Tahakküm, homofobi ve türcülük karşıtları, dayanışma amacıyla 11 Nisan’da Kadıköy Mehmet Ayvalıtaş Meydanı’nda Anarşist Queer Vegan Gün’de buluşacak. Toplumsal ağlar aracılığıyla duyurusu yapılan günde bir araya gelecekler, tanışma, birlikte eğlenme, fikir ve bilgi alışverişinde bulunma imkanı yaratabilecek.

23

Sabun yapımından Bisiklet tamirine atölyeler

Anarşist, queer, vegan dayanışma gününde anarşist kişi ve aktivistler kendi stantlarını açma olanağı bulurken sabun/deterjan yapımı, bisiklet tamiri, saç kesimi gibi çeşitli atölyeler düzenlenecek. Bombalara Karşı Sofralar’ın* paylaşacağı yemekler, takas pazarı ve göçmen dayanışma standının da yer alacağı güne farklı şehirlerden de katılım bekleniyor. Etkinlikler ve buluşma günü saat 14:00’ten 23:00’e kadar sürecek.

(Vegan Türkiye)

Obama’dan güneş enerjisi desteği: 75 bin Amerikalı’ya eğitim girişimi

Rhone Resch tarafından EcoWatch‘da yayınlanan haberi Yeşil Gazete gönüllü çevirmeni Kübra Köprülüoğlu‘nun çevirisiyle sunuyoruz.

 * * *

Amerika’nın temiz enerji geleceğine geçişini hızlandırmak için Enerji Bakanlığı (DOE) tarafından 2020 yılı itibari ile güneş enerjisi işgücüne girebilmeleri için 75.000 Amerikalı’ya eğitim girişiminin başlatılacağı kararı açıklandı. Bu açıklama, Temiz Enerji Teknolojisi ve İşgücü Eğitimi konulu yuvarlak masa toplantısının bir parçası olarak ABD Başkanı Barack Obama tarafından yapıldı.

21.obamasolar650

Bu yeni girişimin güneş enerjisi sektöründe istihdamın artmasına yardım ederken aynı zamanda ABD ekonomisine büyük bir destek sağlaması bekleniyor.

İklim Değişikliği ile mücadeleye de katkı sağlıyor

Güneş Enerjisi sektörünün büyümesi iklim değişikliği ile mücadeleye de katkıda bulunuyor. Sektör ile geçtiğimiz sene 22.3 milyon metrik tona eşdeğer karbon telafisi yapılmış durumda. Bu 4,7 milyon aracın karayollarından kaldırılmasına veya 2,5 milyar galon benzinin kullanılmamasına denk düşüyor.

Bugün ABD genelinde güneş enerjisi sektöründe çalışan 174.000 kişi bulunuyor.  Bu Apple, Google, Facebook ve Twitter gibi teknoloji devlerinin tamamının sahip olduğundan daha fazla bir istihdam gücü anlamına geliyor ve ülke ekonomisine yılda 18 Milyar Dolar para girişi sağlıyor. Bu büyüme büyük ölçüde Yatırım Vergi Kredisi, Net Enerji Ölçümü ve Yenilenebilir Portfolyo Standartları gibi akıllı ve etkin kamu politikalarından kaynaklanıyor.

The Solar Foundation’ın yayınladığı 2014 Ulusal İş Raporu’na göre ABD’de güneş enerjisi alanındaki iş gücü çeşitliliği, zaman içerisinde azınlıkların, kadınların ve asker emeklilerinin katılım oranının yükselmesiyle artıyor. Yalnızca geçtiğimiz 5 yılda sektöre 80.000’den fazla yeni çalışan girdi. Bu %86’dan fazla bir artış anlamına geliyor. Ayrıca Beyaz Saray, G.I. Bill fonunun güneş enerjisi iş gücü eğitimini desteklemesi için çalışmalar yapacağını duyurdu.

ABD’de güneş enerjisi üretimine destek &91’in üzerinde

Beyaz Saray’ın yeni iş gücü eğitim girişimi Amerika kamuoyu tarafından da yakın markaj altında. Yeni yayınlanan Gallup Yoklaması, %91’den fazla Amerikalının güneş enerjisi üretimine verilen önemin artarak devam etmesini istediğini gösteriyor. 2013’te yapılmış benzer bir Gallup araştırmasının sonuçları da petrol, doğalgaz, kömür, nükleer ve yenilenebilir enerji çeşitleri karşılaştırıldığında kamuoyu tarafından en çok güneş enerjisinin tercih edildiğini gösteriyor.

Bugün ABD’de bulunan güneş enerjisi kurulu gücü 20 GW. Bu 2016 sonunda hayata geçmesi öngörülen bir diğer 20 GW ile birlikte 4 milyon haneden fazlasının elektrik ihtiyacını karşılamaya yetecek bir rakam. Bu hızlı büyümeyi teşvik eden ise güneş enerjisinin giderek daha uygun fiyatlı hale gelmesi. SEIA/GTM (Güneş Enerjisi Sektörel birliği) tarafından yapılan araştırmaya göre 2010 yılından beri ulusal güneş enerjisi sistemleri fiyatlarında ortalama %53 oranında azalma gerçekleşti.

 

Haberin İngilizce Orjinali

Haber: Rhone Resch

Yeşil Gazete için çeviren: Kübra Köprülüoğlu

(Yeşil Gazete, Eco Watch)

Yeni araştırma “ Çocuk İstismarı Döngüsü”nü sorguluyor

Joshua A. Krisch tarafından Vocativ‘de yayınlanan yazıyı Yeşil Gazete gönüllü çevirmeni Evrim Şahin‘in çevirisiyle sunuyoruz.

* * *

İstismar ve ihmal edilmiş çocuklar büyüdüklerinde ille de fiziksel olarak istismarcı ebeveynler olmak durumunda değiller

Sosyologlar bunu “Şiddet Döngüsü” olarak adlandırıyorlar -istismara uğramış pek çok çocuğun ileride bir gün kendi ailelerini ve diğerlerini incitmeye mahkum olduklarına dair neredeyse ırsi bir istismar ve ihmal yapısı bu. Ancak şimdi, Science dergisindeki yeni bir araştırma, çocuk mağdurların geleceği hakkındaki bazı varsayımsal inançlarımızın doğruluğunu sorgular nitelikte.

22.çocuk istismarı

“Hakikat başlangıçta düşündüğümüzden çok daha karmaşık” diyor New York City John Jay College of Criminal Justice’da bir  psikoloji profesörü ve gazetede yardımcı yazar olan Cathy Spatz Widom. “Aslında birden fazla şiddet döngüsü mevcut. Bu hoş, basit bir hikaye değil”

Daha önceki Şiddet Döngüsü araştırmaları kısa süreli ve kıymetli birkaç katılımcıyla gerçekleştirilmişti ve araştırmacılar anketlerini ve bire bir görüşmelerini güçlendirecek resmi kayıtlara nadiren ulaşabilmişlerdi. Özensiz metodoloji kuşakları aslında şu ana kadar kaç tane istismarcı ebeveynin çocukken istismara uğradığı hakkında hiç bir fikrimiz olmadığı  anlamına geliyor. (Tahminler şu anda %7 ile %70 aralığında)

Bununla birlikte, Widom 1989 yılında yüzlerce istismar mağduru ile görüştü ve bu çocukların yarısını yetişkinliğe geçtikleri ve nihayetinde aile kurdukları otuz yıl boyunca takip etti. Widom’un deneklerinin büyük bir kısmı şimdi 50’lerine merdiven dayıyor, onların çocuklarının çoğu da 20’li yaşlarının başındalar. Bu mağdurların istismarcı birer ebeveyne dönüşüp dönüşmediklerini anlayabilmek için Widom ve takımı Amerika Çocuk Koruma Hizmetleri Kurumu’ndaki mahkeme kayıtlarını ve belgelerini incelediler ve çocuklar ile ebeveynleriyle yaklaşık 1.500 görüşme gerçekleştirdiler.

Widom’un elde ettiği sonuçlar beklenmedik bir yöne işaret ediyor. İstismar mağdurları ihmal ve cinsel istismarda bulunmaya daha yatkın görünüyorlar, ancak kendi çocuklarını fiziksel olarak istismar etme olasılıkları toplum geneline kıyasla daha yüksek değil. “Bu çok şaşırtıcı bir sonuç” diyor Widom. “Fiziksel istismar açısından bir risk artışı görünmüyor”

Bulgular gösteriyor ki İstismar Döngüsü kaçınılmaz değildir, kendi ailelerini başlatmaktan sakınan mağdurlar için bu sonuç biraz rahatlatıcı bir etki sağlayabilir.

Bununla birlikte bu çalışmanın potansiyel kısıtları mevcut. Duke Üniversitesi’den psikolog Kenneth Dodge, Science Dergisi’ne fiziksel istismar istatistiklerinin takibinin özellikle zor olduğunu söylemiştir. Dodge fiziksel istismar rakamlarının daha düşük olabileceğini, bunun nedeninin de –işaret ve yara izlerinin olmadığı durumlarda- ihmalkarlığın mahkemede kanıtlanmasının daha kolay olduğunu, Çocuk Koruma Hizmetleri’nin, çocukları güvende tutmak için ihmal iddialarını genellikle daha az evrak işiyle dosyaladıklarını belirtiyor.

 

Yazının İngilizce Orjinali

Yazar: Joshua A. Krisch

Yeşil Gazete için çeviren: Evrim Şahin

(Yeşil Gazete, Vocativ)