Ana Sayfa Blog Sayfa 3631

İsyanın bağrı yeşil, adı direniş – Güven Gürkan Öztan

İktidar kompozisyonları ve erken seçim senaryolarının tartışıldığı şu günlerde halkların “yeşil yol” adı verilen doğa katliamı projesine karşı yürüttükleri isyan gerçek gündemimize geri dönmemizi sağladı. AKP, 7 Haziran’dan bu yana tıpkı daha öncesinde olduğu gibi büyük bir iştahla kadrolaşmaya, rant yaratıp dağıtmaya ve bu uğurda “mega projeleri” uygulamaya koymaya devam ediyor. Çamlıhemşin’den yükselen ve yılların birikimini arkasına alan isyan, iktidarın hoyrat kıyıcılığının rafa kalkmadığını ve AKP’li olası bir iktidar formülünün bu katliamlara dur demeye yetmeyeceğini bir kez daha hatırlattı. İktidarın senaryosunun birer figüranına dönüşmüş mülki amirlere ve kolluk kuvvetlerine “halkım ben” diyerek isyan eden o güçlü kadının sesinin ardında koskocaman bir zulme başkaldırış tarihi var. Direnişin yankıları da umut veriyor. CHP hem mecliste hem sahada, ÖDP doğrudan direnişin içinde yer alırken çevreci ve sol grupların, sivil toplumun desteği sürüyor.

AKP’nin özellikle 2009’dan bu yana izlediği enerji, ulaşım ve madencilik alanlarını kapsayan siyaset, doğa üzerindeki neoliberal talanın halkların yaşam alanlarını ortadan kaldıracak kadar sistematik bir projeye dönüştüğünün kanıtı. Doğayı insan yaşamının dışında ve ekonominin hizmetinde gören, hızlı kalkınma ve rant uğruna tabiatın tahrip edilmesine cevaz veren, şehirlere yapılan kozmetik makyajlarla doğa yıkımlarının üzerini örtmeye çalışan AKP, ülkenin farklı coğrafyalarında farklı amaçlarla hareket ediyor. Kimi zaman “yeşil yol” projesinde olduğu gibi çarpık bir turizm kavrayışından yola çıkarak inşaat, maden sektörüne alan açıyor kimi zaman da Güneydoğu ve Doğu Anadolu’nun büyük bir bölümünde olduğu üzere güvenlik siyasetini enerji politikalarıyla gizliyor ya da her ikisini birleştiriyor.

GAP’tan bugünün HES’lerine

Devletin doğaya kapsamlı bir biçimde müdahale etmesi 1980’lerin başlarına kadar uzanır. GAP, tam teşekkülü bir müdahale örneği olarak Türkiye’nin hızlı kalkınma hayallerinin parlak ambalajlı mucize formülü olarak sunulmuştu. 1980’lerde hâlâ çocuk olan bizim kuşağın kapsamını bilmese de adını sürekli işittiği GAP, Türkiye’yi “muasır medeniyetler seviyesine” ulaştıracaktı. O günlerde Türkiye halkları GAP’ın sadece mega bir enerji projesi değil aynı zamanda bir dış politika enstrümanı olduğunu çok da fark etmemişti. Özal’ın, Demirel’in Türkiye’si, Ortadoğu’da sözü dinlenir bir aktör olmak adına su ve enerji rejimini düzenlemeyi kendinde hak olarak görüyor; sınır aşan sular üzerinde komşulara danışmaksızın hareket ediyordu. 1980’ler ve 1990’ların başlarında büyük umutlarla barajlar yapıldı. Coğrafyada yıkıcı değişim yaratan projelerin doğaya maliyetini hesap eden ise yoktu. Toplumsal muhalefetin çabaları sonucunda 1997’de ÇED süreci başladı ama hiçbir zaman sağlıklı yürütülemedi.

Karadeniz ve Kürt illeri

1990’ların sonlarında hem maden ocaklarına verilen usulsüz çalışma izinlerine hem de HES’lere karşı mücadelede vites yükseldi. AKP döneminde ise tepkileri bypass edecek yeni yöntemler gündeme geldi. 2004’te özel şirketler nehirlerde HES kurmak için lisans başvurusu yapma olanağına sahip olduktan hemen sonra, 2005 ile 2007 arasında çok sayıda akarsu HES yapımı için çeşitli şirketlere özelleştirme kapsamında satıldı. İnşaat firmaları ile enerji sektörü arasında yeni ilişkiler tesis edildi. Son on yılın rakamlarına bakıldığında AKP devrinde en çok baraj ve HES projesinin Karadeniz’de olduğunu görüyoruz. Trabzon, Artvin ve Giresun başı çekiyor. Bu elbette rastlantı değil. Karadeniz gibi dağlık bir bölgede madenlerin sömürülmesi için gerekli altyapı çoğu zaman HES’ler sayesinde mümkün olabiliyor. HES’ler madenleri, madenler de asfalt yolları beraberinde getiriyor. Bunun sonucunda meralar parçalanıyor, biyolojik çeşitlilik zarar görüyor. Yollarla birlikte gelişen imar faaliyeti, yapılaşmayı arttırarak ekolojik dokuya tehdit oluşturuyor. Karadeniz halkları, daha önce başka bölgelerde tecrübe edilen bu yıkıma dur diyerek aslında sadece ranta karşı çıkmıyorlar bir yaşam felsefesini, ekolojik çevre ile insan bütünlüğünü de koruyorlar.

HES’lerin yoğun olarak inşa edildiği diğer bir bölge Kürt illeri, özellikle de sınır bölgeleri. KCK geçenlerde bölgedeki barajların durdurulması için “gerilla güçleri dâhil tüm imkânlarını” seferber edeceğini açıkladı. Bu tartışma basit bir ateşkesin sonu mu tartışmasından öte. AKP hükümeti Irak sınırında “güvenlik” sağlama adına baraj yapmaya başladı. Elbette daha önce de bölgede benzer amaçlarla barajlar inşa ediliyordu ancak projenin adını koymak AKP’ye nasip oldu! AKP, Kürtlerin yoğun olduğu coğrafyayı barajlarla parçalıyor ve halkaların iletişim kanallarını kesiyor. Bazı bölgelerde baraj yapımı dolayısıyla evini terk etmek zorunda kalanlar mecburen şehirlere yöneliyor; üretim süreçlerindeki rolleri zorunlu biçimde değişiyor. ‘Çözüm Süreci’nde bilhassa da 2013’ten bu yana, baraj yapımı girişimlerinin arttığını gözlemlemek mümkün. Gerillanın geri çekilmesine paralel olarak inşaat projeleri hız kazandı. Şu anda Siirt, Hakkâri, Van, Bitlis gibi illerde yapımı devam eden baraj projeleri var. Fizibilite ve lisans aşamasında olan proje sayısı ise dudak uçuklatıcı cinsten. Ayrıca HES ve baraj yapımı karşı bölgedeki direnişi kırmak adına baraj korumakla görevi köy korucusu istihdam etme girişimlerinin ilk örneklerine de Elazığ ve Bingöl’de rastladık. Bu sayede devlet istihdam yaratarak rıza devşirme peşinde.

Soma’dan Çamlıhemşin’e

AKP’nin mihmandarlığında Türkiye geri dönülemez bir ekolojik felakete doğru adım adım yaklaşıyor. İktidar, yerel rant çeteleri ile büyük sermayedarlar arasındaki ilişkileri organize ederek herkesin kendi sıkletine göre kazançlı çıktığı fakat halkların kaybettiği bir oyun kuruyor. “Güçlü devlet” için daha fazla enerjiye ihtiyaç olduğuna ve bunun elde edilmesi için her yolun mübah görülmesi gerektiğine dair olgusal gerçeklikten tamamen uzak bir söylemin PR’ı medyada, iş dünyasında ve siyaset çevrelerinde ustalıkla yürütülüyor. Buna karşı direnen halkların sesi ise “yüksek siyasetin” hengâmesinde her zaman işitilmiyor. Bugün ülkenin farklı bölgelerine dağılmış halkların doğa direnişini birleştirme imkânımız doğdu. Gezi ile Soma, Hakkâri ile Çamlıhemşin hiç olmadığı kadar birbirine yakın. Yerel direnişleri yerelliklerine ve kendi özgül gündemlerine halel getirmeksizin ortaklaştırmak politik bir mühendislik işi değil aksine ona karşı siyasete içkin olan birlikte eyleme kararlılığının bir gereği.

Güven Gürkan Öztan – Birgün

Gübre cezası hayvancılık işletmelerinin kabusu olacak… – Ali Ekber Yıldırım

Daha önce de yazdığımız gibi, tarımda dünyanın 7. büyük ekonomisi ve Avrupa’nın lideri olmakla övünen Türkiye’de çiftçilik yapmak her geçen gün olanaksız hale getiriliyor. Bu ülkede üretmezseniz, ithalat yaparsanız ödüllendirilirsiniz. Üretim yaparsanız mutlaka cezalandırılırsınız.

En büyük ceza, dünyanın en pahallı mazotu ile üretim yapmak değil mi?

Yüksek girdi fiyatları ile üretim yapan çiftçi doğrudan ve toptan cezalandırılıyor.

Ayrıca günlük uygulamalar, yasal düzenlemelerle çiftçi cezalandırılıyor.

Elazığ’da bir hayvancılık işletmesine kesilen 46 bin 501 liralık gübre cezası hayvancılık yapan herkesin kabusu olacak nitelikte.

42Elazığ’dan okurumuz Levent Yiğit aradı. Hayvancılık işletmesinden çıkan gübreyi kendi tarlasına döktüğü için çevreyi kirletmekten 46 bin 501 lira idari para cezası kesildiğini söyledi.

Nasıl olur? diye sormaya fırsat vermeden canı yanmış biri olarak başladı anlatmaya;

“Elazığ’ın Sarıçubuk Köyü’nde 5 yıldan bu yana hayvancılık yapıyoruz.İnsanlarımızın sıfır yaşından ölene kadar tüketmesi gereken süt ve süt ürünleri, et ve et ürünleri üreterek ülkemizi yönetecek sağlıklı nesillerin yetişmesine destek oluyoruz.

İşletmemiz Elazığ Belediyesi’nin Çöp Transfer İstasyonu’nun yanında. Çiftlikten çıkan hayvan gübrelerini etrafımızdaki kendi tarlalarımıza döküyoruz. Mevsimi gelince tarlaları sürüp havalandırıyor ve ekim yaparak ekolojik dengeyi koruyarak, doğal yollardan arpa, buğday ve hayvan yemi üretiyoruz. Dünyanın her yerinde insanlar bu yöntemle gübreleri değerlendiriyor, ülke tarım ve hayvancılığına katkı sağlıyor.

Bizim yaptığımız da farklı bir şey değil. Fakat, geçen ay Elazığ Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü, hayvan gübresini tarlamıza döküyoruz diye bize 46 bin 501 lira “çevreyi kirletme” cezası kesti.

Hayvan gübresi zararlı bir madde değildir. Zararlı olsaydı evlerimizin altında ahırlar olmaz, hayvanlar beslenmezdi. Hayvan gübresi yıllarca oturduğumuz kerpiç evlerde tuğla yerine kullanıldı.Evde yakacak olarak kullanılır. Sebze-meyve yetiştiriciliğinde doğal gübre olarak kullanılıyor.

Biz bu işletmeyi kurmadan önce yer seçim raporu aldık. Yaklaşık 15 kurumdan olumlu görüş aldık.Tarımsal Yapı Projeksiyonu ile gerekli yapı ruhsatı,yapı kullanım izin belgesi aldık. Yasal prosedürlerin tamamını yerine getirdik. Bize izin verildi. Hayvanlarımızı aldık, yatırımımızı tamamladık. Tam 5 yıldır biz hayvancılık yapıyoruz. Bize husumeti olan birinin şikayeti üzerine, şimdi deniliyor ki hayvanlarınızdan gübre çıkıyor ve çevreyi kirletiyorsunuz. İşletmemiz kentin çöp transfer istasyonunun yanında. Bize bu ceza kesiliyorsa Elazığ’da,Türkiye’de hayvancılık yapan her işletmeye aynı cezanın kesilmesi gerekir. Bu şekilde ülkede hayvancılık yapmak mümkün değil.

Ayrıca,bu cezayı ödeyecek bir durumumuz söz konusu değil. Böyle bir cezanın anlamı sen bu işletmeyi kapat git ve bu işi yapma demektir. Ben her gün sabahın 5’inde kalkıp gece yarılarına kadar hayvan bakıcılığı yapıyorum. Cezayı ödeyecek kadar para kazanamıyorum. Nasıl öderim? Hayvancılık bu kadar karlı bir iş değil.”

Elazığ Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’nden 67989362.115 Sayılı ve 18.06. 2015 tarihli İdari Para Cezası Tebligatı şöyle:

******
T.C.
Elazığ Valiliği
Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü
2872 Sayılı Çevre Kanununun “Kirletme Yasağı” başlıklı 8. maddesinde “Her türlü atık ve artığı, çevreye zarar verecek şekilde, ilgili yönetmeliklerde belirlenen standartlara ve yöntemlere aykırı olarak doğrudan ve dolaylı biçimde alıcı ortama vermek,depolamak, taşımak, uzaklaştırmak ve benzeri faaliyetlerde bulunmak yasaktır.” hükmü bulunmaktadır.
Bu çerçevede süt inekçiliği tesisinden kaynaklanan hayvan gübrelerinin ilgili kanun ve yönetmeliklere aykırı biçimde alıcı ortama vererek çevre kirliliğine sebep olan Yiğit-Al Teks.Tur.Tar,Hayv,İnş.San.Tic.Ltd.Şti’ye 2872 Sayılı Çevre Kanunun 8. Maddesini ihlal ettiği gerekçesiyle, 5491 Sayılı yasa ile değişik 20.maddesi(j) bendi gereğince 46.501 TL (Kırkaltıbinbeşyüzbirtürklirası) idari para cezası uygulanmıştır.
İdari Para Cezasının yaımızın tebliğ tarihinden itibaren 30(otuz) gün içerişsinde Elazığ Defterdarlık Muhasebe Müdürlüğüne ödenmesi,ödemenin belirlenen süre içerisinde yapılması haline ceza tutarının 3/4’ün tahsil edileceği,ödemenin yapılması halinde ödeme dekontunun bir nüshasının Müdürlüğümüze gönderilmesi gerekmektedir.
Kararın tebliğinden itibaren 30 gün içerisinde İdare Mahkemesine itirazda bulunabilir.İtiraz başvurusu,uygulanan İdari Para Cezasının yerine getirilmesini durdurmaz.
Gereğini rica ederim.
Abdülkadir Kandemir
Çevre ve Şehircilik İl Müdürü

*****

Elazığ’da 150 baş hayvanı olan bir işletmeye kesilen 46 bin 501 liralık ceza hayvancılık yapanların kabusu olacak nitelikte. Ülkenin herhangi bir yerinde ister 2 ineği olsun, isterse 10 bin baş hayvanı olsun hayvancılık yapan herkesin böyle bir cezaya maruz kalması an meselesi.Yıllarca büyük kentte yaşamış ve emekliliğinde köyüne dönen birisinin “çevreyi kirletiyor, koku oluyor” diye şikayet etmesi böyle bir cezanın kesilmesi için yeterli sebep olarak kabul edilebilir.

Özetle, gerekli önlemler alınmaz ve yasal düzenlemeler yapılmazsa bu ülkede hayvancılık yapılamaz.

Bu yazı tarimdunyasi.net/ den alınmıştır

41 Ali Ekber Yıldırım

 

Ali Ekber Yıldırım

Tarım hızla kan kaybediyor: 600 bin çiftçi üretimden çekildi!

Türkiye’nin son 10 yıllık tarım karnesi karamsar bir tablo ortaya koyuyor. Son 10 yılda Türkiye’de çiftçi 27 milyon dekar tarım arazisini ekmekten vazgeçti. 600 bin çiftçi üretimden çekildi. Aynı dönemde 14 milyon hektar buğday ekim alanı daraldı. Son 3 yılda ise patates ekim alanları 600 bin dönüm azaldı.

40

Bugün gazetesinden Nesrullah Sonay ve Sezen Ünüvar’ın haberine göre, Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul (ZMO) Şube Başkanı Ahmet Atalık, Türkiye’de tarımın geldiği noktayla ilgili çarpıcı açıklamalar yaptı. TÜİK verilerinden yola çıkarak değerlendirmede bulunan Atalık, şu vurguyu yaptı, “Resmi verilere göre son 10 yılda Türkiye’de, çiftçi 27 milyon dekar tarım arazisini ekmekten vazgeçti.”

“Bu Ermenistan veya Arnavutluk’un yüzölçümlerine eşit” diyen Atalık, “Aynı süreçte temel besinimiz 14 milyon hektar buğday ekim alanı daraldı. Son 3 yılda patates ekim alanları 1 milyon 800 bin dönümden 1 milyon 200 bine düştü. Üretim de 1 milyon ton düştü. Yine çiftçi sayısı 2 milyon 800 binden 2 milyon 200 bine düştü” şeklinde konuştu.

Bu durumun en önemli nedeninin, çiftçinin yeteri kadar örgütlenmemesi olduğunu kaydeden Atalık, “Örgütlenme ülkemizde yüzde 13’lerde. Bu oran Avrupa Birliği’nin tarımla uğraşan ülkelerinde yüzde 90’ın üzerinde” dedi. Örgütlenmenin sonuçlarını daha ucuz girdi, daha düşük maliyet olarak ifade eden Atalık, şunları anlattı, “Böylece üretici refah düzeyinde tatmin edici bir ücret alırken tüketici de çok daha ucuza bu ürünlere ulaşıyor. Yani ülkemizde kooperatif yapılanma olmadığından kaynaklı aracılar denen bir sistem doğmuş vaziyette. Bunun en büyük etkisini yaşayacak olan fiyat yüksekliği şeklinde yine tüketicidir.”

ZMO İstanbul Şube Başkanı Atalık, AB ülkelerinde bütçenin yüzde 45’inin tarım desteklerine ayrıldığını belirtti. “Çünkü onlar dünya savaşlarında açlığın ne demek olduğunu gördüler” diyen Atalık, Türkiye’de bu oranın yüzde 2 olduğunu öne sürdü.

Gıda güvenliğiyle ilgili şartların mutlaka yerine getirilmesi gerektiğini ifade eden Süt Kooperatifi’nin Başkanı  Mahmut Eskiyörük, bu sorunu aşmak için çözüm de önerdi: “Soğuk zincir uygulamasının bize litrede 2 kuruş maliyeti var. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı 2004 yılında kaldırdığı teknik destek primini tekrar vermeli. Aksi halde biz haksız rekabete uğruyoruz, halk sağlığı da hiçe sayılıyor.”

(Tarımdan Haber.com, Bugün)

 

Çilem Karabulut: O silah patlamasa ordan sağ çıkmayacaktım – Sevil Aracı

çilem karabulutTüm kadınlara bir selam getirdik. Kadın katliamlarının arasında, ölmekten son anda kurtulabilen bir kadından. Çilesi belki de yaşadığı bu son trajedi ile dolacak olan bir kadından. Çilem Karabulut’tan.
“Hep kadınlar mı ölecek, biraz da erkekler ölsün” olmuştu bizi ona bağlayan sözleri. Her gün beş kadının ölüm haberini aldığımız bu coğrafyada tüm kadınlar adına bir isyanı haykırmıştı sanki Çilem.
Sonu Nevin gibi olmasın diye, bir an önce destek olalım istemiştik Adana Kadın Platformundan arkadaşlarla. Platformun avukatları olarak Songül Yıldız ve Fatoş Hacıvelioğlu ile birlikte salı günü ziyaretine gittik Çilem’in.

Çilem bizi nasıl karşılayacak acaba diye kaygılanıyorduk. Görüşme odasına ilk girdiğimizde sıcacık gülümsemesi ile karşıladı bizi. Yıllardır görüşmemiş dostlar gibi sarıldık birbirimize. Sonuçta o 2015 yılının 150. kadın cinayeti kurbanı olmaktan son anda kurtulmuştu.

2.5 YILLIK EVLİLİĞİMDE BİR TATLI EKMEK YEMEDİM

İlk söylediği şey, içerdeki diğer kadınlarla birlikte Adana Kadın Platformuna bir mektup yazdıkları oldu. “Hapisteki kadınlar hep erkek kurbanı olmuşlar” diyor.

Sonra nasıl ölmemek için öldürmek zorunda kaldığını anlattı bize. Hikayesi öyle tanıdıktı ki. “2.5 yıllık evliliğimde bir tatlı ekmek yemedim” diye özetledi yaşadıklarını.

TÜM KARAKOLLAR ŞİDDETE TANIK

Daha evliliğinin 28. gününde başlamış şiddet. “Hafif” diye tabir ettiği dayaklarda değilse de, ağır dayakların hepsinde şikayetçi olmuş. Saydığı şiddet vakalarını biz not etmekte zorlandık. Şehrin nerdeyse tüm karakollarında kaydı olduğunu anlatıyor.

Yaşadığı şiddete şahit olarak gebeliğini takip eden doktoru gösteriyor. Hamileyken bile defalarca dayak yedim, nerdeyse her kontrole yaralı gittim diye anlatıyor.

“Şikayet ediyordun, peki sonra ne oluyordu, ceza almıyor muydu?” diye sorduğumuzda, “Ne gezer” diyor. En fazla üç gün yatıp denetimli serbestlik ile çıkıyormuş, bir de e-devlet üzerinden davalarını takip ediyormuş adam, duruşmaya yakın tarihlerde biraz duruluyormuş şiddeti.

Boşanmak istemiş, dava da açmış aslında ama eşi bu kez de onu ailesine, kardeşine zarar vermekle tehdit etmiş, mecbur kalmış davasını geri çekmeye.

Eşinin hep yasa dışı işlerle uğraştığını, tefecilik yaptığını anlatıyor. 15 gün önce bu işlerden dolayı eşi hakkında şikayette bulunmuş, emniyet sen biraz daha izle, bize bilgi ver demiş. Yine de korumamışlar Çilem’i.

“Özgecan öldüğünde çok içim yandı” diyor. Hatta Özgecan’ın bir resmini balkonuna asmış. Kocası “Sen bu kim biliyor musun? O..u bu, mini etekliymiş” demiş ve resmi indirmiş.

Bize evliliğini yürütmeye çok çabaladığını anlattı. “Her şeyim düzenlidir, tertemizdir. Keşke evim mühürlü olmasa da gidip görseniz, titizlik hastası bile oldum bu adam için, yine de yaranamadım” diyor.

‘HALEN ONU ARKAMDA HİSSEDİYORUM’

Olay gününü anlatıyor sonra:

“Bana ‘bavullarını hazırla, Antalya’ya gideceğiz, orda fuhuş yapacaksın’ dedi. İtiraz edince vurdu, düşürdü. Ondan kurtulmaya, ayağa kalkmaya çalışırken elim tutunduğum yatakta, yastığın altındaki demire değdi. O anda silahı nasıl aldım, nasıl vurdum hatırlamıyorum. O silah o anda patlamasaydı, kesinlikle ben oradan sağ çıkamayacaktım. Ben aslında onun yaralandığını, öldüğünü bile anlamadım. Halen arkamdan geldiğini sanıyordum, korkumdan kapıyı üzerine kilitleyip kızımı alıp kaçtım. Öldüğünü öğrenince kendim gidip teslim oldum.”

Olaydan sonra psikolojisi altüst olmuş, uyurken gözlerinin açık kaldığını söylüyormuş koğuş arkadaşları. “Halen onu arkamda hissediyorum” diyerek anlatıyor ruh halini.

‘KADIN HAKLARINI SAVUNACAĞIM’

Son olarak cezaevinden çıkınca ne yapacağını soruyoruz Çilem’e. “Hep dört duvar arasında kalacak olsam da bundan sonra kadınlar için mücadele edeceğim. Çıkarsam gerekirse şehir şehir dolaşacağım, kadın haklarını savunacağım” diyor.

En çok kızı için endişeleniyor, üzülüyor Çilem. “O daha çok küçük, anne ilgisine, şefkatine muhtaç ama cezaevi koşulları çok kötü, onu buraya alamam” diyor.

Sonra o çok konuşulan el işaretini ve tişörtünü soruyoruz Çilem’e. “Kesinlikle planlı bir şey değil” diyor. Tam kapıdan çıkarlarken babası seslenmiş, o da babasına, merak etmeyin, iyiyim anlamında yapmış o işareti.

Tişörtün hikayesi ise oldukça ilginç. Teslim olduğunda üzerinde bulunan kıyafetler kirlendiği için annesinden giyecek bir şeyler getirmesini istemiş. Evi mühürlü olduğundan annesi rasgele girdiği bir mağazadan bir anda alıp çıkmış tişörtü. Annesi de, kendisi de İngilizce bilmiyor. Hatta annesine, “Niye doğru dürüst bir gömlek falan almadın, 5 liralık tişörtle mi çıkayım mahkemeye” demiş. Polisler tişörtüne bakıp konuşuyorlarmış kendi aralarında, bir gariplik olduğunu sezmiş ama anlamamış. Cezaevine girdiğinde koğuş arkadaşları ile İngilizce sözlükten bakıp anlamını çıkarmaya çalışmışlar ama çok da çözememişler. Biz tam anlamını söyleyince gözleri büyüdü Çilem’in. Sonra “Yemin ederim bilmiyordum, vereyim o tişörtü götürün, kurtulayım ondan” dedi. Biraz da tişörte yüklenen anlamlardan rahatsız olmuş haliyle. Cezaevinde emanete bakan görevlinin çıkmış olması nedeni ile alamadık tişörtü ama ilk ziyaretimizde alıp kadın kütüphanesine ulaştırmayı düşünüyoruz.

Çilem’in tesadüfen giydiği tişörtün sloganı şiddet dolu geçmişi geride bırakıp şiddetten uzak bir dünya kurmak isteyen tüm kadınların sloganı olmalı aslında; Sevgili gelecek biz hazırız

Sevil ARACI
(Adana Kadın Platformu) www.evrensel.net

Diyarbakır’ın Kulp ilçesinde bin dönümlük ormanlık alan yangında yok oldu

Diyarbakır’ın Kulp ilçesinde meydana gelen yangında bin hektar alan hasar gördü. Ormanlık alanda çıkan yangınlara müdahalede zorlanan itfaiye ekiplerine, bölge halkı da yardım etti.

38

Diyarbakır-Lice karayolunda bulunan Duru köyü yakınlarında çıkan yangında itfaiye araçlarının giremediği engebeli arazideki yangını çevredeki vatandaşlar kendi imkanı ile söndürdü. Edinilen bilgilere göre yangının çıkış noktası Duru köyü yakınlarında bulunan Duru Jandarma Karakolu yakınları. Pazar günü (19 Temmuz) Saat 17.00 sularında henüz belirlenemeyen bir nedenden dolayı yangın çıktı. Kısa sürede rüzgarın da etkisi ile büyüyen alevler, ekili alanın ardından ormanlık alana sıçradı.

Çevredekilerin haber vermesi ile olay yerine Lice, Hani ve Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ne ait itfaiye ve Orman İşletme Müdürlüğü ekipleri sevk edildi. Yol kenarında bulunan yangına müdahale eden ekipler, engebeli araziye giremedi. Olayın duyulması üzerine bölgeye çevreden çok sayıda vatandaş geldi.

Ellerine kazma kürek alarak engebeli araziye giren vatandaşlar yaklaşık 7 saatlik bir çalışmanın ardından hendekler kazarak yangını söndürmeyi başardı. Yangının ile birlikte olay yerine gelen Lice Belediye Eşbaşkanı Rezan Zuğurli ile merkez Yenişehir İlçe Belediye Eşbaşkanı Selim Kurbanoğlu, çalışmaları yerinde inceledi.

Olay yerinde gazetecilere açıklamalarda bulunan Lice Belediye Eşbaşkanı Zuğurli, yangın nedeniyle yaklaşık bin dönümlük alanın zarar gördüğünü söyledi. Ormanlık alandaki yangına ekiplerin müdahale etmekte zorlandığını ifade eden Zuğurli, yüzlerce vatandaşın da destek verdiği söndürme çalışmalarına itfaiye ve Orman İşletme Müdürlüğü ekiplerinin de katıldığını ancak bölgenin şartları nedeniyle müdahalede zorlanıldığını kaydetti.

Olayla ilgili geniş çapta soruşturma başlatıldı.

 

(Hürriyet)

Diyarbakır yanıyor: Lice ve Kulp ilçelerinde eş zamanlı yangın

Diyarbakır’ın Kulp ve Lice ilçelerinde çıkan yangınlara müdahale etmekte zorlanan belediye başkanları, acil yardım çağrısında bulundu. Kulp İlçesi’ne bağlı Barın köyünde meydana gelen büyük çaplı yangının ardından, Lice İlçesi’ne bağlı Angul (Duru) bölgesinde de yangın çıktı.

Foto: Mezopotamya Haber Ajansı
Foto: Mezopotamya Haber Ajansı

T24’den Veysi Polat’ın haberine göre Lice’nin Angul bölgesindeki Duru Jandarma Karakolu yakınlarında, anız yakımı sırasında çıkan yangının kontrolden çıkması sonucunda başlayan yangının tehdit ettiği evler boşaltıldı. Belediye araçları, merkeze 12 km mesafede bulunan bölgeye müdahale etti ancak yetersiz kaldı. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi tarafından gönderilen araçlar ve Jandarma’ya ait TOMA’larla yangına müdahale edilmeye çalışılıyor.

Foto: Bestanuce
Foto: Bestanuce

Meşe ağaçlarının çok fazla olduğu dağlık bölgedeki yangın, yoğun rüzgarın etkisiyle hızla yayılıyor. Grisipi bölgesine ulaşan yangınla ilgili olarak, Lice Belediye Başkanı Rezan Durlu, acil yardım çağrısı yaptı.

Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi, bünyesindeki bütün araçları bölgeye yönlendirirken, yangının olduğu alana yakın olan Bingöl Belediyesi’nden de yardım istendi. HDP’li milletvekillerinin de bölgeye hareket ettiği öğrenildi.

 

(T24)

[Özel Haber] Akkuyu yangınını bölgede bulunan Mersin NKP üyesi Ful Uğurhan’a sorduk

Mersin’in Gülnar ilçesi Koçaşlı Mahallesi civarında Akkuyu Nükleer Santral inşaatının çok yakınındaki Kızılçam Ormanı’nda bu sabah 06:30 sıralarında başlayan orman yangını öğleden sonra kontrol altına alınabildi. Mersin NKP (Nükleer Karşıtı Platform) yürütme kurulu üyesi ve Mersin Tabip Odası Başkanı Ful Uğurhan‘ı  Akkuyu’dan dönüş yolunda yakaladık ve Yeşil Gazete için bugün Akkuyu’da yaşananları ilk ağızdan öğrendik.

Mersin NKP yürütmöe kurulu üyesi ve Mersin Tabip Odası Başkanı Ful Uğurhan
Mersin NKP yürütmöe kurulu üyesi ve Mersin Tabip Odası Başkanı Ful Uğurhan

Kendisine 21:35’te telefonla ulaştığımızda Mersin’e dönüş yolunda olduklarını ileten Ful Uğurhan, yangınla ilgili bilgi alabilmek adına Mersin NKP’den Dönem sözcüsü Gazi Düz, Mersin Barosu’ndan Sevim Küçük, Mersin NKP internet sorumlusu Yusuf Üçay ve kendilerine Bozyazı’dan katılan Bengisu Muazzez Kurtuluş ile birlikte bölgeye ulaştıklarını kaydetti.

Koçaşlı Halkı, Antalya – Mersin yolunu trafiğe kapattı

Öğlen 12:00 sıralarında Akkuyu’da büyük bir yangın çıktığı haberini aldıklarını ve hemen yola çıktıklarını kaydeden Ful Uğurhan, saat 16:00’da bölgeye vardıklarında Koçaşlı Mahallesi sakinlerinin Antalya – Mersin otoyolunu yangın söndürme işlemindeki yanlış tutumu protesto etmek adına trafiğe kapattıklarını öğrendiklerini söyledi.

Yangının en çok zarar verdiği Koçaşlı halkı protesto için Antalya - Mesin yolunu bir süre trafiğe kapattı
Yangının en çok zarar verdiği Koçaşlı halkı protesto için Antalya – Mesin yolunu bir süre trafiğe kapattı

“Yangın Koçaşlı Mahallesi yakınında çıktığı halde helikopterler ve yangın söndürme uçağı sadece Akkuyu Nükleer Santrali inşaatının bulunduğu bölgede faaliyette bulunmuş ve ondan sonra helikopterle durmuş ve uzun süre çalışma yapmamışlar. Bu durumda Koçaşlı’da yaşayan ve evleri yanan insanları isyan noktasına getirmiş” diyen Mersin NKP yürütme kurulu üyesi Ful Uğurhan, sabah yangın çıktığı anda asıl yanan bölgede çalışma yapılsa yangının bu kadar büyük bir tahribata yol açmadan kontrol altına alınabileceğini belirtti.

34

Koçaşlı Mezarlığı’ndaki pekçok ağaç kül oldu

Koçaşlı Mahallesi mezarlığındaki ağaçların pek çoğunun da yangında yok olduğunu dile getiren Uğurhan, “Ama neyseki nükleer santral faaliyette değildi. Eğer 2010’da ilgili bakanın yaptığı açıklamada olduğu gibi bu yıl ilk reaktör devreye girmiş olsaydı bu yangına müdahale etme imkanımız da bulunmayacaktı” dedi.

Koçaşlı Mezarlığında birçok ağaç yangında kül olduı
Koçaşlı Mezarlığında birçok ağaç yangında kül olduı

Bölge halkının yangınla ilgili bilgi almak için Koçaşlı’ya gelen siyasilere, özellikle de AKP milletvekillerine tepki gösterdiğini sözlerine ekleyen Ful Uğurhan, “Burada köylülerin bize talebi, “Lütfen bize önayak olun. Biz nükleer santral istemiyoruz” şeklinde oldu. Bu nükleer karşıtları olarak her zaman duymak istediğimiz bir şey. Bölge halkı da artık nükleeri kesin olarak istemediğini belirtiyor. 1 Ağustos’ta Mersin NKP olarak Akkuyu’da başlayacak yaz kampında Orman Bölge Müdürlüğü’nü de ziyaret ederek Koçaşlı Mezarlığını ağaçlandırma faaliyetimiz olacak” diye konuştu.

Yangından kaçmaya çalışan bir kaplumbağa
Yangından kaçmaya çalışan bir kaplumbağa

20 Temmuz Pazartesi NKP’den Basın Açıklaması

Yarın (20 Temmuz 2015 Pazartesi) 12:30’da Mersin Gazeteciler Cemiyeti’nde Mersin NKP olarak, Akkuyu Yangını ve yangını zamanında söndürememe skandalı ile ilgili bir basın açıklaması gerçekleştireceklerini kaydeden Uğurhan. Nükleer Santrale ne Mersin ne Sinop ne de Türkiye’nin herhangi bir yerinde müsaade etmeyeceklerini de sözlerine ekledi.

 

Fotoğraflar: Ful Uğurhan

Haber: Alper Tolga Akkuş

(Yeşil Gazete)

Bu yılki G20’nin devekuşu Türkiye mi ? – Pelin Cengiz

Biz Türkiye’de iklim değişikliğinin bir numaralı tekleyicisi sera gazlarını arttıran yeni kömür yatırımlarını, 3. köprü, 3. havalimanı gibi ulaşım projelerini konuşup her gün ormanları yok etmeye devam ederken, dünya sera gazı emisyonlarını azaltmanın arayışlarının peşinde.

Global Commission on Economy and Climate (Küresel Ekonomi ve İklim Komisyonu) tarafından bu ay başında “Yeni İklim Ekonomisi” başlığıyla bir rapor yayınlandı. Rapor, iklim değişikliğinin tehlikeli boyutlara ulaşmasını engellemek için mevcut sera gazı emisyonlarının azaltılmasına yönelik 10 ekonomik fırsat sunuyor.

Raporun dikkat çektiği birkaç tespit şöyle: “Kentlerde düşük karbon ekonomisine geçilmeli. Toplu taşıma, enerji verimliliği ve daha iyi atık yönetimi gibi konulara yatırım 2050’ye kadar 17 trilyon dolarlık tasarruf sağlayabilir. Hükümetler, kalkınma bankaları ve özel sektör, temiz enerjiye yatırım maliyetlerini düşürmek için beraber çalışmalı. 2030’a kadar gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde yıllık 1 trilyon dolarlık temiz enerji yatırımı, küresel düzeyde karbon emisyonları 5,5 ila 7,5 Gt (metrik ton) düzeyinde azaltabilir. Aynı zamanda bu yatırımlar, elektriğe erişimi kısıtlı olan 1,3 milyar insanın enerjiye ulaşmasını sağlayıp sürdürülebilir büyümeye ve kalkınmaya katkı sağlayabilir.”

Bu rapor, ekonomi ve ekoloji arasındaki en temel çelişkiyi gündemine alarak, hem ekonomik büyümenin sağlanabileceğini hem de tehlikeli boyutlara ulaşan sera gazı emisyonlarının azaltılabileceğini söylüyor. Küresel refah düzeyini hem de iklim dostu ekonomileri birarada yürütmek mümkün. Ancak, bunun için meselenin tüm tarafları hükümetler, kent yönetimleri, özel sektör kuruluşları ve yatırımcılar işbirliği içinde çalışmalı.

Raporun ortaya koyduğu ekonomik fırsatlar, 15-16 Kasım’da Türkiye’nin ev sahipliği yapacağı G20 Zirvesi’yle doğrudan ilişkili. G20 Zirvesi iklim değişikliği ve enerji verimliliği için kritik öneme sahip. Bahsettiğim bu raporda, G20’nin dünyanın önde gelen ülkeleri için aydınlatma, ulaşım ve üretim gibi alanlarda, enerji verimliliği standartlarını geliştirilmesinin dünya ekonomisi için önemine dikkat çekiliyor. Enerji verimliliğine yatırımın küresel düzeyde 2035’e kadar 18 trilyon dolarlık bir ekonomi yaratabileceği belirtiliyor.

G20’nin hemen ardından 30 Kasım- 11 Aralık’ta Paris’te toplanacak COP21 Zirvesi’nde (Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Sözleşmesi Taraflar Konferansı) gelecek dönemde dünyanın kaderini belirleyecek yeni bir iklim anlaşmasına imza atılması bekleniyor. COP21 Zirvesi’nde bağlayıcılığı olan, net hedefler içeren, gezegenin geleceğini koruyacak ve iklim adaletini sağlayacak bir sözleşmenin çıkması gerekiyor. COP21 öncesi dünyanın önde gelen liderlerini buluşturacak G20, bazı kararların alınması açısından kritik önemde.

Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’ın iklim değişikliği konusundaki danışmanı Nicolas Hulot’nun sözleri kaydadeğer: “Dünyadaki sera gazı emisyonlarının yüzde 70 ila 80’i G20’de yer alan 15 ülke tarafından yaratılıyor. G20, COP21’den 15 gün önce İstanbul’da toplanıyor, esas baskıyı burada yapmak lazım. Tek taraflı olarak bu 15 ülke COP21’in önünü açacak beş altı tane önemli karar alabilir. Bu önlemlerden en önemlisi bence oranı giderek yükselecek şekilde kömürün üzerindeki vergiyi arttırmaktır. Bu sayede daha az karbon emisyonu yaratan enerjilere geçiş sağlanabilir. Bu 15 ülke buna yönelebilirse diğerleri için de kaldıraç olur.”

Geçen yıl iklim değişikliğiyle ilgili sorunları gündemine almayan G20’nin ev sahibi Avustralya Başbakanı Tony Abbott ve diğer liderleri çevreciler, başlarını devekuşu gibi kuma sokarak protesto etmişti. İklim politikalarında herhangi bir varlık göstermeyen Türkiye’nin bu konudaki duruşu merak konusu. Türkiye’nin sera gazı azaltım stratejisi nedir, ulusal katkısı belirlendi mi, yeni bir iklim rejiminde enerji ve kentleşme başta olmak üzere son yıllara damgasını vuran ihtilaflar ortadayken pek çok bilinmeyen mevcut.

Pelin Cengiz – Taraf

Önce erkekler başlattı – Leyla Alp

Geçtiğimiz hafta gazeteler “hep kadınlar mı ölecek” diyen Çilem’i yazdı. Çilem üzerinden şiddet tartışması başladı. Hemen her gün üç kadının şiddet görüp öldüğü bir ülkede bir kadın bir adamı öldürdü diye şiddetin ne kadar kötü bir şey olduğu tartışıldı. Garipti… Dün gazetelere düşen başka bir haberle bu tartışma uzayacak gibi görünüyor. Çünkü bu kez de Adana’da bir kadın kendisine eziyet eden kocasını av tüfeğiyle öldürdü…

Herkes şaşkın… Kimse kadınların öldürmesine alışkın değil…

Erkekler Haziran’da 21 kadın öldürdü. Dokuz kadın ve kız çocuğuna tecavüz etti, 18 kadını seks işçiliği yapmaya zorladı, 25 kadını yaraladı, 16 kadın ve kız çocuğunu taciz etti. Ama iki kadının iki erkeği öldürmesi şiddeti tartışılır kılmaya başladı. “Ama onlar da katil”, “şiddetle bir şey çözülmez” , “bunu onaylamak aptallık” gibi başlayıp biten saptama ve değerlendirmelere karşı bir çift lafım var, lafımız var…

Bir; Hiç kimse insanların durup dururken öldürülmesini onaylayıp alkışlamıyor. Farkında mısınız bilmem ama iki kadın da kendilerine şiddet uygulayan erkekleri silahla öldürdü ve bu silahlar erkeklere aitti. Duyarlı ve vicdanlı olmaktan şiddet karşıtlığından bahsedecekseniz ilk sormanız gereken soru “bu erkeklerde bu silahların ne işi vardı?” olmalıydı.

İki; Hemen her gün üç kadın şiddet görürken şiddet sizi rahatsız etmiyordu şimdi iki kadın erkek öldürdü bundan mı rahatsız oldunuz? “Biz kadınların öldürülmesini de onaylamıyorduk ama…” diyecek olanlara cevabım: Yanıtınız aradaki “de” ekinde saklıdır. Onaylamıyordunuz ‘da’ ne yapıyordunuz mesela? “İyi olmuş” dememiş olmanız susmanızdan daha mı değerli? Yan komşunuz dayak yerken, yanı başınızda bir kadın taciz edilirken şiddetin destekçisi ve tüm günahların sebebiydiniz.

Şiddetin olmadığı bir dünya hayali sadece sizin tekelinizde değil. Ama eğer gerçekten böyle bir dünya istiyorsanız bunun için çaba harcamakla başlayabilirsiniz.

Devletin, yasaların, güvenlik güçlerinin, akrabaların, komşuların kadınları korumadığı yerde kadınlar kendilerini korumayı er ya da geç öğreneceklerdi ve öğreniyorlar… Orman kanunlarına geri döndüğümüz gibi bir kaygınız ve korkunuz olabilir ki bence de korkun çünkü biz korkuyoruz… Hem de yıllardır…

Yürümeyi konuşmayı öğrenir öğrenmez bize tanımadığınız insanlarla konuşmamayı, onlardan bir şey almamayı ve özellikle ‘kucaklarına’ oturmamayı tembihledi annelerimiz.

Hava karardığında iki kat yürümek pahasına özellikle aydınlık ve kalabalık yollardan yürümeyi öğrendik biz.

Apartman kapısını açarken sağa sola bakınmayı arkamızda kimse var mı diye kollamayı görev edindik.

Taksiye binerken plakasını en yakın arkadaşımıza mesaj atmayı zorunlu hale getirdik.

Bu ülkede kadınların önemli bir kısmı gece evine sağ salim varıp kapıyı açabildiği için, tacize, tecavüze uğramadığı ve en önemlisi nefes alabildiği için dua ediyor…

Evet artık kadınlar- da erkekleri öldürüyor… Evet kötü… Evet kimse kimseyi öldürmesin. Evet bu bir cinnet hali… Ama bizi siz delirttiniz…

12 yaşında kız çocuğuna mahkeme “rızası var”  kararı verildiğinde umudu kestik biz…

Bir kadın ve bir erkeği öpüşürken gördüğünüzde kopardığınız yaygarayı sokak ortasında bir kadın dayak yediğinde yapmadığınızda çıldırdık…

Eteğimizin boyuna, konuşmamıza, gülmemize karışırken yediğimiz dayaklara, öldürülmemize  sessiz kalmanıza öfkelendik…  “Ama”larınız “çünkü” leriniz ve suskunluğunuz delirtti bizi.

Bir şiddetten bahsediyorsak önce erkekler başlattı, komşular görmezden gelip destekledi, yargı “iyi hal” deyip korudu… Devlet desteğinde tacize, tecavüze uğradık ,öldük biz. Hem de çok öldük. Öyle böyle değil hem de… Küçük bedenlerimizi parçalara ayırıp çöp kutularına attılar, öldürüp tecavüz ettiler, boğdular, yaktılar, otuz yerimizden bıçakladılar…

Şimdi hiç bir şey olmamış ya da bunları ilk kez görüyor, şahit oluyormuş gibi davranmayın.

Önce erkekler başlattı ve biz çok öldük… Hala ölüyoruz.. Ve bir kadın öldürülmeyip öldürebildi diye seviniyoruz… Çünkü biz bunu nefsi müdafaa olarak görüyoruz. Evet bu bir cinnet halidir… Bir ay sadece bir ay içinde işlenen kadın cinayetlerinin ayrıntıları bile kalbi olan bir insanı delirtmeye yeter… Siz katil adayıyla yaşayın bakalım ne oluyor? Yastığının altına tabanca koyan bir adamla yaşamayı tahayyül edin…

Evet buna seviniyoruz sevinebiliyoruz. Çünkü yoksa o kadınlar ölecekti bunu biliyoruz. “Orman kanunu” dediğiniz şey bu ülkede yıllardır yaşanıyor. Buna “aptallık” ama “şiddet” diyebiliyorsanız bu da sizin sorununuz.  Ölü olmaktansa YAŞAMAK için ‘katil’ olmayı göze alan cesur kadınlar var…

Şimdi bu ‘hümanizminizi’ müsait bir yerde bırakın çünkü inecek var!

Evet bir savaşa hazırlanır gibi hazırlanıyoruz hayata ama önce erkekler başlattı… Çünkü hayatımızı korumaya çalışıyoruz. Ayakta ve hayatta kalmaya…

Kısassa kısas mı değil… Tüm kardeşlerimiz için adalet istiyoruz. Ya bizimle yan yana durup hesap sorun ya da Allah aşkına susun. Bi susun!

Leyla Alp – www.t24.com.tr

Orman yangını Akkuyu nükleer santrali inşaatına yaklaştı

Mersinakkuyu orman yangını’in Gülnar İlçesi’nde Akkuyu Nükleer Santrali’nin yapılacağı alan yakınındaki kızılçam ormanında sabah saatlerinde çıkan yangın kontrol altına alınmaya çalışılıyor.

Bölgede bulunan bir çok yerleşim yerinin de tehdit altında bulunduğu ve 200 kişinin yaşadığı Koçaşlı Mahallesinin boşaltıldığı öğrenildi.

Yangına Mersin Orman Bölge Müdürlüğü’ne bağlı 200 kişilik ekiple birlikte 5 yangın söndürme helikopteri ile 1 yangın söndürme uçağı ve 30 arazözle müdahale ediliyor.

Akkuyu Nükleer Santrali’nin yapılması halinde çıkacak benzer bir yangının ne gibi bir faciaya yol açacağı sorusu ise cevaplanmayı bekliyor.

CHP Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı yangın söndürme faaliyetleri sırasındaki gecikmelere dikkat çekerek
‘’Bir yangını söndüremeyenler, kontrol altına alamayanlar nükleer santral işletmeye çalışıyorlar. Bu korkunç bir durum’’diye konuştu.

Çevreciler yıllardır Akkuyu’da kurulması düşünülen nükleer santralin maruz kalacağı deprem, yangın, kaza gibi tehlikelere karşı oluşacak zararın büyüklüğüne işaret ederek yetkililere bu projeden sonsuza kadar vazgeçmeleri çağrısında bulunuyor.

(Yeşil Gazete)