Ana Sayfa Blog Sayfa 3605

Selahattin Demirtaş’tan Dağlıca açıklaması

HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Twitter hesabından Hakkari’nin Dağlıca bölgesinde PKK’lilerce düzenlenen bombalı saldırının ardından yaşanan çatışma ile ilgili açıklama yaptı.

4

Demirtaş “Öldürmenin gerekçesi olamaz, insanlarımızı ölüme sürmenin de. Her gün hepimizi kahreden ölüm haberleri kaderimiz de olamaz. Dün Dağlıca’da yitirdiğimiz kardeşlerimize, Cizre’de yitirdiğimiz küçük çocuklarımıza Allahtan rahmet, yakınlarına ve halkımıza başsağlığı diliyorum. Halkın yoksul çocuklarına sadece ölümü reva gören, annelerin barış düşüne kan sıçratan savaş politikalarına teslim olmayacağız.

Kin ve nefret kusmak yerine bu felaket tezgahından çıkışın yollarını hep birlikte bulmak zorundayız. Koşullar ne kadar zor olursa olsun Barış’ta ve kardeşlikte ısrar etmek dışında her yol bizleri insanlığımızdan uzaklaştırır, acılarımızı derinleştirir. Allah hepimize sabır ve akılla davranma dirayeti nasip etsin. Hepimizin başı sağ olsun” açıklamasında bulundu.

5

6

7

Selahattin Demirtaş’ın bütün yurtdışı programlarını iptal ederek bugün Türkiye’ye döneceği öğrenildi.

(Yeşil Gazete)

Cumhurbaşkanı’ndan Dağlıca yorumu, “400 milletvekili alınsaydı durum farklı olurdu”

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, katıldığı canlı yayında Dağlıca’daki terör saldırısıyla ilgili “Zırhlı araçlara mayınlı saldırı yapıldı” dedi. Erdoğan, “Genelkurmay Başkanımızın izahatları hakikaten üzücü. Temennim odur ki şu anda yapılacak açıklama ve onun ardından da tabi oradaki devam edecek olan mücadele çok daha farklı çok daha kararlı olacaktır. Hepimizin başı sağolsun. Milletimizin başı sağolsun, Allah sabırlar versin” dedi.

1

ATV ve A Haber’in ortak canlı yayınına katılan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Dağlıca’da meydana gelen terör saldırısıyla ilgili açıklamalarda bulundu.

Erdoğan, “Terör haberleri ve çatışma ortamına gerek Cumhurbaşkanlığı’ndan gerekse de siyasilerden gelen sert açıklamaların neden olduğu yönünde muhalefetin eleştirileri var. Hatta sizin bir metro açılışında söylediğiniz ‘400 vekil istiyorum’ sözünüzün bu çatışmalı ortama gelmesinde etkili olduğu söyleniyor. Bu konuda ne diyeceksiniz?” sorusuna şu yanıtı verdi:

https://youtu.be/ejyJ566zF3w

“Bunu anlamak mümkün değil. Bu 400 hedefini gösterme, aslında yeni Anayasa’nın inşası noktasında, inşa edebilsin, kurabilsin. Bu yeni Anayasa temelinde Yeni Türkiye adımını rahatlıkla atabilelim. Buna yönelik bir hedeftir bu. Bunun yanında şunu da görmek lazım. Parlamentoya girme gayreti içerisinde olanların, 80 vekille girdikleri halde, parlamentoda daha zayıf oldukları dönemlerde olmadığı kadar bu dönemde yaptıkları tahribatı ne ile izah edeceğiz. Biliyorsunuz 6-7-8 Ekim olaylarını yaşadık. Suruç olayını, Diyarbakır olayını yaşadık. Burada başka yerlere fatura kesmenin anlamı yok. Bunlar hep bir dayanışmanın, yardımlaşmanın neticesinde ülkemizde bir terör belası estirilmesinden başka bir şey değildi. Terörden rant elde ediyorlar. Yaptıkları şey bu. Eğer 400 milletvekilini alabilecek veya bir Anayasa’yı inşa edecek sayıyı bir siyasi parti yakalamış olsaydı, durum bugün çok daha farklı olurdu.”

Erdoğan, “O zaman istikrar mı olurdu?” sorusuna ise şu yanıtı verdi:

“Her şeyden önce Yeni Türkiye adımını atmak için böyle bir şey çok çok iyi olurdu. Ben Sayın Başbakanımıza hükümeti kurma görevi verdim. Ve CHP ile görüşmeler yapıldı. CHP ile mutabık kalınsaydı, iki partinin sayısı Anayasa’yı inşa etmek için yeterliydi. Ama malesef belli yerlere takılmak suretiyle bu olmadı. Daha sonra MHP ile göüşmeler oldu. O tabi Anayasa’yı yapmak için yeterli değildi ama en azından millete gitme, referandum noktasında böyle bire imkanı sağlayabilirdi. Fakat MHP ile de böyle bir şey yapılamadı. Bir taraftan teröre karşı olduğunu söyleyeceksin, kalkıp da elini, vücudunu taşın altına koymayacaksın. Böyle bir anlayış, bir milli duruş olamaz.”

 

(Hürriyet)

 

Dağlıca’da mayınlı PKK saldırısı sonrası çatışma

PKK, Hakkari’nin Yüksekova İlçesi Dağlıca bölgesinde yola döşediği mayınları, Taktik Tekerlekli Zırhlı Araç’ın (TTZA) geçişi sırasında patlattı. Patlama sonucu çok sayıda askerin öldüğü ve yaralı olduğu belirtiliyor. Saldırıyla ilgili Başbakanlık’ta düzenlenen güvenlik toplantısının ardından Genelkurmay Başkanlığı’ndan yapılan açıklamada, ölen ve yaralanan asker sayısına yer verilmedi.

3

Dağlıca saldırısıyla ilgili Türkiye’nin beklediği açıklama 02:20’de yapıldı. Genelkurmay Başkanlığı’nın açıklamasında, “Bizleri derin bir acı ve üzüntüye boğan bu menfur saldırıda hayatını kaybeden aziz şehitlerimize Allah’tan rahmet, şehitlerimizin değerli ailelerine, yakınlarına, Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarımıza ve Yüce Türk Milletine başsağlığı ve sabır, saldırıda yaralanan Kahraman silah arkadaşlarımıza acil şifalar temenni ediyoruz” ifadelerine yer verildi.

Öte yandan, Habertürk yerel kaynaklara dayandırdığı haberinde saldırıda 19 askerin öldüğünü, 10’dan fazla askerin de yaralandığını öne sürdü. Habertürk, daha sonra bu haberi güncelleyerek 15’ten fazla askerin öldüğünü iddia etti. PKK’ya yakınlığıyla bilinen Fırat Haber Ajansı, örgütün silahlı kanadı HPG’nin saldırıyı üstlendiğini duyururken haberde, “15 askerin hayatını kaybettiği” iddia edildi.

Dün saat 15.00 sıralarında Dağlıca Tabur Komutanlığı’dan operasyona gitmek üzere ayrılan askerlerin bulunduğu iki zırhlı aracın geçişi sırasında yola döşenen mayın, Yeşiltaş Köyü yakınlarında PKK’liler tarafından uzaktan kumandayla patlatıldı.

Meydana gelen patlamada ve ardından bölgede hava destekli başlatılan operasyon sırasında çıkan çatışma nedeniyle ölü ve yaralıların olduğu bildiriliyor. Operasyona özel birliklerin de katıldığı kaydedildi.

 

(T24, Habertürk)

 

İnsanlığın son sınavı olarak göçmenler – Karin Karakaşlı

Kıyıya ölü insanlar vuruyor. İnsandan sayılmayan insanlar. Ve onların çocukları. Küçük ayaklar, şiş göbekler, bembeyaz yüzler… İnsan tacirlerinin ellerinde oyuncak ettiği hayatlar bunlar. Varlığı da yokluğu da bir. Çünkü bir kez karşındakini kendine denk değerde saymazsan, artık ona her tür muameleyi reva görebilirsin. Göçmenlerin dramı tam da burada başlar zaten. O ki artık kimlik kağıdın, evin barkın, o güne kadar sürdüregeldiğin  gündelik hayatın kalmamış, hükümsüz sayılırsın.

Avusturya sınırında bir otoban… Güneşli bir gün. Yol kenarında  terk edilmiş bir kamyonette, birbiri üstüne istiflenmiş ölü insanlar. Biri berikinin kucağında vermiş son nefesini, beriki diğerinin ayaklarının dibinde. Yer o kadar dar ki, o son nefes mecaz anlamıyla verilen değil alınamayan nefes. Hava yok, yer yok. Ve aslında insan da yok. Besbelli bu kamyonetin kasasına tıkılmışken de insandan sayılmamışlar. Ama onları bu kasaya tıkıştıranlar insan hesapta. Enselerinde IŞİD’in kanlı pençesiyle kendilerini, sevdiklerini canhıraş bir şekilde başka diyarlara, yeni hayatlara atmaya çalışanların son gıdım parasını ve tek hazine umudunu sömüren tacirler… Onları bile bile ölüme yollayan, Akdeniz’in derinliklerinde, tırların kasalarında boğan katiller. Ve onlara öldürme alanı tanıyan devletler. Göçmen politikaları konusunda sapır sapır dökülen devletler.

O kendi içerisinde sınırları kaldırmış olmakla övünen Avrupa Birliği, mevzu bahis kapıya dayanan göçmenler olduğunda, sığınma hakkı tanıma konusunda kelimenin tam anlamıyla çuvalladı. Sorumluluk, adeta yakartop oyununda kaçışılan o toptu. Yeter ki bizi vurmasındı. Böylelikle daha düne kadar Yunanistan’a karşı varoluş mücadelesi veren Makedonya, sınırına gelen Suriyeli ailelere gaz sıkıyordu. Bir göçmeni karşında gördüğünde, yorgunluktan tükenmiş, çoluğunu çocuğunu toparlamaya, ayağının üzerinde durmaya çalışan elinde kalan tek şeyi hayatını bir de insanlık onurunu korumaya çalışan göçmenleri gördüğünde o gazı nasıl sıkarsın acaba. Muhtemelen senin asla o konumda olamayacağın hissiyatıyla. Muhtemelen bu ülkede de öldürülen çocukları uğruna yas tutulacak ya da lanetlenecek diye iki kategoriye nasıl ayırabiliyorsan, acıdan kuntlaşmış yüzleriyle bazı annelerin ömürlük ahını nasıl alıyorsan öyle.

Sonra bir resim görüyorum. Bir Yunanlı tatilci. Kovboy şapkası ve son model güneş gözlükleri takmış teknesinin güvertesinde. Geziye çıktığı küçük Pserimos adasından Kos’a dönmek üzere. Ve işte orda açık denizin ortasında bir adam duruyor; Suriyeli Muhammed. Üzerinde bir can yeleği, tam 13 saattir ölüm kalım savaşı veren Muhammed. Ve o kadın iki koluyla en sevdiği canına sarılmış gibi kucaklamış bu yabancıyı. Hayatını kurtardığı insanı. Ölü istatistiklerinde bir rakam olmaktan alıkoyduğu insanı.

Sonra bir haber okuyorum. İzlanda hükümetinin yalnızca 50 Suriyeli göçmeni kabul edebileceğini açıklamasının ardından ülkenin önde gelen yazarlarından Bryndis Bjorgvinsdottir’in, Suriyelileri evlerine almak için Facebook’ta başlattığı kampanyaya destek verenlerin sayısı 10 bini aşmış. Hele bir gözünüzün önünde canlandırın; 300 bin nüfuslu İzlanda’da 24 saat içerisinde 10 bin kişi, evlerini Suriyelilere açabileceklerini duyurmuş. Ve elbette bu tavrın siyaseti etkileme gücü de var. Hükümet kapılarını açacağı göçmen sayısını, halkın taahhüdüne göre yeniden ayarlama ihtiyacı duyuyor.

Dayanışma ve direnişin gücü tam da burada gizli zaten. Onca kayıp ve hicap içerisinden yeniden umut yeşertebilmenin biricik yolu da burada. İzlanda kuzeyde kendi içine kapanık, uzun kış gecelerinden geçen bir ülkedir ilk bakışta. İkinci bakışta oradaki insan sıcağı böyle çarpar işte yüzümüze. Hani şu meşhur misafirperver imajımız eşliğinde göçmenleri Bodrum emniyetinde demir barikatlarla çevrelediğimiz ve demirlerin üzerinden yiyecek bir şeyler attığımız gündüz saatlerini çarpar işte yüzümüze. Kapitalist sistem küreselleşmeyi tersten yaşatır; pahalı tatil yöreleri birer can pazarıdır artık. Ve kimse görmedim diyemez. Ordadır işte memleketsiz kalanlar. Sahildeki gazete bayiinde ise farklı dildeki gazeteler hep o aynı fotoğrafı kullanmıştır; bir çocuk anne ve babasının taze kazılmış mezarlarının arasında sanki yatakta koyunlarına girmiş edasıyla toprağın üzerine serilmiş yatmaktadır…

karin karakaşlıKarin Karakaşlı – AGOS

Milyonlarca insan açken, 89 milyon ton gıdayı çöpe atan skandal – Olive Balch

Olive Balch tarafından 21 Temmuz 2015 The Guardian’da yayınlanan bu yazı Emre Rona tarafından www.sedef.com.sitesi ve Yeşil Gazete için çevrilmiştir.

FareShare gönüllüleri, Londra’daki derneklere gıda yardımı yapıyor. Büyük süpermarketler tarafından çöpe atılmaktan kurtarılan bu gıdalar, yoksullara yardım amacıyla hayır kurumlarına dağıtılıyor. Fotoğraf: James Darling/FareShare
FareShare gönüllüleri, Londra’daki derneklere gıda yardımı yapıyor. Büyük süpermarketler tarafından çöpe atılmaktan kurtarılan bu gıdalar, yoksullara yardım amacıyla hayır kurumlarına dağıtılıyor.
Fotoğraf: James Darling/FareShare

Avrupa Parlamentosu, bu ayın başlarında, çöpe atılacağı öngörülen yaklaşık 89 milyon ton satılmamış gıdanın süpermarketler tarafından bağışlanmasını teşvik etmek için AB üye ülkelerine bir çağrı yaptı.

Bu hareket, halk sağlığı çalışanlarının sağlıksız beslenme ile gıda alım gücü arasındaki ilişki hakkında endişelerini dile getirmeye başladığı günlerde geldi. Geçtiğimiz hafta, Birleşik Krallık’taki sağlık uzmanları, süpermarketlerin ucuz ürün yelpazesinde bolca yer bulan işlenmiş şekerli yiyecek ve içeceklere yönelik yeni bir vergilendirme çağrısında bulundu.

Londra merkezli bir beyin takımı olan Denizlerötesi Gelişim Enstitüsü’nün yayınladığı yeni bir rapor ise, gittikçe artan sağlıklı gıda fiyatları ile kilo almayı sağlayan kötü beslenme alışkanlıkları arasında bağ kuruyor. Aynı zamanda her gün milyonlarca ton taze ürün çöpe gidiyor. Lordlar Kamarası komitesi, bu durumu ‘ahlâken tiksindirici’ olarak niteliyor.

Eşleştirmeyi sağlamak

Taze gıdalarda üretim fazlalığının çeşitli nedenleri var. Perakendeciler tarafından ‘şekilsiz, yamuk yumuk’ ürünlerin kabul edilmeyeceği koşulu, bu sorunun estetik boyutunu ortaya koyuyor. Mevsimsel ürün fazlalığı veya iklim koşullarındaki beklenmeyen dalgalanmalar da arz ve talep arasında dengesizlik oluşturabiliyor.

Gıda endüstrisi çalışanları, ziyan meselesinin günümüz inkâr kültürü nedeniyle iyice ciddileştiğini itiraf ediyorlar. Taze ürün şirketi Fresca’nın genel müdürü Chris Mack, geçen ay gerçekleşen atık gıda konferansında durumu şöyle dile getirdi: ‘Kimse gıda ziyanı hakkında konuşmak istemiyor. Atık ürettiğini itiraf etmekten kimse hoşlanmıyor.’

Süpermarketlerin hayır kurumlarıyla birlikte çalışarak, yoksul veya ihtiyacı olanlara gıda yardımı yapmaları için teşvik edilmesi mantıklı görünüyor. Ve mümkün de. Fransa, büyük perakendecilerin bozulmamış gıdayı çöpe atmaları durumunda 75,000 Euro’ya kadar cezalandırıldığı yeni bir kanun geçirdi bile.

800’den fazla gıda yardım kurumuyla anlaşmalı olan Fransız perakende devi Carrefour, bu yeni kanuna öncülük ederek 2014 yılı boyunca 10 ülkede günlük bağışlar yaptı. Bu gıda fazlası sayesinde yalnızca Fransa’da 77 milyon öğün yemek çıktı. Carrefour, yaptığı yardımların sahiplerine ulaştığından emin olmak için ürünelrin raftan çıktığı anda takibini yapabildiği bir sistem de oluşturdu.

Hayır kurumlarının karşılaştığı sorunlardan biri, hangi gıdanın nerede olduğunu öğrenebilmek. Bileşik Krallık süpermarket markası Tesco, bu sorunu aşabilmek için İrlanda’daki şubelerinde pilot çalışmasını başlattığı bir telefon uygulaması geliştirdi ve bu sayede yerel sivil toplum örgütlerinin her günün sonunda nerede gıda fazlası olduğunu öğrenebilecekleri bir sistem kurmayı hedefliyor.

Başka bir problem ise nakliyat. Süpermarket şubeleri geniş bir alana yayıldığı için lojistik meselesini zorlaştırıyor ve nakliyat giderlerini de göz ardı edilemez seviyeye çekiyor. Gıda sağlayıcıları, bu yükü hafifletmek amacıyla ortak çalıştıkları sivil toplum örgütlerine soğuk araçlar, soğuk depolar ve diğer operasyonel desteği verebilirler.

Buna henüz fazla destek gelmese de, Asda isimli zincir, bozulmamış gıdaların üretim tesisinden FareShare depolarına doğrudan nakliyat masrafını karşılamak amacıyla yakın zaman önce 200.000£ ödenek ayırdığını açıkladı. FareShare ise, Birleşik Krallık’ın tamamında 1.900 hayır kurumuyla birlikte çalışan bir gıda dağıtım organizasyonudur. Benzer projeler başka yerlerde de gerçekleşmekte; Avustralya’daki SecondBite ve Katalan kuruluş Banc dels Aliments gibi.

FareShare, tüm alanlarda çalışan gıda şirketleri için taze gıda fazlasının gıda zinciri boyunca yeniden dağıtımına olanak veren fırsatları görüp, değerlendirebilecekleri bir verimlilik çerçevesi tasarladı ve geçtiğimiz ay tanıttı.

Erken Müdahale

Avrupalı yöneticiler süpermarket raflarına odaklanmışken, esas kazanımlar gıdanın markete ulaşmasından önce yaşanıyor, diyor FareShare gıda yöneticisi Mark Varney. Üreticiler ve satıcılar tarafından çöpe atılan toplam 4.3 milyon ton gıdanın 3.9 milyonu çiftliklerden, gıda işleme tesislerinden veya süpermarket dağıtım depolarından geliyor.

Varney, ‘Bir perakende operasyonundaki en büyük gıda fazlası kaynağı, görece ulaşılabilir ve görece konsantre olan soğuk dağıtım merkezleridir’ diyor, süpermarket şubelerindeki gıdaların daha hızlı bozulabileceğini ve daha dağınık noktalardan toplanması gerektiğini vurguluyor.

Asda, Sainsbury’s ve Tesco, ürün fazlalarının dağıtım merkezinden direkt olarak FareShare’e ulaşmasını sağlayan özel işlemler yürütüyor. Aksi taktirde çöplüğe göndermek için harcanacak maddi giderlerin karşılığı olan bir miktar para bağışı da genelde bu gıdalara eşlik ediyor.

Paylaşımı Teşvik Etmek

Yeniden dağıtımı ekonomik anlamda makul kılmak hayati önem taşıyor. Gıda üzerine çalışan hayır kurumları, günümüzde fazla gıdayı çöpe atmanın, ihtiyacı olan insanlara ulaştırmaktan genelde daha ucuz olduğunu söylüyorlar.

Geçen sene parlamentoya verilen bir soruşturmanın sonuçlarına göre, örneğin, anaerobik çürütme için harcanan ödeneğin, bir ton atık gıda başına 70£’a eşdeğer olduğunu gösteriyor. Aynı soruşturma, hükümetin katı atık vergisini yeniden yapılandırmasını ve anaerobik çürütme için ayrılan 10 milyon £ değerindeki kredi fonunu kaydırarak, bunun ihtiyacı olan insanlara taze gıda ulaştırmayı sağlayacak büyük bir dağıtım ağı için kullanılmasını öneriyor.

Atılacak gıdaları çiftliklerden toplayan bir Avrupa hayır kurumu olan Gleaning Network’ün Birleşik Krallık temsilciliği, gıda bağışçıları için uygulanacak vergi indiriminin, şirketler için başka bir potansiyel teşvik yöntemi olabileceğini öngörüyor. Örneğin, Fransa ve İspanya’daki şirketler, bağışladıkları ürünlerin net değeri üzerinden %60 ve %35 oranında vergi indirimi alıyorlar. Portekiz’de ise, sosyal yardım amacıyla kullanılması şartıyla, bağışlanan gıdanın değeri üzerinden %140 vergi indirimi alınabiliyor.

AB üye devletleri, En Çok İhtiyacı Olanlara Avrupa Yardımı progamı sayesinde benzer girişimleri destekliyor. Fonu yeterince kullanmadığı için tepki çeken Birleşik Krallık hükümeti, Aralık ayında yaptığı açıklamayla, fona ayrılan 3.1 milyon £’un çocuk kahvaltı kulüplerini desteklemek için değerlendirileceğini bildirdi.

Yeniden dağıtımın yanı sıra, pazarlama ve fiyatlandırma da düşük gelirli ailelerin taze gıdaya erişimini arttırabilmesinde özel sektör için kritik önem taşıyor. Tüketici grubu ‘Which?’ tarafından yılın süpermarketi seçilen Aldi’de, en azı altı adet meyve ve sebze içeren paketler yılın her zamanı 49p’ye alınabiliyor.

Fransız market Intermaché, geçen sene yürüttüğü meyve ve sebze kampanyasıyla şekli bozuk ürünleri %30 indirim ile satmaya başladı. Bu sayede, 1.2 milyon ton ‘istenmeyen’ gıdayı iki gün içinde eritti. O günden beri beş rakip firma da aynı fikri kullanmaya başladı.

Akılcı dükkan yönetimi de önemli bir fark yaratabilir. ‘Ürün satış süresini maksimize etmek amacıyla son kullanma tarihi gelen ürünlerde indirimler yapıyor, kodlu üretim tarihlerini uzatıyor veya bazen meyve sebzelerin tarih barkodlarını tamamen kaldırıyoruz’, diyor bir Asda çalışanı.

Ticari gıda zinciri ne kadar iyi yönetilirse yönetilsin, taze gıdaların bir kısmı istenmeyecek ve satılmayacaktır. Fakat bunu asgariye indirmek için daha çok çalışmamız gerektiği de ortada.

 

http://www.theguardian.com/sustainable-business/2015/jul/21/food-waste-scandal-89-million-tonnes-binned-hunger?CMP=new_1194&CMP=

43. Adalet ve Vicdan Nöbeti’nden çağrı

Adalet Arayan İşçi Aileleri, 43. Vicdan ve Adalet Nöbeti için bu pazar 13.00’te Galatasaray Meydanı’ndaydı.

İş cinayetlerine dur diyebilmek için Adalet Arayan İşçi Aileleri olarak her ayın ilk pazar günü tuttukları Vicdan ve Adalet Nöbeti’nde Bursa Gemlik’te Gübre Fabrikası’nda meydana patlamada ölen Uğur Çavdar’ın ailesi ve Soma davasının 2. etap duruşmasını aktaran Avukat Berrin Demir konuştu. 43. Vicdan ve Adalet Nöbeti’nin gazetecisi Murat Aksoy, iş cinayetlerinin önlenebilir olduğunu bu nedenle kaza değil cinayet olarak adlandırıldığını söyledi.

Adalet Arayan İşçi Aileleri 43. kez Galatasaray Meydanı’nda
Adalet Arayan İşçi Aileleri 43. kez Galatasaray Meydanı’nda

‘İŞİNİZİ KAYBETME PAHASINA OLSA DA GÜVENLİK ÖNLEMİ ALDIRIN’

Bursa’daki Gemlik Gübre Fabrikası’nda, amonyum nitrat ve buhar hatlarında 19 Temmuz’da meydana gelen patlamada 32 yaşındaki işçi Uğur Çavdar öldü ve Mustafa Karayol yaralandı, olayın soruşturması devam ediyor.

Uğur Çavdar’ın Gemlik’ten gelen ailesi, yapılan basın açıklamasında olayla ilgili bilgi verdi. Uğur’un babası Ekrem Çavdar mühendislere seslenerek işinizi kaybetme pahasına olsa dahi bir can kurtarın, güvenlik önlemlerini aldırın dedi. Çavdar, “Patlama gündüz saatlerinde olsaydı onlarca kişi ölürdü. 600 işçinin hayatı tehlikededir, fabrika yönetiminin aklını başına alıp güvenlik önlemlerini almasını istiyorum” ifadelerini kullandı . Kardeşi Abdullah Çavdar borulara bakım yapılmadığı, odası olmadığı için abisini kaybettiğini söyledi. Hukukçu Erbay Yucak da fabrikadaki iş güvenliğinin sağlanmadığına dikkat çekti ve elektrikçilerin güvenlik sebebiyle girmediği yerde işçilerin 3 vardiya çalıştığını belirtti. Yucak, devam eden davaya ilişkin ‘Bu dava oradaki işçiler,halk ve çevre sağlığı için önemlidir. Oradaki işçiler davaya sahip çıkacaklarını söylüyorlar’ diye konuştu.

SOMA’DA SON DURUM, TÜM SANIKLAR İŞVERENDEN MAAŞ ALMAYA DEVAM EDİYOR

Soma’nın 2. etap davasını aktaran Avukat Berrin Demir, tüm sanıkların işverenden maaş almaya devam ettiklerini söyledi. Berrin Demir, Soma’daki koşullardan söz etti: ‘Soma’da bir işçi madenci olmak, yarınki mesaiye kadar yaşayacağım diye sevinmektir. Soma’da, birkaç aylık mühendisler sorumlu mühendis olarak çalıştırılmış. Bazı daimi nezaretçiler de görevlerini duruşmada öğrendiler”. Vicdan nöbetine katılan HDP İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu da çalışmaya devam eden bir madencinin sözlerini anlattı: “Soma’da karşılaştığım bir işçi çalıştığı madenin sağ çıktığı madenden bile kötü olduğunu söyledi”.

 

Fotoğraf: Gürkan Ergin

Haber: Büşra Akman, Gürkan Ergin

(Yeşil Gazete)

Mersin’de Kadınlar savaşa karşı ses çıkardı, “Barış=Aşiti”

Barış için Kadın Girişimi 5 Eylül Cumartesi günü tüm Türkiye’de her kentin Kadın Platformu ile ortak ve eş zamanlı “Savaşa Karşı Ses Çıkar” eylemi gerçekleştirdi.Mersin’de Mersin Kadın Platformu’nun düzenlediği eylemde saat  17:00’de Forum AVM köprü altında ellerinde tencere, tava, düdük ve zilleriyle toplanan kadınlar yola yürüyerek yolu kapattılar.

12

Burada basın bildirisini okuyan Mersin Kadın Platformu üyesi Sibel Yalçın;

“Salı günü 1 Eylül Dünya Barış Günü’ydü. 20 Temmuz’dan bu yana Urfa, Şırnak, Diyarbakır, Ağrı, Muş, Hakkari, Siirt, Mardin, İstanbul, Bingöl, Kars, Adana, Erzurum, Van, Hatay, Adıyaman, Bitlis, Kilis, Mersin, Erzincan ve Tunceli; 43 günde 21 ilde 178 cenaze kalktı. Bu süreçte birçok ilde birçok ilçede çatışmalar çıktı, sokağa çıkma yasağı ilan edildi, telefonlar, internet kesildi, insanlar öldü, Kurdistan cezaevine çevrildi, telefonlar, internet kesildi, insanlar öldü, yaralandı ve hala devam ediyor. 2014’te Barış Günü’nde sokaklarda çözüm süreci ilerlesin sloganları atılırken 1 Eylül 2015’te Türkiye’de silahlar sussun çığlığı yükseldi. Biz kadınlar bu hafta İstanbul’un her yerinde, bugün Türkiye’nin birçok ilinde ve Kurdistan’da barış talebimizi ısrarla dile getiriyoruz, Adana’da, Amed’de, Antakya’da, Bodrum’da, Bursa’da, Dersim’de, Eskişehir’de, Iğdır’da, İstanbul’da, İzmir’de, Mardin’de, Mersin’de, Muş’ta ve Van’da sokaktayız! Silahlar sussun barış konuşsun demek için savaşa karşı ses çıkarıyoruz!” şeklinde konuştu.

Biz kadınlar barış nöbetindeyiz!

Ardından havuz başına yürüyüşe geçen kadınlar burada oturma eylemi gerçekleştirdi. Oturma eylemi sırasında Mersin Kadın Platformu üyesi Yüksel Çelik Kapıkıran, Yağmur Arıcan, Elif Tuna Şahin, Nalan Turgutlu Bilgin, Gonca Şahin Ocakçı, Nursel Demir sırasıyla basın bildirisini okudular.

Basın açıklamasını Mersin Kadın Platformu üyesi Sibel Yalçın okudu
Basın açıklamasını okuyanlar arasında Mersin LGBT 7 Renk’ten Yağmur Arıcan da vardı

“Askerlerin, ailelerinin bu savaşa karşı feryatlarını duyuyoruz. Gittikçe artan, her kesimden insanın ses kattığı bu isyandan korkuyorlar. Biz de burada barışın sesini yükseltiyoruz, savaşa karşı barışta ısrarcı olmaya devam ediyoruz!” şeklinde konuşan kadınlar Siirt’ de öldürülen asker anası Emine Aydın’ın sözlerine değinerek “Emine Aydın “Benim oğlum bana ölümlere karşı duyarlılığı öğretti,” dedi. Bizler, hepimizin acının ne olduğunu anlaması için bu acıların katlanarak artması gerekmesin diyoruz. Herkes adına verilen savaş kararının hiçbirimizin gözünde meşruiyeti yoktur diyoruz.” şeklinde konuştular.

Mersin Kadın Platformu üyesi kadınlar bugüne kadar yaşanan tüm asker ölümlerine, Gezi’de Lice’de Zergele’de ve daha nicelerinde gerçekleşen katliamlara değinerek,

“Tüm bu ölümler son olsun diye biz kadınlar barışta ısrarcıyız! Ölümleri sonlandırmanın yolu daha fazla operasyon değil, demokratikleşmedir, müzakeredir, barıştır. Biz kadınlar bunu biliyoruz, savaşın savaşla son bulmayacağını biliyoruz. İşte tam da bunun için her yerde savaşa karşı ses çıkarıyoruz!

Bizler her gün yeni ölüm haberlerine uyanmak istemiyoruz. İşte bu yüzden barışı hiçbir iktidar hırsına kurban etmiyoruz! Savaş hükümetine hayır demek için,  geçici bir hükümetin, sandıkta bizi temsil edemeyeceği ortaya çıkmış olan bir hükümetin hepimiz adına savaş kararı vermesine karşı çıkmak için, erken seçim uğruna bu kadar cana kast edilmesine, böylesi bir şiddet ortamına sürüklenmeye bir dur demek için biz kadınlar barış nöbetindeyiz, ses çıkarıyoruz!” şeklinde konuşarak basın bildirisini sonlandırdıdılar.

“Kadın Cinayetleri Politiktir”

Basın bildirisi ardından konuşan Mersin Kadın Platformu üyesi Yüksel Çelik Kapıkıran “Kadınlar yaşamın her alanında şiddetle iç içe yaşamaya mahkum edilmekte ve şiddet türleri arasında tercih yapmaya zorlanmaktadır. Bunun en son örneği de geçtiğimiz günlerde Mersin’de kocası tarafından kafasına silah sıkılarak öldürülen 23 yaşındaki Gülizar Kabak’tır.

14

17 yaşında istemediği biriyle başlık parası karşılığında evlendirilen, evlendiği günden beri şiddet gören, eşi ve ailesinden gördüğü şiddetin zamanında karnındaki bebeğin ölümüne sebep olacak derecede şiddetli olduğu Kabak, karakola başvurusu sonucunda eşi ve kayınpederi için uzaklaştırma kararı aldırmayı başarmıştır. Fakat buna rağmen ailesinin ısrarıyla eşinin evine dönmek zorunda kalan Kabak, bir gece çocuklarının gözü önünde kafasından ve gözünden vurularak öldürülmüştür.” şeklinde konuşan Kapıkıran;

“Biz biliyoruz ki bu kırımdan çıkmanın tek yolu kadın dayanışmasıdır. Kadın mücadelesi ve örgütlülüğümüzden aldığımız güç ile bu davanın takipçisi olacağımızı tüm Mersin halkının bilgisine sunuyoruz.” Dedi.

Konuşmanın ardından kadınlar ses çıkarmaya devam ederek alkışlar ve zılgıtlar eşliğinde oturma eylemini sonlandırdı.

 

Haber ve Fotoğraflar: Özgecan Aşlamacı Şahin

(Yeşil Gazete)

LGBTİ aktivistleri Boysan Yakar ve Zeliş Deniz’i kaybettik

LGBTİ aktivistleri Boysan Yakar ve Zeliş Deniz, Çanakkale’de meydana gelen trafik kazasında hayatlarını kaybetti.

10

Çanakkale’nin Gelibolu İlçesi Bolayır Mevkii’nde 3 aracın karıştığı zincirleme trafik kazasında 5 kişi hayatını kaybetti, 1 kişi de ağır yaralandı.

Hürriyet gazetesinin haberine göre Çanakkale-İstanbul karayolunun Gelibolu İlçesi Bolayır mevkiinde meydana gelen feci kazada yaşamını yitiren 5 kişinin kimlik tespitleri Gelibolu Devlet Hastanesi’nde yapıldı.

Kazadan ağır yaralı olarak kurtulan ve Çanakkale Devlet Hastanesi Yoğun Bakım Servisi’nde tedavi altında olan Kemal Tahiroğlu (52) yönetimindeki 06 DD 9736 plakalı otomobilde yaşamını yitiren iki kişinin Ali Çiftçi (37) ve Sadık Toker (43) olduğu belirlendi.

34 BS 9699 plakalı otomobilde yaşamını yitiren 3 kişinin ise otomobilin sürücüsü Şişli Belediye Başkan Danışmanı, LGBTİ aktivisti Boysan Yakar (31), feminist, LGBTİ aktivisti Zeliş Deniz (33) ve Mert Serçe (27) oldukları tespit edildi.

Pembe Hayat Derneği, Boysan ve Zeliş’in kaybı sonrası sosyal medya hesapları üzerinden  “Mücadele yoldaşlarımız, canımız, arkadaşlarımız Boysan Yakar ve Zeliş Deniz’i dün geçirdikleri trafik kazasında kaybettik. Üzüntümüzü paylaşacak kelimeler bulamıyoruz. Tüm LGBTİ hareketinin başı sağolsun…” açıklamasını yaptı ve cenazelerin yarın öğle namazı sonrası Şişli Camii’nden kalkacağı bilgisini paylaştı.

Yeşil Gazete olarak tüm LGBTİ toplumuna, Yakar ve Deniz’in dost ve yakınlarına baş sağlığı dileriz.

(Yeşil Gazete, Kaos GL, Pembe Hayat, Hürriyet)

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Kadir Topbaş’a açık mektup

Kadir bey,

Evvelsi gün Şile’de, benim de parçası olduğum sivil bir hareketin öncülüğünde oluşturulan Yeryüzü Pazarı’nı ziyaret etmişsiniz. Memnun kaldığınızı gördüm. Ne güzel!

Bu sırada aylardır üzerine konuşmaktan kaçındığınız Kurbağalıdere hususunda da gazetecilere kimi açıklamalarda bulunmuşsunuz. Hayıflandım orada olmadığıma. Ben gibilere referansla bolca serzenişte bulunmuşsunuz neredeydiler, diye.

Geç olsun ama güç olmasın, cevap hakkımı kullanmak isterim. Zira neredeydiler dediklerinizden ben, tam da o Kurbağalıdere balçığını Marmara’ya döktüğünüz yerdeydim.

5

Ama önce siz neredeydiniz, bir bakalım mı? Nihayetinde bu işler benim değil sizin sorumluluğunuz. Neticede ben değil siz, bu şehri idare etmek üzere, hem de benim gibi bir 15 milyonun çıkarlarını koruyarak idare etmek üzere seçilmiş olansınız. Sizin nerede olduğunuz, tüm bu süreçte en önemli.

Kadir bey,

Tam 21 yıldır şehrim birbirine el veren üç yönetici tarafından idare oldu. Bu üçün biri sizsiniz. Siz 2004’den beri şehrimden bilfiil sorumlu belediye başkanısınız. Dile kolay!

Bir kuşak yetişiyor bu sürede!

Bunca yılda, üstelik de rakip tanımaz bir iktidarın yelkenlerinizi dolduran rüzgarıyla bu şehri yönetip yine de Kurbağalıdere’den çıkışı Nurettin Sözen dönemine suçu atmakta bulmanız bir tuhaf geldi bana. Hatta ötesine gittiniz ve partinizden olmayan bir ilçe belediyesini küçümseyen sözler sarf ettiniz: “Kadıköy Belediyesi cürümüne bakmadan İstanbul Belediyesi bize bıraksın, biz yapalım diyor. Cürümü mü yeter. Orada 5 metre yapacak gücü yok o belediyenin. Gayet iyi biliyoruz” Hayret ettim. Bu iş zaten sizin sorumluluğunuzda, hem de on yıllardır.

Evet, “kentsel dönüşüm süreci”, hele Fikirtepe’de başlayanı, Kurbağalıdere’yi geçen on yıllardan farklı bir noktaya taşıdı Kadir bey. Kimsenin bu durumu göz ardı ettiğini sanmıyorum.

Hatta idarenizin sorumluluğu bu olmadığı halde İSKİ’yi bağlantılı derelerin temizliği için devreye soktuğunuzdan da haberdarız. Bölüm bölüm gerçekleşen ıslah çalışmalarını 1994 yılından bu yana izliyoruz. Tüm bu sürede kimsenin size bir itirazı olmadığının da hakkını verirsiniz şüphesiz.

Ancak son iki yıldır, Salı Pazarı bölümünde gerçekleşen çalışmalar sırasında, artan bir rahatsızlık var. Bunu geçen yıl da konuştuk. Geçen yıl da ağır bir koku problemi yaşandı. Geçen yıl da Kurbağalıdere’nin döküldüğü noktadan referansla civar plajlardan denize girmek endişe verici bir hal aldı. İlçe belediyesi uyarıları yayınlandı.

Şimdi sormak istiyorum, bu son iki yılda siz neredeydiniz ki onca yılın tecrübesine rağmen geciktiniz müdehalede ve metan köpükleri içinde kaldı bu dere?

Geçtim, Tabipler Odası koli basili sayısının 100 ml’de 500’ün üzerinde olan sularda yüzmenin halk sağlığına zararlı olduğuna vurguyla uyarır ve Moda’da bu değerin 8.200 olduğuna dikkat çekerken siz neredesiniz?

Bu konuda bilimsel olarak izin almak suretiyle Marmara’nın açıklarındaki belli bir noktada yarık olan bir alana boşaltılabileceğinden bahsettiler. Oralara gemiyle taşıdık, çabuk bitsin diye. Buna karşı çıkıldı.” diyorsunuz.

6

Ben dökü gemilerini gerek Marine Traffic aracılığı ile ve gerekse de bizzat denizin üzerinde, motorla takip sureti ile izledim. Yani ben şahidim ama AIS kayıtları da beni teyid edecektir, dökü gemileri iddia ettiğiniz gibi tek bir noktaya dökmediler o balçığı. Sivriada koylarından Adalar’ın arkasına birden çok alana sefer yaptılar. Durumu izleyen uzmanlar MARPOL anlaşmasından başlayarak pek çok hukuki düzenlemeye referansla, yaptığınızın doğru ve makul olmadığı hususunda ısrarlılar. Bu balçığın içeriği analiz edilmeden ve hatta arıtılmadan bir iç deniz olan Marmara’ya boca edilmesi kimseye makul gelmiyor, bu bir yana; “istisnai” durumlarda gerçekleşebilecek dökümler için belirlenen “en yakın karaya 12 mil uzaklığa” prensibine uyulduğu da gözlenmiyor zira, kayıtlara bakıldığında.

Zaten siz ve ekibiniz de biliyor olmalısınız ki bizlere, hem de ısrarla her gün sormamıza rağmen makamınıza, bu balçıkla ne yaptığınıza dair bilgi asla vermediniz. Kadıköy’ün 21 muhtarı mesela, muhatap bulamamaktan şikayetçi oldu bu süreçte. Adalar Kent Konseyi de soruların cevapsız kaldığı dev bir duvarla karşılaştı. Gazeteciler keza.

Kaldı ki bizim denizden takibimizin ertesinde balçığın Marmara yerine Kartal sahiline yön değişmesi şüpheleri de arttırıyor, yapılanın ne kadar bilimsel ve yasal olduğu yönünde.

Kadir bey,

Sayın Nurettin Sözen döneminde belge var. Bu dereleri denize dökülen yer kabul edip, kanal bağlanabilmesine müsaade etmişler. Kanal bağlamışlar. CHP zihniyeti bu dereleri kirletmiş, kanal bağlatmış. Neredeydi o zaman bu çevreciler.” demişsiniz.

Ağustos ortasıydı ki muhabirlerin ısrarlı takibi sonucu öğrendik, sizin açtığınız ve 3 yıl süre ile 50 milyon lira bedelle onaylanan alt yapı çalışması kapsamında savunması imkansız bir hata yapılmış. Meğer son iki yıldır Hasanpaşa’da bazı kolektörlerin karşı geçişleri ile Fikirtepe bölgesinde kolektörlerin tümü kırılarak evsel atık suyu doğrudan dereye verilmiş ve Kurbağalıdere bu nedenle böylesine kokulu, böylesine kaynayan bir açık kanalizasyona dönüşmüş zaten.

Şimdi sözünü ettiğiniz “CHP zihniyeti” ile bu sizin yaptığınız arasındaki fark nerede? Siz neredesiniz, bu süreçte?

Sayın Sözen döneminde derin deşarj diye İstanbul’un atık sularını Marmara’ya gönderilirken, yine İstanbul Boğazı’nın akıntısını vererek Karadeniz’in ölü noktalarına gönderiyorum diye atık suları deşarj ederken, yıllarca bu devam ettiği halde bu çevreciler niye buna karşı çıkmadılar. Bugün isyan edenler ortada yoktu. Bugün mü öğrendiler çevreciliği bilim adamları veya itiraz edenler. Niye o zaman buna sahip çıkmadılar.” demişsiniz.

Biz çevreciler neredeydik, hem de yıllar boyunca, benzer tasalarla yüzleşirken denizimiz.. ona da bir bakalım dilerseniz:

7

MAREM Projesi’nden Levent Artüz’ün sunduğu raporlar mevcut, hatırlayacaksınız. Ayamama Deresi’nin, Ergene Nehri’nin derin deşarjla Marmara’ya basılmasının etkilerine dair Artüz’ün dahil olduğu olmadığı onlarca rapor ve araştırma da var! Şüphem yok, malumunuz. Bilim insanları “derin deşarj”ın pisliği halının altına süpürmek olduğunu yıllardır söylüyorlar. Türkiye Barolar Birliği, Türk Tabipler Birliği, Ergene Platformu, Trakya Platrormu gibi sivil örgütlerin MAREM gibi projelerle el ele verip yayınladıkları “Ergene Nehri Derin Deşarj Projesi ve Marmara Denizi” raporuna bakıp ama bu Kurbağalıdere ile ilgili değil demezsiniz, değil mi?

Bir de hani çevreciler diyorsunuz ama ayıp değil ya! Hassasım bu gezegenin bekası konu olduğunda. Sizden de benzer bir özen beklemek hakkım olsa gerek!

Hadi başka tasalarınız var, beni muhatap almak konusunda bu kadar ipe un sermemeniz gerek. Hadi kaçtınız, kaçındınız cevap vermekten zira yapılanın yanlış olduğunu biliyor ve sıyrılmaya çalışıyorsunuz; bari yakalanınca onuru kurtarmak gerek, yanlış iş yaptık neresinden başlayalım düzeltmeye diye bakıyoruz diyebilmeniz gerek.

3

Yalan mı?

Kadir bey,

Anlaşalım.

Kesilen her bir ağacın, denizime boca edilen balçığın, denizden yasadışı çekilen her bir avuç kumun, avlanan yavru balıkların takipçisi olmam suç değil, yanlış değil, tarafgirlik hiç değil. Bu benim en doğal hakkım. Ben bu şehirde yaşayanım. Ben İstanbulluyum.

Siz ise bir dönemliğine, ne kadar uzun sürerse sürsün sayılı günler için şehrimi yönetime talip olan, benim çıkarlarımı gözetmekten sorumlu idarecisiniz. İcraatlarınızı sorgulama hakkım size oy verip vermemle ölçülmeksizin ve her koşul altında baki ve gezegenin bekasına hassas olmam da alaycı vurgularla süslenecek şey değil.

Sormuşsunuz neredeydiler diye. O neredeydiler dediklerinizden, tam da o Kurbağalıdere balçığını Marmara’ya döktüğünüz yerde olan ben herkes için cevap vereyim:

Buradaydım ben Kadir bey, hep. Siz gittikten sonra da burada olacağım.

9

Buradaydım ben Kadir bey, hep. Siz gittikten sonra da burada olacağım. Görmezden gelseniz de, raporlarımı yok saysanız, sorularımı cevaplamaktan aylar yıllar boyu kaçsanız da, ben buradayım, deremin, ağacımın, sokağımın, balığımın, kuşumun, domuzumun, solucanımın takibindeyim.

Denizin ortasında dağın tepesinde hep de takibinde olacağım.

Siz de olmanız gereken yerde olun hep ve bana sorumluluğunuzda eksik kalmayın zira en çok ben görecek, sizi hep yüzleyeceğim.

8

Defne Koryürek

Yüzlerce sığınmacı Almanya’ya ulaştı

mülteciMacaristan’dan yürüyerek Avusturya’ya giden binlerce sığınmacının çoğu Almanya’ya doğru ilerlemeye başladı. Almanya’ya 10 bine yakın sığınmacının gelmesi bekleniyor.

Almanya ve Avusturya’nın sığınmacıları kabul edeceğini taahhüt etmesinin ardından Macaristan’daki binlerce insan yürüyerek yollara düştü.

Sığınmacılar otobüslerle Macaristan-Avusturya sınırına getirildi, oradan yürüyerek yola devam ettiler. Avusturya tarafında sığınmacıları karşılayan yardımseverler su ve gıda maddeleri dağıttı.

Şu ana dek Avusturya’ya 6 bin 500 sığınmacının ulaştığı, bunların 2 bin 200’ünün ise Almanya’ya doğru yola çıktığı açıklandı.

450 sığınmacıyı taşıyan tren ise öğleden sonra Münih Tren İstasyonu’na vardı. 24 saat içinde kente çok sayıda sığınmacının daha ulaşması bekleniyor. Almanya’ya toplamda 5 bin ile 10 bin arasında sığınmacının geleceği tahmin ediliyor.

Almanya Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier, sığınmacıların şu anki kabulünün bir istisna olduğunu ve bunun sürekli hale gelmeyeceğini kaydetti.

Macaristan’dan tepki

Macaristan Dışişleri Bakanı Peter Szijjarto, kayıtsız sığınmacıların Macaristan’dan Avusturya sınırına nakledilmesinin AB’nin göç politikasının başarısızlığını gösterdiğini söyledi.

Szijjarto, “Olan şey, AB’nin başarısız göç politikası ve Avrupalı politikacıların sorumsuz açıklamalarının sonucudur” dedi.

Slovakya Dışişleri Bakanı Miroslav Lajcak ise sığınmacılar için Almanya’ya bir tren koridoru oluşturulması planlarını reddetti. Lajcak, “Slovakya hükümeti içerisinde böyle bir koridoru ele almadık” şeklinde konuştu.

Kaynak: Deutsche Welle Türkçe