Ana Sayfa Blog Sayfa 3062

İstanbul’da yağış başladı: İBB hortum, sigorta şirketleri dolu için uyardı!

Meteoroloji 1. Bölge Müdürlüğü’nün hava tahminine göre, kentte bugün ve yarın gök gürültülü kuvvetli yağış etkili olacak. İstanbul’da sağanak yağmurun yanı sıra bazı bölgelerde dolu yağışı da beklenirken yağışın geçen seferki gibi büyük buz parçaları şeklinde ve etkili olması beklenmiyor. Kentte bugün hava sıcaklığının en düşük 22, en yüksek 29 derece yarın ise en düşük 23, en yüksek 27 derece olması öngörülüyor.

 

Beykoz’da hortum görüldü.

 

İBB’den hortum uyarısı

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB), Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nden alınan hava tahmin raporlarına göre yarın hortum ve dolunun da etkili olabileceğini açıkladı.

İBB’den yapılan açıklamada, “Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nden alınan hava tahmin raporlarına göre şiddetli yağışlar bugün sabah saatlerden itibaren etkili oldu. Özellikle Anadolu yakası kuzey kıyılarında (Kilyos, Sarıyer, Beykoz ve Şile’nin köyleri) kuvvetli olan gök gürültülü sağanak yağışların ilerleyen saatlerde dinmesi bekleniyor. Akşam saatlerine kadar aralıklı yağmur geçişleri olacağı tahmin ediliyor” denildi.

Yarın içinde uyarıların yer aldığı açıklamada, “İstanbul il genelinde salı günü ise gök gürültülü sağanak yağmurun yeniden kuvvetlenerek özellikle Anadolu yakasında daha etkili olacağı tahmin ediliyor. Atmosferin üst seviyesinin soğuk, yer seviyesinin (deniz ve kara) sıcak oluşu nedeniyle oluşacak kararsız hava koşulları nedeniyle hortum ile kısa süreli dolu yağışı, şimşek, yıldırım, gök gürültülü kısa süreli kuvvetli yağmur geçişlerinin görüleceği tahmin ediliyor. Yağış öncesi çöp, sigara izmariti, poşet gibi çöplerin tıkadığı mazgalların temizlik çalışmaları Yol Bakım ve Onarım Daire Başkanlığı ve İSKİ ekipleri tarafından yapılıyor. Muhtemel yağış ve oluşabilecek olumsuzluklara karşı İlçe Belediyeleri bilgilendirildi. AKOM, İtfaiye, Yol Bakım Onarım Daire Başkanlığı ekipleri, İSKİ ekipleri hazır bekletiliyor” ifadeleri kullanıldı.

Oto galericilerden poşetli, naylonlu önlem!

Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün kuvvetli yağış uyarısının ardından İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın da dolu uyarısı yapmasıyla Kadıköy’de oto galericiler ilginç yöntemlerle önlem aldı.

Kimisi araçlarını balonlu naylon ile kapladıktan sonra ön ve arka camlarının üzerine paspas ve strafor koydu. Bazı araç sahipleri de otomobillerinin üzerlerini battaniye, halı, kilim ile kapattı. Kapalı otoparkı olan galeri sahipleri ise araçlarını kapalı otoparktan çıkarmadığını söyledi.

Galerici Alper Uzun “Biz araçlarımızı kapalı otoparkımız var oraya aldık. Geçen sefer çok mağdur olduk. Yaklaşık 30 bin lira zararımız oldu. Onu önlemek içim meteorolojiye uyarak araçlarımızı kapalı otoparka aldık” dedi. Erdoğan Sönmez ise “Önlemimizi almaya çalıştık bu şekilde. Poşetledik. Korumaya çalışıyoruz” diye konuştu.

Sigorta şirketlerinden sel ve dolu uyarısı!

Bir önceki dolu yağışında yaşanan hasar nedeniyle sigorta şirketleri, müşterilerini SMS ve e-posta göndererek uyardı. İstanbul’da müşterilerine dün (22 Ağustos) SMS ve e-posta yoluyla ulaşan şirketler,

“İstanbul’da yarın sabah itibariyle kuvvetli yağış beklenmektedir. Olası su baskını, sel ve dolu tehlikesine karşı gerekli tedbirleri alabilmeniz için bilginize sunarız.” mesajı gönderdi.

Hava sıcaklığı tahminleri

Yapılan son değerlendirmelere göre, ülkemizin kuzey, iç ve batı kesimlerinin parçalı yer yer çok bulutlu, Marmara, İç Ege, Batı Akdeniz, İç Anadolu’nun batısı, Batı Karadeniz, Orta ve Doğu Karadeniz kıyıları ile Kırıkkale ve Çorum çevrelerinin yerel olmak üzere sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışlı, diğer yerlerin az bulutlu ve açık geçeceği tahmin ediliyor.

Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nden alınan tahminlere göre, hava sıcaklığı iç ve batı bölgelerde 3 ila 5 derece azalacak, diğer yerlerde değişmeyecek. Rüzgar, genellikle kuzey ve kuzeydoğu, Akdeniz kıyıları ile iç ve doğu kesimlerde güney ve güneybatı yönlerden hafif ara sıra orta kuvvette esecek. Bazı illerde beklenen hava durumuyla günün en yüksek sıcaklıkları ise şöyle:

Ankara: Parçalı ve az bulutlu, zamanla çok bulutlu, bugün öğle saatlerinden sonra yerel olmak üzere sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışlı 29

İstanbul: Parçalı ve az bulutlu, zamanla çok bulutlu, yerel olmak üzere sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışlı 29

İzmir: Az bulutlu, zamanla parçalı yer yer çok bulutlu, bugün öğleden sonra doğu ilçeleri yerel olmak üzere sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışlı 32

Bursa: Parçalı ve az bulutlu, zamanla çok bulutlu, yerel olmak üzere sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışlı 30

Adana: Parçalı bulutlu 34

Antalya: Parçalı zamanla çok bulutlu, bugün yerel olmak üzere sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışlı 29

Samsun: Parçalı bulutlu, bugün öğle saatlerinden sonra yerel olmak üzere sağanak ve yer yer gök gürültülü sağanak yağışlı 28

Trabzon: Parçalı bulutlu, gece saatlerinden itibaren yerel olmak üzere sağanak ve yer yer gök gürültülü sağanak yağışlı 29

Erzurum: Parçalı ve az bulutlu 31

Diyarbakır: Az bulutlu ve açık 40

 

(Demokrat Haber, T24, Yeşil Gazete)

 

ODTÜ Ormanı’na Avrasya Tüneli geliyor!

1,2 milyon metrekare inşaat alanına şişik fiyatları ile 1,2 milyar euro’luk şehir hastanesi projesi yapılıyor. Bu hastanede on binlerce hasta ve binlerce yatan hasta garantisi veriliyor. Yetmezmiş gibi de her yıl devlet 340 milyon TL kira ve yıpranma bedeli ödeyecek. Böylece sadece 25 yılda kira ve bakım için 23.4 milyar TL cebimizden çıkacak. O kadar kaynak aktarmaya rağmen trafiği Bilkent, ODTÜ arazilerine sokmaya, bakanlık kampüslerinin çevresine yerleştirmeye ve bir sonraki kavşağa atmaya çalışıyorlar.

Önder Algedik’in Gazete Duvar’da yer alan yazısına göre, ODTÜ Kampüsü’ndeki ormana yeni yol tartışması yine başladı. Her ne kadar bir grup insan ODTÜ’nün parçalanması olarak değerlendirse de bu sadece buz dağının görünen kısmı sayılabilir. Görülmeyen kısmı ise aslında bu ülkenin en büyük skandallarından biri. Çok basitinden söyleyelim, ODTÜ’nün içinden geçmesi istenilen yeni yol ve diğer yollar aslında boğazın altından geçen Avrasya Tüneli’nin ODTÜ’den geçmesi ile eş değer. Yani son yıllarda bildiğimiz ekonomik modelin ta kendisi. Hatta daha iddialı konuşacak olursak, o yollar otopark olacak, gittiğinizi zannedip içinde bekleyeceksiniz.

Önce ODTÜ yolunu bilmeyenler için açıklayalım:

2013 yılında sit alanı olmasına rağmen ODTÜ’den yol geçirilmiş, itirazlara ve plansız olmasına rağmen iş yapılmıştı. Plansız diyorum çünkü Nisan 2013’te ODTÜ arazisi dışında kalan kısmın inşaatı başlamıştı ve resmi bir plan ortada yoktu. Hatta 18 Ekim 2013’te bayram gecesi iş makineleri ormana girdiğinde de Mart 2014’te yol açıldığında da planlar onaylanmamıştı. Plansız diyorum çünkü ODTÜ’nün kendisinin hazırladığı ve bu yolu başımıza bela ettiği plan 3 Mayıs 2013’de bakanlığa teslim edildi. Bu taslak planın onaylanması ise yol inşaatından bir yıl sonra, ormana girildikten altı ay sonra ve yol bittikten iki ay sonra 20 Mayıs 2014’de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından planı onaylandı.

Malazgirt Bulvarı adı verilen yol, 100. Yıl Mahallesi ile ODTÜ Yerleşkesi arasında bir bıçak gibi ormanı keserek, Konya Yolu ile Eskişehir Yolu’nu birleştiriyor. Böylece Emek Mahallesi ve Dışişleri Bakanlığı’nın olduğu kavşağı rahatlatacaktı ki daha kötü yaptı. O plan böylece ODTÜ Ormanı’nın doğu çizgisinden bir dilim aldı. Ayrıca ormanın ortasından geçen bir başka yolu da tünel şeklinde geçirmeyi de plana koydu. Bugün trafik ODTÜ’nün önüne kadar taşıyor artık.

Yeni yol tartışması ise bunun ötesinde. Çünkü belediye artık o tüneli açıktan geçirmek istiyor. Yetmiyor ODTÜ’nün batısındaki Bilkent Yolu’nu genişletmek ve devamında çevre yoluna çıkarmak istiyor. Yetmiyor, Eskişehir Yolu’na paralel bir yol ile şehrin batısına çıkış vermek istiyor. Ama hiçbiri yetmiyor. Çünkü skandal çok büyük ve bunu bir ormana ödetmek o kadar ucuz ki! Çünkü Türkiye’nin en batık projesi kurtarılmalı. Tıpkı 3. Köprü, Avrasya Tüneli gibi projelerin bir benzeri burada.

Kaynak: TMMOB Şehir Plancıları Odası

Sağlık Holding hastalıklar diler

Türkiye, ulaşımda nasıl bir Karayolları Holding kurduysa, şimdi de sağlık alanında bir Sağlık Holding kurmaya çalışıyor. Tıpkı 3. Köprü ve Avrasya Tüneli gibi yüzde 70 hasta garantili, garanti tutmazsa ödemeli, ödememek için de gerekirse diğer hastaneleri kapatma gibi işler yapabileceği bir modele geçiyor. Buna Şehir Hastaneleri diyor. Böylece sağlıkta sermeye birilerinin elinde toplanacak. Böylece hasta olmazsanız hasta eden politikalar uygulanacak. Nasıl 3. Köprü’den arabalar çok geçsin diye Marmaray çalıştırılmıyor, nasıl Avrasya Tüneli daha çok kullanılsın diye Boğaz’ı geçen deniz seferleri düşürülüyorsa, işte bu şehir hastaneleri de aynı hikâye.

Bilkent Şehir Hastanesi, Ankara şehir merkezine 10 km mesafede, 1 milyon 200 bin metrekare inşaat alanına sahip, 1,2 milyar euro yatırım bedeli gözüken, 3 bin 700 yataklı 776 muayene odası olan bir fabrika otel. Şimdi bu cümle bile yeterli değil mi? Şehrin 10 km dışına oteller kurup hastaları otellere yerleştirmek gibi görünmedi mi size de? Bu işi yapanlar Eskişehir Yolu’nun ne kadar trafiğe doyduğunu bilmiyor mu? Biten yeni bakanlık binaları ile artık trafik kuyruğunun Bilkent Kavşağı’na geldiğini herkes biliyor. Hele Malazgirt Bulvarı adı verilen sit alanına yol ile daha da kötü oldu.

Skandal bunun da ötesinde.

Aradığınız hastaneye ulaşılamıyor!

Bilkent Şehir Hastanesi hakkında hiçbir resmî bilgi yok ortalıkta. Bilgiler o kadar eksik ve kopuk ki. Türk Tabipler Birliği’nin bu konuda çalışmaları olmasa pek de bir şey bilmeyeceğiz. Elimizdeki en resmiye yakın bilgi olan ÇED raporunu referans aldığımızda hastanenin günlük 50 bin ziyaretçi ağırlayacağını, 3 bin 700 yatak kapasitesi olacağını ve 11 bin 700 personelin çalışacağını öğreniyoruz.

Daha kötüsü acil servis. Acil serviste 276 yatak bulunacak ve günde 5 bin acil vaka görüleceği tahmin ediliyor. Yani günde 5 bin ambulans ya da aracın girmesi ve çıkması ne demek? Eskişehir Yolu’ndan sadece acil hastalarının ambulans ve araba ile gelip gitmesi bile imkânsız.

Böylesi bir trafiğe rağmen 7 bin 500 araçlık otopark koymuşlar. Bunun için bile 320 bin metrekare otopark alanı ayrılmış. Bunun yetmeyeceği düşünülerek 1000 metrekarelik helikopter pisti eklenmiş. Bu halde bile hastane 65 bin geliş, 65 bin gidiş en az 130 bin yolculuğu Eskişehir Yolu ile nasıl kaldıracak?

Metromuz çalışmıyor!

Hastane, Kızılay-Çayyolu metro hattı üstünde iki durak arasında. Yani basit bir organizasyon ile ayaktaki hastaların önemli bir kısmı ve ziyaretçiler bu yolu kullanabilir değil mi? Kullanamaz. Çünkü o hat çalıştırılmıyor. Çalışsa zaten Eskişehir Yolu’nda trafik olur mu? Dünyanın neresinde görülmüş ki bir toplu taşıma hizmeti ile trafik artıyor?

Basitçe anlatalım. Teknik verilere göre, Kızılay-Çayyolu metro hattı bir saatte bir yöne 66 bin yolcu taşıyacak kapasitede. Beş dakikada bir sefer kaldırdığında günde 700 bin yolcuyu rahat taşıyabiliyor. 90 saniyede bir sefer yapsa 2,4 milyon insanı taşıyabilir. Yani siz metroyu çalıştırsanız Eskişehir Yolu’nu sadece bisiklet ve ambulanslara açabilir, araba geçişlerine yasaklayabilirsiniz.

Peki metro şimdilerde ne kadar yolcu taşıyor. Bir saatte iki yöne 132 bin yolcu taşıyabilen Ankara-Çayyolu hattı günde tam 83 bin yolcu taşıyor. 2017’de saatte 1265 yolcu taşıdı!

Şimdi projeyi anladınız mı?

Olayı özetlersek, 1,2 milyon metrekare inşaat alanına şişik fiyatları ile 1,2 milyar euro’luk şehir hastanesi projesi yapılıyor, bu hastanede on binlerce hasta ve binlerce yatan hasta garantisi veriliyor. Yetmezmiş gibi de her yıl devlet 340 milyon TL kira ve yıpranma bedeli ödeyecek. Böylece 25 yılda sadece kira ve bakım için 23.4 milyar TL cebimizden çıkacak.

Kalkınma Bakanlığı raporlarına göre bunun gibi 16 hastane projesini bir araya getirince ortaya 27 milyar dolarlık yıllık kira çıkacak. O kadar kaynak aktarmaya rağmen bir metroyu çalıştırmaya, bir düzgün iş yapmaya, bir basit planlama tartışmaya kuruş kaynak ayırmamışlar ve bunun yerine trafik yaratan modeliyle trafiği Bilkent, ODTÜ arazilerine sokmaya, bakanlık kampüslerinin çevresine yerleştirmeye ve bir sonraki kavşağa atmaya çalışıyorlar.

Çözüm ne?

O gün seçilmiş ODTÜ rektörü koruma amaçlı imar planı diye bir şeye soyunarak ODTÜ’nün parçalanmasının önünü açtı. Hem de bütün Türkiye bu planların, kanunların rolünü çok iyi bildiği halde bu adımı attı. Şimdi ise atanmış rektör bu konuda çatışmayacağını söylüyor. Ortada bu işi ayyuka çıkarmış bir tane belediye meclisi üyesi yok. Buradan bakılırsa bu işin hiç mi hiç şansı yok. Ama zaten buradan baktığımız için yıllarca kaybetmedik mi?

Kazanmanın yolu çok basit. Bunun kararını veren, kararına ses çıkartmayan, karara karşı çıkıyormuş gibi yapana ulaşın. Sadece ona ulaşmanız bile işini ciddiye almasını sağlayacaktır. Sadece konuyu bildiğiniz, mekanizmayı anladığınızı göstermeniz bile yetecektir. Unutmayın, onların her yıl 29 milyar dolar kira geliri ile oluşturacakları bir “sağlık holding” hayalleri var. Bu hayale hasta garantisi sağlamak için neredeyse Avrasya Tüneli’ni ormandan geçirmek istiyorlar. Bizim içinse her yıl ödenmeyecek 29 milyar dolar, kazanılacak bir orman var. Yetmez mi?

 

(Gazete Duvar)

 

 

Napoli açıklarında deprem: 1 ölü

İtalyan Ulusal Jeofizik ve Volkanoloji Enstitüsü’nden (INGV) ilk yapılan açıklamada, dün (21 Ağustos) yerel saatle 20.57’de meydana gelen depremin büyüklüğü 3,6 olarak duyuruldu. Bu açıklamada depremin merkez üssünün Ischia adası açıklarında deniz altında 10 km derinlikte olduğu belirtildi.

Ancak Enstitü, ikinci bir açıklamayla depremin 4 büyüklüğünde olduğunu ve 5 km derinlikte meydana geldiği duyurdu. ABD Jeoloji Araştırmaları Kurumu (USGS) ise depremin büyüklüğünü 4,3 olarak açıkladı. Bir kişinin hayatını kaybettiği depremde 25 kişi de yaralandı. Helikopter ve teknelerle Napoli’den bölgeye arama kurtarma ekipleri gönderildi. Enkaz altında kalanları arama çalışmaları devam ediyor.

 

(BBC Türkçe)

Şili’de kürtaj yanlılarından hukuk mücadelesi zaferi!

Güney Amerika ülkesi Şili’de kürtaj yanlıları hukuk mücadelesini kazandı. Anayasa Mahkemesi, belirli şartlarda kürtaja izin veren yasal değişikliğin anayasaya uygun olduğuna hükmetti. Dosyayı görüşürken 130’dan fazla örgüt temsilcisinin argümanlarını dinleyen yargıçlar kararı 4’e karşı 6 oyla aldı.

Mahkemenin kararını sevinç gösterileri ile kutlayan kürtaj yanlıları uzun soluklu bir çalışmanın karşılığını gördüklerini belirtiyor:

“Bu tarihi bir dönüm noktası, feministlerin, kadınların ve insan hakları aktivistlerinin on yıllar boyunca verdiği mücadelenin bir sonucu. Hukuki tartışmada güçlü olan taraf bizdik. Anayasa Mahkemesi’nde son derece ikna ediciydik ve istediğimiz sonucu elde ettik.”

Mahkemin kararının ardından protesto gösterisi düzenleyen kürtaj karşıtları ise 1990’larında başından beri yürürülükte olan yasağın kaldırılmasına sert tepki gösterdi:

“Ülkemiz için bugün karanlık bir gün. Soykırımı yasallaştırdılar.”

Augusto Pinochet 1989’da yasaklamıştı

Şili, kürtajı istisnasız yasaklayan ender ülkelerden biriydi. Pinochet iktidarında yürürlüğe giren yasağı 2015’te kaldıran Devlet Başkanı Michelle Bachelet, mahkemenin kararından duyduğu memnuniyeti sosyal medya hesabından paylaştı. Şili’deki mevcut yasa annenin can güvenliği söz konusu olduğunda, fetüsün yaşamayacağı anlaşıldığında ya da hamilelik tecavüz sonucu gerçekleştiğinde kürtaja izin veriyor.

Şili’deki mahkeme kararının ardından Katolik ülkeler arasında kürtajı her koşulda yasaklayan ülkeler Honduras, El Salvador, Nikaragua, Malta, Vatikan ve Dominik Cumhuriyeti kaldı.

Kürtaj savunucuları, ülkede her yıl 70 bin illegal kürtaj gerçekleştiğini söylüyor.

Mevcut yasaya göre kürtaj yaptıran kadınlar ve yapan doktorlar 5 yıla kadar hapis cezası alabiliyor

2010-14 arasında Şili’de 73 kişi kürtaj nedeniyle çeşitli hapis cezalarına çarptırılmıştı.

 

(BBC Türkçe, Euronews)

Türkiye tam güneş tutulması için 2060’ı bekleyecek

Milyonlarca kişinin merakla beklediği Güneş tutulması gerçekleşti. Güneş tutulmasını izleyebilmek için insanlar sokaklara döküldü. Güneş’le Dünya arasında giren Ay’ın gölgesi ilk olarak ABD’nin batı kıyısındaki Oregon üzerine düştü. Merakla beklenen Güneş tutulması, Türkiye saatiyle 19.00’da başladı. Tam Güneş tutulması sadece Kuzey Amerika’da gözlemlendi. Milyonlarca insan tutulmayı ABD Uzay ve Havacılık Dairesi’nin (NASA) canlı yayınından takip etti.

NASA, tam güneş tutulması başladığında NASA Moon (NASA Ay) Twitter hesabından, NASA Sun’ı (NASA Güneş) engelleyerek, “Hahaha, Güneş’i engelledim” diyerek şaka yaptı. Tutulmanın ardındansa, “Güneş parlasın! Güneş’i artık ne gökyüzünde ne Twitter’da engellemiyorum” dedi.

Türkiye’den de gözlenebilecek tam güneş tutulması ise 20 Nisan 2060’da gerçekleşecek.

 

(Evrensel)

 

Göçmen işçi iş makinesinin altında kaldı, patron “yolda bulduk” diyerek hastaneden kaçtı!

Kocaeli Körfez ilçesinde tavuk çiftliğinde çalışırken devrilen iş makinesinin altında kalan Afganistan göçmeni Abdulseddar Abdulkayyum Hudayberdi, kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti. Hudayberdi’yi yolda bulduklarını söyleyip, hastaneye bırakan tavuk çiftliği sahibi ve 2 çalışanı gözaltına alındı.

Olay, öğleden sonra, Körfez İlçesi Himmetli Mahallesi’nde meydana geldi. Bir tavuk çiftliğinde çalışan Abdulseddar Abdulkayyum Hudayberdi, devrilen iş makinesinin altında kaldı. Ağır yaralanan Hudayberdi, tavuk çiftliği sahibi B.Ç. ile çalışanları A.K. ve Y.S. tarafından araçla Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’ne getirdi. B.Ç. ve çalışanları, Hudayberdi’yi Derince İlçesi Toylar yol ayrımında yerde yatarken bulduklarını söyleyip, hastaneden ayrıldı. Kaburgaları kırılan, ciğeri patlayan Abdulseddar Abdulkayyum Hudayberdi ameliyata alındı, ancak doktorların tüm çabasına karşın kurtarılamadı.

Jandarma ekipleri, Afganistan’daki ağabeyine ulaştığı Hudayberdi’nin bir tavuk çiftliğinde çalıştığı bilgisine ulaştı. Bunun üzerine tavuk çiftliğinin sahibi B.Ç. ile iki çalışanı A.K. ve Y.S. ‘Taksirle adam öldürmek’ suçlamasıyla gözaltına alındı.

 

(Evrensel, DHA)

[İklim İçin] Bilime inanıyor musunuz?

Merhaba sevgili Yeşil Gazete’nin İklim İçin köşesinin Türkiye konumlu okuyucuları,

Güneş tutulmasını göremediğiniz için üzgün müsünüz? 21 Ağustos 2017’de Kuzey Amerika’da tam güneş tutulması gözlemlenebilecek. Hatta ben bu satırları yazarken karanlığa gömülen insanlardan coşku dolu fotoğraflar Twitter zaman tünelime akıyor. Tüm bu güneş tutulması heyecanı aklıma 1999 yazını getirdi. O zamanki güneş tutulmasını Fethiye’de Bilim Çocuk dergisinin verdiği gözlükle izlemiştim. 1999 yılında Bilim Çocuk dergisi DNA, evrim, androidler, güneş sistemimiz falan anlatıyordu. Bilim Çocuk dergisinin tam olarak hangi sene boka sardığını anlamak için tüm sayılara baktım. İnanmazsınız ama 2002’de ilk logo değişimiyle dergi biraz basitleşiyor, 2005’de ikinci logo değişimiyle biraz daha basitleşiyor, 2009’da logo comic sans karakterlerine doğru evrilirken dergi hayat bilgisi dersi kitaplarına evriliyor. 2015 sayılarında ise artık androidler değil taksiler kapak oluyor. Aman zaten bilim bizim neyimize, Nasa’nın güneş tutulmasının canlı yayınının yorum sekmesine Recep Tayyip Erdoğan, GS Şampiyon falan yazan güzel insanlarımız varken.

Bu konuya nereden geldim. Meşhur bilim insanı, astrofizikçi Neil deGrasse Tyson “21 Ağustos’ta güneş tutulacak dediğimizde inandınız da iklim değişikliğine niye inanmıyorsunuz?” diye bir tweet attı:

 

Güzel soru Sayın Tyson.

Bu soru benim de bir süredir aklımda. Niye insanlar iklim değişikliğine inanmıyorlar? İnansalar bile niye hiçbir şey yapmıyorlar?

Current Affairs’de 11 Kasım 2016’da yayınlanan makalede Nathan J. Robinson’da kendisine benzer bir soruyu soruyor. Robinson’a göre öncelikli sorun “dünyanın sonu geldi diyenlerin pek de dünyanın sonu gelmiş gibi davranmaması”. Eğer hemen alışkanlıklarımızı değiştirmezsek cayır cayır yanacağımız, yerimizden olacağımız, kıtlık, kuraklık, hastalık ve çatışmalarla dolu bir gelecek tahayyül ediliyor. Madem durum bu kadar kötü, bu bilim insanları niye sokakta değiller? Eğer bilim insanları ve akademisyenler gerçekten iklim değişikliğine inanıyorlarsa medyaya demeç vermektense köy köy gezip iklim değişikliğini anlatmalı, iklim inkarcılarıyla bir araya gelip onlarla tartışmalılar. Obama’nın her konuşmasında iklim değişikliğinden bahsetmesi, New York Times’ın manşetinin hep iklim değişikliği hakkında olması lazım.

Robinson şöyle devam ediyor, “Bilimsel konsensus gerçekten doğruymuş gibi davranmamanın bilimsel doğruluğa gölge düşürdüğünden şüpheleniyorum.”

Buraya bir parantez açmak istiyorum: Neoliberal politikalar bize şunu söylüyor: İklim değişikliği var ve sen evindeki ampülü değiştirerek iklim değişikliğini durdurabilirsin. Hatta çocuk sahibi olmayarak 55 transatlantik uçuşun salacağı karbonun önüne geçebilirsin.

Öte yandan Chris Hedges’ın dediği gibi “Kendimize yalan söyleyip durursak iklim değişikliği ile savaşmamız imkansız.” Ampül değiştirmek ve bisikletle işe gitmek iyi ama küresel iklim değişikliğini durdurmak için yeterli değil. Küresel iklim değişikliğini durdurmamız için acilen yeni fosil yakıt çıkarmayı durdurmalı, fosil yakıt teşviklerini kesmeli, yenilenebilir enerjiye adil bir geçişi sağlamalıyız. Yani Robinson’ın dediği gibi iklim değişikliğine gerçekten inanıyorsak ampül değiştirmeyi bir kenara bırakıp sokaklara inmeliyiz.

Bir başka bakış açısı ise “bilimsel konsensus” arayışının iklim değişikliği iletişimine darbe vurduğunu söylüyor. Sosyolog Warren Pearce’in 1 Ağustos 2017 tarihli The Guardian’da yayınlanan makalesi “Akademisyenler konsensusa odaklandığı sürece iklim değişikliğini asla yenemeyeceğiz” diyor. Natural Science dergisinde yayınlanan makaleye göre bilimi kabul etmemiz için en önemli koşul konsensus olması. İklim değişikliği üzerine yapılan bilimsel araştırmaların %97’si insan kaynaklı iklim değişikliğinden söz ediyor. Amerikalıların katıldığı bir ankete göre ise sadece sekiz Amerikalıdan biri iklim değişikliği konusunda bilim dünyasında çoğunlukla (%90 veya daha fazla) fikir birliği olduğunu düşünüyor. Pearce’ın da dahil olduğu bir grup sosyal bilim insanının yaptığı araştırmaya göre istatistikler insanları bir araya getirmekte işe yaramaz, politikalar bilimsel konsensusa göre ilerlemez ya da gerilemez ve de konsensus oluşturma çabaları asıl politik sorunları apolitize etmekten başka bir işe yaramaz.

Bu tartışma daha da görünür olmaya başladı. İlk olarak şu sıralar sıkça yaşadığımız olağanüstü hava olaylarını iklim değişikliğine bağlayabilir miyiz sorusu ile kendini gösterdi. İletişim açısından bakıldığında (bu konuya daha sonra geleceğim) her hava olayına herhangi bir bilimsel kanıt sunmadan iklim değişikliği demek sonrasında gelecek olan yorumlara karşı (bu mevsimde böyle şeyler olur) hazırlıksız yakalanmamıza neden olabilir. Öte yandan o hava olayının iklim değişikliğiyle alakasını araştırıp bilimsel bir makale hazırlansa bile iklim iletişiminde biliyoruz ki insanlar istatistikleri ve çok fazla veriyi algılamıyorlar.

Bilimsel açıdan ise son dönemlerde yaşanan aşırı hava olaylarının iklim değişikliği ile bağlantısıyla ilgili raporları okumak mümkün. Örneğin 07 Ağustos 2017 tarihinde sızan ABD’nin Ulusal İklim Değerlendirmesi aşırı hava olayları ve bunlara bağlı olarak fırtına, hortum, kuraklık ya da sel gibi felaketlerin iklim değişikliğiyle bağlantısını kuruyor. (673 sayfalık raporu bir cümleyle böyle özetledim ya bana da tebrikler).

Peki her şeyi iklim değişikliğine bağlayabilir miyiz? COP21’de katıldığım bir sunumda Fransa ve Orta Doğu’da iklim değişikliği, çatışma ve göç üzerine çalışma yapan akademisyene Suriye’deki iç savaşla iklim değişikliğinin bağlantısını sorduğumda “Eğer Suriye iç savaşını iklim değişikliğine bağlarsak Esad’ın işlediği suçları aklamış oluruz” cevabını vermişti. Peki diğer durumda iklim değişikliğini apolitize etmiyor muyuz?

Tam bu konu hakkında Twitter feedimde dönen bir tartışmadan alıntı yapmak istiyorum:

 

“What We Think About When We Try Not to Think About Global Warming” kitabının yazarı Per Espen Stoknes’ın bu konuyla ilgili güzel bir örneği var. İnsan aklı uygunsuz gerçekleri bilime aykırı da olsa çok güzel bir şekilde yalanlayabiliyor. Sigaranın kansere neden olduğu bilimsel bir gerçek. İnsanlar ise bu gerçeği “Halam günde 40 sigara içiyordu hala turp gibi, amcam hiç sigara içmedi ama kanserden öldü” diyerek kendilerine uygun bir şekilde (sigarayı bırakmayacak şekilde) çarpıtabiliyorlar. Peki o zaman iklim değişikliği için niye yapmasınlar?

Devam edecek…

Boğaziçi’nden ‘Hande Kader Bursu’na yalanlama: Bağışlar da iade edilecek!

Boğaziçi Üniversitesi LGBTİ+ Çalışmaları Kulübü, bu sene bir trans öğrenciye Hande Kader Bursu verileceğini açıklamış, Kaos GL’de yer alan haber üzerinden biz de bu haberi sizlerle paylaşmıştık ancak Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğünden gazetemize gelen yazılı açıklamada bursun bilgileri dahilinde olmadığı belirtilerek bağışların da iade edileceği açıklandı.

Trans bir öğrenciye burs verileceği haberinin yayılmasının ardından, Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü yazılı bir açıklama yaptı.

Açıklamada Hande Kader Bursu’yla ilgili Boğaziçi Üniversitesi Vakfı (BÜVAK) ve Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü’nün hiçbir bilgi ve dahli bulunmadığı, haberin ardından yapılan bağışların ise an itibarıyla iade edildiği belirtilirken burs verildiğine dair yapılan haberlerin de kaldırılması talep edildi.

Açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“BÜVAK ve LGBTİ+ Çalışmaları Kulübü (BÜLGBTİ+) işbirliği sonucu, ‘Hande Kader Bursu’ ile Boğaziçi Üniversiteli bir trans öğrenciye 12 ay boyunca 500 TL burs verileceği” yönündeki habere konu olan fon ve bursa dair Boğaziçi Üniversitesi Vakfı (BÜVAK) ve Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü’nün hiçbir bilgi ve dahli bulunmamaktadır.

BÜVAK bünyesinde böyle bir fon mevcut değildir. Bu nedenle bu haberin yayınlanmanın ardından bağış yapan ve yapmak isteyenler yanlış yönlendirilmektedir.

Fon hakkındaki haber üzerine bağış yapanların hesaplarına yaptıkları bağışlar an itibarıyla iade edilmektedir.

Kamuoyunun yanlış yönlendirilmesi ve olmayan bir fona bağış yapılmasına neden olan haberin web
sitenizden kaldırılması konusunda yardımınızı rica eder;

Saygılar sunarız

Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü”

 

(Yeşil Gazete)

Ayvalık yangınını platform sözcüsü Nebahat Dinler ve orman mühendisi Cihan Erdönmez’e sorduk

Balıkesir’in Ayvalık İlçesi’nde, Ayvalık Adaları Tabiat Parkı Şeytan Sofrası mevkisinde 17 Ağustos’ta meydana gelen, aralarında iki mera ve zeytinlik arazilerin de bulunduğu 15 hektarlık alanın yok olduğu orman yangını sonrası, Ayvalık halkı başta olmak üzere sanatçı Haluk Levent ve çevre gönüllüleri seferber oldu.

Yangının çıkış nedeniyle ilgili olarak henüz resmi bir rapor yayımlanmazken, Ayvalık Tabiat Platformu sigara izmariti gibi olasılıkların gerçekli olmadığı kanaatinde. Fidanını kapan herkes özgürce dikebilecek mi sorusunun yanıtı ise hayır. Zira öncelikle yanan alandaki tahribatla ilgili teknik işlemler yürütülmesi gerekiyor.

Yeşil Gazete olarak Ayvalık Tabiat Platformu sözcüsü Nebahat Dinler ve Orman Mühendisi Doç. Dr. Cihan Erdönmez’in görüşlerini aldık.

“Ayvalık halkı çok duyarlı”

Ayvalık Tabiat Platformu sözcüsü Nebahat Dinler

Ayvalık Tabiat Platformu sözcüsü Nebahat Dinler, Yeşil Gazete’ye yaptığı açıklamada henüz açıklanan resmi bir raporun olmadığını, bölgede yaptıkları incelemeler sonrası sabotaj ihtimali üzerinden durduklarını söyledi. Dinler, açıklamasına şu sözlerle devam etti:

“Yanan alan yola uzak ve tepelik bir yerde bulunuyor. Dolayısıyla yangının yukarıdan aşağıdan yukarıya çıkması mümkün değil. Poyraz yönüne doğru ilerleyen bir yangın var. Bu nedenle sigara izmariti gibi olasılıkların gerçekçi olmadığını düşünüyoruz. Bugün ağaçlandırma prosedürü hakkında Burhaniye Doğa Koruma ve Milli Parklar Şefi Atasay Tanrısever’i aradım, alanda inceleme yapıyordu. Kaymakamlığı bilgilendirmişler, iletişim halindeler. Ayvalık halkı çok duyarlı. Gerek Ayvalık gerek Türkiye’nin çeşitli yerlerinden fidan temin edenler oldu. Bir grup genç Facebook üzerinden Eylül ayından etkinlik yapalım diye girişimde bulundu. Bu tip olaylardan önce sahanın incelenmesi gerekiyor. En erken Ekim-Kasım gibi ağaçlandırma yapılabilir. “Burayı ağaçlandırmalıyız, eski haline dönmesini sağlamalıyız” diyen çok. Change.org üzerinden başlattığımız imza kampanyasına da çok büyük destek var.”

Haluk Levent’in çağrısına Orman ve Su İşleri Bakanlığı’ndan olumlu yanıt

Sanatçı Haluk Levent’in sosyal medya hesabından başlattığı kampanya ile Ayvalık’ı yeşillendirme girişimi daha da geniş kitlelere yayıldı. Levent’in Twitter hesabı üzerinden yaptığı çağrıya  Orman ve Su İşleri Bakanlığı’ndan olumlu yanıt geldi:

 “Sayın Haluk Levent, Ayvalık’taki saha temizlenmeye başlandı. Kasım’da fidanlar toprakla buluşturulacak. Hassasiyetiniz için teşekkür ederiz. Ayvalık’taki yangında zarar gören saha Ekim ayında sürülecek, Kasım ayında ilk fidanlar toprakla buluşacak ve yangının izleri silinecek.

Bunun üzerine de Haluk Levent yanıt vererek “Tamam biz de Kasım ayında fidanlar dikilirken orada olacağız. Ve ondan sonra diğer yakılan ormanlarda. Orman Bakanlığı hepimize söz verdi. Takipçisi olacağız. Diğer yakılan yerler için de açıklama bekliyoruz. Olmazsa devreye biz gireceğiz” dedi.

“Yanan devlet ormanlarının ağaçlandırılması Anayasal bir zorunluluk”

Yanan bir alanın yasal olarak en geç 1 yıl içinde ağaçlandırılması gerekiyor. Ancak Ayvalık’ı yeşillendirme sürecinde “Fidanını kapan herkes özgürce dikemeyecek”. Bunun başlıca sebeplerinden biri de öncelikle yanan alandaki tahribatla ilgili yürütülmesi gereken teknik işlemler. Orman Mühendisi Doç. Dr. Cihan Erdönmez konuyla ilgili merak edilenleri Yeşil Gazete’ye anlattı.

-Yanan bir alanın yeniden yeşillendirilmesi ne kadar zaman alır? Hangi aşamalardan geçiliyor?

Orman Mühendisi Doç. Dr. Cihan Erdönmez

Yanan devlet ormanlarının ağaçlandırılması Anayasal bir zorunluluk. Anayasa’nın 169. maddesinin bu yönde hükmü açık. Bu işin yasal boyutu. Elbette bir de teknik boyutu var. Yangının etkisi yalnızca toprak üzerindeki bitkileri ve yaban yaşamını yok etmekle kalmıyor. Aynı zamanda hidrolojik sistem üzerinde, toprak yapısı üzerinde ve özellikle bitkilerin çimlenme ve fidan gelişimi kapasitesi üzerinde önemli olumsuz etkiler ortaya çıkarıyor. O nedenle, yangından sonra ilk yapılması gereken şey bütün bu zararların ve ortaya çıkan durumun saptanması olacaktır. Bunun ardından, yanan alanın üzerindeki ölmüş ağaçlar ve diğer bitkilerin alandan uzaklaştırılması gerekir.

Aynı zamanda, bu alanın hangi orman işlevi ya da işlevlerine öncelik tanıyan bir amaçla ve hangi teknikle ağaçlandırılacağını ortaya koyan bir ağaçlandırma planının yapılması gerekiyor. Bu planda, toprakta ortaya çıkan yangın sonrası mevcut durumun bir toprak işlemesini gerektirdiği ortaya konulmuşsa dikim öncesi arazinin uygun teknikle işlenmesi ve dikilecek fidanlar için uygun koşulların oluşturulması zorunlu olur. Fidan dikimi yoluyla arazinin ağaçlandırılması ise bu işlem silsilesinin son halkası. Kuşkusuz bundan sonra arazi kaderine terk edilmiyor. Kuruyan fidanlar yerine tamamlama dikimleri, sıklık ve gençlik bakımları gibi, ormanın gelişim aşamalarına uygun olarak yapılması gereken daha pek çok işlem var. Ancak fidan dikimiyle, en azından ağaçlandırma aşamasının bitmiş olduğunu söyleyebiliriz. Sayılan bütün bu işlemlerin, yangınların doğal olarak bahar ve yaz aylarında çıkacağını hesap edersek, bir sonraki senenin vejetasyon dönemine, yani bir sonraki yılın ilkbaharında doğanının uyanışına kadar bitmiş olmasını beklemeliyiz.

“Haydi fidanları aldık, dikmeye gidiyoruz” diyemiyoruz

-Yeşillendirme kampanyaları haberleri gündemde. Fidanını kapan herkes özgürce dikebilecek mi? Nasıl bir prosedür işliyor?

Biraz önce açıkladığım son derece teknik işlemler göz önünde tutulunca, fidanını kapanın gidip istediği gibi ağaç dikebileceği bir iş değil bu. Ciddi bir planlama ve organizasyon, aynı zamanda da koordinasyon gerektiriyor. Ancak Orman Genel Müdürlüğü (OGM), toplumun bu hassasiyetine duyarsız kalmamalı ve yapılacak ağaçlandırma çalışmalarına gönüllülerin entegrasyonunu sağlayan bir ağaçlandırma planı geliştirebilmelidir. Bunun önünde engel olmadığı gibi geçmişte bu tür deneyimleri de yaşadık. 1994 yılında Tarihi Gelibolu Yarımadası Milli Parkı’nda çok büyük bir yangın çıkmış, bu yangın birkaç gün sürmüş ve yanılmıyorsam 5 bin hektar kadar ormana zarar vermişti. Gelibolu Yarımadası’nın yeniden ağaçlandırılmasına binlerce gönüllü, sivil toplum kuruluşu ve üniversite öğrencisi katkı vermiş, alanda tek tek fidan dikmişlerdi. Bugün Gelibolu Yarımadası’nda bulunan ağaçlarda binlerce insanın alın teri bulunmaktadır. Şimdi neden bu tür bir organizasyon yapılmasın? Ayrıca OGM pekala, fidanını kapan herkesin istediği gibi ağaç dikebileceği küçük bir alan da tahsis edebilir. Ancak bütün yanan alanın bu yöntemle ağaçlandırılması olanaklı değil.

-Alanlar rant için mi yakılıyor? 

Bana bu soruyu 10 sene önce sorsanız “Şaka mı yapıyorsunuz? Bu mümkün değil. Anayasa hükmü ortada.” derdim. Şimdi ise bu kadar net bir yanıt veremiyorum. Zira, Türkiye’de hukuk sisteminin aldığı yaralar ve hukukun işleyişi ortada. Yine de ben buna inanmak istemiyorum. Hatırlarsanız geçen kış Trabzon Çamburnu’nda bir yangın çıkmış ve benzer yorumlar yapılmıştı. Daha sonra alanda incelemeler yapan bağımsız meslek örgütlerinin raporları söz konusu yangının bir örtü yangını olduğunu ve ormanın devamlılığını etkileyen bir zararın oluşmadığını ortaya koymuştu.

Diğer yandan, ormandan rant elde etmek isteyenler neden ormanı yaksın? Otel mi yapmak istiyorlar? İstesinler, devlet veriyor zaten. Taş ocağı mı, maden mi, üniversite mi yapmak istiyorlar? Aklınıza ne iş yapmak gelirse gelsin, işinize bunu ormanda yapmak geliyorsa, ormancılık örgütüne başvuruyorsunuz, başvurunuza uygun bir kanun maddesi bulunuyor, işlemleriniz hızlıca yapılıyor ve istediğiniz orman alanı size tahsis ediliyor. Devir bu devirken ve bunu yapmak değil eleştirmek vatan hainliği gibi algılanırken ormanı yakmaya ne gerek var?

Toprağa fidanlardan önce kızılçam tohumları mı atılıyor?

Orman yangınları genellikle Marmara, Ege ve Akdeniz bölgelerinde çıkar. Bu bölgelerin iklim koşulları ile ormanların yapısı yangınlar için elverişli koşullar ortaya koyar. Bu bölgelerdeki ormanların hakim ağaç türü Kızılçam (Pinus brutia)’dır. Milyonlarca yıl süren evrim sürecinde Kızılçam bu bölge için en ideal ağaç türü olarak seleksiyona uğramıştır. Ağaçlandırma yaparken doğanın yaptığı bu seçime uygun davranarak yanan alanları yine Kızılçam ile ağaçlandırmak gerekir. Temel ağaçlandırma yöntemi fidan dikimidir. Tohum ekimi yoluyla ağaçlandırma çok nadiren, dikimin çeşitli nedenlerle mümkün olmadığı alanlarda yapılır. Yanan orman alanlarında dikimlere ek olarak, ağaçlandırmanın başarısını artırmak amacıyla tohum ekimi de yapılabilir. Bu tür haberleri ben de okuyorum zaman zaman. Ancak asıl ağaçlandırma yöntemi fidan dikimidir.

Sizce kamuoyu doğru bilgilendiriliyor mu? Nasıl bir yol izlemek gerekir?

Toplumda genel olarak çevre ve özel olarak da ağaç ve orman hassasiyeti son yıllarda oldukça arttı. Hem ülkemizde hem de dünya genelinde ormanların durumu ve gidişatı bu hassasiyeti fazlasıyla hak ediyor. Belki de bunun bir sonucu olarak ve özellikle sosyal medyada bilimsel gerçeklerle uyumlu olmayan, adeta kulaktan kulağa yöntemiyle yayılan haber ve yorumlara şahit olabiliyoruz. Buna karşılık ülkenin ormanlarını yönetmekle yükümlü olan Orman ve Su İşleri Bakanlığı ile onun alt birimleri de halkı gerçek bilgilerle donatmak yerine, elindeki iletişim araçlarını adeta birer propaganda aracı olarak kullanmaktan, tek yönlü ve eksik bilgi yaymaktan geri durmuyor. Bu durum, bilimsel gerçeklerden kopuk sanal bir tartışma ortamı yaratırken, gerçeği bulmak karanlıkta iğne aramaktan farksız hale geliyor. Bu şekilde ilerlemenin olmasını olanaklı görmüyorum. Bütün tarafların yalın, saf ve yalnızca bilimsel gerçeği aramak ve onun ne koşulda olursa olsun arkasında durmak gibi bir sorumluluğu olduğunu hatırlatmak istiyorum.

 

Haber: Merve Damcı

(Yeşil Gazete)

Pınar Demircan, “Hibakuşa’lar Olmasın!” Sergisi üzerinden nükleerin gerçeklerini anlattı

Yeşil Gazete İklim ve Enerji Haberleri Editörü, arkadaşımız Pınar Demircan, Sivil Düşün desteği ile hayata geçirerek sırasıyla Mersin, İstanbul ve Sinop’ta;   9 – 12 Ağustos tarihleri arasında ise Samsun’da da nükleer karşıtları ile buluşan “Hibakuşa’lar Olmasın” sergisini ve sunumunu yapmıştı. Serginin anlamını ve önemini içeren şekilde Gazete Şujin’den Evrim Kepenek‘in nükleer enerji  ilgili sorularını da  yanıtladı.

Gazete Şujin’de yer alan röportajı aynen paylaşıyoruz.

“Samsun’da düzenledikleri “Hibakuşalar Olmasın” başlıklı sergiyi ve nükleerin olası zararlarını konuştuğumuz ‘nukleersiz.org’ isimli websayfası koordinatörü Pınar Demircan, “Nükleerin zararlarını anlamak için atom bombası atılmasını beklemeye gerek yok” vurgusu yapıyor.

Nükleer santrallerin zararlarının anlatıldığı ve ilgili raporların paylaşıldığı ‘nukleersiz.org’ isimli websayfası bugünlerde farklı bir etkinlik ile de gündemde. Dünyadaki nükleer felaketlerin etkilerinin anlatıldığı “Hibakuşalar Olmasın” isimli sergi ile nükleer santrallere karşı farkındalık yaratan nukleersiz.org ekibi, sergi açılış tarihlerini de yine nükleer ve radyoaktif zehirlenmelerin yaşandığı tarihlere göre belirledi.

Çernobil’in yıl dönümü olan 26 Nisan’da Mersin’de, sonrasında ise İstanbul’da olan sergi, Hiroşima bombasının atıldığı 6 Ağustos’ta Sinop’taydı. Serginin son durağı ise, Nagazaki bombardımanına atıf yapılarak, 9-12 Ağustos’ta Samsun’du.

Samsun’da TMMOB İl koordinasyon kurulunun ev sahipliğinde, Mimarlar Odası’nda yurttaşların ilgisine sunulan sergide, Nükleer Savaşın Önlenmesi İçin Uluslararası Hekimler (IPPNW) Almanya tarafından hazırlanan 50 posterden 20’sini içeriyor . Serginin bir sonraki durağı ise İğneada olacak.

Nükleersiz.org

nukleersiz.org’un Koordinatörü Pınar Demircan ile, nükleer santrallerin olası zararları ve alternatif çözüm önerileri üzerine ayrıntılı bir söyleşi yaptık.

‘Gaziemir’de 100 bin ton nükleer bulaşıklı atık’

Nükleer santrallerin olası zararları hakkında bilgi verir misiniz?

Nükleer santraller hakkında bir değerlendirme yapmak biraz olsun teknik konulara girmeyi gerektirir. Zira nükleer santraller kurulup nükleer paranoyalar görmeye başladığımızda, ister istemez günlük hayatımızda hiç kullanmadığımız milisievert, bekerel gibi yeni ölçü birimleriyle tanışmak zorunda kalacağız.

Nükleer santralleri tehlikeli yapan temel neden nükleer santrallerin yakıtıdır. Zira termik santrallerden hiç farklı olmayan bir sistemle çalıştırılır. Tek fark ham maddesi kömür değil, uranyumdur ve bu her şeyi komplike hale getirir. Sorunlar uranyumun yerin altından çıkarılmasıyla başlar. Doğal haliyle yerin altında izoledir, ayrıca çevreye ve insanlara, canlılara durduğu yerden zarar vermez, ne zamanki sondajlar yapılır yerin altından çıkarılmaya çalışılır, bu noktada sorunlar başlar.

Peki, nükleerin zehirleri tam olarak temizlenebiliyor mu?

Bu sorunuzun tam karşılığını aslında bugün Gaziemir’de görüyoruz. Zira nükleerin tam olarak temizlenmesini bırakın, sürecin başlaması için bile yıllarca hukuk mücadelesi vermek gerekiyor. Kısaca, Gaziemir’de bir kurşun fabrikasının arazisinde ayrıştırma yapmak üzere aldığı ve nereden geldiği bilinmeyen 100 bin ton nükleer bulaşıklı atık olduğu tespit edilmiş bulunuyor. 2014 yılında Gaziemir sakinlerinin şikayet talepleri üzerine açılan davalar, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nun (TAEK)’nun ve sorumlu şirketin nükleer bulaşıklı atıkların arazide ilk tespit edildiği 2006 yılından bu yana ilk kez süreçle ilgilenmesini sağlıyor ve bu sayede bugün bertaraf, temizlik işlerine başlanması konuşulabiliyor. Ancak temizlik tehlikeli ve maliyetli olacağından yine sivil toplumun dışlanmasına çalışılıyor .

‘Türkiye bir deneme tahtası mı?’

Türkiye’de planlanan nükleer santrallere ilişkin değerlendirmeniz nedir?

Türkiye’de bu gün biri Mersin Akkuyu’da diğeri Sinop İnceburun yarımadasında olmak üzere 2 nükleer santral projesi hayata geçirilmeye çalışılıyor. İğneada’da üçüncü nükleer santrali kurma niyeti ise siyasiler tarafından zaman zaman gündeme getiriliyor, ancak İğneada için Mersin ve Sinop’ta olduğu gibi bir ticari anlaşma henüz yapılmamıştır. Buna mukabil Çin’e bir ziyaret gerçekleştiren Enerji Bakanı Albayrak 2016 yılında Çin ile uluslararası bir nükleer anlaşma imzaladı, bu anlaşmanın İğneada için mi yapıldığı henüz kamuoyuna açıklanmamıştır. Gelelim ticari anlaşma yaptığımız nükleer santrallere.

Bunlardan ilki 2010 yılında Türkiye ve Rusya hükümetlerinin imzaladığı uluslararası anlaşmayla kurulmak istenen Akkuyu NGS’dir. Bu proje için Çernobil nükleer felaketinde patlayan reaktörleri kurmuş olan Rosatom yetkilendirilmiştir. Türkiye bu anlaşmayla aynı zamanda başka ülkelerin bir ülkenin güvenlik meselesi olarak uzak durmayı tercih ettiği konuda dünyadaki ilk uluslararası nükleer anlaşmayı imzalayan ülke sıfatını kazanmıştır. 2013 yılında ise Türkiye ikinci bir uluslararası anlaşmayı bu kez Japon Hükümeti ile yapmıştır. Bu proje için  Fukuşima felaketinde tam erime meydana gelen reaktörlerin üreticisi Mitsubishi ve sorunlu raktörleriyle adı duyulan Fransız Areva, Sinop’ta bir nükleer santralin reaktörlerini kurmak üzere görevlendirilmiştir. İçinde bulunduğumuz süreç ise Akkuyu NGS adına üretim lisansı onaylanmış inşaat lisansı için onay beklenmektedir. Sinop için ise yer lisansı dahi henüz alınmamıştır. Türkiye için öngörülen bu projelere istinaden altını çizmek istediğim bir husus, gerek Akkuyu gerekse Sinop nükleer santrali için adı açıklanan reaktörlerin dünyada hiç denenmemiş olduğudur. Türkiye’de bilim insanlarının Türkiye bir deneme tahtası mıdır sorusu boş yere sorulmamaktadır.

Nükleer enerji yerine güneş ve rüzgar enerjisi mi gündeme geliyor?

Diğer taraftan yenilenebilir enerjilerden özellikle güneş ve rüzgar enerjisinin elektrik üretmede rekabetçi bir fiyat sunması ise nükleer santralleri iyice köşeye sıkıştırmış durumda bulunuyor. Geçenlerde ilan edilen YEKA projesinde gördüğümüz gibi rüzgar elektrik enerjisi için nükleerden 4 kat ucuz fiyat verebiliyor. Bu gibi örnekler arttığı için artık rüzgar enerjisinin geliştirilerek nükleer gibi riskli, maliyetli, hantal teknolojilere mecbur olunmadığı aslında anlaşılmıştır.

Türkiye’den bir örnek verir misiniz?

Türkiye Avrupa’da rüzgar ve güneş potansiyelleri üzerinden yapılan karşılaştırmada üçüncü sıradadır. Fakat istatistikler bize bugün ihtiyaç duyulan elektriğin güneşten yüzde 1, rüzgardan ise yüzde 7 oranında üretildiğini gösteriyor. Buna mukabil Enerji Bakanlığı’nın 2023 projeksiyonlarında enerjinin yüzde 30’unu güneş, rüzgar ve jeotermal gibi yenilenebilir enerjilerden karşılanacağı taahhüt ediliyor. Bu noktada, Sinop ve Mersin’de kurulması planlanan nükleer santrallerden her birinin, Türkiye’nin yıllık elektrik ihtiyacının yüzde 8’ini karşılayacağını hatırlayalım ve altına girilen riskin büyüklüğünü ve paha biçilmez yaşamımızın ne için feda edildiğini düşünelim.

‘Rüzgar enerjisi, canlı yaşamını katletmez’

Peki ihtiyaç duyulan enerjinin yenilenebilir enerjilerden karşılanması mümkün müdür?

İstatistikler ve örnekler bunun mümkün olduğunu gösteriyor. Zira yıllar yılı ihtiyaç duyduğu enerjiyi nükleer santrallerden karşılamış Almanya, 2020’ye kadar nükleer santrallerden çıkacağını duyurmuştur. Bu durum Almanya’nın nükleer santrallerden elde edilen enerji ile kurduğu sınai altyapısını rüzgar enerjisi ile devam ettirilebildiğini gösterir. Almanya, bugün enerjisinin yüzde 70’ini rüzgar santrallerinden elde eden bir ülke olarak birinci sıradadır, hatta elektriğin fazlasını komşu ülkelere ihraç etmektedir. Bir diğer örnek ise Japonya’dır: Fukuşima felaketinin başlamasıyla riskli olduğu düşünülen çalışabilir durumdaki 43 reaktör kapatılmış, hükümetin baskısına rağmen bugün yalnızca 5 reaktörü yeniden operasyona başlatılabilmiştir. Nükleer santraller kapatıldıktan sonra ileri teknoloji ülkesi Japonya’da öyle elektrik sıkıntısı falan da çekilmemiştir.

Türkiye yenilenebilir enerjiye yüzünü dönebilir mi?

Bilim insanlarının yapmış olduğu değerlendirmeler bunun mümkün olduğunu gösteriyor. Zira Türkiye’nin rüzgar enerjisi kapasitesi  48.000 Megavattır. Lütfen Akkuyu NGS’de kurulacak reaktörlerin her birinin 1.200 Megavat kapasiteli olduğunu hatırlayalım . Bu bir nükleer santralin üretebileceği enerjinin 10 kat fazlasına tekabül etmektedir. Fakat yenilenebilir enerji bile olsa etik ölçüler ve ilkeler doğrultusunda projelendirilmeyen işler ekolojik tahribat yaratmakta, canlı yaşam alanlarını tehdit etmektedir. Misal rüzgar santrallerinin kurulması için orman katliamı, ağaçların kesilmesi, kuş göç yollarının değiştirilmesine gerek olmamalıdır. Bu kadar yüksek bir enerji potansiyeli var ve her yerde kuş göç yolu ya da orman fakiri ülkemizde kesecek ağaç bulunmadığına göre, neden bu projeler sorun üretecek şekilde yapılıyor diye düşünüyor insan.

 

(Gazete Şujin)