Ana Sayfa Blog Sayfa 3063

Eski Türkiye, Yeni Türkiye – Barış Özkul

Bu yazı birikimdergisi.com/ dan alınmıştır

AKP, dindar-muhafazakâr kesimin Cumhuriyet tarihinde siyasetle ilk kez gerçek anlamda barışma fırsatını elde ettiği 2011’den sonra Türkiye’yi adım adım kuvvetler ayrılığının ortadan kalktığı bir İslâmî reislik rejimine taşıdığı için “eski” Türkiye’nin siyasi aktörlerinin birdenbire demokrat kesildikleri “yeni” bir tablo ortaya çıktı. Bu tabloyu inandırıcı bulanlara göre ulusalcıların başından beri haklı olduğu, “yetmez ama evet” demekle AKP’nin “dümenine su taşındığı”, Çözüm Süreci’nin boş yere desteklendiği ve 2002’de işaret edilen tehlikelerin çok geç farkına varıldığı aşikâr. Kandırılanlar ve aldatılanlar var; bir de hiç yanılmayanlar…

Bu geriye dönük anlatının temelinde toplumu dönüştürememenin verdiği takatsizliği kendi yanındakiyle didişerek yatıştırma kolaycılığı olduğu kadar Türkiye’nin geleneksel siyasal kültüründen kaynaklanan sorunlu bir tutum da var.

İlkelerin esas olduğu siyasî kültürlerde bir politik tavrın doğruluğu sonuçta kimin işine yaradığı ve hangi amaçlarla kullanıldığına bakarak belirlenmez. Mesela AKP’yi kapatma davasına siyasi partilerin var olma hakkını savunduğunuzdan dolayı muhalefet ettiğiniz için AKP’nin beş yıl sonra yaptıklarından sorumlu tutulmazsınız. Bunun tersi de geçerlidir: Can Dündar, “yetmez ama evet” referandumu sonucunda yürürlüğe konan Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkından yararlanarak tahliye olduğu için ondan bu referandumu kişisel çıkarları gereği sahiplenmesini talep edemeyiz. Siyasette ilkeleri esas alanlar açısından tarihin önceden belirlenmiş-varsayımsal doğrultuları yoktur; öznelerin ve toplumların değişim potansiyelleri vardır. Mahallenin menfaatleri gereği susmak yerine ilkelerin doğrultusunda yanılabilirsin de.

Ne var ki Türkiye’de toplumu kutuplaştıran meseleler ilkeler ve gerçekler üzerinden değil kimlikler ve kimliklerin uzanımında yer alan siyasal aidiyetler temelinde tartışılır. Kimlikler zaman içinde kesifleştiği için (seküler ve muhafazakâr kesimler eskiden beri farklı semtlerde ikamet edip farklı sosyalleşme kanallarını kullandılar) içeriden çıkan çatlak seslere yönelik öfkenin dozu daha da yüksek olur. Kültürel ihtiyaçlara göre eğilip bükülen politik doğrular her durumda savunulacak ilkelerden daha önemlidir. AKP bu bakımdan köklü ve mümbit bir antidemokratik zemini devralmıştır. Aksi takdirde, kuvvetler ayrılığı sorununun AKP daha iktidar olmadan çözümlenmesi gerekirdi. Bugün kuvvetler ayrılığının ortadan kalkmasından “demokrasi adına” yakınan ulusalcılar herhalde Mustafa Kemal’in kuvvetler birliğinin yararlarını vurgulayan, “Rousseau ve Montesquieu’nün savunduğu kuvvetler ayrılığının artık eskidiğini” bildiren konuşmalarından haberdardır. Haberdar oldukları halde AKP öncesi çağlarda sistemin demokratikleşmesi yönünde kaydadeğer bir talepleri olmadığı gibi AKP iktidarının ilk yıllarında gündeme gelen sistem tartışmaları sırasında demokrasinin asgari müştereklerini savunmak yerine Abdullah Gül’ün eşinin başörtüsüyle uğraşmak gibi garabetleri yeğlediler. Böylece AKP, devraldığı mümbit zemini kolaylıkla kendi lehine genişletti ve HDP deneyimini saymazsak dişe dokunur bir ilkesel muhalefetle karşılaşmadan bugünlere geldi. Şimdi gene kuralsızlık ve ilkesizliğe dayalı bir çoğunluk tahakkümünü/diktasını yerleştirmekle meşgul.

Yeni Türkiye, ilkeler ve zihniyetler bakımından Eski Türkiye’nin rayından çıkmış bir taklidi. Eski Türkiye’yi özleyenler demokrasi elden gittiği için değil kendi iktidarları gerilediği için Yeni Türkiye’ye muhalifler. Bu yüzden henüz yaşam tarzı savunusundan öteye geçip yapıcı ve eşitlikçi bir demokratik ütopya ortaya koyamadılar. Ulusalcılarla AKP’yi birleştiren sapasağlam köprüler yerli yerinde duruyor: Etnik sorunların askeri yöntemlerle halli, Avrupa Birliği’nden tamamen uzaklaşma çabası vb. Onun için Türkiye’de yeni ve ilkeli bir demokrasi kurulacaksa bu eski Türkiye ve onun aktörleri ile alışkanlıklarını özleyerek olacak şey değil.

Bu yazı birikimdergisi.com/ dan alınmıştır

 

Barış Özkul

[Yeşil İşler] Yuva Derneği, çocuk atölyeleri sorumlusu arıyor

YUVA Derneği, çocuk atölyeleri sorumlusu arıyor.

Derneğin ilanı şöyle:

YUVA Derneği, ekoloji, insan hakları ve yoksulluğun ortadan kaldırılması konularını beraberce ele alan bütüncül öğrenme ve savunuculuk faaliyetleri yürütür. YUVA’nın amacı tüm canlılar için sürdürülebilir bir yaşamı mümkün kılmaktır. YUVA’nın hedefleri doğrultusunda İstanbul Ümraniye Ofisinde Çocuk Atölyeleri Sorumlusu pozisyonunda çalışacak ekip arkadaşı aranmaktadır.

İlgili pozisyona dair aranan genel nitelikler ile iş tanımı hakkında detay bilgi almak için Sivil Sayfalar’daki ilan sayfasını ziyaret edebilirsiniz.

 

Yeşil iş ilanlarınız artık Yeşil Gazete’de

Yeşil İşler sayfamız için tklyn

 

(Yeşil Gazete, Sivil Sayfalar)

Temiz Hava Hakkı Platformu’ndan Kirazlıdere Termik Santrali’ne itiraz

Temiz Hava Hakkı Platformu (THH), Çanakkale’ye yapılması planlanan Kirazlıdere Termik Santrali’ne itiraz etti.

17 sivil toplum kuruluşunu bir araya getiren Temiz Hava Hakkı Platformu (THH), Çanakkale Biga`da yapılacak Kirazlıdere Termik Santrali’ne itiraz etti. İtiraz metni 18 Ağustos Cuma günü Ankara’da yapılan toplantıda İnceleme Değerlendirme Komisyonu’na (İDK) sunuldu.

İtirazda, “Pek çok kişi olması gerekenden fazla hastalanacak, zor iyileşecek, kanser olacak ve erken ölecektir. Bu durum hem insani boyutuyla kabul edilemez hem de ekonomik boyutuyla sürdürülemez bir yükü beraberinde getirmektedir. Kanserlerin, hastalıkların, sakatlıkların engellenmesi mümkündür ve ancak Bölge’ye yeni bir Kömürlü Termik Santralin kurulmasını izin vermemekle olanaklıdır” denildi.

Platform itiraz metninde ayrıca Kirazlıdere Termik Santrali’nin ÇED raporunda yer alan hava kirliliği değerlerinin Avrupa Komisyonu’nun yeni sınır değerlerinin üzerinde olduğunu ve bu değerlerin insan sağlığını geri dönülemez şekilde bozacağının altını çizdi. Bu yanlıştan dönülmesini, Çanakkale’de işletmede olan üç kömürlü termik santrale bir yenisinin daha eklenmemesini talep etti.

 

(Enerji Günlüğü)

Kadıköy’de ‘Hepimiz için laik eğitim!’ eylemi

Milli Eğitim Bakanlığı’nın hazırladığı yeni okul müfredatı İstanbul Kadıköy’de düzenlenen bir gösteride protesto edildi. Eylemciler, Kadıköy sokaklarında “Hepimiz İçin Laik Eğitim” sloganıyla bildiri dağıttı.

İstanbul’un Anadolu yakasının işlek semtlerinden Kadıköy sokaklarında dün bildiri dağıtan yaklaşık 50 kişilik gruptan bazıları, zaman zaman “Çağdaş eğitim istiyoruz” ve “Laik eğitim sistemi için harekete geçme zamanı” diye sloganlar bağırıyordu.

Dövizler ve balonlarla sokaklarda yürüyen kimi de sessizce ellerindeki bildirileri yoldan geçenlere, kafeteryalarda oturanlara uzatıyordu. Bazıları bildirileri almaktan imtina ederken, bazıları da alkışlarla destek veriyordu eylemcilere.

Sosyal medya üzerinden bir araya gelen bu grup “Harekete Geçme Zamanı. Hepimiz İçin Laik Eğitim” başlıklı bir dizi eylem başlattı dün. Bundan sonraki amaçları, kentin farklı yerlerinde standlar açarak, eğitimdeki sorunları topluma anlatmak ve katılımlarını sağlamaya çalışmak. Eğitim konusunda, bağımsız bir yurttaş meclisi oluşturmayı planlıyorlar.

Dün dağıttıkları bildiride, Milli Eğitim Bakanlığı’nın geçen ay açıkladığı tartışmalı yeni müfredat protesto ediliyor. Bu müfredata göre, birkaç hafta sonra açılacak 17 milyondan fazla öğrencinin eğitim gördüğü ilk ve orta dereceli okullarda, artık evrim teorisi anlatılmayacak. Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e ilişkin bölümler daraltılırken, cihat kavramı daha geniş yer bulacak.

15 Temmuz darbe girişimi “Demokrasi Zaferi ve Milli Birlik Günü” başlığı altında cihat kavramı içinde ele alınırken; 2013 yılındaki Gezi parkı protestoları, arkasında iç ve dış güçlerin bulunduğu eylemler olarak öğretilecek.

Uluslararası sıralamada Türkiye gerilerde

Türkiye’nin en tartışmalı konularından eğitim, sistemde sıklıkla yapılan değişiklikler nedeniyle gündemden hiç düşmeyen bir konu. Yeni müfredatın açıklanmasından önce, geçen Haziran ayında Milli Eğitim Bakanlığı, yeni açılacak tüm okullar için abdesthane ve mescit zorunluluğu getirildiğini duyurmuştu.

Bakanlığın tarikatların etkinliği altında bulunduğu ileri sürülen muhafazakar vakıflar ve sivil toplum örgütleriyle yakın işbirliği de tartışmalı konular arasında. Bu kurumlar aracılığıyla eğitimde din unsurunun daha da öne çıkarıldığı ileri sürülüyor.

En önemli sorun ise eğitimin kalitesinde. Uluslararası örgütlerin raporları, Türkiye’nin eğitimde en geri ülkeler arasında olduğunu gösteriyor. Bunlardan sonuncusu, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) geçen hafta yayınlanan “Bölgesel Refah Endeksi” raporunda gündeme geldi.

Buna göre, Türkiye eğitimde refah sıralamasında 10 üzerinden 0 puanla, 35 ülke arasında Meksika’yla birlikte son sırada yer aldı. Rapor, ortaöğretim ve üstü okullardan mezun olanların işgücüne katılım oranlarını ele alıyor. Raporda başı çeken ülkeler Çek Cumhuriyeti, Polonya ve Slovakya’da mezun öğrencilerin iş gücüne katılım oranları yüzde 90’ın üzerindeyken, Türkiye’nin en az yarısında bu oran yüzde 35’in altında kaldı.

OECD’nin geçen Nisan ayında yayınladığı Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA) raporunda ise Türkiye’deki öğrenciler, 72 ülke arasında, en mutsuz olanlardı. Matematikte 49, fen bilimlerinde 52, okumada ise 50’nci sırada yer aldılar.

Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu’nun (UNICEF) geçen Haziran ayında yayınladığı raporda da, Türkiye eğitim kalitesi kategorisinde 41 ülke arasında son sıradaydı.

 

(DW Türkçe)

Business Insider’in görülmesi gereken yer seçimi, Star Wars mekanları ile özdeşleştirdiği Bozcaada!

Dünya çapındaki Amerikan haber sitesi ‘Business Insider’, Lonely Planet, Suitcase ve Airbnb gibi dünya çapında popüler seyahat sitelerinin yazarlarının görüşünü alarak, dünya genelinde ziyaret edilmesi gereken 100 turizm destinasyonunu listeledi.

Listede Türkiye’den Bozcaada ile birlikte Kapadokya ve İstanbul Kapalı Çarşı da var. 17 Ağustos tarihinde yayınlanan haberde, ‘Business Insider UK’ en ünlü 20 seyahat bloggerlarına ve yazarlarına, Lonely Plaet, Suitcade ve Airbnb’deki beğenmelere göre gittikleri ya da gitmek üzere en üst listede tuttukları 5 yer sorularak listenin belirlendiği ifade edildi.

Star Wars benzetmesi

Bozcaada listede, ‘Bozcaada’da gevşeyin’ başlığı ile tanıtılıyor. Seyahat sitesi Passion Passport üyesi Gizem Toker, “Bozcaada’da zaman yavaş ve nostaljik geçiyor. Neden bölgedeki en dinlendirici adalardan biri olduğunu anlamak çok da zor değil” ifadelerine yer verdi.

Suitcase Magazine sitesi editörü India Dowley ise, ‘Business Insider’e, Kapadokya’nın 4 milyon yıl önce volkanik patlamalar neticesinde oluşan kayalar ile gerçekleştiğini belirterek, burayı ‘Star Wars filminden kalma gibi’ benzetmesi yaptı. Dowley, “Dağınık yeraltı şehirleri ve oyulmuş mağara meskenleriyle Kapadokya son yıllarda ziyaretçi çekmeye başlamış” dedi.

Site, İstanbul Kapalı Çarşı’yı ise ‘İstanbul Kapalı Çarşı’da kaybolana kadar dolaşın’ başlığıyla anlattı. Bozcaada, geçtiğimiz aylarda da New York Times Gazetesi tarafından 2017’de gezilmesi gereken 52 turizm destinasyonu arasında gösterilmişti.

 

(Birgün)

Özel araç sürücülerine sigara yasağı yolda

Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşları Teşkilat Yasası değişiyor. Buna göre toplu taşıma araçlarında uygulanan sigara içme yasağı, özel araçları da kapsayacak şekilde genişletiliyor. Yeni düzenleme ile “hususi araçların sürücü koltuklarında oturanların” da sigara içmeleri yasaklanıyor.

Gazete Habertürk’ten Fatmanur Boylu’nun haberine göre, yapılacak düzenleme ile Türkiye’de üretilen veya ithal edilen tütün ürünleri; markanın yazım şekli, yazı karakteri, punto boyutu, paket üzerindeki konumu, paketlerin rengi, diğer yazı, ibare ve şekiller dahil tek tip tasarlanmış düz standart paket biçiminde piyasaya sürülecek. Marka; paketin tek bir yüzeyine ve yüzeyin yüzde 5’ini aşmayacak şekilde yazılacak. Paketlerin üzerine markanın logosu, simgesi veya sair işaretleri konulamayacak.

Sağlık Bakanlığı teşkilatı, kamu hastaneleri kurumu ve bazı bağlı kurumların yapısında bazı değişiklikler de yapılacak. İl sağlık müdürlerine daha fazla yetki verilecek. Taslağa göre; Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreterlikleri ile bağlı hastanelerde görevli sözleşmeli personelin sözleşmeleri, ilgili maddenin yayımlanmasından sonra sona erecek. Sözleşmeli pozisyonlara kamu kurum ve kuruluşlardan görevlendirilenler kadro görevlerine dönecek, açıktan atananların ilişikleri kesilecek. Sağlık çalışanlarının nöbet ücretleri artırılacak. Normal doğuma bağlı, kadın ve çocuğun uğrayacağı zararlara karşı yapılacak özel sigortanın poliçesi 3 yıl süreyle Sağlık Bakanlığı’nca temin edilecek. Süre 6 yıla kadar uzatılabilecek. Aile hekimleri, 72 yaşına kadar çalışabilecek.

Şirket kuruluyor

Uluslararası sağlık hizmetlerine ilişkin politika ve stratejiler geliştirmek, hizmet sunum standartlarını ve akreditasyon kriterlerini belirlemek, ülkenin sağlık turizmine yönelik faaliyetlerini desteklemek üzere Uluslararası Sağlık Hizmetleri unvanı ile bir anonim şirket (USHAŞ) kurulacak. Bu şirket, uluslararası sağlık hizmetlerinin fiyat tarifelerini hazırlayarak bakanlığın onayına sunacak.

 

(HaberTürkCumhuriyet)

 

Marsilya’da terör paniği: Araç otobüs durağındaki yolculara çarptı!

Fransa’nın Marsilya kentinde bir araç otobüs durağındaki yolculara çarptı. Eski liman bölgesinde meydana gelen olayda en az 1 kişi öldü, 1 kişi de yaralandı.

Sürücü gözaltına alındı. Halka bölgeden uzak durmaları çağrısı yapıldı. Polis olayı soruşturuyor. Olayın “terör saldırı” olup olmadığı henüz bilinmiyor. Gün için şehrin bir başka otobüs durağına da bir aracın çarptığı kaydedildi.

 

(BBC Türkçe)

Çanakkale’de hayalet balık ağlarının sualtında yarattığı tahribat belgelendi!

Balıkçıların çeşitli sebeplerle su altında bıraktıkları ve pasif olarak avlanmaya devam eden “hayalet ağlar”, hem ekolojiye hem de ülke ekonomisine zarar veriyor. Bunun son örneği Çanakkale’deki bir batıkta belgelendi. Sualtı Görüntüleme Yönetmeni Tahsin Ceylan, kamerasıyla Çanakkale’deki Kaptan Franco Batığı’nın son halini görüntüledi. Görüntüler, terk edilmiş olan hayalet bir ağın sudaki yaşama verdiği zararı gözler önüne serdi.

Kaptan Franco Batığı: Franco asfalt hammaddesi taşıyan Yunan bandıralı bir yük gemisi. 1975 yılında sancak baş taraftan bir Romen yük gemisi ile çarpışarak saç gövdede bir yırtık oluşturuyor. Batık üstü 26 mt., altı ise 44 mt.de kıyıya nispeten yakın bir şekilde, iskele tarafına yatık olarak duruyor. Uzun ve büyük bir gemi ve bütün halinde görebiliyorsunuz. Akıntı nedeni ile tecrübeli dalıcıların dalabileceği bir bölge. İniş sırasında akıntıdan korunaklı bölümle inerseniz rahat bir dalış yapabilirsiniz. Batık çevresinde canlılık yüksek, mercan oluşumları başlamış durumda. Aktif Balıkadamlar Kulübü Spor Derneği’nden alınmıştır.

 

(CNNTürk)

Dr. Irmak Ertör ile konuştuk: Yoğun balık çiftliklerinin kıskacındaki denizlerimiz

BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) denizlerdeki balık türlerinin %30’undan fazlasının aşırı avlanma yüzünden tamamen tükenmekte olduğunu söylüyor. Deniz balıklarının hızla azaldığı dünyamızda yoğun (entansif) balık yetiştiriciliği, artan dünya nüfusuna bağlı olarak büyüyen gıda krizine derman olacağı öne sürülerek 1980’lerde yükselişe geçmiş bir sektör.

Bu iddiayla uygulamaya sokulan devlet politikaları, teşvikleri ve primleriyle sektör son otuz yılda muazzam bir büyüme gösterdi. Ancak bunca zaman içinde ne gıda krizi çözülebildi, ne de bu sektör iddia edildiği gibi ek protein kaynağı yaratabildi. Hatta bu balık çiftlikleri çoğu durumda etobur türleri (hamsi gibi pelajik balıklar) yetiştirdikleri için aşırı avlanmaya maruz kalan balık stokları üzerinde ek baskılar yaratıyor.

Nitekim çiftlik balığı üretimi artarken, denizlerde avlanan balık sayısı azalıyor. Yani çiftlikte yetiştirilen balıklar ek protein kaynağı yaratmaktan çok var olan stokları kendine akıtıyor.  İşin daha da kötüsü bu sektör gıda krizini büyüttüğü gibi, ekolojik ve sosyal maliyetler de yaratıyor. Denizlerimiz kirleniyor, geleneksel balıkçılık ve ona bağlı yaşam biçimleri ortadan kalkıyor.

Yunanistan’da bir entansif balık çiftliği

İşte bu hafta yoğun (entansif) balıkçılığı konuşmak üzere konunun uzmanı Dr. Irmak Ertör’le bir araya gelip uzun bir söyleşi yaptık.

Irmak Ertör, Boğaziçi Üniversitesi’nde ekonomi lisans eğitimi alırken ekolojik ekonomi ve sosyal ekonomi alanlarına ilgi duymaya başlamış. Aynı zamanda üniversitede dalış eğitmenliği yaptığı ve biyolojik çeşitlilik araştırmalarına katıldığı süre boyunca deniz ekosistemlerindeki değişiklikler ve problemler dikkatini çekmeye başlamış.

Boğaziçi Üniversitesi’nde lisans ve yüksek lisans yaparken sürdürülebilirlik, deniz koruma yöntemleri ve farklı paydaşların yaklaşımları, küçük ölçekli balıkçılarla endüstriyel balıkçılar arası ihtilaflar, aşırı avlanma gibi konularla ilgili araştırmalara dâhil olmaya başlamış. Yüksek lisansını bitirirken balık yetiştiriciliğinin tüm dünyada gitgide artan önemi dikkatini çekti ve doktorasını İspanya’da Barselona Otonom Üniversitesi’nde Avrupa’daki balık yetiştiriciliğinin politik ekolojisi üzerine yapmış.

Şimdi gelin denizlerimizi ve dolayısıyla hepimizin hayatını ilgilendiren meselelere ilişkin Dr. Irmak Ertör neler diyor kulak verelim.

1)Yediğimiz balığın neredeyse yarısı yoğun (entansif) balık çiftliklerinden geliyor. Hatta pek çok balıkçı “deniz balığı” diye satılanların önemli bir kısmını denizde kurulmuş balık çiftliklerine gönderme yaparak böyle adlandırıyor. Çiftlik balığı ile doğal ortamda serbest yetişen balık arasında ne gibi farklılıklar var?

Denizde doğal ortamında yaşayan ve büyüyen balığın avcılığı küçük ölçekli veya endüstriyel balıkçı tekneleriyle, farklı ağ ve yakalama yöntemleriyle yapılıyor. Bunun dışında zıpkıncılık, kıyıdan oltayla yakalama gibi yöntemlerle de ticari amaçlı olmayan sportif balık avcılığı yapılabiliyor. Çiftlik balığı ise satılacak boya ve ağırlığa gelene kadar hayatını denize yerleştirilen yüzen ağ kafeslerde sürdürüyor. Bu kafesler genellikle yüzeyden görülebilen ancak tonozlarla dibe tutturulmuş bir yapıdalar ve büyük bir ağ şeklinde oldukları için kafesle deniz arasında su giriş çıkışına izin vermekteler. Aynı türdeki balık yavruları kuluçkahanelerde belli boyuta getirildikten sonra bunların içine konuyor. Bu balıklar yaşadıkları kapalı ortam sebebiyle hayatta kalabilmeleri için dışarıdan girdilere, özellikle de yeme muhtaçlar. Genelde çiftlik balığı ve doğal ortamında serbest yetişen balık arasında hastalıklara direnç konusunda ve genetik olarak farklılıklar oluşmaya başlıyor.

2) GDO’lu yemle beslenen hayvanları ve hayvan yetiştirmede GDO’lu yem kullanımının etkilerini uzun zamandır tartışıyoruz. Balık yetiştirmek için GDO’lu yem kullanımı ne kadar yaygın? Bir de geçtiğimiz günlerde genetiği değiştirilmiş AquAdvantage Somonu haberleri çıktı. Doğal somona göre daha iri olan ve daha çabuk büyüyen bu balıkların yetiştirilmesinin yoğun (entansif) balık çiftliği sektörü için ekonomik avantajı belli ama halk sağlığı ve deniz ekosistemi üzerinde ne gibi etkileri oluyor?

Yakın zamana kadar sadece GDO’lu yemle beslenmiş hayvanlardan ve GDO’lu yem kullanımındaki risk ve problemlerden bahsediyorduk. Bu konu tabii ki önemini ve güncelliğini koruyor. Balık üretiminde de tavuk ve diğer küçükbaş veya büyükbaş hayvan üretimlerinde serbest olan tüm GDO’lu yemler kullanılabiliyor.

Ancak geçtiğimiz yıllarda Amerika’da bunun bir aşama ilerisine geçilmiş oldu ve AquaBounty Technologies firmasının patentini aldığı genetiği değiştirilmiş AquAdvantage somonun üretimi gerçekleştirildi. Uzun süren tartışmalar sonunda 19 Kasım 2015’te Amerika’daki Gıda ve İlaç Kurumu FDA (Food and Drug Administration) doğrudan insan tüketimine yönelik genetiği değiştirilmiş somonun üretimine izin verdi (FDA 2015). Böylece ilk defa genetiğiyle oynanmış bir hayvan doğrudan insan tüketimine sunulmuş oldu (NYT 2015).

AquAdvantage somon balığı ile normal çiftlik somonu

Bu tabii balığın büyümesini çok hızlandırarak bir an önce piyasaya sürülebilecek balıklar yetiştirilmesini sağlıyor ve üretici şirketlerin kârlılığını çok önemli biçimde arttırıyor. Genetiği değiştirilmiş somon hem daha fazla büyüyebiliyor, hem de amaçlanan ağırlığa ulaşması yaklaşık üç kat daha hızlı gerçekleşiyor. Halk sağlığı ve deniz ekosistemi üzerine olası etkilerini bilmek ise henüz tam olarak mümkün değil. Geri döndürülemez çok ciddi etkilere sebep olabilir.

Tam da bu sebeple çok sayıda toplumsal grup buna karşı çıkmaktaydı ve ilk başta FDA bu izni bir süreliğine durdurdu. Daha sonra tüketici grupları, balıkçılar ve çevre örgütlerinden oluşan bir koalisyon FDA’nın verdiği izni tekrar mahkemeye taşıdı. Ayrıca Amerikalı şirket üretiminin bir kısmını Kanada’da gerçekleştirmeyi planladığı için Kanada’daki Ekoloji Eylem Merkezi ve Yaşayan Okyanuslar Topluluğu gibi çeşitli gruplar şu an Kanada hükümetini Kanada Çevre Koruma Yasası’nı çiğnemesi ve bu türlerin istilacı olma riskinin belirsiz olması sebebiyle dava etmiş durumda. Ancak yine de Ağustos ayı içinde ilk parti AquAdvantage somonu firma tarafından Kanadalı tüketicilere 4 Ağustos tarihinde satıldı. Bu konunun diğer önemli bir tarafı ise Kanada ve Amerika arasındaki (hatta Avrupa’yı da dahil etmek istedikleri) ticari anlaşmalardan ötürü tüketicilerin hangi somonun genetiğinin değiştirilmiş olduğunu bilemeyecek olması. Dolayısıyla tüketici bu konuda bilinçli bir tercihte bile bulunamayacak.

3) Genel olarak bakıldığında bu yoğun (entansif) balık çiftliklerinin denize etkileri nelerdir?

Öncelikle bu balıkların yetiştirilmesi yemlemeye dayalı olduğu için, çiftliğin büyüklüğüne ve çiftlik içindeki balık sayısına bağlı olarak bu üretim biçimi kafesin altında ve çevresinde dışkı, besin kalıntısı ve bazen de ölü balık birikimine sebep olmakta. Bu birikim özellikle de su sirkülasyonunun daha az olduğu bölgelerde (örneğin kapalı koy ve körfezlerde) deniz suyunun fiziksel ve kimyasal özelliklerinde önemli değişikliklere, kirlenmeye ve oksijen seviyesinin azalmasına yol açar (Perdikaris vd. 2016). Hatta bu sebeple balık çiftliklerinin denizlerin akciğeri diye de adlandırılan Posedonya çayırlarının üzerinde ve yakınında kurulmaması önerilmektedir.

Entansif balık çiftliklerinin deniz ekosistemine etkileri

Ayrıca kafeste yoğun bir ortamda bir arada bulunan balıklar arasında parazit ve bulaşıcı hastalıkların yayılması; balıklar hastalanmasın ve parazit kapmasın diye kullanılan kimyasalların ve antibiyotiklerin denize yayılması ve tüm deniz ekosistemini etkilemesi; eğer yetiştirilen tür o yöreye ait olmayan veya istilacı bir tür ise kafesteki balıklardan kaçanların doğaya yayılma ve diğer türlerle genetik ilişkiye girme riski; çiftlikteki üretimin yabani balığın da besini olan küçük balık türlerinin avcılığı üzerine daha da yoğun bir baskı oluşturması gibi çeşitli olumsuz etkiler ve riskler görülebiliyor (Bkz. Deniz Atlası).

Türkiye’de entansif balık çiftliklerinde bir kilo levrek ve çipura üretmek için denizden yakalanan balık miktarı

4) Karaburun’dan Bodrum’a Ege kıyılarında denizin üstüne kurulmuş askeri alanları andıran yoğun balık çiftlikleri devlet teşvikleriyle her yeri pıtrak gibi sarmış durumda. Devlet bunları vatandaşına ek gıda kaynağı olsun diye mi teşvik veriyor? Yoksa devletin başka ajandaları mı var?

Devlet tarafından (Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı) belirtildiğine göre bu teşviklerin esas amacı hali hazırda var olan çiftliklerin kayıtlı hale getirilmesiydi. 2007 öncesinde kıyıya çok yakın mesafelerde çok sayıda küçük kare kafesler bulunmaktaydı. 2007’den itibaren bu kafeslerin 0,6 deniz milinden daha açığa taşınması zorunluluğu getirildi ve küçük çiftliklerin çoğu kapanarak daha açıkta daha büyük çiftlikler kurulmaya başlandı. Teşvikler de bu süreçte daha büyük üreticilerin bu dönüşümü gerçekleştirmesine kolaylık sağladı.

Bu çiftliklerin vatandaşa ek gıda kaynağı sağlaması ancak kısmi olarak söz konusu olabilir çünkü bu balıkların büyük çoğunluğu ihraç ediliyor. Zaten Türkiye’de balık tüketimi ortalama yıllık kişi başına 6,2 kilogram, yani yıllık kişi başı 20-25 kilo civarındaki dünya ve Avrupa ortalamasının oldukça altında. Dolayısıyla aslında böyle bir talep tam olarak yok. Aynı zamanda da balık çiftliklerindeki yoğun yetiştiricilik, avcılıktan elde edilen küçük balığın balık ununa ve balık yağına dönüştürülüp çiftliklere yem olarak sunulmasına dayalı olduğundan aslında kitlesel olarak daha fazla (ve daha ucuz olabilecek) hamsi, çaça gibi balıkların yeme dönüştürülerek sonuçta çiftliklerde daha az miktarda çipura ve levrek gibi balıkların üretilmesinden bahsediyoruz. Yani balık çiftliklerinin aşırı avcılıkla karşı karşıya kalan balık stoğuna bir çözüm sunması ve gıda güvenliğini doğal sınırların ötesine geçerek sağlaması söz konusu değil, devlet teşvikleri de bu amaca hizmet etmiyor.

Türkiye’de entansif balık çiftliklerinde üretimin son 15 yılı (Kaynak: Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı (2017)

Genel olarak ise hem dünyada hem Türkiye’de avcılıktan elde edilen balığın miktarının dalgalanarak da olsa bir düşüş gösterdiğini ve yetiştiriciliğin özellikle de bu teşvikler sayesinde büyüme trendinde olduğunu söyleyebiliyoruz.

5) Yoğun balık çiftliklerinin dünyadaki gidişatı ne yönde? Mesela geleneksel balıkçılar,  denizcilikle geçinen halklar, turizmciler ve vatandaşlar yoğun balık çiftliklerine karşı mücadele ediyor mu? Bu mücadeleler yoğun (entansif) balık çiftliği sektörüne geri adım attırabiliyor mu?

En ses getiren ve çekişmeli vakalardan biri özellikle İskoçyalı Don Staniford’ın başını çektiği endüstriyel somon ve karides çiftliklerine karşı yapılan kampanya. Endüstriyel su ürünleri yetiştiriciliğine karşı küresel ittifak (GAAIA), özellikle de somon yetiştiriciliğindeki kimyasal kullanımı ve kimyasal atık düzeyi, çiftlik balıklarında salgın hastalık ve parazit artışı ve bunların yabani türlere de yayılması, kafes çevresinde gezen kuşların, fok gibi memelilerin balık çiftliği çalışanları tarafından öldürülmesi ve halka sağlıksız gıda sunulması gibi etkilere dikkat çekerek çok güçlü kampanyalar yürütüyor. Özellikle de “Somon Çiftlikleri Öldürür” (Salmon Farming Kills) sloganıyla yürüttükleri ve sigara paketi görselleri kullandıkları kampanya hem İskoçya’da, hem de Norveç ve Kanada’da toplumda ve medyada oldukça ses getirdi. GAAIA aynı zamanda Kanadalı ve Norveçli birçok şirketi somon üretimi konusundaki gerçekleri saklamak ve sansürlemek konusunda da oldukça ağır biçimde eleştiriyor. Şirketler GAAIA ve Don Staniford’ın kampanyasındaki çeşitli bildirileri dava ederek yüksek miktarlarda tazminat istediler. Ancak davalar hala sürüyor ve Don Staniford Avrupa Parlamentosu’nda da yaptığı görüşmeler ve sunumlarla çiftliklerin zararlarının Avrupa ölçeğinde tartışılmasını sağlıyor.

Bunun dışında İrlanda’da çeşitli koyları korumaya çalışan ve yöre sakinleri, yabani somon avcıları, balıkçılar, tüketici grupları, yelkenciler, çevreciler, turizm sektörü temsilcileri gibi oldukça farklı paydaşların bir araya geldiği platformlar (SaveBantry Bay, SaveGalway Bay) da hem gitgide daha da büyüyen ve yayılan somon çiftliklerinin sosyal ve çevresel zararlarına, hem de nereye ne büyüklükte çiftlik kurulacağına dair karar alma süreçlerinin şeffaf ve katılımcı biçimde gerçekleştirilmediğine, üretim süreçleriyle ilgili önemli bilgilere kamu erişiminin olmadığına ve bazı tepkilerin sansürlenmeye çalışıldığına dikkat çekiyor. Norveç’te de “Somon Kamerası” (Salmon Camera) ve “Norveç’in Yeşil Savaşçıları” (Green Warriors of Norway) gibi STK’lar ve yürüttükleri kampanyalar da bu çiftliklerin giderek yoğunlaşmasının ciddi boyutlardaki zararlı etkilerine dikkat çekiyor ve daha sürdürülebilir ve adil bir üretim yapılması için çağrıda bulunuyor.

6)Türkiye’nin denizlerini ve geleceğini düşünen vatandaşlar olarak bizler yoğun balık yetiştiriciliği konusunda nasıl bir yerde durmalıyız?

Tüm dünyada çiftliklerin zararlı etkilerini ve atıklarını en aza indirmek için kapalı sistemler kullanılması, entegre çoklu-trofik yetiştiricilik sistemi (IMTA), somon, levrek ve çipura gibi etobur balıkların değil otobur türlerin yetiştirilmesi ve tüketilmesi gibi öneriler sunuluyor. Bunun ötesinde de denizlerde de sonsuz bir büyümenin mümkün olmadığı, bunun yerine üretim, paylaşım ve tüketim miktarlarımızın ve biçimlerimizin sorgulanması ve değiştirilmesi çok büyük önem taşımakta.

Karaburun’da balık çiftlikleri protestosu (2012)

Ayrıca vatandaşlar olarak satın aldığımız balığın üretim koşullarına dair bilgiye erişme hakkımızın takipçisi olmak, bu süreçlerin ve karar alma mekanizmalarının şeffaflaştırılması ve katılımcı bir hal alması için ısrarcı olmak çok önemli. Soframıza gelen, balıkçıda, pazarda veya süpermarkette karşılaştığımız balığın hem sosyal hem ekolojik olarak daha iyi, sürdürülebilir ve adil üretim süreçlerine sahip olması için ısrar etmek bunun çok önemli bir parçası.

 

Röportaj: Akgün İlhan

(Yeşil Gazete)

ABD savaş gemisi Singapur’da petrol tankeri ile çarpıştı: 10 denizci kayıp!

ABD Donanması’na ait USS John McCain adlı destroyer, Singapur açıklarında Liberya bandıralı bir petrol tankeri ile çarpıştı. Kaza sonucu 10 ABD’li denizci denizde kayboldu, 5 denizci ise yaralandı.

Kazadan önce USS John McCain, Singapur’daki limanda rutin olarak duraklayacaktı. Ancak savaş gemisi, henüz belirlenemeyen bir nedenle yerel saatle 05.24’te Liberya bandıralı Alnic MC isimli bir ticari petrol tankeri ile çarpıştı.

ABD Donanması, Singapur’un doğusunda yaşanan kazada 10 denizcinin kaybolduğunu, 5 ABD’li denizcinin de yaralandığını duyurdu.

USS John McCain gemisinin iskele tarafında hasar olduğu ancak geminin Singapur’daki limana kendi imkanlarıyla ilerlemeyi sürdürdüğü belirtildi.

Ticari petrol gemisindeki hasarın büyüklüğü ya da mürettebatının durumu hakkındaki bilgiler ise netleşmedi.

Geniş çaplı arama kurtarma operasyonu başlatıldı

ABD’ye ait askeri helikopterlerin yanısıra Singapur donanması arama kurtarma çalışmaları yapıyor.

Malezya da arama kurtarma çalışmaları için 2 donanma gemisini gönderdi.

Singapurlu yetkililer kazanın ardından denize petrol sızıntısı olmadığını açıklandı.

Savaş gemisine babasının ve kendisinin ismi verilen ABD’li Cumhuriyetçi Senatör John McCain de Twitter’dan açıklama yaptı.

Eşiyle birlikte kayıp denizciler için dua ettiklerini söyleyen McCain “Cindy ve ben, USS John McCain gemisindeki Amerikalı denizciler için dua ediyoruz. Arama kurtarma çalışmaları için müteşşekiriz” dedi.

 

(T24)