Ana Sayfa Blog Sayfa 3008

Topkapı Sarayı’nın “Hasbahçe”si Fatih Belediyesi’nin isteğiyle imara açılıyor

Koruma Kurulu, Topkapı Sarayı’nı arkeolojik sit alanından 3. dereceye düşürme kararı aldı. Böylece istenen yerlerde denetimli inşaat yapılabilecek. Fatih Belediyesi Topkapı Sarayı’nın sit derecesini düşürmek için İstanbul 4 Numaralı Kültür Varlıkları Koruma Kurulu’na başvuru yaptı. 1995 yılında 1. derece arkeolojik sit alanı ilan edilen Sur-u Sultani içinde kalan Hasbahçe’nin 3. derece arkeolojik sit derecesine düşürülmesi önerisine Koruma Kurulu itiraz etmedi. 2863 sayılı Kültür Varlıkları Koruma Yasası’na göre 1. derece arkeolojik sitlerde yapılaşma tamamen yasakken, 3. derece arkeolojik sit alanlarında müze denetimli inşaat izni veriliyor. Saray’ın avluları için ise kararı Kültür Bakanlığı verecek.

“Bölge, UNESCO Dünya Kültür Miras Alanı içinde kalıyor”

Ömer Erbil’in Hürriyet’te çıkan haberine göre, Topkapı Sarayı’nı çepeçevre saran Sur-u Sultani’nin tamamı 1995 yılında Koruma Kurulu kararı ile 1. derece arkeolojik sit alanı ilan edildi. 22 yıl sonra Fatih Belediyesi’nin talebi ile sitten düşürülmek istenen bölge, UNESCO Dünya Kültür Miras Alanı içinde kalıyor. Fatih Belediyesi Etüd Proje Müdürlüğü, mevcut sit derecelerini revize eden yeni bir öneri paftası ile eylül ayında Koruma Kurulu’na müracaat etti. Bu yeni teklife göre Topkapı Sarayı Müzesi’nde binaların bulunduğu alanlar 1. derece arkeolojik sit, birinci, ikinci ve üçüncü avlu, askeri depolar, eski matbaa okulunun bulunduğu alanlar ile demir yolu ve surların arasında kalan Hasbahçe’nin ise 3. derece arkeolojik sit yapılması önerildi.

Arkeolog da itiraz etmedi!

15 Eylül günü İstanbul 4 Numaralı Kültür Varlıkları Koruma Kurulu özel bir gündem ile Topkapı Sarayı’nı arkeolojik sitten çıkarılmasını görüştü. Müze yetkililerinin karşı çıktığı toplantıda hararetli tartışmalar yaşandı. Koruma Kurulu Başkanı Cem Eriş ile Fatih Belediyesi Başkan Yardımcısı Erhan Oflaz arkeolojik sit sınırının değişmesi yönünde görüş bildirdi. Kurulun arkeolog üyesi Prof. Dr. Şevket Dönmez de karara itiraz etmedi. Mimar üye Prof. Dr. Nazlı Ferah Akıncı karşı oy kullandı.

Uygun mütalaa edilmekte

İstanbul 4 Numaralı Kültür Varlıkları Koruma Kurulu’nun 15 Eylül 2017 tarih 5845 sayılı kararında şöyle denildi: “Fatih Belediye Başkanlığı Etüd Proje Müdürlüğü’nün 12.09.2017 tarihli yazısında mevcut sit derecelerini revize eden öneri paftanın Topkapı Sarayı Müzesi ve ilgili yapılarına ilişkin kısmının Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nce belirlenecek ihtiyaç ve programlar kapsamında ayrıca değerlendirilmesi gerektiğine; Sur-u Sultani ve kıyı kenar çizgisi arasında kalan mevcut kentsel sit ve tarihi sitin devamına; Sur-u Sultani ile Devlet Demiryolları hattı arasında kalan ve ekli paftada işaretli, kadim Topkapı Sarayı’nın Sepetçiler Kasrı ile Ahırkapı Feneri arasındaki Hasbahçe’sinin önemli kadim yapılarını (Sepetçiler Kasrı, Şevkiye Köşkü, İncili Köşk, Balıkhane Kasrı gibi) barındıran alanın 3. derece arkeolojik sit olarak değerlendirilmesi hususu kurulumuzca uygun mütalaa edilmekte olup, Kültür Varlıkları Müzeler Genel Müdürlüğü’nden görüş sorulmasına karar verildi.’’

Tarihi tiyatro da orada

Bilindiği gibi Topkapı Sarayı eski Doğu Roma akropolü üzerine kuruldu. Sarayburnu’na bakan yamaçta eski tiyatronun olduğu ve hatta basamaklarının bile durduğu çeşitli kaynaklarda belirtiliyor. Tiyatronun olduğu tahmin edilen yer yeni kararla birlikte 3. derece arkeolojik sit alanına düşürülüyor.

 

(Hürriyet)

Hukuk mücadelesi sonuç verdi: İtalya’da hasta köpeğine bakmak isteyene ücretli izin

İtalya’da köpeği hasta olan bir akademisyene ücretli izin verildi. Roma’daki La Sapienza Üniversitesi’nde görev yapan akademisyen ülkedeki hayvan koruma yasalarına uygun şekilde aldığı iki günlük iznin ücretli olması için mahkemeye başvurdu ve davayı kazandı.

İtalya’da hayvan koruma yasalarına göre hasta hayvanlarını terk eden insanlara bir yıla kadar hapis ve 10 bin Euro’ya kadar para cezası verilebiliyor.

Akademisyenin avukatı La Pressa gazetesine verdiği demeçte İtalya’daki katı hayvan koruma yasalarını hatırlatarak “çok acı çeken” hayvanlarını terk etmenin hapis ve para cezasına çarptırılabileceğini vurguladı. Davaya bakan hakim üniversitenin akademisyenin “ciddi veya ailevi ve kişisel nedenlerle” yok sayılarak iki günlük izninin resmi olarak ücretli kabul edilmesine karar verdi.

Avrupa’nın en büyük hayvan hakları gruplarından biri olan İtalyan canlı hayvan denekler üzerinde deney yapılmasına karşı kurulmuş bir dernek olan Anti-Vivisection League de akademisyenin davasını yakından izliyordu.

 

(Evrensel)

Karbon Vergisi ve toplum tercihleri

Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, geçtiğimiz günlerde karbon emisyonlarının fiyatlandırılması gerektiğini ve bunun içinde Karbon Vergisi’nin zorunlu olduğuna dair bir açıklama yaptı. Karbon Vergisi, yıllardır Çevre Ekonomisi alanında uzmanlaşan akademisyenler tarafından hararetli bir şekilde savunulmaktadır. Bu vergi, ekonomik aktörleri karbon emisyonlarını sürekli olarak azaltmaya teşvik etmektedir. Diğer taraftan verginin amacına hizmet edebilmesi için ekonomik aktörlere alternatiflerin sunulması son derece önemlidir. Aksi takdirde ekonomik aktörler, üretim ve/veya tüketim miktarını değiştiremeden vergi sonrası yükselen fiyatları ödemek zorunda kalacaklardır. Karbon emisyonuna yol açan fosil yakıtları vergilendirirken, enerjinin zorunlu bir gereksinim olduğunu dikkate almak ve alternatif enerji kaynaklarının (yenilenebilir enerji) kullanıma hazır olduğundan emin olmak gerekir.

Karbon Vergisi, aslında dikkate alınması gereken ancak alınmayan maliyetleri (dışsal maliyet) içselleştirdiği için, toplumun bu vergiye destek vermesi çok önemlidir. Çevreyi korumak için yapılan fiyatlandırma politikalarında toplum, hükümetin ve/veya kamu kurumlarının temel amacının çevreyi korumaktan daha çok gelir sağlamak olduğuna inanmaktadırlar (Zheng vd., 2014). Bu ön yargı, toplumun bu tür politikalara verdiği desteğin düşük olmasına neden olmaktadır. Buna bağlı olarak da siyasi kaygılardan ötürü siyasetçiler, Karbon Vergisi’ni uygulamaktan imtina etmektedirler. Karbon emisyonlarını azaltmak için sadece vergi değil, başka politikalar da mevcuttur. Yenilenebilir enerji kaynaklarına sağlanacak sübvansiyon örnek olarak verilebilir. Ancak bu politika da maliyetli bir politikadır ve bütçe kaynaklarından sağlanmaktadır. Maalesef toplum, bu maliyete doğrudan katlanmadığı için sübvansiyonların da maliyetli olduğunun farkına varamaktadır. Vergiyi doğrudan ödedikleri için vergiye karşı dirençleri yüksek olmaktadır. Lucas (2017), bu asimetrik enformasyonun Karbon Vergisi’ne karşı toplumda bir ön yargı oluşturduğunu belirtmektedir.

Karbon Vergisi’ne karşı çıkılmasının diğer nedenleri ise rekabete zarar vereceğine ve regresif yapısından dolayı düşük gelirlileri olumsuz etkileyeceğine inanılmasıdır. İklim değişikliği ile mücadele etmekte kısa dönemde bütün politikalar maliyetlidir. Maliyet-fayda analizinin mutlaka uzun dönemli yapılması ve mümkün olan bütün değişikliklerin dikkate alınması gerekir. İş dünyası, Karbon Vergisi’ne karşı çıkarken iklim değişikliğinin yarattığı riskleri dikkate almak zorundadır. Örneğin suyun döngüsünün, iklim değişikliğine bağlı olarak değiştiği bilinen bir gerçektir. Aynı zamanda su, her üretim çeşidinde farklı miktarlarda da olsa önemli bir girdi olarak kullanılmaktadır, Bu nedenle su kıtlığı, iş dünyası için büyük bir risk teşkil etmektedir. İklim değişikliğine bağlı olarak ortaya çıkan diğer afetler de dikkate alınarak örneklerin sayısı artırılabilir. Kısaca iklim değişikliğine karşı önlem almamak, önlem almaktan daha maliyetlidir. Stern (2007) tarafından hazırlanan kapsamlı rapor, bu maliyetlerin global düzeyde ortalama değerlerini hesaplamaya çalışmıştır. Mehmet Şimşek’te bu maliyeleri gündeme getirmiştir. Ayrıca son yıllarda ülkelerin, Karbon Vergisi’ni daha sık tartışmaya başlamaları ve hatta bazı ülkelerin bu vergiyi uygulaması, rekabeti korumak için sınır vergi düzenlemelerine yol açacaktır. Vergiyi uygulamayan ülkeler, verginin çevre dostu yatırımları teşvik eden özelliğinden faydalanamadığı gibi, ihracat esnasında da sınırda Karbon Vergisi ödemek durumunda kalacaktır. Ve orta ve uzun dönemde rekabette üstünlüklerini kaybedeceklerdir.

Verginin regresif yapıcı bir gerçektir; ancak çözülmesi mümkün olmayan bir sorun değildir. Düşük gelir gruplarını verginin regresif yapısından korumak için farklı gelir gruplarına göre farklı tarifeler oluşturulabilir. Unutmamak gerekir ki düşük gelirliler iklim değişikliğinden daha fazla etkilenecektir. Önemli olan vergiden elde edilecek gelirin nasıl kullanılacağıdır. Vergi gelirleri, çevreyi korumak için geliştirilecek projelere kaynak sağladığı sürece düşük gelirliler, dolaylı olarak vergi uygulamasından olumlu etkileneceklerdir.

Karbon Vergisi’nin toplum tarafından kabul edilebilir kılmak için toplumun tercihleri dikkate alınarak verginin kurgulanması son derece önemlidir. İstanbul Bilgi Üniversitesi tarafından desteklenen, Yrd. Doç. Dr . Zahide Eylem Gevrek ve Doç. Dr. Ayşe Uyduranoğlu (2015) tarafından yapılan çalışma, Türk toplumunun hangi özelliklere sahip Karbon Vergisi tercih ettiğini tercih deneyleri yöntemi ile araştırmıştır. Saha çalışması, aralarında en büyük üç ilinde bulunduğu 16 ilde 1250 hane halkı ile yapılmıştır. Türk toplumu, Karbon Vergisi’nin progresif bir yapıya sahip olmasını yani yüksek gelirlilerden daha fazla vergi alınmasını, vergiden elde edilen gelirin genel bütçeye nereye harcanacağı belirsiz olacak şekilde aktarılması yerine gelir vergisi oranlarında indirim yapılmasını ve çevreyi korumak için geliştirilen projelere kaynak sağlamasını tercih etmişlerdir. Ayrıca verginin, iklim değişikliği farkındalığını yükseltmeye katkıda bulunduğuna inandıklarını belirtmiş ve verginin düşük miktarda uygulanmasını istemişlerdir.

Karbon Vergisi’nin konulması ile ilgili Türkiye özelinde en belirgin problem, Türkiye’de tüketim vergilerinden (dolaylı vergiler) sağlanan gelirlerin, vergi gelirleri içindeki payının hayli yüksek olmasıdır. Yaklaşık olarak yüzde 43.2’ye tekabül eden bu oran, yüzde 30.9 olan OECD ortalamasından hayli yüksektir (OECD, 2014). Dolaylı vergiler, idari açıdan tahsil edilmesi kolay vergilerdir. 1999 yılında yaşanan Körfez Depremi sonrası hükümet, İletişim Vergisi’ni deprem nedeniyle öngörülemeyen harcamalara kaynak sağlayabilmek için önce bir yıllığına uygulamıştır. Bu vergiden sağlanan gelir, hükümetin iştahını kabarttığı için vergi uygulaması daimi hale getirilmiştir.

Sonuç olarak, Karbon Vergisi toplumdan gelen itirazlara rağmen zorunlu bir vergidir. Toplumun tercihleri dikkate alınarak kurgulandığında, vergiye olan direnç azalacaktır. Hatta orta ve uzun dönemde bu verginin düşük gelirlilere ve ekonomiye katkısı kesinlikle olumlu olacaktır. Hükümete düşen görev, toplum ile hükümet arasındaki asimetrik enformasyonu gidermektir. Vergiden sağlanacak gelirin de çevre projelerine kaynak sağlaması halinde toplumun vergiye verdiği destek artacaktır. Gerçekten de Ertör-Akyazı vd. (2012) tarafından yapılan çalışma, yenilebilir enerji kaynaklarına yatırım yapıldığı sürece toplumun elektrik faturasında belli bir artışa razı olduğunu göstermektedir.

Kaynaklar:

Ertor-Akyazı P., Adaman, F., Ozkaynak, B., Zenginobuz, U., 2012. Citizen’s preferences on nuclear and renewable energy sources: Evidence from Turkey. Energy Policy, 47, 309-320.

Gevrek, Z. E. ve Uyduranoglu, A., 2015. Public Preferences for Carbon Tax Attributes, Ecological Economics, 118, 186-197.

Lucas, G.M., 2017. Behavioral public choice and the carbon tax. UTAH Law Review, 1, 115-158.

OECD, 2014. Revenue Statistics 2014. OECD Publishing http://dx.doi.org/10.1787/10. 1787/revstats-2014-en-fr.

Stern, N., 2007. The Economics of Climate Change, Cambridge University Press, Cambridge.

Zheng, Z. Liu, Z, Liu, C., Shiwakoti, N., 2014. Understanding Public Response to a congestion chare: A random-effects ordered logit approach. Transportation Research Part A, 70, 117-134.

 

 

Doç. Dr. Ayşe Uyduranoğlu

Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi

Yeşil Düşünce Derneği’nin 21 Ekim’deki Takas Şenliği’ne davetlisiniz!

Yeşil Düşünce Derneği 21 Ekim Cumartesi 14.00-18.00 arasında Beşiktaş’taki ofisinde Takas Şenliği düzenliyor.

Çocuklarınızla katılabileceğiniz buluşmada kullanmadığınız ama kullanılabilir durumda olan eşyalarınızı daha fazla tüketmeden paylaşarak değiş tokuş edebileceksiniz.

Giymediğiniz bir kıyafet, okuduğunuz ve başkasının okumasını istediğiniz bir kitap, çocuğunuzun artık oynamadığı bir oyuncak, çizdiğiniz bir resim, yani bir başkasının kullanabileceği herhangi bir eşyanızı paylaşmak ve ihtiyacınız olan başka bir ürünle takas edebilirsiniz.

Ürün çeşidi konusunda bir kısıtlama yok. Her tür giysi, oyuncak, film/müzik/oyun cd/dvd’leri, kitap, elektrikli/elektronik araç/gereçler, mutfak eşyaları, takılar, ev yapımı ürünler (reçel, salça, makarna vb) takas edilebilir. Takas edilecek ürünlerin, temiz, sağlam, çalışır ve kullanılabilir durumda olması gerekli.

KAYIT İÇİN: Takas şenliğine kayıt olmak için bu linke tıklayın

Takas kuralları:

*En fazla 10 parça ürün ile takas etkinliğine katılabilirsiniz.
*Getirdiğiniz her ürün için bir adet pul alacaksınız ve pullarınız ile ihtiyacınız olan ürünleri alabileceksiniz.
*Takas için fazla eşyası olmayan ama bazı eşyaları tüketmeden ikinci el olarak edinmek isteyen kişilerde etkinliğimize katılabilir.

Yeşil Düşünce Derneği hakkında:

Yeşil Düşünce Derneği, 2008 yılında yeşil düşüncenin ve yeşil politikaların yaygınlaştırılması amacıyla İstanbul’da kuruldu. Çalışmalarını ulusal ve uluslararası ölçekte proje ve kampanyalarla sürdüren YDD’nin çalışma alanları “Ekoloji ve Sürdürülebilirlik”, “Demokrasi ve Medya”, “İklim Değişikliği”, “Enerji ve Ekonomi” konularıdır.

Adres:

Vişnezade Mahallesi, Şair Nedim Caddesi, No: 27 Akaretler, Beşiktaş (Migros’un karşısı, Let’s Coffee’nin yanı)

 

(Yeşil Gazete)

Durmak yok, ÇED’siz talana devam – Pelin Cengiz

Bu yazı artigercek.com/ dan alınmıştır

ÇED, formalite gereği bir rapor veya sıradan bir belge değil. Bir planlama, çevreye verilecek olumlu/olumsuz etkileri görebilme, riskleri hesaplama sürecidir.

TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşülmeye başlanan 130 maddelik Torba Yasa’nın çevre açısından en önemli ama bir o kadar da muğlak maddesi, 54. madde. Tasarının bu maddesinin yasalaşması halinde madencilik faaliyetleri için gereken Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) ve diğer izin süreçlerinin üç ay içinde bitirilmemesi durumunda izin verilmiş sayılacak.

Tasarının 56. maddesindeki “jeolojik haritalama, jeofizik etüd, sismik, karot, kırıntı ve numune almaya yönelik faaliyetler için ÇED kararı aranmayacağı” yönündeki ifade de yine Türkiye’de pek çok projenin ÇED’sizleştirilmesi anlamına geliyor.

Bu tasarı yoluyla madencilikle ilgili Türkiye’nin tüm çevre mevzuatı da çöpe atılmış oluyor. Cengiz’lerin, Limak’ların, Kolin’lerin daha rahat doğayı talan edebilsinler diye önlerinde ne “engel” varsa kaldırılıyor.

Oysa, ÇED Yönetmeliği, bir ülkenin çevre politikalarının temelidir. Türkiye’de ise tam tersi şekilde, bir politikasızlığın, yozlaşmış bir talan kültürünün simgesi haline geldi. Bugüne kadar ÇED Yönetmeliği’ndeki değişikliklerle açılan yeni rant ve talan kapılarıyla meydana gelen çevre felaketleri artarken, işletilmeyen ya da mahkeme kararlarına rağmen eksik/yanlış işletilen ÇED uygulamaları Türkiye’de çevre davalarının ana gündemini oluşturdu. Mücadele, öyle de devam ediyor.

Şimdi gelelim, AKP Hükümeti’nin iktidarı boyunca ÇED Yönetmeliği’ni nasıl delik deşik ettiğine… Bunun için biraz geriye gitmek gerekiyor.

İlk kez 1993’te yayımlanan ÇED Yönetmeliği, yedi kez baştan aşağı değişiklik olmak üzere 20 kez değişikliğe uğradı. Avrupa Birliği’nde 1985’te yayımlanmış olan bu yönetmelik, o tarihten bu yana sadece üç kez değiştirilmiş. Bu bile başlı başına Türkiye’deki ÇED süreçlerindeki niyetin, çevre sorunlarıyla mücadeleye ilgisizliğin ve çevre koruma konusunda bütüncül bir politikaya sahip olmayışın çok net bir göstergesi.

Yapılan değişikliklerin bırakın çevre korumaya yönelik olmasını ÇED istisnalarını ve hukuksuzlukları artıran nitelikte oldu. Uygulanan inşaata, altyapı projelerine ve yanlış enerji yatırımlarına dayalı ekonomi politikalarının sonucu olarak, ÇED süreçleri can sıkıcı bir formaliteye, iş dünyasının isyan ettiği bir ayak bağına dönüştü.

Oysa ÇED, formalite gereği bir rapor veya sıradan bir belge değil. Bir planlama, çevreye verilecek olumlu/olumsuz etkileri görebilme, riskleri hesaplama sürecidir.

Elbette, ÇED’i itina ile yaptığınızda da çevre ve yaşam alanlarına, biyo çeşitliliğe zarar vermezsiniz ya da sosyolojik ve toplumsal dokuya etki etmezsiniz anlamına gelmiyor. Türkiye’de özellikle son yıllarda “ÇED olumsuz” kararı verilen proje sayısı son derece azken, “ÇED olumsuz” veya “ÇED iptal” kararlarının hukuk nasıl by-pass edilerek, yeniden nasıl “ÇED olumlu” hale getirildiğini gayet iyi biliyoruz.

ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) kavramı, ilk kez Ağustos 1983’te 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 10. maddesiyle Çevre Mevzuatı’na girdi. Ancak, ÇED Yönetmeliği çeşitli ihmal ve gecikmeler sonucu 7 Şubat 1993’te yani neredeyse 10 yıl sonra yayınlandı. Yayınlanan ilk yönetmeliğin geçici 3. Maddesi ile Şubat 1993 tarihli ÇED Yönetmeliği yürürlüğe girmeden önce onay, ruhsat, izin, kamulaştırma kararı alınmış projeler ÇED sürecinden muaf tutuldu.

Bu 10 yıllık gecikmeden kaynaklanan ihmale yasal kılıf hazırlanarak, 7 Şubat 1993’ten önce uygulama projeleri onaylanmış veya Çevre Mevzuatı ve diğer ilgili mevzuat uyarınca yetkili mercilerden izin, ruhsat veya onay ya da kamulaştırma kararı alınmış veya ilgili mevzuat gereğince yer seçimi yapılmış veya yatırım programına alınmış faaliyetler ÇED sürecinden muaf bırakıldı.

Çevre Kanunu’na geçici 3. Madde olarak konan ve çok sayıda büyük projeye ÇED muafiyeti getiren değişiklik, Çevre ve Ekoloji Hareketi Avukatları’nın ve Çevre Mühendisleri Odası’nın katkılarıyla hazırlanan CHP milletvekillerinin davacı sıfatıyla yer aldığı başvuru sonucu, Anayasa Mahkemesi’nce 3 Temmuz 2014’te durduruldu.

Anayasa Mahkemesi’nin Temmuz 2014 tarihinde verdiği bu karar, bu projelerin niteliği ne olursa olsun ÇED süreci dışında tutulup tutulmayacağının, projenin hangi tarihte yatırım kapsamına alındığı ve hangi tarihte yatırıma başlanacağı tartışmasının ötesinde bir anlam taşıyordu. Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı, çevre ve yaşam alanları üzerinde tahribata sebep olacağı belli projeler konusunda önlemlerin nasıl alınacağının belirlenmesi ile ilgili olması açısından önemli bir karardı.

Ancak, Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı tamamen göz ardı edilerek, 25 Kasım 2014 tarihi itibariyle yayımlanan yönetmeliğe aynı madde yani geçici 3. Madde tekrar eklendi.

Sil baştan yeniden değiştirilen ÇED Yönetmeliği ile hükümet, inşaat ve eneri sektörlerine sınırsız fırsatlar tanıyan, rantı ve talanı genişleten, dev altyapı projelerinin çevresel etkilerini hiçe sayan bir düzenlemeye imza atmış oldu. Aslında hem çevre korumacıları, hem yurttaşları hem de yatırımcıyı mağdur eden süreç tamamen hükümetin bu alanda temel bir politikasının olmayışından kaynaklanıyor.

Daha sonra bu gelişmenin ardından 24 Kasım 2014 tarihli ÇED Yönetmeliği’ndeki olumsuz değişikliklerin iptali için Çevre Mühendisleri Odası, Ekoloji Kolektifi Derneği ve yurttaşlar dava açtı. Danıştay 14. Dairesi, itirazları haklı bularak Ocak 2016 tarihinde bazı maddeler hakkında yürütmeyi durdurma kararı verdi.

Bu kararla, ÇED raporunu hazırlayan firmaların kendi raporları üzerinden yapılan izleme ve kontrol faaliyetinin kendi kendini denetlemesi anlamına gelen maddenin yürütmesi,

ÇED sürecindeki halkın bilgilendirmesi konusunda ilan ve duyuruların yapılmasının öngörüldüğü “anons” ve “askıda ilan” kavramlarının yer aldığı maddenin ilgili fıkrası, bu kavramların tanımı, süresi ve yeri detaylı tanımlanmadığı gerekçesiyle yürütmesi,
ÇED raporundaki taahhütlere uygun hareket edilmemesi durumunda firmalara 90 gün süre tanınma sınırı kaldırılan ve sınırsız süre tanınması ihtimali oluşturan ilgili hükmün de yürütmesi,

İstisnai durum adı altında mülki idareyi ÇED uygulanacak projelerin kapasite artırımı gibi konularda tek yetkili kılan düzenleme Danıştay tarafından durduruldu.

Danıştay bu maddelere “dur” dedi ama, elbette hukukla inatlaşma hali burada da bitmedi.

ÇED Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik, 10 Şubat 2016’da Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Yalnızca bir maddede geri adım atan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, projelerde denetimi yatırım sahibi şirketlere bırakan, projelerin ilanlarını yurttaşlardan uzaklaştıran ve projelerin kapasitelerindeki artışları yönetmeliğe takılmadan değerlendirmeye yarayan maddeleri öncekinden farklı şekillerde yeniden ÇED Yönetmeliği’ne ekledi.

Danıştay’ın durdurma verdiği maddeler hiçe sayılarak yönetmeliğe tekrar eklendi, kritik maddelerde silbaştan başa dönüldü.

Geçen yıl darbe girişiminin ardından başlayan OHAL sürecinde zaten bir anlamda “olağanüstü hâl” durumunda olan ÇED süreçlerinin hızlandırılmasıyla ilgili art arda açıklamalar yapıldı. OHAL koşulları doğa talanı için fırsata çevrilirken, ÇED raporlarına jet hızında onaylar verilmeye başladı.

Bu yılın mayıs ayında ise yapılan bir değişiklikle ÇED kararı alınacak projelerde artık teşvik, onay, izin ve ruhsat süreçleri için eş zamanlı başvuru yapılabilmesi sağlandı. ÇED Yönetmeliği’ne tabi projelerde “ÇED olumlu” veya “ÇED gerekli değildir” kararı olmasa bile projelerin izin ve ruhsat sürecinin başlatılabilmesinin yolu açıldı.

Özetlemeye çalıştığım şu haliyle, ÇED Yönetmeliği bu haliyle tamamen işlevsizleştirilmiş, kadükleştirilmiş, AKP’nin inşaat ve enerjiye dayalı ekonomi politikalarının oyuncağı haline getirilmiş durumda. ÇED Yönetmeliği’nin bugün gelinen haliyle esasen bir geçerliliği kalmadı. Normal şartlarda yönetmeliği, kolları sıvayıp tüm aktörlerin katılımıyla yeni baştan kurgulamak gerek. Hala yeni muafiyetler getirilmeye çalışıldığına göre, şartlar belli ki “normal” değil, en iyisi ÇED’i tedavülden tamamen kaldırın, herkes rahat etsin…

Bu yazı artigercek.com/ dan alınmıştır

 

 

Pelin Cengiz

Buket Uzuner “Edebiyatta Çevre Sorunları” etkinliği kapsamında bugün TED Üniversitesi’nde

TED Üniversitesi “TEDU400 Öğrenci Gelişim Seminerleri” kapsamında romancı, hikayeci ve gezi yazarı Buket Uzuner’i ağırlıyor.

Uzuner “Edebiyatta Çevre Sorunları” kapsamında Su ve Toprak romanlarını anlatacak.

Bugün Ankara TED Üniversitesi Çok Amaçlı Salon’da 13.30-14.30 arasında gerçekleşecek olan söyleşi herkese açık ve ücretsiz.

Buket Uzuner kimdir?

Romancı, hikâyeci ve gezi yazarı. Hacettepe Üniversitesi, (Norveç) Bergen Üniversitesi, (ABD) Michigan Üniversitesi’nde biyoloji ve çevrebilim eğitimi aldı. (Finlandiya) Tampere Teknik Üniversitesi ve O.D.T.Ü’de araştırmacı olarak çalıştı, ders anlattı.

Romanları on dile çevrilen Buket Uzuner 1996 yılında (ABD) Iowa Üniversitesi’nin (IWP) “onur üyesi” olmuş, 2004 yılında da ODTÜ Senatosu tarafında takdir belgesiyle onurlandırılmıştır. Yazar, 2016 yılında Ankara Üniversitesi ve Ankara Öykü Günleri Derneği’nce verilen “Öykü Onur Ödülü” nü almıştır.

“İklim değişikliği”- çevre sorunlarını ele aldığı ve Türk Mitolojisi’nden fantastik ögeler kullandığı ‘TABİAT DÖRTLEMESİ’ romanları “Su”, “Toprak”, “Hava” ve “Ateş” yayınlanmaya devam etmektedir.

 

(Yeşil Gazete)

TSK’ya bağlı özel birlikler İdlib’de

Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) ait ilk kafilenin dün akşam itibariyle İdlib’e girdiği bildirildi. Sınırı geçen özel kuvvetler sayısının 80 civarında olduğu, 40 askerin daha gireceği belirtildi.

Reuters’a konuşan Özgür Suriye Ordusu (ÖSO)  komutanlarından Ebu Hayro, İdlib’e giren TSK konvoyunda yaklaşık 30 araç bulunduğunu söyledi. Görgü tanıklarına göre, TSK’ya ait araçlar, Hatay’ın Reyhanlı ilçesinin karşısındaki Bab el Hava sınır kapısından Suriye’ye giriş yaptı.

Suriye’deki ‘çatışmasızlık bölgeleri’nden biri olarak belirlenen İdlib için 15 Eylül’de anlaşmaya varılmış, Türkiye, Rusya ve İran bölgeye gözlemci göndermekte mutabakat sağlamıştı.

Bu kapsamda Türkiye, Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) bağlı güçleri İdlib’e yönlendirerek 7 Ekim’de operasyonu başlatmıştı. Hedef, başta Tahrir el Şam olmak üzere ildeki cihatçı gruplara karşı siviller için güvenli bölge oluşturmak.

 

(Diken)

Kadınlar müftülük yasasına karşı Meclis’te: “Sorunlarımızın hiçbirine cevap vermeyen bir düzenleme”

Meclis Genel Kurulu’nda bu hafta görüşülmesi planlanan ve müftülere evlendirme yetkisi veren yasa tasarısının görüşmeleri ertelendi.

Yasa tasarısının bu hafta Meclis gündemine geleceği haberini alan kadınlar ise ertelendiği haberine rağmen sabahın erken saatlerinde Meclis önünde toplanmaya başladı. Ankara Kadın Platformu, CHP Kadın Kolları başta olmak üzere birçok kadın örgütü yasa tasarısına karşı tüm kadınları Meclis’e çağırdı. Birçok ilden yüzlerce kadın da yola çıkarak yasayı protesto etmek ve Meclis’te görüşülmesini engellemek için Meclis’e geldi. “Kadınlar, “Ertelemeniz bizi durduramaz, bu yasaya itirazımız var” dedi.

Geçtiğimiz günlerde bir grup kadın Meclis’te yaptıkları eylem gerekçesiyle yasaklı ilan edilip Meclis’e alınmamıştı. Yasaklı listesinde bulunan kadınlar bugün de Meclis’e alınmadı. Kadınların yasaklı ilan edilip Meclis’e alınmamaları da protesto edildi.

“Ya geri çekilecek ya çekilecek”

Meclis’e giren kadınlar,  kadın vekillerle birlikte açıklama yaptı. “Çocuk gelinler istemiyoruz”, “Bu yasa Meclis’ten geçmeyecek” sloganları atan kadınlar yasa “Ya geri çekilecek ya geri çekilecek” dedi.

“Bu yasa kadın ve çocuklarımızı korumaz”

Kadınlar adına açıklamayı CHP Kadın Kolları Başkanı Fatma Köse yaptı. Köse, kadınların bir kısmının Meclis’e girmelerine izin verilmemesine tepki gösterdi.  Bu yasa ile toplumun ikiye bölüneceğini belirten Köse, “İktidar toplumu kutuplaştırmayı bir kez daha deneyecek, bundan rant elde edecektir. Bu ülkenin kadınlarını, çocuklarını bu yasa ile koruyamazsınız. Bu yasayı asla kabul etmiyoruz” dedi. Yasanın kadınların medeni kanunla elde ettiği hakların kaldırılmasının önünü açacağını belirten Köse, çocuk yaşta evliliklere de imkan sağlanacağını söyledi. Nikah kıyma yetkisinin din görevlilerine verilmesinin laiklik ilkesine aykırı olduğunu belirten Köse, “Hükümeti uyarıyoruz. Ülkenin bunca sorunu varken, toplumsal gerginlik yaratacak bu yasayı geri çekmek zorunda kalacaklar. Bu yasayı asla Genel Kurul gündemine getirmeyin. Yıl 2017 hala 2017. Bunca kadın ve çocuk cinayeti varken, yıllardır kadınlar eşitlik mücadelesi verirken bizim ihtiyaçlarımızın, sorunlarımızın hiçbirine cevap vermeyen bir düzenleme ile karşı karşıyayız. Özgür ve eşit bir hayatı kabul ettirinceye kadar mücadlemize devam edeceğiz. Asla rızamız yoktur” dedi.

“Kadınlara engelleme”

Ankara Kadın Platformundan Dilek Yıldız, yasa tasarısının Meclis gündemine geleceği haberini almalarıyla Meclis önünde toplanma kararı aldıklarını söyledi. Yüzlerce kadının Meclis önünde olacağı haberinin alınmasıyla tasarının gündeme getirilmesinin ertelendiğini kaydeden Yıldız, “Ama biz yine de sesimizi duyurmak ve yasanın geçmesini engellemek için Meclis önüne çağrı yaptık. Yapmaya da devam edeceğiz” dedi. 2 Ekim’de Meclis’te yaptıkları basın açıklamasından dolayı birçok kadının Meclis’e giremediğini belirten Yıldız, “Bugün de girebilenler olarak 1. kapıdan alındık, 2. kapıdayken basın açıklamasının başlamasıyla kapılar kilitlendi. Basın açıklamamıza girmemiz engellendi” dedi. Yıldız, bu yasa tasarısına karşı sokağa çıkmaya devam edeceklerini söyleyerek, yasanın derhal geri çekilmesini istedi.

“Bu tasarı kara bir leke olur”

CHP Ankara milletvekili Şenal Sarıhan da kadınlarla birlikteydi. Sarıhan, gazetemize yaptığı değerlendirmede, bugün Meclis’e birçok siyasi partiden ve kadın örgütlerinden bine yakın kadının gelerek yasaya itirazlarını bildirdiğini söyledi. Sarıhan, Meclis önünde açıklama yapılmasına izin verilmemesi üzerine Meclis içinde yapılması kararı aldıklarını söyleyerek, “Laiklik ilkesiyle tamamen çelişen, anayasaya aykırı bu bu yasa tasarısı hukuk tarihinde kara bir leke olacaktır. Bu yüzden karşı çıkıyoruz. Kadınların medeni kanun önünde haklarının savunulmasında sorunlar yaşanırken, muhtar nikahlarında ciddi problemler varken, müftülere nihak yetkisi verilmesini anlayamıyoruz” dedi. Müftü ve imam kanalıyla yapılacak işlemleri insanların dini kural gibi kavrayabileceğini ve uygulayıcıların da sorunlar çıkartabileceğini kaydeden Sarıhan, hakların ortadan kalkacağını belirtti. Sarıhan, evliliğin bir dünya işi olduğunu ve devlet tarafından gerçekleştirilmesi gerektiğini söyledi.

 

(Evrensel)

Artvin’de Şavşatlılar HES’e karşı zafer kazandı!

Danıştay, Artvin’in Şavşat İlçesi Meydancık Köyü’nde yapımı planlanan Çağlayan Hidroelektrik Santrali (HES) için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından verilen Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) olumlu kararını iptal eden yerel mahkeme kararını onadı.
Çağlayan Köyü’ndeki Meydancık Deresi üzerine kurulması planlanan 22 megavat gücündeki Çağlayan HES Projesi için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, ‘ÇED Olumlu’ raporu verdi.

Meydancık Yöresi Köyleri Kalkındırma Dayanışma Kültür ve Turizm Derneği öncülüğünde 26 kişi, ÇED raporunun iptali istemiyle 2 yıl önce Rize İdare Mahkemesi’ne iptal davası açtı. Bölge halkı iptal davası başvurusunda ÇED raporunda planlanan faaliyetin çevresel etkilerinin yeterli düzeyde veri ve belgeye dayandırılmadığı, membada su haklarının korunmadığı, ÇED sürecinde bilgilendirme usullerine uyulmadığı, aynı vadide arka arkaya var olan diğer HES projelerinin gizlendiği, sucul yaşam ve faunaya müdahalede bulunulduğu, tarımsal sulamaya ilişkin veriler bulunmadığı, havza planlaması yapılmadığı ve can suyunun yetersiz olduğu iddialarına yer verdi.

Rize İdare Mahkemesi, geçen yıl Temmuz ayında bilirkişi heyetinin de benzer doğrultuda raporu üzerine bakanlığın, ‘ÇED Olumlu’ raporunu hukuka aykırı bularak iptal etti. Karar üzerine Danıştay’a itirazda bulunuldu. İtirazı değerlendiren Danıştay, yerel mahkeme kararını onadı.

 

(Birgün)

[Yeşil Gazete BIFED’de] Pakize nerede?

Yeşil Gazete olarak bu sene BIFED (Uluslararası Bozcaada Ekolojik Belgesel Festivali)’deyiz. Çanakkale muhabirimiz Güneş (Dermenci), İstanbul’dan Merve (Damcı) ve Mersin’den de bendeniz 11 – 15 Ekim tarihleri arasında BIFED’i yerinden takip ederek sizlerle paylaşacağız.

Önce BIFED’e yolculuk hikayemizle başlayayım. Önceki gün (10 Ekim), Mersin’den tam 14 saat süren kara yolculuğu ile Çanakkale’ye geldim (bunun karbon hesabı için ayrı bir yazı paylaşacağım, orada bana her türlü eleştiriyi yöneltebelirsiniz). Çarşamba sabahı ise Geyikli’den Bozcaada’ya çalışan feribotla Bozcaada’ya geçtim. Merve de feribotun hareket saati olan 08:00’de iskeleye yanaşan İstanbul otobüsü ile yetişti feribota. Güneş ise festivalin ilk günü (11 Ekim) akşamı 20:00’de Halk Eğitim Merkezi’ndeki açılış sırasında aramıza katıldı.

Çanakkale’ye vardığım 10 Temmuz Salı akşamı misafiri olduğum Güneş ile festivalden, geçen yıllardan, onu festivalin ne kadar heyecanlandırdığından konuşmuştuk. Laf lafı açtı, Güneş bana Pakize’nin hikayesini anlatmaya başladı.

“Pakize ile tanışman lazım Alper. Geçen sene idi galiba. BIFED ekibi Pakize’nin boynuna da festival kartı taktı. Filmlere ilk önce o girer, en son da o çıkar. Hatta bir BIFED tanıtım filminde de belgelenmiş durumda bu. Salondan çıkan izleyicileri çekmişler, herkes çıkıyor, derken en sondan salına salına Pakize geliyor.

Pakize, Bozcaadan’nın maskotu desem yeri bir köpek. Bütün ada tanır onu. Tüm ada onundur adeta.

Dur sana da resmini de göstereyim.”

Pakize’nin resmine bakıyoruz birlikte Güneş ile.

Pakize BIFED yaka kartı ile

“Ee bunun haberini yapsaydınız ya. Hatta doğrudan gibip Pakize ile röportaj bile yapabilirdiniz. Ben yarın ilk iş Pakize’yi bulup onunla konuşayım o zaman” diyorum Güneş’e.

Filmi şimdi bir gün ileri alıp Geyikli – Bozcaada Feribotu’ndan iniş anına sarıyorum.

Adaya girer girmez polis kontrol noktasına alınıyoruz. Evraklarımı alıyor memur arkadaşlar. Ama sadece bir iki araç için bu uygulamanın yapıldığını farkedince merak ediyoruz Merve ile ama sonra Çanakkale harici plakalı araçlar için bu işlemin yapıldığını farkediyoruz.

Festival ekibine telefon ediyorum. O da festivalin basın işleri sorumlusu Şebnem (Demirtaş) Hanım oluyor.

“Biz Dantela Cafe’deyiz. Pazarın hemen girişinde” bilgisi ile ilgili mekana yöneliyoruz. Kısa bir bilgilendirme, yaka kartlarımız, film programı ve kitapçığımızı da alıp kahvaltımızı eda etmek üzere ayrılıyoruz.

“Burada harika bir kahvaltıcı var Alper, mutlaka görmelisin” diyerek beni Asude’ye götürüyor Merve. Ama mekanın kapısında, “Yaz sezonu boyunca bize kattıklarınız için çok teşekkürler. 1 Mayıs 2018’de görüşmek üzere” yazıyor.

“Aa çokta zaman yokmuş açılmasına, bekleyelim bence” diyorum imalı imalı Merve bana sert bakışlar atarken.

BIFED ekibinin anlaşmalı mekanlarından Yayım Çay Bahçesi’ne yöneliyoruz. Derken iki köpek çıkıyor karşımıza. Arkadaki de bizim ada meşhuru Pakize gibi geliyor bana.

Yayım Çay Bahçesinde Yeşil Gazete mesaisi

“Aaa bak, bu Pakize, bana dün akşam Güneş anlatmıştı” diyorum ama Bozcaada’yı kendi sakinleri haricinde en çok ziyaret edenler arasında sıralamaya girebilecek Merve, “Bu Pakize değil. Pakize daha büyük bu arkadaştan. Ben de biliyorum Pakize’yi” diyor ama ben fotoğrafını gördüğümü, bu köpeğin Pakize olduğunu iddia ediyorum bir yandan da tırnaklarımla hafif hafif  tımarlar iken Pakize’yi. O da bir o yana, bir bu yana dönüyor “oramı da tımarla, buramı da tımarla” şekillere girerek.

Yayım Çay Bahçesi’nde az önce gördüğümüze çok benzer bir köpek geliyor. “Aa bak işte Pakize de geldi” diyorum ama Merve gene ikna olmuyor. Yahu küçücük adada aynı cins kaç tane köpek alternatifi olabilir soruları döneniyor kafamda ama çokta üzerinde durmuyorum. Ne de olsa Bozcaada’yı benden daha iyi bliyor Merve. Bu benim ilk Bozcaada ziyaretim henüz.

Çok vakit kaybetmeden 4. BIFED’in Halk Eğitim Merkezi’ndeki açılış filmi “Öldürücü Tasarım“a yollanıyoruz.

Belgesel bana dağınık geliyor. Yani bir sürü şeyden bahsetmiş yönetmen. Önce Iphone çılgınlığını gösteriyor ardına yan ürünlerin üretildiği Çin’deki amansız emek sömürüsüne gidiyoruz, derken rotayı ABD’ye kırıp alet edavatı tamir ve çok uzun kullanma üzerine bir şirket “IFIXING” öyküye dahil oluyor sonra gene Çin’deyiz ama bu sefer IFIXING’çi arkadaşlar adil koşullarda işçi çalıştıran bir üretici arayışında, sonra hoop gene ABD’deyiz IBM’in bir kasabaya bıraktığı fabrika atıkları sonucu kanserle boğuşan insanları izliyoruz, derken sahneye İrlanda dahil oluyor. Ahşap ve no-plastic, no-toxic malzemeler ile bilgisayar üreten bir küçük firmayı tanıyoruz. Amansız rekabet dünyasında ayakta kalmaya çalışıyorlar. Mesajı çok dağınık geliyor bana filmin. Hem ondan hem bundan hem de şundan bahsedilmesini eleştiriyorum.

La Tortuga Primordial (The Prime Turtle) from Maquina Negra on Vimeo.

10:00 seansının ikinci filmi ise bizi Meksika, ABD, Japonya ekseninde bir Adi Deniz Kaplumbağası evrenine götüren, “İlkel Kaplumbağa“. Çok seviyorum bu belgeseli. Konu özetle Meksika’da balıkçılıkla geçinen insanların attıkları ağlara takılan ve ölen kaplumbağa populasyonun türün neslini tehdit eder duruma gelmesi. Belgeselde en sevdiğim yan konunun tüm taraflarına aynı nesnellik ile yaklaşılması. Kaplumbapa Grubu (Tortuga Group) da kendi penceresini aktarıyor. balıkçılar da. Balıkçılardan El Tigre mahlaslı abi mesela, “Denizi yok etmeyi ister miyiz? O deniz bizim geçim kaynağımız” diyor bir yerde. Benden sonra gelecek kuşaklar da ordan geçinecek diyor, diyor ama Kaplumbağa Grubu’na ve onun ABD bağlantılı olmasına da demediğini bırakmıyor. Japonya ayağı da ilginç. Bir kaplumbağaya Meksika’da verici takıp okyanusa bırakıyorlar. Sen git 13 ayda Japonya’ya ulaş. Ordaki kaplumbağa biyologu da durumun uzak doğu boyutunu ekliyor belgesele.

13:00 seansına daha bir saati aşkın bir zaman olduğunu farkedince açıyoruz bilgisayarlarımızı Merve ile Yeşil Gazete mesaimize başlıyoruz. Yayım Çay Bahçesi’ndeki kahvaltı sırasında da açılış filmini kaçırmak istememenin de telaşı ile YG mesaimizin startını vermiştik zaten.

Halk Eğitim’deki salonun hemen girişine konuşlandığımız ve boynumuzda yaka kartlarımız olduğu için festival komitesi zannı ile bize gelen sorulara da yanıt vermeye çalışıyoruz diğer yandan. Bu şekilde tanışıyoruz Derya (Uğural) Hanım ile.

Halk Eğitim’in girişi. Derya Hanım ve aşureler arasında. İki film arasında ne kadar içerik hazırlar isek kar!

“Biz organizasyon komitesinden değil, basındanız” deyince, “Hangi basın?” diye soruyor Derya Hanım.

“Yeşil Gazete” cevabı ile de birden akan sular duruyor. İşi gücü bırakıp bize kendi Yeşil Gazete macerasını anlatan Derya Hanım’a odaklanıyoruz, “Ben Antalya’da yaşıyorum. Yıllardır da sizi takip ederim. Dünyanın dört köşesinden merak ettiğim ama Türkçe medya kaynaklarında bulamadığım bilgileri hep sizin kanalınız ile takip ediyorum” diyor.

Bu sohbet esnasında yanımızda da bir kasa aşure var. Bozcaada Belediye Başkanı getirtmiş. Aşure kaşıklamaları arasında devam ediyor sohbet.

Derken 13:00 seansı başlıyor. Ben ilgilendiğim içerikle ilgili bir kaç konu kaldığı için işime dönüyorum. Filmin başlamasından 25 dk sonra salona dahil olunca kızıyor haklı olarak izleyiciler. BIFED’de belgesel başladıktan sonra kimse salona alınmıyor.

GREEN RIVER. THE TIME OF THE YAKURUNAS – trailer from HDPERU on Vimeo.

Günün bizim için üçüncü filmi, “Yeşil Nehir – Yakurunaların Zamanı” bizi Amazon ormanlarına ve yerel halkının yaşam tarzına götürüyor. Yönetmen, sade ve yavaş bir şekilde günün nasıl geçtiğini öyle şiirsel bir dille yansıtmış ki benim kelimelerim tam betimlemeye muktedir olamayacak diye düşünüyorum. Kadınların günlük işleri, erkeklerin günlük işleri, yaşlıların rutinleri, çocukların oyunları… hepsi hayatın olağan akışı ve yavaşlığında perdeden izleyiciye yansıyor Yakurunaların Zamanı’nda. Filmin ismi ve izlediklerimiz bu zamanın yavaş yavaş geçmişe doğru kaydığı hissini de derinden düşündürüyor aynı zamanda. “Ey izleyici” diyor sanki yönetmen, “burada biz böyle yaşardık, yaşıyoruz… ama bu zamanlarımızın sona ermesine de çok az kaldı.”

Halk Eğitim’deki gösterimlerin 13:00 seansındaki ikinci filmi “Rüzgara Bağlı Kal“ı ise öğle yemeği ihtiyacımız galebe çalınca pas geçmek durumunda kalıyoruz. Ve bu sayede Yeşil Gazete’ye de haberleri ve yazıları ile katkı veren Evrim’e (Kepenek) rastlıyoruz.

Tüm bu süreçte, “Ya o köpek bence Pakize idi”, “Yok, değildi” tatlı tartışmamız da hızını kaybetmeden devam ediyor. Hem festivalin sıkı takipçisi olduğunu öğrendiğim Pakize, sabahtan beri Halk Eğitim’e de uğramamıştı. Bir ihtimal diğer gösterim mekanı Salhane’de olabilirdi. Sahi, Pakize neredeydi?

16:00 seansının ilk filmi “Binlerce Kesikle Ölüm” için Halk Eğitim’in duvarlarında, “Filmde şiddet dozu yüksektir. Lütfen çocuklara izletmeyin” afişleri asılı idi ve bu açıklama bile filme olan ilgimizi arttırmaya yetmişti. Bir de film gösteriminin hemen öncesinde organizasyon ekibinden Nisan (soyadını sormayı atlamışım) buna dair bir açıklama yapıp ardına da, “Film sırasında dışarı çıkılmamasını rica ederiz” açıklamasını yapınca iyiden iyiye arttı bendeki merak ama bir yandan da şüpheye düştüm. “Böyle diyorlar ama göreceksin bak filmde öyle şiddet filan olmayacak” dedim yanımdaki Merve’ye. O ise film ABD – Dominik Cumhuriyeti ortak yapımı, kanlı olabilir diyerek paylaştı düşüncesini.

İkimiz de bir önceki günden yol yorgunu idik. Bozcaada’ya indiğimiz andan beri gerek gazete işleri gerek festival takibi koşturmacasından artık yorgunluk emareleri göstermeye başlamıştık. Ben arada bir dalıp sonra aniden yeniden uyanıyordum mesela. Filmde de öyle kan, şiddet, dehşet yoktu. Hikayesi anlatılan orman korucusu çok vahşi şekilde öldürülmüştü, evet, ama biz bunu anlatımlardan sezmiş durumdaydık, yoksa filmde bu -haklı gerekçelerle- gösterilmiyordu. Bir diğer enteresan durum Haiti ve Dominik Cumhuriyeti insanları arasındaki ihtilaftı. Bu ihtilafı alıp hangi coğrafyaya koysanız işler. Türkiye, Balkanlar, Orta Doğu, Çin, Afrika… hiç değişmez.  Mesele ise odun kömürü idi. Ormanlar üçer beşer yok edilerek odun kömürüne dönüştürülüyordu. İki taraftan insanın da gerekçesi benzerdi bu arada, “Hiç gelirimiz yok. Hırsızlık mı yapalım. En azından tanrı bize ormanları vermiş, onlardan faydalanıyoruz.”

BIFED açılışına kadar dinlenme molası verdik kendimize ve 16:00 seansının ikinci filmi “Atomka / Genpatsu“yu da pas geçtik.

20:00’deki açılışta Bozcaada Yeşil Gazete timi Güneş’in (Dermenci) katılması ile tamamlandı. Açılışta Yeşil Gazete’nin festivalin basın destekçileri arasında bulunması vesilesi ile verilen teşekkür belgesini Bozcaada Belediye Başkanı’ndan almak için de sahneye Güneş ile Merve çıktı.

Açılış gecesi. Soldan sağa Güneş, Şebnem Hanım, Evrim, bendeniz ve Merve

Açılış töreninin hemen ardından BIFED açılış filmi, “Ölü Eşekler Sırtlanlar’dan Korkmaz“ı izliyoruz”. Etiyop’yada geçiyor belgesel. Saudi Works isimli ziraai bir firmanın yaban hayatı koruma parkındaki yüzbinlerce kmlik alanı satın alması, ormanı talan etmesi ve kendisi açlık içindeki Etiyopya halkının kendi toprağındaki ürünlerle zengin dünyaya gıda ihraç etmesi üzerine dönüyor hikaye. Gazeteciler var orada da. Gerçeği ve doğruyu arayan gazeteciler. Ve tahmin edin bakalım hangi gerekçeler ile tutuklanıp derdest ediliyorlar. Çok uzaklarda aramaya gerek de yok aslında. Dünyanın her yerinde iktidarların gerçek bilgi peşindeki herkese uyguladığı gerekçeler ile. “Terörist faaliyet içinde bulunmak”, “Ülkenin refahına karşı çalışmalar içinde olmak” vsr. Ve Etiyopya halkı konuşuyor. Orman varken evimiz aşımız vardı, nehrimiz suyumuz vardı ama şimdi hiçbiri yok diyen insanlar. Dünya Bankası var sonra belgeselde. Sloganı “End the Poverty” (Yoksulluğa Son) olan ama Etiyopya halkını hasır altı eden Dünya Bankası.

Merve ve Güneş, Bozcaada Belediye Başkanı’ndan teşekkür belgesini alıyor (Foto: Bozccada Haber)

Açılışta çok iyi hissediyordum kendimi. Perdeye yansıyan festival sayfasında basın destekçileri arasında Cumhuriyet, Bozcaada Haber ve Birgün’ün yanında Yeşil Gazete’yi de görmek. Teşekkür belgesini almak için sahneye çıkan mesai arkadaşlarım Güneş ve Merve’nin heyecanlarına şahit olmak. Çanakkale’de yaşayan ve Bozcaada’da hemen herkesin tanıdığı Güneş sahneye çıkarken salon içinde, “Aaa Güneş çıkyor, o Yeşil Gazete’ye mi yazıyordu” uğultularının kulağıma çalınması, günün 4. filmi “Rüzgara Bağlı Kal”ın hemen sonrasında yanımıza gelip, “Yeşil Gazete’densiniz değil mi?” diyerek bize Güneş’in manevi abisi olduğunu söyleyen İlhan abi ile tanışmak, “3 Saat”, “Benim Çocuğum” gibi enfes belgesellere imza atan ve halen “Nükleer Alaturka”nın hazırlıkları içerisinde olan Can (Candan) abi ile gün boyu her seans öncesi ve sonrası kısa değerlendirmeler/takılmalar ile birbirimizin gönlünü almak… hepsi ama hepsi bendeki “İyi ki Bozcaada’ya, BIFED’e gelmişim. İyi ki hayat yolumu Yeşil Gazete ile kesiştirmiş” duygularının artarak çoğalmasını sağlıyordu.

Dead Donkeys Fear No Hyenas, Trailer from Deckert Distribution GmbH on Vimeo.

Ama sabahtan beri içimde yer eden soru yerli yerindeydi hala, Pakize neredeydi?

Açılıştan sonra karnımızın zil çalmasının da etkisi ile Ekim ayında kış moduna geçmiş ve çoğu mekanı kapanmış Bozcaada sokaklarında yemek mekanı aramaya başladık. Güneş hemen herkesi tanıdığı için bölgenin ileri geleni modunda o insandan bu insana selam vermek, sohbet etmekle meşguldü. “Ben sizi bulurum” dedi.

Biz de Merve ile arabaya atlayıp dolaşmaya başladık. Bir ara sokakta “Ali Baba Restaurant“a rastladık. Bozcaada’nın atmosferinden olsa gerek sabahtan o yana tanıştığımız her insanın olduğu gibi oradaki garson arkadaş da moralimizi yükseltti. Derken Güneş de katıldı aramıza. Ardına sabahtan beri ara ara sevdiğim ve Merve, “O Pakize değil” bilgisini ilettiği için asıl Pakize olmadığını düşündüğüm köpek arkadaşım geldi yeniden yamacıma. Hemen sırtüstü yattı. Biz gene oynaşmaya başladık. Garson ve Güneş aynı anda, “Pakize ile tanışmışsınız” dediler ve o anda Merve ile birbirimize baktık.

Pakize sabahtan beri yanımızda imiş meğer. Biz onu ararken o bizi ilk anda bulmuş halbuki.

Pakize’yi bulmanın, onunla tanışmanın huzuru ile bitirdim günü. Pakize ile BIFED röportajı ise başka bir güne kaldı artık.

[Yeşil Gazete BIFED’de]. Bizi izlemeye devam edin

 

#anavarrza

Alper Tolga Akkuş