Ana Sayfa Blog Sayfa 2999

ÇED sürecini kaldıran 54. madde torba yasadan çıkarıldı

Maden izin başvurularında Çevresel Etki Değerleme (ÇED) sürecini kaldıran 54. madde torba yasadan çıkarıldı.

Tasarının söz konusu maddesi, maden kanununa tabi çalışmalarda, ilgili bakanlıklar ve diğer kamu kurum ve kuruluşları tarafından üç ay içinde sonuçlandırılmayan izin başvurularıyla ilgili olumlu karar verilmiş sayılmasını ve buna göre işlem yapılmasını öngörüyordu.

TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanı Süreyya Sadi Bilgiç komisyonun oturum yaptığı açıklamada, “Önergeyle 54. madde tasarıdan çıkarılacak”demişti.

Maddenin çıkarılması yönünde AKP’nin verdiği değişiklik önergesine CHP, HDP ve MHP de imza attı.

Komisyonda geçen cuma günü de görüşülen ancak oylanmayan söz konusu madde, torba tasarının muhalefetten en çok tepki çeken maddelerinin başında geliyor. Muhalefet maddeyi Anayasa’ya aykırı olduğu ve çevre etkisi gözetilmeden maden ruhsatlarının verileceği gerekçeleriyle eleştiriyor.

 

(Diken, Birgün)

Bakanlık onaylıyor mahkeme iptal ediyor: Karaburun’daki 2. ÇED raporuna yürütmeyi durdurma

İzmir 6. İdare Mahkemesi, bakanlığın onay verdiği Karaburun Mordoğan’daki rüzgar enerjisi santralinin (RES) 2. çevresel değerlendirme raporu (ÇED) için yürütmeyi durdurma kararı verdi. Mahkeme projenin flora faunaya etkisi, bölge ekosistemine getireceği olumsuz yük gibi birçok gerekçeleri bir kez daha sıraladı.

Evrensel’den Özer Akdemir’in haberine göre şirketin Mordoğan RES Kapasite Artışı Projesine Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından verilen 1. ‘ÇED Olumlu’ Kararı, İzmir 3.İdare Mahkemesi’nin geçtiğimiz yıl Haziran ayında oybirliği ile iptal edilmişti. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ise bu mahkemenin iptal kararından bir ay önce, proje için 2009/7 sayılı genelgeye dayanarak 2. bir ÇED sürecini başlatmış ve hemen ardından projeye 2. kez ‘ÇED olumlu’ kararını vermişti. Bunla yetinmeyen Bakanlık 1. ÇED’in iptal kararına da itiraz ederken, bu itirazın sonucunu beklemeden yeni bir ÇED sürecini yürüterek şirkete 2inci kez ‘ÇED olumlu’ kararını vermişti.

RES’lerin yaşam alanlarını ve yöre ekosistemine olumsuz etkilerine karşı dava açan 82 Karaburunlu yurttaş bu verilen 2. ÇED olumlu kararını da yargıya taşımışlardı.

Bu kararla 15 adet rüzgar türbini ile çalışmakta olan Mordoğan RES’in kapasitesi 2.1 MW’lık 5 türbin daha ilave edilerek 10.5 MW arttırılması planlanıyor.

İzmir 6. İdare Mahkemesi’nce, ivedi yargılama usulü uyarınca yaptığı yagılama sonucu dosyadaki bilirkişi raporunu da inceleyerek bu raporda dikkat çekilen konuları kararına dayanak yaptı.

Mahkeme kararı ile Karaburun Kent Konseyi tarafından yapılan açıklamada “Bu kararla Karaburun Yarımadası’nın üzerine, doğal sit alanlarına, meralara, köylerin ve mahallelerin metrelerce yakınına yapılmak istenen RES projelerinin, yenilenebilir enerji kaynağı olarak savunulması ve sunulmasının da mümkün olmadığı açıktır” görüşlerine yer verildi.

Karaburun Yarımadası’nda 6 firma tarafından kurulan/kurulumuna başlanan toplam 231,55 Mwe kapasitede  115 adet endüstriyel  türbin olduğuna dikkat çekilen açıklamada, kapasite artışlarıyla birlikte, planlanan toplam türbin sayısının ise şimdilik 234 olduğu ifade edildi. Kent Konseyi açıklamasında, “Verilen mücadele sadece bir çevre mücadelesi olmaktan çıkmış, tüm canlıları kapsayan bir yaşam hakkı ve kırsal kalkınma olanaklarını savunma mücadelesine dönüşmüştür” ifadelerine yer verildi.

 

(Evrensel)

Halk kütüphanelerinde yeni dönem: Artık geceleri de açık olacak!

Kültür ve Turizm Bakanı Numan Kurtulmuş’un kütüphaneleri iyileştirme ve süresiz hizmet vermesi yönündeki talimatının ardından 24 saat hizmet vermeye başlayan Beyazıt Devlet Halk Kütüphanesinin ardından, il halk kütüphanelerinin çalışma süreleri de uzatıldı.

Ücretsiz olarak faydalanılabilen kütüphanelerin daha uzun süre açık kalmasını öngören pilot uygulama başlatıldı ve 24 kütüphanenin çalışma saatleri uzatıldı.

İstanbul Orhan Kemal İl Halk Kütüphanesi, Düzce İl Halk Kütüphanesi, Şems-İ Sivasî İl Halk Kütüphanesi, Konya İl Halk Kütüphanesi, Çanakkale Mehmet Akif Ersoy İl Halk Kütüphanesi, Batman İl Halk Kütüphanesi, İzmir Atatürk İl Halk Kütüphanesi, Bursa İl Halk Kütüphanesi ile Isparta Halil Hamit Paşa İl Halk Kütüphanesi her gün 08.30’dan 22.00’ye kadar hizmet verecek kütüphaneler arasında yer alıyor.

Uygulama, yıl sonuna kadar kademeli olarak bütün il halk kütüphaneleri ve şartları uygun olan ilçe halk kütüphanelerinde hayata geçirilecek.

 

(Hürriyet)

Irak Kürdistan Bölgesi Yönetimi’nde seçimler ertelendi

Irak Kürdistan Bölgesi Yönetimi’nde (IKBY) 1 Kasım 2017’de yapılması planlanan parlamento ve başkanlık seçimlerinin ertelendiği açıklandı.

Seçim konseyi seçimlerin “hiç kimsenin aday olmaması” nedeniyle ertelendiğini belirtti.

IKBY Seçim Komisyonu Başkanı Hendrean Muhammed, Reuters’a  yaptığı açıklamada, bölge parlamentosundan yeni seçim tarihi belirlemesini isteyeceğini söyledi.

18 Ekim’de, IKBY Yüksek Seçim ve Referandum Komisyonu, 1 Kasım’da yapılması öngörülen başkanlık ve milletvekili seçimi hazırlıklarının askıya alındığını açıklamıştı.

Komisyondan yapılan yazılı açıklamada, “1 Kasım tarihinde düzenlenmesi öngörülen seçimlerle ilgili hazırlıklar, bölgede meydana gelen son gelişmeler ve hiçbir adayın başvuruda bulunmaması nedeniyle geçici olarak askıya alındı.” ifadeleri kullanılmıştı.

Açıklamada hazırlıkların ne zaman başlayacağına IKBY Parlamentosu’nun karar vereceği belirtildi.

IKBY Başkanı Mesud Barzani seçimlerde aday olmayacağını açıklamıştı.

 

(Bianet)

Doğa ve belgesel tutkunları İstanbul’da buluşuyor!

Dağ Filmleri Festivali bu yıl 12. kez adrenalini beyaz perdeye taşıyor. Dağ Kültürü Derneği tarafından düzenlenen ve doğa, keşif, macera ve belgesel sinema tutkunlarını bir araya getirecek festivalin film seçkisi geniş. 27-28-29 Ekim 2017 tarihlerinde Beyoğlu Aynalıgeçit’te düzenlenecek olan festivalde izleyicilere her biri birbirinden hayalperest sporcuların ilham verici hikayelerine tanıklık edecek.

Dünya festivallerinde beğeni kazanan filmler arasından özenle seçilen 2017 programı 13 filmden oluşuyor. Seçkide; dağcılık, kaya tırmanışı, base jump, kayak, deniz kanosu, yamaç paraşütü gibi doğa sporları belgeselleri, gezi, keşif ve insan hikayeleri yer alıyor.

Filmlere giriş davetiyeleri 27 Ekim 2017 Cuma günü saat 14:00 den itibaren Aynalıgeçit‘ten temin edilebilir.

Festival filmlerine buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz!

27 Ekim 2017 – CUMA

19:30 AÇILIŞ Töreni
20:00 AÇILIŞ Filmi “Metronomic (16’)”

28 Ekim 2017 – CUMARTESİ

13:00 CerroTorre (101’)
15:00 Bir Proje: Mina (32’)
Bazari Ar Aris (28’)
Rebei Dağı Projesi (19’)
18:00 Tom (67’)
20:00 Jurek (73’)

29 Ekim 2017 – PAZAR

13:00 Streif (99’)
15:00 Moffat Operasyonu (20’)
Aleut Adaları’nda Deniz Kanosu (36’)
Metronomic (16’)
18:00 Citadel (48’)
Panaroma (28’)
20:00 MATTERHORN: Uçan Kadının Rüyası (52′)

 

(Yeşil Gazete)

Sağlık açısından en tehlikeli gıdalar listesinin zirvesindeki ülke Türkiye

İtalya Ziraatçılar Birliği (Coldiretti) tarafından hazırlanan, sağlık açısından en tehlikeli gıdalar listesine en fazla sayıda ürün ve şikayetle giren ülke Türkiye oldu. Coldiretti’nin listesi, Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan ve Avrupa ülkelerine giren gıda ürünleri hakkında verilen ikaz ve uyarıların bir araya getirildiği RASFF raporuna dayandırıldı.

Söz konusu listeyle ilgili İtalya’nın Cernobbio kasabasında düzenlenen Uluslararası Tarım ve Gıda Forumu’nda Cuma günü bir sunum yapıldı. Coldiretti, ayrıca bunu, “en tehlikeli gıdalar kara listesi” başlığıyla kendi internet sitesinde de yayınladı. Ürünlerin sıralaması, 2016 yılında haklarında verilen ikaz ve uyarı sayısına göre yapıldı.

Türkiye’den 5 ürün: Biber, kuru incir, fındık, Antep fıstığı ve kuru kayısı

14 maddelik listede Türkiye’den gelen beş ürün yer alıyor. Listeye Türk biberinin yanı sıra Türkiye’de üretilen kuru incir, fındık, Antep fıstığı ve kuru kayısı da girdi.

Türkiye, tehlikeli ürünler listesine en fazla ürünle giren ve ürünleri hakkında en fazla sayıda uyarı yapılan ülke oldu. Türk kuru inciri, fındığı ve Antep fıstığına yönelik uyarıların yüksek aflatoksin seviyesi, kuru kayısınınsa yüksek sülfit oranından kaynaklandığı belirtildi.

Uyarı bazında listenin ilk sırasında 96 uyarıyla İspanya üretimi balık yer aldı. İspanya’dan gelen balıkların yüksek seviyede cıva ve kadmiyum içerdiği gerekçesiyle şikayet konusu olduğu belirtildi. Listenin ikinci sırasında 93 uyarıyla ABD’den ithal edilen diyet ve gıda takviyesi ürünler, üçüncü sırada da 60 uyarıyla Çin’den ithal yer fıstığı yer aldı. Dördüncü sırada ise yüksek derecede böcek ilacı kalıntısı içerdiği belirtilen Türk malı biber geldi. Türk biberi için geçen yıl 56 uyarı yapıldığı belirtildi.

Tehlikeli gıdalar listesinde bunların dışında, İran üretimi Şam fıstığı, Polonya’dan gelen tavuk eti, ABD’den yer fıstığı, Hindistan’dan acı biber, Endonezya’dan muskat ve Hollanda’dan tavuk eti de yer aldı.

Coldiretti’nin geçen yıl yayımladığı listede ise Türk fındığı ilk sırada yer almıştı. Bu haber Türkiye’de özellikle fındık üretici ve ihracatçılarından tepki çekmiş, CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Ordu Milletvekili Seyit Torun, Coldiretti’ye bir mektup yazarak açıklama istemişti.

 

(BBC TürkçeArtı Gerçek)

“Ekosistem mühendisi” karıncanın nesli Türkiye’de tükeniyor

Avrupa Birliği (AB) İklim Eylem Haftası etkinlikleri kapsamında AB Edirne Bilgi Merkezi ve Trakya Üniversitesi (TÜ) ortaklığında düzenlenen panelin gündem maddesi küresel ısınma ve iklim değişikliğinin doğal yaşam ve canlılar üzerindeki etkileriydi.

“Eğer karıncalar ve arılar ekosistemden çıkarsa dünyada yaşam biter”

Panelde iklim değişikliğinin canlılar üzerindeki etkileriyle ilgili bir sunum yapan TÜ Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Çamlıtepe, Avrupa Kırmızı Orman Karıncası‘nın Türkiye’deki varlığının tehlike altında olduğunu söyledi. Önümüzdeki 15 yıl sonra bu türü artık görmemiz mümkün olmayacağını söyleyen Prof. Yılmaz sözlerine şu şekilde devam etti:

“Bu karınca türü Türkiye’de Trakya’ya özgü bir türdür. Bu karıncalara ait yuvaların insan faktörüne bağlı olarak yok edildiğini görüyoruz. Çok sayıda tırtıl ve zararlı böceği yiyen bir tür. Şu anda bizim Edirne’de tespit ettiğimiz 6 bölgede 8 yuva var. Edirne’de normalde 10 bin yuva olması gerekirken sadece 8 yuva kalmış. Özellikle meşe ormanlarının olduğu bölgelerde yaşayan bir böcek. Doğaya son derece faydalı bir tür. Ekosistem mühendisi olarak bilinir bu tür. Zararlı böcek türleri yer ver biyolojik mücadele ajanı olarak adlandırılan bir böcektir Avrupa’da. Avrupa’da zararlı böceklerle biyolojik mücadele başarıyla kullanılmaktadır. Eğer karıncalar ve arılar ekosistemden çıkarsa dünyada yaşam biter. Bu tür İngiltere’de tamamen yok olmuş durumda. Almanya, Hollanda ve Macaristan’da kanunla korunuyor. Balkanlarda başta Romanya ve Bulgaristan başta olmak üzere yuvalarında önemli bir düşüş olduğu gözleniyor. Bu konuda Türkiye’nin de ortaklığıyla bir proje düşünüyoruz.”

 

(Edirne Gazetesi)

Yazılımcılar Türkiye’yi terk ederken – Barış Soydan

Bu yazı t24.com.tr/ den alınmıştır

“Bundan iki yıl önce, bir gün iş teklifinde bulunabileceğimiz yazılımcıların listesini çıkarmıştık,” diye anlatıyor yazılım kiralama alanında faaliyet gösteren internet şirketinin yöneticisi, “Listemizde 20 kişi vardı. Aradan iki yıl geçti. Kadromuzu genişletebilecek kaynağı nihayet bulduğumuzda gördük ki, listedeki 20 yazılımcıdan 18’i çoktan yurtdışına göç etmiş.”

Yazılımcılar birer, ikişer Türkiye’yi terk ediyor. Bunda şaşıracak bir şey yok belki de. Türkye’de olduğu gibi Batı ülkelerinde de sonu gelmeyen bir yazılımcı açığı var. Küresel kapitalizmin küresel emekçileri onlar ne de olsa.

Ama düne kadar burada kalmayı tercih ediyorlardı. Burası önünde sonunda kendi memleketleriydi, sevdikleri insanlar, anaları, babaları buradaydı, şimdi durduk yerde ne gerek vardı vs.

Hava bir süre önce değişti.

“Bizim şirketten son dönemde dört kişi yurtdışına gitti,” diyor, “Fintech” olarak adlandırılan finans teknolojileri sektörünün önde gelen şirketlerinden birinin kurucusu, “İşin garibi, daha yüksek ücrete gitmiyorlar. Üç aşağı beş yukarı aynı paraları alıyorlar gittikleri yerde. Avrupa’nın daha pahalı olduğunu düşünecek olursanız, hayat standartlarında ciddi bir düşüşü göze alarak gidiyorlar.”

“Neden gidiyorlar öyleyse?”

“Asıl mesele gelecek kaygısı. Mesela İsveç’e giden bir yazılımcının çocuğu TEOG’da iyi puan alamamıştı. Kaydı İmam Hatip Lisesi’ne çıkınca gitme kararı verdiler. Çocuk yeni okulunda İsveççe, İngilizce ve Almanca öğreniyor şimdi.”

Veriler de onun ve yazılım kiralama alanında faaliyet gösteren şirketin yöneticisinin anlattıklarını doğruluyor. Yiğit Güneli, Fatih Erikli, Kemal Soylu tarafından kitle kaynak yöntemiyle derlenen ve Hana Kamer tarafından görselleştirilen verilere göre yurtdışına gidenler arasında bilgi teknolojileri çalışanları büyük çoğunluğu oluşturuyor: (Grafik, yurtdışına gidenlerin mesleklerini ve gittikleri ülkeleri gösteriyor. IT olarak adlandırılan meslek, Bilgi Teknolojileri. Yani yazılımcıların da yer aldığı grup.)

Yukarıdaki grafik, yaklaşık bir yıl öncesinin verilerini yansıtıyor. Bu yazıyı yazarken, son durumu öğrenmek için verileri derleyen ekipten Yiğit Güneli’yle iletişime geçerek tablonun değişip değişmediğini sordum. Hayır, pek değişen bir şey yoktu. Araştırmada son durum, geçen hafta sonu itibarıyla şöyleydi:

Yurtdışan gidenlerin mesleki dağılımı

IT              1095

Mühendislik   573

Akademi    327

Öğrenci   250

Pazarlama 180

Diğer   165

Sanat  152

Tasarım  144

Finans  138

Sağlık   135

Mimar   134

Medya, iletişim, yayıncılık    111

İş ve yönetim  49

Hukuk   43

İşletme   34

Endüstri  31

Turizm  28

Temel bilim  28

Eğitim  27

Yemek  22

Ticaret  22

Analiz  20

İş geliştirme  13

İnsan kaynakları  13

Çeviri  13

Lojistik  12

Gazeteci  11

Askeriye  7

İktisat   6

Siyaset  1

Din  1

Belediye   1

Genel Toplam  3794

Güneli’nin kendisi de bir yazılımcı. Aradan geçen sürede o da yurtdışına göç etmiş. Şu anda Berlin’de. Yurtdışına neden gittiğini şöyle anlatıyor:

“Bunun nedeni, kendimden ve çevremden gördüğüm kadarıyla, toplumun bir parçası olma hissini yavaş yavaş kaybetmek ve ortalama kültürden ayrışmak. Gezi’den sonra herkes bir şekilde kendi balonunda yaşamaya devam ediyordu. Ama 2016 Temmuzundan sonra insanlar yurtdışına yerleşme kararını daha bir gözlerini karartarak almaya başladılar. Benim tanıdığım yazılımcıların büyük bir kısmı bu süreçte yurtdışına, özellikle Avrupa’ya taşındı. Bu arada ben de Berlin’e gelme kararı aldım…”

Teknolojiye tapanlardan değilim. Yazılımcılık da, doktorluk, öğretmenlik veya ev kadınlığı gibi bir iş neticede. Hiçbir iş kutsal değil. Veya hepsi birden kutsal.

Ama ortada bir gerçek var: Dünya şu sıralar, yazılımcılar tarafından geliştirilen yeni teknolojiler (nesnelerin interneti, büyük veri vs.) öncülüğünde büyük bir değişimden geçiyor. Türkiye hiçbir zaman yazılımları ve yazılımcılarıyla tanınan bir ülke olmamıştı. Ama bu değişime  kör topal ayak uydurmaya çalışıyorduk. Bir avuç yazılımcının da göçüp gitmesi, değişimi tribünden çekirdek çitleyerek izlemekten başka bir anlam taşımıyor.

Tarihçi Yuval Noah Harari, dünyada olduğu gibi Türkiye’de de bestseller olan kitabı Sapiens’te, Amerika’yı keşfedip yağmalayan İspanya dururken, Hollanda’nın nasıl Avrupa’nın finans merkezi olabildiğini, kapitalizmin neden oradan çıktığını tartışır.

Çünkü kapital, yani sermaye sahipleri, İspanya yerine Hollanda’yı tercih etmişti. Orada daha öngörülebilir, “kötü sürprizlerle” karşılaşmayacakları bir sistem vardı.

Geçmişte hangi ülkenin “ileriye” gideceğini kapital, yani sermaye sahipleri belirliyordu. Bugün bilgi, sermayenin yerine aldı. Hangi ülkenin “ileriye” gideceğini artık bilgiyi elinde tutanlar belirliyor.

Memleketin az sayıdaki yazılımcısını Avrupa’ya kaptırmanın sonuçlarını bir de böyle düşünmekte yarar var.

Bu yazı t24.com.tr/ den alınmıştır

 

 

Barış Soydan

Japonya’yı Lan tayfunu vurdu: En az 5 ölü

Japonya’nın Pasifik kıyıları Lan Tayfunu’na teslim oldu. Honshu Adası’nı etkisi altına alan ve saatte 144 km hızla ilerleyen Lan tayfununun yol açtığı şiddetli yağış ve fırtına nedeniyle 5 kişi yaşamını yitirdi. 130 kişinin yaralandığı tayfun da bir kişi de kayıp.

Şiddetli yağışlardan ağırlık olarak Tokai, Kanto-Koshin, Hokuriku ve Tohoku bölgeleri etkilendi. Honshu Adası’nda tayfun hava ve kara ulaşımını sekteye uğrattı.

Uçak ve tren seferleri iptal edildi. Yetkililer, bölge sakinlerini sel ve toprak kayması riskine karşı uyardı.

Tokyo’nun sellere karşı aldığı dev yeraltı sarnıçları önlemi iklim kaynaklı felaketlere çare olur mu?

 

(NHK – Japan Broadcasting Corporation)

Barış ve müzakere sürecinde Türkiye medyası nasıl bir rol üstlendi?

Halkların Köprüsü Derneği İzmir’de moderatörlüğünü barış akademisyenlerinden Nilgün Toker’in yaptığı Gazete Duvar yazarları Metin Yeğin ve Ali Duran Topuz’un konuk olduğu “Barış ve Müzakere” isimli söyleşiye ev sahipliği yaptı.

Can Tülük’ün Kaos GL’de çıkan haberine göre, söyleşide Metin Yeğin, Latin Amerika’daki müzakere süreçlerine tanıklıklarını aktararak başarılı ve başarısız yönlerini Türkiye’deki barış ve müzakere süreciyle değerlendirdi. Ali Duran Topuz ise barış dilinin ve medyada bu dilin yer bulmasının gereklilik ve sonuçlarını katılımcılarla paylaştılar.

“Halkın istediğini sormak barış ve müzakereyi yaygın bir istek haline getirir”

Latin Amerika’da halkın talebinin sorulmuş olmasının barışın ve müzakerenin ısrarla üzerinde durulmasında önemli bir meşruiyet kazandırdığını ifade eden Yeğin ayrıca muhalefetin bir araya gelmesini engelleyen unsurların da muhalefet tarafından görülmesi ve engellenmesi gerektiğini aktardı.

Yeğin’in üzerinde durduğu bir diğer konu ise barış ve müzakerenin bir devrim ve zafer olarak algılanmaması gerektiği bu süreçlerin karşılıklı uzlaşma süreci olduğuydu.

“1915’ten beri medya, iktidar terminolojisinin üstüne kurduğu dili kullanıyor”

Gazete Duvar’ın editörlerinden Ali Duran Topuz da barış ve müzakere isteminin geniş ve ısrarlı bir meşruiyete sahip olması gerekliliğinden bahsederek medya dilinin bu meşruiyet üzerindeki etkisinden bahsetti. Son dönem müzakere süreçleri özelinde Osmanlı’nın son döneminden başlayarak Cumhuriyet tarihi boyunca gerçekleşen müzakere süreçlerini değerlendirdi.

Topuz, Türkiye’deki medya geleneğinin iktidarın terminolojisi üzerinden o gün için uygulanan politikaların çerçevesinde şekillendiğini ve bu medya dilini kullanan medya organlarının devlet tarafından ana akım haline getirildiğini vurguladı. Medyanın bu minvalde şekillenişinin 1915 tarihinden bu yana aynı çizgide devam ettiğini ifade eden Topuz, son dönem müzakere süreçlerinde barış dili oluşturmak için yapılan küçük çabaların kronikleşmiş bu tavrı aşamadığını belirtti.

Barış dili kullanımının yaygınlaşması için taraf olan medyaların aynı koşullar göz önünde bulundurularak sorgulanması gerektiği de Topuz’un dikkat çekmek istediği bir başka husus oldu.

 

(Kaos GL)