Ana Sayfa Blog Sayfa 2956

Köylülerin hukuk zaferi: Mahkeme 4 asırlık fıstık çamı ağaçlarının kesilmesini durdurdu

Yatağan’ın Gökgedik Mahallesi’nde cam ve seramik sanayisinde hammadde olarak kullanılan ‘feldspat madeni’ çıkarmak için mahalle içerisinde köylülerin tek gelir kaynağı olan 286 fıstık çamı ağacı kesilmek istendi. Bunun üzerine mahkemeye giden köylülerin açtığı tespit davasından sevindiren karar çıktı.

4 asırlık 286 fıstık çamı ağacını kesmek istediler

Yatağan’ın kırsal Gökgedik Mahallesi yakınlarında 4 yıldan bu yana feldspat madeni işleten Global Holding bünyesindeki Straton Madencilik firması, 650 nüfuslu mahalleye 500 metre mesafede yeni bir maden ocağı açmak için harekete geçti. Maden şirketinin, yeni yatırım yapacağı söz konusu alanda her biri 3-4 asırlık toplam 286 fıstık çamı ağacını kesmek istemesi köylülerin tepkisine yol açtı. Fıstık çamının tek geçim kaynağı olduğunu belirten köylüler, geçen aylarda bölgeye gelen dozer ve iş makinelerinin çalışmasına engel oldu. Muğla Çevre Platformu (MUÇEP) üyelerinin de destek verdiği eyleme, Yatağan Kaymakamı Hayrettin Çiçek müdahale edip, köylüleri ve çevrecileri sakinleştirdi. Bunun üzerine köylüler eylemlerine son verdi.

Köylülerin tek geçim kaynağı

Kaymakam Çiçek, Yatağan Belediye Başkanı Haşmet Işık, Çevre ve Şehircilik Muğla İl Müdürlüğü ve Muğla Orman Bölge Müdürlüğü yetkilileri ile daha sonra Gökgedik’e gelerek maden ocağı açılmak istenen bölgede incelemelerde bulundu. Ancak, tepkilerine rağmen maden ocağının faaliyetlerini sürdürmesi üzerine 35 köylü, çevre davalarıyla tanınan Avukat Remzi Kazmaz aracılığı ile geçen 13 Ekim’de Yatağan Sulh Hukuk Mahkemesi‘ne başvurup, maden ocağı açılmak istenen yerde çam ağaçlarının kesilmesiyle telafisi mümkün olmayacak zararın ortaya çıkacağını belirtip, delil tespiti yapılmasını istedi. Talep üzerine mahkeme, bölgede keşif yaptırdı. Sonrasında ise tespit kararı açıklandı. Yatağan Sulh Hukuk Mahkemesi’nin verdiği kararda, “Maden ocağı açmak için kesilmesi planlanan 288 fıstık çamı ağacının, köylülerin tek geçim kaynağı olduğu ve ağaçların başka bir yere naklinin mümkün olmadığı” denildi. Köylüler bölgede alınan maden ruhsatlarının iptali için Muğla İdare Mahkemesi’ne dava açmaya karar verdi.

“Osmanlı’dan bu yana vergisini veriyoruz”

Bodrum Çevre Platformu Sözcüsü Mustafa Duru, CHP Muğla Milletvekili Nurettin Demir ile birlikte Gökgedik’e giden Avukat Remzi Kazmaz, kararı köylülere alkışlar eşliğinde iletti. Köylülerden 6 çocuk ve 15 torun sahibi 80 yaşındaki Ali Göçmen, şöyle konuştu:

“Köyümüzün içindeki ağaçlardan tam 65 yıldır fıstık çamı topluyoruz. Bize hiçbir bilgi vermeden, danışmadan tek gelir kaynağımız olan ve Osmanlı döneminden beri vergilerini verdiğimiz ağaçlarımızı kesip, köyümüzü kaldırmak istiyorlar. Bir yandan termik santralin verdiği zararlardan, kanserden korunmaya çalışırken, şimdi de oldu-bittiye getirilerek maden ocağının köyümüzün içindeki ağaçları keserek maden aramak istemesiyle mücadele ediyoruz. Bu mücadelede devlet yetkililerini yanımızda görmek isterdik ama göremedik. Mahkemenin verdiği karar umudumuzu arttırdı. Çünkü bu köyün tek geçim kaynağı fıstık çamı. 400 yıllık ağaçlara kıymak akıl alacak iş değil. Mahkeme heyeti ve buraya gelerek inceleme yapan bilirkişiler bu gerçeği görmüş ve lehimize karar vermişler. Şimdi amacımız köyün içinde maden arama ruhsatı alan bu şirketin aldığı ruhsatların iptalini sağlamak.”

“Bu çamlar ahirette evimiz, dünyada gelirimiz”

Köylülerden 4 çocuk ve 10 torun sahibi 72 yaşındaki Fatma Göçmen ise şunları söyledi:

“Anamdan doğduğumdan beri fıstık çamı içindeyim. Fıstıklarımızı topluyoruz, içinde hayvanlarımızı otlatıyoruz. Az, çok ne varsa mahsulleri alıyoruz. Onunla hayatımızı idare ediyoruz. Bize, ‘Burada yaşamayın’ diyorlar. 70 yaşından sonra ben nereye giderim? Devlet adamlarına buradan sesleniyoruz; Ağaçlarımızı almayın, canımızı almayın, tek istediğimiz; Doğduğumuz, büyüdüğümüz yerde yaşamak ve huzur içinde ölmek. Buralar, ninelerimiz ve dedelerimizden bize kaldı. Devlet yetkililerinin canı nasıl kıymetliyse bizim de canımız kıymetli. Bu çamlar ahirette evimiz, dünyada gelirimiz. Biz burada olduğumuz yaşadığımız sürece ağaçlarımızı kestirmeyiz. Bizi devletimizin askeri polisiyle karşı karşıya getirmesinler. Burada tek bir şirket çıkar sağlayacak diye asırlardır sahip olduğumuz toprakları terk etmemiz istenmesin.”

Ruhsatlarının iptali için dava açılacak

Avukat Kazmaz, maden ruhsatlarının iptali için yürütmeyi durdurma kararı aldırmayı hedeflediklerini belirterek, şöyle konuştu:

“Yatağın Sulh Hukuk Mahkemesi’ne açtığımız tespit davasından sonra verilen karar köylülerin lehine çıktı. Artık Gökgedik’in kesilmek üzere olan ağaçlarının kesimi durduruldu ama henüz daha hukuki anlamda bu olay bitmedi davamız devam ediyor. Şimdi Muğla İdare Mahkemesi’nde açacağımız davada, maden arama sahası olarak ilan edilen bu bölgede maden ruhsatları iptali için yürütmeyi durdurma kararı alarak bunu da aşacağız. Cennet gibi bir köy. Milli gelire gerçekten hizmet eden bir köy. Ben buradan yetkililere son bir kez diyorum ki verilen kararlar bugüne kadar eksik, hatalı ve yanlıştı. Artık devletle vatandaşı kesinlikle karşı karşıya gelmesini arzu etmiyoruz. Hukuksal olarak bu olayı sonuna kadar takip edeceğiz. Çam ağaçları kesilmesin, yaşam alanları yerine ocaklar kurulmasın ve bu cennet vatan cennet ülke ve bu cennet köy böyle bakir kalsın. Çünkü burada maden ocağı açmanın hiçbir kamu yararı yok. Tek bir şirkete faydası var oysaki buradan 400 köylü asırlardır geçimini sağlıyor zaten mahkemede bu tespiti yaptı.”

Köylülerin sorunlarını dinleyen Milletvekili Demir, “Devlet buraya su getirmiş, elektrik bağlamış, burada bir mahalle var. Ancak, 400 yıldır yaşanan yerin tapusu yok. Türkiye’nin birçok yerinde benzer sorunlar vardı ve aşıldı. Bu konuyu da TBMM’nin gündemine taşıyarak, asırlardır köylülerin olan bu toprakların köylülere verilmesini ağaçların tek gelir kaynağı olarak tescil edilmesini sağlayacağım” dedi.

Köylüler, köye desteğe gelenlere ballı fıstık çamı ikram etti.

 

(Bodrumageldik.com)

Trump’tan tehlikeli Kudüs hamlesi

ABD Başkanı Donald Trump dün bütün dünyanın korkarak beklediği adımı attı ve Kudüs’ü İsrail Devletinin başkenti olarak tanıdığını ve ABD Büyükelçiliğinin Kudüs’e taşınacağını açıkladı. Washington yönetiminin iki devletli çözüme verdiği destekten vazgeçmediği dikkat çekerken bütün dünyada tepkiler büyüyor.

İsrail Devleti 1948’de kurulurken yeni Devleti başkenti Tel Aviv olarak ilan edildi. 1980’de Kudüs İsrail Devleti tarafından ‘bölünmez başkent’ ilân edildi ve bütün ülkeler büyükelçiliklerini oraya taşımaya çağrıldı. Bu karara hiç bir devlet uymazken 1995’te ABD Kongresi bu davete icabet edeceğine dair bir karar çıkardı. 1995’te alınan bu karara rağmen geçen dönemde Clinton, Bush ve Obama yönetimleri kararın uygulanmasını sürekli olarak erteledi.

Trump’ın Büyükelçiliğin ne zaman taşınacağına dair takvim vermediği açıklama İsrail tarafından sevinçle karşılanırken Filistin başta olmak üzere İslam dünyasını teşkil eden ülkelerde büyük bir tepki ile karşılandı.

Trump’ın kararını ilan etmesiyle Müslüman dünyasının en önemli 3. mabedi sayılan Mescid-i Aksa’nın ışıklar söndürüldü. Görgü tanıkları Hazreti İsa’nın doğduğuna inanılan Filistin bölgesindeki Beytüllahim kentindeki Batı Şeria’daki Mehd Kilisesi meydanındaki Noel ağacının ışıklarının da söndürüldüğünü aktardılar.

Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, Trump’ın kararıyla Ortadoğu barış aracısı olarak güvenini yerle bir ettiğini söyledi. Televizyondan yayınlanan konuşmasında Abbas, “Bu son derece karmaşık çatışmayı daha da zorlu hale getirecektir. Bu kararı tanımıyoruz, kınıyoruz, reddediyoruz” dedi.

‘ABD cehennemin kapılarını açtı” diye tepki gösteren Hamas, cuma gününü “Öfke Cuması” ilan ederek tüm Filistinlilere “Kudüs’e destek” için toplanma çağrısında bulundu.

Cuma günü tüm dünyada ABD ve İsrail karşıtı protesto gösterilerini yapılması bekleniyor.

Türkiye de karara sert tepki göstererek kararı yok hükmünde saydıklarını açıkladılar. TBMM’de uzun bir aradan sonra HDP’nin de aralarında bulunduğu parti gruplarınca ortak açıklama yapılarak karar kınandı.

Karara dünya çapında tepkiler de gecikmedi

– Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres: “Kudüs meselesi İsrailliler ve Filistinliler arasındaki doğrudan görüşmelerle çözülmeli. İki devletli çözüm dışında bir alternatif yok. Bir B planı yok.”

– Papa: “Korunmuş kimliğiyle kutsal topraklar, Ortadoğu ve dünyanın bütünü yararına bilgeliğin ve ihtiyatın hakim olması için Tanrı’ya dua ediyorum

– Avrupa Birliği: “Ciddi kaygılarımız var. Bölgedeki barış ihtimalleri üzerinde etkileri olacaktır.”

– Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron: “Fransa’nın onaylamadığı üzücü bir karar. Bu, uluslararası hukuk ve BM Güvenlik Konseyi kararlarına da aykırı.”

– İngiltere Başbakanı Theresa May: “Barış sürecine katkı sağlamayacağını düşünüyoruz. Hemfikir değiliz.”

Ajanslar – Yeşil Gazete

Buğday Derneği’nden yılbaşı için tüketmeyen 10 hediye önerisi

2017’yi geride bırakmaya hazırlandığımız şu günlerde Buğday Derneği’nden hediye karmaşasına son verecek bir öneri listesi geldi.

İşte yılbaşında tüketim çılgınlığına savaş açıp ellerinizle yapabileceğiniz, hem sizin hem de sevdiklerinizin içini ısıtacak, tüketmeyen türeten yılbaşı hediyesi fikirleri…

*Hiçbir şey vermeyin, ama dünyaları verin: Onun için bir şarkı besteleyin, şiir yazın.

*Bir ay boyunca her hafta kendi elinizle yaptığınız ekmeği hediye edin.

*Konser, tiyatro bileti alın.

*Yetenekli olduğunuz bir konuda ders verin (Gitar, yabancı dil, bahçecilik…)

*Birlikte çekilmiş fotoğraflarınızdan bir albüm veya takvim yapın ve her fotoğrafın altına, size hatırlattığı duyguları yazın.

*Gitmek istediği bir atölyeye, kampa kaydını yaptırın.

*Sempati duyduğu bir sivil toplum kuruluşuna, onun adına bağış yapın.

*Ekolojik pazarlardaki sağlıklı gıdalarla güzel bir sepet yapın.

*Her ailenin kendine özel yemekleri vardır. Bu yemek tariflerini toplayın ve tahta bir kutu içerisinde sunun.

*Alışverişte kullanmaları için bez çanta dikin (Dikiş bilmeye gerek yok, ihtiyacınız olan tek şey farklı kumaşlar, bir iğne ve iplik)

 

 

(Buğday Derneği)

Guardian’da yayınlanan açık mektup: Demirtaş ve Yüksekdağ serbest bırakılsın!

Ünlü akademisyen Noam Chomsky ve çok sayıda İngiliz milletvekili ile bazı akademisyenler, aktivistler ve gazeteciler Guardian gazetesine  “Türkiyede demokrasi yargılanıyor” başlıklı bir mektup gönderdi.

Gazetede bugün yayımlanan mektupta, HDP Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş’ın derhal serbest bırakılması çağrısı yapıldı.

Mektupta şu ifadeler yer aldı:

“Demirtaş ve Yüksekdağ’ın yargılanması şov amaçlı kurulan mahkemelerden başka bir şey değil. Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş’a dayanışma mesajımızı gönderiyoruz, bir an önce koşulsuz hapishaneden salıverilmelerini talep ediyoruz.”

Mektupta ayrıca Demirtaş ve Yüksekdağ’ın “terörizm adı verilen uydurma bir suçtan yargılandığı” ve uzun hapis cezalarıyla yüz yüze oldukları vurgulandı.

HDP’nin halen TBMM’de en büyük üçüncü parti olduğu hatırlatılırken, bu durumun “ilerleme ve demokrasi için mihenk taşı” niteliğinde olduğu da belirtildi.

Mektupta İngiltere’de Avam Kamarası üyesi 16 milletvekilinin yanı sıra Avrupa Parlamentosu üyesi Julie Ward, insan hakları aktivisti Peter Tatchell ve İngiltere’nin en büyük sendikası UNITE’ın genel sekreteri Len McCluskey’nin de imzaları bulunuyor.

Figen Yüksekdağ’ın yargılandığı davanın üçüncü duruşması bugün Ankara’da görülüyor.

Perşembe günü de 4 Kasım 2016 tarihinden bu yana Edirne Cezaevi’nde bulunan Selahattin Demirtaş Ankara 19’uncu Ağır Ceza Mahkemesinde SEGBİS (Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi) üzerinden yargıç karşısına çıkacak.

(BBC Türkçe)

Ekipman ve arşivleri çalınan 140journos haber sitesinden destek çağrısı

Orijinal belgesel videolar, nitelikli araştırmalar ve görsel hikâyeler üreten, 2015 yılında da TIME Magazine tarafından gelecek neslin liderleri arasında gösterilen, 250 bine yakın abonesi bulunan yeni medya yayıncısı 140journos, resmi sosyal medya hesaplarından paylaştıkları bir video ile ofislerinin soyulduğunu duyurdu.

https://www.youtube.com/watch?v=obpLo226KDI

1 Aralık Cuma günü saat 5.00 sularında gerçekleşen soygunda 1 adet dizüstü bilgisayar, 3 adet kamera, 1 adet harddisk ve 2 adet sd kart çalındı. 140journos çalışanları, ofisinin soyulması sonrası oluşan maddi kayıpların telafisi için destek çağrısında bulundu. Kampanyanın hedefi okuyucuların desteğiyle 30 bin 622 bin TL’ye ulaşmak.

19 Ocak 2018’de 6. yaşına girecek olan 140journos’un üretime dönmesine destek olmak için tıklayın

140journos ekibinden yapılan açıklama şöyle:

“140journos ofisi, 1 aralık cuma günü sabaha karşı 5 sularında soyuldu.

Ekipten beş kişi ofiste diğer katta çalışırken içeri giren hırsız, birkaç dakika içinde ortalıkta duran dizüstü bilgisayar, harddisk, kamera ve kamera ekipmanlarını çalarak izini kaybettirdi. Hırsızlık esnasında ofiste bulunan arkadaşlarımıza bir zarar gelmediği için şükrediyoruz. Ancak büyük maddi kaybımız var. İşin kötü yanı, aralık ayında yayınlamayı planladığımız birçok içerik de çalınan harddiskin içinde yer alıyordu.

Çok üzgünüz, çok yıprandık. Toparlanmak biraz zaman alabilir. Ama toparlanacağız. Bu süre dahilinde yayın akışında doğacak aksamalar için tüm takipçilerimizden şimdiden özür diliyoruz.

Eğer bugünlerde ikinci el elektronik alım-satımı yaparken aşağıda marka, model ve -hatırlayabildiğimiz kadarıyla- seri numaralarını listelediğimiz ekipmanlarımıza denk gelirseniz bize ulaşmanızı rica ediyoruz: [email protected]

1 adet 15inç apple macbook pro dizüstü bilgisayar
· seri numarası: c02qv5utg8wp
· teknik özellikleri: 2.5ghz işlemci, 16gb ram, 512gb ssd hard disk

1 adet panasonic lumix gh4 kamera ve leica 25mm f/1.8 lens
· seri numarası: (hâlen arıyoruz)

2 adet sony rx100m5 kamera, içlerinde lexar 32gb 300mb/s sd kart ve sandisk 32gb 95mb/s sd kart
· seri numarası: s01-2900660-9

1 adet g-tech 4tb thunderbolt harddisk
· seri numarası: pehk94xs”

 

(Yeşil Gazete)

Ortadoğu, bisiklet, siyaset… – Bağış Erten

İçinde İsrail, bisiklet ve siyaset geçen bir öykü yazılabilir mi? İlginç olabilir. Ama söz konusu olan öykü değil gerçek hayatsa daha da enteresan bir hal alıyor. Sonuçta ‘realitenin’ kurgusu en inanılmayacak şeylere bile herkesi ikna edebiliyor. Haber şu: İtalya Bisiklet Turu bu sene İsrail’den başlıyor.

AppleMark

Buraya kadar yeterince ilginç aslında. Oysa asıl bundan sonra kıyamet kopuyor. Geçtiğimiz günlerde gelecek sene yapılacak olan turun tanıtımı vardı. İtalyan yetkililer büyük bir gururla İsrail’den başlayacak olmasını anlatmaya koyuldular. Lakin hassas bir noktada faka bastılar. Yarışın başlangıç yeri olarak ‘Batı Kudüs’ ifadesi çıktı ağızlardan. İsrail hemen bunu diplomatik bir sorun haline getirdi. “Kudüs tektir” diye ortalığı inlettiler. İsrail karşıtları ise kadim tartışmayı alevlendirdi:   “İsrail işgalcidir!” Ne oldu? Güzel bir şey yapalım diyorlarken Ortadoğu’nun en sıcak bölgesinin alevi bir anda İtalya Bisiklet Turu’nu sarıverdi. Güya terimi ‘düzeltti’ ve ‘Kudüs’ dedi İtalyanlar, gelin görün ki şimdi de Filistin ayakta. Bisiklet sporu kendine bir soluk arıyorken olmaktan korktuğu yerde, siyasi tartışmaların tam ortasında! Ayıklasınlar bakalım şimdi pirincin taşını!

Otobanlı tur! 

Siyaset -sporun kendi iç siyaseti değil, politikacı ‘esnafının’ eyleme biçiminin toplamı olan büyük harfle yazılan ‘Siyaset’– spora her dokunduğunda bu oluyor aslında. Çok da iyi bilmediği bir alanda zücaciye fuarında gezen bir fil gibi dökmedik yer bırakmıyorlar. Herkesin ortak kümesi diye tanımlanan spora her baktıklarında ağızları sulanıyor. Ama ne zaman ‘araçsal’ yaklaşsalar yıkıcı bir etki bırakıyorlar. Biz bunu her gün deneyimliyoruz neredeyse. İktidar, bırakın spora müdahil olmayı onun üstüne çullanmış durumda. Düşünsenize; Türkiye’nin en büyük, en köklü bisiklet turu sırf siyasete alet edilmek için bir etap boyunca otoban gösterdi. Bisikletten azıcık anlayan herkes utanç içinde izledi bu görmemişliği.

Takılır düşersiniz 

Konu bisiklete gelmişken, yazının asıl öznesini takdim edelim. Aydan Çelik’i bilir misiniz? Entelektüel, tarih meraklısı, kapitalizm karşıtı, çevreci değil, tam anlamıyla ekolojist, sporsever, bisiklet ustası, yazar ve yazdığından daha da fiyakalı bir çizer… İşte bu Aydan Abi müthiş bir işe soyundu ve ‘İstanbul Bisiklet Rehberi’ hazırladı. Aslında ismini yanlış koymuş. İstanbul Bisiklet Turu bu! ‘Tour de Konstantinapul’ da olur! Sanki bu büyük şehrin sokaklarını teker teker arşınlayan bir yarış var da yorumcumuz Aydan Bey anlatıyor da anlatıyor (ve bir o kadar da çiziyor). Bizatihi teptiği yolların tarihçesi, görülecek yerler, teknolojik yenilikler, alengirli rotalar, kiralanan bisikletler, coğrafya, tarih, edebiyat var içinde. Jules Verne’le, Rakı Ansiklopedisi’yle, Hagop Baronyan’la, Abdülhak Şinasi Hisar’la ve daha niceleriyle İstanbul’u geziyorsunuz. Üstelik her rota için ayrıca hazırlanmış harita, eğim grafiği ve dijital yönlendirmeler falan da var. Tam 41 güzergâh, 2000 km’lik bir mesafe. Kuzeyde Çilingoz’dan Ağva’ya, güneyde Silivri’den Tuzla’ya… Hakikaten bir seleden bakmış Aydan İstanbul’a. Ne de olsa konunun ehli kendisi.

Peki ya siyasetçi erbabı? Onların bildiği yanıldığına yetmiyor. Oysa ne bisiklet öyle zapturapt altına alınabilecek bir nüfuz alanıdır, ne de diğer sporlar. Takılır düşersiniz. Eğer samimiyetle iyi bir şey yapmak istiyorsanız önce işi bilenlerle görüşmeli, sporun kendi iç kamuoyunu karar sürecine dahil etmeli, tesis/rant merkezli değil kültür odaklı bir ‘spor siyaseti’ geliştirmelisiniz. Bakın belediye seçimleri de yaklaşıyor. Kulağınıza küpe olsun.

 

 

Bağış Erten

İzmir’de İnsan Hakları Akademisi başlıyor

İnsan Hakları Derneği (İHD) İzmir Şubesi, her yıl düzenlediği Şeyhmuz Aydın İnsan Hakları Akademisi derslerini 9 Aralık-27 Ocak tarihleri arasında gerçekleştirecek. Konuya ilişkin dernek binasında bilgilendirmede bulunan İHD Yöneticisi Ahmet Çiçek, program kapsamında Prof. Dr. Nilgün Toker, Prof. Dr. Ayşen Uysal, İHD MYK Üyesi Hüsnü Öndül, İHD Eş Genel Başkanları Öztürk Türkdoğan ve Eren Keskin, İHD Genel Sekreteri Osman İşçi, İHD MYK Üyesi Mustafa Rollas, İHD İzmir Şube Başkanı Ali Aydın, Avukat Aysun Koç, Avukat Arif Ali Cangı, Psikiyatrisler Türkcan Baykal, Ülkü Şeyda Solmaz, İHD Yöneticileri Ahmet Çiçek, Caner Canlı, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV)  İzmir Temsilcisi Coşkun Üsterci ile Af Örgütü kurucularından Hakan Ataman’ın ders vereceğini aktardı.

Konu başlıkları ise şöyle:

* İnsan Haklarının Kurumsal Kuramsal Çerçevesi

* İnsan Hakları Hukukunun Temel Özellikleri

* İnsancıl Hukukun Temel Özellikleri

* İHD Tarihçesi ve İnsan Haklarını Savunma Hakkı

* İnsan Haklarının Korunması Ulusal, Bölgesel, Evrensel Usul ve Mekanizmaları

* Sosyal Haklar

* Türkiye’de İnsan Haklarının Durumu

* Kadının İnsan Hakları

* Çocuğun İnsan Hakları

* LGBTİ Hakları

* Yaşam Hakkı ve İşkence Yasağı

* Vicdani Ret

* İnsan Hakları Aktivizmi

* Engellilerin İnsan Hakları

* Dayanışma Hakları

* Mülteci Hakları

* Çevre Hakkı

* Barış Hakkı

* Tutuklu Hükümlü Hakları

* Sağlık Hakkı

* Düşünce ve İfade Özgürlüğü

 

(Mezopotamya Ajansı)

En doğal hakkım – Tanıl Bora

Bu yazı birikimdergisi.com/ dan

Gezi protestolarında polisin orantısız şiddet kullandığına dair tepkilere, Recep Tayyip Erdoğan, –o zaman başbakan olarak–, şu yorumu getirmişti: “Bizim polisimiz kurşun yiyor, bunun karşılığında su sıkıyor, biber gazı sıkıyor. Avrupa Birliği müktesebatına bakarlarsa orada bunun polisin en doğal hakkı olduğunu görürler”. (24 Haziran 2013) Bunu daha sonra da tekrarladı: “Benim polisimin yaptığı biber gazı kullanmak. Bunu kullanmak güvenlik güçlerinin en doğal hakkıdır”. (8 Mart 2014)

Cumhurbaşkanı olduktan sonra, siyasî cepheleşmenin bir tarafı olarak yaptığı mitinglerin Cumhurbaşkanlığı faaliyeti olarak ve Cumhurbaşkanlığı bütçesine dayanarak düzenlemesine yöneltilen eleştirilere de (o zamanlar Cumhurbaşkanlığı anayasal açıdan tarafsız bir makamdı), “Bu benim en doğal hakkım, yasal hakkım” karşılığını verdi (2 Mayıs 2015).

Bu sözlerde “doğal hak”, aşağı yukarı yetki anlamındadır. Yetkiden de öte, yetkeye yaklaşan, Kemal Can’ın carî ‘siyaset felsefesinin’ en mutemet düsturu olarak vaz’ettiği “Yapıyorum, çünkü yapabiliyorum”a  yanaşan bir anlam.

***

“Üç çocuk istemek benim en doğal hakkım”ı (8 Ağustos 2013) nereye koymalı? İngilizceden uyarladığımız deyişle, “korkarım”, ifade özgürlüğü değil. Galiba burada da “doğal hak”, yetkiye ve yetkeye yakındır. (“Ben, konuşurum. Ben, söylerim. Ben, buyururum”).

***

Bir başka hak kategorisi, tüketimde hayat buluyor. Tüketici hakları ayrıdır – kastettiğim, adeta varoluşsallaşmış bir tüketme hakkı.

Bir mobilya firması (Kerestella, diyelim biz ona), uzun süre “Kerestella benim hakkım” sloganını kullanmıştı. Yakın zamanda dolaşıma giren bir alışveriş merkezi reklamı (Adi İstanbul, diyelim biz ona), tüketmeyi doğal hak olarak fıtrîleştiriyor: “Dünya modasına dünyayla aynı anda sahip olmak… özel hissetmek… benim en doğal hakkım”. “Hayat tarzıma yakışanı giymek… şıklığımla fark yaratmak… benim en doğal hakkım”. “Ara sıra ufak bir kaçamak yapmak… alışverişe uçarak gitmek… benim en doğal hakkım”. Ve final: “Çünkü en özelini yaşamak en doğal hakkınız”.

Burada, hak, dahası doğal hak, bir çıkarın, bir faydanın kisvesidir. Narsistik bir şımarmanın kisvesi.

***

Ne kadar çok “hak talebi” var toplumumuzda, değil mi! ‘Enteresan’ olan, muktedir olanın doğal hakkı bir yetki olarak, bir güç teyidi olarak sahiplenmesi, vatandaşlıkları tüketiciliğe sığıştırılmış olan yönetilenlerin ise doğal haktan bir çıkarı, bir faydayı anlamaları – veya anlamalarının istenmesidir.

***

Buna mukabil, basbayağı düşmanlaştırılan haklar da var. [1]  “Ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesi” kanununun tanıdığı hakların, “aileyi zayıflattığı” gerekçesiyle zemmedilmesi gibi… Devlet Memurları Kanunu’nun getirdiği sosyal hakların, belâ olarak görülmesi gibi.

En açığı, en vahimi, 27 Mayıs 1992’de İzmir’de, silahlı saldırıda canını kaybeden polislerin cenazesinde, polislerin: “Kahrolsun insan hakları” sloganıyla yürümesi değil miydi? Belki, esasen düşman belledikleri insan hakları savunucularını, –bir hak ihlâline maruz kaldıklarında, çevrelerindeki kimse sahip çıkmayıp yalnız bırakıldıklarında onları muhatap alacak olan, nitekim muhatap alan–, insan hakları kuruluşlarını kastediyorlardı bununla. Fakat onlara ‘imkân tanıyan’ bir hak kavrayışına da kahrediyorlardı neticede. Hiç unutmayacağımız o lâf, basbayağı buydu: “Kahrolsun insan hakları”.

***

İnsan haklarına, bugün de kahrediliyor. İnsan haklarını savunmak, hainlikle eşleniyor. İnsan haklarından söz eden, ‘rakip’ hak talepleriyle susturulmaya çalışılıyor: Terörden canı yananın hakkı ne olacak? Arakan’da katledilenlerin insan hakkı yok mu? Onun hakkı ne olacak, bunun hakkı ne olacak?

Elbette, yetki-yetke ve çıkar-fayda istençlerine lehimlenmiş tamahkâr “benim hakkım” korosu da, sahih ve yalın insan hakları anlayışını boğmaya katkıda bulunuyor.

***

İnsan hakları fikrinin, insan hakları duyarlılığının, insan hakları politikasının zayıflamasının sinsi bir âmili de, –Nilgün Toker’in 14. Türkiye İnsan Hakları Hareketi Konferansı’nın açılışındaki konuşmasında dikkat çektiği gibi–, hak yerine mağduriyete tutunmaktır. Yine Nilgün Toker’in vurguladığı gibi, mağduriyet ortaklığı ve dayanışması, güç verir, moral verir; fakat kurucu bir gücü yoktur, üzerinde duracak evrensel bir temel kurmaz. [2] “Damdan düşenin halinden damdan düşen anlar” derler ya… Hoştur, çok zaman da doğrudur. Ama bazen de daha önce damdan düşmüş olan, “gördün mü, nasılmış” diye içi soğuyarak bakabilir yeni damdan düşene. Veya basitçe, bu defa kendisinin değil başkasının başına geldiğine şükrederek, hiç oralı olmayabilir.

Mağduru olmadığınız-olmayacağınız haksızlığı mesele eden, kimlik sormayan ve sebep-gerekçe kollamayan bir “bu, hiçbir insana reva görülemez” ahlâkı için, sahih ve yalın, evrensel insan haklarına ihtiyacımız var.

***

Sahih insan hakları anlayışı, deyip duruyorum. İki örnek, açmaya yetecektir.

Bu ay 100. doğum yıldönümü olan Nobel ödüllü yazar Heinrich Böll, 1984’te, “Almanya Meclisi önünde yapılmamış konuşma”sında, Almanya Anayasası’nın, insan haklarına dayandığına şahadet eden 1 maddesini, yani “insan onuru dokunulmazdır” ilkesini şerh eder: Bu ilkenin, “Alman insanların onuru dokunulmazdır veya suçsuz-kusursuz-günahsız insanın onuru dokunulmazdır” anlamına gelmediğini, “teröristlerin, suçluların, yabancıların, mültecilerin, komünistlerin de insan olduğunu” söyler – ve ekler: “hatta kapitalistler bile”. Böll, insanlıkdışı davranabilmenin de ancak insana mahsus olduğunu, bunun da insanlığa dair olduğunu hatırlatır bize. İnsan hakları, insanlık durumunun o cephesini de ‘tanıyarak’, o zillete düşmüş olanın dahi insaniyetini, insan onurunu, –evet, bazen kendisine rağmen–, ayakta tutmaktır. Çok basit: insan hakları, “her haliyle her suretiyle”, bütün insanlara şâmildir.

İkinci örneği, İbn Haldun’dan vereyim. Büyük İslâm düşünürü, insan haklarını kimin ihlâl edebileceğini, –ihlâl etmeye muktedir olabileceğini–, dolayısıyla insan haklarını kime karşısavunmak gerektiğini, 14. yüzyıldan konuşarak öğretir: “Kendisine güç yetmeyenden başkasının zulme gücü yetmez. Zira zulüm, sadece kudret ve otorite sahibi olanlardan vâki olur. Bu yüzden zulme kadir olan şahsın, vicdanında mânevi bir müeyyide (vâzi) hasıl olur, diye zulmü kötülemede ve ona dair olan tehditlerin tekrarında mübalağa edilmiştir. Ve ‘Rabb’ın kullara zulmetmez’ (Fussılet, 41/46). (…) Yol kesen eşkıya kudret sahibidir, diye vasfolunamaz. Çünkü biz, ‘Zâlimin kudreti’ deyimi ile hiçbir kudretin karşı koyamadığı her tarafa uzanan bir eli, (yüksek makam sahiplerinin haksızlığını ve devletin zulmünü) kastediyoruz”.[3]  Çok basit: İnsan hakları, devletin haleldar etmeye muktedir olduğu, demek ki devlete karşı savunulacak haklardır.

***

10 Aralık, Dünya İnsan Hakları Günü. İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin kabulünün 69. yıldönümü.

28 Kasım, Tahir Elçi’nin katledilmesinin ikinci yıl dönümüydü. Bu memleketin gördüğü en selim insan hakları elçilerinden olan Tahir Elçi, harp darp altındaki beş yüz küsur yıllık bir minarenin hakkını savunurken öldürülmüştü. [4]


[1]“Hakları düşmanlaştırma” terimini Nazik Işık’tan işittim.,

[2] Birikim Haftalık’ta bir önceki yazımda mağduriyet üzerinde durmuştum: http://www.birikimdergisi.com/haftalik/8618/magdur#.WiKatFVl-po

[3]  İbn Haldun: Mukaddime, Hazırlayan Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, İstanbul 2017 (14. Baskı), s. 551. Burayı daha önce de zikretmiştim:http://www.birikimdergisi.com/haftalik/8469/ibn-haldun#.WiKjNlVl-po)

[4] http://www.birikimdergisi.com/haftalik/7392/naiflik-hakkinda#.WiL0nFVl-po

 

Bu yazı birikimdergisi.com/ dan

 

 

Tanıl Bora

Büyükada davasında tahliye edilen Steudtner ödülünü insan hakları aktivistlerine adadı

Büyükada soruşturması kapsamında tutuklanan ve Ekim sonunda serbest bırakılan insan hakları aktivisti Peter Steudtner Almanya’da Quäker Yardım Vakfı‘nın verdiği Barış Ödülü’nü aldı. Ödül Berlin’de yapılan törenle Steudtner’e takdim edildi.

Ödül töreninde, ödülün Seutdner’e barış ve insan hakları alanındaki “cesur ve uzun yıllara dayanan” çalışmalarından ötürü verildiği açıklandı.

Quäker Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Ulrich Vollmer, ödül töreninde yaptığı konuşmada, Steudtner’in şiddetin son bulması, barış ve adalet için yaptığı çalışmaları “örnek” diye nitelendirdi. Steudtner’in insan hakları, basın ve ifade özgürlüğü için mücadele ettiğini vurguladı.

Törene katılan Alman Federal Meclisi eski Başkanı Wolfgang Thierse de Steudtner’e verilen ödülle ilgili yaptığı takdim konuşmasında, Peter Steudtner’in haksız yere tutuklandığını, bu nedenle haklı olarak bu ödüle layık görüldüğünü ifade etti.

Steudtner: Her gün yeniden hücre kontrolü yaşıyorum

Peter Steudtner ise ödülü almasının ardından yaptığı teşekkür konuşmasında, ödülünü insan hakları savunucularına adadı. Steudtner, “Ödülümü her gün insan hakları için çalışanlar için alıyorum” dedi. Kendisine yönelen ilginin barış ve insan haklarını savunan ama daha az tanınan çok sayıdaki diğer tutuklulara da verilmesini umut ettiğini söyleyen Steudtner, “Deniz Yücel bana ‘çok yakında başaracaksın’ demişti. Ben de bunu hala haksız yere tutuklu olanlara söylemek isterdim. Ama ne yazık ki söyleyemiyorum. Ancak ailelerinize ve size şu çağrıyı yapabilirim: Siz başarırsınız ve yalnız değilsiniz” dedi.

Steudtner serbest bırakılmasının üzerinden altı hafta geçmesine rağmen hala cezaevi psikolojisinden çıkamadığını söyledi ve “Her sabah ve akşam hücre kontrolünü yeniden yaşıyorum” dedi.

Quäker Yardım Vakfı tarafından bu yıl ilke kez verilen Barış Ödülü, 2 bin euroluk bir para ödülünü de içeriyor.

Alman siyaset bilimi uzmanı ve insan hakları aktivisti Peter Steudtner, 5 Temmuz’da Büyükada’daki bir otelde düzenlenen bir seminere katılan insan hakları aktivistleri ile birlikte gözaltına alınmış, ardından tutuklanmıştı. İnsan hakları savunucuları hakkında “terör örgütüne üyelik” ve “terör örgütüne yardım” suçlamalarıyla dava açılmıştı. İstanbul’da 25 Ekim’de görülen ilk duruşmada suçlamaları reddeden Steudtner, aynı gün tahliye edilmişti.

 

(Deutsche Welle)

Avrupa Yeşiller Partisi konsey toplantısından izlenimler 1 – Sema Alpan Atamer

Avrupa Yeşiller Partisi’nin (EGP) 24-26 Kasım’da İsveç’in Karlstad kentinde yapılan 27.Konsey Toplantısı’nı yerinde takip eden Yeşil Siyaset Platformu’ndan Sema Alpan Atamer’in izlenimlerini 2 bölüm halinde paylaşıyoruz

2 – Avrupa’nın gelecek vizyonu ve İklim değişikliği

***

1-  Avrupa’da Yeşiller Partileri’nin durumu

Avrupa Yeşiller Partisi’nin (EGP) 24-26 Kasım’da İsveç’in Karlstad kentinde yapılan 27.Konsey Toplantısı’nın ilk 2 gününe Yeşil Siyaset Platformu’nu temsilen katıldım. Avrupa’daki ülkelerde faaliyet gösteren Yeşil Partilerin üyesi olduğu Avrupa Yeşiller Partisinin toplantısına üye temsilcilerinin yanında yeşil sivil toplum örgütleri de katılıyor. Toplantıda hem bir parti olarak ortak karar alınması gereken konuları – tutum belgeleri, eylem planı, bütçe, yönetim kurulu, üyelikler, vb gibi idari ve mali konuları-müzakere edip onlar üzerine oylamalar yapıyorlar; hem de paralel ve ortak oturumlarda birbirleriyle ve dışarıdan gelen konuşmacılarla bilgi, deneyim alışverişinde bulunup, ortak vizyonlarını, politikalarını tazelemeye çalışıyorlar. Paralel oturumlardan katılabildiklerime ve ortak oturumlardan edindiğim izlenimlerimi ve çeşitli notlarımı sizlerle paylaşmaya çalışacağım.

Neden Karlstad?

Önce toplantının yapıldığı şehir ve neden bu şehrin seçildiğinden bahsedeyim: Karlstad, 1584 yılında kurulmuş. 1865 yılında büyük bir yangın geçirmiş. Sadece 16 ev kalmış. Ama sonra küllerinden yeniden doğmuş. 1843 yılında tohumları atılan üniversitenin bu statüyü resmen alması 1999 yılında olmuş. Şu anda 6.000 öğrencisi var. Şehrin nüfusu 90.000. Karlstad, İsveç’te Yeşillerin belediye meclisine girdiği ilk şehir olmuş. İsveç’teki en iyi ulaşım sistemine sahip. Bir delta üzerine kurulu kentte ulaşımı yeşil hale getirmek için bisiklet ve yayalar için pek çok köprü yapılmış. İklim değişikliği ile ilgili önlerine koydukları 2 hedef, İsveç’in ülke hedeflerine paralel olarak, 2045 yılında sıfır net karbon ve yenilenebilirlerin oranının %100’e çıkarılması.

Avrupa Parlamentosu 2019 Seçimleri ve Yeşiller

Toplantılardaki konuşmaların ve tartışmaların ana eksenini, Avrupa Parlamentosu için 2019 yılında yapılacak seçimlere EGP nasıl hazırlanmalı ve bu bağlamda Avrupa Yeşillerinin ülkelerindeki performansları, Avrupa’nın geleceği ve yeşil vizyonu, iklim değişikliği ve Paris Anlaşmasının uygulanması, küreselleşme ve sürdürülebilir kalkınma hedefleri gibi meseleler oluşturuyordu.

Yeşiller, merkezinde Avrupa ve Dünya düzenindeki yerine dair tartışmaların yer alacağı 2019 yılında yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimlerinde belirli bir rol oynamak istiyorlar. Genelde ülkelerdeki ulusal seçimlere kıyasla, Avrupa Parlamentosu seçimlerinde daha yüksek oy alıyorlar. Yani, 2019’dan itibaren Avrupa Parlamentosunda Yeşil bir başkan görmemiz olasılığı az değil.

Demokrasi ve insan hakları bizim ana değerlerimiz. Sosyal adalet de ortak değerimiz; fakat buna nasıl erişileceği ülkeden ülkeye değişebilir. Yeşil değerleri ifade etmeliyiz. Finansal gücün değil, insanların yanında olduğumuzu göstermeliyiz.

Yeşillerin sadece doğa, çevre ve iklim konularında değil, insanlar için önemli olan her bir konuda politikalar üretmeleri gerekiyor.

Avrupa’da Yeşiller Partileri’nin durumuna bakacak olursak

Almanya

Almanya’daki seçimlerden sonra başlayan ve Liberal Parti’nin masayı terk etmesiyle çöken koalisyon müzakereleri önemli odak noktalarından biriydi. Müzakerelere Yeşillerden 14 temsilci katılmış. Enerji, tarım, hayvancılık, ulaştırma gibi pek çok konu üzerinde müzakereler yürütülmüş. Yeşiller herkesi dahil eden bir çaba ile müzakerelere yaklaşmış ve bu süreçte aslında potansiyel koalisyon ortakları (sağ muhafazakar CDU/CSU ortaklığı, orta-sağ liberal FDP ve Yeşiller) pek çok konuda konsensusa varmışlar. Örneğin Yeşiller Partisinin, orduya harcanan bütçede kısıntıya gidilmesini isteyen Yeşillerin bu talebi, orduya giden her 1 Euro karşılığında, Kalkınma İşbirliği Fonlarına 1 Euro tahsis edilmesi gibi bir çözümle karşılanmış. Kömür santrallarından 7 GWattlık kısmının kapatılması kararı alınmış. Bunu rahatlıkla alabilmişler çünkü halen Almanya’da enerji üretim fazlası var ve özel sektöre verilen yenilenebilir enerji fiyatları çok düşük. Ulaştırmada tren, bisiklet, toplu taşım gibi öneriler kabul edilmiş. Yeşiller Partisinin, fosil yakıtlı motorların kaldırılması önerisi, otomotiv sektörüne ani bir darbe olacağı sebebiyle kabul görmemiş. Ama Yeşiller bunu bir zaman sonra elektrikli araçların artması ve ucuzlaması sonucu zaten bir zaman sonra olacağını savunuyor. İpleri koparan ise, Yeşillerin, Doğu Almanya’ya mali destek amaçlı “dayanışma vergisi” konması konusundaki önerisi ve ısrarı olmuş. Liberaller bu öneriyi reddetmiş. Yüzüp, yüzüp neredeyse sonuna gelinen koalisyon müzakerelerinde Liberallerin çıkıp gitmesi konusunda Yeşillerin yorumu son dakikada sorumluluk altına girmekten korkup kaçtıkları yönünde.

Seçimlerde Yeşillerin %8 civarında olan oyları, müzakerelerden sonra yapılan anketlere göre %25’e yükselmiş. Seçmenlere “sizce müzakerelerde sizin taleplerinizi en iyi dile getiren hangi parti oldu?” diye sorulmuş. Bu artışı Yeşiller, müzakereler sırasında açık, şeffaf bir yaklaşım sergilemelerine; her bir müzakere konusunda net politikalar ortaya koymalarına ve bu politikaları savunurken açıkça gerekçelendirmelerine; tavize ve uzlaşmaya açık bir tutum sürdürmelerine; böylece insanların kafasında ne isteyip ne istemediği ve bunların nedenleri çok net anlaşılan, güvenilir bir parti imajı oluşmasına bağlıyorlar.

Finlandiya

Beşbuçuk milyon nüfuslu Finlandiya’da Yeşil Lig Partisi son yerel seçimlerde oylarını önemli miktarda arttırarak %12,5 oy oranıyla büyük bir başarı sağlamış. Bu başarıyı getiren etmenleri şöyle anlatıyorlar:  önce “Bize kim oy verir?” diye sorup, bir seçmen profili çıkarmaya onları tanımaya çalışmışlar; sonra da onların duygularına ulaşmaya. 2 büyük seçmen profili araştırması yapmışlar. Kendilerine  benzeyen insanların onlara oy verdiğini düşünme noktasından hareket ederken; yapılan araştırmalar sonunda değerlerine ve davranışlarına çok farklı seçmen kategorileri ortaya çıkmış. Tüm kategorilerdeki seçmenleri de oy verme potansiyeline göre kemikleşmiş seçmenler, gerçekten oy verecek olanlar, potansiyel seçmenler ve sempatizanlar olarak gruplara ayırmışlar ve seçim stratejilerini bu insanlara nasıl erişebilecekleri üzerine oturtmuşlar. Bu araştırmalardan 2 önemli çıkarımları olmuş:

  1. Yeşillere oy vermeyi düşünen yeterince seçmen var: o halde kimseyi ayartmaya çalışmamalıyız; yeni hedef grupları ikna etmek için ana değerlerimizi ve anahtar mesajlarımızı değiştirmemeliyiz.
  2. Siyasal partiler, insanların “sahibi” değillerdir: O halde “Yeşillere oy verecek kimler olabilir (hangi tür seçmenle aynı değerlere sahibiz?)” ve “bu insanlar nasıl birileri?” konusuna odaklanmalıyız.

Parti stratejilerini katılımcı bir süreçle hazırlamışlar. 188 farklı konu üzerine tutum belgeleri oluşturmuşlar.  Bunlara dayalı olarak da mesajlarının çerçevesini ve insanlara bu mesajlarını nasıl iletebileceklerini belirlemişler. İnsanlarla yüz yüze, bire bir konuşmak için kapsamlı bir kampanya düzenlemişler. “Geleceğe odaklı sürdürülebilir kalkınma”, “temel gelir”, eğitim, sosyal güvenlik, vergiler ve iklim değişikliğini kendilerine öncelikli konu olarak seçmişler. Finlandiya’daki yerel seçimlerden sonra her ay bağımsız bir organ tarafından tüm siyasi partilerin performans ölçüsünü, diğer bir deyişle seçmenler nezdindeki başarısını gösteren Barometre adlı yayına göre Yeşillerin oy oranı en son %35’e yükselmiş durumda.

Hollanda

Mart 2017’de yapılan son Hollanda seçimlerinde Parlamentodaki sandalye sayısını 4’ten 14’e çıkaran YeşilSol Parti, önceliklerini belirlenip, buna uygun davranmaya çalışıyormuş. Örneğin Hıristiyan demokratlar, Parlamentoya Hollanda bayrağının asılması konusunu gündeme getirmişler. Asılıp asılmaması konusunda pek çok tartışma olmuş. YeşilSol Partiyi de, tartışmaların içine çekmeye çalışmışlar ama Parti bu konuda sessiz kalmayı tercih etmiş; çünkü “bu bizim işimiz değil; biz kendi işimize, kendi önceliğimize bakalım” diye bir karar almış. Zamanlarını, enerjilerini, kendi öncelikleri olan “sosyal eşitlik” konusu üzerine söz söylemek için harcamışlar.

İsveç

İsveç Yeşiller Partisi, 1981 yılında siyaset sahnesine çıkmış. 1988 yılında ilk kez parlamentoya girmişler. 2002-2006 arasında ilk kez Hükümette  yer almış. 2010’da oylarını %7,4’e, 2014’te %15’e yükseltmiş. İsveç’te yerel, bölgesel ve ulusal ölçekteki seçimler aynı gün yapılıyor. İsveç’te siyasi partilere bütçeden yapılan devlet yardımlarının yarısı, parlamentoda üyesi olan partilere eşit olarak dağıtılıyor. Diğer yarısı ise, partilerin sandalye sayısına orantılanarak üleştiriliyor. Dünyanın en güçlü yerel yönetimleri İsveç’te. Parlamentodaki grupları (25 milletvekilleri var), Parti MYK’sı (19 üye var) ve yerel yönetimlerdeki başkanlardan oluşan danışma kurulu hep birlikte senede 2 kez toplanıyorlar; böylece iletişim halinde oluyorlar. İsveç’te 288 belediye var. Şehir meclislerinde 200 üyeleri; merkezde düzenli aktif çalışan 40 politikacıları var. “Political doers and visioners” yani polikacılar olarak hemen yapan/icra eden hem de vizyoner olmaya çalışıyorlar.

Parti içinde kadın hakları ve sorunları ve kadın-erkek eşitliğinin sağlanması için gerekli çalışmaları yapmak üzere bir Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Komitesi kurulmuş. Bu komitede erkeklerin yer alıp almaması husunu epeyce tartıştıktan sonra karışık bir komite olmasına karar vermişler. Herhangi bir konuda erkekler kendilerini ilgilendiren hususları kendi aralarında, kadınlarsa kendi aralarında tartışıp; sonra da biraraya gelerek birlikte politikalar ve çözümler üretiyorlar; kararlar alıyorlar. Parti Programlarında “İsveç Yeşiller Partisi, feminist bir partidir ve başından beri böyle olmuştur. Feminist politikalarımız kadınlarla erkekleri, birbirlerinin tamamlayan ama birbirinden katı bir biçimde ayrılan iki kategori olarak görmekten, insanları sınırlayan ve toplum tarafından oluşturulan cinsiyet rollerine kıstıran karmaşık sosyal yapılar olarak görmeye doğru gelişti” yazıyor.

2014 yılında Sosyal Demokratlar ile Yeşiller Partisinin koalisyonu ile oluşan İsveç Hükümeti, kendisini resmen “Feminist hükümet” olarak ilan etmiş. Yeşillerin feminist dış politikası koalisyon müzakerelerinde ana ekseni teşkil etmiş. İsveç hükümetinde 12 kadın ve 12 erkek bakan var. Bakanlardan altısı Yeşillerden. “Feminist Hükümet” kavramını, “karar almada ve kaynakların tahsisinde hükümet önceliklerinin merkezine toplumsal cinsiyet eşitliğini koymak” olarak tanımlıyorlar. “Feminist bir hükümet, genel faaliyet alanlarında politika yaparken, hem yurtiçinde hem de dış politikasında toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifinin dikkate alınmasını garanti eder” diyorlar. Kadınlar ve erkekler, toplumu ve kendi hayatlarını şekillendirirken aynı güce sahip olmalılar.

Bu genel amaçların 6 alt amacı bulunuyor:

  1. Güç ve nüfuzun toplumsal cinsiyet eşitliğine göre dağıtılması: Her yönetici konumda eş-başkanlık var. Temsiliyetin eşit olmasını hükümet kolluyor.
  2. Ekonomide toplumsal cinsiyet eşitliği: Feminist bütçelerinde kadınlara ve erkeklere yapılacak harcamalar ve yatırımlar eşitleniyor. Toplumsal cinsiyet bütçesi (gender budget) konusuna Maliye Bakanlığını ikna etmeleri ve bunu resmi hale getirmeleri çok zor olmuş. Her yıl, bir önceki yıla ait istatistiklerin yer aldığı bir Ekonomik Eşitlik Kitabı başlıklı rapor yayınlanıyor. Bu kitapta yer alan verilere göre o yılın bütçesinde eşitliği sağlayacak ayarlamalar yapılıyor. Kurumlardan, özel kuruluşlardan toplumsal cinsiyet konusunda yaptıkları çalışmalara dair raporları talep ediliyor hükümet tarafından ve bunlar izleniyor. Daha fazla kadın çalışma hayatına girmeye başlayınca GSYİH artmış. Halen İsveç ekonomisi iyi durumda, Avrupa’da en yüksek istihdam oranına sahipler.
  3. Eğitimde toplumsal cinsiyet eşitliği: Kadınlar ve erkekler, kız ve oğlan çocukları, eğitim, tahsil ve kendilerini geliştirme bakımından eşit fırsatlara ve şartlara sahip olmalılar. İsveç eğitim sisteminde okulları yeşil yapmak için çalışıyorlar. Okullarda ayrıca eşitlik, parasız devlet okullarında aynı kalite sağlanarak, zengin ve fakir, mülteci ve yerel tüm çocukların bir arada aynı standartta eğitim almalarını sağlayacak bir okul sistemi kurmaya çalışıyorlar. Özel eğitime muhtaç çocuklar için özel eğitim verebilecek öğretmenler yetiştiriyorlar.
  4. Ücretsiz ev işleri ve sağlanan bakım olanaklarının eşit dağılımı: Ev işlerinde kadın ve erkek aynı sorumluluklara sahip olmalı; bakım alma ve verme fırsatları konusunda eşit sürelere tanınmalı. Kadınların siyasete katılımını arttırmak için toplantılar gündüzleri yapılıyor. Belediyeler, hafta sonları çocuklu ailelere bakım hizmeti sağlayarak, ebeveynlerin kendilerine zaman ayırmalarına yardım ediyorlar.
  5. Sağlıkta toplumsal cinsiyet eşitliği: Kadınlar ve erkekler, kızlar ve oğlanlar, iyi bir sağlık için eşit koşullara sahip olmalı; aynı sürelerde bakım olanakları tanınmalı.
  6. Erkeklerin kadınlara yönelik şiddeti durdurulmalı: Erkekler ve kadınlar, kızlar ve oğlanlar, aynı haklara ve fiziksel bütünlük erişimine sahip olmalı. Yeni yıla girmeden önce yeni Cinsel Suçlar Yasasını Parlamentoya getirmeyi planlıyorlar. 10 yıldan beri bunun üzerinde çalışıyorlarmış. 10 yıl önce bu konuda bir raporu gündeme getirmişler. Değişmek isteyen erkeğe yardım etmek gerekiyor. Örneğin kızkardeşini koruma sorumluluğu verilen genç bir erkeğe yardım etmek gerekiyor.

“Feminizm, kadınların insan olduklarına dair radikal bir mefhum.” diye seslendiriyor duygularını feminist, kadın İsveç Dışişleri Bakanı (Sosyal Demokrat Parti’den). Diplomasiyi, militan, feminist bir biçimde yürütmeye çalışıyor. Kadınların barışı tesis etmekteki ve barışı korumaktaki rollerinin altını çiziyor.  Toplumsal cinsiyet eşitliğine, bitmemiş bir iş gözüyle bakılıyor. Kendilerine “Kadın haklarına ilişkin ihlaller var mı? Ayrımcılık söz konusu mu? Kadınlara kaynak ayrılıyor mu?” sorularını sorarak politikalarını belirliyorlar. Her yıl kadınlara yönelik bir eylem planı hazırlıyorlar. Feminist Forumun politikaları, siyasetlerini belirlemede önemli bir rol oynuyor.

[Yarın 2. bölüm] İklim değişikliği ile mücadelede şehirlerin rolü: Brüksel  Lyon ve Ghent

 

 

Sema Alpan Atamer