Ana Sayfa Blog Sayfa 2888

Kentin rant alanlarına dönüşmemesi için “İzmir’e Sahip Çık Platformu” kuruldu

İzmir’in rant alanlarına çevrilmesine karşı “İzmir’e Sahip Çık Platformu” kuruldu. Platformun kurulmasına ilişkin açıklama bugün (26 Şubat) 12:00’de İzmir Mimarlık Merkezinde gerçekleştirildi.

Fotoğraf: Kamil Kemal Büke

Platform adına basın açıklamasını Şehir Plancılar Odası İzmir Şube Başkanı Özlem Şenyol Kocaer yaparken bir sonraki buluşmanın 1 Mart’ta Mavişehir’de düzenleneceği kaydedilerek tüm İzmirliler İzmir’e sahip çıkmaya davet edildi.

İzmir’e Sahip Çık Platformu’na destek veren kurum ve kuruluşlar

Bayraklı Kent Konseyi, İzmir Düşünce Topluluğu, Bornova Halk Forumu, İzmir Kent Konseyi, Buca Kent Konseyi, Karabağlar Kent Konseyi, Çeşme Kent Konseyi, Karaburun Kent Konseyi, DİSK Ege Bölge Temsilciliği, Karşıyaka Kent Konseyi, Doğa Derneği, KESK İzmir Şubeler Platformu, EGEÇEP, Konak Kent Konseyi, Emek Partisi, Menemen Kent Konseyi, Flamingoma Dokunma, Narlıdere Kent Konseyi, Foça Çevre Platformu, Praksis Müzik Kolektifi, Foça Kent Konseyi, Seferihisar Kent Konseyi, Gaziemir Kent Konseyi, Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi, Güzelbahçe Kent Konseyi, Türkiye Komünist Partisi, İzmir Kent Komitesi, Halkevleri, TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu, Haziran Ekoloji Meclisi, Urla Çevre Platformu, Halkların Demokratik Kongresi Ekoloji Komisyonu, Yeni Foça Halk Forumu, Halkların Demokratik Partisi, Yeşil Sol Parti, İZÇEP

Platformun belirlediği temel problemler ise şu şekilde

  • İzmir rant çevrelerine açılacak ve kent yaşanmaz hale gelecek
  • Körfez Geçiş Porjesi ile İnciraltı, Kent Ormanı, Dünya Flamingo Nüfusunun %10’unun barındığı Gediz Deltası ve körfezin ekolojik yapısı zarar görecek, yok edilecek
  • Aşırı yapılaşmaya gidilecek, aşırı ve kontrolsüz nüfus artışı yaşanacak
  • Çarpık kentleşme artacak
  • Doğal varlıklar, doğal yaşam alanları, kıyılar ve tarım alanları tahrip edilecek
  • Efemçukuru’ndaki altın madeni nedeni ile içme suyumuz kirlenecek
  • Aliağa’da kurulan termik santraller yüzünden hava kirliliği artacak
  • RES’ler ve Taş ocakları yüzünden yabani hayatı ve yaşam alanlarını tehdit etmeye devam edecekler, ormanlarımız, tarım alanlarımız yok edilecek

Platform hakkındaki gelişmeleri platformun facebook ve twitter sayfaları üzerinden takip edebilirsiniz.

 

Haber: Kamil Kenan Büke

(Yeşil Gazete)

HES’e karşı insan zinciri: Şeker Kanyonu’na HES izni iptal edilsin!

Yenice Şeker Kanyonu üzerine HES kurulmasının yeniden gündeme gelmesini protesto eden yüzlerce kişi, kanyon çevresinde insan zinciri oluşturdu.

Doğa cenneti Karabük Yenice Şeker Kanyonu üzerine Hidroelektrik Santral (HES) kurulması yeniden gündeme geldi. HES yapımına karşı Yenice Platformu’nun çağrısıyla Zonguldak, Bartın, Karabük, Çaycuma, Devrek ve Gökçebey’den yüzlerce kişi Yenice’ye geldi. Şeker Kanyonu çevresinde insan zinciri oluşturuldu.

Yoğun yağmur altında Yenice Atatürk Anıtı önünde yapılan basın açıklamasında konuşan Yaşanabilir Zonguldak Platformu Sözcüsü ve Zonguldak Çevre Koruma Derneği Başkanı Ahmet Öztürk, “Uzun zamandır gündemde olan, ancak tepkiler nedeniyle bir müddet buzdolabında bekletilen Şeker Kanyonu HES Projesi yeniden gündeme geldi. Bir doğa cenneti olan Yenice Şeker Kanyonu’nda yapımı düşünülen HES için tüm kamu kurumlarının gerekli izni verdiği ve Karabük İl Genel Meclisinde yapılan oylamada da bu doğrultuda karar alındığını öğrendik. Şunu kimse unutmasın: Şeker Kanyonu, bölgemizin cennet köşelerinden biridir. 12 kilometre uzunluğundaki kanyonun yüksek doğal duvarları nedeniyle bazı yerlerine ulaşımın sağlanamaması, el değmemiş biçimde kalmasını sağlamıştır. Alanın büyük bir kısmı kanyonun içinden geçen derenin etkisiyle yıl boyu nemlidir. Yaprak döken ağaçlar nedeniyle de kalın bir döküntüye sahiptir. Bu nedenlerle eşsiz bir ekosisteme sahiptir. Yenice halkının istemediği bu projeden derhal vazgeçilmeli ve alınan karar iptal edilmelidir” dedi.

Basın açıklamasının ardından Şeker Kanyonu’na gidilerek kanyonun çevresinde insan zinciri oluşturuldu.

Daha sonra Yenice Belediye Başkanı Zeki Çaylı’nın katılmıyla Seyir Terası’nda, HES’e karşı mücadele tartışıldı. Yenice’nin Eski Belediye Başkanı ve Yenice Platformu Başkanı Mustafa Akay, bütün siyasi partilerin, halkın, esnafın HES’e karşı olduğunu söyledi. İmza kampanyası başlattıklarını söyleyen Akay, imzaları Cumhurbaşkanı başta olmak üzere birçok kuruma göndereceklerini söyledi. İdari Mahkemeye dava açacaklarını söyleyen Akay, “Karardan vazgeçilmediği takdirde eylemlere devam edeceğiz” dedi

Yenice’nin AKP’li belediye başkanı Çaylı, HES’e karşı olduğunu daha önce gazetemize verdiği mülakatta açıklamıştı. Rıfat Doğan’ın özel haberinde Yenice Platformu Sözcüsü Mustafa Akay da doğanın bağrına hançer saplanmasına izin vermeyeceklerini, dünyanın en güzel köşelerinden birisi olan Şeker Kanyonu’na HES yapılmasını kabullenmelerinin mümkün olmadığını, “Kaynakların verimli kullanılarak değerlendirilmesine itirazımız yok. Ancak, bu doğa katledilerek yapılamaz. Burada bir HES inşaatı yapmak doğanın bağrına bir hançer saplamaktır.” sözleri ile ifade etmişti

TEMA Zonguldak İl Temsilcisi Berran Aydan, su hakkının kutsal olduğunu söyleyerek HES’e karşı mücadele eden Yenice halkının yanında olacaklarını söyledi.

Toplantıya katılıp söz alanlar yapılacak her türlü eylem ve etkinliğe katılacaklarını söylediler.

AKP’li Belediye Başkanı HES’e karşı: Macera tutkunlarının uğrak yeri Şeker Kanyonu’na HES onayı

 

(Evrensel)

Kadınları aşağılayan bazı sözcükler TDK’dan çıkarılıyor

Ankara 6. İdare Mahkemesi, ‘oynak’, ‘taze’, ‘müsait’, ‘yollu’ gibi kelimelerin ifadelerinin kadını aşağıladığını belirterek Türk Dil Kurumu sözlüğünden çıkarılmasına karar verdi.

Alican Uludağ’ın Cumhuriyet’te çıkan haberine göre, geçen hafta gözaltına alınan Halkevleri Eş Genel Başkanı Dilşat Aktaş‘ın açtığı davada karar çıktı.

Aktaş, TDK tarafından yayımlanan sözlüklerde ve kurumun internet sitesinde yer alan sözlükteki bazı kelimelerin tanımlarında cinsiyet ayrımcılığı yapıldığını belirterek, bunların sözlükten çıkarılması için 2015 yılında TDK’ye başvurdu.

TDK, bu başvuruyu reddetti.

Bunun üzerine Dilşat Aktaş, avukatları Sevinç Hocaoğulları, Sevgi Dutar ve Selin Takıpoğlu aracılığıyla idare mahkemesinde ret işleminin iptali davası açtı.

Dava dilekçesinde, ‘müsait’, ‘boyalı’, ‘yollu’, ‘taze’, ‘oynak’, ‘kötü yola düşmek’, ‘esnaf’, ‘kötüleşmek’, ‘serbest’ kelimeleri gibi bazı kelimelere yönelik tanımlamaların kadına yönelik şiddeti ve cinsiyet ayrımcılığını arttırdığı ve önyargıları besleyici etkileri olduğu, bunun anayasanın 10/2 maddesinde ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere aykırı olduğu vurgulandı.

“Kadını aşağılayamazlar”

Davayı görüşen Ankara 6. İdare Mahkemesi, kadına yönelik ayrımcı kelimelerin kaldırılması talebini reddeden TDK’nin işleminin iptaline karar verdi. Kararın gerekçesinde, TDK’nin Türkçenin doğru ve güzel kullanılması görevi olduğuna dikkat çekilerek, şöyle denildi:

“Türkçenin söz ve anlam yapısını korumak ve geliştirmek konusunda davalı idarenin asli görevi üstlendiği, bu görevi kapsamında; Türkçenin, özellikleri ve kuralları bozulmadan doğru, güzel ve anlaşılır şekilde kullanılmasını sağlamak, dilin düzeysiz, kaba ve argo kullanımına yer vermemesi ve de ‘toplumsal cinsiyetçilik’ bağlamında kadını zorunlu rollere iten, onu aşağılayan ve ikincil gösteren ifadeleri içeren her türlü kelime yapısını kullanmaması gerektiği açıktır. Diğer bir ifadeyle, toplumsal cinsiyetçilik içeren tüm kelime yapılarına çalışmalarında yer vermemesi, davalı idarenin uluslararası ve ulusal normlardan kaynaklanan görevidir.”

TDK’nin yeterli açıklama yapmadan cinsiyet ayrımcılığına dayanan argo kelimelerin sözlükten çıkarılmasını reddettiği, bu kelimelerin sözlükte ve internet sayfasında yayımlanmasının maksadının ne olduğunun anlaşılamadığı belirtilen kararda, TDK’nin internet sayfasında Genel Türkçe Sözlük bölümünde argo kelimesinin karşılığının, ‘Her yerde ve her zaman kullanılmayan veya kullanılmaması gereken çoklukla eğitimsiz kişilerin söylediği söz veya deyim. 2. Serserilerin, külhanbeylerinin kullandığı söz veya deyim’ açıklamasına yer verildiğini anımsattı.

“Hukuka aykırı”

TDK’nin bu tanımında argonun kullanılmaması gereken söz ve deyim olduğunun ortaya konulduğu ifade edilen gerekçeli kararda, şu sonuca varıldı:

“Argonun her yerde kullanılmayan yöresel olarak değişiklik gösteren, toplumda geçerli genel dilden ayrı, ama ondan türemiş olan, yalnızca belli çevrelerce kullanılan, toplumun her kesimince anlaşılmayan, kendine özgü bir sözcük, deyim ve deyişlerden oluştuğu dikkate alındığında dava konusu kelimelerin argo anlamlarının, Türkçenin ticari hayatta, kitle iletişim araçlarında, eğitim ve öğretim kurumlarında ve sosyal hayatın diğer alanlarında doğru ve güzel kullanılması hususunda öncü görevi üstlenen Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde ve internet sayfasında yer almasının hukuka uygun olmadığı sonucuna varılmıştır.”

Kadın üyeden karşı oy

Kadına yönelik ayrımcı kelimelerin TDK’nin sözlüğünden çıkarılması kararına, mahkemenin kadın üyesi Güler Kodal’ın muhalefet ederek karşı oy kullanması dikkat çekti. İptal kararına, mahkemenin diğer erkek iki üyesi imza attı.

 

(T24, Cumhuriyet)

Müzisyen Morrissey’den İrlanda hükümetine “Kürk Çiftlikleri Kapatılsın” çağrısı

Dünyaca ünlü İngiliz şarkıcı ve hayvan hakları aktivisti Steven Patrick Morrissey, İrlanda Gıda ve Tarım Bakanına bir mektup yazarak ülkedeki kürk çiftliklerinin kapanmasını istedi.

Sanatçı mektubunda ayrıca İrlanda’nın vahşi hayvanların sirklerde kullanılmasını yasaklama kararı için de teşekkür etti ve bu tip ilerleyici ve önemli yasaların devamı için kürk çiftliklerinin kapanması gerektiğini belirtti.

Morrissey, İrlanda’da 3 tane kürk çiftliği olduğunu ve bu çiftliklerde 200 bin kadar vizonun tutsak edilerek zalimce yaşamaya zorlandığını ve bu hayvanların bu acıları kimsenin artık giymek istemediği bir “statü sembolü” olan giysiler için olduğunu mektubuna ekledi.

 

(TVD)

Ümit Şahin: “Türkiye Kıbrıs gazı konusuna iklim değişikliği çerçevesinde itiraz etmeli.”

Güney Kıbrıs’ın, ada açıklarında doğalgaz arama çalışmaları ile başlayan gerginlik, Avrupa Birliği’nin (AB) Türkiye’ye çağrısı ve Türkiye’nin Yunanistan’a çıkışı ile bir kez daha nüksetti.

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, daha önce KKTC çevresi de dahil olmak üzere, Doğu Akdeniz’i 13 parsele bölmüştü.

Türk tarafının itirazlarına rağmen yabancı şirketlere arama ruhsatları verilmeye devam ediliyor.

Kriz, Türkiye askerinin İtalyan Eni gemisini engellemesi ve AB’nin Türkiye’ye “iyi komşuluk ilişkilerini bozacak eylemlerden kaçının” uyarısı ile tekrardan ısındı.

Güney Kıbrıs Rum Kesimi, Türkiye, KKTC ve Yunanistan’ı tekrar karşı karşıya getiren, AB’yi de Türkiye’yi uyarmaya iten doğalgaz arama tartışmasının önemli bir boyutu ise gözlerden kaçıyor.

Tüm fosil yakıtlar gibi doğalgaz da önemli bir seragazı emisyonu kaynağı.

Politik ihtilafa neden olan bu gazın yeraltında kalması, iklim değişikliği konusunda önemli bir adım haline gelebilir.

Kıbrıs gazı tartışması, iklim liderliğine soyunan AB’nin liderliğini gösterebileceği önemli bir örnek olabilir.

Kıbrıs gazının potansiyeli

AB ile Türkiye arasında krize sebep olan doğalgaz sahası, adanın güneydoğusunda bulunuyor. 2011’de keşfedilen ve Afrodit sahası olarak adlandırılan alanda, 5-8 trilyon kübik feet (tcf) arasında gaz olduğu tahmin ediliyor.

Bölgede bulunan gazın çıkarılıp yakılması ile en az 256.600 Gg CO2 atmosfere karışacak.

Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin 2015 yılı toplam emisyonu ise 8262,48 Gg CO2 olarak, 2017’de UNFCCC’ye bildirilmişti.

Bölgede yapılan arama çalışmaları Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin toplam 2015 yılı emisyonunun en az 300 katı kadar CO2’nin atmosfere karışmasına sebep olabilir.

AB Paris Anlaşmasını tehlikeye atabilir

Tyndall Center for Climate Change’in 2017 yılında yapmış olduğu araştırma, AB’nin iklim değişikliği konusundaki politik liderliğini eyleme dönüştürmesi için doğalgaz konusunda da adımlar atması gerekliliğini ortaya koyuyor.

“Doğalgaz ve İklim Değişikliği” adıyla yayımlanan rapora göre, AB’nin mevcut seviyelerdeki doğalgaz kullanımı devam ederse küresel sıcaklıkların tek başına 0,6 derece artmasına neden olacak.

Diğer fosil yakıtların kullanımı da eklendiğinde, AB küresel karbon bütçesindeki payını dokuz yıl içinde doldurmuş olacak ve Paris Anlaşması’nın 2 derece hedefini tehlikeye atacak.

AB’nin, doğalgaz gibi fosil yakıtlara dair yeni alanların açılması konusundaki tartışmalarda, iklim değişikliğini de ön plana çıkaran bir pozisyon alması gerekiyor.

Kıbrıs gazı meselesi AB’nin iklim değişikliği konusunda liderlik gösterebileceği somut bir konu olarak örnek teşkil edebilir.

Simon: “Doğalgazı bir seçenek olarak düşünmek 20’nci yüzyılın zihniyetini yansıtıyor”

Friends of the Earth Avrupa Ofisi’nden Antoine Simon konuyla ilgili İklim Haber’e yaptığı açıklamada 2035 yılına kadar fosil yakıt tüketiminden vazgeçilmediği takdirde 2 derecenin altında bir dünya için oyunun biteceğini ifade ederek şöyle diyor:

“Avrupa iklim değişikliği ile mücadele konusunda ciddi ise Paris Anlaşması’yla verilen taahhütlere uymanın tek yolu, doğalgazı da içeren fosil yakıt bağımlılığının acilen bitirilmesi olur. Doğalgaz, yaşam döngüsü boyunca önemli miktarda CO2 ve metan salan bir fosil yakıt. Günümüzde yeni gaz rezervlerinden yararlanma düşüncesi, özellikle küresel olarak kısıtlamış olduğumuz sınırlı karbon bütçesinin adil payından çok daha fazlasını daha önce tüketen Avrupa için tamamen intihar.”

Simon’a göre Avrupa kendisini iklim şampiyonu olarak görmekten hoşlanıyor ancak iklim değişikliğinden kaçınmak için yapılması gerekenlerin yakınına bile yaklaşılmadı ve şimdiye kadar, nesnel olarak, başarısız olunduğunu söylenebilir:

“Durumun aciliyeti göz önüne alındığında, bir fosil yakıtı başka bir fosil yakıtla değiştirmek, çözümün bir parçası olamaz. Doğalgazı bir seçenek olarak düşünmek 20’nci yüzyılın zihniyetini yansıtıyor. Sahip olduğumuz en iyi enerji tüketmediğimiz enerjidir ve Avrupa’nın, fosil yakıt bağımlılığını önemli ölçüde azaltabilecek yararlanılmayan enerji tasarrufu potansiyeline sahip olduğunu biliyoruz. Yenilenebilir enerjiler de günümüzde olgunluğa ulaştılar ve fosil yakıtlarla karşılaştırıldığında maliyet açısından rekabet edebiliyorlar. Bugün elimizden kaçırdığımız tek şey, bu geçişi organize etmek için siyasi liderlik ve insanların değişime karşı doğal direncini kırmak için biraz cesaret.”

Şahin: “Türkiye konuya iklim değişikliği çerçevesinde itiraz etmeli”

Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi Kıdemli Uzmanı ve İklim Değişikliği Çalışmaları Koordinatörü ve Yeşil Gazete yazarlarından Ümit Şahin ise küresel sıcaklık artışını 1,5 derecede sınırlamak için fosil yakıtların %80’inin çıkarılmaması, yerin altında tutulması gerektiğini hatırlatıyor. Şahin’e göre bunun için yapılması gereken en kolay şey ise yeni kömür madenleri, yeni petrol ve gaz kuyuları açmamak:

“Çünkü açılan her yeni fosil yakıt kuyusu küresel ısınmayı durdurma şansımızı daha da azaltıyor, çünkü yapılan her altyapı yatırımı on yıllarca işletilecek yeni bir iş alanı yaratarak ekonominin yüksek karbon emisyonlu patikada kilitlenmesine neden oluyor. Karbon kilitlenmesini engellemenin ilk şartı kilidi daha da ağırlaştıran yeni fosil yakıt yatırımlarını durdurmaktır.”

Ümit Şahin Akdeniz’de açılacak yeni gaz sahalarının da karbon kilidini çözülmez hale getireceğini ifade ediyor. Bunu bir AB ülkesinin, iklim eyleminde liderlik iddiasındaki AB’nin desteğiyle yapıyor olmasını ise tutarsızlık olarak yorumluyor:

“Türkiye’nin de sahada hak iddia etmek yerine, iklim değişikliği konusunda harekete geçme sorumluluğuyla konuya itiraz etmesi gerekir. Tabii Türkiye’nin yapımını sürdürdüğü ve planladığı yeni boru hatlarının da karbon kilitlenmesini artıracağını unutmamak lazım.”

Fosil yakıtlara bağımlılığı çözmenin yolunun fosil yakıtları daha fazla çıkarmak ve bunlara erişimi kolaylaştırmaktan geçmediğini belirten Şahin, “İklim değişikliği gerçeğini bu kadar göz ardı etmek bu devletlerin ve politikacıların iklim felaketlerinden etkilenen insanlara ve gelecek kuşaklara karşı hiçbir sorumluluk kabul etmediklerini gösteriyor. Bu çok üzücü” diyor.

AB için kritik 5 madde

Alman Kalkınma Enstitüsü (German Development Institute) ise Avrupa’nın iklim konusunda liderliği ele alabilmesi için şu beş maddeye dikkat çekiyor: Azaltma, Uyum ve Kayıp ve Zarar, İklim Finansmanı, Devlet Dışı İklim Eylemleri İçin Çerçeve ve Hevesli İttifaklar.

Peki bütün bu maddeler AB için ne anlama geliyor?

-Azaltma: AB ve üye ülkelerin Ulusal Katkıları (NDC) doğru yönde atılmış önemli bir adım, ancak AB’yi gerçekten iklim lideri yapacak kadar iddialı değil. NDC’nin 2030 yılına kadar %40 oranında emisyon azaltımı hedefi, 2050 yılına kadar %80 oranında karbonsuzlaştırma senaryosu üzerine kurulu. Bu, AB’yi, yüzyılın ortalarında % 80-95’lik uzun vadeli hedefinin alt ucuna getiriyor. 2030 yılına kadar %40 hedefine ulaşılması, AB’nin 2050 yılına kadar %80 oranında bir hedefe ulaşması anlamına gelmiyor.

Uyum ve Kayıp ve Zarar: Uluslararası toplum çok uzun süre bekledi ve tehlikeli iklim değişikliğinden tamamen kaçınmak için çok zayıf davrandı. Bu da daha savunmasız ülkelerin ve nüfusların iklim değişikliğinin şiddetinden giderek daha fazla etkileneceği anlamına geliyor. Bu nedenle, uyum ve kayıp ve zarar konularındaki eylem, COP21 ve sonrasında hayati önem taşıyor ve AB aynı azaltım konusunda olduğu gibi bu konuları da aynı öncelik ve aciliyetle ele almalı.

İklim Finansmanı: İklim finansmanı, iklim değişikliği ve etkileri ile mücadele konusundaki uluslararası taahhüdü kanıtlamak için en dolaysız yoldur. Güvenilir ve çözüm odaklı yaklaşım ortaya koymak için AB’nin mevcut kalkınma sermayesine ek olarak azaltma ve adaptasyon katkılarını da yapması gerekecek.

Devlet Dışı İklim Eylemleri İçin Çerçeve: AB, küresel iklim politikasında devlet dışı ve yerel idare aktörlerinin daha fazla katılımını teşvik etme konusunda öncü olmuştur. Bu da, AB’nin iklim değişikliğinin altını çizen eylemlere olanak sağlamak ve onları canlandırmak için uzun vadeli bir eylem gündemini ve politika çerçevesini desteklemesi gerektiği anlamına geliyor.

Hevesli İttifaklar: 2011 yılından bu yana AB, iklim eylemini ve ilgili diplomasiyi yeniden canlandırmak için önemli gayret gösterdi. Paris, yeni fırsatlardan yararlanmaya dair bir bakış açısı olacak.

 

(İklim Haber)

Fransa beş nükleer reaktörünü kapatıyor mu?

Energy Transition’da Craig Morris imzasıyla yayınlanan haberi Yeşil Gazete gönüllü çevirmenlerinden Mehtap Akdağ’ın çevirisiyle paylaşıyoruz.

                                                                                   ***

Herhangi bir resmi duyuru yapılmadı fakat Fransız nükleer reaktör operatörü Electricité de France(EDF) gelecek yıl beş reaktörü kapatmak için hazır görünüyor. Bunun Fransız enerji pazarı için anlamı nedir?  Craig Morris araştırıyor.

Fransızların nükleer enerjiden yenilenebilir enerjiye geçiş planları düşünüldüğünde tek bir yılda beş reaktörün kapanma olasılığının biraz dikkat çekeceğini düşünebilirsiniz. Ülkede toplamda 58 reaktör bulunuyor, yani kapatılan beş reaktör toplam reaktör sayısının %9’una tekabül ediyor. Asıl geçiş planı 2015’de benimsenmiş olsa da, şimdiye kadar tek bir reaktör bile kapatılmamıştı; beşinin bir arada kapatılması kararı, dolayısıyla, durumu daha çarpıcı hale getiriyor.

Fotoğraf:François Goglins

EDF’ in internet sitesinde reaktörlerin çalışmama süreleri yayınlandı. Flamanville 2, Golfech 1, Nogent 1 ve Tricastin 2 için 2019 başı için planlanan ‘düzenleme haftaları’ duyuruları bulunuyor. Şimdiye kadar açıklama çok normal ilerlerken sonrasında aşağıdaki cümle geliyor:

‘Bu düzenleme haftasının durumu geçicidir: yeniden değerlendirilecek ve ekonomik açıdan haklı bir gerekçe bulunursa tesis yeniden operasyona başlayacak.’ Bu cümle çok sıra dışı ve muhtemelen eşi benzeri görülmemiş. Görünüşe göre EDF bu dört nükleer reaktörü ekonomik sebepler nedeniyle kapalı tutmayı düşünüyor.

Ancak bu durum rektörlerin kapanacağı anlamına da gelmiyor, şirketin sadece daha iyi şartlar elde etmeye çalışıyor olması muhtemel. 2017’de 2020’ye yönelik  enerji üretimi için toptan vadeli alım fiyatları megavat-saat başına 35 Euro civarına çıktı. Fransa’nın yaşlanan tesis filosunun hizmet ömrünü 40 ila 50 yıl arasında uzatmanın en az 55 Euro gerektirdiği tahmin ediliyor.

EDF, bu reaktörleri ekonomik olarak uygun görülemez ilan ederek üretim kapasitesinin bir bölümünü piyasadan çıkarabilir, böylece geri kalan filonun toptan satış fiyatlarını yükseltebilir. Bu adım ülkenin yenilenebilir enerjiye geçişinin bir parçası olarak da düşünülebilir. Ama bu konuda hiçbir bildirim yapılmadı. İnternet üzerinde konu ile ilgili olarak yalnızca Platts’ın açıklaması olan Fransız nükleer enerji üretiminin 2017 yılının dördüncü çeyreğinde ‘ rekor düzeyde ’  düştüğü ve yukarıda belirtilen dört reaktörün bu yaz  ‘ek tasarruf kesintileri’ için devre dışı kalacağı yer alıyor. 2019 için olası kalıcı kapanışlardan bahsedilmiyor. Araştırmacı bu konuya dair Fransızca hiçbir rapor bulamadığına değiniyor.

Söz konusu beşinci EDF reaktörü ise Paluel 2. 2016 yılının Mart ayında tesis kapalıyken gerçekleştirilen yükseltme sırasında 465 tonluk bir jeneratörün bir vinçten düşmesi depreme yol açmıştı. Reuters, reaktörün yeniden devreye alınışının Nisan ayında gerçekleşmesi planlanmış olsa da bunun Haziran 2018’e ertelendiğini bildirdi ancak EDF’in mesajı daha da uzak bir açılış tarihine işaret ediyor.

Kanunlar gereği; Fransız reaktörleri iki yıl çalışmadıkları takdirde otomatik olarak kalıcı şekilde kapatılırlar. Paluel 2’nin durumunda erteleme bu süreyi aşıyor.  Ama Fransız hükümeti bu karışıklığı öngördü ve geçen Nisan ayında (eski) Çevre Bakanı Royal, bir kararname ile son kararı iki yıl daha uzattı. Kanun şu anda reaktörün devre dışı kalmasının üç yıla kadar uzatılmasına izin veriyor. Fransız basınının o tarihte bildirdiği gibi reaktör başlangıçta Mart 2017’ de –kararnameden önceki ay – devreye alınacaktı ancak tarih önce Ağustos 2017 oldu sonra da Kasım 2017’ye ertelendi. Böylece Paluel 2’in operasyona başlaması dört kez ertelenmiş oldu.

Kararnameden bir ay önce yayınlanan raporda kazanın ‘ olağanüstü ve eşi benzeri görülmemiş’ olduğu ayrıca, reaktörün tamamen kapatılmasının önüne geçilerek yeniden açılması amacıyla açılma tarihinin ertelenmesinin benzeri görülmemiş bir uygulama olduğu da yer alıyor.

Söz konusu olan altıncı bir reaktör de var ki bu, altı yıl önce  Flamanville de (henüz açılmamış olan) yeni bir EPR reaktör inşa edilmesi karşılığında kapatılacak ilk reaktör olması beklenen Fessenheim’dı.  Ancak Flamanville olmadan bile Fessenheim’ın kapanmasının zor olduğu görülüyor. Ocak ayında Fransa Cumhurbaşkanı Macron konuyla ilgili karar vermek için Ekoloji ve Dayanışma Müsteşarı Sebastien Lecornu atadı ki bu kararın son derece politik olduğunu gösteriyor.

Resmi açıklamalarda,  EDF tüm reaktörleri açık tutmak konusunda kararlı duruyor. Ocak ayının sonunda, 2029 yılına kadar Fessenheim’den sonra başka hiçbir reaktörün kapatılmaması gerektiğini açıkladı. Ancak birkaç gün sonra, 2019’da dört reaktörü ekonomik nedenlerle kapatmaya kendi razı oldu.

EDF, bu rapor için yorum taleplerine ise yanıt vermedi.

 

Haberimize konu olan  EDF, Türkiye’de Sinop Nükleer Santral projesi için kurulması planlanan Atmea 1 Reaktörü’nü inşa etmesi için görevlendirilen Mitsubishi ve Areva ortaklığını da ilgilendiriyor . Zira Areva şirketi reaktör kurulum hizmetler alanını Areva grubundanki Electricité de France (EDF)’e devretmiş ardından isim değiştirerek Framatom olmuştu. İlgili haberimizi aşağıda bulabilirsiniz.

https://yesilgazete.org/blog/2018/01/06/sinopa-denenmemis-reaktorler-denenmemis-ortaklikla-kurulacak/

Fransa’da Sinop Nükleer Santral projesini ilgilendiren diğer gelişmelere dair linkler de şöyle:

https://yesilgazete.org/blog/2016/05/06/sinop-icin-imza-atan-arevanin-reaktorlerinde-tam-400-uygunsuzluk/

https://yesilgazete.org/blog/2016/05/04/nukleer-enerji-devinin-reaktorler-icin-imal-ettigi-basinc-kazanlari-uretim-hatali-cikti/

Haberin İngilizce Orijinali

Muhabir: Craig Morris

Yeşil Gazete için çeviren: Mehtap Akdağ

 

(Yeşil Gazete, Energy Transition)

Dutluklar sesli anı kütüphanesi Storyberry ile dile geldi

“Bir zamanlar buraları hep dutluktu”. Hikayesi nasıl acaba bu sözün, bileniniz var mı? Ya da bir yerde bir vesileyle anlatılmış olsaydı dinlemek istemez miydiniz?

Bu soruya benim yanıtım, “Kesinlikle evet!”.

İşte tüm bu tarz anıları dinleyebileceğiniz, hatta kendi anılarınızı anlatıp hiç tanımadığınız insanlarla paylaşabileceğiniz platform “Storyberry” tam da bu ihtiyaçtan meydana getirilmiş.

Storyberry’nin kurucusu Gökçe Yüksel ile “lokasyon bazlı sesli anı uygulaması” olarak da bilinen platformun başlangıcından bugüne hikayesini konuştuk.

Aynı zamanda bir hikaye anlatıcısı da olan Yüksel, Storyberry’e giden yolun İtalya’daki yüksek lisans günlerinde başladığını belirtiyor.

“İtalya’daki eğitimim sırasında ne zaman İstanbul’a gelecek olsam bir mekanın kapandığını ya da taşındığını öğrendim. Bir gelişimde İnci Pastanesi taşınmıştı, diğerinde Haydarpaşa İstasyonu kapatıldı. Gezi zamanı bile İtalya’da idim ben. Arkadaşlarım ile, sevdiklerim ile bağlarımı oluşturan, güçlendiren mekanlar birer birer değişiyor, dönüşüyor, yok oluyordu. Mekanlar kayboldukça ben de bağlantılarım kopuyor duygusuna kapıldım.

Bir yerden veya mekandan bağımsız olarak oluşmayan bu anılarımın bu yerler ve mekanlar kayboldukça yok olduklarını ve aitlik hissimin köreldiğini hissetmeye başladım. Sadece canlıların hafızaları yoktur; yerlerin, mekanların da hafızaları vardır”

Ne anlama geliyor Storyberry, İngilizce’de var mı böyle bir kelime?

“Kelimeyi ben kendim uydurdum aslında” diye açıklıyor Gökçe Yüksel. İlham aldığı kelime ise İngilizce’deki “memory” yani bellek, hafıza. Hafıza, bellek, mekanlara bağlantı ve o mekanlar ile tüm bunları biraraya getiren duygu paylaşımı da story yani “hikaye” ve berry yani (kabaca) “dut” kelimelerini yanyana getirmiş. Olmuş size “storyberry”.

Türkçe’de eski mutlu günlerimizi yadederken sarfettiğimiz, “Ahh ah, buralar geçmişte böyle mi idi. Bir zamanlar buraları hep dutluktu” söyleyişini kendince İngilizce’ye “storyberry” olarak çevirmiş yani masalcı adı ile söyler isek Anlat Anlat Gökçe.

Peki neden ismi Türkçe değil de İngilizce sorumu ise platformun sadece tek bir dile ve tek bir etnik kimliğe odaklı olmayacağını söyleyerek yanıtlıyor Gökçe. “Düşünsenize” diyor, “Mahalle kültürünün yeniden biraraya geldiğini düşünün. Aynı mekanda birbirinden çok farklı sayısız deneyim yaşayan her dilden her dinden her milletten binlerce insanın kendi anılarını bu platforma aktardığını düşünün. Storyberry’nin böyle bir ortak nokta olmasına niyet ediyorum. Bunu sağlamak için uluslararası bir isim olması gerekiyordu.”

Ya işin altyapısı, teknik kısmı. Kaç kişi var Storyberry’nin arkasında?

“Ekip kurmayı başından beri çok istiyorum. Hem yazılım konusunda hem de anı avcıları ve bu anılara kısa tanıtım videoları çeken arkadaşlarla beraber güzel bir ekip olma ihtiyacım var. Özellikle dediğin gibi yazılım, en acil kısmı işin. Yani şimdiye  kadar her şeyi araştırarak şu anki prototipi ben yaptım ama bunun artık hayalimdeki bir üst versiyona geçmesi şart. O yüzden yazılımcılarla görüşme sürecim hala devam ediyor. Herkesin uyum içinde çalıştığı, aynı hayale inandığı, kendi farklı yönleriyle bu projeyi geliştirdiği ekibi kurup çok daha hızlı ve verimli devam etmek şu anki amacım. ”

Ben siteyi açtım ve oraya anı kaydetmek istiyorum. Ne yapmalıyım?

Önce siteye , https://www.storyberry.me/ girmen gerekiyor. Çıkan sayfada zaten yönlendirmeler mevcut. İster anılarını anlatabilir ya da daha önce siteye yüklenmiş anıları dinleyebilirsin. Sistemin nasıl çalıştığına dair infografik ise gene site içindeki “Nasıl çalışır?” sayfasında görselleri ile birlikte bulunuyor.

Anıları dinlemek için ilgili sayfaya gelip harita üzerinden mekan seçerek ya da kimi dinlemek istiyorsan onu bularak oynat tuşu üzerinden dinleyebilirsin. Anılarını anlatmak için ise ilgili sayfa üzerinden kayıt tuşuna basarak en fazla 2 dk sürecek anını aktarabilirsin.

Storyberry 2017 Eylül’ünden beri hem anı dinlemek hem de anılarınızı başka insanlarla paylaşmak için faaliyette. Sosyal medya hesapları ise 9 Ocak’ta açıldı. Facebook, twitter ve instagram sayfalarından da anılara @storyberryme olarak ulaşabilirsiniz.

Sesin duygu aktarımı için çok avantajlı yanları olduğunu belirtiyor Yüksel, “sesle var olmak ve derin dinleme”nin öneminden bahsediyor. Dünyanın şu an yaşadığı görsel çağ, hatta görsellik çılgınlığı çağından Audio dönemine yani dinleme, konuşma, sesle, has ve içten duygularla iletişme dönemine geçeceği öngörüsünde de bulunuyor.

“Dinlemek ve anlatmak daha aktif bir şey. Şu an ihtiyacımız olan şey bilgi değil deneyim paylaşımı. İnsanlar paylaşmak istiyor. Couchsurfing mesela, tam da bu paylaşma ihtiyacına yönelik bir sistem olduğu için bu denli yayıldı.  İster bizim ve yakın çevremizin anıları isterse de hiç tanımadığımız insanların bizimle ortak/bildiğimiz mekanlarda yaşanmış anıları olsun bunlar bizi birbirimize birleştiren şeyler” diyerek tarif ediyor bu öngörüsünü.

Onun masalcılık hikayesini de öğrenmek istiyorum. Nasıl başladı, nasıl gelişti, şimdi ne durumda…

“Ben Yeditepe İç Mimarlık mezunuyum. Bir dönemde erasmus kapsamında İtalya’da bulundum. Daha sonra İtalya’da Politecnico di Milano’da “Ürün Servis Sistem Tasarımı” üzerine bir programa yazılıp yüksek lisans yaptım. 2015’te Türkiye’ye döndükten sonra o kadar eğitim sürecinin ardından bambaşka bir alana, hikaye anlatıcılığına yöneldim. İç mimarlık yapmaktan da vazgeçtim çünkü aradığımı bulamadığımı hissediyordum. Uzayda yüzüyor gibiydim.

Gökçe Yüksel (Fot: Cem Tümdağ

O dönem Judith Lieberman’ın hikaye anlatıcılığına dair TED konuşmasını dinleme imkanım oldu. İtalya’da bulunduğum sırada bir Türkiye’ye gelişimde de Judith’in Kumbaracı 50’deki masal gecelerinden birine katılmıştım. 2014 yılı Mart ayıydı galiba. Ardından Judith’in tüm masal atölyelerine katıldım. 5 modüle de gittim. Sonra Şirince Tiyatro Medresesi’ndeki eğitime dahil oldum. Benim için o dönem neyi sevip neyi sevmediğimin ve mutluluğun ne olduğunu keşfettiğim bir dönemdi. Hikaye Anlatıcılığı çıkmıştı karşıma.

Aynı dönem yaşadığım Arnavutköy’de Ayraç Sahaf açıldı ve mekanı işleten Eser Hanım orada kitap okumaları yapıldığını aktardı bana. Her Salı kitap okumalarına katılırken ben de bir gün masal anlatmayı önerdim. Kış ayları boyunca da orada masal anlatmaya başladım. Masal anlatımları çok ilgi çekip anlatımlara çocuklar da katılmaya başlayınca masal günlerini perşembeye aldık Ayraç Sahaf’ta. Salı günü eskiden olduğu gibi kitap okumaları varken Perşembe günleri de masala ayrıldı. Ama yaz aylarında kapandı Ayraç Sahaf maalesef.

Masal anlatmaya kendi evimde devam ettim. Ev ile kalmadı tabii, Kışın evin içinde, havanın durumuna göre bahçede derken, yakınlarıma masal ziyaretleri başladı. Kişisel gelişim merkezlerinde, cafelerde hatta Maçka Parkı’nda bile anlattım. Şu sıralar da Anlat Anlat Gökçe olarak cafelerde, yoga merkezlerinde, doğada, okullarda ve başka yerlerde masal anlatmaya devam ediyorum.

Gökçe Yüksel (Foto: Çağdaş Yavuz)

Gökçe Yüksel’in masal etkinliklerinden haberdar olmak için Anlat Anlat Gökçe sayfası üzerinden @anlatanlatgokce olarak takip edebilirsiniz kendisini.

Storyberry hikayesini ise şimdiye kadar Gökçe Yüksel’in T24’te Hande Çayır ile yaptığı söyleşi üzerinden ya da Bir Mutlu Dergi’de yer alan yazısı üzerinden takip edebilirsiniz. Bundan sonraki hikayesini ise fırsat buldukça Yeşil Gazete üzerinden sizlere iletmeye devam edeceğiz.

Storyberry’e web sitesi: www.storyberry.me,

Facebook, twitter ve instagram sayfaları üzerinden @storyberryme olarak ulaşabilirsiniz.

 

Röportaj: Alper Tolga Akkuş

(Yeşil Gazete)

Berlinale’de kadınların zaferi – Alin Taşçıyan

Bu yazı sanatatak.com/ dan alınmıştır

68. Berlin Film Festivali’nde iki Altın Ayı dahil bütün en iyi film kategorilerinde ödülleri kadın yönetmenlerin filmleri kazandı!

Malgorzata Szumowska, Jüri Büyük Ödülü Gümüş Ayı’yı kabul ederken “Kadın yönetmen olduğum için gurur duyuyorum,” dedi

Malgorzata SzumowskaJüri Büyük Ödülü Gümüş Ayı’yı kabul ederken “Kadın yönetmen olduğum için gurur duyuyorum,” dedi. Yalnızca her filmiyle büyük ödüller kazanmış, müthiş bir yönetmen değil, bilinçli ve militan bir feminist olan Szumowska çok haklı!

Gümüş Ayı Jüri Büyük Ödülü Twarz / Malgorzata Szumowska

68. Berlin Film Festivali’nde hem uzun metraj hem kısa metraj dalında Altın Ayı ödülleri hem Jüri Büyük Ödülü Gümüş Ayı hem En İyi İlk Film Ödülü hem En İyi Belgesel Ödülü kadın yönetmenlerin filmlerine verildi!

Rumen yönetmen Adina Pintilie, cinsel taciz ve farklı cinsel tecrübeler konusunu film içinde film formunda ele aldığı Touch me not ile büyük bir sürpriz yaparak hem Altın Ayı kazandı hem En İyi İlk Film seçildi, bu iki ödül farklı jüriler tarafından veriliyor. Rastlantı sonucu bambaşka bir jüri de yine cinsellik üzerine bir ‘araştırma’ olan The Men Behind the Wall’a kısa film dalında Altın Ayı verdi.

Ines Moldavsky

İsrailli yönetmen Ines Moldavsky, duvarın ardına geçerek Ramallah’a gidiyor ve erkeklerle cinselliği konuşuyor.

Szumowska’nın Jüri Büyük Ödülü Gümüş Ayı kazanan filmi Twarz, dini yobazlık ve ırkçılıkla alay eden bir toplumsal hiciv. Ama onun da bedenle ve deformasyonla ilişkisi var: Devasa bir İsa heykelinin inşaatında çalışırken içine düşen genç Polonyalıya yüz nakli yapılmasından sonra meydana gelen olayları mizahla ele alıyor. Ruth Beckermann‘ın En İyi Belgesel ödülünü alan The Waldheim Waltz’ı bir kısmını yönetmenin bizzat çektiği, 70’li ve 80’li yıllarda, Avusturyalı politikacı, BM Genel Sekreteri Kurt Waldheim’ın Nazi geçmişine yönelik protestoların arşiv görüntülerinden oluşuyor.

Wes Anderson En İyi Yönetmen seçildi

68.Berlinalenin büyük sürprizlerinden biri de Wes Anderson’ın bir canlandırma filmi olan Köpekler Adası ile En İyi Yönetmen seçilmesi oldu. Anderson Berlin’de bulunmadığı için onun yerine ödülü alan, seslendirme yapan aktörlerden Bill Murray, gecenin tek esprili kişisiydi. “Köpekle işe gittim, ayıyla eve dönüyorum,” dedi ve Başkan Kennedy’nin ünlü sözüne atıfta bulunarak “Ich bin ein Berliner Hund” diye de ekledi.

Gael Garcia Bernal’in başrolünü üstlendiği Museo (Müze) keyifle izlenen, mizahı yerinde, bir yandan da Meksikalı kimliğini sorgulayan iyi yapılmış bir film olarak En İyi Senaryo ödülünü aldı.  Senarist ve yöntemen Alonso Ruizpalacios Ödülü bütün Meksikalılara adadı, politikacılara kulak asmayıp sorunları kendileri çözdükleri için!

Ana Brun

Oyuncu ödülleri favorilere gitti

Ana BrunLas Herederastaki olağanüstü performansıyla daha festivalin ilk gününden beri herkesin gözdesiydi. Ödülünü ülkesinin savaşçı kadınlarına adadı. Paraguay’dan dünya sinemasına olağanüstü bir armağan olan Ana Brun’u beyazperdede daha sık izlemeliyiz.

Antony BajonLa Priere’in (Dua) gösteriminden itibaren erkek oyuncu dalında favori olarak görüldü ve ödülü aldı. Bu çok genç oyuncunun en büyük şansı Fransa kadar aktif bir film endüstrisinde çalışması.

Ödül Listesi

Adina Pintile

Altın Ayı Touch me not / Adina Pintilie

Gümüş Ayı Jüri Büyük Ödülü Twarz / Malgorzata Szumowska

Gümüş Ayı Alfred Bauer Ödülü Las Herederas / Marcelo Martinessi

Wes Anderson

Gümüş Ayı En İyi Yönetmen Wes Anderson / The Isle of Dogs

Gümüş Ayı En İyi Senaryo Manuel Alcalá, Alonso Ruizpalacios / Museo

Gümüş Ayı Olağanüstü Sanatsal Katkı Ödülü Elena Okopnaya, Dovlatov’un yapım tasarımı nedeniyle

Gümüş Ayı En İyi Kadın Oyuncu Ana Brun / Las Herederas

Anthony Bajon

Gümüş Ayı En İyi Erkek Oyuncu Antony Bajon / La Priere

GWFF En İyi İlk Film Ödülü Touch me not / Adina Pintilie /// Mansiyon An Elephant Sitting Still / Hu Bo

Glashütte Original ― Belgesel Ödülü The Waldheim Waltz / Ruth Beckermann

Kısa filmler

Altın Ayı The Men Behind the Wall / Ines Moldavsky

 Gümüş Ayı Jüri Ödülü Imfura / Samuel Ishimwe

Audi Kısa Film Ödülü Solar Walk / Réka Bucsi

2018 Avrupa Film Ödülleri adayı Burkina Brandenburg Komplex von Ulu Braun

FIPRESCI Ödülleri

Las Herederas – Yarışma

An Elephant Sitting Still – Forum

River’s Edge – Panorama.

Ekümenik Jüri Ödülleri

In the Aisles / Thomas Stuber – Yarışma

Mansiyon July 22 / Erik Poppe – Yarışma

Styx / Wolfgang Fischer – Panorama

Theatre of War / Lola Arias – Forum

 

Bu yazı sanatatak.com/ dan alınmıştır

 

 

Alin Taşçıyan

Tohum ekelim mi?

Baharın habercisi birinci cemre havaya düştü. Bahçe ya da balkon bahçesi yapanlar için hazırlık dönemi başladı. Tohum çimlendirmek istiyorsanız, evinizdeki malzemeleri dönüştürerek çeşitli saksılar hazırlayabilirsiniz. Üstelik bu saksıları direkt toprağa gömebilirsiniz.

Hem ekonomik, hem geri dönüşüm malzemelerle yapması çok basit. Evinize bir göz gezdirin, bu malzemelerden eminim ki vardır. Hele ki “Bunu bir gün değerlendirebilirim” diyerek atmayanlardansanız.

Yumurta Kabukları

İkiye ayrılmış yumurta kabuklarını önce durulayın. Eğer kırmadan nazikçe dibine kalın iğneyle delik açabilirseniz yapın. Ama genelde kırılıyor, o yüzden risk almadan bu adımı atlayabilirsiniz. Çatlak olması hiç önemli değil, yeter ki toprağı muhafaza edebilecek formda olsun.

Yumurta kartonuna kabukları yerleştirin. Bir kaşık yardımıyla saksı toprağı ekleyin ve tohumunuzu uygun derinliğe gömün.

Drenaj deliği açmamışsanız, verdiğiniz su miktarına çok dikkat edin. Fazla su, tohumunuzu ya da kökleri çürütecektir.

Toprakla buluşturma zamanı geldiğinde nazikçe kabuğu kırarak, kabukla birlikte gömebilirsiniz.

Yumurta Kartonu

Yumurta kabukları adımını es geçip, direkt kartonuna da tohumlarınızı ekebilirsiniz.

Nemli tutmaya, ancak suyu boca etmemeye dikkat edin.

Tuvalet Kağıdı Ruloları

Tuvalet kağıdı rulosunu enine ikiye kesin. Daha sonra ⅓ yüksekliğinde 4 dikine kesik açın.

Kestiğiniz kısımları kutu katlar gibi, görseldeki gibi kıvırın ve altını kapatın.

Gömülebilir saksınız hazır!

Karton Kutu Hamuru

(Boyasız) Karton kutuları minik parçalar kalinde kesin ve iyice ıslatın. Tiftikleyerek (ya da blender yardımıyla) kağıt hamuru haline getirin. Hafifçe sıkarak bir elek yardımıyla fazla suyunu alın.

Bu aşamada isterseniz kuruduğunda dağılmasını önlemek için biraz un ilave edebilirsiniz.

Artık hamurunuza şekil verebilirsiniz! Bunun için silikon muffin kaplarını kullanabilirsiniz. Ya da vermek istediğiniz şekilde herhangi bir objeye hamurunuzu bastırarak yerleştirebilirsiniz.

Gazete kağıtları

Gazete kağıtlarını sıkıştırarak saksı yapabilirsiniz. Bu işlemi kolaylaştıran kitler de bulunuyor, ancak kendiniz de iç içe geçen iki sert cismi kullanarak bunu yapabilirsiniz.

Origami seviyorsanız, görselden faydalanarak, katlayarak da yapabilirsiniz :)

Kağıt bardaklar

İş yerindeki/bekleme salonundaki sebilin yanına atılan kağıt bardaklara üzülmeye son!

Kullanılmış kağıt bardakları saksı yaparak değerlendirebilirsiniz.

Sadece dibine delik açmanız yeterli.

Narenciye Kabukları

Narenciye kabuklarını da saksı gibi kullanabilirsiniz, ama bu şekilde gömerseniz, toprağın asiditesi artabilir ve bu her bitkiye uygun olmayabilir.

Tabii ki, saksısıyla birlikte gömmek şart değil. O zaman seçenekler yüzlerce: Yoğurt kapları, plastik şişeler, içecek kartonları, buz kalıpları..

Yaratıcılığınızı sınırlamayın. Yeter ki tohumlarınızı doğru zamanda ekin ve istediği ortamı sağlayın.

Her tohumun gömülmesi gereken derinlik farklı olmakla birlikte, genelde tohumun kendi boyu kadar derine ekilir. Aşırı sulamadan kaçınarak toprağı nemli tutun, tohumları yakacak kadar kuvvetli olmadan güneş ışığı alacak bir alan sağlayın.

Tohumları dış mekanda çimlendirecekseniz kuşlardan, böceklerden korumak için üstlerine sinek teli germek gibi çözümler üretebilirsiniz. Çeşitli tohumlar ekecekseniz saksıları etiketlerseniz karışıklığı önlemiş olursunuz.

Kolay gelsin! :)

 

Rana Söylemez

 

[Foto Öykü] Nyskie Gölü’nün büyülü gerçeği – Ferhan Şaylıman

Peşindeki eli silahlı katil sürülerini atlatıp, kıyısına kadar koştuğu gölü yüzerek geçtikten sonra küçük bir adada özgürlüğünü ilân eden ilk ineğim ben.

Anlatacaklarım büyük kabullenişler içinde yaşayan diğer ineklere ve hayatları belki de ineklerden daha beter geçen insanlara örnek olsun, yol göstersin, onların kafalarının içinde yükselen kalın duvarları yıksın.

Benim hikâyem Polonya’da Nyskie Gölü’nün yakınlarındaki bir çiftlikte başladı. Sahibimiz, efendimiz, hayatlarımızla ilgili tek karar vericimiz Bay Lukasz büyüklerinden ne gördüyse onu yaptı:

Besledi, büyüttü ve ölüme gönderdi.

Ölüm Bay Luckasz’ın sırası geleni mezbahada kesilmek üzere satmaya karar vermesiyle gerçekleşiyordu. Onun belirlediği adayları birisi gelip seçiyordu. Kendimi bildim bileli yani küçücük bir buzağıdan, ortalama yedi yüz kilo ağırlığında etli butlu bir inek oluncaya kadar ahırlarda sürekli konuşulan, beynimize adeta kazınan tek gerçek şuydu:

Nyskie’ de her inek çiftlikte doğar, mezbahada kesilerek ölür.

Ben hayatımın en mutlu dönemlerini buzağıyken geçirdim. Ailem henüz sağdı. Onların mezbahalarda ölüm üzerine anlattıklarını çok da ciddiye almadan dinlediğim günlerdi. Sonra birer birer eksildik. Bana ilk doğduğumda ak memelerinden aylarca süt emziren annemin gidişiyle başladı her şey. Ayaklarım suya erdi, gerçeği kıyısından köşesinden sezmeye başladım o zaman. Ölümü haber veren temel belirti, Bay Luckasz’ın bir gün öncesinden şık giyimli o adamla ahırlara gelmesiydi. Yanındaki seçiyordu ertesi sabah mezbahaya götürülecek ineği.

Gidenlerden hiçbirisi geriye dönmedi.

Başta annem olmak üzere sevdiklerim teker teker hayatımdan eksilirlerken şu sorunun kafamı kurcaladığını anımsıyorum: Mezbaha yolcuları yolun sonunda kendilerini neyin beklediğini acaba bilmiyorlar mıydı? Büyümeye başladığım, kilolarımın hızla arttığı süreçte anladım ki, kesilmek üzere kamyonlara bindirilenler ölüme gittiklerinin farkındaydılar ve daha da acısı bunun kaçınılmazlığına inanıyorlardı. Çünkü yıllarca beyinlerine çakılan kalıp hiç değişmemişti:

Nyskie’ de her inek çiftlikte doğar, mezbahada kesilerek ölür.

Sonrasında yalnızca kilolarım artmadı, kafamda olgunlaştırdığım kaçma düşüncesi olanca ağırlığı ile kuşattı her yanımı. Bu inanç özgürlüğe giden yoldaki tek dayanağım oldu. Sürekli şuna odaklandım: Sıra bana geldiğinde önce itiraz edecek, sonra da gücümün son damlasına kadar direnecektim.

Bay Luckasz’ın beni alıcı gözle inceleyip ardından o şık giyimli adamı yanıma getirdiği gün anlamıştım sıramın geldiğini. Sabaha kadar tetikte bekledim. Gün ışıdıktan epey sonra kamyonun motor gürültüsünü duydum. Büyük gün başlamak üzereydi. Doğduğumdan bu yana beslenmemle ilgilenenler, bakımımı sağlayanlar sohbet ederek girmişlerdi ahıra. Bay Luckasz arkada, kapının orada dikilmiş bakıyordu. Bakıcıların ellerindeki kayışları hemen tanıdım. Kamyona bindirilmeden önce boyunlarımıza kement gibi takıyorlardı bunları. Şöyle bir silkelenmiştim olduğum yerde. Neye huysuzlandığımı anlayamamışlardı. Tam yanıma geldiklerinde o düşünce bir ışık gibi patlamıştı içimde. Ben üzerlerine doğru yürürken onlar kayışı boynuma geçirmek için hamle yapmışlardı. İkisini de kocaman başımla iteleyip devirdiğimi anımsıyorum. Bunu hiç beklemedikleri için hazırlıksız yakalanmışlardı. Bay Lukasz önce kollarını açarak durdurabileceğini sanmıştı. Çarpıp geçmiştim.

İşte yıllardır beklediğim an buydu.

Kapını önündeki kamyonun arkasından dolanmış çitlere doğru koşturuyordum artık. Şimdiye kadar hiçbir ineğin bunları aşma girişiminde bulunduğunu duymamıştım. Bu da bir ilkti. Çiti o yüzlerce kiloluk gövdemle kağıttan bir kule gibi ezip dışarı çıktığımda arkamdan koşanların bağırtılarını duyuyordum. Bay Lukasz bakıcılara ağzına geleni söylüyordu.

Ormana doğru ilerlerken şimdiye kadar hiç bu kadar hareket etmediğimin farkındaydım. Soluk soluğaydım. Gövdem ter içindeydi. Ağzımdan burnumdan dumanlar fışkırıyordu. Ağaçların arasında nereye gittiğimi bilmeden tabana kuvvet koşuyordum yalnızca. Sonra beklemediğim bir şey oldu, orman birden seyreldi ve bitti, karşımda uzanan adını duyduğum ama hiç görmediğim Nyskie Gölü’ydü. Hayatım boyunca içmek dışında suyla ilişkim olmamıştı ki. Suya girildiğinde ne yapılması gerektiğine ilişkin hiçbir düşüncem yoktu. Gölün kıyısına ulaştığımda durup arkama baktım. Önde Bay Lukasz, arkada çiftlik çalışanları ellerinde silahlarla bana yetişmeye çabalıyorlardı. Düşünecek zaman yoktu. Kendimi bütün ağırlığımla suya bırakırken, gölü geçmekten başka bir seçeneğimin kalmadığının farkındaydım.

Gölü geçmek mi?

Bu gövdeyle mi?

Bacaklarımı bilinçsizce hareket ettirirken başımı suyun üstünde tutmaya çabalıyordum. Dönüp geriye baktığımda Bay Lukasz ve adamları inanılmaz gözlerle beni izliyorlardı. Şaşkındılar, tabii ben de şaşkındım. Derinliğini bilmediğim, ayaklarımın yerden çoktan kesildiği bir ortamda suya, çamura batmadan ilerlemek inanılmaz bir duyguydu. Yıllardır içimde büyütüp olgunlaştırdığım, başıma geleceklere karşı gücümün son damlasına kadar direnmekten vazgeçmeme düşüncesi, yüzlerce kiloluk gövdemi kuş gibi uçuruyordu sanki.

Sonra gücümün tükenmeye başladığı bir anda tam göz hizamda beliren ada kurtuluşum oldu.

Evet, ada diyorum ada.

Kimi mucizeler yıllarca gerçekleşmeyi bekler: Doğru inek, doğru zaman ve doğru eylem.

Bu üçünün bir araya gelmesidir mucize.

Ayaklarımın çakıllara bastığı, yorgun adımlarla kumsala doğru ilerlediğim sırada hâlâ inanamıyordum yaptıklarıma. Yorgunluktan, korkudan, şaşkınlıktan kumların üzerine çöküp boş gözlerle çevreye bakındığım sırada kendi mucizemi, kendi büyülü gerçeğimi yaratmanın heyecanıyla titredim.

Kaçış hikâyem çok çabuk duyuldu. Neredeyse kahraman ilân edildim. Bay Lukasz direncim, başarım karşısında diz çöktü. Şimdilerde beslenmem için adaya yem getiriyor. Yalnızca uzaktan bakışıyoruz. Kuşkusuz düşman değiliz ama dost da sayılmayız.

Nyskie Gölü’nde bir masaldayım artık, kendi yarattığım bir masalda; acılardan, korkulardan uzakta, kuşlarla,karabataklarla beraber. Burada gerçek, gerçek denemeyecek kadar büyülü; içine gömüldüğüm masal hiçbir masalla örtüşmeyecek kadar gerçek.

Kaynak: bbc.com/

NOT: Fotoğraflı kısa öykülerinizi (öykü yazarı ve fotoğrafı çeken farklı kişiler olabilir) ‘[email protected]’ adresine gönderebilirsiniz.  

 

Fotoğraf: RynekRolny

Öykü: Ferhan Şaylıman