Ana Sayfa Blog Sayfa 2887

Uçan Süpürge’ye başvurular devam ediyor

10 – 17 Mayıs tarihleri arasında 21. kez gerçekleşecek Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali, ulusal ve uluslararası “uzun”, “kısa” ve “belgesel” film kategorileri için  başvuruları bekliyor.

1998 yılından bugüne Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali; sinemanın görsel gücünden yararlanarak kadının toplumsal konumunu sorgulamayı, bu konudaki tartışmaları beyaz perde aracılığıyla yaygınlaştırmayı, kadın sinemacıların birbirleriyle ve sektördeki diğer kadınlarla buluşmalarına aracılık etmeyi hedefliyor. U

çan Süpürge bu sene de yine farklı kategorilerden başvuracak kadın yönetmenlerin filmleri ile Türkiye sinemasına katkı sağlayacak yapımları teşvik edecek. Ayrıca Cannes, Berlin, Rotterdam gibi dünyanın en önemli festivallerine jüri gönderen FIPRESCI jürisine sahip olan dünyadaki ilk kadın filmleri festivali olması kadın yönetmenlerimize uluslararası bir başarı sağlama olanağı sunuyor.

Başvurular için son tarih 25 Mart

21. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’ne başvurular  25 Mart 2018 tarihine kadar yapılabilecek.

Başvurular Uçan Süpürge’nin web sitesinden yapılabilir.

 

(Film Hafızası)

Dünyanın en büyük güneş parkı Mısır’da kuruluyor

Dünyanın en verimli güneş enerjisi potansiyeline sahip ülkelerinden biri olan Mısır, yüzünü ciddi bir şekilde güneşe çevirmiş durumda. 2019 yılı ortalarında devreye girecek Benban Güneş Parkı ile 1.6-2.0GW arasında bir güneş enerjisi kurulumuna ulaşmayı hedefliyor.

Sahra Çölü’nün doğu bölgesi, gezegenin en iyi güneş enerjisi kaynağına (güneş ışığına) sahip yerlerinden biri olarak biliniyor. Bölge, büyük potansiyeli olan ABD / Meksika Batı Çölü’ne nazaran daha verimli olmakla birlikte belki de dünyanın en iyi güneş alanı sayılan Şili Çölü yaylalarından sonra ikinci sırada yer alıyor.

Benban Güneş Parkı ile 1.6-2.0GW arasında bir güneş enerjisi kurulumuna ulaşılması hedefeniyor

Benban Güneş Parkı’nın toplam alanı yaklaşık 37.2 km2. Bu devasa alan ilk olarak arazi boyutları 0.31 km2 ila 1 km2arasında değişen 41 farklı parsele bölündü. Daha sonra güneş enerjisi projesi yatırımı yapmak isteyen yatırımcılara tahsis edildi.

Projelerde kurulum için yatırımcılara herhangi bir teşvik verilmiyor. Bununla birlikte yatırımcılar elektrik enerjisini devlet şirketi olan Mısır Elektrik İletim Şirketi’ne (EETC) 7.8 ¢ / kWh’den satmak için 25 yıllık bir sözleşme imzalıyorlar. Sözleşmede satış fiyatı ABD doları değeri cinsinden sabitlenmiş durumda.

Şu anda bölgeye yatırım yapacak olan 29 proje en az 1.8 milyar dolarlık finansman aldı. Bu 29 proje yaklaşık olarak 1.5 GW’lık güneş enerjisini temsil ediyor.

 

(İklim Haber)

İstanbul adalarının sivil toplum örgütlerinden faytonculuğa dair çözüm önerileri

İstanbul Adalar İlçesinde faaliyet gösteren 10 sivil toplum örgütü, Adalar Kaymakamlığının yayınladığı Hayvan Sağlık Zabıtası Komisyon Kararı hakkında açıklama yayınladı.

İstanbul Adalar Kaymakamlığı 5 Şubat 2018 Salı günü Adalar İlçesi Hayvan Sağlık Zabıtası Komisyon Kararı’nı yayınladı. Bu tebligat Adalar İlçesinde ilgili kurumlara gönderildi. Adalı sivil toplum örgütleri altı maddeden oluşan tebligatı değerlendirdi ve bir açıklama yayınladı.

 

Ada Gönüllüleri Derneği, Adalar Denizle Yaşam ve Spor Kulübü Derneği, Adalar Vakfı, Burgazada Kültür ve Kalkındırma Derneği, Heybeliada Gönüllüleri Derneği ve İstanbul Adaları Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Derneği adına yapılan açıklamaya, Adalar Demokrasi Meclisi, Adalar Dünya Mirası Grubu, Arka Güverte – Heybeliada ve Kınalıada Platformu destekçi olarak imza verdi.

Açıklamada tebligatın ilk üç maddesinin atların özellikle söz konusu olduğu kamu sağlığı ile ve kalan üç maddesinin ise adalarda faytonculuğun nasıl düzenleneceği ve ulaşımın nasıl sağlanacağı ile ilgili olduğu belirtildi.

10 sivil toplum örgütü tarafından yapılan açıklama şu şekilde:

Atların sağlığı için

“Atların sağlığı açısından alınan kararların tam bir kesinlikle ve süratle uygulanmasından yanayız. Hijyen koşullarının sağlanması, periyodik temizlik uygulamalarının sürdürülmesi, at giriş çıkışlarının gereken süreler için yasaklanmasını doğru buluyoruz.

“Adalar İlçesi Ruam Kararları” başlığı altında toplanan bir kurulun adalarda faytonculuğun nasıl düzenleneceği ve ulaşımın nasıl sağlanacağına dair hükümler vermesinin doğru olmadığını düşünüyoruz.

Adalardaki ulaşım için

“Biz Adalar’da faaliyet gösteren STK’lar olarak Kaymakamlık toplantısında ulaşıma ilişkin kararların uygulanması durumunda 150 yıldır var olan ve tartışmasız bir şekilde Adalar’ın kültürel değeri haline gelmiş olan fayton taşımacılığını yok edeceğini, bir zanaat olarak değerlendirilebilecek faytonculuk mesleğini tamamen ortadan kaldıracağını, eksik kalan ulaşım boşluğunu kanunsuz ve kuralsızca hızla artan akülü araç trafiğine teslim edeceğini düşünüyoruz.

“Sağlık gibi acil durumlar dışında plansız yapılan parçalı müdahalelerin hiçbirinin sonuç vermeyeceği ve kaotik ulaşım ortamını daha da kötüleştireceği bir gerçektir. Kent yaşamını ilgilendiren kararlar bir planın parçası olmadan ve yerelde yaşayanlarla yetkili kurumların işbirliği ve katılımı sağlanmadan alınmamalıdır.

Ruam ile mücadeleyle ilgili

“İlgili kurumların açıklamalarından edindiğimiz bilgilere göre, Adalar’da ilkbahar ve sonbahar dönemlerinde ruam* taraması yapıldığı, 2012-2015 yılları arasındaki dört yılda toplam 432 vaka tespit edilmişken, 2016 sonbahar döneminde 20, 2017 sonbahar taramasında da 18 vaka görüldüğü anlaşılmaktadır. Son iki yıldaki azalmaya rağmen, halen ruam hastalığı sorununun devam ettiği ortadadır.

“İBB Ulaşım Koordinasyon Müdürlüğü (UKOME) tarafından 2011 yılında karara bağlanan ancak uygulanmayan Fayton Taşımacılığı Yönergesi uygulandığı takdirde diğer sorunlarla birlikte ruam sorunu da kontrol altına alınacaktır.

“Bu kapsamda kaymakamlık tebligatında yer alan ‘hayvanların adalara giriş çıkış kontrolleri, taramaların sıklaştırılması, ahırların ve meydanların dezenfeksiyonu gibi rutin önlemlerin yanısıra, İSPARK Fayton Park alanında karantina ahırı tesis edilmesi’ kararını doğru buluyoruz.

“Bu önlemlere ek olarak, at sağlığı konusunda uzman kadrolu veteriner gözetiminde periyodik sağlık kontrolleri ve tedavileri için bir revir tahsisi, koşulmamış hayvanlar için de padok alanının ayrılması gerektiğini düşünüyoruz.”

Fayton taşımacılığıyla ilgili

“Yaklaşık 150 yıldır sürdürülen ve Adalar’ın bir kültür değeri olan fayton taşımacılığının bugünkü sorunlarının birinci nedeni bu faaliyeti düzenleyen yasa ve yönetmeliklerin, yetkili birimler tarafından etkin bir şekilde uygulanmamış ve denetimlerin yapılmamış olmasıysa, ikinci neden son 20 yılda 10 kattan fazla artmış olan günübirlik ziyaretçi baskısıdır.

“Faytoncu esnafı da, kuralsızlığı fırsat gören, sadece kazancını düşünerek hareket eden mensuplarına ses çıkarmayarak,  alabileceği önlemleri almayarak ve iç denetimini sağlamayarak, ne yazık ki, faytonculuk mesleğinin imajının başta Adalılar olmak üzere kamuoyu gözünde yıpranmasına yol açan sürecin parçası olmuştur.

“Adalarda, özellikle de Büyükada’da faytonculuğun mevcut haliyle sürdürülemeyeceği ortadadır.

“Ancak sorunun sadece faytonlar kaynaklı olduğuna inanmıyor, kiralık bisikletler, izinli fosil yakıtlı kamu araçları ve koruma kurulu kararına dayanarak ilçe belediyesince kullanımı sınırlandırılmış olan akülü araçların kullanımlarının da problemin önemli unsurları olduğunu biliyoruz.

“Adalar kentsel ve doğal SİT alanıdır ve bu özelliğinin korunması gerekmektedir; SİT statüsüne hükmeden Koruma Kurulları kararlarına göre bisiklet ve fayton adalarda temel ulaşım aracıdır ve bütün yollar yaya yoludur. Bu hukuksal statünün varlığı yok sayılmamalıdır.

Sonuç olarak

1- Adalarda faytonların, bisikletlerin ve akülü ve motorlu araçların kullanımına ilişkin mevcut yönetmelikler eksiksiz olarak uygulanmalı ve denetimler düzenli olarak yapılmalı, ilkeli bir şekilde cezai yaptırımlar uygulanmalı, caydırıcı olunmalıdır.

2- Faytonculuğun hem  Adalılar için bir hak olan ulaşım talebine ve hem de ziyaretçi ihtiyaçlarına sağlıklı hizmet verecek şekilde  sürdürülebilmesi için bisikletler, akülü araç kullanımları ile birlikte olası alternatif toplu taşıma araçlarının da ele alındığı, ilgili tüm tarafların katılımı ve ortak görüşü ile hazırlanacak “Adalar Ulaşım Eylem Planı”na ihtiyaç her zamankinden daha acil olarak gündemdedir.

 

Atların sesinin duyulmadığı bir fayton hikayesi – Abdullah Onay

Adalarda fayton kalkıyor: Konunun muhatapları ile görüştük – Alper Tolga Akkuş

Adalar’da “Fayton” üzerinden oyunlar (1) – Savaş Çömlek

Fayton üzerinden oyunlar (2): Adalar’da ulaşım sorunu mu varmış? – Savaş Çömlek

 

(Bianet)

Hayvan barınaklarının gerçeği Tolga Öztorun’un düzenleyeceği atölyede tartışılıyor

Yeşil Düşünce Derneği, yarın (28 Şubat) 19.00-21.00 arasında Beşiktaş Akaretler’deki ofisinde hayvan hakları etkinliğine ev sahipliği yapıyor.

Hayvan hakları aktivisti ve Yeşil Gazete hayvan hakları editörü Tolga Öztorun ile gerçekleşecek atölyede barınaklarda yaşanan hayvan hakları ihlalleri ve neden barınak gönüllüsü olunması gerektiği konuşulacak.

30 cm2 alanda yaşamaya mecbur bırakılan hayvanlarla empati kurulacak atölyede barınak gönüllüsü olarak neler yapılabilir sorusu dinleyicilerin de katılımıyla tartışılacak.

25 kişi ile sınırlı olan etkinliğe bu linke tıklayarak kayıt olabilirsiniz. http://bit.ly/barinak-atolye-kayit

Yer: Yeşil Düşünce Derneği, Vişnezade Mahallesi, Şair Nedim Caddesi, Barbaros Apt. No: 27 Akaretler, Beşiktaş – İstanbul (Migros’un karşısı, Let’s Coffee’nin yanı)

 

(Yeşil Gazete)

45 uluslararası müzik festivali toplumsal cinsiyet eşitliği politikasında anlaştı  

Aralarında dünyanın önde gelen festivallerinin de bulunduğu 45 uluslararası müzik festivali, programlarında eşit sayıda kadın ve erkek sanatçıya yer verme sözü verdi.

Eşitlik politikasının 2022 yılına kadar hayata geçirilmesi planlanıyor.

Girişimi İngiliz müzik kuruluşu PRS Foundation başlattı.

Müzik festivallerinde ve ödül törenlerinde kadınların daha az temsil edilmesi bir süredir tartışma konusuydu.

Girişime katılan organizasyonlar arasında birçok farklı müzik türünden festival bulunuyor.

Dünyanın en büyük klasik müzik festivallerinden kabul edilen BBC Proms, programlarında yer verecekleri çağdaş bestecilerin yarısının kadın olacağını duyurdu.

Geçtiğimiz 10 yılda 14 büyük festivalde 660 ana performansın 37’si kadınlara aitti

Rock müzik ağırlıklı Iceland Airwaves Festivali ve Kanada’daki North by North East de eşitlik politikasını uygulayacağını açıklayan organizasyonlar arasında.

BBC’nin geçen yıl yaptığı araştırmaya göre İngiltere’de düzenlenen 14 büyük festivalde geçen 10 yıl boyunca 660 ana performansın sadece 37’si kadın sanatçılara aitti.

İngiltere’de düzenlenen ve dünyanın en büyük müzik festivallerinden biri olan Glastonbury Festivali geçen yılki programında ana sanatçılar arasında hiçbir kadın sanatçıya yer vermemişti.

 

(BBC Türkçe)

Kabataş rıhtımındaki “beton martı” projesinin kara bölümü inşaatı durdu

Boğazın ekosistemini bozan, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından Kabataş’ta deniz, raylı sistem ve karayolu taşımacılığını entegre etmek amacıyla yapımına başlanan “beton martı” projesi inşaatı Kültür Varlıkları Koruma Kurulu’ndan kara bölümüne henüz izin çıkmadığı için durduruldu.

Proje alanında yaklaşık 1 aydır hiç bir faaliyet yürütülmediği belirtildi.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Kabataş’taki inşaat çalışmalarını Koruma Kurulu kararını beklemeden başlattığı ortaya çıktı. Bölgede sadece Kabataş-Mahmutbey metro çalışmaları devam ediyor. 

Proje nasıl hazırlandı?

Mimar Hakan Kıran tarafından 2005 yılında tasarlanan projeye daha sonra metro ilavesi kararı verilerek 28 Temmuz 2016 yılında başlanmıştı.

Fındıklı Molla Çelebi Camii’nin kuzey tarafından başlayıp Kabataş Bezm-i Alem Valide Sultan Camii’ne bitişik balıkçı barınağını da içine alan çalışmalarda önce yaklaşık 650 metre boyunca denize kazıklar çakılarak kıyı kısmı deniz üzerinde yaklaşık 20 metre genişletilmişti.

Projede yer alan 4 iskelenin yapılması için de denize yüzlerce kazık çakılmıştı. İskelelerin betonarme bölümleri ise geçtiğimiz yılın sonunda tamamlanmıştı.

Proje neleri içeriyor?

Yapılacak iskele “kanat çırpan dev martı” şeklinde olduğu için “Martı Projesi” olarak bilinen proje kapsamında yaklaşık 90 bin metrekarelik alanın yeniden düzenlenmesi planlanıyor.

Projede deniz otobüsü, vapur ve deniz otobüsü iskelelerinin yenilenmesi de var.

Projede otomobillerin geçtiği yol, yer altına alınacak.

Kabataş iskelesi 15 Temmuz’daki darbe girişimi nedeniyle ertelenerek 11 Ağustos 2016’dan bu yana deniz trafiğine kapalı.

 

(Gazete Duvar)

Şeker fabrikalarının özelleştirilmesine neden karşı çıkmalıyız? – Bülent Şık

Bu yazı bianet.org/ dan alınmıştır

Ülkemizde pancardan şeker üretimi yapan 14 şeker fabrikasının özelleştirileceği açıklandı.

Geçtiğimiz yıllarda 2 kez gündeme gelen ama tepkiler nedeniyle her defasında ertelenen bu konu içinde olduğumuz OHAL şartlarında bir kez daha gündeme geldi. Bu özelleştirmeye neden karşı çıkılması gerektiğini birbiri ile bağlantılı ama bağımsız olarak da okunabilecek bazı konu başlıkları üzerinden dile getirmeye çalışacağım.

1) Gıda Güvencesi ve Gıda Güvenliği

Gıda güvencesi bir toplumun kendine yetecek miktarda gıda maddesini toplum yararı ya da kamu refahı ilkelerini gözeterek temin ettiği durumu ifade eder. Gıda güvenliği ise bir gıda maddesinin fiziksel, kimyasal ve mikrobiyolojik açılardan güvenilir olmasıdır. Gıda güvenliği ile ilgili sorunlar gıda güvencesinin sağlanıp sağlanamadığına yakından bağlı.

Ülkemizde 2001 yılında nişasta bazlı şeker üretimi yapacak Cargill, Amylum gibi uluslararası dev şirketlerin yatırım yapmasına izin verilmesi ve nişasta bazlı şekere ayrılan kotanın yıldan yıla sürekli artırılması şeker üretim sektörünü çeşitli açılardan olumsuz etkiledi. 20 yıl önce pancar ekimi ile uğraşan çiftçi sayısı 500 bin iken şimdi 105 bine düştü. Sadece 2011 yılından bu yana her 3 pancar üreticisinden ikisi üretim yapmayı bıraktı. Şeker pancarı üretimi yapılan tarım alanlarında son 20 yıl içinde yüzde 40, üretim miktarında ise yüzde 30 oranında azalma oldu.

Türkiye pancardan elde edilen şeker miktarı açısından kendine yeterliliği olan bir ülke. Ülkemizin coğrafi yapısı, özellikle Doğu Anadolu bölgesinin ekolojik şartları pancar üretimine çok uygun.

Ülkemizde nişasta bazlı şeker fabrikaları kurulmasına gerek yoktu. Üstelik pancar şekeri üretimi yapan fabrikaların üretim kapasitesinin üçte biri de kullanılmıyordu. Bütün bunlar iyi bilinmesine rağmen son yıllarda dışarıdan şeker ithalatı yapılmasına mantıklı bir açıklama getirmekse çok zor.

Gıda üretim-tüketim süreçlerinin iklim krizine olan etkileri yüzde 20 ile yüzde 30 arasında değişmekte. Ekolojik bir gözle bakıldığında üretiminde güçlük ya da bir kıtlık durumu olmadığı sürece bir gıda maddesini ithal etmek faydadan çok zarar doğurmakta. Yerelde üretim ve tüketime dayalı ağlar oluşturmak suretiyle gıda güvencesini sağlamaya çalışmak daha sağlıklı ve iklim krizine olan olumsuz etkileri de genellikle daha düşük olan bir yaklaşım. Bu çerçeveden bakıldığında ülkemizdeki nişasta bazlı şeker üretimi yapan yabancı sermaye yatırımlarının gıda güvencesini tahrip ettiği ve ekolojik krizin derinleşmesine neden olduğu söylenebilir. Ekolojik kriz ya da iklim değişikliği şiddetlendikçe gıda maddelerindeki gıda güvenliği sorunları da artıyor.

Özelleştirme sadece şeker fabrikaların kapanmasına değil zamanla ülkemizdeki şeker pancarına dayalı üretim deseninin ya da çeşitliliğinin de yok olmasına yol açacak.

Şeker bir marketten toz veya kesme şeker formunda satın aldığımız basit bir gıda ürünü gibi görünse de arka planında pancar tarımı ile uğraşan yüz binden fazla çiftçi; kooperatifler ve üretici birlikleri; şeker, yem, alkol ve maya üretimi konularında yaklaşık 100 yıllık bir mühendislik birikimine sahip endüstriyel sektör yer alıyor. Şekerpancarı buğdaydan 13, mısırdan 8, ayçiçeğinden 5 kat daha fazla istihdam sağlamakta. Şeker üretimi Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 15’inin temel geçim kaynağı.

Özetle kendi imkânlarımızla üretmek mümkün iken, ya nişasta bazlı şeker üreten uluslararası şirketlere sağlanan teşviklerle ya da şeker ithalatına kapı aralayarak ülkemizin şeker konusundaki gıda güvencesi tahrip ediliyor; özelleştirme ile tahribat bir yıkıma dönüşecek.

2) Obezite

Türkiye toplumunun 20 yaş üstü nüfusunun üçte biri obez. Obezite sorunu yaşayan çocuk sayısı ise 2 milyon civarında. Obezite meselesine vakıf olan herkes bu durumun toplumsal bir felaket olduğu konusunda hem fikir.

Dünya genelinde bir salgın hastalık olarak nitelenen obezite, diyabet ya da metabolik sendrom gibi hastalıklarının bir numaralı nedeni olarak yiyecek ve içeceklerle fazla miktarda şeker alınması gösteriliyor.

Pancar şekeri yüzde 50 glikoz, yüzde 50 fruktoz içeriyor. Ülkemizde mısır ya da fruktoz şurubu olarak bilinen nişasta bazlı şekerler ise pancar şekerine kıyasla daha yüksek oranda fruktoz içeriyor. Nişasta bazlı şekerlerin içerdiği yüksek fruktoz miktarı nedeniyle kilo alımını kolaylaştırdığını, obezite ve metabolik sendroma neden olduğunu dile getiren çok sayıda akademik yayın var.

Ama meseleyi nişasta bazlı şekerler veya fruktoz üzerinden tartışmak doğru değil. Sadece pancar şekeri kullanan ülkelerde de obezite sorunu bir çığ gibi büyüyor. Dolayısıyla temel mesele yiyeceklerle şeker alımını azaltmak olarak görülmeli.

Basitçe şu söylenebilir: Obezitenin temel nedeni gıdalarla şeker alımının fazla olmasıdır. Bu fazlalık gıdaların doğal yapısındaki şekerden değil üretim prosesi esnasında yiyecek ve içeceklere “eklenen şeker”den kaynaklanıyor ve bu eklenen şeker çoğu kez nişasta bazlı şeker formundadır.

Şekerli ürünleri tüketmeyi seviyoruz. Ama pek azımız yiyecek ve içeceklere eklenen şekerle birlikte ne kadar fazla miktarda şeker yediğimizi biliyoruz. Özellikle işlenmiş gıda ürünleri ile farkında olmadan çok yüksek miktarlarda şeker almak mümkün. Ülkemizde işlenmiş Gıda üretiminde nişasta bazlı şeker kullanımı ise yıldan yıla artıyor.

Nişasta bazlı şekerlerin pancar şekerine kıyasla daha ucuz olması gıda endüstrisinde daha fazla tercih edilmelerine yol açıyor. Bir soru önergesine verilen yanıta göre kuru madde bazında nişasta bazlı şekerin fiyatı pancar şekerinden yüzde 10-12 oranında daha ucuz.

Ama tercih edilmelerinin nedeni sadece daha ucuz olmaları değil aynı zamanda gıda işleme maliyetlerini de düşürmeleri.

Nişasta bazlı şekerler sıvı formda oldukları için gıda üretim proseslerinde pancar şekerine uygulanan çözme ve süzme gibi işlemlere tabi tutulmadan direk kullanılıyorlar. Nişasta bazlı şekerlerin bu özelliği kullanıldıkları gıdalarda üretim maliyetlerini düşürüyor. En çok kullanıldıkları gıda ürünlerinin başında da alkolsüz içecekler (kolalı, gazlı içecekler, gazozlar, tonikler, sodalar vb.) ve abur cubur tarzı işlenmiş gıda ürünleri geliyor.

İçeriğinde yüksek miktarda şeker bulunan, besin içeriği zayıf ve ucuz bu tip ürünlerin obezitenin ama özellikle de çocukluk çağı obezitesinin bir numaralı nedeni olduğu belirtiliyor.

Kolalı, meyve parçacıklı, meyve aromalı, çaylı, limonatalı vs gibi çeşitli adlar altında satılan alkolsüz içeceklerle; şekerleme, çikolatalı bar, gofret vs. gibi ıvır zıvır yüzlerce gıda maddesinin bakkallardan, marketlere; fast food zincirlerinden, okul kantinlerine varıncaya dek hemen hemen her yerde kolayca bulunabilir olması obezite sorununu büyüten diğer önemli neden. Bu gıdalara erişimini zorlaştırmak ya da alkolsüz içeceklerin üretim miktarlarına kota koymak gerekiyor. Bu sorun konusunda neler yapılabileceğini ele alan bir rapora daha önce Bianet’te yer verilmişti.

3) Maliyetler – gizli maliyetler

Özelleştirme için öne sürülen gerekçe bu işletmelerin zarar ediyor olması. Yani üretilen ürünler pahalıya mal oluyor deniyor. Aynı gerekçe yurtdışından şeker ithalinde de karşımıza çıkıyor.

“Bir gıda maddesini ithal ederek ucuza temin etmek varken, pahalıya patlayan bir üretim yöntemini devam ettirmeye neden devam edilsin ki” sorusu ne kadar makul görünse de doğru bir soru değil.

Doğru sorulardan biri: “Yüzbinlerce ailenin işinden gücünden edilmesi hangi toplumsal sorunlara yol açar ve bu sorunların ekonomik maliyeti nedir” sorusudur. Bu sorunun işaret ettiği gizli maliyet yapılan zarar hesaplarına hiç dâhil edilmez. Bu hesap yapılsa kamu yatırımlarının öne sürüldüğü gibi zarar ettiği değil ciddi toplumsal faydalar yarattığı gösterilebilir.

Bu meseleyi daha da belirginleştirmek için biraz da geleceğe yönelik tahminler yapalım.

Şeker fabrikalarının özelleştirilmesi zaman içinde kapanmalarına yol açacak ve bu durum nişasta bazlı şeker üretimi ve tüketimini daha çok arttıracaktır. Nişasta bazlı şeker kullanımındaki artışının obezite ve diyabet sorununu daha çok büyüteceği beklenmelidir.

Zamanla açığa çıkacak bir başka sorun da şeker üretiminde genetiği ile oynanmış gıda maddelerinin kullanılmasıdır. Daha çok nişasta bazlı şeker üretilmesi ülkemize daha fazla GDO’lu mısır girmesi ihtimali demektir. GDO’lu mısır nişasta bazlı şeker endüstrisinin ana hammaddesidir; daha ucuzdur çünkü. Özelleştirme süreci engellenemezse GDO’lu yiyecek ve içeceklerin sofralarımıza gelmesi kaçınılmazdır.

Şeker fabrikalarından çıkan yan ürün olarak çıkan pancar küspesi en önemli yem sanayi hammaddelerinden biri. Küspenin yokluğunu telafi etmek için daha fazla GDO’lu mısır ithalatı yapmak gerekecektir. Bu da yurtdışına döviz transferi yapmak anlamına gelir.

Sadece bu birkaç örnekle bile kamu zararına özelleştirmeleri yapan siyasal iktidarın bizatihi kendisinin neden olduğu söylenebilir.

Bir gıda maddesinin üretim-tüketim süreci maliyetleri dikkate alan bir bakış açısı ile anlaşılamaz. Anlaşılmamalıdır. Böyle bir bakış açısı bir manzaraya iğne deliğinden bakmaktan farksızdır. Üretim yapmak sadece insanlarla değil doğa ile de “yüz yüze” ilişki kurmak, bir gelenek oluşturmak demektir. Üretim yapmayı mümkün kılan tekniklerin kuşaktan kuşağa aktarımı, farklı üretim pratiklerinin değiş tokuşu, çeşitliliğinin korunması ve geliştirilmesi gibi manzaraya dâhil olmayan ama toplumsal hayatın devamlılığı için vazgeçilmez olan pek çok şey mevcuttur ve bunlara paha biçilemez. Bu gelenekler özenle korunmalı. Toplumun dokusuna sinmiş bir üretim deseninin ekonomik açıdan “zarara” yol açtığında bile sübvanse edilerek, desteklenerek korunmasının kamu refahı açısından uzun vadede daha iyi sonuçlar doğurabileceği dikkate alınmalıdır.

4) Haklarımız, ilişkilerimiz, duygularımız

Kamu yatırımlarının özelleştirilmesine gerekçe oluşturan, çerçevesi çok dar, meseleyi sadece maliyet veya kâr penceresinden gören bakış açısı şiddetle reddedilmeli. Kamu kurumlarının tasfiyesi aynı zamanda birbirimizle ve kurumlarla kurduğumuz ilişki biçimlerinin de tasfiyesi ya da zamanla kaybolması anlamına gelir. İlişkilerin kaybı düşünme ve duygulanma kapasitemizin daralması demektir ve bu daralma toplumsal hayatın barışı, kamu refahının devamlılığı açısından yıkım yaratan nedenlerden biri olarak görülebilir. Akla bu ilişkilerin yerini neye terk ettiği sorusu geleceklere sadece otomasyon ya da robotik süreçleri hatırlatmakla yetineceğim.

1970’li yılların sonlarında işçilere sahip oldukları çocuk başına yarım litre şişe sütü verildiği dönemleri hatırlıyorum. Sütler, Süt Endüstrisi Kurumu (SEK) fabrikalarından temin edilirdi. Babam her akşam işten elinde 3 şişe süt ile gelirdi. Ertesi gün işe giderken boş şişeleri iade etmek için yanında götürürdü. SEK kurumunun fabrikalarında temizlenen şişelere tekrar süt dolumu yapılırdı. Şişeleri kırmak ya da atmak israf ve devlet malına zarar olarak görülürdü.

İşçilere bedava süt uygulaması devlet açısından çocuk sağlığını korumak için yerine getirilmesi gereken bir kamusal sorumluluk; çalışan işçiler açısından ise sahip oldukları bir sosyal haktı.

1980 askeri darbesinden sonra işbaşına gelen hükümetler bu tip hakları aşama aşama ortadan kaldırdı.

Süt Endüstrisi Kurumu 1995 yılında özelleştirildi. SEK’e ait 32 işletmeden 25’i kapatıldı. Çoğu yıkıldı. Bir zamanlar İstanbul Yenibosna’daki SEK fabrikasının yerine şimdi devasa bir alışveriş merkezi yapıldı.

Bundan 30-40 yıl önce bir işçinin sahip olduğu her bir çocuk için her gün yarım litre bedava süt alması sahip olduğu bir haklardan biriydi.

Bunu şimdi kim hatırlıyor?

Özelleştirme ile kaybolan sadece kurumlar mı? Ya haklarımız, ilişkilerimiz, yaşama bakış tarzımız… Onlara neler oluyor, neleri yitiriyoruz hiç düşünüyor muyuz? (BŞ/HK)

* Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği’ne Mutfaktaki Kimyacı yazılarına verdiği destek için teşekkür ederiz. Burada dile getirilen görüşlerin sorumluluğu IPS İletişim Vakfı’na aittir.

Bu yazı bianet.org/ dan alınmıştır

 

Bülent Şık

Rusya Savunma Bakanı: Putin, Doğu Guta’da ateşkes talimatı verdi

Rusya Savunma Bakanı Şoygu, Rusya Devlet Başkanı Putin’in Doğu Guta’da ateşkes sağlanması için talimat verdiğini açıkladı. Şoygu, siviller için ayrıca bir “insani koridor” oluşturulacağını belirtti.

Rusya, bir haftadan uzun bir süredir rejim güçlerinin yoğun saldırılarına hedef olan Doğu Guta’da Salı gününden itibaren ateşkes sağlanacağını açıkladı. Sivillerin şehri terk etmeleri için de bir “insani koridor” oluşturulacağı bildirildi.

Pazartesi günü açıklama yapan Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Suriye’nin güneybatısında yer alan ve muhaliflerin elinde bulunan Doğu Guta’da Salı gününden itibaren geçerli olmak üzere günlük olarak ateşkes ilan edilmesi için talimat verdiğini söyledi.

Şoygu ateşkesin her gün saat 09.00 ile 14.00 arasında gerçekleşeceğini belirtti.

Sivillerin Doğu Guta’yı terk etmeleri için bir “insani koridor”un oluşturulacağını belirten Savunma Bakanı Şoygu, bu koridorun detayları ile ilgili bilgileri yakında açıklayacaklarını ifade etti.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 24 Şubat tarihinde bütün Suriye’de 30 gün boyunca geçerli olmak üzere ateşkes uygulanmasını talep etmişti.

BM’deki karar sonrası Putin ile görüşen Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Doğu Guta’da “hava saldırılarının ve çatışmaların derhal sona erdirilmesi için Suriye rejimine azami baskı yapılmasını” istemişti. Merkel ile Macron ayrıca silahların susmasından sonra sivillere insani yardım ulaştırmada yardımcı olması için Rusya’ya çağrıda bulunmuştu.

 

(DW Türkçe)

[Green Gazette weekly Turkey digest:] Carbon risk as well as tension rises in Med

0

Şahin: Can EU Claim Climate Leadership while Extracting East-Med Gas? As tensions rose this week again off the coast of Cyprus, with Turkish battle ships blockading an Italian ENI drillship surveying for Cyprus, Sabancı Univ. Istanbul Policy Center Senior Fellow and former coc-spokesperson for the Greens of Turkey Ümit Şahin questioned the issue from a climate change perspective. With the latest finds, estimates reserves in Cyprus’ EEZ reach 5-8 tcf. This is a large reserve, and if burnt, its carbon emissions will be 256,600 Gg CO2 equivalent, which corresponds to 300 times Cyprus’ 2015 carbon emissions, as reported by the country to the UNFCCC. A tilt in emissions of such magnitude will not only endanger the Paris Agreement, but a 2° C target as well, as, if the EU’s consumption of natural gas continues to increase in its current trajectory, it alone will account for a 0.6° C temperature rise, according to a 2017 study by the Tyndall Center for Climate Change. The EU should take the Cyprus gas issue as a solid case through which it can show climate leadership.

Stating that we need to keep 80% of fossil reserves in the ground if we are to meet the  1.5° C target, Şahin suggests that Turkey too, instead of laying claims on the fields, should take greater climate commitment responsibility and oppose extraction. Neither should we forget that the pipelines Turkey is building and plans to build contribute to climate change. The way to break the carbon lock-in does not go through increasing and easing access to these reserves. “Such disregard for the facts of climate change shows that these states and politicians accept no responsibility towards people affected by climate disasters and future generations. This is very sad,” Şahin said.

 

Locals Stand-Up for Trees, Water and the Law: Hundreds of citizens in Çanakkale gathered at the city square on the 21st of February to protest against the gold mine expansion project by Alamos Gold and its local partner Doğu Biga Madencilik proceeding with cutting down trees despite the Council of State overruling  a prior local court decision in favour of the company. The gold mine expansion also endangers the water safety at Atikhisar Dam, the city’s sole source of drinking water. Mayor Ülgür Gökhan, as well as many local NGOs and professional associations joined.

 

Anti-Mining Struggle in Artvin Marks Second Year:  The local resistance against the proposed gold mine in the Cerattepe hill atop the small pristine Black Sea city of Artvin entered its second year. Activists looking back at where they are now reflected on finding out that the local party chairperson for the Republican People’s Party (CHP), which was an important part of the resistance, was also selling concrete for the construction of the mine. He was forced to resign but this was a blow to the struggle, used well by the mining company. Meanwhile, construction workers for the mine galleries are on strike, asking for a pay rise. Activists liken the conditions in the city to marshal law.

 

Year-late Answer to Environmental Health Question in Parliament: The Ministry of Energy finally answered a 10 point question asked by Ali Şeker, MP for Istanbul regarding the powership Doğan Bey, which anchored at the city early last May to provide power to an underground rail line. The question covered the ship’s environmental, health hazards and economics. The answer, coming ten months after the question was tabled, is in long-form and is two sentences: “[Utilities] are taking precautions with mobile power plants to provide power security in case of national or regional emergencies. Such facilities will be operated in line with permits and regulations, including environmental ones.” Parliamentary questions in Turkey have to be answered within 15 days, with a short extension if a reminder note had to be sent.

 

Deathstock Ship Docks amid Protests: The ship NADA, carrying 25 thousand individuals of cattle from Brazil to Turkey and the conditions on which Brazilian activists tried to litigate against, docked in Mersin after 17 days at sea. The animals are to be sold as cheap meat. Activist and journalist Zülal Kalkandelen reminded that 975 thousand live animals are to be imported to Turkey this year and called for a ban on live animal trade. Animal rights activists protested infront of the importing firm Göktaşlar Et on Sunday, the 25th of February.

 

Internet Broadcast Regulation Bill Proceeds through Committee: A contentious proposed law granting Turkey’s Radio and Television Supreme Council (RTÜK) the authority to regulate every kind of visual and sound broadcast through the internet passed the Planning and Budget Committee of Parliament this week.  According to the bill, licenses will be required in order to stream internet broadcasts and RTÜK will be able to prevent broadcasts, opening up questions of censorship. This concerns social media based alternative news broadcasters as well as services such as Netflix and Youtube. The proposed law is objected to by the CHP and the Peoples Democratic Party (HDP) in Parliament.

 

 

Yeşil Gazete – Green Gazette
Translated and summarised by Alidost Numan.

Hayvan özgürlüğü aktivisti Zülal Kalkandelen: Siyaset ve ticaret el ele vererek hukuku alt etti

Türkiye’de ithalata dayalı hayvancılık politikası hayvan özgürlüğü aktivistlerini ve yaşam hakkı savunucularını ayağa kaldırdı.

Sofralarımıza ucuz et olarak servis edilmek için Brezilya’dan Türkiye’ye getirilen 25 bin büyükbaş hayvanın sağlıksız koşullarda taşındığı bilgisi resmi rapor, fotoğraf ve videolar aracılığıyla ortaya çıkmıştı.

Gazeteci ve hayvan hakları aktivisti Zülal Kalkandelen, Brezilya’daki hayvan hakları derneklerinin yardım çağrısıyla konuyu ilk kez 5 Şubat’ta sosyal medya hesapları aracılığıyla, sonra da Dağ Medya’da yayınladığı bir yazı ile Türkiye’de duyurmuştu.

Canlı sığırlar gemilere yüklendikten 23 gün sonra Türkiye’ye ulaştı

Kalkandelen, 31 Ocak’ta canlı hayvanların gemiye yüklenmesinden 23 gün sonra Mersin Limanı’na demirleyen NADA isimli kargo gemisiyle ilgili son durumu Yeşil Gazete’ye anlattı.

“Gemi 22 Şubat’ta Mersin Limanı’na ulaştı. Boşaltım yapıldı. Hayvanlar karantina altına alındı. Bakanlık tarafından veteriner muayenesi yapılacağı söylendi. Limana giriş yapıp gemiden görüntü alamadık. İçeriye sokmadılar. Hayvanlar kamyonlara yüklenip farklı yerlere götürüldü. Brezilya’dan bize ulaşan resmi teknik rapor ortadayken yasal süreç işlemedi. Mersin Barosu Hayvan Hakları Komisyonu, savcılığa suç duyurusunda bulundu ancak savcılık gereğini yapmadı. Gemide bağımsız bir veteriner incelemesi istedik ama o yol kapandı. Basın toplantısı gerçekleştirdik. Siyasi ve hukuki süreçler işletilemedi.”

Marinetraffic adlı internet sitesine göre; Nada isimli geminin Türkiye yolculuğunun rotası

Kalkandelen, Mersin Limanı’na demir atan NADA gemisini görüntüledi.

Bir binanın tepesine çıkarak geminin içinden görüntü alınmaması için mavi brandalar gerildiğini kayıt altına alarak @veganzulal adlı hesabından paylaştı.

“Siyaset ve ticaret el ele vererek hukuku alt etti”

Basında çıkan “17 gün süren yolculuk” bilgisinin yanıltıcı olduğunu söyleyen hayvan hakları aktivisti, canlı sığırların 26 Ocak-31 Ocak 2018 arasında gemiye yüklenmeye başladığını söyledi.

“Brezilya’da işin peşini bırakmayan hayvan hakları dernekleri Santos Limanı‘na getirilen hayvanların gemiye yüklenmesi aşamasında şirkete dava açtı. Mahkeme gemiye teknik bir ekibin inceleme yaparak rapor sunması talimatını verdi. Bunun üzerine Santos Belediyesi bünyesindeki Çevre Koruma Dairesi‘ne bağlı veteriner ve biyologların da içinde yer aldığı bir teknik ekip gemide soruşturma yaptı. O raporda hayvanların son derece dar alanlarda, kıpırdayacak yer bile kalmadan, günlerce su ve yem yetersizliği içinde bırakılarak, dışkı ve idrar pislikleri içinde, havasız bir ortamda bırakıldığı tespit edildi. Bu yüzden canlı sığırlar 5 gün daha limanda bekletildi. Mahkeme hazırlanan teknik rapora dayanarak geminin derhal boşaltılıp hayvanların çiftliklere yollanması, geminin limandan ayrılmaması ve Brezilya’nın hiçbir limanından canlı hayvan ticareti yapılmaması kararını verdi. Mahkeme kararına rağmen gemi boşaltılmadı. Aynı gün hayvancılık lobisi araya girdi. Kendisi de hayvancılık yapan ve rüşvetle suçlanan Brezilya Tarım Bakanı Blairo Borges Maggi ve Türkiye’nin konsolosu Brezilya Cumhurbaşkanı Michel Temer ile görüştü. Farklı mahkemeden geminin yola çıkarılması kararı aldırıldı. Siyaset ve ticaret el ele vererek hukuku alt etti.

Teknik inceleme ekibinde yer alan Brezilyalı biyoloğun resmi rapora eklenen konuşması

“İdrar ve dışkılar hem hayvanlara hem de yemlerine bulaştı”

Hayvanlar Brezilya’dayken üstü açık kamyonların/tırların içinde her türlü zorlu hava koşuluna maruz kalıp 500 kilometreden fazla yolculuk yaptı. İşkence gemisinde boğazlarına kadar dışkı ve idrar içinde bulunan hayvanların yedikleri yemlerde de dışkı ve idrar tespit edildi. Hayvanların ağızlarından köpükler geliyordu. Brezilya’daki karayolu yolculuğunu da sayarsak hayvanların Türkiye’ye ulaşması 1 aydan fazla bir süreci kapsıyor. Minerva Foods’a ait NADA gemisine aracı olan Yıldız Shipping sığırların 30-40 farklı yere dağıtılacağını söyledi.

Gemide ölen hayvanlar bu makinede öğütülerek parçaları denize atılıyor

“Dışkı kokusu tüm kenti kaplayarak çevre kirliliğine yol açtı”

NADA gemisindeki koşullar yüzünden canlı hayvan ticareti yapan Minerva Foods’a dava açıldı. Hayvanlara yapılan bu zulüm ve geminin Santos Limanı’nda beklediği 5 gün boyunca dışkı kokusunun kente yaydığı korkunç kokuyla ortaya çıkan çevre kirliliği nedeniyle Minerva’ya 460 bin dolar ceza kesildi. Bu bakterilerin çevreye bulaşma riski de var. Ayrıca gemide hayvanları öğütme makinesi var. Gemide ölen hayvanlar öğütülüp denize atılıyor. Atıkları okyanusa bıraka bıraka ilerliyorlar. Bu insan sağlığı ve çevre için de bir tehdit. Her tür canlı hayvan ticaretine karşıyız. 21’inci yüzyılda hayvanların bir kıtadan diğer kıtaya kesilmek üzere gönderilmesi insanın ne kadar alçaldığının göstergesi. İnsanların hayvanlara bu eziyeti, zulmü yaşatmaya, işkence etmeye hakkı yok.”

İnternette paylaşılan bilgileri doğrulamak amacıyla kurulan teyit.org, canlı hayvanların Brezilya’dan Türkiye’ye kötü koşullar altında ithal edildiğini ve dışkılar içerisinde yolculuk yaptıklarına dair fotoğrafları doğruladı.

“Göktaşlar Et’in 3 hayvan öldü açıklaması doğru değil”

Kalkandelen, verdiği bilgileri iddia olarak paylaşan Hürriyet gazetesi haberinde gerçeklerin çarpıtıldığını şu sözlerle dile getirdi:

“Gemiye bağımsız teknik ekibin girip incelettiği ilk mahkeme kararı paylaştığımız ilk teknik rapordu. Hürriyet ona iddia dedi. Hürriyet’in özel haberinde paylaştığı ikinci rapor ise Brezilya Tarım Bakanı’nın siyasi açıklamasıydı. Kanıtımız, raporumuz var dedikleri şey siyasi bir yazıydı. Bu ticaret Türkiye’nin taraf olduğu Hayvanların Uluslararası Nakliyat Sırasında Korunmasına Dair Avrupa Sözleşmesi’ne aykırı. Göktaşlar Et gemide 3 hayvanın öldüğünü açıkladı. Ancak gemide ölen hayvanların sayısı doğru değil. Mersin Limanı’ndaki bir firmadan aldığımız bilgilere göre bu sayı 25. Bundan daha fazla olması da muhtemel.”

Göktaşlar Et, Yeşil Gazete olarak kendilerine yönelttiğimiz sorulara dair açıklamalarını yarın (27 Şubat) paylaşacaklarını söyledi.

“Ekolojik felaketlere yol açıyor. Canlı hayvan ticareti tamamı ile yasaklansın”

25 Şubat’ta canlı hayvan ticaretine karşı Göktaşlar Et’in Esenyurt’taki binasının önünde Bağımsız Hayvan Hakları Topluluğu ve hayvan özgürlüğü aktivistleri protesto gerçekleştirerek bu vahşete sessiz kalmayacaklarını belirttiler.

Basın açıklamasının tam metni şu şekilde:

“Türkiye’nin ‘ucuz et’ politikası, hayvanlara işkence, insanlara hastalık ve çevreye felaket olarak dönüyor.

Bir süredir Türkiye’nin yurtdışından ithal ettiği canlı hayvanlar büyük bir zulme maruz bırakılarak, haftalarca süren gemi yolculukları ile başta Mersin olmak üzere farklı limanlara getiriliyor. Son olarak 25 bin 175 sığırı dün Mersin Limanı’na getiren NADA gemisi, içindeki vahim koşullar nedeniyle Brezilya’da yoğun kamuoyu tepkisi ve davalara konu olmuştur. Mahkemenin isteği doğrultusunda gemiye giren teknik ekibin yazdığı rapora eklenen fotoğraf ve videolar elimize ulaştığında ülkemiz kamuoyunun bilgisine sunduk. Söz konusu raporda, hayvanların aç ve susuz bırakılmaması, acı ve hastalığa maruz kalmaması, huzursuzluğa yol açacak bir ortamda tutulmaması, doğal davranışlarını yerine getirmesini engelleyecek bir fiziksel ortamda bulundurulmaması ve hayvanlara korku ve stres yaşatılmaması şeklindeki beş evrensel kurala uyulmadığı, canlı hayvan ticaretinin açık bir hayvan sömürüsü ve zulüm olduğu belirtiliyor. NADA’ya istiflenen bu hayvanların yaşadığı eziyet daha başlangıçta Brezilya içerisinde tırlarla yaptıkları yolculukta başlıyor, gemiye zorla bindirilen hayvanlara elektroşok uygulandığına dair kanıtlar bulunuyor. Bu koşullarda hastalanan hayvanların bir kısmı yaşamını yitirdiği için, gemide kurulan bir düzenekte öğütülerek bir çöp gibi denize atılıyor. Bu manzara yaşadığımız bu çağda kabul edilebilir değildir. Bu nedenle biz hayvan özgürlüğünü savunan aktivistler olarak, canlı hayvan ticaretinin tamamı ile yasaklanmasını talep ediyoruz.

Bununla birlikte o gemilerdeki daracık alanlarda neredeyse üst üste bir ortamda, aç susuz hiçbir yaşamsal ihtiyaçları giderilmeden ve yaralanmaları, kemik kırılmalarını önleyecek hiçbir güvenlik tedbiri alınmaksızın taşınan hayvanların sağlıklı kalması mümkün olmadığından bu ticaret halk sağlığını da ciddi anlamda tehdit etmektedir. Nitekim NADA’da tutulan teknik raporda kendi dışkı ve idrarlarına bulanarak seyahat eden hayvanların yeminde bile dışkı kalıntıları tespit edilmiştir. NADA gemisinin limanda demirlemesiyle kenti saran yoğun kötü koku günlerce hissedilmekte, korkunç bir hava kirliliğine neden olan gemiden, etrafa bakteri yayılma olasılığı yüksek görülmektedir.

NADA gemisi hakkında, bütün bu nedenlerle Brezilya’da açılan dava sonucunda, mahkemenin durdurma kararı vermesine rağmen, siyaset ve ticaret el ele verip hukuku alt ederek geminin yola çıkması sağlanmış; Türkiye’de ise Mersin Barosu tarafından yapılan suç duyurusu, adli makamları harekete geçirememiş, gemide bağımsız bir heyetin inceleme yapmasına imkan tanınmamıştır.

Türkiye’nin taraf olduğu Hayvanların Uluslararası Nakliyat Sırasında Korunmasına Dair Avrupa Sözleşmesi’ne açıkça aykırı olan bu ticaret, 21. yüzyılda hayvan köleliğini devam ettirip insan sağlığını da hiçe saymakta, ekolojik felaketlere neden olmaktadır. Bu gemiler, ölüm gemileridir ve ölümden, işkenceden, hastalıktan başka bir şey getirmeyecektir. Yolculuk sırasında kaç hayvanın yaşamını yitirdikten sonra cesetlerinin öğütülerek denize savrulduğu bilinmemekte, bu vahşeti ortaya çıkaracak bir resmi bilgi de kamuoyu ile paylaşılmamaktadır.

Bu ne ilk ne de son ölüm yolculuğu olacaktır. 2018 yılı sonuna kadar, 975 bin canlı hayvanın dehşet verici koşullarda farklı ülkelerden Türkiye’ye taşınacağı bilgisi medyaya yansımıştır. Biz, başta Brezilya olmak üzere canlı hayvan ticareti yapan tüm ülkeleri kınıyor ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nı bu kanlı ticareti derhal durdurmaya çağırıyoruz. Türkiye kamuoyunu da hayvanlara karşı bu suçlara ortak olmamaya, duyarlı canlıların yaşam hakkına saygı duymaya davet ediyoruz.

Bağımsız Hayvan Hakları Topluluğu

Hayvan Hakları İzleme Komitesi (HAKİM)”

 

Merve Damcı – Yeşil Gazete