Ana Sayfa Blog Sayfa 2690

Eril sistemin radyasyonuna maruz kalmak

Bisiklet kullananlar kaza yaparsa tedavi masrafları özel sağlık sigortası kapsamına girmez. Bisiklete binerek kişi fazlasıyla açık olduğu riskleri zaten kabul etmiş, kazaya uğramayı göze almıştır. Ehliyetini on altı yıl önce karayolunda bisiklet sürerken otomobil dilini anlamak amacıyla almış biri olarak diyebilirim ki ülkemizde bisiklet için uygun altyapı kadar yolda fark edilmelerini sağlayacak kurallar da yetersizdir. Dünya genelinde de benzerlikler var. Bisikletliler varlıklarının motorlu taşıtlar tarafından kabul edilmesi için eylemlerle sesini duyurmak zorundadır.

Bisikletlilerin karayolundaki görünmezliğine Gaia ile eril sistem içinden kurduğumuz ilişkide de rastlarız. Feminist yazarlar Maria Mies ve Vandana Shiva modern dünyanın, umursamazlığın umursanmadığı bir temel üzerine inşa edildiğinden bahseder. Büyüme ve ilerleme adına bilim katalizör görevi görürken “medeniyet”in çocukları yerinden kımıldatılmayan bilimsellikler ortaya çıkarmıştır. Bilimsel kararların sorgulanmasına, gözden geçirilmesine yönetici konumundakilerin karar verdiği dünyada bu faaliyetlerden zarar görenler ise doğa, doğal varlıklar ve yönetilenlerdir.

Bu ilerlemeci zihniyetin karşımıza çıkardığı bilim ve teknoloji abidesi (!) nükleer santrallerin mazisinde yüz binlerce insanı öldürmediyse süründüren Hiroşima ve Nagasaki atom bombalarının izleri vardır. O faciayı inşa eden zihniyeti izleyen yıllarda Pasifik’te yapılan iki binden fazla nükleer testle yerli halkların yaşam haklarını ve geleceklerini tenhada kıstırmış, söndürmüştür. Ne zaman ki nükleer silah üretimi, ticari elbisesini üstüne geçirip halkın arasına dalmışsa yaşanan nükleer felaketlerle gerçek kimliği hatırlanmıştır. Lakin, bilim ve teknoloji tek başına hayatı dönüştürmez, büyük ölçüde belirleyici olan ise şirketler, teknokrat ve bürokratlardır.

Nükleer kabus coğrafi olarak doğudan batıya, güneyden kuzeye yaşamın içine doğru sokulurken radyasyon sınır dozlarında bir değişiklik yapılmamış bu değerler geçmişte nükleer testlerde çalıştırılan asker ve işçilerin maruziyet ihtimaline göre belirlendiği şekliyle çevre ve halk sağlığı gözetilmeden 44Msv olarak kalmıştır. Böylece ulus devletler tarafından geliştirilmek istenen, desteklenen bir teknolojinin ilerlemesine de mani olunmamıştır. Ne var ki Çernobil Nükleer Felaketi meydana geldikten sonra, 1990’larda radyasyon sınır dozu en alt seviye olduğunu düşündüren 1Msv’e çekilmiştir. Ancak biyolojik ırk ve cinsiyet ile yaş gibi kriterler dikkate alınmamıştır.

Oysa 1945 yılında atom bombasının mağdurlarının beş yıl sonraki sağlık durumları üzerine Dr. Alice Stewart tarafından yapılan araştırma kadınların yüzde kırk daha fazla kanser olduğunu göstermiştir. Otoritelerin küçümsemeyi tercih ettiği bu bilgi, ikinci bir araştırma yapılana dek gölgede bırakılmıştır. 2006 yılında bu kez Ulusal Bilim Akademisi tarafından nükleer kaza ve felaketlerin meydana geldiği Japonya, Ukrayna, Beyaz Rusya, Rusya, İskoçya, Avustralya, Kazakistan, Moğolistan ve ABD gibi ülkelerde 18-65 yaş aralığında yaşamını kaybetmiş kadın ve erkek nüfusun ölüm nedenleri karşılaştırılmıştır. Araştırmanın sonucu kanserden ölümlere kadınlarda yüzde elli daha fazla rastlandığını ortaya koymuştur. Japonya örneğinde Hiroşima’ya bomba atıldığı zaman beş ve daha küçük yaşlarda olan her erkek çocuğa karşı iki kız çocuğunun bugün kanser olduğu tespit edilmiştir. Maalesef bugün de Fukuşima’da Minamisoma Hastane kayıtları aynı doz radyasyona maruz kalınan bölgede kanser vakalarına erkeklere göre kadınlarda yüzde elli daha fazla rastlandığını göstermektedir.

Çok açık ki çocuklar, özellikle kız çocukları ve kadınlar bu sistemde karayolunda giden bisikletler kadar korunmasız ve yalnızdır. Oysa bu erilliği devam ettirmesi beklenenlerin sağlıklı doğması da annenin sağlıklı bir kız çocuk olmuş olmasına bağlı…. En azından kanser hastaları için radyasyon tedavisinin biyolojik cinsiyet ve yaşa uygun yapıldığı akılda tutulursa, genel olarak sınır dozlarında kademeli ve sistematik olarak belirlenmesi gerektiği daha iyi anlaşılabilir. Bu nedenle, bilimsel veriler daha fazla gözardı edilmeden başta ticari nükleer santraller için olmak üzere radyasyon sınır dozlarının değiştirilmesi biz dünya kadınları tarafından talep edilmeli, bu düzenlemeler yapılana kadar hiçbir nükleer tesisin kurulması dahi önerilememelidir!

Bu yazı yeniyasamgazetesi.com/ dan alınmıştır

 

Pınar Demircan

Dört yılda 56 bin 800 sığınmacı öldü ya da kayboldu

Sığınmacı krizinin küresel faturasını gözler önüne seren yeni bir rapora göre  dünyada 2014’ten bu yana 56 bin 800 sığınmacı öldü ya da kayboldu.

Deutsche Welle’nin Associated Press haber ajansının bir araştırmasına dayandırdığı haberine göre dünya çapında yaşamını yitiren ve kaybolan sığınmacı sayısı tahmin edilenden çok daha fazla.

Uluslararası örgütler, adli tıp kayıtları, kayıp ilanları ve ölüm haberleri gibi çok sayıda veriyi bir araya getirerek hazırlanan çalışma, 2014’ten bu yana en az 56 bin 800 sığınmacının öldüğünü ya da kaybolduğunu ortaya koydu.

Bu rakam, Birleşmiş Milletler Uluslararası Göç Örgütü’nün Ekim ayında yayınladığı rapordaki verilerin en az iki katı. BM verileri, dört yıl içinde 28 bin 500 kişinin kaybolduğunu ya da öldüğünü gösteriyor.

Haberde bilançonun gerçek resmi ortaya koymaktan çok uzak olduğuna da dikkat çekiliyor. Yeni bir hayat umuduyla yola çıkan sığınmacılardan bazılarının cesetlerinin denizin dibinde ya da çölde kumların altında yok olduğu vurgulanıyor. Ayrıca, yasadışı yollarla başka ülkelere gitmeye çalıştığı için ailelerin haber alamadığı yakınları için kayıp başvurusu yapmadığı belirtiliyor.

“Hükümetler sığınmacıların akıbetini araştırmıyor”

2015 yılında patlak veren mülteci krizinden bu yana sığınmacılar Akdeniz üzerinden Avrupa’ya geçmeye çalışıyor

Sığınmacılarla ilgili araştırmalara yeterince bütçe ayırılmaması da tablonun ne kadar ağır olduğunu ortaya koymayı zorlaştıran bir etken olarak öne çıkıyor. Örnek olarak 2015 yılında İtalya açıklarında 800 kişinin öldüğü sığınmacı faciası gösteriliyor. İtalya’nın bu facianın araştırılması ve ölenlerin teşhis edilmesi için söz verdiği ancak ülkede yönetimi devralan popülist hükümetin bu çalışmalara ayrılan bütçeyi kestiği vurgulanıyor.

Raporda dünyanın birçok noktasında siyasi ve sosyolojik bir soruna dönüşen göç meselesinin hükümetler tarafından hafife alındığı da vurgulanıyor.

Tek kriz Avrupa’da değil

Avrupa’daki sığınmacı trajedisinin göç konusunda en görünür kriz olduğuna dikkat çeken AP, dünyanın başka noktalarında da başka tehditler olduğunu aktarıyor. 2014’ten bu yana, Meksika’dan Amerika Birleşik Devletleri’ne gitmek isteyen 3 bin 861 kişinin öldüğü ya da kaybolduğu belirtiliyor. Orta Amerika ülkelerinden ABD’ye başlayan yeni bir göç dalgası karşısında ise Washington yönetiminin sert önlem hazırlığı içerisinde olduğu hatırlatılıyor.

Araştırmada, Güney Afrika ve Venezuela gibi göçün en fazla yaşandığı noktalardaysa krizin boyutu hakkında çok az şey bilindiğine dikkat çekiliyor. Venezuela’daki ekonomik kriz nedeniyle 2 milyondan fazla kişinin evlerini terk ettiği tahmin ediliyor. Afrika kıtası içerisinde ise 18 bin 400 kişinin göç sonucu hayatını kaybettiği vurgulanıyor.

Asya’nın ise en çok göç veren kıtalardan biri olmasına rağmen göç konusunda sağlıklı verilere ulaşmanın mümkün olmadığı vurgulanıyor. AP’nin verileri, Asya ve Ortadoğu’dan göç eden 8 bin 200 kişinin öldüğü ya da kaybolduğunu gösteriyor.

(DW)

Yokoluş isyanı – Ömer Madra

Bu yazı acikradyo.com.tr/ den alınmıştır

Britanya’da asrın eylemi başladı.​ 31 Ekim 2018: Bu günün, gezegen tarihinde önemli bir tarih olarak kayıtlara geçmesi mümkün. Kendilerini “Kaygılı Yurttaşlar” olarak tanımlayan yeni bir eylem grubu bu tarihte harekete geçti. Grubun adı Extinction Rebellion, yani Yokoluş İsyanı.

Risingup.org.uk adresindeki internet sitelerinde (https://risingup.org.uk/XR/active.php) haklarında hem ayrıntılı bilgi, hem de aylar öncesinden planlanmış dakik eylem takvimlerini bulabileceğimiz grup, dünyaya yaptıkları ilk çağrı metinlerine “Umut Ölür Eylem Başlar” başlığını atmış. İşte bildirinin tam metni:

Umut Ölür Eylem Başlar

Eşi benzeri görülmemiş bir küresel âciliyet hali ile karşı karşıyayız. Çocuklarımız ve ülkemiz vahim tehlike altında.

Gezegen ekolojik krizin içinde, biz de bu gezegenin deneyimlediği altıncı kitlesel yokoluş olayının ortasındayız. Bilimciler ani iklim çöküşü dönemine girmiş olabileceğimiz inancındalar.

Şu anda Yeryüzünün atmosferi, endüstri çağı öncesi seviyelerden 1°C daha sıcak. Paris anlaşmasında üzerinde anlaşmaya varılan 2°C derecelik ısınmanın altında kalması ihtimali de çok zayıf.

Son projeksiyonlar gösteriyor ki 3 derecelik bir ısınmaya, hatta potansiyel olarak bundan çok daha fazlasına doğru gidiyoruz,

Birleşik Krallık’ta bugün yaşamakta olan çocuklar sellerin, orman yangınlarının, aşırı hava olaylarının, alınamayan hasatların ve bir de, baskılar bu kadar büyük olunca, toplumun kaçınılmaz çöküşünün sonucu olarak, hayal bile edilemeyecek dehşetengiz olayların içinde kalacaklar.

Geleceğin bize arzettiği bu tehlike karşısında hiçbir hazırlığımız yok.

İnkâr zamanı geçti artık – iklim değişikliği hakkındaki gerçeği biliyoruz biz, halihazırdaki biyolojik mahvoluş gerçeğini de biliyoruz.

O gerçekliği doğru kabul ederek harekete geçmenin zamanıdır şimdi.

Bu doğruyla birlikte yaşamak, bizlerin nasıl bir davranış kalıbı içinde olmamızı gerektiriyor peki? Elinden gelen her şeyi yaptığını bilerek mi öleceksin?

İsyan

Siyasi sistemin bizi hepten yüzüstü bıraktığı apaçık – sistem, aciliyet kavramından tamamiyle bihaber gözüküyor ve hüsnü kuruntuya dayalı politikaları destekliyor.

Bilim insanları sürekli karbon salımında bulunmanın ne demek olduğunu daha 1990’da açıkça ortaya koymuşlardı; o tarihten beri atmosferdeki CO2 yüzde 60 arttı.O halde, bizi yönetenlerin çocuklarımızı öldürmek niyetinde olduğunu ve halihazırda insanlığa karşı suç işleme faaliyeti içinde bulunduğunu pekala söyleyebiliriz.”

Eylem

31 Ekimden itibaren bu ülkenin yurttaşları tekrar tekrar yıkıcı, şiddete dayanmayan sivil itaatsizlik eylemlerine girişecekler. Kitlesel gözaltılar, tutuklamalar olacak.

Birleşik Krallığın olağanüstü hal ilan etmesini, ülkede 2025’e kadar sıfır karbon ekonomisi yaratmak üzere harekete geçmesini, ve sıfır karbonlu geleceğimizin nasıl birşey olacağını kararlaştıracak sıradan insanlardan oluşan bir millet meclisi kurmasını talep ediyoruz.

Kişisel fedakârlıklarda bulunmaya razıyız. Gözaltına alınmaya, tutuklanmaya ve hapse girmeye hazırız. Davranışlarımızla örnek oluşturarak dünyanın dört bir yanında benzer eylemlere esin kaynağı olacağız. Bu dünya çapında bir çaba gerektiriyor, ama hareketin endüstri devriminin başladığı Birleşik Krallık’ta, bugün başlaması gerektiğine inanıyoruz.

Seçkinler ve siyasetçiler tarafından sessiz sedasız imha edilmeye razı gelmeyeceğiz. Onların soykırımsal davranışları karşısında onurumuzla, direncimizle, barışçı bir şekilde, bizden önce özgürlüklerimiz uğruna çarpışmış olan tüm o insanların ruhunu benimsemiş olarak çarpışacağız. Siyasi inanışları ne olursa olsun herkesi, ulusumuz ve yeryüzündeki hayat uğruna çarpışmak için bize katılmaya çağırıyoruz.

Konum

İklim değişikliğinin, kirliliğin ve doğal yaşam alanındaki tahribatın sebep olduğu bir ekolojik krizin göbeğindeyiz; türlerin dinozorları yok eden olaydan çok daha büyük çapta bir kitlesel yok oluşu kapımıza gelip dayanmış durumda. Rotamız toplumsal çöküşe, milyonların ve hatta milyarların ölümüne doğru çizilmiş durumda – insan türünün ortadan kalkması dahi ihtimal dahilinde. Gelecek karanlık, çocuklarımız da güvende değil.

Felaketin en büyüğünü önlemeyi sağlayacak olan değişim, teknik ve ekonomik olarak hâlâ mümkün. Değişimleri gerçekleştirmek kolay olmayacak ama dünyada bundan daha önemli, daha kayda değer hiçbir şey olamaz. Bu değişimler daha az hırçın ve telaşlı, daha güzel bir dünya yaratılmasına yönelik; gerekli değişimleri gerçekleştirmek, yeni iş sahaları da yaratacak. Bu, bir âcil durum – âcil eylem gerektiriyor.

Hükûmetimiz bilimin ve tarihin bize anlattıklarına uygun şekilde hareket etmiyor. O halde, Hükûmetimiz ihmal suçu işliyor demektir. Siyasi görüşlerimiz ne olursa olsun, başkaldırmak bizim ahlâki görevimiz. Sosyal bilimler bize barışçıl sivil itaatsizliğin değişimin gerçekleştirilmesinde etkili bir yol olduğunu gösteriyor. Vicdanlarımızın sesini dinlediğimizde, sevdiklerimizi korumak için fedakârlık yapmağa razı olduğumuzda hayatımıza amaç ve anlam kazandırmış oluruz. Bizim gibi duyup düşünenleri bu barışçıl İsyanımıza katılmaya çağırıyoruz.

Talepler

1. Hükûmet, içinde bulunduğumuz durumun ne kadar ölümcül olduğu konusunda doğruyu söylemeli, bu pozisyonla uyumlu olmayan tüm politikalarını değiştirmeli ve medyanın yanı sıra kendisi de değişimin âciliyeti konusunda halka bilgi vermeli – bireylerin, toplulukların ve şirketlerin yapması gereken şeyler hakkındaki bilgiler de buna dahildir.

2. İyiniyet beyanları ve rehber ilkeler yayınlamak buz örtülerini eriyip gitmekten kurtarmaz. Hükûmet, Birleşik Krallık’ta karbon salımlarını 2025 yılına kadar net sıfıra indirmek üzere bağlayıcı yasalar çıkarmalı ve ayrıca atmosferden sera gazı fazlasını çıkarmak üzere ekstra önlemler almalıdır. Hükûmet ayrıca küresel ekonominin gezegenin yıllık kaynak değerinin yarısından fazlasını kullanmaması için uluslararası işbirliği içine girmelidir.

3. Bu talepler, zorunlu olarak, ancak savaş zamanlarında kanunlarla düzenlenen çapta girişimleri ve seferberlik hallerini gerekli kılar. Ne var ki, Hükûmetimizin bu amaçların gerçekleştirilmesine yetecek cesur, hızlı ve uzun vadeli değişimleri yapacağına güvenmediğimiz gibi, politikacılarımıza daha geniş çaplı yetkiler vermeye de niyetimiz yok. Onun yerine, biz enkazdan çıkarken, amaca uygun bir demokrasi kurmak üzere, değişimleri gözetecek bir Yurttaşlar Meclisi talep ediyoruz.

(https://risingup.org.uk/XR/active.php)

Ey okur, bu bildiri çevrilip burada yayınlandığı sırada demokrasinin ve endüstri devriminin beşiği İngiltere’de belki de ileride asrın isyanı diye adlandırılacak eylem başlamıştı bile. Guardian gazetesinin haberine göre, Londra’da Parlamento Meydanı’nda, aralarında aileler, emekliler ve 20 yaş altındaki gençlerin de bulunduğu binden fazla insan toplandı. Yokoluş İsyanı grubu, dünyanın içine girdiği iklim acil durumuna dikkat çekmek üzere –yukarıda yazılı– isyan bildirisini okudu. Grup, ondan sonra yola oturdu, başkentin en kalabalık ve yoğun trafiği olan kavşaklarından birinde iki saat boyunca trafiği bloke etti. Farklı inanç gruplarından insanlar, Yeşil partiye mensup politikacılar ve gazeteciler, hızla büyüyen ekoloji krizinin muazzam boyutları hakkında insanları uyaran, acil eylem çağırılarında bulunan konuşmalar yaptı.

Ayrıca, beklenen, ama korkulmayan da “başa geldi”: “Yükselen sivil itaatsizlik kampanyası”nın ilk adımı olarak, Parlamento Binaları’na giden yolları kesen protestoculardan onbeşi gözaltına alındı.

“İsyan”, Birleşik Krallık’ta aralarında eski Canterbury Başpiskoposu Rowan Williams’ın da bulunduğu 100’e yakın sayıda kıdemli akademisyen tarafından da destekleniyor.

İsyanı örgütleyenler birkaç yüz kişi beklediklerini, ama binden fazla insanın katıldığını, bu yüksek katılımın da, halkın hükûmet ve politikacılara duyduğu öfke ve hüsranın boyutunu gösterdiğini, ayrıca ekoloji krizi karşısında nihayet birşey yapma ihtiyacının had safhaya vardığına işaret ettiğini söylediler.

Kasım başından itibaren yoğun ve sürekli bir kitle sivil itaatsizlik hareketi yürütecek olan grup adına konuşanlar, hapse girmeye hazır yüzlerce gönüllü olduğunu, eylemlerin 17 Kasım’da Parlamento Alanı’nda bir oturma grevi ve Londra şehri köprülerinde bir dizi planlı işgal eylemi ile doruğa çıkacağını belirttiler.

Organizatörlerden Gail Bradbrook, Kasım’da hayatın akışını kesintiye uğratacak geniş kapsamlı eylemler olacağını belirtti. “İnsanlar artık arkalarına yaslanıp politikacılarla şirketlerin hepimizi ekolojik yıkım uçurumundan aşağı sürmesine razı değiller” dedi. Ve ilave etti: “Bu bir acil durum ve acil cevap verilmesi gerekiyor.”

(https://www.theguardian.com/environment/2018/oct/31/15-environmental-protesters-arrested-at-civil-disobedience-campaign-in-london)

Not: Eylem takvimine şöyle bir göz atarsanız, bazı hoş sürprizlerle ve tanıdık simalarla da karşılaşabilirsiniz. Hadi bir de tüyo verelim: 16 Kasım ve 23 Kasım “geleceğin Cumaları” etkinliğinde sabah 11:00 -12:00 arasında bizim Grevci Greta da orada olacak – Dayanışma için İklimGrevi’nde!

(https://risingup.org.uk/XR/active.php)

Evet ey okur, son durum budur. Vakanüvisiniz hakir, gelişmeleri sizlere iletir.

Bu yazı acikradyo.com.tr/ den alınmıştır

 

Ömer Madra

Vakanüvis ÖM

İklim krizi Akdeniz havzasında su talebini yüzde 20 arttıracak!

Dünyanın önde gelen üniversitelerinden 10 bilim insanının Akdeniz Havzası üzerine gerçekleştirdiği ve Türkiye’yi de kapsayan çalışmasına göre bölgedeki sulama talepleri %20 artacak. Tatlı su kaynakları ve göllerde su seviyelerinin azalacağını ifade eden çalışma, bu konuda en büyük Akdeniz gölü olan Beyşehir gölünün 2040 yılında kuruyabileceğini belirtiyor. Araştırma aynı zamanda Akdeniz’deki işgalci türlerin sayısının 700’ü geçtiğinin vurguluyor.

Rapora göre en büyük Akdeniz gölü olan Beyşehir gölü2040 yılına kadar kuruyabilir

İklim Haber’de yer alan habere göre Akdeniz Havzası iklim değişikliğinin etkisini her zamankinden daha fazla yaşadığı bu dönemde, bölgede yaşanan iklim değişikliği kaynaklı riskleri konu olan bilimsel çalışmaların sayısı her geçen gün artıyor. Dünyanın önde gelen üniversitelerinden 10 farklı bilim insanı konu hakkında bir araya geldi ve iklim değişikliğinin bölgede su, ekosistem, gıda, sağlık ve güvenlik alanında ortaya çıkardığı riskleri derleyen “Climate change and interconnected risks to sustainable development in the Mediterranean” (İklim değişikliği ve Akdeniz’de sürdürülebilir kalkınmaya ilişkin riskler) başlıklı çalışma Nature Dergisi’nde 22 Ekim’de yayımlandı.

Çalışma, iklim değişikliği kaynaklı birçok çevresel etki ile risklerin, bölgedeki insanların geçim kaynaklarını nasıl etkilediğini derleyen ilk araştırma olarak göze çarpıyor.

Araştırmada sadece iklim değişikliğinden dolayı, bölgedeki sulama taleplerinin yüzyılın sonlarına doğru %4 ile %18 arasında artacağı öngörülüyor. Nüfus artışı bu rakamları %22-%74’e yükseltebilir. Turizm geliştirme, yeni sanayiler ve kentsel yayılma da su kirliliğini artırabilir. Türkiye ve Yunanistan’da kişi başına düşen su miktarı 2030 yılında ilk defa yıllık 1000 m3’ün altına düşebilir.

Çalışmada tatlı su kaynakları ve göllerde su seviyelerinin azalacağı ifade ediliyor. Bu konuda, en büyük Akdeniz gölü olan Beyşehir gölünün 2040 yılında kuruyabileceği örnek olarak gösteriliyor.

Çalışmada, iklim değişikliğinin kamu sağlığı üzerine etkisine de önemli bir yer veriliyor, iklim değişikliğinin kamu sağlığını birçok farklı yönden etkilediğini gözler önüne seriliyor. Araştırma, iklim değişikliği yüzünden artan sıcak hava dalgalarının ve hava kirliliğinin kardiyovasküler veya solunum yolu hastalıkları riskini artırdığı ifade ediliyor. Ayrıca bulaşıcı hastalık vektörlerinin (Batı Nil virüsü, Dang, Chikungunya) yayılımının da bölgede artacağına işaret ediliyor.

 

(İklim Haber)

Brezilya’nın yeni başkanı Bolsonaro, Amazon ormanlarını tehdit ediyor

Brezilya’daki devlet başkanlığı seçimlerinden zaferle çıkan aşırı sağcı lider Jair Bolsonaro, çevre ve tarım bakanlıklarını tek bir kurum altında toplayacak. 1 Ocak 2019’da göreve başlayacak Bolsonaro’nun adaylığı sırasında duyurduğu bu planı hayata geçireceği, yardımcısı Onyx Lorenzoni tarafından açıklandı.

Aşırı sağcı Sosyal Liberal Parti’nin (PSL) lideri Jair Bolsonaro’nun bu hareketinin Amazon Ormanları’ndaki doğal kaynakları tehdit ettiği belirtiliyor.

Aktivistler iki bakanlığın tek bir çatı altında toplanmasının ciddi sonuçları olacağı konusunda uyarıyor: Bir bakanlık tarım sektöründen sorumlu iken diğer bakanlığın aynı sektörün çevreye zarar vermemesi konusunda hareket etmesi böylelikle güçleşecek.

Ülkenin eski çevre bakanı Marina Silva, bu kararın ‘üçlü bir felakete’ yol açacağını söyledi: “Çevrenin korunmasının hiçbir değerinin olmadığı trajik bir döneme giriyoruz. Bu karar, tüketicilerin Brezilya’nın tarım sektörünün ormanların yok edilmesi sayesinde yaşadığına inanmasına yol açacak.”

Bolsonaro’ya destek verenler sektörler arasında tarım sektörü de bulunuyor.

 

(Hürriyet)

‘İklim değişikliği nedeniyle okyanusların ısınma hızı tahminlerin çok ötesinde’

Yapılan son araştırmalar, son 25 yılda okyanusların ısınma hızının tahminlerin çok ötesine geçtiğini gösterdi. Bilim insanları okyanusların ve denizlerin önceki tahminlerden yüzde 60 daha fazla ısındığını belirtiyor.

Elde edilen son verilerin Dünya’nın fosil yakıtlara karşı sanılandan daha hassas olduğunu gösterdiği vurgulanıyor. Nature dergisinde yayımlanan araştırma sonuçlarına göre Dünya’yı küresel ısınmanın etkilerinden korumak da sanıldığından daha güç olabilir.

Birleşmiş Milletler Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli sera gazlarının yaydığı ısının yüzde 90’ı okyanus ve denizler tarafından emildiğini açıklamıştı.

Son araştırma ise 25 yıldır, her yıl küresel elektrik üretimi için gerekli olan ısının 150 katının okyanuslara gittiğini ortaya koydu. Bu oran, eski tahminlerin yüzde 60 üzerinde.

Araştırma sonuçları hem üretilen aşırı ısının, hem de bu ısının ne kadarının okyanuslara gittiğinin net biçimde anlaşılmasını sağlamış durumda.

Bilim insanları, Dünya’nın karbondioksit salımına karşı tahmin edilenden çok daha hassas olduğu uyarısını yapıyor.

Okyanuslar için ne anlama geliyor?

Okyanuslara giden aşırı ısı, küresel sonuçları olan etkiler yaratıyor.

Laure Resplandy, “Daha sıcak okyanuslar demek, daha az oksijen demek. Bu da ekosistemi tehdit eden bir durum” diyor.

Bir diğer etki de ısınan okyanusların küresel su seviyesini sanılandan daha hızlı bir biçimde yukarı çektiğini gösteriyor.

 

(BBC Türkçe)

Bu veterinerin sokak kedilerine yuva diye bulduğu harika çözüm: Bozuk çamaşır makineleri!

Portekiz’in dağlar arasındaki Monchique şehrinde yaşayan Ana Silva adlı veteriner hekim, kentteki sokak kedilerinin sayıları ve yaşam koşullarından endişelenmesi sonucunda başlattığı Aqui Ha Gato (Burada Bir Kedi Var) adlı projeyle kedilere bakım ve yuva sağlıyor. Ana Silva’nın kedilere yuva olarak bulduğu çözüm ise artık çalışmadığı için evdekilere yük olarak görünen bozuk çamaşır makineleri.

Veteriner Ana Silva, kedilere yuva olan çamaşır makineleri ile

Ajanimo’da yer alan habere göre Correio da Manha gazetesine konuşan Silva, kliniğinde yetkililerin alması için kenara ayırdığı iki bozuk çamaşır makinesinin, baktığı kedilerin ilgisini çektiğini fark edince bu fikri bulduğunu, makinelerin içine birer battaniye koyduktan sonra kedilerin cihazları asla terk etmediğini söylüyor.

Yerel belediyenin de desteğini alan Silva’nın kentin dört bir yanına yerleştirdiği çamaşır makineleri öğrenciler ve grafitti sanatçıları tarafından boyanıyor.

Kediler için çamaşır makineleri yalnızca “terası” olan rahat birer yuva değil: Aynı zamanda kedileri yazın sıcaktan, kışın soğuktan koruyor ve bu hayvanların insanların bahçelerine daha az uğramasını sağlıyor.

Portekizli veteriner hekim bu yöntemin kedilere bakım sunmasını da kolaylaştırdığını, çamaşır makinelerini gezerek bir haftada 50 kediyi kısırlaştırdığını söylüyor.

Kentte ‘kedi köşkleri’ olarak adlandırılan bu yuvalar herkesi memnun etmiyor.

“Hayvanları çok sevmeyen insanlar da var ama hayvanseverlerin sayıları bu insanları dengeliyor” diyen Silva, kentteki bir okulun da bozuk çamaşır makinesiyle projeye katıldığını ve bunun öğrencilere hayvanların zararsız olduğunu öğretmek için bir fırsat olduğunu söylüyor.

Ulusal basının ilgisini çeken Silva projesini ülke geneline yazmak istiyor, “Eski çamaşır makineleri ve kurutucularınızı bekliyoruz” diyor.

 

(Ajanimo)

EPDK yeni lisanssız yönetmeliğinin taslağını yayınladı

Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu ‘Elektrik Piyasasında Lisanssız Yürütülebilecek Faaliyetlere İlişkin Yönetmelik’ taslağını yayınladı.

EPDK tarafından yapılan açıklamaya göre taslak lisanssız elektrik üretimine yönelik mevcut Yönetmelik ve Tebliğ düzenlemelerini birleştirilmesi ile oluşturuldu ve 30 Kasım 2018 günü mesai bitimine kadar kamuoyunun görüş ve değerlendirmelerine açık olacak.

Mahsuplaşma ve depolama yönetmeliğe girdi

Taslakta lisanssız elektrik üretim sektörünün uzun zamandır talep ettiği aylık mahsuplaşma sisteminin işleyişi de yer aldı.

Aynı zamanda elektrik depolamaya yönelik faaliyetler de lisanssız elektrik üretim düzenlemelerine ilk defa girmiş oldu.

27 Mart 2018 tarih ve 30373 Sayılı Resmi Gazete’nin 2. Mükerrer sayısında yayınlanan torba kanun ile 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’nun ”Lisanssız Yürütülebilecek Faaliyetler” başlıklı 14. maddesine elektrik depolama ve talep tarafı katılımı kapsamında gerçekleştirilen piyasa faaliyetleri de eklenmişti.

İlgili taslağa buradan ulaşabilirsiniz.

 

(Yeşil Ekonomi)

İklim değişikliği biranızın maliyetini iki katına çıkarabilir

Grist’de Eric Niiler imzasıyla yayınlanan makaleyi Yeşil Gazete gönüllü çevirmeni Hatice Çulha‘nın çevirisi ile paylaşıyoruz.

***

 

Bira içenler, iklim değişikliği arpa üretimini etkilediği için daha az biraya daha fazla ödeme yapabilirler. Bilim insanları, aşırı kuraklığın ve sıcak hava dalgalarının tahılın yetiştirildiği bölgelerde sıklaşacağını ve yoğunlaşacağını düşünüyor.

Birçok çiftçi halihazırda kuraklığa karşı daha dayanıklı tahıllar üretmek ve su tasarrufu için daha verimli sulama sistemleri kullanarak zaten yavaş yavaş ısınmakta olan gezegene ileri bitki ıslahı teknikleri ile uyum sağlıyor. Ancak Nature Plants dergisinde çıkan yeni bir çalışma, birçok bölgenin gelecekteki kurak iklim koşullarıyla başa çıkamayacağını söylüyor. Bu çalışma, California Irvine Üniversitesi’nden çevre bilimci Steven J. Davis ile birlikte Çin’deki bir araştırma ekibi tarafından yapıldı.

Ekip dünya çapında malt haline getirilebilen arpanın yetişeceği bölgelere baktı ve 2100 yılına kadar 5 farklı iklim ısınma senaryosunda neler olacağını tahmin etti. Ekip, hem ekonomik aktivite hem de iklim değişikliği modelleri kullanarak bira fiyatı ve tüketiminin yanı sıra arpa üretimine de ne olacağı konusunda tahminlerde bulundu.

Çalışmaya göre, en şiddetli iklim olaylarının yaşandığı süre boyunca dünya çapında bira tüketiminin yüzde 16’sı oranında, başka bir deyişle hemen hemen ABD’nin 2011 yılındaki toplam bira tüketimine eşit miktarda azalacağı tahmin ediliyor. Çalışma ayrıca ortalama bira fiyatlarının iki katına çıkacağını öngörüyor. Her ülke bundan farklı bir şekilde etkilenecek. Örneğin İrlanda’da bir Arjantin biranın bardak fiyatı 4,84 dolar, İtalya’da 4,52 dolar ve Kanada’da ise 4,34 dolar kadar artacak. Çalışmada belirtilenlere göre, Amerikalı içki severler olağanüstü durumlarda bira fiyatlarının 1,94 dolara kadar çıktığını görecek ve arpa çiftçileri ise diğer ülkelere daha fazla ihracat yapacak.

İklim değişikliği ve Çin ekonomisi hakkında çeşitli makaleler yayınlayan Davis, aşırı kuraklık ve sıcaklıkların çiftçileri arpalarını yerel bira fabrikalarına satmak yerine, çiftlik hayvanlarına vermeye zorlayacağını ifade ediyor. Davis, “Bu sıkıntılarla karşılaştığımızda modellerimiz, insanların bira üretimi yapmaktansa arpaları çiftlik hayvanlarını beslemede kullanmalarını öneriyor. ” diyor ve ekliyor, “Bu oldukça mantıklı. Bu ticari mal açısından oldukça lükse kaçıyor ve masanızda yemek olması daha önemli.”

Fort Collins, Colorado’daki New Belgium Beer Factory’de (Yeni Belçika Bira Fabrikası) sosyal ve çevresel sorumluluk yöneticisi Katie Wallace, “İklim değişikliğinin etkileri zaten butik biracılar tarafından hissediliyor.” diyor. 2014’te ABD’nin arpa yetiştiren bölgesi – Montana, Kuzey Dakota ve Idaho – aşırı derecede nemli ve sıcak bir kış geçirdi. Bu da erken filizlenmeye yol açtı ve mahsullerin çoğu işe yaramaz hale geldi. Çiftçiler, depodaki kaynaklardan yararlanmak zorunda kaldılar.

2017 yazı ve geçtiğimiz yaz Pasifik Kuzeybatı butik biracılara eşsiz lezzetler sunan şerbetçi otu üretimini etkileyen şiddetli kuraklıktan etkilendi. Wallace, arpa ve şerbetçi otunun gelecekte yaşanması muhtemel kıtlığına karşı nasıl etkilenmeyeceklerini planlarken iklim değişikliğinin tüm butik biracıların zihnini kurcaladığını söylüyor. Newman, “Oldukça stres verici.” diyor ve ekliyor, “Bazı durumlarda, artan bir hassasiyet düzeyinin olduğunu ve ucundan dönmelerin yaşadığını gözlemliyoruz. Tüm bu olanlar belirli aralıklarla gerçekleşti, ancak sıklığı artıyor” diyor.

Ülke çapında 4,500 küçük bira fabrikasını temsil eden ticaret grubu Brewer’s Association’da tedarik zinciri uzmanı Chris Swersey, butik bira endüstrisinin geleceği planladığını ifade ediyor. Swersey, arpa üretiminin miktarının ve yerinin bugünkügibikalacağını düşündüğü için bilimsel çalışmaların doğruluğunu pek onaylamadığını söylüyor. Araştırmacılar, arpa serisini kış hava şartlarına dayanıklı türlerle genişletmeyi ummalarına rağmen, Swersey arpa yetiştiriciliğinin kuzeye Kanada’ya taşındığını söylüyor.

Swersey, “Sektör, arpa üretiminin değiştiğinin zaten farkında.” diyor ve şöyle devam ediyor, “İleriyi düşünmemiz ve iklimimizin 50 ya da 100 yıl sonra nasıl bir hale geleceği konusunda akıllı davranmamız gerekiyor.” diyor.

Bu sadece iklim değişikliğini düşünen sıradan insanların yaptığı bir şey değil. En çok satan markaları No 1 (Bud Light) ve No. 3 (Budweiser) üreten Budweiser, ABD’nin bira üretiminde krallığını sürdürüyor. Budweiser, Kuzey Amerika’daki geniş bir çiftçi ağından arpa satın alıyor ve tarım uzmanı Jessica Newman’ın rehberliğinde kuraklığa dayanıklı yeni arpa türlerine yatırım yapıyor. Newman Idaho Falls, Idaho’daki ofisinde şöyle diyor, “ Her şey doğru çeşitleri bulup doğru karışımı elde etmek ve tahıl yetiştiricilerimize doğru teknolojiyi sunmakla ilgili.”

Newman, Budweiser’in Colorado’daki gıda laboratuarının Voyager, Merit 57 ve Growler adında yeni arpa türleri üzerinde çalışmalar yaptığını söylüyor ve şöyle ekliyor, “Kuraklığa ve filizlenmeye dayanıklı üretim yapıyoruz. Yağışlar erken gelir ya da yılın yanlış döneminde yağarsa, arpa filizlenebilir ve kullanılmaz hale gelir. Ayrıca su kullanımının daha az olmasını ve daha az tarımsal kimyasalların kullanılmasını istiyoruz.”

İklim bilimci Davis, kendisinin ve meslektaşlarının bu çalışmayı iklim değişikliğinin günlük hayatımızı nasıl etkilediğiyle ilgili tartışmayı canlandırabilmek için bir düşünce çalışması olarak yazdıklarını ifade ederken söyle konuşuyor, “Bira hakkında bir gazete sayfası, varoluşsal tehditlere yol açan bir konuyla uğraşırken biraz anlamsız görünebilir. Ancak, bazılarımız kişisel bir bira sevgisine sahip ve bunun ilginç olabileceğini düşünüyor. İklim değişikliği sadece hava durumunu değiştirmez; market alışverişimizi ve hobilerimizi de etkiler.”

 

Makalenin İngilizce Orjinali

Yeşil Gazete için çeviren: Hatice Çulha

 

(Yeşil Gazete, Grist)

Aydın’da protesto edilen Jeotermal santralinin ÇED toplantısı yaptırılmadı

Jeotermal santrali için düzenlenen ÇED toplantısında köylülerin protestosu ile karşılaşan Bakanlık ve şirket yetkilileri toplantıyı terk etmek zorunda kaldı.

Aydın’ın İncirliova ilçesine bağlı Kızılcaköy Mahallesi’nde Gürmat Elektrik Üretim Anonim Şirketi tarafından yapılması planlanan Sarı Zeybek Jeotermal Santrali (JES) projesine ilişkin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile şirket yetkililerince organize edilen Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) toplantısı, köylülerin protestosuna sahne oldu.

Toplantının yapıldığı çadıra ‘Aydın’ın içme suyu İkizdere Barajı kirlenmesin’ pankartı asan köylüler, ‘Ağaç yoksa hayat yoktur’, ‘Bu topraklar bizimdir, bizim kalacak’ yazılı dövizler taşıdı.

Toplantının yapıldığı çadıra yoğun güvenlik önlemleri arasında gelen Bakanlık ve firma yetkilileri, köylülerin düdük ve ıslıklı protestosu karşısında konuşma yapamadan toplantıyı terk etmek zorunda kaldı.

Köylüler adına söz alan Kızılcaköylü Avukat Akın Yakan, toplantının usule aykırı düzenlendiğini belirtti. Yakan, “Bu toplantının yapılması gereken yer burası değil Kızılcaköy’dür. ÇED raporu için konuşacak olanlar da firma değil, Bakanlık yetkilileri olmalıdır. Yasalar bize bu jeotermal kuyularının birinci derecede tarım alanlarına ve su kaynaklarının olduğu yere yapılmaması gerektiğini söylüyor. Ama buna rağmen Aydın Valiliği ve Çevre Şehircilik İl Müdürlüğü bunların hiçbirini görmeden, mahkeme kararlarını dinlemeden karar veriyor. Hiçbir şekilde yerleşim alanlarının olduğu yere JES yapılmaması gerekiyor. Burası su alanlarının göbeği, buraya bunun yapılmaması gerekiyor. Sulama alanı derken neyi kastediyoruz? İkizdere Barajı ve onun kaynakları bütün ova sulanıyor. Bu su kaynağının zehirlenmesi demek, bütün yer altı sularının da kirlenmesi demek. Yetişen bütün ürünlerle hepimizin zehirlenmesi demektir. Bu yüzden de JES’e karşıyız” dedi.

Köylüler de yaptıkları konuşmalarda  jeotermal santral istemediklerini ifade etti.

 

(Mezopotamya Ajansı, Artı Gerçek)