Hafta SonuManşet

[Botanitopya] Bitki zekası ve ağaçların gizli dili – Benan Kapucu

0

Açık Radyo’da her Pazar 10:30 – 11:00 saatleri arasında yayınlanan Botanitopya‘yı hazırlayıp sunan Benan Kapucu, 2019 itibarı ile programda daha önce yer verdiği konuları Yeşil Gazete okurları için de paylaşıyor. 

“Bitkiler âleminin tuhaf ve muhteşem dünyasını belgeleyen botanik sanatına dair her şeyin konuşulacağı bir program” şiarı ile Açık Radyo’da yer alan programın podcastlerine bu bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.

***

Ben oldum olası ağaçları çok severim. Onların “hisseden” varlıklar olduğunu, “bilgi alışverişi” yapabildiklerini ve çevrelerinin “farkında” olduklarını düşünürüm. Ormandaki ağaçların kendi aralarında gizli bir dili olduğuna inanırım. Bitkilerin zeki ve sosyal varlıklar olduğunu, zorluklara karşı strateji geliştirerek evrim basamaklarını başarıyla geçtiğini söyleyen birçok araştırma var. Onlar da bu duygumu, düşüncemi destekliyor elbette.

Peki, bitkiler akıllı canlılar mı gerçekten? Sorun çözebilir ya da çevreleriyle yani diğer bitkilerle, böceklerle ya da daha gelişmiş hayvanlarla iletişim kurabilir mi? Yoksa pasif ve hissedemeyen, mekanik ve rastlantısal hareket eden organizmalar mı sadece? Bu soruların kökeni, farklı düşünce okullarında, bitkilerin ruha sahip olduğunu söyleyen ya da tersini savunan filozofların tartıştığı Antik Yunan’a dek uzanıyor. Bitkilerin akıllı ve duyarlı organizmalar olduğu ve görünenden çok daha karmaşık becerilere sahip oldukları fikri, Demokritus’tan Platon’a, Linne’den Darwin’e birçok filozof ve bilim insanı tarafından da benimsenmiş.

Floransa’daki Uluslararası Bitki Nörobiyolojisi Laboratuvarı Direktörü Stefano Mancuso, zekâyı problem çözebilme yetisi olarak tarif ediyor ve bitkilerin karşılaştıkları problemleri çözmekte inanılmaz derecede usta olduklarını söylüyor. Ona göre varlıklarını sürdürmeye dair her tür problemi ustaca çözebiliyor; kendi aralarında bilgi alışverişi yapabiliyor; köklerinden en tepesindeki yaprağa kadar her türlü bilgiyi aktarabiliyor. Evet, bir beyinleri yok ama dış kaynaklı streslere karşılık verme yetenekleri var ve -bir bitki için bu kelimeyi kullanmak tuhaf gibi görünebilir ama- ne olduklarının ve çevrelerinin “farkındalar”.

Bitki Zekası

Mancuso, Alessandra Viola ile birlikte yazdıkları “Bitki Zekâsı” isimli kitapta ayrıca, köklerin besin kaynağına doğru yönlenmesinin de bitki zekâsına örnek olarak verilebileceğini savunuyor. Kitabın Türkçe baskısı, Almıla Çiftçi çevirisiyle Yeni İnsan Yayınevi tarafından yayımlanmış.

Mancuso, sağlam, ölçülebilir bilimsel bilgilere dayanarak bitkilerin gelişmiş organizmalar olduklarını ilk kez ileri süren ismin Charles Darwin olduğunu söylüyor. Darwin’in bakış açısıyla şu anda dünya üzerinde yaşayan tüm canlılar kendi evrimsel halkalarının en sonundalar. Bu, evrimsel süreç boyunca uyum sağlamada olağanüstü bir kapasite göstermiş oldukları anlamına geliyor. Darwin, bitkilerin son derece gelişmiş ve karmaşık canlılar olduğunu çok iyi biliyordu ama yaşadığı zamanın koşullarında daha temkinli bir dil kullanmak zorundaydı.

Bugün, Darwin’den neredeyse bir buçuk yüzyıl sonra, yapılan birçok çalışma üst düzey bitkilerin gerçekten de zeki olduğunu, çevrelerinden sinyaller alabilen, bilgiyi işleyen ve kendi hayatta kalışlarına uyarlanan çözümler planlama becerisinde olduğunu söylüyor.

Bitkilerin zekâya sahip olduğunu savunanlar arasında olan, Edinburgh Üniversitesi profesörlerinden Anthony Trewavas da bitkilerde sinyallere dayanan bir iletişim ağı olduğunu dile getirmekte.

Ağaçların Gizli Yaşamı

Almanya’da Der Spiegel’in çok satanlar listesinde haftalarca kalan Ağaçların Gizli Yaşamı kitabı da benzer bir tez üzerine kurulu. Yazarı Peter Wohlleben, bu kitapta ağaçların aralarında sosyal bir ağ oluşturduğunu gayet ikna edici bir biçimde anlatıyor. Türkçe baskısı, Kitap Yurdu Yayınlarından Ali Sinan Çulhaoğlu’nun çevirisiyle çıkmış. Peter Wohlleben, tamamen doğa dostu yöntemler kullanarak Almanya’daki Hümmel köyünde ona tahsis edilen ormanlık alanı yöneten bir orman mühendisi. Gönül verdiği bu ormanla ve ağaçlarla ilgili gözlemlerinden yola çıkarak yazmış bu etkileyici kitabı. Ağaçların da tipik insan davranışları sergilediğini, ebeveynlerin yavrularıyla iletişim kurduklarını, büyümelerine destek olduğunu hatta ağaçların birbirini yaklaşan tehlikelere karşı uyardığını aralarındaki hasta veya acı çeken bireylerle gıdalarını paylaştığını çok akıcı hatta duygusal bir dille anlatıyor. Ormandaki ağaçlar, koku kullanarak kendini ifade eder ve birbirleriyle anlaşırlarmış örneğin. Kayın, ladin ve meşe ağaçlarının kökleri örneğin, başlarına bela geldiğinde bu bilgiyi ağacın tamamına iletir ve bu da yaprakların koku bileşenleri salgılamasını tetiklermiş.

New Hampshire’daki Dartmouth College’dan I. T. Baldwin ve J. C. Schultz, 1980’li yılların başında bu fenomene şu gözlemle açıklık getirmiş: Bir kavağın, akağacın ya da meşenin yapraklarının bir kısmını yok ettiğinizde, ağacın geri kalan kısmı, otobur hayvanların yiyemeyeceği maddeler, özellikle de tanen salgılıyor. Kısacası, ağaç fazla tüketilirse, kendini yenemez hale getiriyor. Bu durum komşu ağaçlarda da görülüyor. Bu, bitkilerin tehlike sinyali gönderdiği anlamına geliyor. Bu tehlike sinyali de kökler vasıtasıyla değil, bir çeşit gazlı hormon olan etilen salgılamalarıyla gönderiliyor. Tabii bu iletişim, sadece uçucu kimyasallar yoluyla olmuyor. Bazı bilim insanları, bitkilerin birbirleri arasında elektrik sinyali ve titreşim gönderdiklerini de gözlemlediklerini de söylüyor.

Ağaçların sesle iletişim kurduğunu savunan, Batı Avustralya Üniversitesinden Monica Galliano ve ekibi köklerin çıkardığı 220 hertz frekansında sesi ölçmeyi başarmışlar. Çıtırdayan kökler ille de bir şey anlamına gelmiyor ama ilginç olan deneyde yer almayan fide köklerinin buna tepki vererek, uçlarını sesin geldiği yöne çevirmiş olması. Ses dalgalarıyla iletişim kurabiliyor oldukları fikri, ağaçları daha yakından tanımamız için de bir fırsat olabilir. Kayınların, meşelerin, çamların keyiflerinin yerinde olup olmadığını veya neye ihtiyaçları olduğunu duyabiliriz. Ama ne yazık ki araştırmacılar henüz yolun başında. Ama bir daha ki sefere ormanda yürüyüşe çıktığınızda hafif bir çıtırtı duyarsanız dikkat edin, zira duyduğunuz ses rüzgarın sesi olmayabilir.

Kitapta, en ilginç bilgilerden biri ağaçların sosyal varlıklar olduğuna dair… Aralarından biri zor durumda olduğunda, güçsüz düştüğünde diğer ağaçlar doğal denge için onu güçlendirme yoluna gidermiş. Doğanın seçilim yasasında “güçlü olan yaşar” kuralının aksine, zayıf üyelerini kaybetmek ormanın “işine gelmiyor”. Farklı türden ağaçlar ışık ve su gibi yerel kaynaklar için mücadele edermiş ama türdeş ağaçlar için durum farklıymış. Kayın ağaçları arkadaş olabilir, hatta birbirini beslerlermiş.

Ağaçlar öylesine senkronize davranırlarmış ki, ormanın farklı noktalarında bulundukları ortamın koşulları büyüme şartları açısından aynı değerde olmasa da “eşit başarılar göstermeleri için” zayıf ve güçlü taraflarını kendi aralarında eşitlerlermiş. İnce veya kalın, aynı cinsten her ağaç, ışık sayesinde aşağı yukarı eşit miktarda şeker üretir. Bu dengeleme yer altında, köklerde olur. Canlı bir alışveriş sürer: Şekeri fazla olan şeker verir, fakir olan destek alır. Bu biraz da toplumdaki herhangi bir bireyin diğerlerinden çok geride kalmamasını sağlayan sosyal yardım sistemlerine benziyor. Ormanın sistemine göre bir ağaç, ancak kendini çevreleyen orman kadar güçlüdür.

Ve aşk…

Ve aşk… Ağaçlar üreyişlerini en az bir yıl önceden planlamaya başlıyormuş. Ağaç aşkının her bahar olup olmaması türlere bağlı. Çam ağaçları tohumlarını yılda en az bir kez yolculuğa gönderirken, yaprak döken ağaçlar tamamen farklı bir strateji izleyip çiçek açmadan önce kendi aralarında anlaşırmış. Aynı anda çiçek açmayı tercih ederlermiş ki pek çok ferdin genleri iyice karışabilsin. Her tür kendi içinde yüksek oranda genetik çeşitlilik barındırdığı için ağaçlar da bugüne dek ayakta kalabiliyor. Ladin gibi bazı türlerin erkek ve dişi çiçeklerinin birkaç gün arayla açılmasının nedeniyse, dişi çiçekleri başka hemcinsinin yabancı poleniyle tozlaşmasına fırsat vermek. Bu da son derece stratejik…

İlginç ama tozlaşma için ladin gibi rüzgara değil de böceklere güvenen kuş kirazında durum biraz değişiyor. Kuş kirazları aynı anda çiçeklenme içinde erkek ve dişi organları üretiyor. Polenlerini arıların taşıdığı az sayıda gerçek orman ağacı türlerinden biri. Arılar ağacın tacının tümünü dolanırken kaçınılmaz olarak ağacın kendi polenlerini de yayıyor. Ancak kuş kirazı kardeşler arası çiftleşme tehlikesinin yaklaştığını sezerek bunu engelliyor. Şöyle ki, bir erkek polenin hortumları dişi polenin organına konduğunda, içeri girip yumurta hücresi yönünde büyümeden önce bir kontrol yapıyor. Polen kendisininkiyle aynı çıkarsa hortumları bloke ediyor ve kurutuyor. Kuş kirazının benim, senin ayrımını nasıl yaptığı bugüne dek anlaşılamamış. Hatta biraz ileri giderek ağacın onları “hissettiğini” de söyleyebiliriz. Çiftleşmenin ağaçlar için ne türden bir eylem olduğu şimdilik bir muamma.

Ağaçlar öğrenebilir mi?

Ağaçların büyümeyi ağırdan aldığını biliyoruz… Wohlleben genç ağaçların büyüme hızının ebeveynleri tarafından kontrol edildiğini yazıyor. Genç kayınlar her mevsim rahatlıkla 45 santim uzayabilecek bir yapıda ama, ormanda kendi anneleri bu hızlı büyümeyi onaylamıyor ve yavrularını devasa taçlarıyla gölgeliyor. Tüm yetişkin ağaçların taçları birleşerek ormanın zemini üzerinde kalın bir örtü oluşturuyor. Bu örtü güneş ışığının yalnızca yüzde üçünün zemine, dolayısıyla yavruların yapraklarına ulaşmasına veriyor. Aslında yavruların iyiliğine yarayan pedagojik bir yöntem… Peki bu ebeveynler yavrularının en hızlı biçimde bağımsız olmasını istemez mi? Bilim insanlarının da söylediği gibi ağır büyümek, bir ağacın ileriki yaşlarını görebilmesi için şartmış. Ağır büyüme hücrelerinin hava barındırmayacak şekilde küçük kalmasını, fırtınalara karşı daha esnek bir yapıya sahip olmasını ve mantarlara karşı daha dirençli olmasını sağlıyor. Ağaçların bu bebeklik dönemi, sıra kendilerine gelinceye dek bazen 200 yıl bile sürebiliyor. Gün gelip de anne ağaç ömrünün sonuna ulaştığında, onun yere düşüp de açtığı aralıktan diledikleri kadar fotosentez yapmaya başlayabilirler. Metabolizmaları da değişim geçirmek zorunda kalır. Ağaçlar parlak ışığa dayanıklı ve onu kullanabilecek daha sağlam yapraklar ve iğneler oluşturur ve üç yıl sonra dümdüz yukarı doğru uzar. Kafalarına göre sağa sola yatan ve yukarı uzamak yerine oyalanan özgür ruhların ise şansları yoktur kendilerini bir kez daha gölgelerin içinde bulur. Tüm engelleri aşarak güzelce büyümeye, uzamaya devam eden genç ağaçlar yirmi sene geçmeden bir sabır testine daha tutulur. Merhum annenin komşuları da bu arada onun geride bıraktığı boşluğa dallarını uzatmaya başlamıştır. Genç kayınlar ve çamlar bir kez daha bu iri kıyım komşulardan birinin havlu atmasını bekleyecektir.

Peki ağaçlar öğrenebilir mi? Öğreniyorlarsa bu bilgiyi nerede depolar? Ne de olsa ağaçların veri tabanı olarak işlev görecek ve işlem yürütecek bir beyinleri yok. Bu bütün bitkiler için geçerli ama bazı bilim insanları bu konuya şüpheyle yaklaşıyor. Tabii bu noktada sahneye Avustralyalı bilim insanı Doktor Monica Galiano çıkıyor. Galiano tropik yarı çalı olarak bilinen mimozalarla ilgili bir çalışma yapar. Su damlalarının tek tek ve düzenli aralıklarla bitkinin yapraklarına düştüğü bir deney yapar. İlk başta ürkek yapraklar derhal kapanır ama bir süre sonra su damlalarından zarar gelmeyeceğini öğrenirler ve yapraklar aldırmadan açık kalırlar. Galiano için şaşırtıcı olan bitkilerin bunu haftalarca sonra bile hatırlamış olmaları.

Araştırmalar, ağaçta beynin muadilinin kökler olduğunu söylüyor. Darwin, 1880 yılında yazdığı Bitkilerin Hareket Gücü adlı eserinde her bitkinin kendi programlama merkezi ile donatılmış binlerce kök ucuna sahip olduğunu yazmış. Yeni araştırmalar, ağacın hassas kök şebekesinin sürprizlerle dolu olduğunu gösteriyor.

Şimdiye kadar ağaçtaki tüm aktivitelerin kimya ile ilgili olduğu düşünülüyordu. Bizim de pek çok işlevimiz kimyasal elçiler tarafından düzenleniyor, bunda şaşılacak bir şey yok. Ama ya beyin? Nörolojik süreçler, yani kimyasal mesajların yanı sıra elektriksel akımlar da var mı? Bonn Üniversitesi Hücresel ve Moleküler Botanik Enstitüsü’nden Frantisek Baluska çalışma arkadaşlarıyla beraber kök uçlarında hayvanlardaki gibi beyin benzeri yapılar bulunabileceği fikrini savunuyor. Araştırmacılar, davranışlarda değişime sebep olan elektriksel sinyalleri ölçmüşler. Örneğin bir ağacın kökü, zehirli maddelere, delinmez taşlara ya da çok nemli toprağa rastlarsa durumu analiz ediyor ve büyüyen kökü kritik bölgelerin etrafından dolandırıyor. Bitki araştırmacılarının birçoğu bu çeşit davranışların akıl, hafıza becerisi ve duygu için bir veri havuzuna işaret ettiği konusunda şüpheci şimdilik.

Ancak bitkilerin evrimsel süreçlerinde, farklı iklim koşullarına ya da çevresel etkilere karşı geliştirdikleri çoğalma, korunma, beslenme gibi adapte olma becerileri, onlarda zekâ olduğunu düşünmemize neden oluyor. Bitkinin daha iyi suya, topraktaki minerallere ve güneş ışığına ulaşmak için gösterdiği esnek davranış biçimleri, birçok araştırmacının ortaya koyduğu bitkilerin de zekâya sahip olduğu tezini güçlü bir şekilde destekliyor.

Zekâ, hayatta kalmanın temel koşuluysa, biraz daha ileri giderek bitkilerin bizden daha zeki olduğunu bile düşünebiliriz. Milyonlarca yıldır geçirdikleri evrimleşme süreci sayesinde bugün bizden katbekat uzun yaşayabiliyorlar, öyle değil mi? 5 bin yaşını geçmiş ağaçlar var dünya üzerinde… Evrimleşirken, yavaşlamayı, hareketsiz olmayı “seçmiş” olmaları, bölünebilir parçalardan oluşmaları, koloniler halinde ortaklaşa bir yaşam sürüyor olmaları gerçekten çok değerli değil mi? Evrimsel süreçte problemleri çözerek hayatta kalmak bir zekâ belirtisi ise ormanda karşımıza çıkan kadim bir ağaçla kendimizi kıyaslayalım lütfen.

Ağaçlar biz olmadan da gayet iyi yaşayabilirler. Ancak onlar olmadan bizim neslimizin çabucak tükeneceği ortada. Türkçe’de ve başka pek çok dilde en aza indirgenmiş bir yaşam durumunu anlatmak için “ot gibi yaşamak” ya da “bitkisel hayat” deyimleri kullanıyoruz. Eğer bitkiler konuşabilseydi, belki de soracakları ilk soru bu olurdu: “Kime göre ot gibi?”

.

1 – Bereket sembolü pirincin hikayesi

.

.

Benan Kapucu

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.