Ana Sayfa Blog Sayfa 2595

“Mulier (Kadın) Sergisi” Trump Art Gallery’de açıldı

Trump Art Gallery; kadına yönelik şiddete, çocuk gelinlere ve kadınların yaşadığı sorunlara dikkat çekmek için 20 sanatçının buluştuğu ‘Mulier (Kadın)’ adlı karma sergiye ev sahipliği yapıyor. Sergi 6 Mart’ta açıldı ve 31 Mart tarihine kadar ziyarete açık kalacak.

Trump Alışveriş Merkezi‘nde yer alan Trump Art Gallery; kadına yönelik şiddete, çocuk gelinlere ve kadınların yaşadığı sorunlara dikkat çekmek için 20 sanatçının buluştuğu ‘Mulier (Kadın)’ adlı karma sergi için kapılarını açıyor.

Tarihin ilk çağlarında kadının toplumdaki değeri doğurganlığıyla ölçülüyordu. Zamanla kadının doğurganlığı, fiziksel anlatımın ötesine geçerek simgesel hatta sanatsal bir hal aldı. Kadının güçlülüğü, hümanistliği ve varlığı ise bulunduğu toplumu ileriye taşımaya devam ediyor.

Zaman içindeki kadının toplumdaki değişimi serginin sanatsal çerçevesini oluştururken sanatçılar tarafından şekillenen eserler ‘Mulier (Kadın)’ karma sergisinde bize rehberlik ediyor. Resim, heykel, fotoğraf, cam ve seramik sanatının bileşenlerinden oluşan sergiye katılan sanatçılar, farklı malzemeler kullanarak ürettikleri eserlerde, kadının niteliğinin değişkenliklerini kendi perspektiflerinden ele alarak farklı şekillerde yorumluyor.

‘Mulier (Kadın)’ karma sergisinde; Aylin Örücü, Badem Kübra Kocalar, Burak Tekerli, Bülent Çınar, Büşra Kölmük, Cangül Gügük, Cemre Bozkurt, Deniz Küçükballılar, Ecem Yerman, Emel Özyol, Emir Furkan Tekkalmaz, İrem Kopuz, İrem Yılmaz, K. Muzaffer Gençer, Miray Durgut, Özgür Akpınar, Seza Çakır, Sezgi Tamer, Tuğba Matgöncü ve Zahit Yıldız olmak üzere, 20 sanatçı eserleriyle yer alıyor.

Küratörlüğünü Kenan Bahadır Derre’nin üstlendiği sergi, 6 Mart – 31 Mart tarihleri arasında Trump Alışveriş Merkezi B3 katında bulunan Trump Art Gallery‘de ziyaret edilebilir.

(Yeşil Gazete)







Macar Kültür Merkezi’nde “Şiir Resimleri – Macar Çocuk Kitabı İllüstrasyonlarından Görüntüler” sergisi açıldı

Macar Kültür Merkezi’nin yeni sergisi, Macar çocuk kitabı illüstrasyonunun uzun hikâyesini hem 1950 ve 60’ların efsane grafikerlerinin, hem de çağdaş sanatçıların eserleriyle gözler önüne seriyor. Elliye yakın sanatçının çizimlerini kapsayan sergi, Macar illüstrasyonunun zenginliğini, sembolizmden groteske uzanan geniş bir yelpazede ele alıp, izleyicileri şiir ve masalların büyüleyici dünyasına oyunlarla interaktif bir şekilde davet ediyor. Sergi, resimlerin yanı sıra son yıllarda yayımlanan Macar çocuk kitaplarından örnekler de içermekte.

28 Şubat’ta açılan ve 24 Nisan 2019’a kadar gezilebilecek sergi, Macaristan’dan çocuk kitapları ile Macar çocuk kitabı illüstrasyonlarını farklı dönemlerden örneklerle bir araya getiriyor. 1950 ve 60’lı yıllarda Ágnes Nemes Nagy veya Sándor Weöres gibi pek çok önemli şair, baskıcı rejim altında susturuldukları ve şiirlerini yayımlayamadıkları için çocuk edebiyatına yöneldiler. Çocuk şiirlerine yeni bir bakış açısı getiren bu şairler, aynı zamanda çocuk kitabı illüstrasyonu geleneğinde de bir dönüşüm başlattılar. Günümüzde, 21. yy’da yeni bir altın çağ yaşadığı düşünülen ve dünya çapında beğeni toplayan Macar çocuk kitabı yazar ve illüstratörleri, bu öncülerin açtığı çığırdan ilerlemektedir.

Her yıl Nisan ayında gerçekleşen Bologna Çocuk Kitapları Fuarı’na da selam duran sergi, ünlü illüstratör ve kuklacı Dávid Remsey’in sunuşuyla başlayacaktır. Remsey, ilerleyen günlerde Macar ve Türk çocukları için çeşitli atölyeler de düzenleyecektir.

Sergide László Réber, Endre Bálint, Gyula Hincz ve János Kass gibi pek çok ulusal ve uluslararası ödüle layık görülmüş, Macar illüstrasyon geleneğinin efsane isimleri ile çağdaş illüstratörler bir arada sergilenecektir.

Sergide illüstrasyonlarıyla yer alacak isimler ise şöyle: Írisz Agócs, Endre Bálint, András Baranyai (b), Rozi Békés, István Buzay, András Dániel, Alexandra Faltisz, Adrienn Gyöngyösi, Gyula Hincz, Ildikó Horváth, Igor Lazin, Krisztina Kállai Nagy, Tibor Kárpáti, János Kass, Dóra Keresztes, Ágnes Keszeg, Zita Kismarty-Lechner, Fruzsina Kun, Andrea Kürti, Gabriella Makhult, Mariann Máray, Krisztina Maros, Annamária Megyeri, Jacqueline Molnár, Diána Nagy, Nagy Norbert, Orosz Annabella, Pap Kata, Pásztohy Panka, Paulovkin Boglárka, Pikler Éva, Réber László, Reich Károly, Rofusz Kinga, Schall Eszter, Szalma Edit, Szimonidész Kovács Hajnalka, Szulyovszky Sarolta, Takács Mari, Timkó Bíbor ve Vojnich Erzsébet.

Bu sergi Budapeşte’de Balassi Cultural Center’da aynı adla gerçekleşen serginin yeni bir düzenlemesidir. Küratörlüğünü Gürçim Yılmaz’ın üstlendiği İstanbul edisyonunda, duvar resimleri İstanbul’da yaşayan Macar ressam Lea Tóth tarafından yapılmıştır.

Sergi 24 Nisan 2019’a kadar ziyarete açık kalacak.

(Yeşil Gazete)

İstos Sohbetleri “Osmanlı Feminist Kanonuna Bugünden Bakmak: Sanat ve Edebiyatta Yarattığı Yeni Tahayyül Biçimleri”

Aras Yayıncılık’ın düzenlediği İstos Sohbetleri’nin bu haftaki konukları Nora Tataryan, İz Öztat ve Karin Karakaşlı olacaklar.

9 Mart Cumartesi günü, 8 Mart Kadın Yürüyüşü’nün hemen ertesinde, saat 16.00’da, istos kafe & kitabevi’nde başlayacak sohbette, Nora Tataryan, İz Öztat ve Karin Karakaşlı “Osmanlı Feminist Kanonuna Bugünden Bakmak: Sanat ve Edebiyatta Yarattığı Yeni Tahayyül Biçimleri” üzerine konuşacaklar.

(Yeşil Gazete)

Böcek Aleminin (Entomofauna) Dünya Genelinde Azalması: Faktörlere Genel Bir Bakış – Kısım 1

Biological Conservation sayı 232‘de makaleyi Yeşil Gazete gönüllü çevirmenlerinden Nilüfer Ağaç’ın çevirisi ile yayınlıyoruz. Bu makale tefrika edilecektir.

***

Francisco Sànchez-Bayo, Kris A.G. Wyckhuys

Önemli Noktalar

  • Böcek türlerinin %40’dan fazlası yok olma tehdidi altında
  • Lepidoptera, Hymenoptera ve bok böceği (Coleoptera) en çok etkilenen taksonlar
  • Yoğun tarıma yönelmeden kaynaklı doğal ortam kaybı azalmanın temel tetikleyicisi
  • Kimyasal tarım kirleticileri, istilacı türler ve iklim değişikliği ek sebepler

Özet

Böceklerin biyoçeşitliliği dünya genelinde tehdit altında. Burada, dünya genelinde böcek azalmalarının 73 tarihsel raporuna kapsamlı bir bakış sunuyoruz ve bunun altında yatan etmenleri sistematik olarak değerlendiriyoruz. Çalışmamız, gelecek on yıllarda dünya böcek türlerinin %40’nın yok olmasına sebep olabilecek dramatik azalma oranlarını gözler önüne seriyor. Karasal ekosistemde Ledideptore, Hymenoptera ve bok böcekleri (Coleoptera) en çok etkilenen taksonlar olarak görülüyor ki halihazırda suda yaşayan 4 ana takson (Odonata, Plecoptera, Trichoptera ve Ephemeroptera ), türlerinin önemli bir oranını kaybettiler. Etkilenen böcek grupları sadece, belli ekolojik nişlerde bulunan özel türleri değil birçok ortak ve genel türleri de içeriyor. Eş zamanlı olarak azalanların bıraktıkları boş nişleri daha genel türler dolduruyor. Suda yaşayabilen böcekler arasında; tarım ve kentleşme sebebiyle kayıpların görüldüğü sularda doğal çevre, gıda yoksunluğu ve kirliliğe dayanıklı türler yerlerini alıyor. Önem sırasına göre türlerin azalmasındaki ana tetikleyiciler;i) doğal ortam kaybı, yoğun tarım ve kentleşmeye dönüşüm ii) ağırlıklı olarak sentetik böcek zehiri ve suni gübrenin sebep olduğu kirlilik iii) patojenleri ve egzotik türleri içeren biyolojik faktörler iv) iklim değişikliği. İkinci faktör özellikle tropikal rejimlerde önemli ancak yalnızca daha soğuk iklimlerde ve ılıman bölgelerin dağlarındaki türlerin azınlığını etkiliyor. . Mevcut tarımsal uygulamalar, özellikle de pestisit kullanımında ciddi bir azalma ve bunun daha sürdürülebilir, ekolojik temelli uygulamalarla ikame edilmesi üzerine yeniden düşünmek, mevcut eğilimleri yavaşlatmak veya tersine çevirmek; azalan böcek nüfusunu kurtarmak ve sundukları yaşamsal ekosistemi korumak için acilen gerekli. İlaveten; hem tarımsal hem de kentsel ortamlardaki kirli suların temizlenmesi için etkili iyileştirici teknolojiler uygulanmalı.

Anahtar kelimeler

Soy tükenmesi, Tozlayıcılar, Sucul böcekler, Tarım, Pestisitler, Ekosistem hizmetleri, Küresel değişim ekolojisi

GİRİŞ

Biyologlar ve ekolojistler yıllarca dünya genelindeki karasal ve sucul omurgalıların uğradıkları biyoçeşitliliğin azalması konusunda endişe duydular (Ceballos ve Ehrlich, 2002; Primm ve Raven, 2000; Wilson, 2002) ama şimdilerde bilim insanları benzer endişeleri omurgasız taksonlar, özellikle de böcekler için dile getiriyorlar. Azalan popülasyon sadece bolluğun azalmasına değil türlerin daha sınırlı bir coğrafi dağılımına da işaret ediyor ve soylarının tükenmesine giden birinci adımı gösteriyor (Diamond 1989). Biyoçeşitlilik kaybından büyük oranda, 20. yüzyılın sonunda doğal ekosistemler üzerinde ortaklaşa %30-%50 oranında hak talep eden avlanma, ormansızlaştırma, tarımsal genişleme ve yoğunlaşma, sanayileşme ve kentleşme (Vitousek vd.1997) gibi insan faaliyetleri sorumlu tutuluyor(Ceballosvd., 2017; Maxwell vd., 2016).

Tarımsal yoğunlaşmanın kuşlar, böcekçil memeliler ve böcekler gibi birbiriyle ilişkisi olmayan taksonların popülasyonlarının azalmasında temel tetikleyici olduğunu gösteren güçlü kanıtlar mevcut. Dünya genelindeki kırsal alanlarda ,doğal habitat unsurlarının (örneğin çalı çiti) devamlı ortadan kaldırılması doğal drenaj sistemlerinin ve diğer peyzaj özelliklerinin bertaraf edilmesi kimyasal gübre ve pestisitlerin tekrar tekrar kullanılması tüm biyoçeşitliliği olumsuz etkilemektedir (Fuller vd., 1995; Newton, 2004; Tilman vd., 2001). Yakın zamanlı analizler otlaklardaki kuşların (Mineau ve Whiteside, 2013 ) ve akarsulardaki sucul organizmaların (Beketov vd.2013) azalmasına sebep olan temel faktörün, etkilerini değişken ölçülerde arttıran diğer faktörlerle birlikte, aşırı pestisit kullanımı olduğuna işaret ediyor. Aynı faktörlerin tanık olduğumuz böcek dünyasına ait benzer ölümleri açıklayıp açıklamadığını henüz bilmiyoruz.

27 yıllık bir popülasyon izleme çalışması 2017 yılında, Almanya’daki çeşitli koruma alanlarında uçan böcek biyokütlesinde %76 oranında şok edici bir azalma olduğunu ortaya koydu (Hallmann vd., 2017). Bu, ölçümler daha kısa zaman dilimlerinde yapıldığında istatistiksel olarak anlamlı olmayan ya da önemsiz sayılabilecek, insan eliyle bozulmanın kısmen daha az olduğu doğal ortamlarda dahi yıllık böcek kütlesi ortalamasında %2,8’lik bir kayba işaret ediyor.Çalışmanın yaklaşık otuz yılda sürekli bir düşüş eğilimini göstermesi endişe verici. Porto Riko’nun yağmur ormanlarında yapılan bir çalışma toprak eklem bacaklarının biyokütlelerinde son 36 yıllık dönemde %78 ile %98 arasında bir azalma olduğunu ve yıllık bazda da %2,2 ile %2,7’ye karşılık gelen bir azalma olduğunu ortaya koyuyor (Lister ve Garcia, 2018).Lister ve Garcia omurgasız gıda kıtlığının sonucu olarak aynı bölgede kuşlar, kurbağalar ve sürüngenlerde de paralel azalmalar olduğunu ortaya koydu. Her iki çalışma da, 10 yıl önce Güney Britanya’da (Shortallvd. , 2009) gözlemlenen uçan böceklerin (özellikle Diptera) azalma eğiliminde olduğunda hemfikir. Böcekler, dünya üzerindeki karasal türlerin üçte ikisini oluşturduğundan, yukarıdaki eğilimler altıncı büyük yok oluşun gezegenimiz üzerindeki yaşam formlarını derinden etkileyeceğini doğruluyor (Thomasvd., 2004).

Yağmur ormanlarındaki eklem bacaklılardaki azalma iklim değişikliğiyle ilişkilendirilirken Almanya’da böcek biyokütlelerindeki yıldan yıla düşüşte etkili olduğu düşünülen 12 farklı faktör (örneğin ekilebilir alanlardaki artış, ormansızlaştırma, küresel ısınma) gözlemlenen değişikliğin %20’sini çok da açıklamıyor. Daha şaşırtıcı olan,böcek sayısında gözlemlenen yıllık değişkenliğin %80‘ini de açıklanmamıştır (Hallman vd., 2017). Her ne kadar yazarlar sentetik pestisitlerin etkilerini hesaplayamasalar da böcek biyokütlesindeki yaygın azalmanın tetikleyicisi olduğuna işaret ediyorlar.

Ancak yukarıdaki çalışmalar son 10 yıllarda Avrupa ve Kuzey Amerika’daki sayısız böcek taksonunlarındaki (örneğin kelebekler, karafatmalar, uğur böcekleri, yusufçuklar, taş sinekleri ve eşek arıları) popülasyon azalmasına dair önceki raporlarla uyumludur. Böceklerdeki azalmanın, aynı zaman diliminde kuş ve bitkilerde gözlemlenen azalmadan çok daha fazla olduğu anlaşılmaktadır (Thomas vd.,2004) ve bu, dünyadaki ekosistemlerin pek çoğunda geniş tabanlı ve ve peş peşe etkileri tetikleyebilir.

Bu inceleme; böceklerin azalması, yani tür zenginliğindeki (biyoçeşitlilik) değişimler ve zaman içindeki popülasyon bolluğu hakkındaki mevcut bilgi durumumuzu özetliyor ve kayıpların muhtemel sebeplerine işaret ederek koruma stratejilerinin onları azaltmak veya hatta tersine çevirmek için uygulanabileceğini gösteriyor..Önceki incelemeler dar kapsamlıdır ve belirli bölgelerdeki tekil böcek grupları ile sınırlıdır ancak hiçbir çalışma, tüm böcek taksonlarının kapsamlı bir incelemesini bir araya getirmemiş ve dünyanın farklı bölgeleri arasındaki yerel bulguları karşılaştırmamıştır.

Devamı

17. Uluslararası Gezici Filmmor Kadın Filmleri Festivali başlıyor

İstanbul Fransız Kültür Merkezi, 11 – 17 Mart tarihleri arasında Filmmor Kadın Kooperatifi tarafından düzenlenen Uluslararası Gezici Kadın Filmleri Festivali’ni ağırlıyor.

Kadınlarla kadınlar için sinema yapmak amacıyla kurulan Filmmor Kadın Kooperatifi, yine imkânsızlıkları mümkün kılarak, Uluslararası Gezici Filmmor Kadın Filmleri Festivali’nin 17.’sini düzenliyor.

17. Filmmor Kadın Filmleri Festivali’nde izleyiciler sinemaya ve hayata özgün / feminist kadrajlar açan, 21. yüzyılın ustalarından 49’unun “sinemayla dansı”; Türkiye ve dünyadan 80 film var. Agnes Varda Retrospektifi Agnes Hakkında Her Şey programının yanı sıra, Kadınların Sineması, Kendine Ait Bir Cüzdan, Bedenimiz Bizimdir, Cins-iyet-ler, Feminist Bellek; Ursula K. Le Guin, Kadınların Seçimi; Yerel Adımlar, Geniş Alanlar bölümlerinde 80 film; Hikâye Anlatıcısı Kadınlar, Sinemada Cinsiyet Temsilleri ve Performansları, Feminist Kadraj panelleri; kadınların sinema yapma temaşasını kolaylaştırmak için atölyeler, söyleşiler, forumlar, yönetmenlerle buluşmalar var.

(Yeşil Gazete)

Çevreci Greta’nın başarısı Haklı olmanın başarısıdır! – İbrahim Özdemir

Victor Hugo haklıymış: “Hiçbir ordu zamanı gelen bir fikir kadar güçlü değildir.”

On altı yaşındaki İsveçli çevreci Greta Thunberg bu sözün ne kadar haklı ve yerinde olduğunu bir kez daha hepimize gösterdi.

Greta 8’inci sınıf öğrencisi.

Yaptığı iş ile yaşını ve boyunu aşarak dünyadaki tüm çocuklara sesleniyor ve yetişkinlere de yol göstermeye çalışıyor.

Greta Thunberg bunu sadece bir pankartla yapıyor.

Greta’nın İsveç’ten yükselen çığlığı, İber Yarımadası’ndan İskandinavya’ya kadar binlerce öğrenci tarafından duyuldu ve destekleniyor.

Binlerce öğrenci, “Dünya iklimi için okul grevi yapıyor.” Cuma günleri dersi kırıp, gösteri yapıyorlar.

Yaklaşık altı ay kadar önce Greta İsveç Meclisi’nin önüne oturarak pankartını açtı:

Dünya gençliği iklim için okul grevi yapıyor.

Kar-kış demeyerek eylemine devam etti.

Amacı milletvekillerinin, çevreci kurumların ve kamuoyunun dikkatini çekmekti.

Kendi ifadesi ile “Kötüye doğru sürüklenen dünya ikliminin serüvenine bir çoban ateşi olmaktı.

Bu içten eylem başarılı oldu.

Greta bu gün peşinden binlerce öğrenciyi sürüklüyor.

Öğrenciler, “Bu dünya bizim, kirletmeye, yok etmeye hakkınız yok” diye haykırıyor.

Greta’nın BM İklim Zirvesinde yaptığı konuşma tüm dünyada büyük bir yankı buldu.

Dünya basını ve televizyonlar bu genç kıza ilgi gösterdi.

En büyük olay ise sosyal medyada yaşandı.

Yüz milyonlarca insan söz konusu konuşmayı paylaştı.

Video tüm dünya dillerine ya çevrildi ya da alt yazı eklendi.

Kısaca, içtenlikle söylenen bu mesaj hedefini buldu.

Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu‘nda davet edildi. Bir kez daha dünya liderlerini uyardı.

Arkasından Avusturya Dünya Zirvesi’ne katıldı.

Arnold Schwarzenegger’den BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’e ve başka önemli şahsiyetlere varıncaya kadar görüşmeler yaparak düşüncelerini ve kaygılarını dile getirerek konuya çok ciddi bir biçimde eğilmelerini istedi.

Arnold Schwarzenegger küçük yaşta dünyanın geleceği için mücadeleye başlayan Greta’ya söyledikleri anlamlıydı:

“Sadece şikâyet etmekle kalmayıp aslında bu konuda bir şeyler yapan birini görmeyi seviyorum.

Bana ilham veriyorsun…  

Okula devam edin ve sizi Viyana ve R20’ye davet etmek isterim, böylece orada başkalarına da fazlasıyla ilham verebilirsiniz” diye Greta’ya Twitter hesabından destek verdi.

Greta gerçekten küçük yaşına karşın mücadeleci ve ne yaptığını çok iyi bilen bir çocuk.

Bütün fotoğraflarında yüksek özgüvenini görmek mümkün.

Çünkü dünyanın geleceğinin kendisini, arkadaşlarını ve gelecek nesilleri çok büyük ölçüde etkileyeceğini biliyor.

Rehberi ise bilim ve bilim insanları.

Greta’nın çok okuyan, okuduğu üzerinde düşünen ve sonuçlar çıkaran bir öğrenci olduğu belli.

Ama onu asıl meşhur eden AKTİVİST/EYLEMCİ yönü.

“Dünyayı değiştirme zamanı” diyor adeta.

İklimsel değişiklikler ve küresel ısınma ve buna bağlı olarak meydana gelen iklim değişiklileri ve çevre sorunları dünya çocuklarını ve gençleri ürkütüyor.

Yaşlıların büyük ekseriyeti, özellikle de politikacılar ise olaya duyarsız.

Onlar da haklı olarak isyan bayrağını açıyorlar.

Greta “Bunu ne kadar sürdürebilirim, bilmiyorum ama inatçı olacağım” diyor.

Bu duyarsızlık devam ederse, çocuklar ve gençler demokrasiye ve siyasete olan inanç ve güvenlerini yitirebilirler.

Bu da çok daha radikalleşmelere yol açabilir.

Greta’in inadı ilk meyvelerini verdi.

Avrupa Birliği’nden iklim için milyarlarca avro harcama sözü aldı.

AB geçen hafta aldığı bir kararla önümüzdeki on yıl boyunca iklim değişikliğiyle mücadele için yüz milyarlarca avro harcamaya karar verdi.

Brüksel’deki toplantıya Greta Thunberg de davet edildi.

Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker, iklim değişikliğinin “icat edildiğini” ve “ideolojik” olduğunu öne süren ABD Başkanı Donald Trump’ı de eleştiriyor:

“Sayın Trump ve arkadaşları iklim değişikliğinin keşfedilmiş ve ideolojik bir kavram olduğuna inanıyor. Ancak tehlikeli bir şey zaten devam ediyor ” dedi. Tehlikenin farkına varılmış.

Juncker bu konuyu tüm dünyanın gündemine getiren Greta’yı kutladı ve herkesin önünde elini öptü.

Bunun anlamı: AB liderleri dünyanın süper gücü olan ABD’nin Başkanı’nın dediklerine değil, on yaşındaki genç bir kıza inanıyor.

Juncker “2021’den 2027’ye kadar olan bir sonraki mali dönemde, AB bütçesinde harcanan her dört avrodan biri, iklim değişikliğini hafifletmek için harekete geçirilecek” diye de ekliyor.

Greta, Belçikalı çocukların küresel ısınmayı protesto etmek için okuldan kaytararak yaptıkları ve 10 binden fazla öğrencinin katıldığı gösteriye de katıldı.

Brüksel’deki gösteriye katıldı.

O artık her yerde tanınan bir çevre kahramanıydı.

Bazı öğrenciler “dünyanın ölmekte olduğunu inkâr etmeyi durdurun!” pankartları taşıdılar.

Greta, dünyadaki gençlerin siyasetçilerin bilim adamlarının uyarılarına kulak vermelerini istediklerini söyledi.

Greta, Avrupa Ekonomik ve Sosyal Komitesinin (EESC) genel kurul toplantısında bir panele katılarak: “Bilimin arkasında birleşin. Talebimiz bu” dedi.

“Bilim insanlarıyla konuşun ve onlara kulak verin.”

İklim değişikliği konusundaki kafa karışıklığının arakasında Trump ve ekibi var.

ABD’deki büyük şirketlerin desteklediği bu anlayışa göre küresel ısınma bilim adamlarının uydurdukları sahte bir sorun.

Bilim insanlarına kulak vermiyorlar. Gençleri ise onlara iş oluşturacakları vaadiyle kandırıyorlar.

Halbuki sürdürülebilir bir ekonomide de yeni iş oluşturma ve bulma imkanları var.

Asıl sorun, elitlerin değişim istememesi.

Trump seçilmeden önce verdiği sözü tuttu.

Paris Anlaşması’ndan çekildi.

Paris Anlaşması, küresel sıcaklık artışını 2 santigrat derecenin altına düşürmeyi ve bilim insanlarının su mevcudiyetini sınırlayacağını, sahil şeridini değiştireceğini ve insan sağlığına zarar vereceğini söylediği küresel ısınmanın zarar seviyelerini önlemeyi hedefliyor.

Trump’ın ABD Çevre Koruma Ajansı’nın başına getirdiği kişi küresel ısınma ve iklim değişikliğinin büyük bir kriz olmadığını söylüyor.

Kuzu, kurda teslim edilmiş. Çevre kurumunun başına getirilen kişi, çevre sorunlarına inanmıyor.

Almanya, İsviçre, Fransa ve Avustralya’daki öğrenciler öncülüğünü takip ettiler ve protesto etmek için dersleri atladılar.

Politikacıların “hareket etmeme konusundaki başarısızlığı“ insanlık tarihinin en büyük başarısızlığı olacak ve tüm zamanların en büyük kötü adamları olarak hatırlanacak ”dedi.

Evet, Victor Hugo haklıymış.

“Hiçbir ordu zamanı gelen bir fikir kadar güçlü değil”miş.

Greta bunu hepimize bir kez daha gösterdi.

Greta Thunberg Facebook üzerinden de mücadelesine kesintisiz devam ediyor.

İklim İçin Okul Grevleri için ilkeler ve tavsiyeler listesi kısa ve basit:

  • Şiddet yok,
  • Tahribat yok,
  • Yerlere çöp atmak yok,
  • (Şahsi) çıkar yok,
  • Nefret yok,
  • Karbon ayak izini en aza indir,
  • Her zaman bilime atıfta bulun.

Bir çevreci olarak Greta’nın dediklerini öncelikle torunlarımla paylaştım.

“Bakın! İsveçli genç bir kız hepimizi uyarıyor!” Torunlarım da Greta’ya katılıyor.

Bu sese ve çağrıya kulak vermemiz ve ona destek olmamız lazım.

Asıl BEKA sorunu budur!

Gidecek başka bir yer ve gezegen henüz yok.

İbrahim Özdemir

Öğretim Üyesi, Abo Akademi Üniversitesi, Turku-Finlandiya

LÖSEV’in hastanesine yine ruhsat yok!

Lösemili Çocuklar Vakfı’nın (LÖSEV), lösemili çocukların tedavisi için inşa ettiği LÖSANTE Hastanesi’ne yine ruhsat çıkmadı. Lösemili çocukların aileleri, Sağlık Bakanlığı önünde yaşananlara tepki gösterdi.

Tüm Türkiye’nin ihtiyacı olan, çocuklardan yetişkin hastalara kadar, teşhisten tedaviye bütün imkanları barındıran LÖSANTE’ye yine ruhsat çıkmadı.

LÖSEV, yapımı 2015’te tamamlanan ancak tamamına ruhsat verilmediği için tam kapasite çalışamayan LÖSANTE Hastanesi ile ilgili 25 Şubat’ta ‘sevindirici’ bir açıklama yapmıştı.

LÖSEV açıklamasında, Sağlık Bakanlığı’nın gönderdiği “Kamu hastanesi gibi hiçbir ilave ücret almaksızın sunmayı taahhüt ettiğiniz takdirde talepleriniz tekrar değerlendirilecektir.”cevabını paylaşarak “SEVİNDİRİCİDİR.” ifadelerini kullanmıştı.

Ancak LÖSANTE Hastanesi için hala ruhsat çıkmadığı kaydedildi.

Dün bir kez daha verilen sözün tutulması için Sağlık Bakanlığı önünde toplanan lösemili çocuklar ve aileleri “Ne ruhsat geldi ne de bir arayan soran oldu” diye tepki gösterdi.

LÖSEV yetkililerinin Sağlık Bakanı Fahrettin Koca ile görüşme talebi de reddedildi.

“BAKANLIĞA YAKIŞMADI”

LÖSEV’in Kurucu Başkanı Dr. Üstün Ezer, Sağlık Bakanlığı önünde çevik kuvvet polislerinin kalkanlarla güvenlik önlemi almasına tepki göstererek, “Lösemili Çocuklara karşı Polis Kalkanı kurduran Sağlık Bakanlığına yakışmadı. Sen git kanserle savaş SağlıkBakanlığı” ifadelerini kullandı.


Ismarlama davaları kim kazanır? – Kemal Can

Bu yazı gazeteduvar.com.tr sitesinden alındı

18 Ekim 2017’den bu yana hapiste tutulan Osman Kavala için beklenen iddianame, Gezi Davası olarak geldi ve mahkeme tarafından da kabul edildi. Daha önce çıkan/çıkartılan haberlerden de anlaşıldığı ve beklendiği üzere; tuhaflıklarla, saçmalıklarla dolu, içinde delil bulunmayan süper kalın iddianameler dizisinde yerini aldı. İddianame, Cumhuriyet Davası’nda, milletvekili yargılamalarında olduğu gibi, hesap sorulması istenen durumu -TCK’da yeri olsun olmasın- suç haline getirmek, sonra da bu hikayeye uysun uymasın malzeme yığmak, inandırıcı dursun durmasın uyduruk bağlantılar icat etmek üzerine kurulu. Yıllar önce yazılmış bir kitap, bir tiyatro oyunu, çekilmemiş bir belgesel, sivil toplum faaliyetlerine destek, uluslararası sivil toplum hareketlerinin uluslararası fon kullanması, basın açıklaması yapmak, internet sitesi veya TV kanalı kurmaya çalışmak, seyahat etmek, sohbet etmek gibi nasıl bir suç teşkil ettiği belirsiz faaliyetler, tamamen iddianameyi kaleme alanın özel “değerlendirmeleriyle” ortak ve büyük organize bir suçun parçaları olarak sunuluyor. Gizli olmayan, son derece sıradan ve gündelik görüşmeler polisler gizlice fotoğrafını çekti veya dinledi diye kanıt olarak sunuluyor. Son derece sıradan konuşmaların tapeleri anlamından kopartılıp; arkasında, “görüldüğü gibi”, “anlaşıldığı gibi” lafı eklenip suçlamalara dayanak yapılıyor. Birbiriyle tanışmayan insanlardan örgüt yönetimi yaratılıyor.

657 sayfalık iddianamenin çok büyük bir bölümü, 2013 yılında -çoğu şimdi hapiste veya kaçak olan yargı ve güvenlik mensuplarınca- yapılmış telefon dinleme ve teknik takip kayıtlarından oluşuyor. Yani, iddianameye dayanak oluşturan ve en çok kullanılan malzemeler, “FETÖ Davası” sanıkları eliyle hazırlanmış. Ancak iddianame, yine aynı cemaate bağlı itirafçıların “Gezi’yi destekledik” ifadelerine de yer vermekte bir sakınca görmüyor. Bu yaklaşımla, devletin içindeki kumpasçı bir örgütün gizli emellerinin yanı sıra çok güvenilir ve düzgün dinleme kayıtları tutmaya devam ettiğine inanılıyorsa, altı yıl önceye dönülerek raflardan indirilen Gezi soruşturması yanında, daha önce takipsizlik verilen bazı tapelerin de yeniden değerlendirilmeye alınması gerekmez mi? (Neyse bu onların iç meselesi…) İddianamenin uluslararası komplo kanıtı diye öne sürdüğü -neredeyse tamamı daha önce iktidara yakın medyada yayınlanmış- tuhaf çıkarımlar, hayal gücü sınırlarını zorlayan bağlantılar da evlere şenlik: İddianameye göre, Türkiye öyle bir ülke ki, üç gün burada kalan bir Sırp vatandaşının birkaç kişiye verdiği eğitimle -o eğitimin de kanıtı yok; adam Türkiye’ye geldiği için iddia makamı “herhalde vermiştir” diye düşünüyor- 3,5 milyon kişi harekete geçiyor. Ayrıca, böyle bir hareketi bütün dünya şer güçlerinden aldıklarıyla yönetenler, bir internet sitesi veya belgesel için bir türlü para bulamıyor. Ismarlama davanın kanıtı da bu kadar oluyor.

Otoriter bir yönetim tesis etmenin en etkili araçları, ceza ve ödül (kayırma) sistemi üzerindeki mutlak hakimiyet gösterileridir. Daha sonra büyük hukuk skandalları olarak kayıtlara girecek, yapanlar cezalandırılmak zorunda kalacak olsa da, iktidar sahipleri sürmekte olan sembol davaların davacısı, savcısı, hakimi, hamisi olmaktan kaçınamazlar, söylemeyi çok sevseler de yargının bağımsız olmasını istemez/isteyemezler. Çok uzun bir geçmişten bahsetmiyoruz. Ergenekon, Balyoz davaları sırasında, bu yargılamaların sahibi, hamisi olunduğu ülkenin meydanlarında açıklandı; sonra da, o davaları yürüten bütün savcılar ve hakimler yine bu sözlerin sahiplerince kumpasçı ilan edildi. Kendi bekasını katı bir otoriterliğin gölgesine yerleştirenler için, sonradan ortaya çıkabilecek utandırıcı tutarsızlıklar, ceza sopasını keyfi kullanabilme iştahını asla durdurmuyor. Hele bu tutarsızlığı ve suçu yükleyecek birileri, buna inanmış görünen kalabalıklar bulmak zor değilse. Hatta o davaların bazı mağdurlarının, şimdi o davaların hamisinin himmetine sığındığına bile tanık olunuyor. 2007-2012 arasında yargıdaki güç imkanını ağırlıkla taşeron eliyle kullanan iktidarın durumu böyleydi. Kullanılan maşanın hevesli olması, elverişli olmasını da sağladığı gibi, olup bitenin sonuçlarından sıyrılmayı da kolaylaştırdı. (Gerçi bu kadar kolay olması da fazla garip ama neyse…) Elbette, bu sonsuza kadar tekrar tekrar yenilenebilecek bir durum değil ve yargının bir infaz kurumu haline gelmesiyle de giderek daha zorlaşıyor.

Otoriterleşme dozu, iktidarın şahsileşmesi, en hayati güç alanlarının doğrudan kontrol edilmesi ihtiyacı ve baskı alanının genişletilmesi gibi nedenler, artık yeni bir ceza uygulaması pratiğini gerektirdi. Aynı dönemde ortaya çıkan Gezi protestoları, 17-25 Aralık, MİT TIR’ları, “seni başkan yaptırmayacağız”, Barış Bildirisi gibi kritik gelişmeler, hem kişiselleşmiş iktidarın bekasını tehlikeye sokan, hem de Erdoğan için şahsi itibar meselesi haline gelen ve cevapsız bırakılamayacak bir “intikam ihtiyacı” yarattı. “Adam kazandı” cümlesini tamamlayacak “adam istedi” davaları süreci böyle ateşlendi. Her biri sonraki yıllarda -belki sadece Türkiye’de de değil- ibret davaları olarak anlatılacak seri böyle üretildi. Zırvalıklarla dolu iddianameler, basit gösteri kurallarına şeklen bile uymayacak yargılamalar, değil hukuk akıl sınırlarını bile zorlayan mahkeme kararları. Bunu hâlâ büyük bir pişkinlikle izleyebilen, görmezden gelebilen unvan sahibi yandaşlar, destekçiler. İstenen ve lazım olan intikam için, meydanlardan verilen “hesap verecekler” talimatlarıyla başlayan ve süren, Gezi Davası, Cumhuriyet Davası, dokunulmazlıkların kaldırıldığı HDP’li vekillere ilişkin davalar, Barış Akademisyenleri Davası ve kırılamaz dünya rekoruna doğru koşan hakaret davaları. “Adam istedi” davaları mealen şöyle bir örtülü talimata göre yürüyor: “Size suçluları bulun demiyorum, benim rahatsız olduğum şeylerin suç, benim ortalıkta olmasını istemediklerimin suçlu olmasını temin edin.” “Gazete yayın politikası değiştirmek”, “terör örgütüne üye olmaksızın desteklemek”, “etki ajanlığı yapmak” gibi suçlar böyle imal edildi.

Her biri güvence altında olması gereken hak olan eylem ve faaliyetlerin suç haline çevrilmesiyle yetinilmeyip, Gezi’ye doğrudan sokaklarda katılan 4 milyon, HDP’ye oy veren 6 milyon kişi; barış isteyen, hayır diyen ve iktidarın arkasında hizaya girmeyen herkes -seçilmiş temsilciler üzerinden- suçlu ilan edilmeye kalkılıyor. Korkusu hiç tükenmeyen iktidarın bekası için, memleketin geri kalanıyla davalı olanlar, kendilerini de yiyip bitiren bu saçma genişlemeden kaçınamıyorlar. Şer cephesini kendi tabanında bile “yok artık” dedirten genişliğe vardırırken, destekçilerini de beka davalarında müşteki olmaya zorluyorlar. Suç ve suçlu genişletmesinde, her bir yeni iddianame, her bir yeni kararla saçmalık dozunu mecburen yükseltiyorlar. Daha önce de çok tartışıldı; garip bağlantılara, uydurma kanıtlara mesnetsiz suçlamalara gerek duyulması hukuki kılıf veya meşruiyet zemini arayışıyla ilgili değil; intikam ihtiyacının tatmin edici biçimde karşılanması için. Çünkü, “adam istedi” davaları, sadece verilecek cezalarla yetinilmeyen bir talep içeriyor: Suç ve suçluyu, ihtiyaç duyulan hesap sorma ve intikama uygun biçimde tarif etme. Tıpkı “adam kazandı” durumu için tatmin edici bir rakama ihtiyaç duyulması gibi. Her zorlama güç gösterisinin aynı zamanda bir çaresizlik itirafı olması yüzünden, “adam istedi” davaları asla “adam kazandı” diye sonuçlanmayacak.

Kemal Can – Gazete Duvar

Gıdada tanzim satış fiyatları düşürdü, iklim değişikliği artırdı – Ali Ekber Yıldırım


Bu yazı tarimdunyasi.net sitesinden alındı

Türkiye İstatistik Kurumu, Şubat 2019 enflasyon verilerini açıkladı. Tüketici Fiyat Endeksi(TÜFE) Ocak ayına göre Şubat’ta yüzde 0.16 artarken, yıllık bazda fiyatlar yüzde 19.67 arttı. Gıda fiyatlarındaki yıllık enflasyon ise yüzde 29.25 olarak gerçekleşti.

Üretici Fiyat Endeksi(ÜFE)’nde ise aylık artış yüzde 0.09, yıllık artış yüzde 29.59 olarak gerçekleşti.

Genel olarak bakıldığında Şubat 2019’da gıda fiyatları ile ilgili iki önemli unsur ön plana çıkıyor.

Birincisi Ankara ve İstanbul’da açılan 100 civarındaki tanzim satış noktasında devlet destekli, düşük fiyatla satılan ürünlerin fiyatının düşmesi.

İkincisi ise, iklim değişikliğine bağlı aşırı yağışlardan en çok etkilenen marul,maydanoz gibi yeşilliklerin ve kış sebzelerindeki fiyat artışı.

Fiyatı en çok artan,yeşillik ve kış sebzeleri

Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine göre, Şubat ayında fiyatı en çok artan ürünler sıralamasında ilk sıralarda yeşillikler ve kış sebzeleri yer aldı.Fiyatı en çok artan ürün yüzde 35.19 ile marul oldu. Maydanozun fiyatı yüzde 23.97, kırmızı lahananın yüzde 18.66, dereotunun fiyatı ise yüzde 13.62 arttı.

Salatalıkta bir aylık fiyat artışı yüzde 13.02 olurken,sarımsakta yüzde 11.24,portakalda yüzde 10.99 ve pırasada ise yüzde 9.25’lik fiyat artışı gerçekleşti. Üretim maliyetlerini etkileyen mazot fiyatı da yüzde 2.81 artışla fiyatı en çok artan ürünler listesinde yer aldı.

İklim değişikliği üretimi olumsuz etkiledi

Fiyatı en çok artan yeşillikler ve kış sebzeleri bir çok bölgede yetiştiriliyor. Fakat pazara yönelik en çok üretimin yapıldığı merkezlerin başında İzmir, Adana,Mersin var. Bu merkezlerde Ocak ayında ve Şubat’ın ilk günlerinde yaşanan olumsuz hava koşulları üretimi olumsuz etkiledi.

İklim değişikliğine bağlı olarak, artan yağışlar,fırtına,hortum gibi olumsuz hava koşulları nedeniyle yeşillik ve kış sebzeleri üreten çiftçilerin bir bölümü ürünü hasat edemedi. Ürünler su altında kaldı. Bir bölümü ise, ürünü ekemedi. Hasat dönemi gelen ürün toplanamayınca ve yeni ürün ekimi olmayınca piyasaya sınırlı miktarda arz edildi.

Üretim olmayınca fiyat arttı. Daha önce pazarda maydanoz, dereotu, roka,tere gibi yeşilliklerin iki üç demeti 1 liradan satılırken, ürün pazara gelmeyince hem demeti küçüldü hem de fiyatı arttı. Yarı yarıya küçülen 1 demet maydanoz 2 liraya kadar çıktı. Normalde 1.5-2 liraya satılan marul 5-6 liraya satılmaya başlandı.Manav,pazarcı esnafı bu ürünleri alamadıklarını söylüyor. Çünkü ürün yok.

Fiyatı düşen ürünlerde “tanzim satış” etkisi

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatı ile İstanbul ve Ankara’da açılan sayıları 100 civarında olan tanzim satış noktalarında satılan ürünlerin fiyatında ise genel olarak düşüş kaydedildi.

Şubat ayında gıda ürünlerinden fiyatı en çok düşen ürünlerin başında yüzde 14.66 düşüşle domates oldu. Çarliston biberde yüzde 7.35, kuru soğanda yüzde 7.17,patlıcanda yüzde 6.97 ve karnabaharda yüzde 4.19 fiyat düşüşü oldu.

Tanzim satış noktalarında satılan ürünlerdeki fiyat düşüşü sadece arz talep veya ekonomik nedenlerle açıklanamaz. Burada devlet ciddi bir zararı üstlendi. Ürünler maliyetin altında yani zararına satılıyor. Ayrıca, marketler üzerinde kurulan yoğun baskı sonucu özellikle domates,biber,kuru soğanda fiyat düşüşü sağlandı. Bu kalıcı olabilir mi? Bu haliyle mümkün değil.

Tanzim satışa rağmen fiyat yüksek

Yaş sebze meyve fiyatlarını düşürmek için İstanbul ve Ankara’da açılan tanzim satış noktalarında satılan ürünlerin fiyatlarında belirgin bir düşüş olsa da aslında bu ürünlerdeki fiyat hala yüksek. Yani kuru soğanın 5-6 liradan satılması, biberin sadece bir çeşidinin 6-7 liradan satılırken, diğerlerinin 10-15 lira civarında olması normal mi? Elbette değil. Tanzim satış ile “ucuzluk sağlandı” algısı yaratılsa da bu ürünlerin fiyatı hala yüksek.

Kaldı ki, salatalık,patates gibi üretimi azalan, piyasada yeterince olmayan ve tanzim satışlara taşınamayan ürünlerde fiyat düşmedi,arttı.

“Mevsiminde tüket” söylemi işe yaramadı

Gıda fiyatlarının artmasına neden olan üretimdeki düşüş,yüksek girdi fiyatları, iklim değişikliği,lojistik, dağıtım kanallarındaki sorunlar ve yüksek fire oranlarına çözüm bulmak yerine; tüketiciyi ürün almamaya yönlendiren “mevsiminde tüketin” söylemi işe yaramadı.

“Mevsiminde tüketin” önerisi sağlık yönüyle değil, sadece fiyatı düşürmeye yönelik olarak başta Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli olmak üzere bir çok siyasetçi,uzman tarafından dile getirildi. Fakat, gördük ki fiyatı en çok artanlar zaten mevsim ürünleri.

Artan tüketim talebi,seracılık teknolojisindeki gelişmeler ve iklimlendirme çalışmaları ile bir çok üründe mevsimselliğin kaybolduğu gerçeğini de unutmamak gerekir.

Gıda fiyatlarını artıran nedenleri ortadan kaldırmadan sadece fiyat odaklı politikalarla, “mevsiminde tüket” gibi içi doldurulamayan önerilerle fiyatların kalıcı olarak düşmesi mümkün değil.

Et, süt ve domates fiyatına dikkat!

Geçen haftanın tamamını sahada geçirdim. Aydın Nazilli’de hayvan pazarında üreticilerin süt ineklerini satmak zorunda kalmalarına tanıklık ettim. Cuma günü Antalya’da Antalya Ticaret Borsası Başkanı Ali Çandır, Başkan Yardımcısı Halil Bülbül, Sayman Üye Cüneyt Doğan ile yaş sebze meyve piyasasını değerlendirdik. Aynı gün Abalıoğlu Yem’in 50. Kuruluş yıl dönümü için düzenlenen toplantıda ülkenin her bölgesinden gelen,hayvancılık sektörünü en yakından izleyen bayilerle konuştuk.

Görünen o ki, önümüzdeki günlerde domates fiyatında yeni bir artış bekleniyor. İhracat talebinin artması, üretimin istenilen seviyede olmaması fiyatları artıracak.

Asıl büyük fırtına ise önümüzdeki Nisan-Mayıs döneminde et ve süt fiyatında kopacak. Süt ineklerinin kesilmesi, döviz artışı nedeniyle ithalatın yapılmaması, iç piyasada yeterli hayvan olmaması nedeniyle aylardır baskı altında tutulan et fiyatında büyük artış bekleniyor.

Özetle, önümüzdeki aylarda et ve süt fiyatında ciddi bir artış bekleniyor. Enflasyon rakamlarında et ve sütü daha çok göreceğiz.

Fiyatı en çok artan gıda ürünleri

Ürün Fiyat artışı (yüzde)
Marul 35,19
Maydanoz 23,97
Kırmızı lahana 18,66
Dereotu 13,62
Salatalık 13,02
Sarımsak 11,24
Portakal 10,99
Pırasa 9,25
Muz 7,35
Şarap 5,38
Bulgur 4,66
Zeytin 3,08


Fiyatı en çok düşen gıda ürünleri

Ürün Fiyat artışı (yüzde)
Domates -14,66
Çarliston biber -7,35
Kuru soğan -7,17
Patlıcan -6,97
Karnabahar -4,19

Ali Ekber Yıldırım – Tarım Dünyası

Volvo, otomobillerin hızını 180 kilometreyle sınırlayacak

İsveç merkezli otomobil üreticisi Volvo, gelecek yıldan itibaren bütün otomobillerde hız sınırını trafikteki yaralanma ve ölümleri azaltmak için “saatte 180 kilometre” ile sınırlayacağını bildirdi.

Volvo’dan yapılan açıklamada, 2021 model otomobiller de “saatte maksimum 180 kilometre” hız sınırı uygulamasına geçilecek. Şirketin 2020 Vizyon’u çerçevesinde alınan kararın amacı, trafikte yaralanma ve ölümleri azaltmak.

Bunun için hız kontrol ve sanal çevreleme teknolojisini kullanacak olan şirket, aynı zamanda hastane ve okul bölgesinde otomatik olarak hız kısıtlaması üzerinde de çalışacak.

Açıklamada görüşlerine yer verilen Volvo’nun üst yöneticisi (CEO) Hakan Samuelsson, otomobil üreticilerinin, hız yapma ve sarhoş olarak otomobil kullanma gibi sorumsuz hareketlerle başa çıkmak için teknoloji kullanma hakkı veya sorumlulukları olup olmadığı hakkında bir tartışma başlamak istediklerini belirtti. Samuelsson, “Bu konuda kesin bir cevabımız yok, ancak öncü olmamız gerektiğine inanıyoruz.” ifadesini kullandı.

Çinli otomotiv devi Zhejiang Geely Holding, Volvo Car Group’u 2010’de 1,8 milyar dolara ABD merkezli otomobil üreticisi Ford’dan satın almıştı.