Ana Sayfa Blog Sayfa 2594

Bartın halkı doğasını savundu

Bartın’ın Amasra ilçesinde, çevre düzeni planında Amasra Tarlaağzı köyünün turizm bölgesinden çıkarılarak, ağır sanayi bölgesi ilan edilmesinin ardından yapılan itiraz üzerine mahkeme ve bilirkişi heyeti alanda inceleme yaptı. Bartın Platformu’nun itirazı sonucu yapılan bilirkişi incelemesine, yağmurlu havaya rağmen Bartın halkı büyük katılım gösterdi.

Amasra’nın Tarlaağzı köyünde bulunan kömür ocağı açma çalışmalarını sürdüren şirketin bulunduğu sahada inceleme yapan heyet Bartın Platformu’nun protestosuyla karşılandı. Yurttaşlar, pankartla ve sloganlarla bilirkişi heyetini selamladı, alkışlarla termik santral istemediklerini belirtti.

Bartın Platformu adına açıklama yapan Recai Çakır, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın 2016 yılında çevre düzeni planında santral kurulması için turizm bölgesi olan Tarlaağazı köyünü ağır sanayi bölgesine çevirdiğini belirterek, “Biz de 2016 yılında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nı mahkemeye verdik. Şimdi ODTÜ’den gelen bilirkişi ve mahkeme heyeti alanda inceleme yapacak. Burası sanayi bölgesi mi yoksa turizm bölgesi mi diye, ben inanıyorum ki Danıştay’ın bizim lehimize verdiği olumlu karar gibi plan değişikliği de mahkeme tarafından iptal edilecek. Biz termik santrale her şartta karşıyız. Amasra’ya termik santral kurdurmayacağız” dedi.

Platform gönüllülerinden BirGün’e konuşan Adnan Soylu da Bartın halkının yaşam alanlarına sahip çıkmakta oldukça kararlı olduğunun altını çizdi.

(Birgün)

Yemen: Yemek alabilmek için kız çocuklarını satıyorlar

İngiliz yardım kuruşulu Oxfam’ın yetkilileri, Yemen’deki savaşın çocuklar üzerindeki olumsuz etkileri anlattı. Yetkililer, Yemen’de bazı çaresiz ailelerin, diğer aile üyelerinin kurtulması için kız çocuklarını sattıklarını söyledi.

Rusya devlet televizyonuna konuşan Oxfam yetkilileri, “Suudi Arabistan liderliğindeki koalisyonun Mart 2015’ten beri saldırdığı Yemen’de sivil katliamları, altyapının çöküşü beraberinde açlık krizi ve salgın hastalıkları getirirken, soykırım düzeyine varan duruma uluslararası toplum hala seyirci.” dedi.

Oxfam çalışanları, bazı çaresiz ebeveynlerin diğer aile üyelerinin hayatta kalması için tek yol olduğuna inanarak kızlarını sattıklarını anlattı. Yetkililer, “Satılan çocuklar arasında 3 yaşında olanlar bile var.” açıklamasında bulundu.

Oxfam’ın Yemen Direktörü Muhsin Siddiquey, bazı Yemenli ailelerin çocuklarını para karşılığında satmasıyla ilgili, “Bunun tek yol olduğunu düşünüyorlar. Karşılığında aldıkları başlık parasıyla tüm aileyi ve diğer akrabaları korumaya çalışıyorlar.” ifadelerini kullandı. 

4 yıllık içsavaş ve Suudi saldırısı yüzünden Yemen’de 10 milyon kişinin hastalık ve ölüme yol açan şekilde kıtlık çektiği ve yüzyılın en korkunç kolera salgınının yaşandığını aktaran Siddiquey “İnsani yardım zamanında gelmez, gıda tedariği bir gün bile aksarsa, çok daha büyük felaketler yaşanır.” diye konuştu.


Fitch, en kırılgan Türk şirketlerini açıkladı

Fitch Ratings, 2019’un Türk perakende ve tüketici ürünleri sektörü için zorlu bir yıl olacağını, tüketici güveninin düşmeye devam etmesinin şirketlerin satış hacimleri ve maliyet artışlarını tüketicilere yansıtma kabiliyetleri üzerinde baskı yaratacağını bildirdi.

Artan finansman maliyetlerinin, finansmana ulaşım zorluklarının ve yükselen döviz cinsinden borçların perakende ve tüketici ürünleri sektöründe finansal esnekliği sınırlayacağını belirten Fitch, bu risklerin hali hazırda kredi notlarına dahil edildiğini vurguladı.

Yaşar Holding ve Migros

Fitch, Yaşar Holding ve Migros’un faaliyet ortamında daha fazla kötüleşmeye karşı en kırılgan şirketler olduklarını belirtti.

Kredi derecelendirme kuruluşu, bütün bu zorluklara rağmen 2019’un Türk modern perakendesi için büyüme imkanlarını beraberinde getireceğini, bu şirketlerin geleneksel perakendecilerden pazar payı almak için iyi konumda olduklarını söyledi.

(Cumhuriyet)


Nasıl bir kent istediğinizi hiç düşündünüz mü? – Pelin Cengiz


Bu yazı
artigercek.com sitesinden alındı

Gezegen artık giderek daha fazla kentli. İçinde bulunduğumuz yüzyılda aslında kentlerin nerede başlayıp nerede bittiği tam olarak kestirilemez halde. 

Uzaydan bakıldığında İngiltere’nin Manchester ve Salford şehirleri tek bir şehir gibi gözüküyor. ABD’de Manhattan ve Brooklyn, Japonya’daki Tokyo ve Yokohama’da aynı şekilde iç içe geçen yerler…

Dünyanın sadece yüzde 3’ünü kaplamasına rağmen, toplam enerji tüketiminin yüzde 60 ila 80’i kentlerde gerçekleşirken, küresel karbon emisyonlarının yüzde 75’i de kentlerde oluşuyor.

Küresel gayrisafi hasılanın yüzde 70’i kentlerde üretiliyor. Giderek artan kent nüfusları ve ekonomik faaliyetler sorunları ve artan talepleri beraberinde getiriyor.

Kentler bu kadar uçsuz bucaksız olunca, haliyle tüketen ve giderek daha fazla tüketen kentler, kabına sığmayarak taleplerini başka yerlerden karşılamaya çalışıyor.

Örneğin bugün kentlerin arkasındaki itici güç inşaat sektörü, bütün suyun yüzde 40’ını, orman ürünlerinin yüzde 70’ini, enerjinin yüzde 45’ini kullanıyor. Bunun için de kentin çeperinde ve hatta kentin ötesinde kalan kentleşmemiş bölgeleri kentin operasyonel alanları haline getiriyor.

2018 yılı verileriyle baktığımızda dünya nüfusunun yüzde 54’ü kentlerde yaşıyor. Tahminlere göre bu oran, 2030’a geldiğimizde yüzde 60’lara çıkacak.

Dünya nüfusu her yıl ortalama 80 milyon artarken, kentlerin yükünün ağırlığı artıyor.

Kentler, sadece nüfus yoğunluğunun arttığı bölgeler değil, aynı zamanda tüketimin ve farklı biçimlerde kendini gösteren eşitsizliklerin de merkez konumunda. 

Bu sınır tanımaz arsız kentlilik hâli, eşlik ettiği tüketim pratikleriyle gezegenin dört bir yanına yayılarak her yeri dümdüz ediyor. 

Dünyadan yana örnekler pek çok ama Türkiye’ye baktığımızda kentlerin resmi nasıl?

81 milyonluk Türkiye nüfusunun yüzde 92.5’i il ve ilçe sınırları içinde yaşıyor.

Geçtiğimiz yıllarda 6360 sayılı kanunla büyükşehir belediyesi sınırları içerisinde yer alan köyler “mahalle” statüsüne dönüştürüldü. Belediyelerin yetki ve sorumlulukları büyük şehirlerdeki kırsal alanları ve kırsal alanlarda yaşayanları kapsayacak şekilde genişletildi.

Pek çoğumuz hatta belki yerel ve ulusal düzeydeki yöneticiler bile farkında değil ama Türkiye’de çevre sorunları arasında en fazla erken ölüme hava kirliliği sebep oluyor. Hava kirliliği, Türkiye’de her yıl yaklaşık 30 bin kişinin erken ölümünden sorumlu.

İklim krizini her geçen gün derinleştiren karbon emisyonlarının yüzde 70’i kentlerden kaynaklanıyor demiştik. Dünya çapında en yüksek karbon ayak izi olan 100 kent küresel karbon ayak izinin yüzde 18’inden sorumlu. Bu 100 kent arasında İstanbul 26’ncı, Ankara ise 80’inci sırada.

Belediyelerin temiz hava eylem planlarının hazırlanması sürecine aktif katılarak kentlerdeki hava kalitesinin iyileşmesini sağlamaları şart.

Türkiye’de su dağıtımında suyun yüzde 50’si kayıp-kaçaklar nedeniyle boşa gidiyor. Bu miktardaki su varlığı; nüfus artışı, çevre kirliliği baskısı ve iklim değişikliği nedeniyle ilerleyen zamanlarda çok daha kritik bir konuma gelecek. 

Mevzuata göre, su idareleri yönetmeliğinin yürürlüğe girmesinden itibaren beş yıl içinde büyükşehir ve il belediyelerinde kayıp kaçağı yüzde 30’a indirmeyi ve sonraki dört yılda en fazla yüzde 25’te sınırlandırmayı, diğer belediyeler ise dokuz yılda yüzde 30’la sınırlandırmayı, takip eden beş yılda da yüzde 25’le sınırlandırmayı hedeflemekle yükümlü.

Yapılan tahminlere göre Türkiye nüfusu, 2040’ta 100 milyonu aşacak, kişi başına düşen kullanılabilir su miktarının 1000 metreküpün altına düşmesiyle Türkiye “su fakiri” bir ülke olacak. 

Türkiye’nin iklim değişikliğine bağlı riskler konusunda hassas ve kırılgan bir coğrafyada yer aldığı için bu etkiler özellikle su varlıkları üzerinde kendini daha fazla gösterecek.

Kentlerde atıkların tamamı ayrı toplanırsa, teorik olarak atığın yüzde 74’ü geri dönüşüme gidebilir, şu anda atıkların yüzde 90’ı depolama sahalarına gidiyor.

Sadece bu birkaç istatistik veri bile yerel yönetimlerin, daha yaşanabilir, daha temiz, daha adil ve eşit kentler için ne kadar kritik olduğunu gösteriyor. 

31 Mart yerel seçimlerine bir aydan az bir zaman kala seçim gündemi ittifaklar, tartışmalı adaylıklar, karşılıklı ithamlar ve seçmene tam olarak ne fayda getireceği pek belli olmayan vaatlerden oluşuyor. 

Oysa, yerel seçimler aslında kentlerin geleceğinin belirlendiği, taleplerin ona göre şekillendiği bir düzlemde seyretmeli. Ancak, Türkiye’de siyaset gündeminin ekseni epeydir yörüngesinden çıktığından bu konular neredeyse hiç ama hiç konuşulmuyor. 

TEMA Vakfı, 31 Mart seçimleri öncesinde hazırladığı “2019 Yerel Yönetimler İçin Ekosiyaset Belgesi” ile adaylara sürdürülebilir yaşam ilkesi çerçevesinde ekosistem bütünlüğünü gözeten, iklim dostu, yaşanabilir ve sağlıklı kentler için yerel yönetimlerin atabileceği adımları özetliyor. 

Ekosiyaset Belgesi’nde temel olarak yedi başlıkta sorunlar ve yapılması gerekenler anlatılmış. Bu yedi başlık, mekansal planlama, kentsel yeşil alanlar, iklimi korumada ve iklim değişikliğine uyumda kentler, su ve atık su yönetimi, katı atık yönetimi ve hava kalitesi yönetimi olarak sıralanıyor. Bir anlamda, en küçüğünden en büyüğüne kentleri yönetmeye aday olanlara, sorumlulukların önemli bir bölümü hatırlatılıyor. İzlenmesi gereken yol haritaları hap şeklinde sunuluyor. 

Madem artık dünya giderek daha fazla kentli oluyor, her bir bireyin de doğal olarak bir kent hakkı var. Siz nasıl bir kentte yaşamak istediğinizi hiç düşündünüz mü mesela? O hakkı talep etmek için de seçimler önemli bir araç.

TEMA Vakfı yerel seçimlerde aday olanlara bir de taahhütname hazırladı. Bunu seçimlere kadar kaç aday imzalayacak, imzalayanlar uygulamada verdiği sözlerin ne kadarının arkasında duracak şimdilik merak konusu…

Doğa Dostu Belediye Başkanı Taahhütnamesi 

  • İklimi koruyan ve iklim değişikliğine dayanıklı kentleri gerçekleştirecek arazi kullanım kararları veren,
  • İklim değişikliği kaynaklı sel, fırtına, sıcak hava dalgalarına karşı dayanıklı kentler inşa eden, afet eylem planları yapan, 
  • Kentlerde sera gazı azaltımı çalışmalarını destekleyen ve yaygınlaştıran,
  • Kentlileri, stratejik planlama çalışmasına dahil eden,
  • Ekosistem hizmetlerini kesintiye uğratmayan arazi kullanım kararları alan
  • Orman alanlarının madenlere, tarım alanlarının konut, sanayi alanlarına ve enerji tesislerine açılmasına, orman alanlarının tarım alanlarına dönüştürülmesine karşı koruyan,
  • Ayrık toplama, yağmur bahçesi, yeşil çatılar, yağmur suyu depoları gibi sürdürülebilir yağmur suyu yönetimi uygulamaları yapan,
  • Enerji verimliliği önlemleri alarak yüzde 20 enerji verimliliğini gerçekleştiren,
  • İhtiyacının yüzde 25’ini yenilenebilir enerji kaynaklarından kendi kentinde üreten,
  • Kentlerde su dağıtımında kayıp ve kaçakları yüzde 25 seviyesine indiren ve sonrasında gelişmiş ülkeler seviyesine çekmeyi hedefleyen,
  • Kentlilerin musluklarından içme suyu kalitesinde suya erişimi için yatırım programını hazırlayan ve ilk etabı tamamlayan,
  • Kentlerde entegre atık yönetimine başlayan, atığının yüzde 25’ini geri dönüştüren,
  • Kentte hava kalitesini sürekli izleyen, Dünya Sağlık Örgütü limit değerleri düzeyinde iyileştirme hedefli temiz hava eylem planlarının hazırlanmasına öncülük edip bir sene içinde hazırlanmasını sağlayan,
  • Kentte hava kirletici tesislere izin vermeyen,
  • Kentin kaderini belirleyen projelerin Çevresel Etki Değerlendirme süreçlerine, üst ölçek politika ve programların Stratejik Çevresel Değerlendirme süreçlerine katılan, kentin toprağının, suyunun, havasının ve kentlilerin hakkını savunan, doğa dostu bir belediye başkanı olacağıma ve görev sürem içinde yukarıdaki çalışmaları tamamlayacağıma, tüm seçmenlerin önünde söz veririm.

Pelin Cengiz – Artı Gerçek

Vicdani Retçi Özgüner’e Para Cezalarını Ödemediği İçin Dava

Vicdani retçi Burak Özgüner hakkında “bakaya” olduğu gerekçesiyle verilen toplam 4458 lira para cezasını ödemediği için dava açıldı. bianet’e konuşan Özgüner, mahkemeye bakaya değil, vicdani retçi olduğunu anlatacağını söyledi.

Bianet’ten Ekin Karaca’nın haberine göre;

Vicdani retçi Burak Özgüner hakkında bakaya olması gerekçe gösterilerek kesilen para cezalarını ödemediği için dava açıldı.

Burak Özgüner’e Konya’ya bağlı Akören Kaymakamlığı’nca 27 Temmuz 2017 – 24 Ocak 2018 arasında toplam üç kez 1486 lira (toplam 4458 lira) para cezası kesildi.

Bu cezaları ödemeyi reddeden Özgüner vicdani ret hakkının tanınması için 10 Ocak 2018’de Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu.

Anayasa Mahkemesi, Özgüner hakkında kararını henüz vermezken, Cumhuriyet Savcısı Esra Hilal Aylan tarafından hazırlanan iddianamede, Özgüner’in 6 ay 23 gün bakaya kaldığı ifade edilerek, kendisine gerekli tebliğlerde bulunulmasına karşın, askere sevkini yaptırmadığı belirtildi.

Burak Özgüner’in Askeri Ceza Kanunu’nun “Yoklama kaçağı, bakaya, saklı, firar” bölümünü oluşturan 63. maddesi çerçevesinde bir yıla kadar hapis cezasıyla yargılanmasını talep eden Savcı Aylan, ayrıca Özgüner hakkında TCK 53’de düzenlenen güvenlik tedbirlerine de hükmedilmesini istedi.


Madde 53- (1) Kişi, kasten işlemiş olduğu suçtan dolayı hapis cezasına mahkûmiyetin kanuni sonucu olarak;a) Sürekli, süreli veya geçici bir kamu görevinin üstlenilmesinden; bu kapsamda, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliğinden veya Devlet, il, belediye, köy veya bunların denetim ve gözetimi altında bulunan kurum ve kuruluşlarca verilen, atamaya veya seçime tabi bütün memuriyet ve hizmetlerde istihdam edilmekten,b) Seçme ve seçilme ehliyetinden*c) Velayet hakkından; vesayet veya kayyımlığa ait bir hizmette bulunmaktan,d) Vakıf, dernek, sendika, şirket, kooperatif ve siyasi parti tüzel kişiliklerinin yöneticisi veya denetçisi olmaktan,e) Bir kamu kurumunun veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşunun iznine tabi bir meslek veya sanatı, kendi sorumluluğu altında serbest meslek erbabı veya tacir olarak icra etmekten,Yoksun bırakılır.* Anayasa Mahkemesi’nin 8/10/2015 tarihli ve E.: 2014/140, K.: 2015/85 sayılı Kararı ile uygulanmıyor.

“Üst üste para cezası hukuki değil”

Burak Özgüner, bianet’e yaptığı değerlendirmede kendisine üçer kez 1486 liralık para cezası kesilmesinin hukuka aykırı olduğunu belirtti.

Aslında ilk para cezası kesildikten sonra itiraz ettiğini, bu itiraz reddedildikten sonra suç duyurusunda bulunulması gerektiğini söyleyen Özgüner, “İlk para cezası kesinleştikten sonra yenilerini göndermeye devam ettiler. Mevzuata göre sürekli olarak idari para cezası göndermemeleri gerekiyordu. Yapılan, hukuksuz bir işlem” dedi.

“Bakaya değil, vicdani retçi olduğumu anlatacağım”

Davanın 25 Haziran’da Konya 3. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüleceği bilgisini veren Burak Özgüner, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Vicdani Ret Derneği’ni de bilgilendirdim. Onlar da muhtemelen sürece dahil olacaklardır.

“Duruşmaya gideceğim. İddianamede ‘bakaya’ olduğum iddiası var. Duruşmada bakaya olmadığımı, vicdani retçi olduğumu, idari para cezalarına itiraz ettiğimi, dosyamın AYM’de olduğunu ve vicdanî retçilerin gündelik hayatta maruz bırakıldığı zorluklar nedeniyle asıl benim mağdur olduğumu söyleyeceğim.

“Ayrıca mahkemeye Anayasa ile sözde güvence altında olan ‘din ve vicdan hürriyeti’ hatırlatmasında bulunacağım.” 

Erdoğan: S-400’den sonra S-500’e girebiliriz

Cumhurbaşkanı Erdoğan Türkiye’nin Rusya’dan S-500 füze savunma sistemi almayı değerlendirebileceklerini söyledi. Erdoğan, “Belki S-400’den sonra S-500’e gireceğiz” dedi.

24 TV ve 360 ortak yayınına katılan Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Rusya’dan S-400’ün ardından S-500 füze savunma sistemi satın alma seçeneğini değerlendirebileceklerini söyledi.

Rusya ile varılan S-400 anlaşmasından geri adım atmayacaklarını belirten Erdoğan, “S-400 konusunda işi bitirdik, geri dönüşümüz asla olamaz. Ruslarla anlaştık, ortak üretime gireceğiz. Belki S-400’den sonra S-500’e gireceğiz” diye konuştu.

ABD Avrupa Kuvvetleri ve NATO Müttefik Kuvvetler Yüksek Komutanı Orgenaral Curtis M. Scaparrotti hafta başında yaptığı açıklamada Rusya’dan S-400 savunma sistemi alması durumunda ABD’nin Türkiye’ye F-35 savaş uçağı satmaması gerektiğini söylemişti.

Açıklamaya tepki gösteren Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da, NATO’nun Türkiye’nin S-400 hava savunma sistemi almasına karşı çıkmasının kabul edilemez olduğunu söyleyerek, “S-400’lere ihtiyacımız varsa alırız” dedi.

Erdoğan: ABD silahları bize versin

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Amerika Birleşik Devletleri’nin Suriye’den askerleri çekme planına ilişkin olarak da değerlendirmelerde bulundu. Erdoğan “ABD’nin Suriye’den çekilme sürecini sıcağı sıcağına takip ediyoruz. Şu anda henüz bu adımlar atılmış değil” dedi. ABD’nin Suriye’deki silahlarına ilişkin olarak ise şu değerlendirmeyi yaptı:

“Amerika, silahları alıp gidecekse malıdır götürsün. Götürmeyecekse bize versin, gerekirse pazarlığımızı yaparız, kalkıp teröristlere vermesin.”

ABD’nin çekilmesi ile Suriye’nin kuzeyinde kurulması planlanan güvenli bölgeye ilişkin olarak Erdoğan, Türkiye dışında başka bir ülkenin kontrolünü kabul etmeyeceklerini söyledi. Erdoğan, “Türkiye’nin dışında birisine buranın kontrolünün verilmesine biz evet diyemeyiz. Çünkü her an buradan bize saldırı olur” diye konuştu.

ABD Başkanı Donald Trump, sürpriz bir kararla Amerikan askerlerini Suriye’den çekme kararı almıştı. ABD’nin Suriye’de yaklaşık 2 bin askeri buluyor. Amerikan askerleri, IŞİD’le savaşan yerel güçlere destek sağlıyor. ABD’nin önderliğindeki koalisyon güçleri IŞİD’le mücadele kapsamında Suriye’deki hava operasyonlarına 2014 yılında başlamıştı. ABD’nin desteği ile Suriye Demokratik Güçleri, IŞİD’in kalesi konumundaki Rakka’yı 2017’de örgütten temizlemişti.

(DW)


İşsizlik sigortasına başvuran kadın sayısı yüzde 57 arttı

Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’na (DİSK) bağlı Genel-İş Sendikası’nın açıkladığı Kadın Emeği Raporu’na göre işsizlik sigortasına başvuran kadın sayısı yüzde 57 arttı.

Cumhuriyet’ten Olcay Büyüktaş’ın haberine göre, DİSK’e bağlı Genel İş Sendikası Araştırma Dairesi tarafından hazırlanan ve hayatın her alanında mücadele eden kadınlara adanan ‘Kadın Emeği Raporu’na göre kadınlar, daha fazla işsiz kaldı. 

TÜİK, OECD, ILO, ÇSGB ve İŞKUR verilerinin kullanıldığı rapora göre, her 10 kadından yalnız üçü istihdam ediliyor.

Raporda yer alan bilgiler özetle şöyle:

Türkiye’de kadın emeğinin çalışma hayatındaki görünümü bu yıl da değişmedi. 2017’de her 10 kadından sadece 3’ü istihdam içerisinde yer aldı. Kadınların istihdama katılım oranı yüzde 28.9’da kalırken, erkeklerin istihdama katılım oranı yüzde 65.1 oldu. 2018 yılının Kasım ayında ise kadınların istihdama katılım oranı yüzde 29.1 oldu.

45 SAATTEN FAZLA

Çalışma hayatında yer alan kadınlar toplumsal rollerinden kaynaklı çifte mesai yapıyor. Haftalık 45 saatten fazla çalışan kadın işçi sayısı 2014 yılında 2 milyon 774 bin kadın iken 2017 yılında 200 bin kişi artarak 2 milyon 974 bin oldu. Bununla birlikte haftalık 45 saatten fazla çalışan kadınların kayıt dışılığı da oldukça yüksek.

2018 yılında ise kadınların işsizlik düzeyinin arttığı görülmekte. Krizin etkilerini aylara göre incelediğimizde; kadın işsizliği nisan ayına kadar düşme eğilimindeyken, haziran ayından itibaren artmaya başladı, kasım ayı itibarıyla da bu oran yüzde 15’lere ulaştı. Erkeklerde ise bu oran yüzde 11.2 oldu.

Tarım dışı işsizlik oranlarına bakıldığında ise işsizliğin en çok kadınları etkilediği görüldü. Kadınlarda tarım dışı işsizlik oranı yüzde 18.5, erkeklerde ise yüzde 12.6.

Ekonomik krizin etkisi ile kadın işsizliğinin artması, işsizlik sigortasına başvuran kadın sayısını da artırdı. 2018 yılında işsizlik ödeneği için yapılan başvuru sayısı bir önceki yıla göre yüzde 57.7 artış gösterdi. Bir önceki yılın aralık ayında işsizlik ödeneğine yapılan başvuru sayısı 29 bin 631 iken 2018 yılı aralık ayında işsizlik  ödeneğine yapılan başvuru sayısı 17 bin 106 kişi artarak 46 bin 737’ye ulaştı.

ANAR Genel Müdürü Uslu: AKP Ankara’yı açık ara farkla kaybeder

Ankara Sosyal Araştırmalar Merkezi (ANAR) Genel Müdürü Dr. İbrahim Uslu, 31 Mart 2019’da yapılacak yerel seçime ilişkin saha gözlemlerini aktardı. Uslu, “AKP yüzde 44 ile Ankara’yı kazanmıştı. Bu seçimde yüzde 44’le açık ara kaybeder” dedi.


Ankara Sosyal Araştırmalar Merkezi (ANAR) Genel Müdürü Dr. İbrahim Uslu, Birgün’den Sebahat Karakoyun’un sorularını yanıtladı.

İktidarın bu kez rekabeti yönetmekte zorlandığını belirten Uslu, “Bir sürü yenilik var, en önemlisi ittifak uygulamasının yan tesirleri. İki adayın yarıştığı her yerde ekonomik krizin de etkisiyle iktidar zorluk yaşıyor, çünkü iki aday yarıştığında fiili bölge barışı yüzde 50 oluyor” dedi.

Uslu şöyle devam etti:

“AKP yüzde 44 ile Ankara’yı kazanmıştı. Bu seçimde yüzde 44’le açık ara kaybeder. 50+1 zorunluluğu, ekonomik kriz atmosferinde AK Parti’yi en çok zorlayan faktör haline geldi. Çok sayıda seçim çevresinde iki aday yarışıyor. İki adayın yarıştığı her yerde yüzde 50 zorunlu. Oysa AKP çok domine ettiği, Kayseri, Konya, Kahramanmaraş, Erzurum gibi yerler hariç pek çok yerde yüzde 50’den düşük oylarla seçimi rahat kazanıyordu. Bu, MHP için daha yüksek handikap. Türkiye ortalaması 11 olan bir partinin yüzde 50’ye çıkması ve bunu da tamamen kendi seçmeni olmayanlar üzerinden başarması gerekiyor. Bu yan tesirleri hesaba katmamış olmak iktidar blokunun yaptığı en büyük hata.”

Karakoyun’un soruları ve Uslu’nun verdiği yanıtlar şöyle:

– Erdoğan “Ankete değil meydanlara bakın” söylemiyle araştırma şirketlerini hedef aldı. Sizce neden?

Kamuoyu kanaatlerindeki değişimi meydanlara bakarak anlamanız mümkün değil. Meydanlara gelenler zaten o partinin seçmenleri. Asıl meydanda olmayanların kanaatleri önemli. Araştırmalar da onun için yaptırılır. Araştırma sonuçları seçmenin psikolojisini hatta teşkilatların, kampanyayı yürütenlerin motivasyonlarını etkiliyor. Bu seçimde seçmen ittifak nedeniyle partisinden olmayan adaylara da oy verecek. Partinizden aday yok, motivasyonunuz yarım, bir de seçimin kaybedileceği beklentisi varsa o zaman sandığa gitmek seçmene ağır gelebilir. Bu psikolojiyi yönetmek için araştırmaları itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar.

– Son düzlüğe girildi, saha gözlemleriniz nasıl?

İktidar, bu kez rekabeti yönetmekte biraz zorlanıyor. Bir sürü yenilik var, en önemlisi ittifak uygulamasının yan tesirleri. İki adayın yarıştığı her yerde ekonomik krizin de etkisiyle iktidar zorluk yaşıyor, çünkü iki aday yarıştığında fiili bölge barışı yüzde 50 oluyor. AKP yüzde 44 ile Ankara’yı kazanmıştı. Bu seçimde yüzde 44’le açık ara kaybeder. 50+1 zorunluluğu, ekonomik kriz atmosferinde AK Parti’yi en çok zorlayan faktör haline geldi. Çok sayıda seçim çevresinde iki aday yarışıyor. İki adayın yarıştığı her yerde yüzde 50 zorunlu. Oysa AKP çok domine ettiği, Kayseri, Konya, Kahramanmaraş, Erzurum gibi yerler hariç pek çok yerde yüzde 50’den düşük oylarla seçimi rahat kazanıyordu. Bu, MHP için daha yüksek handikap. Türkiye ortalaması 11 olan bir partinin yüzde 50’ye çıkması ve bunu da tamamen kendi seçmeni olmayanlar üzerinden başarması gerekiyor. Bu yan tesirleri hesaba katmamış olmak iktidar blokunun yaptığı en büyük hata.

– İttifak, iktidar bloku açısından handikap yaratıyor diyorsunuz, muhalefete etkisi nasıl?

Muhalefet, ekonomik sorunlar nedeniyle biraz daha avantajlı. Çünkü insanların iktidar blokuna tepki göstermek için gidebilecekleri başka adres yok. Dolayısıyla iktidar blokundan kaçan oylar doğrudan diğer ittifaka yöneliyor. Bu da muhalefetin en büyük şansı oldu. Genel seçimde ittifak iktidar lehine sonuç yarattı. Ama bu seçimde kendilerine yüzde 50 barajı koydular. AKP Ankara’yı 2009’da yüzde 39’la kazandı. İstanbul’u son seçimde yüzde 47 ile kazanmıştı. Çıtayı yükseğe kaldırmak iktidar açısından önemli dezavantaj yarattı. Muhalefet bundan yararlanıyor ekonomik kriz nedeniyle. Kriz olmasaydı, ittifak kompikasyonları muhalefet açısından da sıkıntı yaratacaktı. Ama kriz döneminde insanlar iktidara tepki duyar. Öyle olunca muhalefet blokunda normalde yaşanmayacak bir seçmen kümelenmesi yaşanıyor.

– İktidarın tanzim satış gibi attığı adımların etkisi oldu mu?

Gözlemlerimize göre etkisi olmadı, enflasyonu etkilemediği de ortada. Tüketici sadece tanzim satıştaki ürünleri tüketmiyor, gıda fiyatları da artmaya devam ediyor. Temel sorun enflasyon. İnsanların ekonomiyle ilgili sorunları gerilemedi. Aslında ekonomik sorunlar 2018’in başından beri ilk sırada ama bunu zikredenlerin oranı daha düşüktü. 2018’in başında bu rakam yüzde 50’lerin altındaydı. Ağustos ayından itibaren rakam yükseldi. Şu anda 4 kişiden 3’ü ekonomiyle ilgili problemini dile getiriyor.

– Başta İstanbul, Ankara gibi büyükşehirler olmak üzere önemli illere bakıldığında nasıl bir tablo var?

İki adayın yarıştığı her yerde seçimin başa baş ve kritik geçeceğini ortaya koyuyor veriler. İktidar, Konya, Kayseri, Maraş, Malatya, Erzurum’da, CHP de İzmir de rahat ama onun dışındaki bir çok yerde ciddi rekabet söz konusu. İstanbul, Ankara, Adana, Mersin, Antalya, Muğla, Aydın, Denizli, Manisa, Balıkesir, Bursa, Tekirdağ, Eskişehir rekabetin en sert yaşandığı yerler. Bu illerde seçim ortada. Muğla, Eskişehir kısmen Tekirdağ, CHP’nin rahat kazandığı yerlerdi. Şimdi onlar karşıda oluşan blok nedeniyle tehdit altında. Geçen seçimde Adana, Mersin, Manisa’yı MHP çok rahat kazanmıştı. Şimdi oralarda ciddi bir rekabetle karşı karşıyalar. AKP açısından da İstanbul, Ankara, Denizli, Balıkesir, Bursa’da ciddi rekabet var. Çok sert rekabet var ancak muhalefet kriz nedeniyle burun farkıyla avantajlı. Totalde “ittifak kime yaradı” derseniz muhalefetin bundan daha karlı çıkmasını en olası senaryo olarak gözlemliyorum.

– Erdoğan yerel seçim değil genel seçim havasında bir kampanya yürütüyor. Seçmeni nasıl etkiliyor bu söylem?

Erdoğan’ın söylemi nedeniyle seçmenler makro faktörlere odaklanıyor. O zaman da ekonomi birinci gündem haline geliyor ve iktidar açısından dezavantajlı bir durum oluşuyor. Dolayısıyla AKP açısından en rasyonel strateji belki yerel seçime odaklanmak ve makro faktörleri tartıştırmamaktı. Ekonomik problemler iktidar açısından dezavantaj yaratıyor onu gidermek için siyasi kimliğe vurgu yapan bir kampanya yürütüyorlar. Ancak tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de seçmenlerin tercihlerini etkileyen iki temel faktör var. Seçmenler siyasal kimliğe ve iktidarların ekonomik performansına göre oy kullanırlar. Eğer ekonomide istikrar, stabilize söz konusuysa o zaman siyasi kimlik tercihleri belirlemek açısından öne çıkar. Ama ekonomik türbülans varsa siyasal kimliklerin etkisi zayıflar. İnsanlar krizlerde iktidarları cezalandırıcı bir tercih ortaya koyarlar. Türkiye’de ekonomik türbülans var. İktidar siyasal tercihler üzerinden genel seçim tadında bir kampanya yürüttüğünde aslında muhalefete de krizi kullanma imkânı sağlıyor. Ekonomik tablonun yarattığı dezavantaj iktidarın başına bela oluyor.

– Önceki seçimlerden farklı bir tablo var ve farklı sonuç kaçınılmaz görünüyor, diyorsunuz.

Bugün için 2009 seçimleri laboratuvar işlevi görüyor aslında. O süreçte AKP’ye kapatma davası açılmıştı ve bu seçmeninin duygusal bağlarını, aidiyetini güçlendiren bir etki yarattı. Seçime kısa süre kala da “one minute” yaşandı. Bu da duygusal bağlarını iyice güçlendirdi. AKP’nin oy kaybının beklenmediği bu tabloda ancak bir başka realite daha yaşanıyordu. Avrupa’yı etkileyen küresel krizden Türkiye de bir miktar etkilendi ve sonuçta AKP o seçimden 9 puan oy kaybederek çıktı. Seçmen, ekonomik çıkarlar mı, siyasal kimlik mi ikilemine girdiğinde çoğunlukla ekonomiyi tercih ediyor. Şu anda da yine bir yerel seçim, yine ekonomik sorunlar var, iktidar siyasal kimliği öne çıkarmaya çalışıyor ama sonucun 2009’a benzemesi yüksek bir olasılık

– ‘Beka’ söyleminin seçmendeki karşılığı nasıl?

Beka söylemi referandumda etkiliydi. Ancak o dönemde bugünkü seviyede ekonomik türbülans yoktu. Aynı söylem referandumdaki kadar etkili olmasa da genel seçimde de etkisini gösterdi. Buna rağmen AKP, 7.5 puan kaybetti. Bu argüman genel seçimde AKP seçmeninin diğer partilere değil, MHP’ye gitmesine neden oldu. Dolayısıyla oylar aynı havuzda kaldı, büyük bir sorun doğmadı. AKP milletvekili kaybetti ama ortağıyla istediği kanunu çıkarabilme gücüne sahip oldu. Ancak yerel seçimlerde ekonomik türbülansın etkisiyle seçmenlerin bir kısmı havuzda kalmıyor. Beka söylemi muhalefet seçmenini hedefleyen bir şey değil aslında. Bu söylemle kendi seçmenini konsolide etmeye, havuzun dışına çıkmasını önlemeye çalışıyorlar ancak başarılı oldukları söylenemez. Çünkü oy kayıpları gözlemliyoruz.

– Güneydoğu’ya ilişkin nasıl bir gözleme sahipsiniz?

HDP’nin önceki seçimde kazandığı belediyeleri yeniden kazanmasını bekliyorum. O bölgedeki sondaj çalışmalarımızda HDP’nin gücünü büyük ölçüde koruduğunu gözlemliyoruz. 24 Haziran’dakine benzer bir tablonun yaşanacağını düşünüyorum, çünkü seçmen sadakatinin en yüksek olduğu parti HDP.

– Seçmen sadakati diğer partilerde nasıl?

AKP, ikinci sırada. Ama seçmeninin sadakati biraz düştü. Son seçimde 7.5 puan civarında oy gitti, bu yüzde 15 seçmen kaybı demek. Ancak hala CHP ile birlikte ikinci sırada. Önceden MHP’de buralardaydı ama İYİ Parti bölünmesinden sonra seçmen kaybetti. AKP’de ekonomik kriz ve oy kayıplarına paralel sadakat azalıyor. AKP seçmeninin yaklaşık yüzde 65’i partiyi, yüzde 70’inden biraz fazlası da lideri başarılı buluyor. Bu değerler daha önce yüzde 80’lerin üzerindeydi.

– Yeni parti arayışları hakkında ne diyorsunuz?

Yoğun bir seçmen talebinden bahsedemeyiz. Ama potansiyel var mı derseniz var. Her partinin içerisinde oy vermesine rağmen genel başkanını başarılı bulmayan seçmenler var. Aslında hepsi alternatif bulduğunda başka partiye yönelebilir. Dolayısıyla ‘siyasi partiler pazarı’nda ‘mutsuz müşteri’ kitlesi gözlemek mümkün. Şu an alternatif olmadığı için oy vermeyi sürdürüyorlar. Mesela 2002’de neredeyse parti değiştirmeyen seçmen kalmadı. İdeolojik bağlılığın çok yüksek olduğunu varsaydığımız milli görüş hareketinin bile (SAADET) AKP’den sonra kaça düştüğünü gördük. Fırsat bulduğunda özellikle sağ seçmen parti değiştirebiliyor. DSP’nin yüzde 22’den yüzde 2’ye düşüşünü yaşadık. Belli koşullar arasında her zaman yeni bir partinin şansı var. AKP ile bağı olan ve o tabana hitap edecek ciddi bir enerji birikimi var. Ama mutlaka yeni parti kuracaklar diye bir şey yok. AKP, Soylu ve Kurtulmuş’un partiye katılması sürecindeki gibi enerjiyi içine alabilir ya da çatışır, bunu zaman gösterecek.


1. « Uzun Metrajım » Fransızca Film Festivali başlıyor

7 – 10 Mart 2019 tarihlerinde İlk “Uzun Metrajım” Film Festivali, Français du Monde Derneği ile salonlarında filmlerin Türkçe altyazılı gösterimini yapacak olan İstanbul Fransız Kültür Merkezi, İstanbul Modern ve İtalyan Kültür Merkezi işbirliğiyle gerçekleştiriliyor.

Festival programında ilk uzun metraj filmleri gösterilecek yönetmenler arasında Julie Bertuccelli, Elsa Diringer, Philippe Faucon, Léa Fehner, Xavier Legrand, Léonor Seraille ve Agnès Varda yer alıyor.

Tüm gösterimlerinin İstanbul Modern’deki seans hariç ücretsiz olduğu festival programı kapsamında Julie Bertuccelli, Yasmin Nini-Faucon ve Léa Fehner ile söyleşiler gerçekleşecek.

(Yeşil Gazete)

“Uluslararası Farklı Perspektifler Film Festivali” başladı

Katadrom Kültür Sanat ve Sosyal Politikalar Derneği tarafından organize edilen ve Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından desteklenen Uluslararası Farklı Perspektifler Film Festivali, bu yıl 6 – 10 Mart 2019 tarihleri arasında 7. kez düzenlenecek.

Ana Tema Mesafe

Başladığı yıldan bu yana izleyicisine ve takipçilerine yeni bakış açıları sunmak için çabalayan festivalin 2019 yılı teması ‘Mesafe. Mesafe algısı farklı filmlerle izleyicilere aktarılırken festival teması atölye, söyleşilerle zenginleştirilecek.

POTLUCK ÖDÜLÜ – Kısacılar Birbirini Destekliyor!

Katadrom, festivale katılım sayısını ve kalitesini denetim altında tutmak amacıyla talep etmek zorunda kaldığı sembolik başvuru ücretini Potluck Ödülü altında en iyi kısa filme veriyor.

Katılımcıların ödemiş oldukları başvuru ücretlerinin toplamıyla oluşturulan Potluck Ödülü, en iyi filme sunulacak. Bu şekilde, başvuruda bulunan tüm sinemacılar, bir başka sinemacıya doğrudan katkıda bulunmuş olacaklar.

Potluck Ödülü’nü kazanan film,  festival kapanışında açıklanacak ve festivalin sosyal medya hesapları ve web sitesi üzerinden duyurulacaktır.

Çınar, Mustafa Karadeniz

Kısa Filmlerden Uzun Metraj Yapımlara

2013 yılında kısa film festivali olarak başlayan Farklı Perspektifler, son beş yılında programına yıl içerisinde ses getirmiş yerli yapımlardan oluşan uzun metraj bir film seçkisini dâhil ediyor. 2019 yılında da Süleyman Arda Eminçe’nin Suç Unsuru,  Mustafa Karedeniz’in Çınar, Banu Sıvacı’nın Güvercin, Nermin Er ve İsmet Kurtuluş’un Rimolar ve Zimolar uzun metraj filmleri festival takipçileriyle buluşacak.

Take-Away Festival

Farklı Perspektifler Film Festivali, İstanbul’da başlayıp yıl içinde dünyanın pek çok şehrinde dolaşan, dolayısıyla, katılımcılarına pek çok farklı etkinlikte yer alma fırsatı sunan, take-away bir etkinlik olma özelliğiyle diğer festivallerden ayrılıyor. Festival bu yıl sürekli misafir edildiği Yogyakarta ve Berlin şehirlerinin yanı sıra, Portekiz’in Avanca şehrini ziyaret edecek. Festivalin önceki yıllarda ziyaret ettiği şehirler arasında Sofya, Kopenhag, Freiburg, Leipzig, Sao Paolo, Talin, Malatya ve Edirne de yer alıyor.

PROGRAM BÖLÜMLERİ

Elliye yakın ülkeden yüze yakın filmin yer aldığı festival programı; Festivalin 2019 teması olan ve fiziksel ve görünmez mesafeleri konu eden Mesafe, kültürel görüş ve yaşam farklılıkların ortaya konduğu Kültürel Bakış, hayatın absürt ve mizahi yönlerinin konu edinildiği filmlerinin yer aldığı Gülünç, güçlü kadın öykülerini ve deneyimlerini anlatan Mor Portreler, her türlü ötekileştirmeye ve ayrımcılığa karşı Şemsiye, keskin dönüşlerle tamamen değişen hayatları anlatan Viraj, yakın tarih, kişisel tarih ve nostalji üzerine filmlerden derlenen Çok Uzak Çok Yakın, algıları altüst eden Melez Algılar ve özgürleştiren ve köleleştiren insan ilişkilerini ve alışkanlıkları aktaran Bağlar bölüm başlıkları altında izleyiciyle buluşacak.

Atölyeler

Festival kapsamında düzenlenecek atölyeler şöyle; Siyasal İletişim uzmanı Şeyda Taluk’un, sinemacı ve sinemacı adaylarına hikâyelerini, projelerini anlatma ve sunma becerisi kazandırma amaçlayan, Pitching AtölyesiÇocuk Kitapları Yazarı Nazlı Deniz Güler tarafından SGDD-ASAM işbirliğiyle göçmen çocuklara yönelik Çocuklar için Büyüyen Kitap Atölyesi ve CİSST işbirliğiyle aktivist Melis Aydınoğlu ve yönetmen Melis Balcı’nın vereceği Animasyonda Temsil: Mahpuslar ve Mesafeler isimli atölyeler düzenlenecek.

Film gösterimlerine 6 Mart 2019 Çarşamba günü başladı. 7. Uluslararası Farklı Perspektifler Film Festivali SALT Beyoğlu ve Vault34 Yeşilçam Sineması, SUPA Suriye Pasajı ve SGDD-ASAM: The Association for Solidarity with Asylum Seekers and Migrants/ Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği’nde düzenleyeceği film gösterimi ve festival etkinlikleriyle beş gün boyunca sinemaseverlere farklı bir festival deneyimi daha sunacak.

(Yeşil Gazete)