Ana Sayfa Blog Sayfa 2589

8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde kadınlara saldırmak neyi gösterir?

Şiddetin tarafında olduğunuzu gösterir. Kadına karşı şiddetin…

Kadınlar “Jin, Jiyan, Azadi” sloganları arasında Galatasaray ve Taksim arasına sıkıştırılırken polis, yaptığı anons sırasında plastik mermi ve biber gazı kullandı. 8 Mart 2019, böyle bir tarihti yani. Ertesi gün ise şiddetin şiddeti nasıl beslediğini; “ezan ve bayrak düşmanı” yalancılığını nasıl körüklediğini de bir kez daha görmüş olduk.

Diğer yandan, bunu burada bırakıp kadınlara bakarsak her şey değişiyor.

8 Mart günü Taksim Gece Yürüyüşü’ne gelen bütün kadınlar, daha Taksim’e giderken kendi yürüyüşlerini gerçekleştiriyorlardı. Yürüyüşe katılan biri, yıllar öncesinde başlamış bu uzun yolun yürünmeye pek engellenebilir olmadığını görür, bütün hücrelerinde hisseder. Bu yüzden, kadınları susturmaya, yürüyüşlerini engellemeye çalışmak; açıkçası zavallıca.

Pankartlar, sesler ve görüntüler

İlk karşılaştığım pankart sayesinde Reçel Blogtan kadınlarla tanıştım. Daha doğrusu bale dersinden birlikte çıkıp meydana birlikte yürüdüğüm K, arkadaşlarını meydanda hemen fark edip beni de tanıştırmak istedi. “Sizinkiler de hemen belli oluyor” dememe gülerek, bu kadar türbanlının bugün burada fark edilmesinin en kolay şey olduğunu söyledi. Sonra Reçel Blogtan R ile tanıştık; ama sanki daha önceden de tanışmış gibi hissettik. Bunu da hemen birbirimize söyledik. Çünkü ortak arkadaşlarımızla beraber o kelimelerin öyle yan yana durup 8 Mart’a gelebilmesi için zamanında az çabalamadık.

LA HAVLE! Yazısının etrafında “Bacım saçın görünüyor.”
“Evliliğin sırrı, itaat et rahat et”
“Bir kadının kocası sex yapmak istediğinde hayır derse melekler sabaha kadar lanet okur” gibi şeyler yazıyor.

“La Havle” diyen kadınlara sarılıp pankartlarını nasıl hazırladıklarını bildiklerimin yanına gittim. İstiklal’e girdikten sonra sloganlar, danslar ve çığlıklara biz de katıldık.

İklim Adaleti için Kadınlar pankartlarının olduğu yerdeydim. İklim değişikliği gerçeğini toplumsal cinsiyet eşitliği ile birlikte okuduğunuzda, canım Greta’nın da dediği gibi feminizmin ne kadar önemli olduğunu anlıyorsunuz. O kadar haklı, meşru ve gerçek bir durum ki bütün dünya kadınlarıyla paylaşmak istiyorsunuz. Gezegen üzerindeki yaşamların yok oluşuna neden olan egemen erkekliklerin yarattığı krizlerden en çok etkilenen kadınlar, iklim krizine sadece bir “ilgi alanı” kadınları dışarıda bırakan “bilimsel bir konu” havası katılmasına karşı çıkıyorlar. Yine ataerkil normlarla şekillenen tüketim alışkanlıklarının dışına çıkan kadınlar, kendilerini tükettikleriyle tanımlamak yerine sade ve doğayla uyumlu yaşamlar kuruyorlar. Bunun için de birbirleriyle dayanışıyorlar. Çünkü politikacılar, iklim krizine neden olan fosil yakıt şirketlerinin çıkarlarına göre davranmaya devam ettikçe havada karbon ve şiddet dolaşmaya devam ediyor. Gündelik hayatın her anında yok sayılan, şiddet gören, öldürülen, ikincilleştirilen kadınlarsa nefes almak istiyor. Yaşama tutundukları bir gülüşü ya da ona güç veren sloganını haykırıyor.

Kadınların farklılıklarıyla barışık olup bununla güçlenmeleri ve eğlenmeleri de 2019 yılında Türkçe konuşan erkeklikleri korkutuyor, telaşlandırıyor.

Biber gazından sonraki anlar biraz durulup kadınların farklı yerlere dağılacağını anladığım sırada Fransız Kültür’ün önünde Filiz Kerestecioğlu’nu fark ettim. Polis saldırısını anlatmaya yeni başlamıştı.

Kerestecioğlu önce bize Fransız Kültür’ün önündeki barikatlarda kadınların nasıl bir izdihamın eşiğinden döndüğünü ve caddenin polisin uyguladığı vahşetten sonraki halini gösterip şöyle konuştu, “İşte toplantı, toplanma hakkımızın, barışçıl gösteri hakkımızın hali budur. Ama ben hiçbir zaman kadınların yılacağını düşünmüyorum. Şu anda da yılmadıkları gibi bundan sonra da yılmayacaklardır.”

Kadın cinayetlerine ve o cinayetlerin utanç temsili dava süreçlerine karşı yürüyen kadınlara biber gazı ve plastik mermi kullanıyorsanız, şiddetin ta kendisisiniz demektir. Bu bundan başka bir şeyi göstermez. Kadınlarsa bu şiddetin kaderleri olarak dayatılmasına izin vermiyor, itaat etmiyor, etmeyecek.

Kerestecioğlu sözlerini bitirdikten sonra bir grupla beraber meydana doğru yönelirken benim Galata’ya gitmek için İstiklal Caddesi’ne yöneldim. Çektiğim videoyu izledim. Kafamı kaldırdığımda karşımda iki toma ve polislerden başka hiçbir şey yoktu. Önlerine kadar yürüdüm. İstiklal’den devam edemeyeceğimi söyleyip yan yollara yönelttiler beni. Sokağı döner dönmez arkadaşlarımı gördüm. Beni fark ettikleri anda bakışlarımız o kadar değişti ki, bu yazıyı yazmaya o an karar verdim.

Erkekliklerin provokatif yalanlarını erkekler planlar, söyler ve yayarken, kadınlar birbirlerinin gözlerinin içine bakıyor.

Şiddetin tarafındasınızdır ya da değilsiniz. Bu, bu kadar basit.

Tarım ilacı 3 bin kovan arıyı öldürdü!

Bilinçsiz tarımsal ilaçlamanın neden olduğu arı ölümleri devam ediyor. Bu kez de 3 bin kovan arı öldü.

Aydın’da yaygın olarak arıcılık faaliyetlerinin yapıldığı Çine ve Karpuzlu yöresinde, geçtiğimiz hafta milyonlarca arının telef olmasının ardından yeni bir vaka daha Sultanhisar’a bağlı Atça Mahallesi’nde yaşandı. Bilinçsiz tarımsal ilaçlama nedeniyle meydana geldiği iddia edilen arı ölümleri, çoğunluğu başka illerden gelen gezginci arıcılara ait olmak üzere 3 bin kovanı etkiledi.

Polen toplamaya çıkan milyonlarca işçi arı, ilaçlama yapılan arazilere ulaştıklarında kovana zehirlenmiş vaziyette döndü. Zehirle dönen işçi arılarla birlikte kovana gelen zehir, diğer arıları da etkiledi. Çırpınmaya başlayan arılar, bir süre sonra telef oldu. Yeni üretim sezonunda daha kaliteli ve çok bal alabilmek için geldikleri Aydın’da büyük bir şok yaşayan gezginci arıcılara ait kovanların önleri, milyonlarca ölü arıyla doldu.

Gezginci arıcıların kovanları etkilendi

Ordu’dan arılarını konaklatmak için gelen Sezai Gürel, geçtiğimiz yıl Kuyucak’ta konaklama yaptığını ancak böyle bir olumsuzlukla karşılaşmadığını söyledi. Dünden bu yanan arılarının aniden ölmeye başladığını belirten Gürel, “Arılarımızın bilinçsiz şekilde yapılan tarımsal ilaçlama nedeniyle öldüğünü düşünüyoruz. Zararımız çok büyük, bir daha böyle bir zehirlenme olursa arıların tamamını kaybedebilirim. Şu anda bile kovanların eski gücüne kavuşması çok zor” dedi.

Arılar çırpınarak can verdi

Ankara Çubuk’tan gelen gezginci arıcı Hakkı Çınar ise, “Aydın’a daha önceki yıllarda da geliyordum. Daha önce böyle ölümler olmuyordu. İlaç aldıkları için arılar ölmeye başladı. Polen almak için dışarı çıkan arılar, kovana geldiklerinde birden çırpınmaya başlıyor ve bir süre sonra ölüyor. Bu ölümler bizi büyük zarara soktu” şeklinde konuştu.

Sultanhisar İlçe Tarım ve Orman Müdürlüğü ekipleri, ölümlerin kesin nedeninin belirlenmesi için kovan önlerinde biriken ölü arılardan numune aldı.

(ciftcidenhaber.com)


ArtAnkara Kadın teması ile açılıyor

Ankara’da 2014 yılında ilk kez düzenlenen ‘ARTANKARA’ Çağdaş Sanat Fuarı bu yıl beşinci kez, 14 Mart’ta Ankara ATO Congresıum’da açılıyor.

Fuarı düzenleyen Atis Fuarcılık Yönetim Kurulu Başkanı Bilgin Aygül fuarla ilgili olarak yaptığı açıklamada, Ankaralıların fuara ilgisinin her geçen gün arttığını bildirdi.

Geçen yıl 10 bin metrakere olan fuar alanının bu yıl 11 bin metrekareye çıktığını kaydeden Aygül, “Fuara bu yıl 41 ülkeden 750’nin üzerinde sanatçı katılıyor. Aralarında Rusya, İran, Güney Kore, Kanada, Hollanda, İsveç, Bulgaristan’ın da bulunduğu 14 ülkeden galeriler de yer alıyor” dedi.

Bu yıl fuarın ana temasının “Kadın” olduğunu vurgulayan Aygül yapılacak panellerde ve söyleşilerde kadın ve kadına şiddet konularına özel yer verileceğini bildirdi. Fuarda gerçek boyutlarda 14 seramik kadın heykelinin yer alacağını ifade eden Aygül, son yıllarda öldürülen kadınların gülen yüzlerinin de sergileneceğini belirtti. Geçen yıl fuarı 43 bini aşkın kişinin ziyaret ettiğini kaydeden Bilgin Aygül bu yıl sayının çok daha artmasını beklediklerini, ziyaretçi sayısının 50 bini aşacağını tahmin ettiklerini söyledi. Fuarda, “Sanatta Kadın, Kadına Şiddete Karşı Sanatın Rolü, Sanat, Siyaset ve İdeoloji, Rönesans’tan Günümüze Sanatın Rengi, Müzeler ve Sanat Eserleri, Rusya’da Çağdaş Sanat, Yurtdışında Sanatçı olmak” konulu paneller düzenlenecek ve sanatçılar konserler verecek. Fuar 17 Mart akşamına kadar sürecek.



Almanya-Fransa ortak meclisine Paris’ten onay

Almanya ile Fransa arasında ortak bir meclis kurulmasını öngören anlaşma Fransa Ulusal Meclisi’nde onaylandı. Anlaşma Almanya Federal Meclisi’nde de onaylandıktan sonra yürürlüğe girecek.

Almanya ile Fransa arasında ortak bir meclis kurulmasını ve yılda iki kere toplanmasını öngören anlaşma Fransa Ulusal Meclisi’nde onaylandı.

Anlaşmanın Almanya Federal Meclisi Bundestag’da onaylanmasının ardından her iki meclisten 50 milletvekilinin katılımıyla oluşturulacak yeni meclis iki ülke arasında derinleştirilmesi öngörülen işbirliği süreçlerini takip edecek.

Almanya ve Fransa arasında 1963 yılında Elysee Sarayı’nda imzalanan ve bu yıl da Almanya’nın Belçika sınırındaki Aachen kentinde Angela Merkel ve Emmanuel Macron’un imzalarıyla yenilenenanlaşma uyarınca oluşturulacak meclis iki ülkenin parlamentolarında ortak kararların çıkarılmasında teklif verebilecek.

Melenchon karşı

Fransa Ulusal Meclis Başkanı Richard Ferrand Pazartesi günkü oylamadan çıkan sonucu memnuniyetle karşıladığını belirtirken, açıklamasında “Böylesine özgün bir parlamenter grup oluşturmak ilişkilerimizin ne denli yoğun olduğunun göstergesidir” ifadesini kullandı.

Ancak Fransa parlamentosundaki siyasi yelpazenin en solunda yer alan Jean-Luc Melenchon, iki ülke arasında ortak bir meclis oluşturulmasına karşı çıkıyor.

Pazartesi günkü oylama sonrası konuşan Melenchon, Fransa’nın güneydeki komşularıyla Almanya’dan daha fazla ortak yanı olduğunu vurguladı ve söz konusu meclisin oluşturulmasının diğer Avrupa ülkeleri tarafından olumsuz algılanabileceğini kaydetti.

Solcu lider “diğer Avrupalı ortaklara her şeyin iki ülke tarafından yönetildiği fikrini vermenin” Fransa’nın çıkarlarına aykırı olduğu değerlendirmesinde bulundu.

Ocak ayında yenilenmişti

Almanya ve Fransa arasındaki dostluk anlaşması 22 Ocak’ta yenilenmişti. İmza töreninden sonra konuşan Almanya Başbakanı Angela Merkel, anlaşmanın artan popülizm ve milliyetçiliğe verilmiş ortak cevapları olduğunu söylemiş ve “özel zamanlarda kararlı, açık, ileriye yönelik ve yanlış anlamaya yer vermeyecek tepkilere ihtiyaç olduğunu” belirtmişti.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron anlaşmanın Avrupa’nın bütünleşme sürecine ivme kazandıracağını söylemiş ve “Avrupa, dünyadaki yeni fırtınalara karşı halklarımızın koruma kalkanı olmalı” diye konuşmuştu.

1963 yılında dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle ve Almanya Başbakanı Konrad Adenauer’in imzaladıkları Elysee Antlaşması’nı tamamlayıcı nitelikteki 28 maddeli yeni dostluk anlaşması ekonomi, savunma ve Avrupa politikalarındaki ikili işbirliğinin artırılmasını öngörüyor.

Bürokratik engellerden arındırılmış “Fransız-Alman ortak ekonomik bölgesi” oluşturulması, silah ihracatında ortak kuralların belirlenmesi, halklar arasındaki ilişki ve ortak inisiyatiflerle şehir kardeşliğinin teşviki için bir fon kurulması konuları da anlaşmada yer alıyor.

(DW)


Cezayir Cumhurbaşkanı Buteflika, adaylığını geri çekti

0

Cezayir Cumhurbaşkanı Abdulaziz Buteflika, yeniden aday olması nedeniyle bir süredir devam eden protestoların ardından geri adım attı. Buteflika, adaylık başvurusunu geri çekti.

Adaylığı protestolara neden olan Cezayir Cumhurbaşkanı Abdulaziz Buteflika, adaylığını geri çekti ve seçimler ertelendi. Buteflika, hükümetin de feshedildiğini açıkladı.

HAKİMLER VE AVUKATLAR GÖSTERİ DÜZENLEDİ

Cezayir’de 1999’da yönetime gelen ve 4 dönemdir görev yapan 82 yaşındaki Abdulaziz Buteflika’nın sağlık sorunlarına rağmen 18 Nisan’da yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bir kez daha aday olması, ülkesinde protestolara neden oldu.

Cezayir’in çeşitli kentlerinde hakim ve avukatlar, bugün Buteflika’nın 5’inci dönem adaylığını protesto etmek için gösteri düzenledi. Başkent Cezayir’deki Yargı Konseyi binası önünde toplanan avukatlar, Buteflika’nın adaylığı aleyhinde sloganlar attı.

Avukatlar Sendikası Başkanı Abdulmecid Silini, gösteride yaptığı konuşmada, “Biz burada tutumumuzu ortaya koymak için toplandık. Cezayir halkının değişim talebinin karşısında durabilecek kimsenin olduğunu sanmıyorum” dedi.

Ülkenin doğusundaki Bicaye kentinde de hakimler, ilk kez Buteflika karşıtı protesto gösterilerine katıldı. Cezayir İnsan Hakları Savunma Birliği’nden yapılan yazılı açıklamada, Bicaye Mahkemesi önünde toplanan göstericilerin, “Hakim ve avukatlar aynı ailedendir”, “Yargının bağımsızlığı halkın talebidir” yazılı pankartlar açtığı kaydedildi.

Açıklamada ayrıca bazı hakimlerin, Buteflika’nın adaylığına karşı halk hareketini desteklemek amacıyla “Hakimler Kulubü” adlı bir oluşum kurmak üzere toplantı yapacakları bilgisi verildi. Bu arada Cezayirli Avukatlar Birliği’nin aldığı karar gereği, bugünden itibaren ülkedeki tüm mahkemelerde 4 gün boyunca tüm adli işlemler boykot ediliyor.

GREVLER ARTARAK DEVAM ETTİ

Abdulaziz Buteflika’nın dün başlayan grev dalgası bugün büyürken, başkentin çeşitli bölgelerinde öğrenciler protesto eylemlerine sürdürdü. Cezayir’in doğusundaki Jijel eyaletinde yer alan Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) şirketi tarafından yönetilen Djen Djen Limanı işçileri greve başladı.

Görgü şahitlerinden alınan bilgiye göre, rıhtımda toplanan işçilerin, Cezayir bayrağı ile Buteflika’nın adaylığına tepki gösteren ifadelerin yer aldığı pankartlar taşıdı. Grev nedeniyle limandaki yükleme ve boşaltma işlemlerinin tamamı durdu. Aynı vilayete bağlı Mila kentinde yer alan Katarlı bir şirketin ortak olduğu Bellera Fabrikası işçileri de greve gitti.

Ülkenin doğu sahilinde yer alan Annaba kentinde ülkenin en büyük demir-çelik fabrikası El-Hicar, Buteflika aleyhindeki grev sebebiyle üretimin tamamen durduğunu açıkladı.

Cumhurbaşkanı Buteflika’ya yakınlığıyla bilinen En-Nehar televizyon kanalının haberine göre, Tunus sınırına yakın Tebessa ilinden gelen demir ham maddesinin demir yolu işçilerinin başlattığı grev nedeniyle kente ulaşmadı ve fabrikada üretim bu nedenle durdu.

LİSE ÖĞRENCİLERİN PROTESTOSUNA İZİN VERİLMEDİ

Başkent Cezayir’de çok sayıda lise öğrencisi, Buteflika’nın adaylığını protesto etmek için Merkez Postane Meydanı’nda bir araya geldi.Başkentin doğusundaki Bab ez-Zuvvar bölgesinde lise öğrencilerinin düzenlediği gösteriye, Ed-Derek adı verilen jandarma güçleri izin vermedi, protestocuların ilerlediği yolu kapattı.

Ayrıca başkentin batı banliyösündeki Ayn Beniyan ve Zeralda ile kentin doğu banliyösündeki Burc el-Bahri ve Dergane’de öğrenciler Buteflika’nın adaylığını protesto etti.

Sosyal paylaşım platformlarında yayılan grev çağrısının ardından dün başkent Cezayir’in de aralarında bulunduğu pek çok kentteki dükkanlar, toplu taşıma araçları ve okullarda kısmi greve gidilmişti. Cezayir banliyö treninin doğu, batı ve güney hatlarında da seferler yapılmazken Cezayir, Bicaye ve Annabe Limanlarının işçileri de greve katılanlar arasında yer almıştı.

Cezayir Yüksek Öğretim ve Bilimsel Araştırma Bakanlığı dün, 2018-2019 eğitim öğretim yılı için üniversitelerde daha önce 21 Mart-5 Nisan olarak belirlenen bahar tatilinin 10 Mart- 4 Nisan’a çekilmesine, yaz tatilinin de 4 Temmuz yerine 11 Temmuz’a ertelenmesine karar verildiğini açıklamıştı.

BUTEFLİKA: ADAYLIĞIMI GERİ ÇEKTİM

Bugün akşam saatlerinde açıklama yapan Cezayir Cumhurbaşkanı Abdulaziz Buteflika, cumhurbaşkanlığı seçimlerini ertelediğini ve adaylığını geri çektiğini duyurdu.

Buteflika ayrıca Ahmed Uyahya başkanlığındaki mevcut hükümeti feshederek, diyalog konferansı düzenlenmesi yönünde karar aldı.


Mahfi Eğilmez: Türkiye slumpflasyona girdi

TUİK’in, Türkiye ekonomisinin yüzde 3 oranında küçüldüğünü açıklamasının ardından ekonomideki bu yeni durum üzerine yürütülen tartışmalar arttı. Ekonomist Mahfi Eğilmez 2018 yılının son çeyreğinde Türkiye ekonomisinin ‘küçülen ekonomiyle beraber yükselen enflasyon’ şeklinde tanımlanan slumpflasyona girdiğini açıkladı.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2018 yılı Gayrisafi Yurt İçi Hasıla (GSYH) sonuçlarına göre Türkiye ekonomisi 2018’in dördüncü çeyreğinde yüzde 3 küçüldü. Ekonomist Mahfi Eğilmez ‘Kendime Yazılar’ adlı blogunda ekonomideki bu küçülmenin sürpriz olmadığını belirterek, Türkiye’nin “küçülen ekonomiyle beraber yükselen enflasyon” şeklinde tanımlanan ‘slumpflasyon’a girdiğini söyledi.

Mahfi Eğilmez’in Kendime Yazılar sitesinde yayınladığı metin şöyle:

BEKLENEN GELİŞME 

2018 yılının son çeyreğinde ekonominin yüzde 3 küçüldüğü anlaşıldı. Bu sonuç sürpriz miydi? Bence kesinlikle değildi. Hatta sanayideki ve talepteki büyük çöküşe göre iyi bir oran olduğunu söylemek bile mümkün. Sürpriz olup olmadığını anlamak için son çeyrek gelişmelerini yansıtan verilere bir bakalım.

Bu tablodan daha iyi bir büyüme oranı çıkması imkansızdı.

GSYH VE KİŞİ BAŞINA GELİRİN DURUMU  

2018 yılında GSYH 3.701 milyar TL oldu. Yıl ortası USD/TL kuru olan 4,72 ile bunu dolara çevirirsek dolar cinsinden 2018 GSYH’si 784 milyar USD ediyor. 2017 yılında GSYH’miz 851 milyar USD idi. Demek ki dolar cinsinden geçen yıla göre GSYH’miz 67 milyar dolar düşmüş bulunuyor. Bu durumda Türkiye 2017 yılında dünya sıralamasındaki 17’ncilik sırasını Hollanda’ya kaptırarak 18’inci sıraya gerilemiş bulunuyor. 2018 yıl ortası nüfusu 81,4 milyon olarak hesaplanıyor. Bu durumda kişi başına gelirimiz (784 milyar USD / 81,4 milyon =) 9.632 USD olarak bulunuyor. Bu tutar 2017 yılında 10.546 USD idi. Demek ki 2018 yılında kişi başına gelirimiz 914 USD gerilemiş oluyor. Türkiye 2017 yılında 10,546 USD kişi başına gelir ile dünyada 64’üncü sırada idi. 9.632 USD’ye gerileyen kişi başına geliriyle Türkiye, dünya sıralamasında 71’inci sıraya gerilemiş oluyor.

BÜYÜME (KÜÇÜLME)

Ekte sunduğum tablodan görülebileceği gibi 2018 yılının son çeyreğinde yüzde 3 küçülen ekonomi 2018 yılının tümünde yüzde 2,6 gibi potansiyel büyümenin (yüzde 5 dolayında olduğu tahmin ediliyor) oldukça altında bir büyüme sergilemiş oldu. Dördüncü çeyrekteki küçülmede başrolü harcamalar yönünden hesaplanan GSYH’deki en büyük paylara sahip olan özel tüketimdeki (hane halkı tüketimi) yüzde 8,9’luk ve yatırım harcamalarındaki (gayrı safi sabit sermaye oluşumu) yüzde 12,9’luk küçülmeler oynamış bulunuyor. İthalattaki yüzde 24,4’lük küçülme de aslında üretimdeki düşüşün bir başka yansımasını veriyor. İthalatın büyük ağırlığı üretimde girdi olarak kullanılan ham madde, ara malı ve yatırım mallarından oluştuğu için bunların ithalatındaki düşüş bize üretimdeki düşüşü de özetlemiş oluyor.Tablodan izlenebileceği gibi üretim yönünden hesaplanan GSYH içinde en büyük ağırlığa sahip olan bütün kesimlerde (sanayi, inşaat, hizmetler, finans, tarım) dördüncü çeyrekte ciddi küçülme yaşanmış görünüyor. Özellikle finans kesiminde yaşanan büyük daralma (yüzde 16,2) reel kesimi de etkilemiş bulunuyor. Bu daralmanın iki nedeni var: (1) Finans kesimi borç ödemede sıkıntı çeken reel kesime yeni kredi açmakta istekli davranmıyor. (2) Yüksek faizler ve düşük talep reel kesimin yeni kredi talebinde bulunmasını engelliyor. Dördüncü çeyrekte yaşanan bu olumsuzluklar 2018 yılı büyüme ortalamasını da yüzde 2,6’ya çekmiş bulunuyor.

SLUMPFLASYON 

Türkiye, 2018 yılının son çeyreğindeki ortalama yüzde 22,4 enflasyon ve yüzde 3 küçülmeyle birlikte slumpflasyona girmiş bulunuyor. Slumpflasyon[i] (enflasyon içinde küçülme) bir ülkede yüksek enflasyon olgusuyla birlikte ekonomik küçülme de yaşanması halini anlatan bir kriz durumudur.

Aşağıdaki grafik, Türkiye’nin 2016–2018 arasında çeyrek dönemler itibariyle büyüme ve enflasyon oranlarını gösteriyor.

Grafikte noktalı çizgiden sonrası 2018 yılının dördüncü çeyreğini gösteriyor. Görüleceği gibi kırıklı çizgiden itibaren Türkiye yüksek enflasyon ve eksi büyüme (küçülme) bölgesine yani slumpflasyona geçmiş bulunuyor. Dikkat edilecek olursa benzer bir olgu (çok daha düşük düzeyde) 2016 yılının üçüncü çeyreğinde de yaşanmış ve Türkiye bu durumdan bir çeyrekte çıkmayı başarmıştı. Bakalım bu kez 2019 yılının ilk çeyreğinde böyle bir başarı tekrarlanabilecek mi?

(i) Ekonomik krizlerin en zoru budur. Çünkü burada bir yandan enflasyonu düşürmeye uğraşırken bir yandan da ekonominin küçülmesini önce durdurmaya sonra da büyümeye döndürmeye yönelik bir ekonomi politikası uygulamak gerekmektedir. Makroekonomik hedeflerin ve politika araçlarının birbiriyle çelişkisi en fazla burada ortaya çıkar. Bir yandan enflasyonu düşürmek, bir yandan büyümeye geçmek, bir yandan bunlara eşlik etmesi büyük olasılık içinde olan işsizlik artışını engelleyip istihdamı artırabilmek birbiriyle çelişen hedeflerdir.

Yazının tamamı 


Mansur Yavaş hakkında ‘görevi kötüye kullanmak’ suçlamasıyla iddianame hazırlandı

CHP’nin Ankara Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mansur Yavaş hakkında ‘görevi kötüye kullanmak’ ve ‘kişilerin huzur ve sükununu bozmak’ suçlamalarıyla iddianeme hazırlandı.

Soruşturma açılması talebiyle Ankara Batı 4. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilen iddianamenin kabul edilmesi durumunda Mansur Yavaş, 9 aydan 3 yıla kadar hapis cezası ile yargılanacak.

İddianameye göre Yavaş’ın avukatlık yaptığı dönemde Necmettin Kesgin adlı kişiden iki defa 600 bin dolarlık senet tahsil etmeye çalıştığı belirtildi. Ancak Yavaş’ın avukatı Mustafa Ekinci, sahte imza atılmış bir senetle müvekkilinin mağdur edildiğini, verdiği hukuki hizmet karşılığında alacağını tahsil edemediği için ikinci defa tahsilat yapmaya çalıştığını açıkladı. Ekinci bu durumun hukuka aykırı olmadığını ifade etti.

İddanamede ayrıca Yavaş’ın müşteki Kesgin’in cep telefonuna çok sayıda mesaj gönderdiği, bu nedenle de ‘kişilerin huzur ve sükununu bozmak’ suçunu işlediği savunuldu.

Mansur Yavaş: İddialar kirli siyasetten ibaret

Büyükşehir belediye seçimleri kapsamında Ankara’da ziyaretlerine devam eden Mansur Yavaş ise, söz konusu iddiaların kirli siyasetten ibaret olduğunu ve yarın konuyu açıklığa kavuşturacağını söyledi.

Yavaş, “Bu haberler de (sahte senet iddialarına ilişkin) aslında aralık ayında gazetelerde yayınladı. Aslında bütün gazetelere gönderildi. Kendileri o zaman rağbet etmediler. Anketlerde ara açıldıkça tekrar bunu ısıtıp önümüze getirdiler.” dedi.

Ömer Çelik: Sahte senetle icra takibi yapmış mıdır yapmamış mıdır?

Basında yer alan haberlere değinen AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, bu konudaki davanın 2016’da Yargıtay tarafından onanarak sonuçlandığını ve Yavaş’a para cezası verildiğini belirtti.

Çelik, kesinleşen davanın ardından Mansur Yavaş aleyhinde aralarında ‘resmi evrakta sahtecilik, şantajla menfaat temini, yargı içerisinde örgüt kurmak ve kişisel ilişkilerle nüfus ticareti yapmak’ gibi suçlamaların da bulunduğu 28 ayrı hukuki süreç başlatıldığını ifade etti.

Siyasi partileri seçimlere ‘temiz aday’ çıkarmakla yükümlü olduğunu belirten AK Parti Sözcüsü Çelik, CHP’ye yönelik, “Hakkında bu şekilde iddialar olan birisini, Ankaralının önüne belediye başkan adayı olarak çıkarma konusundaki tutumunuz devam edecek midir, bu konuda ısrarınız var mıdır?” sorusunu sordu.

(Euronews)

İller Bankası kirada ama taşınmazları satılıyor!

Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, 24 adet taşınmazının satılması için bugün açık ihaleye çıkılacak İller Bankası için yeni hizmet binası yapımı ile ilgili bir çalışma bulunmadığını açıkladı.

2016 yılında tescili kaldırılarak önce boşaltılan, ardından da Haziran 2017’de yıkıldıktan sonra Ankara Çukurambar’daki bir binaya kiracı çıkan İller Bankası, bu kez de mülkiyetinde olan arazi ve binaları elden çıkarmasıyla gündemde.

CHP Ankara Milletvekili Murat Emir, Sayıştay’ın, “Bir an önce kendi binanı yaptır” diye uyardığı İller Bankası’nın ne zaman kiradan kurtulacağını CİMER’e ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’a sordu. Emir, “Bankamızın Genel Müdürlük Hizmet Binası yapımı ile ilgili bir çalışması bulunmamaktadır” yanıtını aldı.

İller Bankası’nın Ulus’taki tescilli kültür varlığı olan genel müdürlük binasının yıkılmasının ardından 3 yıllık bir anlaşmayla kiraya çıktığını belirten Emir, “İller Bankası bu kez de sosyal tesislerini elden çıkarıyor. Bankanın 24 adet taşınmazının satılması için 11 Mart’ta açık ihaleye çıkılacak” dedi.

‘TULUMBADA SU BİTMİŞ’

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın bir kamu kuruluşu olan İller Bankası’nın taşınmazlarının satışa çıkartılmasının kamu mülkiyetinin tasfiyesi olduğunu belirten Emir, şu şekilde konuştu, “Üretime katkı veremeyen, ekonomide gün be gün çöken siyasi iktidar kamu mallarını elden çıkarmaya doymuyor. Şimdi de 11 Mart’ta yapılacak ihale ile Ankara’da 6, İstanbul’da 15, Elazığ’da 2, Gaziantep’te 1 olmak üzere 24 taşınmazın satılmasıyla İller Bankası’nın içi boşaltılacak. Yönetim kurulunun yeni genel müdürlük hizmet binasının yapımı için karar almasına rağmen buna yönelik bir çalışmanın gündemlerinde olmaması bir yana, şimdi de mülkiyetinde olan arazileri ve kamu binalarını gözden çıkarma girişimindeler. Bu, kamu mülkiyetinin tasfiye edilmesidir ve asla kabul edilemez. İş, arsaları da satmaya kadar geldiğine göre tulumbada su bitmiş anlaşılan.”

(Gazete Duvar)

Kemal Kılıçdaroğlu, sanatçılarla bir araya geldi

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Ekrem İmamoğlu’nun Taksim’de bir otelde gerçekleştirdiği “Sanatçılar ve Edebiyatçılar Buluşması’na katıldı. Kılıçdaroğlu, ” İnsanları sanat ve kültürle buluşturmak gibi bir rolümüz var. Ekrem İmamoğlu’nun böyle bir kararı var zaten Beylikdüzü’nde çok güzel şeyler yaptı. İstanbul aynı zamanda bir kültür, tarih kenti. Ekrem bey’in böyle bir düşü var, bunu gerçekleştireceğine de inanıyorum” dedi.

Toplantıya Müjde Ar, Ali Rıza Binboğa, Menderes Samancılar, Nebil Özgentürk’ün de aralarında bulunduğu çok sayıda konuk katıldı. “İstanbul’un değişik bölgelerini geziyoruz. İstanbul’u en iyi sizler biliyorsunuz” diyen Kılıçdaroğlu, şunları söyledi:

“Sanat dünyası bilir. Sizlerle birlikte olmanın onuru ve gururunu taşımak ayrı bir olaydır ve en zor şey de sanatçılarla birlikte olup sanatçılarla konuşmaktır. Çünkü sanatçı eleştirel kültürle beslenir, güce bağlılık göstermez, tam tersine zayıftan, güçsüzden, hakkını arayandan yanadır, kendini öyle konumlandırır, mücadelesini o çerçevede yapar. Baskıya direnir, rüzgara karşı yürüyen kişidir sanatçı. Böyle bir kimliği vardır sanatçının. Sanat dünyasını zaman zaman izlemeye çalışıyoruz, bize yönelik gelen eleştirilerin tamamını büyük bir dikkatle okuyoruz.

Bize yapılan her eleştirinin samimi olarak yapıldığına inanırım varsa bir eksikliğimiz onu gidermeye çalışırız. Gerek parti olarak sanata bakış açımız gerek belediye başkanlarımızın sanat ve kültür dünyasına bakış açıları olabildiğince iyi olmaya çalışıyoruz, güzel şeyleri hayata geçirmeye çalışıyoruz. İnsanları sanat ve kültürle buluşturmak gibi bir rolümüz var. Ekrem İmamoğlu’nun böyle bir kararı var zaten Beylikdüzü’nde çok güzel şeyler yaptı. Belki sanat dünyamız bunu daha yakından da izliyordur. İstanbul aynı zamanda bir kültür, tarih kenti. Ekrem bey’in böyle bir düşü var, bunu gerçekleştireceğine de inanıyorum. Sanatın ve sanat insanlarının ayrı bir gücü var. Politikacılardan ve kendisini güçlü sanan insanlardan daha büyük gücü vardır sanatçının.”

Lise yıllarında Alexandra Dumas’ın 3 Silahşörler isimli kitabını okuduğunu ve sanatçının gücünü anlattığını belirten Kılıçdaroğlu, “Sanatın ve sanatçının gücü düşündüğümüzden çok daha fazladır. Bu gücü Türkiye’de belki de en çok hissetmeyenler politikacılardır. Kısır düşünen, dünyayı görmeyen, okumayan, sanatçının kolay yetişmediğini, dünyaya nasıl eleştirel baktığını bilmeyen kısır siyasetçilerden kaynaklanıyor. Oysa sanat 7 dalda dünyaya meydan okuyacak bir güce sahiptir” şeklinde konuştu.


İklim değişikliği burada, açlık olarak kapımızda!

Ancak bunu akşam haberlerinde duyamıyoruz!

Ufkun bir zamanlar olduğu yer artık bulanık görünüyor. Artık oluşturduğumuz her cümlenin arkasından bir soru işareti geliyor. Nergisler güzel, ama bu yıl biraz erken değil mi? Şubat ayında çıplak kollarınızda güneşin sıcaklığının tadını çıkarmak sorun olur mu?

Bazılarımız iklim değişikliğini bir ruh hali, bir harabe olarak tanıdığımız ve sevdiğimiz her şeyi hayal etmemizi sağlayan istenmeyen bir altıncı his gibi bir şey olarak görüyoruz. Sadece ani, manşetlik haberlerde somutlaşıyor: Burada bir tayfun, bir orman yangını, başka bir yerde kaybedilen bir tür. Yeterince gerçek, biliyoruz ama esas olarak bunu henüz gerçekleşmemiş bir şeyin yarattığı bir gölge olarak deneyimliyoruz. En azından bazılarımız…

Ancak iklim değişikliği her yerde bu kadar da soyut değil. 2017’de, Somali topraklarının üçte birini kaplayan, bağımsız ancak tanınmayan Somaliland ulusunu ziyaret ettim. Yolsuz savanada çapraz bir şekilde ilerlerken, kadavraların bir köyün yakınında olduğumuz anlamına geldiğini çabucak öğrendim. Genellikle birkaç mil ötede başlarlardı: Çoğunlukla koyun ve keçiler, aynı zamanda çıplak, kavurucu ortamda kuruyan derileriyle deve ve eşekler. Önceki yıl, sonbahar yağmurları gelemedi. İlkbahar yağmuru da gelmedi. İnsanlar her yerde kuraklığın sürülerinin yüzde 90’ı kadarını aldığını ifade ediyordu. Ve her yerde insanları hareket halindeyken gördüm: çaresiz bir mera arayışı içinde, ya da zaten her şeyini kaybetmiş, başka bir devamlılık kaynağında. Şehirlerin kenarlarında yeni topluluklar oluşuyordu, yerlerinden edilmiş kamplardan oluşan dağınık kamplar, bir zamanlar gururlu çobanlar, geleceğe dönük bir umut beklemeden, daha fazla zarar vermeksizin bir gün paralar için çakıl topluyorlardı.

Bu neredeyse iki yıl önceydi. Geçen yıl, ilkbahar yağmuru sert yağdı, yine sürüler gitti, hasarlar ortaya çıktı. Ülkenin zenginliğinin çoğu zaten kemiklere indirgenmişti. Sonbaharın yağmurları yine zayıftı ve açlık bir kez daha kapıyı çaldı. Batının gözünden ırakta olan Batı Afrika Boynuzu’nda iklim değişikliğinin felaketi zaten her şeyi değiştirdi.

Geçen hafta, uluslararası STK CARE, dünyanın en az haberleştirilen 10 büyük insani krizlerine dair üçüncü yıllık raporunu yayımladı. ABD’de terörle mücadelede bir savaş alanı olmak sizi hala haberlerde tutuyor, bu yüzden olsa gerek Somali sıralamada yok, ancak komşusu Etiyopya listeye ikinci kez yine sıralamaya girdi. Ülke doğusundaki açlık krizi ile listede kendine yer buldu. Bu bölge, iki yıl önce Somali’yi vuran ülkede 3 milyondan insanı yardıma muhtaç bırakan ölümcül aynı kuraklıkla yüzyüze kalmıştı. Bu kuraklık sonrasında bu ülkelerde hem şiddet olayları artmış, kırsal ekonomiler yıkıma uğramış ve binlerce insan göç etmek zorunda kalmıştı. Bu yaz sonu itibari ile yaklaşık bölgeden 500.000 insan göç etti.

CARE’nin bu sene yayımladığı rapordaki diğer ilginç bir kısım ise neredeyse tüm bu 10 küresel insani yardım krizinin köklerinde iklim değişikiğinin ayak izine rastlanmasıydı. Sudan’da tahmin edilemeyen yağmur rejimi kuraklık, su baskınları ve aşırı açlık anlamın geldi. Madagaskar adasında iklim değişikliği ön saflarında yaşanan siklonlar ve kuraklık 1.3 milyon insanı açlık ve risk altında bıraktı. UNICEF ‘in çarpıcı rakamlarına göre, ülkedeki çocukların yüzde 49’u yetersiz beslenme yüzünden olması gereken boydan daha kısa ve bodur. Filipinler’de, 2018’in en şiddetli fırtınası olan “süper tayfun” Mangkhut, ısınan okyanusların ısısıyla beslendi ve bir milyondan fazla insanın yerinden etti. Nijer’de çölleşme, nüfusun neredeyse yarısının kronik olarak yetersiz beslendiği Çad’da olduğu gibi, şiddeti ve yerinden edilmeyi tetiklemeye devam etti. Bölgedeki en büyük tatlı su kaynağı Çad Gölü, bir zamanlar kapladığı alanın yirmide birine kadar küçüldü. Haiti’de tekrar kuraklık yaşandı, iki yıl üst üste üç yıkıcı kasırga çıktı ve bu yüzden bölgede neredeyse 3 milyon insanın acil yardıma ihtiyacı var.

Rakamlar, milyonlarca insan sayıları, hepsi soyut. Ancak, yaşanan gerçeklikler ise hiç de soyut değil. Rahatlatamadığınız bir çocuk, kurtaramadığınız bir ebeveyn, karışıklıkta kaybolan bir sevgili, bir daha asla göremeyeceğiniz bir ev hayal edin. Açıklanan tüm olasılıkları hayal edin ve ardından bu hayalleri binlerce ve binlerce insanla çarpmaya başlayın.

Tabii ki, iklim değişikliği tüm bu acıların tek sebebi olmaktan uzak. Altyapı zaten fakir ya da eksikti, eşitsizlik ve istikrarsızlık zaten derindi. Bu krizlerin tümü, zenginliklerin ve kaynakların bir yönden – fakir ülkelerden zengin olanlara – diğer yandan da küresel bir ekonomik systemin sebebi olarak ortaya çıktı. Ancak kuraklık ve fırtınalar, Christian Parenti’nin “yıkıcı çarpan etki” tanımında[1] açıkladığı gibi yıkıcı etkileri tetikledi ve çoğalttı.

Bu nedenle, uzun süredir devam eden sömürgecilik, sömürü ve hırsızlık tarihi, sanayileşmeden en az yararlanan insanların çevresel etkilerinden en fazla etkilendiği bir düzen olarak dünyanın dört bir tarafında yankılanıyor. İklim değişikliğini ortaya çıkaran koşullar dünyanın sadece bir tarafında yaratılmıştır. Etkileri ise diğer tarafında yaşanmaktadır. Ayrıca, gezegenin fakirlerinin, imtiyazlı azınlık gözündeki görünmezliği ise daha da kararmış ve derinleşmiştir. Bu miyopi ve körlük, yükselen sıcaklıklar ve artan deniz seviyeleri ile birleşerek bir başka “yıkıcı çarpan etki” yaratıyor.

CARE basın bülteni, medyanın bu kör göz haline ve iklim değişikiği üzerindeki etkisini de gözler önüne seriyor. Medyanın onlarca yıldır süren çıldırtıcı ihmalinden sonra, sadece son bir yıldır artık büyük ana akım gazete krizin aciliyetini görmeye başladı, TV’ler ise halen çok geride.

Ancak bu haberler hala büyük ölçüde iklim bilimi ve Avrupa ile Kuzey Amerika’yı etkileyen felaketler ile sınırlı. Yine her zaman olduğu gibi, fakirler ve koyu tenlilerin çoğunluk olduğu coğrafyalar görünmez.

Yükselen denizlerin bayu üzerindeki etkileri ya da Alaska’da eriyen permafrost ve Bangladeş ya da Kiribati üzerindeki nadir fotoğraf denemeleri üzerine zaman zaman derinlemesine bir analizler yayımlanıyor olmasına rağmen, iklim değişikliğine bağlı kuraklığın, Orta Amerika’dan Amerika Birleşik Devletleri’ne ve Sahra altı Afrika’dan Avrupa’ya göçün ana nedenlerinden biri olduğunu görebilmeniz için çok dikkatli bakmanız gerekiyo. Devlette olduğu gibi medyada da kimse krizin köklerinni yaşandığı kaynaklara bakmıyor, onları çözmek için birşey yapmıyor. Eğer konu hakkında konuşmaz isek, konunun kapsamını ve ne ile karşı karşıya olduğumuzu anlayamayız.

Biz, dünyadaki tüm insanlar olarak, artık ötekini görmemeyi, onun sorunlarını, ihtiyaçlarını, taleplerini görmezden gelmeyi göze alamayız. Kaderimiz her zaman birbirimize bağlıydı. Şimdi, her zamankinden daha da fazla bağlı. Gezegenin zenginlerinin harekete geçmiyor olması, sadece gelecekteki insanları etkilemiyor. Şimdi, şu anda aramızda yaşayan milyonlarca insanın yaşamını tehdit ediyor.


[1] Felaketler çok az eşzamanlı meydana gelir, ama felaketler birleşirler ve birbirlerinin etkilerini büyütürler.

Kaynak: https://www.thenation.com/article/climate-change-media-humanitarian-crises/
Yazar: Ben Ehrenreich