Ana Sayfa Blog Sayfa 2585

İFSAK Sokak Fotoğrafçılığı Grubu Fotoğraf Sergisi açılıyor

Günün her saatinden, yılın her mevsiminden… bilinmeyen ya da her gün üzerinden geçilen sokaklardan, caddelerden… \’hayata dair\’ küçük hikâyeleri bir araya getirdik; “şehre dair” dedik. Oysa hepsi “bize dair”

İFSAK Sokak Fotoğrafçılığı Grubunun, Hakan Yaşar danışmanlığında 1 senedir devam eden gayretlerinin eseri karma sergi 16 Mart Cumartesi, 16.30’da İFSAK Galeri’de açılıyor.

Danışman Yardımcılığını Mustafa Sevdim’in üstlendiği sergide Ahmet Kalafat, Bülent Fırtına, Canan Şirin, Elif Ünal, Gündüz Kaçmaz, Hakan Bıyıklıoğlu, Hakan Yaşar, Hilal Keskin Özay, İ. Zafer Yüzbaşıoğlu, İlker Akbaş, Meral Güler, Muazzez Çevik, Mustafa Öz, Mustafa Sevdim, Mürvet Kılıç, Necmi Tutuk, Selma Topaç, Sevil Erdal, Sibel Öztürk, Sibel Razzon, Veli Akman, Veysel Kocakaya, Yasemin Yavuz ve Zeynep Temizkan’ın eserleri fotoğrafseverlerin beğenisine sunulacak.

(Yeşil Gazete)

Dünyanın bütün fanzinleri Viyana’ya!

Fanzineist Vienna Art Book & Zine Fair, bu yıl 24 – 26 Mayıs 2019 tarihleri arasında Viyana’da yer alan Nordbahnhalle’de gerçekleşiyor.

Üç gün boyunca devam edecek ve birçok ülkeden gelen katılımcılar, yayınladıkları materyalleri fuar boyunca stantlarda sergileyecek. Fuarda yer almak için son başvuru tarihi 22 Nisan 2019.

Küçük basını ve bağımsız yayıncıları bir araya getiren fuar; atölye çalışmaları, etkinlikler, konserler, gösterimler ve konuşmalar yoluyla dergi ve sanat kitabı yapımının kültürünü ve erişilebilirliğini gösterme misyonunu üstleniyor.

Fuar; sanatçılar, fotoğrafçılar ve küçük yayın şirketleri tarafından yayınlanan sanat kitapları, fotoğraf kitapları, fotoğraf dergileri, dağıtımlar, çizgi romanlar, sanat dergileri, müzik dergileri, çizgi roman dergileri ve diğer fanzin türleri gibi bağımsız sanat yayınlarına açık. Irkçı, cinsiyetçi ve diğer ayrımcı içerik ve nefret söylemi kabul edilmeyecek.

(Yeşil Gazete)

[Cadı Kazanı] Bir hüda-i nabit: Victor Ananias- Nuran Seyhan Bayer

Mart ayının gelişi belki herkese farklı şeyler söyler ama kimsenin yadsıyamayacağı gerçekliği, doğanın şifayla dolmasıdır. Isırgandan ebegümecine çeşit çeşit otla bezenir bakir topraklar. İnsan eli değmeden, kendiliğinden yetişir her yıl zamanı geldiğinde. Bir ay önce çıkmaz çünkü bilir zamanını. Mart ayı da öyle, gücüğün (şubat ayı) karşı koymasına rağmen ısrarla baharı müjdeler. Bir türlü gitmek istemeyen kışın mücadelesinin en sert geçtiği aydır aynı zamanda. Leylekleri “kocakarı fırtınaları” karşılar. Eğer bulunduğunuz bölgede kar yağıyorsa dikkat edin, diğer aylarda yağan kardan farklıdır çünkü. Kar taneleri iki ayrı yönden adeta birbiriyle kavga eder gibi yağar. Çocukluk yıllarımda pencereden bu manzarayı seyrederken annem her seferinde aynı cümleyi tekrarlardı: “Mart’la gücük çarpışıyor, bak, gücük ben gitmem mart ise geleceğim diyor”. Doğanın bin yıllardır süren bir iç dengesinin olduğunu ve eğer bu dengeyi bir şekilde bozarsak hiçbir şeyin artık eskisi gibi olmayacağını, insanın doğaya yaptığı her müdahalenin bir felaketin kapısını araladığını o yıllarda bu cümle öğretmişti bana.

Victor Ananias

Doğanın bu en anlamlı döneminde, sekiz yıl önce bizlere hoşça kalın deyip, geldiği doğanın kucağına dönen  VICTOR ANANIAS gelir aklıma bir de.. Onu en iyi tanımlayan benzetmeyi, bana göre sevgili ÖMER MADRA yapmıştı. Victor için o bir “HÜDAİ-NABİT” di der. Tabiatta insan müdahalesi olmadan yetişen her meyve ağacı için kullanılır bu tanımlama.

Victor, kalbi ve bedeniyle tam anlamıyla doğaya adanmış bir yaşam sürdü, kısa ama anlamlı öğretilerle dolu.

Onu tanıma ayrıcalığına sahip oldum. Yıllarca önce TRT de  yapılan bir kuşak program için hazırladığım “Gündemde Çevre Var” başlıklı bölüm için onunla doğal malzemeler satan  dükkanda ve Buğday Restoranı’nın mutfağında sohbet edip, küçük bir belgesel hazırlamıştım.

Ekolojik yaşamın öncüsü, Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nin kurucusu oldu. Bir yazısında “Medya, şirketler, sivil toplum kuruluşları, kamu gibi, insanların aç kalmadan geçinebilecekleri yerlerde çalışan, sorumluluk taşıyan, çoğumuz toplum kalkınması, tüm insanlığın refahı, açlığın olmaması gibi özlemler taşırız; bazılarımızda bunun için değişik çabalarla katkı sağlamaya çalışırız. Benim de Buğday Derneğin’de çalışmamda böyle bir inanç ve motivasyonum var; kimseyi dışında bırakmadım, tüm toplumun refahına katkı verecek formüller ve küçük uygulamalarımızın tümü bu kurumda” diyordu. Buğday Derneğiyle, bu mütevazı yaklaşımının çok ötesinde işler başardı. Derneğin bugün hala yeşerttiği ve çoğalttığı doğal yaşam kılavuzunun ilk tohumlarını o attı. Bugün organik pazarlardan gönül rahatlığıyla meyve-sebze alabiliyorsak onun sayesinde…

Bir yazısında “ Bu kitabı yazacak mıyım bilemiyorum” dediği kitabını yazdı ama yayımlanmasını göremedi. Kitabının adı onun yaşam felsefesinin tanımı oldu: “YAŞAM DÖNÜŞÜMDÜR”.

Neden bir hüdai- nabit olduğunu anlamanız için bu kitabı okumalısınız. Hırslardan, kinden, nefretten uzak, malsız mülksüz yaşamanın anlamını daha doğrusu gerçek insan olmanın anlamını öğrenmek için de okumalısınız.

Victor’un bu kitabında yıllarca sonra Dr. Yavuz Dizdar, uzun raf ömürlü gıda uğruna sanayileşen üretim anlayışının, sağlığımıza olumsuz etkilerini enine boyuna anlattığı “Yemezler” adlı kitabındaki , “Beslenme neden gelenekseldir?”  başlıklı 4. bölümünü Victor Ananias’ın değerli anısına adadı. Şüphesiz onun bu ülkede başlattığı bütün güzel şeyler, örnek olduğu yaşamı sayesinde oluşturduğu farkındalığın sonuçları bunlar.

O “bedende ağırlaşan ruhlar için canlanma vesilesi “ oldu. Malsız mülksüz yaşadı, oğluna bırakmak istediği mirası ise, çok basit ama onurlu bir yaşamın temelleriydi: “(…) Ali’ye miras bırakacağım mutlaka. Miras için gösteriyorum her an çabalarımı Buğday’da. Temiz hava, temiz toprak, temiz su bırakmayı çok istiyor ve bunun için çalışıyorum, ama aslen temiz bir ahlak, örnek bir yaşam, hizmet ve birlik anlayışıyla gidilen bir yol bırakmayı çok istiyorum ona. Bunu başarabilirsem diğer değerleri kendi istediği gibi edinebileceğine, çalışarak kazanabileceğine inanıyorum”

Çocuklarımıza, torunlarımıza bırakacağımız mirasın, tarla-tapan, ev, araba, yat-kat olmasının anlamsızlığını öğreten üç unsur: temiz hava, temiz toprak ve temiz su. Bu üçü varsa yaşam vardır, yoksa zaten yaşayamayacağımız içim para, mal-mülk ne kadar da anlamsızlaşıyor.

Çok para kazanma uğruna, yok etmek üzere olduğumuz bu dünyada, çocuklarımızın, torunlarımızın, bir geleceği olamayacağını Victor’u anarken bir kez daha hatırlayalım istedim.

“Olanca kötülüğün, karanlığın içinde her şeye rağmen ışık vardır ve ışığa zaten en çok ‘karanlık zamanlar’da ihtiyaç duyarız. Her doğum bir mucize, her insan yeni bir başlangıçtır ve insanlar bir araya gelip ortak eylemde bulunabildikleri sürece umut da vardır. Dünya sevgisini mümkün kılan, içinde yaşadığımız dünya için sorumluluk alıp ortak eylemde bulunma yetimizdir.”
                                                                        HANNAH ARENDT

Nuran Seyhan Bayer

11 yaşındaki İklim Aktivisti Atlas Sarrafoğlu: Evimizi biz çocuklar yakmadık. Ama hepimiz aynı evdeyiz.

Son iki haftadır arkadaşlarını iklim için okul grevine çağıran 7. Sınıf öğrencisi Atlas Sarrafoğlu, Bebek Parkı’nda kendisine destek veren arkadaşlarıyla buluştu.

 İklim Adaletine dair hazırladıkları renkli pankartlarda mesajlarını paylaşan gençler ve çocuklar, kendilerinin sebep olmadığı bir felaketi büyüklerinde de yaşamak istemediklerini gösterdiler.

Atlas Sarraffoğlu’nun eyleme yoğun ilgi gösteren basın ve gelen destekçilerine yaptığı konuşmanın tamamı şöyle:

***

Merhaba Ben Atlas Sarrafoğlu, 11 yaşındayım. Grevimize hoş geldiniz…

Bugün biz gençler olarak geleceğimizden kaygı duyduğumuzu göstermek için buraya geldik. 

Bugün okula gitmedik. Çünkü okul bekleyebilir ama iklim değişikliği beklemez. 

Çünkü bugün İstanbul’da hava sadece soğuk. 

Ama ya sel olsaydı, ya da sokağa çıkamayacak kadar sıcak olsaydı? Buraya gelemezdik.

İklim değişikliği yüzünden seller, hortumlar, kasırgalar sıklaşıyor.

Aşırı sıcak havalar yüzünden barajlar kuruyor. Bitkiler azalıyor.

Bunu siz yarattınız!

  • İklim değişikliğine yol açan kömürü siz yaktınız.
  • Petrolü siz kullandınız. 
  • Ormanları siz büyükler kestiniz.
  • Denizleri biz çocuklar kirletmedik.   
  • Balinaların karnındaki plastikleri biz denize atmadık.
  • Betondan binaları biz çocuklar dikmedik.

Daha da kötüye gideceği kesin olan bir dünyada ne yapabilirim? 

 16 yaşındaki İsveçli öğrenci Greta Thunberg diyor ki, “Eviniz yanıyormuş gibi hareket etmenizi istiyorum, çünkü yanıyor!”

Evimizi biz çocuklar yakmadık. Ama hepimiz aynı evdeyiz.

Unutmayın ki siz de bir zamanlar çocuktunuz. Ama şimdi siz büyükler bu yangını söndürmekte geç kalıyorsunuz.

Biz çocuklar temiz bir dünya istiyoruz. Çünkü biz de çocuklarımıza miras bırakabileceğimiz bir dünya istiyoruz.

Biliminsanları iklim değişikliğini geri döndürebilmemiz için 12 yılımız kaldığını söylüyor. 12 yıl sonra hepimiz ölmeyeceğiz ama yapacak bir şey de kalmayacak.

12 yıl sonra ben 23 yaşında olacağım.

Siz büyüklere soruyorum:

23 yaşında daha da kötüye gideceği kesin olan bir dünyada ne yapabilirim? 

Niçin para kazanayım?

Niçin eğitim alayım?

Dünya şimdikinden kötü olacaksa, 

Niçin çocuğum olmasını hayal edeyim?

Beğenseniz de beğenmeseniz de değişim başladı. 

Bugün öğrenciler 123 ülkede, 2005 farklı etkinlik düzenliyor.  Dünya en yaygın gönüllü gençlik eylemine tanık oluyor ve bizler de bunun parçasıyız. Biz de Türkiye’de, Ayvalık’ta, Iğdır’da, Antalya’da, Bursa’da, Sakarya’da, İzmir’de parklarda ve binaların önünde bir araya geldik.

Beğenseniz de beğenmeseniz de değişim başladı. 

Büyüklerin kirlettiği dünyayı, çocuklar temizleyecek.

Siz büyüklerden tek bir isteğimiz var: 

Bu dönüşümü daha da  zorlaştırmamanız ve bir an önce harekete geçmeniz.

Greta Thunberg, Paris Anlaşmasının şartlarının yerine getirilmesi gerektiğini söylüyor. 

Ama internette “Türkiye ve Paris Antlaşması” diye arattığımda, Türkiye’nin Paris Antlaşmasını onaylamadığının haberleri çıkıyor.

Annem’e sordum ama ne dediğini anlamadım. Öğretmenlerim de bilmiyor. Birinin bana açıklaması gerekiyor. Detaylar bizim işimiz değil. Şu anda bir değişim başlıyor.

Biz değilsek, kim?

Şimdi değilse ne zaman?

Teşekkür Ederim

Osman Kavala’dan tutukluluğunun 500. gününde açıklama

16 ay boyunca iddianamesi bile olmadan tutuklu bulunan Osman Kavala tutukluluğunun 500. gününde bir açıklama yayınladı. Gezi olaylarının içerden veya dışardan bir yöneticisi, yönlendiricisi, talimat vereni, tepe örgütü veya finansörünün olması söz konusu değildir diyen Osman Kavala açıklamasında iddianamede yer alan tüm suçlamaların beraatle sonuçlanacağına inandığını belirtiyor.

Osman Kavala’nın açıklaması şöyle:

Benim ve aralarında Gezi olaylarıyla ilgili suçlarından beraat etmiş olan Taksim Dayanışma Platformu sözcülerinin de olduğu 16 kişi hakkındaki iddianame mahkemeye sunulup kabul edilmiş bulunuyor. İddianamede yöneltilen ağır suçlamalarla sözü edilen olay ve bulgular arasındaki kopukluklar ve zıtlıklar kolayca fark edilebilir nitelikte. 

İddianamede Gezi olaylarının George Soros tarafından planlanmış bir tertip olduğu, onun kaynaklarıyla benim tarafımdan finanse ve organize edildiği kurgusu temel alınmış. Bu iddia, gazete yazılarına ve FETÖ’nün Emniyet’te aktif olduğu dönemde hazırlanmış raporlara, fezlekelere ve ihbarlara dayanıyor. Ancak, iddianamede anlatılan olayların seyri ve aktarılan konuşmalar, bu kurguyla çelişir nitelikte. İddianamede sık sık tekrarlanan kaos ortamı yaratmak için Gezi eylemlerini sürdürmek, derinleştirmek ve yaygınlaştırmak amacıyla sivil toplum kuruluşlarını yönlendirmiş olduğum iddiasına dayanak oluşturabilecek hiçbir konuşma ya da faaliyet yok.

Taksim Dayanışması’nın düzenlediği basın toplantısında da belirtildiği gibi, Gezi olaylarının içerden veya dışardan bir yöneticisi, yönlendiricisi, talimat vereni, tepe örgütü veya finansörünün olması söz konusu değildir.

Bu iddianamede yer alan tüm suçlamaların beraatle sonuçlanacağına inanıyorum. Ancak, böyle bir iddianamenin hazırlanmasını 16 aydır tutuklu olarak bekledim. Mahkeme tarihi de Haziran sonu olarak belirlenmiş olduğundan, tahliye olmadığım takdirde ilk duruşmaya kadar 18 ay cezaevinde kalmış olacağım. Yiğit Aksakoğlu da, 7 ay tutuklu kalmış olacak. Aralarında Ankara Barosu, İzmir Barosu, Diyarbakır Barosu, Van Barosu, Uluslararası Af Örgütü ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın da bulunduğu 17 kurum tarafından yapılan açıklamada vurgulandığı gibi, bu durum ülkemizdeki uzun tutukluluk uygulamalarının tedbir niteliğinden çıkıp cezaya dönüştüğünü gösteriyor. Daha önce aynı eylemlerden dolayı haklarında takipsizlik ve beraat kararı verilmiş olan Taksim Dayanışması sözcülerinin bu davada yeniden yargılanmaları da çarpıcı bir hukuk ihlali.

Gezi olaylarının hükümeti devirmek üzere planlanmış dış kaynaklı bir teşebbüs olduğuna gerçekten inananlara şunu hatırlatmak isterim: Haklı ve meşru taleplere dayanan kitlesel protestolar, dünyanın her yerinde, otoriter rejimlerde olduğu gibi demokrasilerde de ortaya çıkabilir ve çıkmıştır. Demokrasinin kurum ve kurallarının çalıştığı, seçimlerin özgür ortamda yapıldığı ülkelerde, bu tür protestolar hükümetlerin devrilmesine değil, tepki çeken kararların ve uygulamaların yeniden gözden geçirilmesine ve düzeltilmesine neden olur. Demokrasilerde karar alma ve uygulama süreçleri demokratik olmayan toplumlara göre daha zor olabilir ve daha uzun sürebilir. Ama sürecin sonunda varılacak sonuç, sürecin zorluğuna ve uzunluğuna katlanmaya değer olduğunu gösteren bir sonuç olacaktır.

Osman Kavala, 15 Mart 2019

T-ONE Derneği’nden Türkiyeli sanatçılara destek

T-ONE (Türkiye Ortak Nesiller Entegrasyonu) Derneği13 Mart 2019 tarihinde, Belçika’nın Anvers kentindeki Axel Vervoordt Galerisi’nde açılacak “Adolf Loos’un Suçu” başlıklı uluslararası güncel sanat sergisine ve Türkiyeli sanatçılara destek veriyor.

Alistair Hicks’in küratörlüğünü yaptığı sergide Türkiye’den Fahrelnissa ZeidNilbar GüreşAslı Çavuşoğlu ve Cansu Çakar’ın yapıtlarının yanında, Guogu ZhengKamrooz AramNikita AlexeevEl AnatsuiSenkichiro NasakaWaqas Khan ve Yangjiang Grubu gibi sanatçıların yapıtları da yer alıyor.

Sergi, 20. yüzyılın başında mimarlık ve sanat dünyasına “süsleme suçtur” söylemiyle giren ve döneminde, mimarlığının yanında, eleştirmen yazar kimliğiyle de öne çıkan Adolf Loos’un modernliğe bakışına, seçilen sanatçıların yapıtları üzerinden, farklı yanıtlar vererek bu sorunlu söylemle hesaplaşırken, modernlik olgusuna yeni bakışlar ve açılımlar getirmeyi hedefliyor.

Sergi, The European Fine Art Fair (TEFAF) ile eş zamanlı olarak gerçekleştirilecek ve fuar süresince dünyanın ve Avrupa’nın önde gelen sanat çevrelerinin ziyaretine açık olacak. Axel Vervoordt Galerisi’ndeki bu anlamlı serginin ziyaretçileri, galeride, ülkemiz sanatının modernden güncele uzanan sürecinden bir kesit bulacak.

(Yeşil Gazete)

BAU IDEA World Music Academy açılıyor

“Bahçeşehir University IDEA World Music Academy” 16 Mart cumartesi 13:00 BAU Galata kampüsünde düzenlenecek bir konserle açılıyor.

Cenk Güray moderatörlüğünde gerçekleştirilecek konserde Süleyman Erguner, Murat Salim Tokaç, Tolgahan Çoğulu, Erdem Şimşek, Muammer Ketencoglu ve Ali Fuat Aydın sahne alacaklar.

Anadolu sesli kültürünün geniş perspektifinden dünyaya açılan, “kültürler arası bir müzik eğitim modeli” üzerine kurgulanan dünya müziği programının anlatıp tanıtılacağı lansman programı katılıma açık.

(Yeşil Gazete)


SALT Galata’da Konferans: “Türkiye- Rusya: Yakınlaşmanın iki dönemi”

SALT15-16 Mart 2019 tarihlerinde “Türkiye-Rusya: Yakınlaşmanın İki Dönemi” başlıklı konferansa SALT Galata’da ev sahipliği yapıyor.

SALT’ın üyesi olduğu Avrupa müzeler konfederasyonu L’Internationale‘nin Our Many Europes [Avrupalarımız] projesinin ilk programı olan bu konferansta, iki ülkenin ilişkileri odağında ayrı modernlik deneyimleri ve kimlik kurucu pratikleri tartışmaya açılacak. Yüzyıl başı ve sonundaki temasları çevreleyen siyasi koşullar, yerel gelişmeler ve etkileşimlerin rolü değerlendirilecek.

20. yüzyılın başında yeni kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti ve Sovyetler Birliği arasında devletler düzeyinde başlatılıp geliştirilen iş birliği yalnızca siyasi ve askerî konularla sınırlı kalmadı. Ticaret, eğitim, bilim, spor, kültür, sanat alanlarındaki ilişkiler, hızlı bir modernleşme ve kalkınma seferberliğindeki iki ülkeyi “Batı dışı” muhataplar olarak birbirine yakınlaştırdı. Cumhuriyetin ilk on yılında kültür ve sanat bağlamında, ressam Aleksis Griçenko’nun İstanbul ziyareti ve İbrahim Çallı’yla yürüttüğü çalışmalar, Muhsin Ertuğrul’un Dârülbedâyi’nin [hâlen İstanbul Şehir Tiyatroları] yeniden örgütlenmesinde Sovyetler’deki uygulamalardan yararlanması, Abidin Dino’nun Leningrad’daki Lenfilm Stüdyoları’nda kapsamlı araştırma ve üretimleri, Sovyet müzisyen ve bale sanatçılarının üç büyük kentte sahne alması gibi temaslar gerçekleşti. Sinemacılar Sergey Yutkeviç ve Lev Arnştam’ın 1933’te hükumetin davetiyle çektiği Ankara: Türkiye’nin Kalbi belgesel filmiyse, süregelen dostluğun en önemli sembollerinden oldu.

İkinci Dünya Savaşı ve akabinde Soğuk Savaş döneminde gitgide zayıflayan ilişkiler, 1990’larda değişen siyasi konjonktürün etkisiyle yeniden canlandı. Küreselleşme ve (neo)liberalizasyonla biçimlenen koşullar altında, kültür ve sanat alanlarından sivil inisiyatiflerin diyalogları yatay ilişkilere imkân sağladı. Sovyet coğrafyasından sanatçı ve küratörlerle yapılan ortak çalışmalar, İstanbul Bienali’nin yanı sıra, bireysel girişimlerle katılım gösterilen çeşitli uluslararası sergilerde yer buldu.

Türkiye-Rusya: Yakınlaşmanın İki Dönemi konferansı Türkçe ve İngilizce dillerinde gerçekleştirilecek; her iki dile simültane çeviri yapılacaktır. İki günlük program herkesin katılımına açık ve ücretsizdir.

(Yeşil Gazete)

Yeni Zelanda’da iki camiye silahlı saldırı: En az 40 kişi öldü

Yeni Zelanda’nın Christchurch kentinde, cuma namazı sırasında iki camiye silahlı saldırı düzenlendi. Saldırılarda, en az 40 kişi hayatını kaybetti, 20 kişi yaralandı. Saldırganın saldırı anını sosyal medyadan canlı olarak yayınladığı ortaya çıktı. Polis saldırıyla ilgili 4 kişinin gözaltına alındığını açıkladı.

Yeni Zelanda’nın  Christchurch kentindeki iki camiye, cuma namazı sırasında silahlı saldırı düzenlendi. Son gelen bilgilere göre, saldırılarda 40 kişi hayatını kaybetti, 20’den fazla yaralı var.  Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern  saldırıya ilişkin, “Yeni Zelanda’nın en karanlık günü” dedi.

Polis, saldırıyla ilgili 4 kişinin gözaltına alındığını açıkladı.

Saldırganın, İskoç bir aileden gelen ve Avustralya’da doğan Brenton Tarrant isimli kişi olduğu belirtiliyor.

TÜRKİYE VATANDAŞI YOK

Türkiye’nin Wellington Büyükelçisi Ahmet Ergin, saldırıda ölen veya yaralananlar arasında Türkiye vatandaşı bulunmadığını söyledi.

Kentin Hagley Park bölgesindeki Al Noor Camisi içerisine silahlı saldırganlarca ateş açıldı. Saldırı esnasında camide, cuma namazı için 200 kişinin bulunduğu belirtildi.

Russia Today, kaynakların şu an için en az 27 ölü olduğunu söyledikleri iddiasında bulundu.

OKULLAR TATİL EDİLDİ

Yeni Zelanda Polisi, Twitter hesabından yaptığı açıklamada, “Aktif bir tetikçi ile ChristChurch’te ciddi ve gelişen bir durum yaşanıyor. Polis durumu yönetme konusunda tüm kabiliyetiyle yanıt veriyor, ancak risk ortamı hala son derecede yüksek. Polis, ChristChurch’te oturanların sokaklardan uzaklaşmalarını ve bir sonraki duyuruya kadar içeride durmalarını tavsiye ediyor. Christchurch okulları bir sonraki duyuruya kadar kapalı.” ifadelerine yer verdi.

Ülke çapında müslüman Yeni Zelandalıların camilere gitmemeleri yönünde uyarılar var.

SALDIRIYI CANLI YAYINLADI

Öte yandan saldırganın saldırı anını sosyal medyadan canlı olarak yayınladığı ortaya çıktı.

Videodan elde edilen görüntüde, saldırgan bir yandan aracını sürerken, yolcu koltuğunda 3 silah görülüyor.

Saldırganın,  saldırı sırasında silahın şarjörünü birçok kez değiştirdiği görülüyor.

Aracından inen saldırgan caminin kapısından girer girmez ateş etmeye başlıyor.

CUMHURBAŞKANLIĞINDAN KINAMA

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Twitter hesabından paylaşımda bulunarak, Yeni Zelanda saldırısını kınadı.

Kalın, “Yeni Zelanda #Christchurch’te Nur Camine yapılan ırkçı ve faşist saldırıda onlarca kişi hunharca katledildi. Saldırıyı şiddetle kınıyor, ölenlere Allah’tan rahmet diliyorum. Bu saldırı, İslam karşıtlığının ve Müslüman düşmanlığının geldiği noktayı göstermektedir. İslam ve Müslüman karşıtı İslamofobik söylemlerin sapık ve canice bir ideolojiye dönüştüğünü defalarca gördük. Dünya artık bu söylemlere karşı sesini yukseltmeli ve İslamofobik faşist terörizme dur demelidir” ifadelerini kullandı.

Salda Gölü ve çevresi ‘Özel Çevre Koruma Bölgesi’ ilan edildi

Cumhurbaşkanı Erdoğan imzasıyla Resmi Gazete’de yayımlanan kararlara göre, harita ile sınır ve koordinatları gösterilen alan, Salda Gölü Özel Çevre Koruma Bölgesi olarak tespit ve ilan edildi.

Salda Gölü ve çevresi ile Karaburun-Ildır Körfezi’nin “Özel Çevre Koruma Bölgesi” olarak tespit ve ilan edilmesine ilişkin Cumhurbaşkanı kararları Resmi Gazete’de yayımlandı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan imzasıyla yayımlanan kararlara göre, harita ile sınır ve koordinatları gösterilen alan, Salda Gölü Özel Çevre Koruma Bölgesi olarak tespit ve ilan edildi.

Buna göre, Salda Gölü Özel Çevre Koruma Bölgesi’nde 19 Ekim 1989 tarihli ve 383 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) hükümleri uygulanacak. Mevcut her ölçekteki plan, plan kararları ve projeler konusunda mezkur KHK hükümlerine göre yapılacak değerlendirme sonuçlanıncaya kadar herhangi bir uygulama yapılamayacak.

Ayrıca Salda Gölü Özel Çevre Koruma Bölgesi’nde ilgili mevzuat hükümlerine göre çevrenin araştırılması, korunması ve izlenmesi çerçevesinde alan kullanım ve yönetimine ilişkin belirlenecek usul ve esaslar ile bunların yansıtıldığı planlar Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca hazırlanacak ve onaylanacak.

Söz konusu usul, esas ve planlar çerçevesinde bölgedeki faaliyetlerle ilgili tedbirlerin alınması, kontrolü ve izlenmesi yetkisi Çevre ve Şehircilik Bakanlığına ait olacak.

Salda Gölü Özel Çevre Koruma Bölgesi’nde bu kararın yayımı tarihinden önce onaylı planlarına veya mevzuata uygun olarak ruhsatı alınmış ve inşaatı su basman seviyesinde tamamlanmış yapıların inşaatına, ruhsat ve eklerine göre devam edilecek.

KARABURUN-ILDIR KÖRFEZİ DE ‘KORUMA BÖLGESİ’ İLAN EDİLDİ

Resmi Gazete’de yer alan bir başka Cumhurbaşkanı kararı ile Karaburun-Ildır Körfezi de Özel Çevre Koruma Bölgesi olarak tespit ve ilan edildi.

Karaburun-Ildır Körfezi Özel Çevre Koruma Bölgesi’nde de 19 Ekim 1989 tarihli ve 383 sayılı KHK hükümleri uygulanacak ve mevcut her ölçekteki plan, plan kararları ve projeler konusunda söz konusu KHK hükümlerine göre yapılacak değerlendirme sonuçlanıncaya kadar herhangi bir uygulama yapılamayacak.

Aynı şekilde Karaburun-Ildır Körfezi Özel Çevre Koruma Bölgesi’nde de bu kararın yayımı tarihinden önce onaylı planlarına veya mevzuata uygun olarak ruhsatı alınmış ve inşaatı su basman seviyesinde tamamlanmış yapıların inşaatına ruhsat ve eklerine göre devam edilecek.