Ana Sayfa Blog Sayfa 2463

664 ayı saldırısını inceleyen uzmanlar, insanları hatalı buldu

Beş yıl süren bir çalışmaya göre, pek çok ayı saldırısının temelinde insanların ayıları kışkırtmaları yahut sakıncalı davranışlarda bulunmaları yatıyor. Çalışma, bu tür tehlikeli hayvanlarla karşı karşıya gelmemek adına faydalı olabilecek tüyolar da veriyor.

Rusya da dâhil 20 ülkeden bilim insanlarından oluşan bir ekip, 2000 ile 2015 yılları arasında dünya çapında insanlara yönelik 664 ayı saldırısını inceledi. Scientific Reports dergisinin yayınladığı araştırmaya göre, bu tür saldırıya maruz kalan insanların çoğunun sonu kötü bitiyor. Kazazedelerden yüzde 90’ı saldırıdan yaralı olarak kurtulurken, yüzde 10’unun da sağ çıkamadığı görülüyor.

Saldırıların yarısını dişi ayılar gerçekleştirdi

Sputnik‘in aktardığı çalışmaya göre, saldırıların yarısı, yavrularının yanında olan dişi ayılar tarafından gerçekleştiriliyor. Zira hayvanlar, özellikle yavrularını koruma güdüleri söz konusu olduğunda çok daha saldırgan olabiliyorlar. Saldırıların yaklaşık yüzde 20’si, ıssız bir alanda insan ve ayının birdenbire karşılaşması sonucu meydana gelirken, köpeklerin ayılara karşı saldırgan tavırları da vakaların yüzde 17’sinin gerçekleşmesinde etkili.

Avcıların ayılara ateş etmesi veya onları yaralaması sonucunda vuku bulan saldırıların oranı yüzde 10 iken, ayıların insanlardan yiyecek çalmak amacıyla gerçekleştirdikleri saldırıların oranı ise yüzde 5. Ancak araştırmacılar, saldırıların çoğunun insanların yanlış yahut sakıncalı davranışları sonucu gerçekleştiğine parmak basıyor.

‘İnsanlar provoke ediyor’

Makalenin yazarlarından Krasnoyarsk Orman Enstitüsü çalışanı Aleksandır Şişkin, “Ayılar yeryüzündeki en zeki ve tehlikeli canlılardan biri olsa da, insanlar tarafından provoke edilmedikleri müddetçe saldırıya geçmeye pek de meyilli canlılar değillerdir” açıklamasını yaptı.

‘Koşarak kaçmayın, yüksek ses çıkarın’
Şişkin’in tavsiyesine göre, ormanda bir ayıyla karşılaşıldığı takdirde saldırıyı önlemenin en iyi yolu, olabildiğince yüksek sesler çıkarmaktır. Zira bu durumda ayı, insanoğlunun varlığını fark edecek ve kaçacaktır. Ancak yine de saldırıya maruz kalınırsa, yapılması gereken en mühim şey korkunuzu dizginlemek ve koşarak kaçmaya çalışmamaktır. Zira ayılar, içgüdüsel olarak avlarını kovalama güdüsüne sahiplerdir.

Her halükarda bir ayı saldırısına verilecek en etkili karşılık, gürültü yaparak tehditkâr bir duruş sergilemek ve bu esnada yavaşça geriye doğru gitmek.

Araştırmacılar, ayıların mesken edindiği bölgelere yalnız gidilmemesi gerektiği gibi köpeklerle gidilmemesi hususunda da insanları uyarıyor. Bilim insanlarına göre avlanma yasakları ve hayvan popülasyonunu arattırmaya yönelik diğer faaliyetler neticesinde, son yıllarda bu tür saldırılara daha sık rastlanır oldu. Günümüzde yeryüzünde yaklaşık 200.000 ayı mevcut ve bunların yarısı Rusya’da yaşıyor.

 

Ölüdeniz’de kıyıya ölü balina vurdu

Muğla’da kıyıya vuran ölü balina şaşkınlık yarattı.

Fethiye ilçesi Ölüdeniz Mahallesi, Kıdrak Koyu kıyısında ölü balina olduğunu fark edenler, durumu yetkililere bildirdi.

Fethiye Belediyesine ait kepçe yardımıyla kamyonete yüklenen 3 metre uzunluğundaki balina, gömülmek üzere boş bir alana götürüldü. Turistler balinanın fotoğraflarını çekti.

 

Japonya’nın ‘kutsal’ Nara geyikleri, kilolarca plastik poşet yedikleri için öldü

Japonya’nın Nara kentinde kutsal kabul edilen ve yüzlerce yıldır koruma altında olan geyiklerden dokuzunun çevreye atılan poşetleri yiyerek öldüğü açıklandı.

Japonya’daki Nara Geyik Koruma Vakfı uzmanları, Mart’tan bu yana 14 geyiğin öldüğünü, yapılan otopside bu geyiklerin dokuzunun karınlarında büyük miktarda plastik bulunduğunu belirtti. Sadece bir hayvanın karnından 4,3 kilo plastik çıktığını kaydeden uzmanlar, hayvanların plastiklerin sindirim sistemini parçalaması sonucu açlıktan öldüğünü söyledi.

Hayvanların yemek kokusuna aldanarak poşetleri yediği belirtiliyor.

BBC’nin haberine göre, Antik tapınakların bulunduğu Nara parkında 1,300 kadar geyik yaşıyor. Ziyaretçilerin arasında dolaşan, turistlerin birlikte selfie çektikleri geyiklere yiyecek vermek yasak. Hayvanlara sadece parktan satın alınan “geyik krakerleri” verilebiliyor.

‘Milli servet’

Nara’daki geyikler Japon geleneğinde “kutsal elçiler” olarak kabul ediliyor ve şans getirdiklerine inanılıyor. Japon Hükümeti İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra geyiklerin kutsallığını kaldırmış ve 1957’de bu hayvanları “milli servet” statüsüne almıştı.

Nara’da 1637 yılına kadar geyikleri öldürenlere idam cezası veriliyordu. 2010’da parkta yaylı tüfekle geyik öldüren bir kişi 10 ay hapis cezası aldı.

HDP milletvekili Leyla Güven yemin etti

24 Haziran seçimlerinde, cezaevinde iken HDP Hakkari Milletvekili seçilen Leyla Güven, bir yıl sonra Meclis Genel Kurulu’nda yemin etti.

Demokratik Toplum Kongresi Eş Başkanı ve HDP Hakkari Milletvekili Leyla Güven, seçildikten bir yıl sonra Meclis Genel Kurulu‘nda yemin etti. Güven, ‘Turizm Tanıtım ve Geliştirme Ajansı Hakkında Kanun Teklifi’nin maddelerinin görüşüleceği Genel Kurul’da, gündem dışı konuşmalarının ardından kürsüye çıkarak milletvekili yeminini etti.

Yemin etmeyen milletvekilleri yasama çalışmalarına katılamazken maaş ödemesi de yapılmıyor. Güven artık Meclis Genel Kurulu çalışmalarına katılabilecek ve komisyonlara üye olabilecek.

Cezaevindeyken Hakkari Milletvekili seçilen Güven, PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle açlık grevine başlamıştı. Açlık grevinin 79. günündeyken tahliye edilen Güven, eylemini Diyarbakır’daki evinde sürdürdü. Güven, Öcalan’ın “Açlık grevi ve ölüm oruçları amacına ulaştı, eylemlerin sonlandırılmasını bekliyorum” çağrısı üzerine 200. günde açlık grevi eylemini  sonlandırdı.

Erdoğan: Merkez Bankası verilen karara uyacak

Merkez Bankası Murat Çetinkaya’yı bir geceyarısı operasyonuyla görevden alan Erdoğan, ‘Bundan sonra Merkez Bankası ekonomi programımıza çok daha güçlü destek verecektir’ dedi. Erdoğan işsizliğin de ‘bir miktar’ yükseldiğini belirtti.

Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya‘nın özellikle para politikalarında verilen talimatlara uymadığı için görevden alındığını belirten Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan “Verilen karara uyacaksın. Faiz politikasının nasıl şekillendiğini göreceksiniz” dedi. Erdoğan, ‘cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi’nin yeniden referanduma sunulması yönündeki çağrıları eleştirerek, “Yeni yönetim sistemini baltalamak isteyenlere fırsat vermeyeceğiz” dedi.

Hak-İş Genel Kurulu’nda konuşan Erdoğan özetle şunları söyledi:

Emekçinin yanında yer almak lafla olmaz: Milletimizi kandırmaya asla çalışmadık. 82 milyonun hayat seviyesini yükseltecek icraatlar ortaya koyduk. Milletin, emekçinin  yanında yer almak lafla olmaz. Zenginliğin tabanını genişlettik.

İşsizlik bir miktar yükseldi: Son dönemdeki dalgalanmalarla birlikte işsizlik oranının bir miktar yükseldiğinin farkındayız. İşsizliği yeniden tek haneye düşüreceğimize inanıyoruz. Dövizdeki dalgalanma nedeniyle borçlanma oranımız bir parça yukarı çıksa da OECD ülkeleri arasına çok iyi bir noktadayız.

Geçici orman işçilerine uzatma: Her alanda ihtiyaç duyulan adımları atmak durumundayız. Ormancılık faaliyetleri ve orman yangınları ile mücadeleden dolayı işçi ihtiyacının had safhada olması gerekçesiyle bütün geçici işçiler için 4 ay süre uzatımı talebi yenilendi. 4 aylık uzatma sürecini böylece gerçekleştirmiş oluyoruz.

Merkez Bankası beklenen rolü oynayamadı: Merkez Bankası’nda yaptığımız görev değişikliği nedeniyle özellikle birilerinin yaklaşım tarzını kabul etmemiz mümkün değil. Bedelini kim ödeyecek, siyasetçi ödeyecek. Mutluluğunu banka başındaki yaşayacak. Yok böyle bir şey. Davul birisinde, tokmak birisinde… Verilen karara uyacaksın. Yeni yönetim sisteminde başkan bu konulara müdahale yetkisini almıştır. ‘Faiz’ denilen, her türlü kötülüğün anası olan, hele hele para politikalarında bu konuyla ilgili verilen talimatlara uymayan bu arkadaşımızın bir değişikliğe tabi tutulmasının gerektiğine inandık. Faiz enflasyonun anasıdır. Orada tıkanıklık vardı. Bedelini tüm ülke birlikte ödüyoruz. Bu nedenle istişare yaptık ve kararımızı uyguladık. Faizi tek haneli rakamlara indirmek zorundayız. Bundan sonra Merkez Bankası ekonomi programımıza çok daha güçlü destek verecektir.

IMF kapısı kapandı: Şimdi bize IMF’yi tavsiye edenler var. O kapı kapanmıştır. Bizim için IMF diye bir şey artık söz konusu değildir.

Sistemin aksayan yönleri reforme edilecek: Reform kesintisiz bir süreci ifade eder. Bakanlıklarımızın ve kurumlarımızın güçlü yönlerini destekleyeceğiz. Zaafiyet ortaya çıkan yerlerini de değiştireceğiz. Yeni yönetim sistemini baltalamak isteyenlere fırsat vermeyeceğiz.  Bir yönetim sistemi kuruyorsunuz millete götürüyorsunuz, millet evet diyor. Şimdi çıkıyorsunuz yine referanduma götürelim diyorsunuz. Boyacı küpü mü bu? Öyle bir dönemden geçiyoruz ki doğru adımlar atarsak yarım asır öne geçmemiz, yanlış adımlar atarsak yarım asır geriye düşmemiz kaçınılmazdır.

Kuyumuzu kazan riyakarlar: Bir takım sıkıntılar yaşıyorsak bunun sebebini burada arayacağız. Ehliyete, istişareye önem vereceğiz. Milletten kopuşa yol açan her türlü hastalığı bünyeden söküp atacağız. Arkamızdan kuyumuzu kazan riyakarlar hedefimize ulaşmamıza engel olamayacaklar.

Şule Çet davası: Tutukluluğa devam, bir sonraki duruşma ekimde

 Sanık avukatının Şule Çet’in kendi saçını çektiğini söylediği bugünkü duruşmada, bilirkişi uzmanı, “yüksekten düşme veya boğma sonucu oluşabilecek boyun kırılmasına’ dikkat çekti. Mahkeme sanıkların tutukluluk hallerinin devamına karar vererek bir sonraki duruşma için 16 Ekim’e tarih verdi.

29 Mayıs 2018’de Ankara’da, cinsel saldırıya uğrayıp, plazanın 20’nci katından atıldığı iddia edilen üniversite öğrencisi Şule Çet’in ölümü ile ilgili davanın üçüncü celsesi sonunda mahkeme heyeti, sanıklar Çağatay Aksu ve Berk Akand’ın tutukluluk hallerinin devamına karar vererek mahkemeyi 16 Ekim’e erteledi.

Mahkeme heyetinin erteleme kararının gerekçeleri şöyle:

  • Şule Çet’in geçmiş dönem raporu uyarınca psikolojik durumu hakkında rapor aldırılması
  • Telefon kayıtlarının beklenmesi
  • DNA tespitine elverişlilik için bilirkişi tespiti
  • Dudak okuma tespitlerinin yapılması

Sanık avukatı: Çağatay onu kurtarmaya çalıştı

Şule Çet için üzüldüklerini, ancak iki tutuklunun annelerinin de düşünülmesi gerektiğini belirten sanık avukatı, “Şule’nin kendi saçını çektiği söyleniyor. Şule de bulunan PSA ve DNA örneklerinin düşmeden önce olduğunu kanıtlayacak hiçbir şey yoktur. Çağatay onu kurtarmaya çalıştı, parmağı hala kırık”dedi. Sanık Çağatay Aksu ise bunların senaryo olduğunu iddia ederek, “Bunlar yalan ben çürütmekten yoruldum bunlar üretmekten yorulmadı. Olmayan şeyler önüme geliyor” diye konuştu.

Adli Tıp uzmanı: Tokalaşarak DNA geçmez

Adli Tıp uzmanı Şule’nin iki tırnağında Berk Akand’ın dokusu bulunması ve Akand’ın kendini ‘tokalaştık öyle geçmiştir’ diye savunması sonrasında, “Tokalaşmak ile DNA dokusunun geçmesi mümkün değildir, sert bir kavrama ile DNA dokusu bulaşır” açıklamasında bulundu. Şule Çet’in hioid kemiğinin kırılması ile ilgili olarak Adli Tıp uzmanı, “Hioid kemiğinin kırılması yüksekten düşme ve boğma sonucu olan bir kırılma. Fakat düşme vakalarında yüzde yedi iken elle boğma durumunda yüzde 67 oranında bu kemik kırılır” ifadesine yer verdi.

Hem bedene hem gözlere ziyafet: Kurda kuşa aşa ve GÖZE

‘Küçücük bir tohumun içinde bir türün devamı saklı. Küçücük bir şey, toprakla buluştuğunda filizlenip yeşeriyor… Bu eşi benzeri olmayan bir mucize!’

Fotoğraf sanatı (veya bilimi) fotoğraf çekenin gördüğünü gördürür bize. Dolayısıyla her gün gördüklerimize yeni bir bakış açısı kazanırız fotoğrafçılar sayesinde. Tohumlar da böyle bir bakışı, yeniden bakışı, tekrar tekrar bakışı hak ediyor günümüzde. Hem gıda ve doğa açısından, hem de görsel ihtişamları çerçevesinde.

Lalehan Uysal’ı Buğday Dergisi’nin imece usulü yapıldığı günlerde tanımıştım. Sonrasında birlikte pek çok işler yaptık, halen de yapıyoruz. Lalehan, genelde bir projenin görsel yönünü, projenin amacına uygun olarak iletişim çerçevesinde bütünlüklü olacak şekilde tasarlar ve koordine eder şekilde bulundu aramızda. Yani hep bir ekip çalışması içinde. Bu durum uzun yıllar sürdü, ta ki öğrenciyken aldığı “göz” ve “görme” eğitimine sahip çıkıp, objektifini tohumlara çevirene kadar. O noktada Lalehan’ın gözü, tohumlar ve objektif üçlüsü dışında kimse yoktu, elbette tohumları tedarik eden bizler hariç!

Kurda Kuşa Aşa ve Göze Sergisi Oxford’dan Gaziantep’e kadar toplam dört noktada sergilendi. Şimdi ise sonuna yaklaştığımız şu günlerde İstanbul Cihangir’de hikayesi çok eskilere giden bir binada, Ark Kültür’ün evinde sergileniyor. 13 Temmuz Cumartesi günü son gün.  Görmeyen kalmasın diyor ve röportajı yayınlıyoruz.

Merhaba Lalehan, Adın tasarımını üstlendiğin dergi künyelerinde uzun yıllar kreatif direktör olarak yer aldı. Seni tanıyanlar dergi yayıncılığı dışında farklı mecralarda farklı projelerde de imzanı gördü. Aynı zamanda Buğday ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nin ve Şişli %100 Ekolojik Pazarı’ın kurucuları arasında anılıyorsun. Bugün ise karşımıza olağanüstü tohum fotoğrafları ile çıktın. Bir yılda farklı coğrafyalarda çok konuşulan sergiler açtın. Tohum fotoğrafları çekmeye nasıl başladın? Tohumlar seni neden cezbetti?

Babaannem ağaç, annem çiçek, anneannem sebze tohumları saklardı. Bana akşam sefalarının siyah tohumları kalırdı. Annemin giysi dolabında sakladığı, babaannemin mangal külünde koruduğu, anneannemin çaputlara sarıp sarmaladığı tohumlardan payıma düşen tohumlar oyun arkadaşlarımdı. Onların fotoğraflarını çocuk yaşta hafızamla çekmeye başladım Ama gerçek fotoğraf makinasının deklanşörüne ilk hangi tohumu fotoğraflamak için bastığımı hatırlamıyorum. Benim için önceleri tohumların dış görünüşleri cezbediciydi. Kimi uzun boylu kimi tombul bazıları büyük çoğu küçüktü. Çizgili olanları da vardı, parlak renkli olanları da.  Onları fotoğrafladıkça beni görünenden ötesi, içlerindeki yaşam cezbetti. Küçücük bir tohumun içinde bir türün devamı saklı. Küçücük bir şey, toprakla buluştuğunda filizlenip yeşeriyor… Bu eşi benzeri olmayan bir mucize!

Fotoğraflarında tohumlarla birlikte öne çıkan şeyler de var. Çok iyi bir ışık, çok farklı bir bakış açısı, canlı, transparan renkler…

Hiçbiri tesadüf değil. Ben bugün var olmayan bir okulda, Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’nda grafik tasarım eğitimi aldım. “Bir grafik tasarımcı, önce çok iyi bir fotoğrafçı olmalı” diyen Alman hocalarımız sanatın fonksiyonel yanının öncelikli olmasını ilke edinen Bauhaus Ekolünün temsilcileriydi. Baktığımızdan fazlasını görmemiz ve göstermemiz için çaba sarf ettiler. Tohumlarda baktığımdan fazlasını gördüm. Gördüklerimi göstermek için de fotoğraf disiplininden yararlandım.

Bütün titrlerini dışlayarak kendini bir tohum gözlemcisi olarak tanımlıyorsun. Sence herkes tohum gözlemcisi olabilir mi?

Neden olmasın? Keşke herkes tohum gözlemcisi olsa. Yediğiniz içtiğinin tohumlarını merak etse. Ama çoğunluk tohumları değil meyvelerini gözlüyor. Hangi buğdayın tohumu daha lezzetli, hangi ağacın tohumu çabuk büyür de meyve verir? diye düşünüyor. Oysa ne meyvesini, ne yaprağını, ne de çiçeğini yiyemediğimiz öyle ağaçlar var ki onları sadece seyretmek bile ömre bedel!

Buğday Hareketinin öncüsü Victor Ananias’tan sık sık duyduğumuz “kurda, kuşa, aşa…” tekerlemesine sen “göze” kelimesini ekledin. Sergine de “Kurda, Kuşa, Aşa ve Göze!” adını verdin ve Victor’a ithaf ettin. Victor’la uzun yıllar birlikte çalışmış biri olarak ne söylersin?

Deklanşöre her bastığımda, toprağına tohum serperken ektiğinin sadece insan için olmadığını, tüm canlılara yeteceğini anlatan Anadolu insanının dillendirdiği kadim niyetin sonuna bir kelime daha ekleyerek tekrarlıyorum: “kurda, kuşa, aşa ve GÖZE!” diyorum. Bu tekrarlar bana Victor’u hatırlatıyor. Onu toprağa bıraktığımız gün, ekolojik bütün için çalışan biz Buğdaygiller, Victor’a “attığın tohumları yeşerteceğiz” sözünü verdik, sözümüzü tutmak için çalışıyoruz. Benim yeşerttiğim tohumlar ise bu fotoğraflar, tohumları görünür kılmak için açtığım bu sergiler. Victor’un çalmayı çok sevdiği kavalıyla oda oda dolaşıp nefes üflediği Ark Kültür’deki sergim Victor’a!. Elindeki bal kabağı tohumunu dünyanın en değerli mücevheri gibi tutarak gerçeküstü sandığım gerçek tohum hikayeleri anlatan Victor’a…

Estetik fotoğrafların makrografik olarak tanımlanıyor, çok kişi tarafından biliniyor ve konuşuluyor. Sıklıkla “Ben sergi açmıyorum, gözümüzü açıyorum” dedin. Amacına ulaştın mı? Gözler açıldı mı?

Fotoğraflarımı gözüm açılmış gibi çektim. Eminim bakanların da gözü açılmıştır Her gün yeni bir tohumla tanışıyorum. Her tohumla gözüm daha çok açılıyor. Tohumlar başlı başına bir dünya. Hep birlikte daha çok yolumuz var.

Tohum fotoğrafları nerelerde sergilendi şimdiye kadar?

Geçtiğimiz yıl temmuz ayında Londra’da Oxford Üniversitesi’nin St. Catherine’s College’da teması tohum olan “Oxford Food and Cookery sempozyumunda Anadolu tohumlarının fotoğraflarıyla hazırladığım sergim bir ilkti. Bunu Gaziantep Uluslararası Gastronomi Festivali’nde Gaziantep’e has yerel tohumlardan ilham alarak çektiğim fotoğraflardan hazırladığım sergi izledi. Ardından Çukurova’ya has yerel tohumları fotoğrafladım ve Adana Lezzet Festivalinde üçüncü sergimi açtım. Dördüncü sergi Düzce Üniversitesi’nin düzenlediği Ulusal Botanik Bahçeleri Sempozyumunun  bir parçası olarak olarak gerçekleşti. İstanbul’daki sergim bu dört sergide yer alan fotoğraflarımdan bir seçki.

Yalnız mı çalışıyorsun?

Evet.. Çalışırken yalnızım. Hangi tohumu nasıl, nerede, hangi ışıkta, hangi açıdan çekmeliyim sorularını soran da cevaplayan da benim. Bazı tohumlar çok fotojenik her açıdan güzeller. Bazıları kaprisli, bir türlü tam ele vermiyorlar kendilerini. Zor olanlar da var zorlayanlar da. Acı biberleri çekmek zordu. O kadar acıydılar ki gözyaşlarım dinmek bilmedi. Antep fıstıkları da zorlayanlardandı. Renklerini tam gösteren bir ışık kurarken bir iki bir iki yedim, çekecek fıstık kalmadı.

Kaç fotoğraf var? Artıyorlar mı?

Çok hızlı artıyorlar! Sayarsam bereketi kaçar diye düşünüyorum ve asla saymıyorum.

Zorunlu işler dışında zamanımın çoğunu fotoğraf çekerek geçiriyorum. Hayatımda önemli bulduğum iki şeyi sonunda birleştirdim. Tohumlar ve fotoğraf. Onlar da birleşti ve sergiler oldu.

Sırada ne var?

Tohumlar sınır tanımıyor. Rüzgar onları nere götürürse, oradayım!.

7.7 Dünya Değişim Günü ‘çevre’ temasıyla kutlandı

Uluslararası Değişim Federasyonu (ULUDEF) tarafından geçtiğimiz yıl başlatılan ve 7.7 (7 Temmuz) Dünya Değişim Günü, bu yıl ‘Çevre Bilincinde Değişim’ temasıyla kutlandı. Yurt genelinde 100’e yakın şehirde ve yurtdışında yapılan etkinliklerde, ‘çevre duyarlılığı’  konusunda farkındalık yaratacak aktiviteler gerçekleştirildi.

7.7. Dünya Değişim Günü’nün önümüzdeki zamanlarda UNESCO ortaklığı ile kutlanacağını belirten ULUDEF yetkilileri şunları söyledi: “Bu özel gün bireyin, toplumun ve dünyanın bilinçli değişimi için hazırlandı ve her yıl kutlanacak, yaygınlaştırılacak. Pazar günü saat 17.00’den itibaren yurt genelinde ve tüm dünyada 100’e yakın şehirde etkinlikler gerçekleşti. Bu yılki etkinliklerin ana teması olarak çevre bilincini değiştirmeye, yükseltmeye yönelik farkındalık yaratmayı amaçladık. En az atıkla yaşamak, ülkemizin, dünyamızın deniz ve su kaynaklarını korumak, sahillerimizdeki canlı yaşamına duyarlı olmak, küresel ısınmanın yarattığı olumsuz iklim değişiklikleri,  dünyanın akciğerleri olan orman arazilerinin hızla azalması, yer altı su kaynaklarının kirlenmesi, deniz ve okyanuslardaki ısınma ve kirlenme,  yok olan canlı türleri nedeniyle doğanın bozulan dengelerine dikkat çekmek; toprak, su, güneş, hava kaynaklarımıza sahip çıkmak ve ileriki nesillere yaşanacak bir dünya bırakmak amacıyla çeşitli aktiviteler gerçekleştirildi.”

Pazar günü, Türkiye’de İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Antalya, Eskişehir, Denizli, Bursa, Tekirdağ, Gölcük, Çorlu, Samsun, Marmaris ve Bodrum gibi noktalarda; yurt dışında ise  Paris, Prag, Londra, Las Vegas, New Jersey, California, Chicago, Tokyo, Meksika, Arjantin/Cordoba, Bosna Hersek, Hindistan, Bulgaristan, İspanya, Rusya, Almanya, Hollanda, Belçika, İtalya, İsviçre,  Kazakistan ve Azerbaycan’da halka açık yeşil alanlar ve parklarda konserler, dans gösterileri, hediye fidan dağıtımları ve toplu nefes çalışmalarını içeren pek çok aktivite yapılırken; katılımcılara iklim değişikliği, biyoçeşitliliğin azalması, kirlilik ve kaynakların korunması hakkında bilgi verildi, farkındalık çalışmaları yapıldı.

Fazla titizlik dünyaya zarar

Moda tasarımcısı Stella McCartney’in ‘mecbur değilseniz çamaşırlarınızı yıkamayın’ çağrısına bilim insanları ve Levi’s kotlarının CEO’su da katılıyor: Plastik mikrolifleri dünyaya yaymayın

Ünlü moda tasarımcısı Stella McCartney uzun süredir, çamaşır makinesi kullanımına karşı çıkıyor: “Hayatın temel kurallarından biri, bir şeyi mutlaka temizlemeniz gerekmiyorsa, temizlemeyin”

BBC Türkçe’nin haberine göre, McCartney, bu sözleri The Observer gazetesinde geçen hafta sonu yayımlanan röportajında söyledi ve bu ilkeyi Londra’da prestijli terzilerin bulunduğu Savile Row’da çalışırken edindiğini belirtti. McCartney’e göre kural, “kirin kurumasına izin vermek ve sonra fırçalamak.”

Ünlü tasarımcının bu sözleri, birçoğu haftada birkaç kez çamaşır yıkayan çoğu okuyucunun dikkatini çekti. Peki, McCartney’in sözlerinde haklılık payı var mı? Çamaşırlarınızı yıkamamak, gerçekten daha iyi bir yaklaşım mı?

McCartney aslında bu düşüncelerini ilk kez ifade etmiyor. Uzun süredir hem giyeceklerin ömrünü uzatmak hem de çevre üzerindeki olumsuz etkisi nedeniyle bu görüşü savunuyordu.

Plastik Sabun Vakfı‘ndan Laura Diaz Sanchez, daha çok sentetik polyester ve akrilik gibi malzemelerin kullanıldığı kıyafetlerde McCartney’e katılıyor. Sanchez “Çamaşırlarımızı her yıkadığımızda ortalama dokuz milyon plastik mikrolif, doğaya karışıyor. Kıyafetlerin yapılış biçimi kadar, yıkama biçimimiz de bunu etkiliyor. Ancak, kıyafetlerimizi ne kadar çok yıkarsak, o kadar çok mikrolif doğaya salınıyor.” diyor.

Sanchez, çamaşır yıkadığımızda da makineleri düşük sıcaklıklarda tutmayı ve sıvı deterjan kullanılmasını tavsiye ediyor: “Toz deterjanlar daha çok sürtünme yaratıyor ve böylece daha çok mikrolif salınıyor. Ancak sıvı detarjan daha yumuşak, sürtünme azaldıkça mikrolif de azalıyor.” Laura Diaz Sanchez, sürtünmeyi azaltmak için, çamaşır makinelerinin aşırı yüklenmesinden de kaçınılmasını tasiye ediyor.

Kıyafetlere bakım sanatı

Mesele sadece mikrolifler de değil. Bir kıyafeti yıkamak ömrünü ciddi oranda kısaltabilir.

Westminister Üniversitesi Moda Tasarımı Bölümü Başkanı Prof. Andrew Growes, BBC’ye yaptığı açıklamada, kirleri çıkartanın makinedeki sürtünme olduğunu söylüyor, ancak sürtünme aynı zamanda kıyafetin renk ve şeklini de bozuyor. Groves “Dolabımda, ilk günkü gibi duran onlarca yıllık kıyafetler var, çünkü onlara nasıl bakacağımı biliyorum” diyor.

Bu durum özellikle iççamaşırları için geçerli. McCartney Observer’daki söyleşisinde “Sütyenimi her gün değiştirmem” diyor. İç çamaşırı tasarımcısı Naomi De Haan da aynı görüşte.

De Haan’ın kendi markasını satın alanlara tavsiyesi, sütyenleri beş giyimde bir, ılık suda bebe şampuanı gibi bir deterjanla yıkamak. De Haan “Makinede yıkamak, dantel ve ipek gibi hassas kumaşları tahrip edebilir. Tellerin çıkmasına, renklerin solmasına yol açabilir” diyor. Ona göre, sütyenler mutlaka makinede yıkanacaksa, çok yüksek sıcaklıklarda yıkanmamalı ve düz yüzeylerde kurutulmalı.

Ama en önemlisi, asla ve asla kurutma makinesini kullanmamak.

Kotlarınızı rahat bırakın

Çevreci hayır kuruluşu Wrap‘in, “Love Your Clothes-Kıyafetlerinizi Sevin” kampanyasından Sarah Clayton da kotların yıkanmamasından yana. Clayton, bunun yerine iki giyim arasında havalandırılmasını tavsiye ediyor:”Lekelenirlerse, tüm kotu yıkamak yerine, suyla lekeleri çıkartmayı deneyin.”

Kotunuzu yıkamamak kulağa biraz nahoş gelse de, ünlü kot markası Levi’s‘ın CEO’su Chip Berngh, aynı fikirde. Levi’s’ın CEO’su kotlarını yıkamıyorsa, siz de yıkamayabilirsiniz.

Bergh, Mayıs 2014’te giydiği kotu hiç yıkamadığını gururla söyleyince, insanlar rahatsız olmuştu.Beş yıl sonra CNN’e konuşan Bergh, kotun 10 yıllık olmasına rağmen hâlâ hiç yıkamadığını söyledi.

Groves da Bergh’e katılıyor ve kottaki mikroplardan kurtulmak için, yıkamak yerine dondurucuya koymayı tavsiye ediyor. Groves “Tanıdığım birçok kişi, kotlarını yıkamıyor. Garip görünebilir. Sonuçta günlük giydikleri bir kıyafet. Ancak renginin solmasını istemedikleri için yıkamıyorlar.” diyor.

Groves, bu tavrı sadece kotlarda değil, bütün kıyafetlerde görmek istediğini de sözlerine ekliyor.

 

Türkiye’nin sondaj çalışmalarına ABD’den de karşı çıkış: Provokatif adım

ABD Dışişleri Yavuz sondaj gemisinin Kıbrıs açıklarındaki sondaj faaliyetlerinden ‘derin endişe duyduğunu’ bildirdi; ‘provokatif ve bölgedeki gerilimi artıran bu operasyonları durdurma’ çağrısı yaptı.

Rusya ve Avrupa Birliği‘nden sonra, ABD‘den de Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de doğal gaz arama çalışmalarına tepki geldi. ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Morgan Ortagus, Washington’un Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki sondaj faaliyetlerinden ve Yavuz sondaj gemisinin Karpaz açıklarına ulaşmasından “derin endişe duyduğunu” ifade etti.

Konu ile ilgili bir yazılı açıklama yayımlayan Ortagus, Yavuz sondaj gemisinin Karpaz açıklarına gönderilmesini “provakatif ve bölgedeki gerilimi artıran bir adım” olarak nitelendirdi. Açıklamanın devamında “Türkiye’ye bu operasyonları durdurma çağrısında bulunuyor ve bölgedeki bütün taraflara gerilimi artıracak adımlardan kaçınmalarını tavsiye ediyoruz” ifadeleri yer aldı.

Ortagus’un yayımladığı açıklamada bölgedeki doğal kaynakların  tarafları “işbirliği” ne teşvik etmesi gerektiği belirtilirken, “Kıbrıs’taki  petrol ve doğal gaz kaynaklarının iki toplum tarafından eşit bir şekilde paylaşılması gerektiğine inanıyoruz” ifadeleri de yer aldı.

Rusya da pazartesi günü yaptığı açıklamada “bir Türk sondaj gemisinin Kıbrıs’ın münhasır ekonomik bölgesine girmesinden kaygı duyduklarını” belirtmiş, Avrupa Birliği ise sondaj çalışmalarını yasa dışı olarak tanımlayıp endişe duyduklarını bildirerek yaptırım tehdidinde bulunmuştu.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan geçen günlerde yaptığı açıklamada şunları söylemişti: Şu anda sondaj gemilerimiz koordineli olarak kendi yol haritası içinde süreci devam ettiriyor. Sağdan soldan rahatsız edici sesler çıkarabilir. Bu seslerin bizi yolumuzdan alıkoyamayacağını söylemiştim. Süreci aynı kararlılıkla devam ettiriyoruz. Bazı liderlere de hassasiyetimizi aktardık. Umarım Yunanistan’da yeni bir süreci barışık şekilde devam ettiririz. Seçimin ardından görüşmelerimizi de devam ettireceğiz.”