Ana Sayfa Blog Sayfa 2387

Çapa Tıp’ta öğrenciler hasarlı binalarına girmiyor

İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi öğrencileri, depremde ciddi hasar gören binalara girmeyip eylem başlattı. Can güvenlikleri sağlanana kadar binaya girmeyeceklerini belirten öğrenciler, okul önünde bekleyişlerini sürdürüyor.

Çapa‘da bulunan İstanbul Üniversitesi (İÜ) Diş Hekimliği Fakültesi öğrencileri, depremde hasar gören binalara girmek istemediği için eyleme başladı. Yağmur yağdığında tavandan su aktığını, acil çıkış noktası olmadığından dolayı deprem esnasında izdiham yaşandığını söyleyen öğrenciler, “Can güvenliğimiz sağlanana kadar binalarımıza hastaların da bizlerin de girmesini istemiyoruz” dedi.

Acil çıkış yeri yok

Birgün’e konuşan 5. sınıf öğrencisi Büşra Kabak, deprem esnasında ders gördüklerini söyledi. Deprem sırasında binanın sağlam olmamasından ötürü yaşanan izdihama dikkat çeken Kabak, “Beşinci kattaydık. Şans eseri hasta bakmıyorduk. Bundan önce de çok fazla çatlak ve hasar vardı ancak yaşanan deprem farkındalığımızı artırdı. Çok fazla hissettik, sallandık ve panik olduk. Acil çıkış yerimiz olmadığı için normalde kullandığımız merdivenlerden inmek zorunda kaldık. Hem klinikten, hem de dersten çıkan öğrenciler topluca oradan inmeye çalıştı. Daha büyük bir depremde biz çıkana kadar bu bina başımıza yıkılabilir. Duyduğum kadarıyla 6 ve daha yüksek şiddetindeki depremlere binanın dayanmayacağı söyleniyor” diye konuştu.

Tuba Keskin ise, okulun şartlarının hasta bakmak için elverişli olmadığını ve can güvenliklerinin bulunmadığını kaydetti. Bu şartlar altında devam etmek istemediklerinin altını çizen Keskin, şöyle konuştu: “Derslerden geri kalsak da şu an can güvenliğimizi eğitimimizden daha ön planda tutuyoruz. Tabii ki hastaları mağdur etmek asla istemiyoruz. Fakat şartlar bunu gerektiriyor.”

‘Yağmurda tavanlar su akıtıyor’

Nilüfer Alptekin de, “Biz burada çalışırken de kısıtlı imkanlarla çalışıyoruz. Çoğu ünitemiz çalışmıyor, yağmur yağdığında tavan su akıtıyor. Bu tarz şeylere alıştık ama depremde herkes çok korktu. Binanın sallandığını görmek herkesi çok korkuttu. Ne hastalar, ne hocalarımız ne de bizler için güvenli bir ortam sağlanmadığı sürece içeri girmeyi planlamıyoruz” şeklinde konuştu.

Hüseyin Hilmi Kul, can güvenliklerinin olmadığını ve okul yönetimine seslerini duyurmak için şu an burada olduklarını ifade etti. Kul, “İçeriye girmek istemiyoruz. Hastalarımızı da sokmak istemiyoruz. Olası bir depremde binanın zaten yıkılacağı belli. 6’yı bulmuş olsa şu anda hepimiz ölü olabilir, enkazın altından toplanmaya çalışılıyor olabilirdik. Oturmaya devam edeceğiz” şeklinde tepkisini dile getirdi.

Tıp Fakültesi öğrencileri de girmek istemiyor

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden ismini vermek istemeyen bir öğrenci ise, şu anda Diş Hekimliği Fakültesi gibi protesto yapamadıklarını aktardı: “Tıpçılar da derslere girmek istemiyordu ama derslere girmediğimizde ya da herhangi bir protestoda bulunduğumuzda hakkımızda işlem yapılacağı ve yok yazılacağımız mesaj aracılığıyla bize söylendi. Bizde de çatlaklar var. Duvarlar boydan boya çatlak.”

Hindistan’da ‘muson seli’: En az 120 kişi hayatını kaybetti

Hindistan’da üç günden bu yana devam eden şiddetli yağışlar sele yola açarken şu ana kadar en az 120 kişi hayatını kaybetti. Risk nedeniyle 900 mahkumun bulunduğu cezaevi de boşaltıldı.

Hindistan’da haziranda başlayan muson mevsimi eylül ayında sona ermesine karşın, bu yıl geciken ve ardından da aşırı yağış bırakan muson yağmurları, büyük ülkede su taşkınlarına ve sele neden oldu. Hindistan yerel basınında yer alan haberlere göre, Uttar Pradeş eyaletinde 79, Bihar eyaletinde 25, Utarakand, Medya Pradeş ve Racastan‘da 13, Gucerat‘ta ise 3 kişi yağışların yol açtığı olaylarda hayatını kaybetti.

Ballia eyaletinde ise sel riski sebebiyle 900 mahkumun kaldığı hapishane boşaltıldı. Selde en fazla zararı Bilhar eyaletinin başkenti Patna gördü. Evler, dükkanlar ve hastane sular altında kaldı. Yetkililer Bihar’daki şiddetli yağışların kara yolu trafiğini etkilediğini ve 13 tren seferinin ise iptal edildiğini açıkladı.

Uttar Pradeş Başbakanı Yogi Adityanath, yaptığı açıklamada, hayatını kaybedenlerin yakınlarına başsağlığı dileyerek, kurbanların yakınlarına 400 bin rupi (yaklaşık 33 bin TL) tazminat ödeneceğini duyurdu. Yetkililerse altı yıl sonra muson yağmurlarının mevsim ortalamasını aştığını bildirdi. Güney Asya’da haziran-eylül aylarında görülen muson yağışları her yıl büyük çaplı doğal afet ve kazalara yol açıyor. Bu yılki yağışlarda Hindistan, Nepal ve Bangladeş‘te şu ana kadar en az 400 kişi yaşamını yitirdi.

Uzmanlarsa, bu yıl geciken muson yağmurlarının etkisinin artışını iklim krizine bağlıyor. Bölgede muson yağmurlarının olağan olduğunu, ancak küresel ısınma yüzünden değişen yağış rejimi nedeniyle zamanlamalarda değişiklik olduğunu ve yağmurların etkisinin arttığını belirten iklim uzmanları, hava sıcaklıklarındaki aşırı değişimlere de dikkat çekiyor.

İspanya’da kuraklık yedi bin yıllık taş anıtları ortaya çıkardı

Yaşanan aşırı kuraklık yüzünden İspanya’daki Valdecanas Barajı7nın suları çekilince, yedi bin yıl önce inşa edildiği tahmin edilen ve ünlü Stonehenge taşlarına çok benzeyen tarihi kalıntılar ortaya çıktı.

İspanya’da, Tagus nehrindeki Valdecanas Barajı’nın 1963 yılında inşasıyla birlikte sular altında kalan tarihi kalıntılar, aşırı kuraklıkla birlikte suların çekilmesiyle yeniden gün yüzüne çıktı. İngiltere’deki Stonehenge taşlarına çok benzeyen bu kalıntıların yedi bin yıl önce inşa edildiği tahmin ediliyor.

Peraleda de la Mata sahillerindeki yapay gölün dibinde, yaklaşık 1,8 metre yüksekliğindeki 100’ün üzerinde halka şeklinde dizilen bu kalıntıları, Amerikan Uzay ve Havacılık Ajansı (NASA), uzun zamandır uydudan çekilen fotoğraflarla inceliyordu.

Bilim insanları, milattan önce 4. ve 5’inci yüzyılda yapıldığı düşünülen bu yapılarda dini ayinlerin düzenlendiği ve ticaret yapıldığı tahmin ediliyor. Dolmen de Guadalperal adı verilen bu kalıntılar, 1963 yılında inşa edilen hidroelektrik santrali ile birlikte sular altında kalmıştı. Kalıntılar, ilk kez 1926 yılında Alman arkeolog Hugo Obermaier’in öncülük ettiği araştırma ve kazı çalışmaları sırasında ortaya çıkmıştı. Bu tarihi yapıların varlığı ilk kez barajın inşasının tamamlanmasının ardından kamuoyuna açıklanmıştı.

Bu kazılar sırasında Roma kalıntıları olduğu tahmin edilen madeni para, seramik parça, çok sayıda çanak çömlek ve değirmen için öğütme taşlarına rastlanmıştı.

Sorumluluklarıyla yüzleşmekten kaçan çocuksu yetişkinler Greta Thunberg’in tutkusunu sömürüyor – Kuba Shand-Baptiste

Bu genç kız neden kamusal ve politik hayal gücümüzü onu rahat bırakamayacağımız ölçüde ele geçirdi? Protestoların kabul edilebilir yüzü olduğundan elbette…

Greta Thunberg, dikkate alınması gereken bir güç. Küresel kampanya çabaları, fotoğraf meraklısı siyasetçilerle samimi görüşmeler ve kendisinin üç katı yaşında güçlü dünya liderlerini muhatap alma becerisi en azından bunu kanıtladı. Yine de jüri hala Greta’nın liderlik tarzına ikna değil.

Kimileri etkileyici azmini saygıyla izliyor; kimileriyse “güvenilirliğine” karşı sıklıkla örtük cinsiyetçilikle, yaş ve engelli ayrımcılığıyla açığa çıkan itirazlarla onu şeytanlaştırmakta inat ediyor. Neyse ki onu hepimizin beklediği iklim krizi kahramanı olarak gören bir çoğunluk var: doğrucu genç hayal kırıklığının beden buluşu – ve baby boomer (Batı’da II. Dünya Savaşı sonrasında yaşanan nüfus patlaması sırasında doğan nesil) neslinin kabusu.

Hangi tarafta olursanız olun, sözlerinin taşıdığı gücü inkar etmek mümkün değil: Pazartesi günkü Birleşmiş Milletler iklim değişikliği zirvesindeki herkesin tüylerini diken diken eden konuşmasında  “Siz hepiniz umudu biz gençlerde aramaya mı geldiniz? Bu ne cüret?” dedi.

Greta’yla çatışan herkesin -itiraf edeyim, ben dahil- orada dibi düştü. Thunberg’in iklim krizi konusundaki eylemsizliğin “yanına kalmayacağını” söylediği küresel elitlerden Chelsea Clinton, cesaretinden dolayı kendisine teşekkür etti. Diğer siyasi figürlerse karşısında durup eleştirdiği sorunu görmezden gelerek Greta’yı “aktivizm, ısrar ve tutkusuyla” övmeyi tercih etti: dünya resmen Greta’nın, bir çocuğun, üzerine yerleştirildiği kürsüden nazikçe inmesini reddediyor.

Greta’yı neden rahat bırakmıyoruz?

Yetişkinler olarak önderlik etmek ve Thunberg gibi genç aktivistlerin talep ettiği türden değişimleri gerçekleştirmenin yollarını bulmak yerine, 16 yaşındaki bir gencin sırtına dünyadaki sorunların ağırlığını yüklemeyi tercih ettik. Uzmanların parlamentonun (bir yıl önceki Heathrow havaalanını genişletme projesini destekledikten sonra) bu yılın başlarındaki sembolik iklim değişikliği acil durum deklarasyonu gibi boş vaatleri yerine harekete geçip gerçekten bir şeyler yapın yakarışlarını görmezden geldik. Ayrıca yıllar önce henüz hiçbirimiz Thunberg’in kendine özgü saç örgüleriyle tanışmamışken yaşamlarını benzer dava ve hareketlere adayan başkalarının yakarışlarına da ne yazık ki kulak tıkadık.

Elbette bunların hiçbiri onun hatası değil. Bizim hatamız.

Peki bu genç kız nasıl oldu da kamusal ve politik tasavvuru ele geçirdi? Greta’yı neden rahat bırakmıyoruz?

Bunun tek sebebi her ne kadar apaçık bir etken olsa da siyasetçilerimizin gerçek bir ahlaki önderliğe tahammüllü olmaması değil. Bir diğer sebep de Greta’nın kabul edilebilir bir protesto yüzü örneği olması. Yüzü ve sesi siyasi liderlerin daha marjinalize diğer ses ve kampanyaları görmezden gelmesine olanak tanıyor.

Birleşik Krallık’taki “yasalara aykırı oranda çevre kirliliğine” bağlı olarak uzun süre savaştığı ağır astım ve nöbetlerin ardından ölen dokuz yaşındaki siyah kız çocuğu Ella Kissi-Debrah‘ın adını da bu yüzden hiç duymadınız. Annesi Rosamund Adoo-Kissi-Debrah, dikkatimizi çekmek için bıkmadan uğraştı – yine de ülkede kızının adının anılmasını ve kavgasını verdiği davaya insanların katılmasını sağlamakta zorlanıyor.

ABD’de, bir grup Amerikan yerlisi genç, Dakota Access Pipeline protestolarını başlatmasaydı milyonlarca kişi, petrolün 4 eyaletten geçirilerek taşınmasını içeren mülti-milyarlık yatırım hamlesinin getireceği tehlikelerden bi haber kalacaktı, ki bu gençler tam da bu sıralarda bu hareketi yaygınlaştırmaya çalışıyor. Ama bu gençler nedense Thunberg’in karşılaştığı küresel ilgiyi göremedi.

“Küçük Flint Hanım” diye de bilinen, çocukluğunun büyük bölümünü yaşadığı Michigan şehrindeki su kirliliği krizi – ABD içinde başka hiçbir yerde kalmamış bir sorun – konusunda farkındalık oluşturma çabasıyla geçiren 11 yaşındaki kız çocuğu Amariyanna Copeny de aynı şekilde.

‘Onları dinlemekle yükümlüyüz’

IPCC’ye (Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli) göre, “2050 itibariyle dünyadaki her 45 kişiden biri iklim değişikliği yüzünden yer değiştirmiş olacak.” Yine de, pek çoğu sert hava şartlarıyla doğrudan ilişkili çeşitli vakalar yüzünden ülkelerini terk etmiş binlerce göçmen genç olduğu gerçeği dünya liderlerini hızla harekete geçmeye ikna etmek için yeterli olmadı. Bu da kapitalizmin iklim değişikliğinin etkisini körüklemedeki rolüne dair vadesi dolmuş tartışmalar için bir kıvılcım çakmadı.

Lafı kampanyanın Thunberg için – teşbihte hata olmaz – tereyağından kıl çeker gibi geçtiğine getirmeye falan çalışmıyorum. Küçük yaşına rağmen her yerde yetişkinlerin insafsız saldırılarına hedef oldu. Sözlerinin yarattığı onca etkiye rağmen kısacık 12 ayda Donald Trump tarafından sadece “mutlu, küçük bir kıza” indirgendi. Otizmi retorik malzemesi olarak kullanıldı, aile geçmişi dedikodu aracı haline getirildi. Halkın gözünde birçok genç kadının karşılaştığı gibi, ona da anlamsızca ve rahatsız edici bir şekilde daha çok gülümsemesi söylendi.

Ve şimdi kendi görevlerini Greta’nın omuzlarına yıkanlar, bütün enerjisini sömürmeye devam ediyor.

Çocuklar güçlü liderlerin söylemekten kaçındığı şeyleri söyleme gereği duydukları sürece, bizi nasıl hissettirdiklerine bakmaksızın onları dinlemekle yükümlüyüz. Daha da önemlisi, bu ilham verici gençlere onlardan el birliğiyle çaldığımız çocukluklarını geri vermek zorundayız. Ve bu da yetişkinler gibi davranmakla ve liderliği ele almakla başlıyor.

Albayrak: Bu yıl büyüme hedefimizin bir miktar gerisinde kalacağız

Üç yıllık Yeni Ekonomi Programı’nı (YEP) açıklayan Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak ‘2020 yılı için yüzde 9,8 olarak koyduğumuz hedefi yüzde 8,5 olarak revize ettik. 2021’de yüzde 6, 2022’de de yüzde 4 enflasyon hedefliyoruz’ dedi.

Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, 2020-2022 dönemine ilişkin enflasyon, istihdam, büyüme, ihracat, cari açık gibi temel makro göstergelerin belirlendiği Yeni Ekonomi Programı’nı (YEP) açıkladı. Bakan Albayrak’ın konuşmasından öne çıkan başlıklar şöyle:

“-Dengeleme hedefini başarıyla uyguladık.

– Bu yılı pozitif bir büyümeyle kapatmaya hazırlanıyoruz.

– İhracatı artırdık, ithalatı azalttık, Türkiye küçülmedi.

– Yılın ikinci yarısında ertelenen özel tüketim ivmelenecek.

– Enflasyonda yüzde 5’in altı temel hedef olmayı sürdürecek.

– 2019 enflasyon hedefi yüzde 12, 2020 hedefi yüzde 8.5.

– 2019 yılını cari fazla vererek kapatacağız.

– İhracatı destekleyen kredi politikası devam edecek.

– Bu yıl büyüme hedefinin bir miktar uzağında kalacağız.

– Vergi reformu adımlarını atmaya başlıyoruz..

– Yüksek katma değerli ürün üretimine destek vereceğiz.

– 2019 işsizlik hedefi yüzde 12.9.

– Kredi kanallarının açılmasına çalışacağız.

– Bankalarımız için temiz bir sayfa başlangıcı göreceğiz.

– İstanbul Finans Merkezi’ni 2021 sezonunda devreye alacağız.

– Kredi kanallarının açılmasını sağlayacağız. Dolarizasyona karşı tedbir setini devreye alacağız.”

Avusturya’da seçimlerin galibi Kurz, Yeşiller güç kazandı

Avusturya’daki erken genel seçimde, oyların yüzde 37,1’ini alan eski Başbakan Sebastian Kurz’un partisi ÖVP kazandı. Seçimde oylarını en çok artıran parti Yeşiller oldu.

Avusturya’da yapılan erken genel seçimleri eski Başbakan Sebastian Kurz liderliğindeki Avusturya Halk Partisi (ÖVP) kazandı. ÖVP, resmi olmayan sonuçlara göre 2017’deki seçimlere kıyasla yaklaşık 5,6 puan artışla oyların yüzde 37,1’ini aldı.

Yaklaşık 6,4 milyon seçmenin sandığa gittiği seçimde oy kullanma işlemi, dün yerel saat ile 17.00’de sona erdi. Buna göre merkez soldaki Sosyal Demokrat Parti (SPÖ) ile sağ popülist Avusturya Özgürlükçü Partisi (FPÖ) seçimlerde oy kaybına uğradı. Bugüne kadar federal düzeydeki en düşük oyunu alan SPÖ yüzde 21,7 ile ikinci parti oldu. Kurz’un eski koalisyon ortağı Heinz-Christian Strache’nin karıştığı yolsuzluk skandalı nedeniyle yaklaşık 10 puan kaybeden FPÖ’nün oyları da yüzde 16,1’de kaldı.

Yeşiller oylarını yüzde 10 artırdı

Avusturya’daki erken genel seçimlerde oyunu en çok artıran parti ise Yeşiller oldu. İklim koruma tartışmaları ile oy toplayan parti oylarını yaklaşık 10 puan artırarak, yüzde 14 ile parlamentoya girdi. Yeşiller 2017’deki seçimlerde parti içi anlaşmazlıklar nedeniyle yüzde 4 barajını aşamamıştı. Ülkenin Cumhurbaşkanı Alexander Van der Bellen de Yeşiller Partisi’nden.

Yeşiller Partisi’nden ayrılarak yeni oluşum kuran Peter Pilz‘in öncülüğündeki Liste Jetzt ise yüzde 4 barajının altında kalarak meclise giremedi.

Seçimlerde Yeşiller Partisi’nden milletvekili, Türkiye kökenli Berivan Aslan da parlamentoya girdi.

Liberal çizgideki Neos partisi ise oylarını 2,5 puan kadar artırarak yüzde 7,8 ile yeniden parlamentoya girmeye hak kazandı.

Koalisyon gündemde

Kurz’un hangi parti ile koalisyon hükümeti kuracağı ise belirsizliğini koruyor. Alınan sonuçlara göre, ÖVP’nin seçimlerden güçlenerek çıkan Yeşiller’in yanı sıra SPÖ ve hatta yine FPÖ ile koalisyon hükümeti kurması mümkün görünüyor.

ÖVP’nin 33 yaşındaki lideri Pazar akşamı ORF televizyonuna yaptığı açıklamada, parlamentoda temsil edilen tüm partilerle görüşeceğini belirtti. Kurz, “Atacağım her adımı çok iyi düşüneceğim” dedi. Kurz’un, Cumhurbaşkanı Van der Bellen tarafından hükümeti kurmakla görevlendirilmesi bekleniyor.

Yeşiller partisi lideri Werner Kogler, partisinin görüşmelere açık olduğunu belirtti, ancak ÖVP’nin yolsuzlukla mücadele, çocuk yoksulluğu ve iklim koruması konularında harekete geçtiği takdirde koalisyon görüşmelerinin anlamlı olacağını söyledi. Kogler, her koşulda koalisyon hükümetinde yer almayacaklarını vurguladı.

SPÖ lideri Pamela Rendi-Wagner ise bu sonuçlarla yeni bir ÖVP-FPÖ koalisyonu kurulamayacağını ifade etti. Rendi-Wagner, aldıkları kötü sonuca rağmen yola devam edeceklerini sözlerine ekledi. FPÖ lideri Norbert Hofer ise partinin oy kaybetmesi nedeniyle koalisyon görüşmelerinde yer almayı düşünmedikleri sinyalini verdi.

Yolsuzluk skandalı erken seçim getirdi

Avusturya’da hükümet geçen Mayıs ayında, dönemin başbakanı Sebastian Kurz’un koalisyon ortağı olan FPÖ lideri Heinz-Christian Strache’nin karıştığı yolsuzluk skandalı nedeniyle çökmüştü. Yaklaşık bir buçuk yıl iktidarda kalan hükümetin dağılmasına ve erken seçim düzenlenmesine neden olan skandal, bir gizli video kaydının ortaya çıkmasıyla patlamıştı.

Videoda Strache’nin İbiza Adası’ndaki bir buluşmada kendini Rus yatırımcı olarak tanıtan bir kişiye, partisi FPÖ’ye yapacağı bağışlar karşılığında kamu ihalelerinde yardım etme vaadinde bulunduğu görülüyordu. Strache, “İbiza-gate” olarak adlandırılan skandal sonrası 14 yıldır yönettiği FPÖ’den ve başbakan yardımcılığı görevinden istifa etmek zorunda kalmıştı.

Hükümetin düşmesinin ardından ülkenin idaresi için geçen Haziran ayında hiçbir parti mensubu olmayan geçici bir yönetim atanmıştı. Geçici hükümetin başına ise Avusturya Cumhurbaşkanı Van der Bellen tarafından Anayasa Mahkemesi Başkanı Brigitte Bierlein getirilmişti.

İklim krizinin gölgesinde gıda-sağlık ilişkisi -2

‘Gıda sektörü git gide  büyük ölçekli çok uluslu, yabancı gıda şirketleri ile daha küçük ölçekli ulusal gıda şirketlerinin kontrolüne geçiyor.’

Bir önceki yazımızda iklim krizinin gölgesinde gıda-sağlık ilişkisini irdelemeye başlamıştık. Üç temel kavramı gıda güvenliği, gıda güvencesini ve gıda egemenliğini tartışmadan gıda sağlık ilişkisini tüm boyutları ile kavrayamayacağımızı belirtmiştik. İnsan sağlığını gıda kaynaklı tehditlerden korumak için ortaya konan ‘gıda güvenliği mevzuatının’ aslında giderek büyük gıda endüstrisini koruduğunu; küçük ve bölgesel üretimin bu mevzuat ile zaman içinde tamamen ortadan kalkabileceğini tartışmıştık. Her insanın sağlıklı beslenmesi için yeterli, güvenli ve sağlıklı gıdaya ulaşabilmesi hakkı olarak tanımlanan gıda güvencesinin ise dünya üzerinde giderek derinleşen gelir farklılıklarının; eşitsizliklerinin sonucunda sağlanabilmesinin imkânsızlaştığını da yazmıştık.

Gıda egemenliği

Bu yazımızda ise gıda ile ilgili bu iki temel kavramın ortaya çıkarttığı üçüncü bir kavramı tartışacağız; gıda egemenliği… 1996’da FAO tarafından düzenlenen Dünya Gıda Zirvesi’nde bir küresel çiftçi örgütü tarafından ilk kez ortaya atılan bir kavram olan gıda egemenliği o günden bugüne tartışılıyor. Kavramı ortaya koyan çiftçi örgütüne göre gıda güvenliği ve güvencesi kavramları herkes için yeterli gıdayı amaçlıyordu ama bu gıdanın kimler tarafından, nasıl üretileceğini açıklamıyordu. Böylece büyük gıda tekelleri üretime ve üretim koşullarına karar verici hale gelip hem üreticiyi hem de tüketiciyi kendi politikaları doğrultusunda üretim ve tüketime yönlendiriyorlardı. Çiftçilere göre bu durum özellikle üreticilerin haklarının gasp edilmesine yol açıyordu.

Üretici örgütleri tarafından savunulan gıda egemenliği kavramı gıda güvenliği ve güvencesi yaklaşımına da yeni bir boyut getirerek tartışmayı derinleştirmektedir. Bu kavramla gıda üretimi ve dağıtım kanalları ile ilgili karar alma süreçleri ilk kez tartışmaya açılmış ve küçük ve orta ölçekli üretici bu süreçlere gıda tekellerinin değil, kendisinin karar vermesi gerektiğini belirtilmişti.  Daha sonra 2007’de Mali’de yapılan Nyeleni Uluslararası Gıda Egemenliği Forumu’nda bir bildiri yayınlandı ve sürece üreticilerin yanı sıra tüketiciler, göçmenler, balıkçılar, gıda sektöründe çalışan işçiler, kadınlar ve gençler de katılarak, ilgili tüm taraflar birer aktör olarak tanımlandı.

Sonuç olarak tüm aktörlerin gıdanın üretiminden tüketimine kadar bütün süreçlerde söz sahibi olması bu bildiri ile savunuldu. Ayrıca herkesin gıda hakkının, gıda üreticilerinin haklarının vurgulandığı forumda meralar, su kaynakları, ormanlar gibi doğal kaynaklar ortak alanların içinde sayıldı; bilgi ve deneyim aktarımı ve ekolojik tarım geliştirilmesi hedeflendi. Bu forumun da etkisiyle gelinen noktada gıda egemenliği kavramı yerel, ulusal, bölgesel ve küresel düzeyde toplumların kendi gıda, tarım, hayvancılık ve balıkçılık politikalarını belirleme hakkını ifade etmekte… Kısaca hangi gıdanın nerede, nasıl üretileceği; nereye taşınacağı, nerede depolanacağı, tüketiciye nasıl ulaştırılacağı, fiyat-kalite dengesinin nasıl sağlanacağı gıda egemenliği kavramının içine giriyor.

Peki, bugün geldiğimiz noktada dünyada, ülkemizde gıda üretim ve tüketiminin bu sınırlar içinde geliştiğini söylemek mümkün mü? Kesinlikle hayır… Gıda sektörü git gide  büyük ölçekli çok uluslu, yabancı gıda şirketleri ile daha küçük ölçekli ulusal gıda şirketlerinin kontrolüne geçiyor. Üreticiler değil, bu şirketler üretilecek gıda maddesine, ne zaman, ne miktarda üretileceğine, fiyatına, kalitesine ve üretecek çiftçiye açıkça karar verebiliyor. Et ve et ürünleriyle ilgili de bu firmalar hangi hayvanı hangi koşulda yetiştireceğini üreticiye söylüyor, yemini bile üreticiye kendisi veriyor. Üretici yemin nerede, hangi koşullarda üretildiğini, hatta GDO’lu olup olmadığını bile bilemiyor.

Kars; Boğatepe köyünde köylüler tarafından oluşturulan ve geleneksel peynir üretiminin anlatıldığı peynir müzesi.

Sonuçta bu büyük gıda firmaları üreticiyi karar mekanizmasının içine almak bir tarafa yanına bile yaklaştırmıyor. Örnekleri kısmen ülkemizde de görülmeye de başlanan Afrika ve Güney Doğu Asya ülkelerinde tarım alanlarının, meraların hatta ormanların büyük firmalar tarafından kiralanmasına, üretim araçlarının büyük gıda tekellerinin tam kontrolüne geçmesine kadar uzanan bir süreç yaşanıyor. Bunun bazı küçük istisnaları da var. Ülkemizden örnek vermek gerekirse Kars’ın Boğatepe köylülerinin 100-120 yıllık geleneksel peynir üretim metotlarını yaşatmaları ve üretimlerini kendilerinin tüketiciye ulaştırmaları gösterilebilir.

Sonuç

1996’da FAO toplantısında bazı çifti örgütleri tarafından bu alandaki kontrolün büyük gıda tekellerinin kontrolüne bırakılmaması için başlatılan ve daha sonra tüketici örgütlerinin de içine alındığı gıda egemenliği mücadelesinin olumlu bir sonuca vardığını söylemek günümüzde imkansız… Gıda üretim, taşıma, depolama ve pazarlama ağı birçok ülkede de olduğu gibi ülkemizde de çok uluslu veya daha küçük ölçekli yerli gıda tekellerinin kontrolüne günden güne artan hızla geçiyor. Sorun ideolojiktir; üretim araçları gerçek anlamda üreticinin kontrolünde olmayan; kapitalist üretim ve tüketim ilişkilerinin hakim olduğu bir toplumda gerek gerçek gıda güvenliğinden gerekse gıda güvencesinden söz etmek çok zor…

Bireysel olarak yapabileceklerimiz var mı? Çok sınırlı olarak evet. Marketlere gittiğimiz zaman sayıları çok az da olsa üretici kooperatiflerinin büyük güçlüklerle üretip; pazara verdiği ürünleri almak; çözüm için olmasa da bireysel tepkimiz için uygun bir adım olabilir.

Kazdağları’nda büyük eylem hazırlığı

Alamos Gold’un Kazdağları’nda altın arama ruhsat süresinin 13 Ekim’de dolması nedeniyle 12 Ekim’de binlerce kişinin katıldığı bir nöbet eylemiyle ‘Ruhsatı yenilemeyin’ çağrısı yapılacak.

Kazdağları’nda siyanürlü altın arama faaliyetleri ve ağaç katliamı nedeniyle haftalardır yapılan eylemlerle protesto edilen, Kanada merkezli Alamos Gold şirketinin altın arama ruhsatı 13 Ekim’de ruhsat süresi dolacak. Aktivistler ve yöre halkı, ruhsatın yenilenmemesi için bir gün önce, yani 12 Ekim’de büyük bir eylem yapmayı planlıyor. Buna göre, yaklaşık 30 bin kişinin katılacağı, ‘Su ve Vicdan Nöbeti’ eylemi yapılacak.

Belediye Başkanı Gökhan’da davet

Herkesi 12 Ekim’de Cumhuriyet Meydanı’na davet eden Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan, “Vicdanınızın ve yurttaşın sesini dinleyin ve ruhsatı yenilemeyin. Onlar gidecek ve bizler onların bıraktığı o katliamla yaşamak zorunda kalacağız” dedi. Kaz Dağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği Başkanı Süheyla Doğan da, “Bizler doğa ve yaşam mücadelemizi, binlerce yıldır bu toprakların can damarı olan, ‘bin pınarlı İda’yı, Kaz Dağları’nı savunmaya, mücadele etmeye devam edeceğiz. Bakanlığı da ruhsatı yenilememeye çağırıyoruz” diye konuştu.

 

İstanbul’da hasarlı okullar bugün tatil

İstanbul’da deprem nedeniyle hasar gördüğü tespit edilen 29 okulun pazartesi günü kapalı olacağı açıklandı.

İstanbul Valiliği,  perşembe günü, Marmara Denizi Silivri açıklarında meydana gelen ve İstanbul’u da etkileyen depremde ağır hasar ve az hasar alan toplam 29 okulda bugün eğitim-öğretime bir gün süreyle ara verildiğini duyurdu.

Valilikten dün yapılan açıklamada; “Eğitim-öğretim hizmetinin aksamadan yürütülmesi için İl Milli Eğitim Müdürlüğümüzce gerekli planlamalar yapılmıştır. Öğrencilerimizin 1 Ekim 2019 Salı gününden itibaren hangi okullarda eğitim-öğretime devam edecekleri 30 Eylül 2019 Pazartesi günü, Saat 14.00’a kadar kamuoyuna duyurulacaktır” denildi.

Eğitime ara verilen okullar şöyle:

  1. BAHÇELİEVLER Bahçelievler Rehberlik ve Araştırma Merkezi
    2. BAHÇELİEVLER Yenibosna Ortaokulu
    3. BÜYÜKÇEKMECE Mimarsinan İlkokulu ve Ortaokulu
    4. ÇATALCA Arif Nihat Asya MTAL
    5. GAZİOSMANPAŞA Vefa Poyraz Anadolu Lisesi
    6. GAZİOSMANPAŞA Küçükköy İHL (A Blok)
    7. GAZİOSMANPAŞA 100. Yıl İlk/Ortaokulu
    8. PENDİK Seyit Burhan Toprak İlkokulu
    9. SANCAKTEPE Sancaktepe Rehberlik ve Araştırma Merk.

Az hasarlı olanlar:

  1. ARNAVUTKÖY Şehit Er Tuncer Türkan Ortaokulu
    2. AVCILAR Abdulkadir Uztürk Ortaokulu
    3. BEYKOZ Fatinhoca İlkokulu
    4. BÜYÜKÇEKMECE Güzelce Cevdet Zebure Kotan Ortaokulu
    5. EYÜPSULTAN Üçşehitler İlkokulu ve Ortaokulu
    9. GAZİOSMANPAŞA Karlıtepe Ortaokulu
    10. GÜNGÖREN Mehmetçik İmam Hatip Ortaokulu
    11. KÜÇÜKÇEKMECE Söğütlüçeşme Ortaokulu
    12. KÜÇÜKÇEKMECE Tahsin Banguoğlu İlkokulu
    13. KÜÇÜKÇEKMECE Nergiz Anaokulu
    14. MALTEPE Halit Armay Anadolu Lisesi
    15. PENDİK Mehmet Akif Ersoy Ortaokulu
    16. PENDİK Ergenekon İlk/Ortaokulu
    17. SANCAKTEPE Osmangazi İlkokulu
    18. SİLİVRİ Prof. Dr. Besim ÜSTÜNEL Anaokulu
    19. SULTANGAZI İstiklal Ortaokulu
    20. ÜSKÜDAR Burhan Felek Anadolu Lisesi

Fuat Oktay: 320 hasarlı, 1895 az hasarlı bina var

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay da şu ana kadar depremden kaynaklı 320 dairenin hasarlı olduğunu, bin 895 dairenin ise az hasarlı olduğunu söyledi. Oktay, “Tahliye edilenlerden çoğu yakınlarının yanında kalıyor. Yaklaşık 96 kişiye de biz yardım ediyoruz. Salı günü ağır hasarlı okullarımız varsa gerekli çalışmalar yapılacak. Umarız yeni bir deprem yaşamayız ama yaşayacak gibi hazırlıklı olmalıyız” dedi.

Kanada’da 500.000 kişilik dev iklim eylemi

ABD’den Kanada’ya geçen iklim aktivisti Greta Thunberg’in de katılımıyla düzenlenen dev mitinge Başbakan Trudeau ve Yeşiller Partisi lideri May de katıldı.

ABD’nin New York kentinde düzenlenen BM İklim Değişikliği Eylem Zirvesi’nin ardından Kanada’ya geçen iklim aktivisti Greta Thunberg, burada Gelecek için Cumalar (Fridays for Future) eylemine katıldı. Montreal’de düzenlenen ve yaklaşık 500 bin kişinin katıldığı iklim eylemi öncesinde gazetecilerin sorularını yanıtlayan Thunberg, “Yürüyüş ve grev için bu kadar tutkulu bunca insanı burada görmek çok cesaret verici. Bugün, çok güzel bir gün” dedi.

BM’deki konuşması nedeniyle kendisine yöneltilen olumsuz eleştirileri övgü olarak kabul ettiğini söyleyen Thunberg, ABD Başkanı Donald Trump ve iklim inkarcılarının kendisini hedef alan açıklamaları hakkında, iklim grevlerinin bazılarının dünya görüşü ve çıkarlarını etkilediğini ve bu sebeple tepki verdiklerini kaydetti.

Trudeau: Onu dinliyorum

Basın toplantısının ardından Kanada Başbakanı tarafından kabul edilen genç aktivist, Justin Trudeau‘ya iklim değişikliği ile mücadele etmek için yeterince çalışmadığını söyleyerek tepki gösterdi. Thunberg, Kanada’da yaklaşan seçimler öncesinde ülkeye 10 yıl içinde 2 milyar ağaç dikme vaadi veren Trudeau’dan iklim değişikliği ile mücadelede daha fazla çaba göstermesini istedi. Thunberg konuşmasının devamında, “Bütün siyasetçilere vereceğim mesaj aynı. Bilime kulak verin ve kararlarınızı ona göre verin” dedi.

Trudeau ise Thunberg için, “Greta, yöneticilerine daha fazlasını ve daha iyisini yapmak için çağrıda bulunan genç nesillerin sesi.” tanımlamasını yaptı ve “Ve onu dinliyorum.” dedi. Montreal’de düzenlenen dev iklim değişikliği yürüyüşüne Trudeau ve ailesi de katıldı.

Greta Thunberg, ziyareti sırasında, Montreal Belediye Başkanı Valérie Plante‘den kentin anahtarını da aldı.

500 bin kişilik  miting

Montreal’de düzenlenen dev miting için ilk okullar, kolejler ve üniversiteler gün boyunca izinli sayıldı. Kent yönetimi ve bazı işletmeler de personellerini izin almaya teşvik etti. Etkinlik için şehir içi toplu taşıma araçları gün boyu ücretsiz olarak kullanıldı. Olaysız geçen yürüyüşte, bir adam Başbakan Trudeau’ya yaklaşmak isteyince tutuklandı.

Her yaştan göstericinin katıldığı eylemin en büyük grubunu henüz oy verme yaşına gelmemiş genç aktivistler oluşturdu.

Şu sıralarda Kanada’da federal seçim kampanyası gerçekleştiriliyor. Bunun da etkisiyle miting alanına yapılan yürüyüşe Liberal Başbakan Justin Trudeau, Yeşil Parti Lideri Elizabeth May ve Bloc Québécois lideri Yves-Francois Blanchet de katıldı. NDP lideri Jagmeet Singh ise British Columbia, Victoria’daki bir yürüyüşe eşlik etti.

Eyleme katılmayan tek lider, Muhafazakar Parti’den Andrew Scheer oldu. Kanada’nın petrol ve gaz üreten bölgelerinde büyük bir desteğe sahip olan Scheer, ülke çapında gerçekleştirilen hiç bir etkinliğe katılmasa da partisinin iklim sorunları hakkında farkındalık yaratan insanları ‘her zaman destekleyeceğini” söyledi. Scheer’in aksine, bazı Muhafazakar adayların eylemlere katıldığı görüldü.

Kanadalı iklim grevcileri (Climate Strike Canada)’nın talepleri arasında – tüm yeni fosil yakıt çıkarma veya ulaştırma projelerinin durdurulması ve fosil yakıt sübvansiyonlarını kaldırılması bulunuyor. Talepler, hem Liberaller hem de Muhafazakarlar tarafından desteklenen Trans Dağ Boru Hattı genişletme projesini de içeriyor.

Climate Strike Canada ayrıca, sera gazı emisyonlarının 2030’a kadar 2005 seviyesinin % 75 oranında düşürülmesi çağrısında bulunuyor. Bu oran şu anda herhangi bir kampanya tarafından vaat edilenden daha yüksek. Kanada hükümetinin mevcut hedefi ise emisyonların 2030 yılına kadar 2005 seviyelerinin% 30 altına düşürmek.

Alamos Gold’a çok dilli protesto

Vancouver kentinde gerçekleşen eylemde ise Kanada merkezli Alamos Gold şirketinin Kazdağları’ndaki altın arama çalışmaları protesto edildi.Yürüyüşte Türkçe, Kürtçe, Lazca, Ermenice, Rumca, Hemşince gibi Anadolu’da konuşulan dillerde “Bırak altın yerin altında kalsın’ sloganının yazılı olduğu dövizler taşındı. Grup adına yapılan açıklamada Alamos Gold’un siyanür ile altın arama çalışmalarına son verilmesi; Türkiye’ye yapılan çağrıda ise maden arama ruhsatının iptal edilmesi istendi.

 

Grup adına yapılan açıklamada “Biz Vancouver sakinleri, kâr hırsı adına önemli bir ekosistemi yok eden Kanadalı şirkete karşı Kazdağları için nöbet tutan halklarla dayanışma gösteriyoruz” denildi.