Ana Sayfa Blog Sayfa 2241

Avustralya, iklim intiharı ediyor

Yeşil Gazete için çeviren: Nilüfer Ağaç

Avustralya bugün iklim felaketi için sıfır noktasında. Muhteşem Büyük Bariyer Resifi ölüyor. Dünya mirası yağmur ormanları yanıyor, devasa kelp ormanları büyük ölçüde yok oldu, sayısız kasabanın suyu tükendi ya da tükenmek üzere ve şimdi geniş kıta daha önce görülmemiş ölçekte yanıyor.

Yangınların görüntüleri ‘‘Çılgın Max” ve ”Sahilde” arasında bir tezat sahnesi gibi: Sahillere yönelen binlerce kişi donuk turuncu bir pus içinde, insan ve hayvanların kalabalık tabloları, garip mutlulukları içinde neredeyse orta çağa ait gibi, (yarı Bruegel, yarı Bosch) yangın ile çevrelenmiş, kurtulanların yüzleri maske ve deniz gözlüklerinin ardına saklanmış. Alevler gökyüzünde 60 metreye yükseliyor. Yangın kasırgaları, sandallarda korkmuş çocuklar alevlerden uzaklaşmakta, kendi ülkelerinde mülteciler…

‘Kıyamet sonrası, şu ana taşındı’

Yangınlar, halihazırda, neredeyse Batı Virginia kadar büyük bir alan olan 14,5 milyon dönümü yaktı; Kaliforniya‘daki 2018 yangınlarında hasar gören alanın üç katından daha fazla ve Amazon‘daki 2019 yangınlarının altı katı büyüklüğünde. Kanberra‘nın havası yeni yılın ilk gününde Avrupa büyüklüğünde bir duman tabakası sebebiyle dünyanın en kirlisi oldu.

Bilim insanları, yarım milyara yakın yerel hayvanın öldüğünü tahmin ediyor ve bazı hayvan ve bitki türlerinin tümüyle yok olduğundan korkuluyor. Kitlesel açlık olayları olarak tanımlanan durumda, kurtulan hayvanlar yavrularını terk ediyor. En az 18 insan öldü ve daha fazlasından endişe ediliyor.

Hepsi bu ve yoğun yangın mevsimi daha yeni başlıyor.

Yeni Güney Galler‘de olağanüstü hal ve Viktoria‘da felaket durumu ilan edildi, toplu tahliyeler yapılıyor, insani felaketlerden korkuluyor, doğu sahilinin çevresindeki kasabalar yangınlarla çevrili, tüm taşıma ve iletişim ağı çoğunlukla kesik, kaderleri de bilinmiyor.

Sayısız Avustralyalı adına konuşan, Kuzey Viktoria‘nın Gipsy Point (Çingene Noktası) topluluğundan emekli mühendis Ian Mitchell yeni yılın ilk gününde arkadaşlarına bir elektronik posta gönderdi:

“Hepimiz ve Gipsy Point ahalisinin çoğu şu an hala burada. Gipsy Point‘te 16 kişiyiz. Enerji kaynağı yok, telefon yok, tüm yollar kesilmiş olduğundan 4 gün içinde buraya kimsenin ulaşma şansı yok, sadece uydu üzerinden elektronik posta çalışıyor. İki büyük botumuz var ve erzak tedarik edebilirler, özellikle Coata’dan yakıt.

Kasabamızı savunacak daha fazla insana ihtiyacımız var. Sık iç alanlar bugünden sonra problem olacak, tüm patikalar yanan ağaçlarla kaplı ve bununla mücadele edecek kimse yok.

Yorgunuz ama iyiyiz.

Ancak 2020’de hala buradayız.

Sevgiler

Biz.”

Yeni Güney Galler’de, Kobargo‘nun yangınla harap olmuş kasabasındaki kitap dükkanının camına bir yazı asılmış. “Kıyamet sonrası kurgu, şu ana taşındı.”

Ve bütün bunlara rağmen, inanılmaz bir şekilde, Avustralya liderlerinin beklenmeyen bu ulusal krize tepkileri ülkelerini savunmak değil, fakat -her iki partinin büyük bağışçısı- fosil yakıt endüstrisini savunmak oldu; ülkelerinin kıyamete sürüklenmesini istiyor gibiler. Aralık ortasında yangınlar patlak verdiğinde İşçi Partisi’nin muhalif lideri, kömür ihracatına açık desteğini ifade etmek için kömür madenciliği toplulukları ile görüşmelere gitti. Başbakan, muhafazakar Scott Morrison, Hawaii’de tatildeydi.

Morrison’ın siyasi hesapları

1996’dan beri iktidara gelen peş peşe muhafazakar hükümetler, ülkenin fosil yakıt endüstrisinin savunmak için iklim değişikliği hakkındaki uluslararası antlaşmalara uymaya karşı başarıyla savaş verdi. Bugün Avustralya hem kömür hem gaz alanında dünyanın en büyük ihracatçısı. İklim değişikliği ile ilgili harekete geçme konusunda ise 57 ülke içinde 57.sırada.

Morrison, geçen seneki seçim zaferini, azımsanmayacak şekilde, İşçi Partisi’ni hükümet dışında tutmak için kukla parti kuran kömür madeni oligarkı Clice Palmer‘a borçlu. Bay Palmer’in kampanya için reklam bütçesi her iki büyük partinin toplamının iki katıydı. Palmer daha sonra Avustralya’daki en büyük kömür madenini inşa edeceğini açıkladı.

Avustralya Başbakanı Scott Morrison. Fotoğraf: Joel Carrett/EPA

Eski bir pazarlamacı olan Bay Morrison, tatilden dönmeye ve toplumdan özür dilemeye zorlandığından beri kriket oyuncuları ve ailesi ile görüntü vererek kendi hakkında algıyı iyileştirmeye zamanını harcıyor. Yangınların ön saflarında perişan olmuş toplulukları ya da kurtulanları ziyaret ederken daha az sıklıkta görülüyor. Morrison olanları sıra dışı olmayan, her zamanki bir felaket gibi göstermeye çalışıyor.

Bu duruş soğuk bir siyasi hesap gibi görünüyor: İşçi Partisi’nin seçim kaybını telafi edebilecek hiçbir efektif muhalefeti olmadan ve Rupert Murdoch‘ın -günlük gazete sirkülasyonunun %58 i- medyaya hakimiyeti ile iklim krizi inkarının arkasında durarak, Avustralya’yı yutan felaketin büyüklüğünü kabul etmeden olabildiğince uzun süre hüküm sürebileceğini umut ediyor gibi… 

‘Ödlekler tarafından yönetilen bir ulus’

Morrison, mültecileri Pasifik adası kamplarına hapseden acımasız politikayı  hayata geçiren Göçmenlik Bakanı olarak kendini ortaya koyuyor ve insanların acısına kayıtsız görünüyor. Şimdi de hükümeti, sendikaları, sivil toplum örgütlerini ve gazetecileri tedirgin eden rahatsız edici otoriter bir tavra büründü. Tazmanya‘da beklemede olan ve Avustralya’ya da uyarlanacağı beklenen yasa tasarısıyla, çevre aktivistleri, gösteri yaptıkları için  21 yıllık hapis cezası ile karşı karşıya kalacaklar.

Önde gelen yayımcılardan Hugh Riminton birçokları adına konuşarak, “Avustralya, ödlekler tarafından yönetilen yanan bir ulus” diye yazdı. Başbakan yardımcısı Michael McCormack’ın yangınların artışının at gübresine dayandığına inandığını açıklaması sonrası buna “geri zekalılar” ifadesini de ekleyebilir.

Bunlar ki cehennemin kapılarını açarak bir ulusu iklim intiharına sürükleyenlerdir.

Avustralyalıların üçte birinden fazlasının yangınlardan etkilendiği tahmin ediliyor. Çarpıcı ve artan bir çoğunlukla, ülke halkı iklim değişikliğiyle ilgili harekete geçilmesini istiyor ve şimdi Morrison hükümetinin ideolojik fantezileri ile kurumuş, hızla ısınan, yanan Avustralya gerçeği arasında büyüyen farklar hakkında sorular soruyor. Durum, 1980’lerde Sovyetler Birliği’nin iktidar fonksiyonlarının gücünü elinde bulundururken, yürütme için temel, ahlaki meşrutiyetini kaybetmesini ürkütücü bir biçimde hatırlatıyor. Avustralya’da bugün, büyüyerek katılaşmış ve kendi fantezileri ile çıldırmış siyasi kuruluşlar, karşısında duracağı korkunç gerçekle ne yüzleşiyor ne de bu yeterlilikteler.

Morrison’un, Murdoch basınında yoğun bir propagandası olabilir ve muhalefeti de olmayabilir, ancak meşru otoritesi her geçen zamanla kan kaybediyor. Perşembe günü yardım isteyen hamile bir kadınn yanından yürüyüp uzaklaştıktan sonra yanmış bir kasabanın öfkeli ve sorularıyla sıkıştıran sakinlerinden kaçmak zorunda kaldı. Yerel, muhafazakar bir politikacı kendi liderinin rezaletini “galiba hak ettiği hoş geldin” olarak tanımladı.

Son Sovyet lideri Mikhail Gorbachev, Sovyetler Birliği’nin çöküşünün 1986’da Çernobil‘deki nükleer felaket ile başladığını söylemişti. Felaketin ardından, 2006’da, “bildiğimiz sistem savunulamaz oldu” diye yazmıştı . Hala devam eden uçsuz bucaksız Avustralya yangınlarının muazzam trajedisi, iklim krizinin Çernobil’i olduğunu kanıtlayabilir mi?

Makalenin İngilizce Orijinali

***

Editör notları: 

  • Makale 3 Ocak 2020 tarihlidir. O tarihte kıtayı kavuran dev yangınlarının üçte biri, en büyük hasarı gören Yeni Güney Galler eyaleti genelindeki yoğun yağış sayesinde, şubat başlarında söndü. Ancak halen 17’si kontrolsüz 42 yangın devam ediyor.
  • Yangınlarda hayatını kaybeden hayvanların sayısı 1 milyarı aştı, yaşamını yitiren insan sayısı ise 28’i buldu.

 

Sürdürülebilir Yaşam Film Günleri başlıyor

Movies that Matter desteği ile Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali (SYFF) seçkisinden 12 belgeselin yer alacağı Sürdürülebilir Yaşam Film Günleri (SFFF)  şubat, mart ve nisan aylarında, 10 şehirde gerçekleşecek. Film gösterimlerinin yanı sıra davetli konuşmacıların yer alacağı programda, ekolojik ve sosyal sorunların ilişkisi ve sürdürülebilirlik bakış açısı ile insan hakları konuları değerlendirilecek.

İlham veren belgeseller

SYFG seçkisi, temel sağlık hizmetlerinden çocuk işçiliği ve çocuk köleliğine, gıda ve tekstil sektörlerinde sorumlu tedarik zincirinden çatışma ve savaşa, iklim değişikliğinden su ve enerji sorunlarına birçok temel meseleyi bütüncül bir bakış açısıyla ele alan ve yaratıcı çözümlerle ilham veren belgesellerden oluşuyor. Ekolojik ve sosyal sistemlerin birbiriyle ilişkisini gözler önüne seren filmler aynı zamanda çözüm odaklı insanların fark yaratan sosyal girişimlerini de aktarıyor.

SYFG’nin yer alacağı ilk dört şehrin etkinlik detayları ise şöyle:  

  • Mardin’de Mardin Gençlik ve Kültür Derneği, Mardin Artuklu Üniversitesi (MAÜ) Proje Koordinasyon Birimi ve MAÜ Sürdürülebilir Kalkınma ve Girişimcilik Topluluğu tarafından 28, 29 Şubat ve 1 Mart tarihlerinde MAÜ Vali Kılıçlar Salonunda,
  • Fethiye’de Fethiye Fotoğraf ve Sinema Sanatı Derneği ve Arkadaşlar Ekolojik Yaşam Kolektifi tarafından 29 Şubat – 1 Mart tarihlerinde Fethiye Belediyesi Özer Olgun Kültür Merkezi’nde,
  • Nevşehir Ürgüp’de Kapadokya Üniversitesi (KÜN) Çevreci Beşeri Bilimler Merkezi tarafından 27-28 Mart’ta, Kapadokya Üniversitesi Ürgüp Yerleşkesi Konferans Salonu’nda,
  • Antakya’da Zenginler Atölyesi tarafından 20-22 Mart tarihlerinde Zenginler Atölyesi Kültür ve Sanat Derneği’nde. Antakya’da ayrıca 21 Mart tarihinde Samandağ’daki Vakıflı Köyü’nde ve 22 Mart tarihinde Sarılar Mahallesi Derneği’nin katkılarıyla Altınözü Sarılar Mahallesi’nde gösterim ve panel gerçekleştirilecek.

Tüm gösterimlerin ücretsiz olduğu SYFG 2020 seçkisi ise şu şekilde:

Emet Değirmenci ile gıda özgürlüğü ve toplumsal cinsiyet paneli

Gıda Özgürlüğü ve Toplumsal Cinsiyet Paneli, eko-feminist yazar Emet Değirmenci’nin katılımıyla 15 Şubat Cumartesi saat 13.00’da gerçekleşecek. Bornova Doğal Tarım Merkezi ve Çiftliği tarafından düzenlenen ve Bornova Belediyesi’nin desteklediği panel Bornova Kültür Merkezi’nde.

Söyleşi sonrası Emet Değirmenci’nin derlediği Doğa ve Kadın: Ekolojik Dönüşümde Feminist Tartışmalar kitabı kura ile katılımcılara armağan edilecek.

Doğa ve kadın

Feminizmi ve ekolojiyi bir arada ve bir ilişki sistemi içinde ele alan bakış açılarına yer veren Doğa ve Kadın: Ekolojik Dönüşümde Feminist Tartışmalar Heinrich Böll Derneği tarafından Şubat ayında yayınlandı.

Kitap, tüm ekolojik çabaları kayda geçirmenin yanı sıra kadınların öyküleri ve eylemleri vasıtasıyla başka kadınları cesaretlendirme amacı taşıyor. Emet Değirmenci tarafından derlenen kitap, on beş farklı yazarın makalesi ve bir çizerin katkısıyla oluştu.

 

Adalar’da karantinadaki atlar ne durumda?

Haber: Elif Ünal

Adalar’da faytonda kullanılan atların ruam hastalığı sebebiyle öldürülmesiyle başlayan ve faytonların tamamen kaldırılmasına kadar giden süreçte halen karantinada tutulan atlarla ilgili endişeler sürüyor.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) atların ve tescilli fayton plakalarının satın alınması işlemine bugün başladı. İşlem sonrasında atlar Adalar Kaymakamlığı‘ndan Belediye’ye devredilecek.

Faytonların kaldırılmasına karşı suç duyurusu

Faytonların kaldırılmasına tepki gösteren bir grup ada sakini 10 Şubat’ta Adalar Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Faytonların kaldırılması kararına karşı çıkan grup, karantinada bulunan atların durumunun oldukça kötü olduğunu iddia etti.

‘Atlar ve faytonlar SİT alanı ve kapsamında’

Savcılığa sunulan dilekçede Adalar’ın SİT alanı olduğu hatırlatılarak at ve fayton kullanımının da kanunla korunan SİT alanı ve kapsamı içinde olduğu belirtildi. Dilekçede, ileriki süreçte yasaklama kararından sorumlu yetkililer hakkında tazminat davası ve iptal davası açılacağı da ifade edildi.

‘Ruamlı olduklarına dair belge verilmedi’

Suç duyurusunda ayrıca, infaz edilen atların sahiplerine ruamlı olduklarına ilişkin rapor ve belgelerin defalarca istenilmesine rağmen verilmediğine dikkat çekilerek, bu yüzden sağlıklı atların da öldürüldüğü şüphesi dile getirildi.

Örnek olarak ise faytoncu Mehmet Kurnaz‘a ait Nazlı isimli bir atın, 19 Aralık’ta öldürülmek için götürülmesi, ahırdan kaçarak sahibine geri dönen hayvanın veteriner incelemesi sonucunda hasta olmadığının ortaya çıkması verildi. Öldürülen diğer atlar için de otopsi yapılması talep edildi.

‘Sağlıklı atlar da karantinada’

Savcılığa verilen suç duyurusunda belirtilen başka bir husus ise karantinadaki atların durumu. Dilekçede, hasta atlar ile sağlıklı atların aynı ahırlara konulduğu, her bir adada ayrı ayrı kurulması gereken karantina ahırlarının kurulmadığı iddia edildi.

Söz konusu hususlar hakkında yapılan suç duyurusunda İstanbul Valisi, Adalar İlçesi Kaymakamı, atları öldüren görevliler, görevli veterinerler, Hayvan Zabıta Komisyonu Üyeleri, Mahalli Çevre Komisyonu Üyeleri, Adalar İlçe Belediye Başkanı ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı hakkında işlem yapılması talep edildi.

Erzan: Sağlıklarından şüphe duyuyoruz

Suç duyurusunda bulunan grupta yer alan Heybeliada sakini Prof. Ayşe Erzan, gazetemize yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Atlar karantina adı altında ahırlarında hapis tutuluyor. Bu konuyu daha iyi bilenler, atların sahipleri, faytoncular ve doktorlar bunun doğru olmadığını söylüyor. Şu anda hangisinde bir hastalık var, hangisinde yok bilinmiyor. Bazılarında hastalık olduğu iddia ediliyor. Sağlıklı ve hasta atlar yan yana tutuluyor, aynı yalaktan su içiyorlar. Buna karantina denmez. Atların sağlığından şüphe ediyoruz.”

Kaymakamlıkla yaptıkları görüşmeler sonucunda atların satın alım işlemlerinin bugünden itibaren başlatıldığı öğrendiklerini söyleyen Erzan, “Atlarını vermek istemeyenlerin onları tutabilecekleri söyleniyor. Bunun pratikte nasıl bir karşılığı var, hiç bilmiyoruz” diye konuştu.

‘Faytonculuk yerleşmiş bir kültür’

Adalar’da faytonların kaldırılması kararına karşı tepkisini dile getiren Erzan “100 seneden fazla burada yerleşmiş bir kültürdür fayton ve faytonculuk. Burada atların insanlarla oldukça yakın bir ilişkisi ve biz bunun devamını istiyoruz. Atlar beş bin senedir ehlileştirilmiş, insanlar tarafından idare edilen, insanlar ile daha yakın bir ilişki kuran hayvanlar. Atların özgürleştirilmesi adı altında doğaya salınması gibi bir seçenek yok” dedi.

Erzan, faytonların kaldırılması sonucunda atların kötü yerlere teslim edilmesinin örneklerini İzmir’de ve Antalya’da gördüklerini belirterek atların şu anki durumundan endişe duyduklarını söyledi.

Altınay: Atların durumu bizim de önceliğimiz

Ruam hastalığı tespit edilen atların öldürülmesinin ardından Saraçhane Parkı’nda faytonların kaldırılması talebiyle Yaşam Nöbeti başlatanlardan Doğa Altınay ise Yeşil Gazete’ye verdiği demeçte karantinadaki atların durumuna dair pek çok fotoğraf dolaştığını ancak bu fotoğrafların doğruluğunu tespit edemediklerini belirtti. Altınay, daha önce de pek çok eski fotoğrafın kullanılarak faytonların yasaklanmasının önüne geçilmeye çalışıldığını hatırlattı.

“Faytonu geri getirmeye çalışan bir kitle var. O yüzden de zaman zaman pek çok haber çıkıyor. Bu haberler için karalama haberi diyen bir taraf da var.” diyen Altınay,  atların ne durumda olduğunun ve ileride ne olacaklarının onların da  en büyük önceliği olduğunu söyledi.

‘Atlar kanlar içinde kırbaçlarla kullanılıyordu’

Adalar’da fayton kullanımına devam etmenin imkanın olmadığını belirten Altınay, “Faytoncular ve fayton destekçileri karantinadaki atların durumu çok daha kötü gibi şeyler söylüyorlar. Eskiden bu atların ne durumda oldukları da malum. Normalde bu atlar nostalji adı altında kanlar içinde kırbaçlarla kullanılıyordu” diye konuştu.

Yaşam Nöbeti’nin ardından atların durumuyla ilgili sürecin takipçisi olduklarını söyleyen Altınay, İBB tarafından satın alınan atların daha sonra nereye gönderileceğini ve hangi koşullarda bakılacaklarını öğrenmek için çaba gösterdiklerini ve bu sebeple İBB ve Valilik’ten randevu almaya çalıştıklarını belirtti.

Ünal: Karantinadaki atların kötü sağlık durumuyla ilgili bilgi ulaşmadı

Faytoncular Derneği Başkanı Hıdır Ünal ise karantinadaki atların sağlık durumuyla ilgili endişe verici bir bilginin kendisine ulaşmadığını belirtti. Ünal, İBB tarafından satın alınma işleminin bugün başladığını, işlem tamamlandığında atların Kaymakamlık kontrolünden İBB kontrolüne geçeceğini söyledi.

İBB’nin şu anda atların çeşitli bölgelerdeki haralara transfer edilmesi için Tarım ve Orman Bakanlığı ile yazışmalar yürüttüğünü anlatan Ünal, atların ileride sağlıklı bir şekilde bakımlarının sağlanması için çeşitli projeler üzerinde çalışıldığını belirtti.

Ne olmuştu?

Adada, ruam hastalığı teşhis edildikten sonra 105 atın öldürülmesinin ardından İstanbul Valiliği adalarda faytonun üç ay boyunca yasaklandığını duyurmuş, atlar da karantina altına alınmıştı.

Adalarda fayton kullanımının tamamen sona ermesini isteyen hayvan hakları aktivistleri ise İstanbul Büyükşehir Belediyesi önündeki Saraçhane Parkı’nda yaşam nöbetine başlamıştı.

16 Ocak tarihinde İBB Meclisi, atların ve tescilli fayton plakalarının satın alınması ve atların ulaşım aracı olarak kullanılmaması kararını vermişti. Atların sembolik ve nostalji amaçlı kullanımının da yasaklanması üzerine Yaşam Nöbeti 41. gününde sona ermişti.

Bakan Ersoy: Çeşme’ye kanal yok, bölgeyi Cannes gibi yapacağız

‘Türk Mutfağı Yılı’ etkinlikleri kapsamında Hatay’ı ziyaret eden Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, Çeşme ve Galataport ile ilgili “vizyon” planlarını anlattı.

Hürriyet’in aktardığına göre, ‘Kanal Çeşme’ iddialarına cevap veren Ersoy, “Bunu basından ve sosyal medyadan öğrendim. Gücü olan bir grup değil. Muhtemelen çizip, kapı kapı dolaşmışlar. Devletle alakası olmayan bir proje ve kesinlikle yanlış… Hiçbir zaman aklımıza kanal gelmedi, gelmez de… Ege’nin cazibesini artırmak için Çeşme ve Didim’i merkez olarak belirledik. Antalya’ya 40 defa gelen yabancılar var. Eğer farklı alternatifler sunmazsak, bir süre sonra onları kaybedeceğiz. Bu sebeple Çeşme’yi Cannes gibi yapacağız” diye konuştu.

25 Ocak’ta Resmi Gazete‘de yayımlanan Cumhurbaşkanlığı kararı ile Çeşme’de bazı parsellerle ilgili acil kamulaştırma kararı alınmıştı. Ardından da Suudi Arabistan merkezli Albassam Group’un ‘Kanal Çeşme’ projesi iddiaları gündeme gelmişti. 

‘Denize sıfır oteller görmeyeceksiniz’

“Hem Hazine arazilerini hem de kamulaştıracağımız alanları değerlendirerek, genel kullanıma açık, uzun bir sahil bandı yapacağız” diyen Bakan Ersoy, “Toplam 9 bin 574 hektarlık çalışma alanımız var. Bunun 8 bin 946 hektarı kamu alanı. Proje Alaçatı’da başlıyor, Urla’ya kadar gidiyor. Burada denize sıfır oteller görmeyeceksiniz Antalya’daki gibi… Otellerle kıyı arasından yol geçecek. Cannes gibi düşünün. Ege Bölgesi’nde sezon kısadır. Biz 12 aylık turizme uygun hale getireceğiz burayı” şeklinde konuştu.

’20 golf sahası, oteller, müze, kongre ve fuar alanları’

Ersoy bölgede yapmayı planladıkları yapılaşmayı şöyle anlattı:

“Nitelikli spor tesisleri yapılacak. 20 golf sahası, turnuvaların yapılmasına uygun spor alanları, seyircili sahalar olacak. Termal su var, onu da otellere vereceğiz. Kışın da turistin gelmesini sağlayacağız. Geniş kitleler için kongre ve fuar etkinliklerini buraya çekeceğiz. Ege’nin en büyük müzesini Çeşme’de inşa edeceğiz. Ayrıca lavanta bahçeleri gibi tabiat turizmi alanımız olacak. Bisiklet parkurları yapacağız. Bisiklet turizminin pazarı Avrupa’da 44 milyar dolar ama en iyi rotalar Türkiye’de. Bütün Ege’yi kapsayacak bir bisiklet rotamız olacak.” .

Çeşme bölgesindeki acil kamulaştırma alanları.

Stüdyolar, platolar…

Bölgedeki işlenmiş tarım alanlarına dokunmayacaklarını, buraları “agroturizm” alanı olarak değerlendireceklerini söyleyen Bakan, planladıkları Tema Parkı’nı da şöyle anlattı: “Stüdyolar, platolar oluşturacağız. Oyuncular kalmaktan keyif duyacak. Buranın iç sektör tarafından da desteklenmesi lazım. Sadece yabancı filmleri çekerek kâr etme şansı yok. Çok cazip bir merkez olacak. Dünyadaki vergi avantajları neyse, buraya aktarmak istiyoruz. Böyle bir film stüdyosu ile burayı desteklemek istiyoruz.”

Ersoy, proje hakkında bilgilendirmek için STK’ler ve Çeşme Belediyesi’ni önümüzdeki hafta toplantıya çağırdıklarını kaydetti, “Sonra uluslararası ve yerli konsorsiyumla oluşan mimari grupla, projenin yapılması için anlaşmanız gerekiyor. Birkaç grubu yarışmaya sokacaksınız, kazananla anlaşacaksınız. Bunlar bittikten sonra lansman yapıp, ihaleye çıkabiliriz” diye konuştu. Mehmet Nuri Ersoy, projenin 15-20 milyar dolarlık bir yatırımı Türkiye’ye çekeceğini, yıllık 3-4 milyar dolar arasında da işletme geliri öngördüklerini belirtti: “Hedefimiz; yıl sonuna kadar yüzde 2’lik kamulaştırma kısımlarını bitirip, firmayı belirleyip, 2021’in üçüncü çeyreği sonuna kadar bütün bu projeyi yapıp, son çeyreğinde de yatırımcıları çağırmak. 2022-2023 gibi de bu proje devreye girer. Bunu Didim’e de yapmak istiyoruz.”

‘Galata Kulesi’nin işletmesini devralacağız’

İstanbul Galataport’la ilgili de konuşan Ersoy, Nisan’da ilk geminin yanaşacağını bildirdi. Ersoy, Galata Kulesi’nin işletmesini de devralacaklarını, meydanı doğal akışına getirip amfitiyatro yapacaklarını söyledi. Bakan, Atlas Pasajı ve sinemasıyla ilgili bir çalışma başlattıklarını da anımsattı.

Naci Görür’den uyarı: İstanbul depremi için zaman kalmadı

Bilim Akademisi Üyesi Prof. Dr. Naci Görür, İstanbul’da beklenen depremle ilgili olarak, “Artık fazla zamanımız yok. Son dilimlere girdik” dedi. Görür, Manisa Celal Bayar Üniversitesi’nin (MCBÜ) düzenlediği “Manisa’nın Depremselliği ve Kentsel Dönüşüm” konusundaki konferansa katıldı. Elazığ‘da meydana gelen 6.8 büyüklüğündeki depremi üç ay öncesinden işaret eden Görür, konferans öncesi gazetecilerin sorularını yanıtladı. Son günlerde arka arkaya deprem ve artçılarıyla sarsılan Manisa ve İstanbul’daki olası deprem hakkında açıklama yapan Prof. Görür,  Manisa’nın fay yoğunluğunun en fazla olduğu illerden biri olduğunu vurgulayarak şunları söyledi:

“Manisa’nın bulunduğu yer, özellikle Gediz grabeninin ana fayı üzerinde olduğu için bu bloğun zaman zaman harekete geçip fay boyunca belirli bir miktarda kayması sonucu, bu tavan blokunun üzerindeki kaymaya bağlı olan gelişmiş olan faylar  bundan etkilenerek depremler oluşturuyor. Bu depremler Manisa’yı da etkiliyor. Sevinilecek bir durum, Manisa ve yakınlarında öyle çok büyük boyutta deprem üretecek faylar yok. Gediz grabeni oluşturan fay zone büyük bir fay zone, orada 7.0’a varan büyük depremler olabilir. Ya da kuzeydoğudaki bazı yerlerde ama çoğu kez Manisa çevresindeki faylar boyut itibarı ile küçük olduğu için yani burada Manisa ve çevresinde olan depremler genelde orta ve küçük boylu depremler olacaktır. Manisa yapı stoku ve kentsel dönüşüm itibarıyla gerekeni yaparsa en kolay ve en hızlı şekilde deprem güvenliğini sağlayabilecek bir il olabilir. ”

‘İstanbul için alarm halindeyiz’

İstanbul ve Marmara için ise alarm vermiş durumda olduklarını kaydeden Görür şunları söyledi:

“Bu son İstanbul’da olan iki deprem de İstanbul’da deprem üretmesi beklenen fay kolu üzerinde oldu. Bu bizi endişelendirdi. Dolayısıyla artık fazla zamanımız yok. Son dilimlere girmişiz demektir. 30 sene içerisinde zaten olma olasılığından söz edilirken 20 senesi geçti. Son 10 sene, belki artı eksisi bir 5 sene ileriye gidebilir ama İstanbul’da risk daha da fazla demektir. Bu periyodu düşündüğümüz takdirde alarm da verilmiştir.”

Kentsel dönüşüm tamamlanmadı

İstanbul’daki kentsel dönüşümün yeterli olup olmadığıyla ilgili soru üzerine de Görür şu ifadeleri kullandı: “Kentsel dönüşüm başlangıçta çok doğru da olmadı. İstanbul’u tümüyle depreme hazırlayacak bir kentsel dönüşüm olmadı. Ağırlıklı olarak yapı stoku üzerine eğilim gösterildi. Halbuki bir kenti depreme hazırlamada halk, yönetim, alt yapı, yapı stoku, çevre ve ekonomi önemli. Bunlar üzerinde çok şey yapılamadı. Tabii yapılan önemli şeyler de var fakat daha yapılması gereken şeyler de fazla. Yine de tabii yapılanlar çok yararlı oldu. Devlet daireleri güçlendirildi, okullar, hastaneler, viyadükler, köprüler onlar da az şey değil. Halkın oturacağı yerleri düşünüyor isek maalesef henüz daha o konuda fazla yol alamadık.”

Bilim Akademisi’nden Kanal İstanbul raporu: AVM ÇED’i kanala uygulanamaz

AKP iktidarının yaratacağı yıkım yüzünden tüm Türkiye’den gelen itirazlara ve eleştirilere rağmen, hızla hayata geçirmek istediği Kanal İstanbul projesi için Bilim Akademisi bir rapor yayımladı. Akademi üyeleri Prof.Dr. Naci Görür, Prof. Dr. Derin Orhon, Prof. Dr. Mehmet Özdoğan, Prof. Dr. İlhan Tekeli ve ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü – İTÜ Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü öğretim üyesi Prof. Dr. Emin Özsoy tarafından hazırlanan raporda, “ÇED olumlu raporu, hatadır” denildi.

Kanalın neden yapılmasını gerektiğine ilişkin iktidar kanadının ifade ettiği gerekçelere tek tek yanıt verilen raporda, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın onayladığı ÇED raporu için şunlar kaydedildi: Araştırma önceliği ve yetkinliği olmayan kuruluşlarca hazırlanmakta, projeler bunlara dayandırılmakta, ÇED yönetmeliği büyük ölçekli doğal sistemlere de AVM’lere ya da bir köprü veya yol projesine uygulandığı şekliyle uygulanabilirmiş gibi davranılmaktadır.”

‘Gemi kazalarının tamamı arıza yüzünden’

Bilim insanlarının raporunda, İstanbul Boğaz’ındaki trafiğin kaza istatistikleri incelendiğinde, boğazın gemi trafiğini taşımak için yetersiz ve riskli olduğu savının geçerli olmadığına vurgu yapılarak, kazaların tamamının gemi arızaları yüzünden oluştuğu belirtildi.

‘Arazi rantı kamu bütçesinden firmalara aktarılacak’

Kanal İstanbul nedeniyle oluşacak arazi rantına da dikkat çekilen raporda, “Kanal yapılırsa finansmanı geçiş bedellerinin ve kamu bütçesinden fonların yüklenici firmalara aktarılması ile sağlanacaktır” ifadeleri kullanıldı. Kanal yüzünden İstanbul’un yeni göçlerle, kontrolsüz büyüyeceği de raporda belirtildi.

Bilim Akademisi üyelerinin raporunda yer alan kimi saptamalar şöyle:

  • Kanal İstanbul nedeniyle Sazlıdere barajı, yaklaşık %60 oranda tarım arazisi, ormanlık alanlar, mera ve çayırlar ortadan kalkacaktır.
  • Şehrin su kaynaklarını besleyen yeraltı suları boşalacak ya da tuzlanacaktır.
  • Karadeniz’in kirli suyunu Marmara’ya akıtarak Marmara’da oksijen döngüsünü bozacaktır.
  • Hafriyat toprağından Karadeniz’e dolgu yapılması ve Küçükçekmece Gölü dibinden taranacak balçığın Marmara’ya etkisi büyük kirlilik ve ekolojik tahribata neden olacaktır.
  • Ayrıca Kanalın Marmara ağzında oluşturacağı değişiklikler zaten deprem etkilerine açık zayıf zeminli bu bölgede heyelan, kanal ağzının tıkanması ve deniz basması olaylarına yol açarak olası Marmara depreminin tahribatını artıracaktır.
  • İstanbul şehrini ve çevresini böyle büyük riskler altına atan bu proje Yarımburgaz mağarası gibi insanlık tarihinin en önemli miraslarını da gömmüş olacaktır.

Aral Gölü, Süveyş, Panama kanalları…

Bilim insanları Kanal İstanbul’un yaratabileceği sonuçlarla ilgili olarak dünyadan da örnekler verdi. 1960’larda Sovyetler Birliği’nde sulama projeleri için nehirlerin başka tarafa akıtılmasıyla Aral Gölü’nün kuruduğu aktarılan raporda, Süveyş ve Panama kanalları örneklerinin, uluslararası deniz ticareti kaynaklı ekonomik gerekçelere dayanmakla birlikte büyük sosyal, siyasal ve doğal yıkıma yol açtığı belirtildi.

Raporun sonuç bölümünde Kanal İstanbul için “Telafisi imkansız çevresel, sosyal ve ekonomik etkiler barındıran bu proje ile ilgili ÇED olumlu kararı verilmesi büyük bir hatadır” tespiti yapıldı.

Raporun tam metni için tıklayın 

David Wicker: The disappearance of the Alps glaciers is not too far [Climate Generation Talks-2]

Interview: Atlas Sarrafoğlu

15 year old climate justice activist, David Wicker is a from the Susa Valley, in northern Italy and internationally with the purpose of asking governments all around the world to place the Climate Change issue as their top priority in their agendas and to start respecting the regulation of international agreements and treaties. David and I were both at SMILE last August for European activists meeting.

And finally I started to get scared. Scared because the warnings by climate scientists were so urging, while politicians seemed to be deaf.

Atlas Sarrafoğlu: Please tell us about your story. How did you first get involved? What inspired you to act?

David Wicker: I first started striking the first week of January in Turin. It was very strange. I knew what climate change was. I knew about it by “studying” it in school. I am putting braces on “studying”, because the way climate change is framed in school textbooks, it seems as it is already solved and that institutions are already taking care of it.

When I studied it, I didn’t think much of it. It was all summarized in only 2 pages of the geography book.

But then I saw Greta’s speech at the COP 24 in Katowich. I had wondered: “Why was the UN inviting a 15 year old to speak about something called climate emergency?”.

From that point forward, I started informing myself about what the climate emergency really was. I read the IPCC reports on the 1.5°C temperature rise, and watched documentaries from climate scientists and experts. And finally I started to get scared.

Scared because the warnings by climate scientists were so urging, while politicians seemed to be deaf.

Politicians and institutions were ignoring the biggest emergency humanity has ever faced, emergency which will have strong consequences on my future, and the future my children will live in.

So I had to do something. Anything.

How do you see the climate movement changing in 2020?

This decade must be the decade of climate action, starting from this year, 2020. We have wasted so much time already, we cannot afford to lose any more days of inactivity. This year, the Fridays for Future movement is going to hold many actions around the world, starting from the next global strike.

We are not going to slow down, but we are going to be stronger and stronger. More and more.

‘We must put life ahead of profit’

We are going to put more and more pressure on institutions and on leaders to respect the Paris Agreement and to raise their ambitions for the upcoming COP 26.

In this COP in fact, nations will have to present their new ambitions on carbon emissions reductions, yet,  no nation has yet prepared this new ambitions, and the next COP is getting closer and closer.

Political parties must put aside their rush for political power and collaborate. We must put life ahead of profit.

For this we NEED a just transition, climate justice IS social justice. If we do not acknowledge this, we have already failed.  The necessary ecological transition MUST NOT be a burden on society, and must be paid by those who are the real culprits of the climate crisis.

‘Italy is allowing climate science to be taught in schools by climate killers’

A few months back, we read Italy introduced mandatory climate change lessons in schools. So what should be the next step forward?

It is true that the former minister of education announced the mandatory climate science lessons in Italy. Unfortunately though, after his resignation, it now seems the lessons will be organized by ENI (National Entity of Hydrocarbons) through a deal made with the ANP (National Association of Headmasters/School principals) which states that the school teachers will be taught by ENI on the topics regarding climate change.

In summary, Italy is allowing climate science to be taught in schools by climate killers.

‘The disappearance of the Alps glaciers is not too far’

What is the biggest challenge in global warming for your country specifically? 

I live in northern Italy, thus I am concerned for the water crisis we will soon face, as well as incredibly high temperatures. The glaciers in the Alps have reduced by over 50% of their extension in the last 100 years, and over 70% of this 50% thawed ice, has been lost in the last 30 years. The disappearance of the Alps glaciers is not too far.

The reduction of glaciers expansion brings with it a major water crisis to northern Italy, as our main (and only) source of drinkable water are in fact the glaciers.

Also unusually high temperatures will have a strong impact on the entirety of Italy. Last summer many Italian cities reached temperatures of 45°C. This is extremely high for our countries, and is affecting many ecosystems, as well as the lives of the Italian citizens: In the Summer, many people have lost their lives due to the incredibly high heat wave.

What are your plans for the future? 

The movement will keep on putting pressure on local, regional and national institutions to push them to stick to the Paris Agreement and to raise their ambitions of carbon emissions reduction in order to contrast the climate emergency.

We are going to keep striking every friday, and each friday we are going to speak about different aspects of the climate emergency.

The local group I organize in,  FFF Turin, is already starting to plan for the next european Fridays For Future summit, which will take place around the beginning of August. (dates not confirmed yet).

What do you like to do apart from activism?

I am in the second year of high school at the moment, and I am trying to learn as much as I can, both in school and in online university courses.

I consider myself a privileged kid. Thus I must not waste the opportunities I get, and work hard so that in the future I’ll be able to apply what I am learning to work on mitigating the climate emergency – by the time I’ll have finished  my study courses, it will be already too late to prevent the climate emergency, all that will be left to do will be to work on adaptation and mitigation.

In the little free time I have left, I enjoy playing the piano or coding on my laptop. When I travel (by train/bus) I like to bring my camera with me so that I can practice photography as well.

27 Sept. Global Climate Strike- Torino

Tell us about the best experience that you’ve had through climate activism. What makes you keep going in these hard times?

There are a lot of incredible experiences I have lived within the movement. During the global strikes, seeing the oceans of people taking part in the demonstrations in Turin (over 100.000 people on the 27th September) brings back hope to me.

A moment I will never forget is the “occupation” of the European Parliament on the 25th May, just before the European Parliament. We bought tents, sleeping bags and we camped outside the doors of the parliament the night before the elections on the 26th May, to give a last push of pressure and awareness on the importance that those elections had in regards to the climate crisis.

We went through the night, singing all together, holding each other for warmth – it was very cold in the night – and hoping politicians would start acting on the emergency, soon.

Stop subsidies to fossil fuel companies! Respect the Paris Agreement and raise your emissions reduction ambitions (by a lot)! Stop spreading false information about the climate emergency!

If you had the attention of a room full of world leaders, what would you want to say to them?

I sometimes – more often than not – wonder why our “leaders” are not leading us through the climate emergency. How can they consider themselves leaders, if they are ignoring the most important emergency humanity has faced and, in some cases, even fueling it with corruption and subsidies!

It is time our “leaders” start acting as such and to take back their responsibilities into their own hands. The burden of the climate emergency cannot, must not, be left on the shoulders of the young (and future) generations.

*Stop subsidies to fossil fuel companies!

*Respect the Paris Agreement and raise your emissions reduction ambitions (by a lot)!

*Stop spreading false information about the climate emergency!

List the three people who have inspired you the most in the climate activist world and say a line or two about why that is. 

Luisa Neubauer: She is the activist who started the strikes in Germany. I followed her work since the beginning and she alongside Greta, pushed me to start striking in Italy as well. Soon later I got to work with her. She is incredibly determined and is great at getting the message through!

Greta Thunberg: We all know her story by now, so I won’t bother. She inspired me to skip school for the first time in order to raise awareness on the climate crisis. I am inspired by her strength and by how she is able to pull through everything that is thrown at her. I am honored to have had the opportunity to work with her on multiple occasions.

Vanessa Nakate: I never had the chance to meet her yet, but I am awed by her determination in making sure African voices and point of views are heard.

African countries will be greatly impacted by the effects of the climate emergency, and it is not acceptable that the voices of the young activists living in these countries are ignored.

Italy has been one of the most crowded countries for climate strikes in 2019. What do you think sparked this? 

The movement in Italy was born around the end of 2018. This gave us a lot of time to grow, and thus build up a solid community of climate activists all over the country.

There are many local Fridays For Future groups in Italy, and we make sure it is easy for everyone to start their own local group in their cities and connect with the rest of the movement. A list of all the groups can be found in https://fridaysforfutureitalia.it

We have had two national assemblies, which have helped us form a structure and think clearly about goals and strategy.

When we are planning a global strike, every local group works hard in spreading the voice about the demonstrations, and many, many local groups are able to organize their own marches. Often, some local groups work together in a joint march, to raise the number of people taking part.

We spread the voice of the strikes in the schools, making sure that students don’t join the strike only to skip school, but actually participate actively and consciously.

27 Sept. Global Climate Strike- Torino

Often you might get ignored, but it’s important to keep on and argue your arguments with facts.

Do you have anything to say to young people in Turkey who want to start climate actions. How can people get involved in climate actions, what should they know before they start?

It is not hard to start acting on climate. The first step is to understand what the climate emergency is about, what are its causes and the consequences. It’s important to look out for reliable sources, such as the IPCC.

The second step, is to help raise awareness by talking about the climate emergency with friends, family, school camarades. You can try talking with your parents, and consider options to lower your own carbon footprint.

Often you might get ignored, but it’s important to keep on and argue your arguments with facts.

Finally, you can join the strikes, and help put pressure on institutions.

 

 

 

 

[İklim Kuşağı Konuşuyor-2] David Wicker: Alp buzullarının kaybolması uzak değil

Haber: Atlas Sarrafoğlu

15 yaşındaki iklim adaleti aktivisti David Wicker, kuzey İtalya’nın Susa Vadisi‘nden ve uluslararası alanda dünyanın her yerinden hükümetlerden iklim değişikliği sorununa gündemlerine öncelik vermelerini ve uluslararası anlaşma düzenlemelerine saygı duymaya başlamalarını istiyor. David ve ben geçen Ağustos ayında Avrupalı eylemciler toplantısı için SMILE’deydik.

Ve sonunda korkmaya başladım. Korkmuştum çünkü iklim bilimcilerinin uyarıları aciliyeti işaret ederken, politikacılar bu durum karşısında sağır gibiydi.

Atlas Sarrafoğlu: Lütfen bize kendi aktivizm hikayeni anlatır mısın? İlk olarak okul grevlerine nasıl dahil oldun? Harekete geçmende sana ne ilham verdi?

David Wicker: 2019 Ocak ayının ilk haftasında Torino’da grev yapmaya başladım. Çok tuhaftı. İklim değişikliğinin ne olduğunu biliyordum. Bunu okulda “okuduklarımdan” biliyordum. İklim değişikliğinin okul ders kitaplarında çerçevelenme biçimi, halihazırda çözülmüş ve kurumların zaten bu konuyla ilgilendiği gibi göründüğü için “okuduklarımdan” kelimesine tırnak ekliyorum.

Okuduklarım üzerine çok fazla düşünmedim. Her şey coğrafya kitabının iki sayfasında özetlenmişti. Ama sonra Greta’nın Katowich’te, COP 24’deki konuşmasını gördüm. Merak ettim: “Birleşmiş Milletler neden 15 yaşında bir çocuğu iklim acil durumu denilen bir şey hakkında konuşmaya davet ediyordu?”

Bu noktaya gelince, iklim acil durumunun gerçekte ne olduğu hakkında kendi kendime bilgi toplamaya başladım. IPCC‘nin 1,5 °C sıcaklık artışı hakkındaki raporlarını okudum ve iklim bilimcilerinden ve uzmanlardan belgeseller izledim. Ve sonunda korkmaya başladım.

Korkmuştum çünkü iklim bilimcilerinin uyarıları aciliyeti işaret ederken, politikacılar bu durum karşısında sağır gibiydi. Politikacılar ve kurumlar, insanlığın karşılaştığı en büyük acil durumu, geleceğim üzerinde güçlü sonuçları olacak acil durumları ve çocuklarımın yaşayacağı geleceği görmezden geliyorlardı.

Bu yüzden bir şey yapmam gerekiyordu. Herhangi bir şey.

2020’de iklim hareketinin nasıl değişeceğini öngörüyorsun?

Önümüzdeki on yıl, 2020’den başlayarak iklim eyleminin on yılı olmalıdır. Zaten çok fazla zaman harcadık, daha fazla eylemsizlikle geçen zamanı kaybetmeyi göze alamayız. Bu yıl, Fridays For Future hareketi, bir sonraki küresel grevden itibaren dünya çapında birçok eylem gerçekleştirecek.
Yavaşlamayacağız, ama daha güçlü olacağız. Giderek daha da fazla. Paris Anlaşması’na saygı duymaları ve yaklaşmakta olan COP 26‘da taleplerimizi artırmak için kurumlar ve liderler üzerinde giderek daha fazla baskı yapacağız.

‘Yaşamı, kârın önüne koymalıyız’

Aslında COP 26’da, ülkelerin karbon emisyonlarını azaltma konusundaki yeni hedeflerini sunmaları gerekecek, ancak henüz hiçbir ülke bu yeni hedefleri hazırlamamış durumda ve bir sonraki COP gittikçe yaklaşıyor. Siyasi partiler, siyasi güç ve işbirliği için acele etmek zorundadır.

Yaşamı, kârın önüne koymalıyız.Bunun için adil bir geçiş GEREKLİ, iklim adaleti sosyal adalettir. Bunu kabul ettiremezsek, zaten başarısız olmuş oluruz. Gerekli ekolojik geçiş toplum üzerinde bir yük OLMAMALIDIR ve iklim krizinin gerçek suçluları tarafından ödenmelidir.

‘İklim bilimi iklim katilleri tarafından öğretilecek’

Birkaç ay önce İtalya’nın okullarda zorunlu iklim değişikliği dersleri başlattığını okuduk. Peki bir sonraki adım ne olmalı?

Eski eğitim bakanının İtalya’da, zorunlu olacak iklim bilimi derslerini açıkladığı doğrudur. Ne yazık ki, istifasından sonra, artık dersler ENI (Hidrokarbonların Ulusal Varlığı) tarafından, okul öğretmenlerinin iklim değişikliği ile ilgili konularda ENI tarafından eğitileceğini belirten ANP (Ulusal Müdürler / Okul müdürleri Birliği) ile yapılan bir anlaşma yoluyla düzenlenecek gibi görünüyor.

Özetle, İtalya iklim biliminin okullarda iklim katilleri tarafından öğretilmesine izin veriyor.

‘Alp buzullarının tamamen kaybolması çok uzak değil’

Özellikle ülken açısından küresel ısınmanın en büyük etkisi nedir?

Kuzey İtalya’da yaşıyorum, bu yüzden yakında karşılaşacağımız su krizi ve inanılmaz derecede yüksek sıcaklıklardan endişeliyim. Alplerdeki buzullar, son 100 yılda varlıklarının yüzde 50’sinden fazlasını kaybetti ve bu yüzde 50’nin yüzde 70’inden fazlası son 30 yılda kayboldu. Alp buzullarının tamamen kaybolması çok uzak değildir.

Buzulların erimesinin hızlanması, içilebilir su kaynağımızın aslında buzullar olması nedeniyle Kuzey İtalya’ya büyük bir su krizi getiriyor.

Ayrıca alışılmadık derecede yüksek sıcaklıkların İtalya’nın tamamı üzerinde güçlü bir etkisi olacak. Geçen yaz birçok İtalyan şehri 45 °C sıcaklığa ulaştı. Bu, son derece yüksek bir sıcaklık ve birçok ekosistemin yanı sıra İtalyan vatandaşlarının hayatlarını da etkiliyor. Yaz aylarında, birçok insan inanılmaz derecede yüksek sıcak dalgası nedeniyle hayatını kaybetti.

Gelecek için planların neler?

Hareketimiz yerel, bölgesel ve ulusal kurumlara, Paris Anlaşması‘na bağlı kalmaları ve iklim acil durumu karşısında, karbon emisyonlarını azaltma taleplerine uygun davranmaları için baskı yapmaya devam edecek.

Her Cuma günü grev yapmaya devam edeceğiz ve her Cuma iklim acil durumunun farklı yönleri hakkında konuşacağız. Organizasyonunda yer aldığım yerel grup FFF Torino, Ağustos ayı başlarında gerçekleşecek olan gelecek Fridays For Future Avrupa zirvesini planlıyor.

Aktivizm dışında ne yapmayı seviyorsun?

Şu anda lise ikinci sınıftayım ve hem okulda hem de online üniversite kurslarından olabildiğince fazla öğrenmeye çalışıyorum.

Kendimi ayrıcalıklı bir çocuk olarak görüyorum. Bu nedenle, elde ettiğim fırsatları boşa harcamamalı ve gelecekte iklim acil durumunun hafifletilmesi için öğrendiklerimi uygulamak üzere çok çalışmalıyım. Ben okulu bitirene kadar iklim acil durumunun önlenmesi için zaten çok geç olacak, tek yapmamız gereken adaptasyon ve hafifletme üzerinde çalışmak olacak.

Boş kalan az zamanımda, piyano çalmaktan ya da dizüstü bilgisayarımda kodlama yapmaktan zevk alıyorum. Seyahat ederken (trenle/otobüsle) fotoğrafçılığımı da geliştirmek için fotoğraf makinemi yanıma alıyorum.

27 Eylül Küresel İklim Grevi- Torino

İklim aktivizmi sırasında yaşadığın en unutamadığın deneyimi bize anlatır mısın?  Seni bu zor zamanlarda aktivizmi sürdürmeye iten nedir?

Hareket içinde yaşadığım birçok inanılmaz deneyim var. Küresel grevler sırasında, Torino’daki gösterilere insanların okyanuslar gibi katılımını görmek (27 Eylül’de 100.000’den fazla kişi) bana umut veriyor.

Asla unutmayacağım bir an da, 25 Mayıs’ta Avrupa Parlamentosu‘nun hemen önündeki “işgalimiz”di. Çadırlar, uyku tulumları satın aldık ve 26 Mayıs seçimlerinden önceki gece parlamentonun kapılarının önünde kamp kurduk; böylece bu seçimlerin iklim krizine ilişkin önemi hakkında son bir baskı ve farkındalık yarattık.

Geceyi hep birlikte şarkı söyleyerek, birbirimizi sıcak tutarak – gece çok soğuktu – ve politikacıların yakında iklim acil durumu için harekete geçmesini umarak geçirdik.

Fosil yakıt şirketlerine sübvansiyonları durdurun! Paris Anlaşması‘na saygı gösterin ve emisyon azaltma hedeflerinizi (çok fazla) yükseltin! İklim acil durumu hakkında yanlış bilgi yaymayı bırakın!

Dünya liderleriyle dolu bir odada ilgilerini çekmek isteseydin,  onlara ne söylemek isterdin?

Bazen – oldukça sıklıkla – “liderlerimizin” neden bizi acil durum haline taşımadıklarını merak ediyorum. İnsanlığın karşılaştığı en önemli acil durumları görmezden geliyorlarsa ve hatta bazı durumlarda yolsuzluk ve sübvansiyonlarla körüklüyorlarsa, kendilerini lider olarak nasıl değerlendirebilirler ki…

“Liderlerimizin” harekete geçme ve sorumluluklarını kendi ellerine geri alma zamanı gelmiştir. İklim acil durumunun yükü, genç (ve gelecek) nesillerin omuzlarında bırakılamaz, bırakılmamalıdır.

  • Fosil yakıt şirketlerine sübvansiyonları durdurun!
  • Paris Anlaşması’na saygı gösterin ve emisyon azaltma hedeflerinizi (çok fazla) yükseltin!
  • İklim acil durumu hakkında yanlış bilgi yaymayı bırakın!

İklim aktivistleri arasında sana en çok ilham veren üç kişiyi listeleyip nedenlerini kısaca anlatabilir misin? 

Luisa Neubauer: Almanya’daki grevleri başlatan aktivist. Yaptıklarını en başından beri takip ettim. Greta ile birlikte İtalya’da grev yapmama sebep olan kişidir. Kısa süre sonra onunla çalışmaya başladım. O inanılmaz derecede kararlı ve mesajı hedefe iletmekte başarılı biri.

Greta Thunberg: Hepimiz onun hikayesini biliyoruz, bu yüzden uzatmayacağım. İklim krizi konusunda farkındalığı artırmak için okulu ilk kez kırmamda bana ilham verdi. Onun gücünden ve üzerine atılan her şeye karşı sağlam durabilmesinden ilham alıyorum. Onunla birçok kez çalışma fırsatına sahip olduğum için onur duyuyorum.

Vanessa Nakate: Henüz onunla tanışma şansım olmadı, ama Afrika’nın seslerinin ve görüşlerinin duyulduğundan emin olma kararlılığı karşısında şaşkınım. Afrika ülkeleri iklim acil durumunun etkilerinden büyük ölçüde etkilenecek ve bu ülkelerde yaşayan genç aktivistlerin seslerinin göz ardı edilmesi kabul edilemez.

İtalya, 2019 yılında iklim grevleri açısından en kalabalık ülkelerden biri oldu. Sence bunu tetikleyen neydi?

İtalya’daki hareket 2018’in sonuna doğru doğdu. Bu, bize büyümek için oldukça zaman verdi ve böylece ülke çapında sağlam bir iklim aktivistleri topluluğu oluşturduk.

Fridays For Future, İtalya’da birçok yerel kollara sahip ve herkesin şehirlerinde kendi yerel gruplarını başlatmasını ve hareketin geri kalanıyla bağlantı kurmasını kolaylaştırdık. Tüm grupların listesini https://fridaysforfutureitalia.it adresinde bulabilirsiniz.

Bir yapıyı oluşturmamıza ve hedefler ve strateji hakkında net bir şekilde düşünmemize yardımcı olan iki ulusal meclisimiz oldu bugüne dek.

Küresel bir grev planlarken, her yerel grup eylemler hakkında seslerini duyurmak için çok çalışıyor ve birçok yerel grup kendi yürüyüşlerini organize edebiliyor. Çoğu zaman, bazı yerel gruplar katılan insan sayısını artırmak için ortak bir yürüyüş yapmak üzere birlikte çalışıyorlar.

Okullarda grevlerimizin bilinirliğini ve sesini yayıyoruz ve öğrencilerin sadece okulu kırmak için değil, aslında aktif ve bilinçli olarak greve katılmalarını sağlıyoruz.

Genellikle göz ardı edilebilirsiniz, ancak argümanlarınızı gerçeklerle sürdürmek ve tartışmak önemlidir.

27 Eylül Küresel İklim Grevi- Torino

Türkiye’de iklim grevlerine başlamak isteyen gençlere söyleyeceklerin var mı? İnsanlar iklim grevlerine nasıl dahil olmalılar, başlamadan önce neyi bilmeliler?

Hareket etmeye başlamak zor değil. İlk adım, iklim acil durumunun ne olduğunu, nedenlerini ve sonuçlarını anlamaktır. IPCC gibi güvenilir kaynaklara dikkat etmek önemlidir.

İkinci adım, arkadaşlar, aile, okul arkadaşları ile iklim acil durumu hakkında konuşarak farkındalığın artırılmasına yardımcı olmaktır. Ailenizle konuşmayı deneyebilir ve kendi karbon ayak izinizi azaltma seçeneklerini düşünebilirsiniz.

Genellikle göz ardı edilebilirsiniz, ancak argümanlarınızı gerçeklerle sürdürmek ve tartışmak önemlidir. Son olarak, grevlere katılabilir ve kurumlar üzerinde baskı kurabilirsiniz.

‘Riskli bölgelere acilen tünel yapılmalı’

Jeomorfoloji Derneği, iki kez art arda çığ düşmesi üzerine 41 kişinin hayatını kaybettiği Van-Bahçesaray karayolundaki çığ felaketi ile ilgili rapor hazırladı. Raporda çığ faciasının yaşandığı bölgenin sarp arazi kategorisinin en riskli olan grubuna girdiği belirtilerek bölgeye tünellerin yapılması gerektiği uyarısı yapıldı.

Çığ tehlikesi risk haritası yapılmalı

Raporda, kar örtüsü ve niteliği, yamaç eğim dikliği, eğim yönü (bakı), rüzgâr yönü ve bitki örtüsünün olup olmamasının çığ tehlikesi olasılığını ve şiddetini belirleyen en önemli faktörler olarak sıralandı.

Doğal ya da insan kökenli ses dalgalarının çığlar için fiziksel tetikleyiciler olduğu belirtilen raporda, yüksek riske sahip alanların belirlenmesi ve büyük ölçekli çığ tehlikesi risk haritalarının yapılmasının önemli olduğunun belirtildi.

Çığ tedbirleri

Çığ için alınacak tedbirlerin de sıralandığı raporda “Çığ yüksek riskli sahalarda, jeomorfolojik özelliklere göre çığ tünelleri, çığ duvarları, çitler, direkler, ağlar, ankrajlar ve kar toplanmasını engelleyici rüzgâr panelleri; çığ önleme, zarar azaltma amaçlı fiziksel engellerden en önemlileridir” denildi.

Açıklamada “Bu çalışmaların ve tedbirlerin; Türkiye’nin kuzey, kuzeydoğu, doğu ve güneydoğu kesimlerindeki çığ yüksek riskli sahaları için uygulanması, çığların afet haline dönüşmemesi için mutlaka hayata geçirilmesi gerekmektedir” ifadeleri kullanıldı.

Van-Bahçesaray karayolunun Karabet geçidi mevkiinde yeni çığ afetlerinin meydana gelmesini önlemek amacıyla Sarısivri tepenin güney yamaçları boyunca mevcut karayolunun çığ tüneli içerisine alınması gerektiği kaydedilen raporda, bu önlemlerin acilen haya geçirilmesi gerektiğinin altı çizildi.

Çığ altında kalanları arayan ekibin üzerine çığ

Van-Bahçesaray karayolunun 33. kilometresinde 4 Şubat 17.45’te bir minibüsün üzerine dün çığ düşmüştü. Başlatılan çalışmalarda sekiz kişi sağ kurtarılırken beş cansız bedene ulaşılmıştı.

AFAD Van ve koordinasyonundaki Jandarma, UMKE, 112 Acil Sağlık, Karayolları, Büyükşehir Belediyesi ile itfaiye ekiplerinin çalışmaları sürerken 5 Şubat 12.00 sularında ikinci çığ düşmüştü. Ekibin bir kısmı çığ altında kalmıştı. Kaza sonucunda ölü sayısı 41’e çıkmış, 84 kişi ise yaralanmıştı.