Ana Sayfa Blog Sayfa 2240

Darısı İstanbul’un başına: Paris ’15 dakikalık’ şehir olacak

Paris Belediye Başkanı Anne Hidalgo,  seçim vaatleri arasında yer alan “15 dakikalık şehir” projesini hayata geçirmek üzere harekete geçti. 15 dakikalık şehir, işe, eve ya da herhangi bir yere yürüyerek ya da bisikletle gidilebilen, tüm ihtiyaçlara bu mesefede ulaşılabilecek yer anlamına geliyor. Bunun, ekolojik dönüşüm için şart olduğu, aynı zamanda Parislilerin günlük yaşamını iyileştireceği belirtiliyor. Paris’in daha yaşanabilir bir şehir olması için planlanan bu ve benzeri projelerin tümü, ülkenin 21. yy’ın ortasına kadar karbon nötr olma planının bir parçası.

Paris 1 Üniversitesi’nde (Pantheon-Sorbonne Üniversitesi) akıllı şehir alanında çalışan ve Hidalgo’nun da danışmanı olan Prof. Carlos Moreno, bunun bir yol haritası, tutku ve şehirler için yeni bir vizyon olduğu görüşünde.

Yeni bisiklet şeritleri eklendi ama yetersiz

Fast Company‘nin aktardığına göre, Paris, yürüyerek gezilebilecek bir şehir ve eklenen yeni şeritlerle bisiklet kullananların sayısında bir önceki seneye oranla yüzde 54 artış sağlandı. Ancak eskiyen mevcut tren sisteminde sıklıkla gecikmeler yaşandığı için araç kullanımı hala çoğunlukta.Şehrin nüfusunun yarıdan fazlası ise işlerine ortalama 45 dakikalık mesafede çalışıyor.

Şehirde, bir günün “araçsız gün” ilan edilmesine öncülük eden sivil toplum örgütü Paris Sans Voiture üyesi Delphine Grinberg, “Çeyrek saatlik şehir, çoğu Parisli’nin iki ciddi problemini azaltacaktır: Çoğunlukla araç trafiğinden oluşan, senede 3.000 insanı öldüren hava kirliliği ve ulaşımda kaybedilen saatler” dedi ve ekledi:“İş arkadaşlarımın çoğu iki ya da üç saatini işe gitmek için yolda harcıyor. Ben 15 dakikalık mesafedeki şanslılardanım.”

Kanada’nın Ottawa şehri de geçen ağustos ayında 15 dakikalık mahalleler ağına dönüşmek istediğini duyurmuştu. Prof. Moreno aynı zamanda Montreal’daki bir beyin takımıyla, Fransa, Tunus ve Latin Amerika’dan şehirlerle birlikte bir konsept üzerinde çalışıyor.

Belediye Başkanı’nın planı, insanların evlerine daha yakın çalışabilmesi için ihtiyacı olan mahallelere ofisler açmayı da içeriyor. Ayrıca, insanların bir bölümünün mahalle ortak çalışma merkezlerinde çalışabileceği, evden çalışma şeklinin başarılı olacağı konusunda da işverenlerin ikna edilebileceği belirtiliyor. Proje kapsamında kütüphaneler, stadyumlar vb. binaların da çalışma saatleri dışında kullanılabileceği öngörülüyor. Gece kulüplerinin öğleden sonra spor salonu olması da farklı çözüm önerileri arasında.

Mahalleliye ortak yaşam alanları

Nispeten az yeşil alana sahip bir şehir olan Paris’te Başkan, okul bahçelerine eklenen yeşil alanları hafta sonları dinlenme alanı olarak mahalle sakinlerine açmayı da planlıyor. Yeni iki büyük park, kent ormanları, kamusal alanlarda ve eski otopark alanlarına ağaç ekilmesi de yapılacaklar listesinde. Proje kapsamında kentsel tarım için yapılacak yeni bahçelerle mahallelerin yiyecekleri yerel olarak sağlanabilecek. Okulların çevresindeki araç trafiği, öğrencilerin giriş ve çıkışlarında, güvenli şekilde yürüyüp bisiklete binmeleri için yasaklanacak. Komşuların buluşup, hizmetleri paylaşabileceği kiosklarla, yerel işletmelerin çeşitliliği teşvik edilecek.

Proje kapsamında yoğun trafiğin olduğu, park edilmiş arabalarla dolu cadde, yeşillik ve park olarak yeniden dizayn edilecek, bisiklete binmek ve yürüyüş için geniş bir şerit, diğer tarafta otopark alanları ağaç ve kafe için teras ve bisiklet tamiri gibi aktivitelerle yer değiştirecek. Mahalle sakinlerine, acil durum araçlarına ve birkaç istisna durum dışında verilen araç kullanım izinleri, şehir merkezinin yayalaştırılması ve şehirdeki araç kullanmayı azaltmak için bir sonraki adımlardan.

Kazdağları Nöbeti 200’üncü gününde

Çanakkale Kirazlı’da maden arama faaliyetleri kapsamında ağaç katliamı yapan Alamos Gold ve Türkiye taşeronu Doğu Biga Madencilik’e karşı Kazdağları’nda sürdürülen nöbet, 200’üncü haftasını doldurdu. Kirazlıdaki aktivistler, çadırlı nöbet alanından maden projesi şantiye alanına yaptıkları günlük yürüyüşlerinde, şirket yöreyi tamamen terk edene kadar, nöbetten vazgeçmeyeceklerini söyledi.

Pazar günü çadırlı direnişin 200’ncü günü nedeniyle nöbet alanında etkinlik düzenlendi. Direniş alanında ‘Ne Münasebet’ isimli grup sahne aldı.Daha sonra Heryer Kazdağları tarafından yapılan açıklamada maden şirketinin işletme ruhsatı süresinin dolmasına rağmen bölgeyi işgal etmeye devam ettiklerine vurgu yapıldı; şirket tamamen çekilene ve alanı rehabilite edene kadar nöbeti bırakmayacakları belirtildi.

Açıklama şöyle:

‘’Kirazlı Balaban’da ruhsatı yenilenmemesine rağmen maden alanını hala terk etmeyen yabancı şirket ve yerli iştirakine karşı gece gündüz tutulan yaşam nöbetinde 200 günü geride bıraktık. Şirketler alandan gidene kadar nöbet tutanlar Kazdağları’nı terketmeyecek; nöbet devam edecek. 14 Ekim’den bu yana ruhsatsız olan şirket, iş makineleri, tel örgüleri ve güvenlik görevlileriyle alanı işgal etmeye devam etmekte. Talebimiz ruhsatın tamamen iptal edilmesi, şirketin bölgeyi bir an önce terk etmesi ve tahrip edilen alanın rehabilitasyonuna acilen başlanması. Ayrıca Kazdağları yöresinde bulunan tüm madencilik projeleri de iptal edilmeli ve bölge bütünüyle koruma altına alınmalı.’’

El ele eylemleri sekizinci haftasında

Bölgede maden arama faaliyetlerine karşı sürdürülen ele ele eylemleri de sekizinci haftasını doldurdu. Cumartesi günü, Çanakkale İskele Meydanı’nda soğuk ve rüzgarlı bir havada gerçekleşen sekizinci el ele buluşmasında Kazdağları Koruma Derneği‘nin ritim grubu da katıldı.

Gerçekleştirilen insan zinciri sonrası yapılan açıklamada, bütün Çanakkale halkı Kazdağları’nı savunmaya çağrıldı.

Burada yapılan açıklama da şu şekilde:

“Dağların, karaların, suların aşkıyla…
2OO. gününe ulaşan direnişimizin aşkıyla…
Bir kez daha diyoruz ki ağaçlar yurdumuzdur!
Ve bir kez daha diyoruz ki bir insanın onuru; havasına, suyuna, toprağına sahip çıktığı kadardır.
Bu yüzden bütün Çanakkale halkını Kaz Dağları’nı savunmaya çağırıyoruz.
Geç olmadan, güç olmadan; ağaçların, böceklerin, suların imdadına yetişin diye haykırmamız bundan…
Altıncı Filoya, onun yerli ortaklarına ve dağlarımızın, derelerimizin delik deşik edilmesine, sularımızın zehirlenmesine izin veren sorumlulara da sesleniyoruz buradan…
-Kaz Dağları’nda ölüm çukurları istemiyoruz.
-Sularımızı zehirlemeye kalkışmanızı kabul etmiyoruz.
-Bilin ki Kaz Dağlarının sincabı yalnız değil-ceylanı yalnız değil.
-Kurdun kuşun yuvasını bozmanızın hesabı sorulacak sizden; bunu unutmayın…
-Ve unutmayın ki bizler, gerekirse her bir ağacı tek tek savunacağız…
El ele gönül gönüle, günden güne çoğalacağız karşınızda inanın.
Şiirlerimiz, öykülerimiz, şarkı ve türkülerimiz de karışacak işe.
Bir şenlik havasında sürecek direnişimiz sizlere karşı.
Ve sürecek Kaz Dağları özgürleşene kadar…
Bu meydanlar sizin korkulu rüyanız olacak inanın…


İyisi mi vakit varken Kaz dağlarından elinizi çekin ve defolup gidin…
Çünkü bebelerin siyanürlü su içmesini istemeyen analar babalar, abla ve abiler gelip katılacak aramıza…Bakın bizi duyuyorlar onlar.
Dolacak bu meydanlar bir gün…Burda size ekmek yok!
Lapseki kirazının, Umurbey şeftalisinin, Bayramiç beyazının, Çanakkale domatesinin ve Ege’nin zeytinlerinin yok edilmesine izin verilmeyecek…Bunu anlayın
Tarihi yok edemeyeceksiniz, geleceğimizi yok edemeyeceksiniz…Bunu anlayın…
Çanakkaleliler
Kardeşler!
Bütün iyi insanlar, iyi kızlar, delikanlılar, analar, babalar!
Havamıza, toprağımıza, suyumuza sahip çıkmalıyız.
Geleceğimize sahip çıkmalıyız kardeşler.
Unutmayın siz olmadan ağaçlara kıyanlar, kurdun kuşun yuvasını bozanlar, sularımızı zehirlemeye kalkışanlar daha güçlü , bizse bir eksiğiz.
Sensiz olmaz
Haydi katıl aramıza…
Geleceğimizi elimizden almak isteyenlere karşı birleşelim, direnelim …
“Ne gelir elimizden insan olmaktan başka.”

Alman basını: AfD ve Yeşiller Almanya’nın yeni kitle partileri olabilir

Annegret Kramp-Karrenbauer’in Hıristiyan Demokrat Birlik (CDU) Genel Başkanlığı’ndan istifası sonrası partinin izleyeceği strateji, Alman basınında başlıca yorum konusu oldu. DW Türkçe’nin derlemesine göre, Münchner Merkur gazetesi, Hıristiyan Birlik partilerinin krizden çıkamaması halinde Almanya’da yeni kitle partilerinin aşırı sağcı AfD ve Yeşiller olacağı öngörüsünde bulundu.

Frankfurter Allgemeine Zeitung, CDU genel başkanlığına gelecek ismin Başbakan Angela Merkel karşısında yıpranma tehlikesi olduğuna dikkat çekti:

“Bu krizde fiilen bir yönetim eksikliği parti açısından zehir anlamına geliyor. Partinin acilen kendisini birleştirecek ve kendisine yön verecek birine ihtiyacı var. Annegret Kramp-Karrenbauer’in, (AKK) bu kişinin aynı zamanda başbakan adayı da olması talebine, yaşanan deneyimler sonrasında kimse karşı çıkmıyor. Ancak seçim tarihinden bir buçuk yıl önce başbakan adayı ilan edilecek kişinin de önünde aylar sürecek bir yıpranma tehlikesi bulunuyor. Hıristiyan Birlik Partileri’nin (CDU/CSU) başbakan adayı, hayatını adadığı politik eserini bir aslanın yavrularını koruduğu gibi savunan Merkel’in yanında kendini ortaya koymak zorunda olacağı için yıpranma tehlikesi özellikle büyük. Kramp-Karrenbauer de bu yüzden başarısız oldu.”

‘Greta’yı bağrına basınca, merkez oylar lime lime oldu’

Neue Osnabrücker Zeitung, Merkel’in başbakanlığı döneminde izlediği sol siyasetin partinin politik profilini de içeriksizleştirdiğini vurguladı:

“Başbakanın mirası CDU açısından hafif değil. Kriz, Thüringen ve AKK’dan daha önce başlamıştı. Sosyal Demokrat Parti‘nin çöküşü nedeniyle örtbas olmuştu. Şimdi ise parçalanan, Hırıstiyan Birlik Partileri. Bozgun bir soru üzerinde düğümleniyor: CDU neyi savunuyor? Başbakan sığınmacı politikalarında SPD’yi solladığından, iklim sorununda adeta dünya çok yakında yanıp kül olacakmış gibi Greta’yı bağrına bastığından beri merkez oylar da lime lime oluyor. İster nükleer enerji ister ordu ya da tarım ekonomisi olsun. Merkel tam bir ana akım sörfçüsü. Başbakanlığını da yaptığı manevralarla pekiştirdi. Ancak içerik açısından Hıristiyan Demokratlar ruhsuz.”

‘Bu yıl iç sorunlar halledilmeli’

Mannheimer Morgen, gelecek yıl yapılacak eyalet seçimleri öncesinde Hıristiyan Demokratların kendi iç sorunlarını halletmiş olması gerektiğini kaydetti:

“CDU ve CSU genel başkanlık takvimi sadece risk getiriyor ama güvence sunmuyor. Gelecek yıl beş eyalet meclisi seçimi olacak. O zamana kadar Hıristiyan Birlik Partileri’nde kişisel hırgürün bitmiş olması gerek. O nedenle Başbakan’ın Federal Meclis seçimlerinden önce başbakanlık makamına giden yolu açması gerekebilir. Zira ‘Merkel ile nasıl devam edilecek’ diye bir konu artık masada değil. Hele hele Hamburg’daki seçim Birlik açısından felaketle sonuçlanacak olursa.”

‘Gerilla savaşı’

Münchner Merkur,  Hıristiyan Birlik partilerinin krizden çıkamaması halinde Almanya’da yeni kitle partilerinin AfD ve Yeşiller olacağı öngörüsünde bulundu:

“Genel başkanlığı Merkel’in önüne attığında Kramp-Karrenbauer’in zaten zayıf olan otoritesi tamamen sönmüş oldu. Başbakan adaylığını ‘önden’ başlatma ve bunu yaza kadar sürdürme planı, bir ölü doğum oldu. Şimdi sırada en küçük parti birimlerine kadar yayılacak bir gerilla savaşı var, tabi eğer iki kanadın önderleri Armin Laschet ve Friedrich Merz aralarında bir anlaşmaya varmazlarsa. Markus Söder merkez seçmeni yeniden toplayan bir uzlaşı adayı olabilir. Ancak bu isim üzerinde anlaşmak CDU’nun her iki güçlü adamının egolarına aşılamaz bir ket vurabilir. Hayır, bu takvim işlemez. Eğer Hıristiyan Birlik partileri bunu izleyecek olursa Almanya yazın Yeşiller ve AfD olmak üzere iki yeni kitle partisiyle karşı karşıya kalabilir.”

Munzur Nehri’nde su samurları görüntülendi

Dersim‘deki Munzur Nehri‘nde, Dünya Doğa ve Doğal Kaynaklarını Koruma Birliği‘nce (IUCN) nesli tükenmekte olan canlılar kategorisinde sınıflandırılan çok sayıda su samuru görüntülendi.

Birinci derecede koruma altında bulunan su samurları, Munzur Vadisi Milli Parkı içinde akan Munzur Nehri’nde görüldü. Dikilitaş mevkisinde Zülfikar Aydoğdu tarafından cep telefonu kamerasıyla görüntülenen su samurları, Munzur Nehri’nde yüzüp, kayalık alandaki karda gezdikten sonra gözden kayboldu.

İlk kez, büyük boyuttaki su samurlarını gördüğünü anlatan Zülfikar Aydoğdu, görüntüleri çektiği anda heyecanlandığını söyledi. Aydoğdu, “Onları göründüğümde çok heyecanlandım. Zaman zaman gelip gidiyorlardı. Munzur Nehri içinde bir ada var küçücük özellikle kış aylarında kar yağınca buraya gelip temizleniyorlar. Bu kez birkaç su samuru vardı, biri gelip diğeri gidiyordu. Bu güzel canlıları görüntülediğim için çok mutluyum” dedi.

Erdoğan: Rejim güçlerini her yerde vuracağız

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, partisinin TBMM Grup Toplantısı’nda yaptığı konuşmada, Türkiye’nin İdlib’de önümüzdeki günlerde atacağı adımları açıkladı. İdlib’de yeni çatışmalara zemin hazırlamamak adına ‘muhalif’ olarak adlandırdığı kesimleri de uyardıklarını söyleyen Erdoğan, “Geldiğimiz noktada artık kimsenin taşkınlığına, bağnazlığına, satılmışlığına, provokasyonlarına göz yumacak değiliz” dedi. Erdoğan, kendisini FETÖ‘nün siyasi ayağı olmakla suçlayan CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu‘na yönelik de” Siyasi ayak Bay Kemal’in yatak odasına girmiş, haberi yok” dedi.

Erdoğan’ın konuşmasında öne çıkan başlıklar özetle şöyle:

Ruslar sivillere saldıyor: Bugüne kadar İdlib’de verdiğimiz şehit sayısı 14’ü buldu. İdlib’de rejim ve onlarla hareket eden Rus güçleri ile İran destekli militanlar sürekli sivillere saldırıyor, kan döküyorlar. Herkes gözünü kapatsa, sırtını dönse, vicdanını dondursa da Türkiye bu duruma seyirci kalmayacaktır.

Verilen sözlere uyulmadı: Verilen sözlere riayet edilmesini bekledik bize verilen sözler yerine getirilmediği gibi anlaşmalara da kimse uymuyor. Bu saldırılar doğrudan askerlerimizi hedef almaya başladı. Madem durum bu biz de lafa değil sahadaki gerçeklere bakarak hareket edeceğiz. Şubat ayı sonuna kadar rejimi gözlem noktaları gerisine çıkartmakta kararlıyız. Havada karada ne gerekiyorsa tereddüt etmeden bunu yapacağız. İdlib’deki askeri gücümüzü ciddi oranda tahkim ettik. İdlib’de sivil yerleşim yerlerini vuran hava araçları, artık eskisi gibi rahat hareket edemeyeceklerdir.

‘Kimse güvende değil’

Rejim güçlerini kovalayacağız: Geldiğimiz noktada artık kimsenin taşkınlığına, bağnazlığına, satılmışlığına, provokasyonlarına göz yumacak değiliz. Karada rejim güçlerini belirlediğimiz sınırların ötesine kadar kovalayacağız. Bu süreçte gözlem noktalarındaki askerlerimize en küçük zarar gelmesi halinde bugünden itibaren İdlib ile Soçi muhtırası sınırları ile bağlı kalmadan rejim güçlerini her yerde vuracağımızı buradan ilan ediyorum. Mehmetçiklerin kanının döküldüğü bir yerde, kendini ne kadar büyük görürse görsün, hiç kimsenin güvende olamayacağını da açıkça söylüyorum.

Kılıçdaroğlu için ‘yatak odası’ göndermesi

Siyasi ayak Kılıçdaroğlu: Bu şahıs (CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu) son günlerde FETÖ’nün siyasi ayağı diye esip gürlemeye başladı. Bugün burada FETÖ’nün siyasi ayağını ben size adeta ekran diyebileceğim duvarda açıklıyorum. FETÖ’nün en önemli siyasi ayağı Kemal Kılıçdaroğlu’nun kendisi ve ekibidir.

Adalet Yürüyüşü’nü FETÖ’cüler için yaptı:  Kılıçdaroğlu sözde Adalet Yürüyüşü’nü aslında FETÖ’cüler için yapmıştır.  Madem bu işler soru sorarak oluyor ben de birkaç soru sorayım. FETÖ’nün siyasi ayağı, FETÖ’cülerin devirmeye çalıştığı siyasetçi midir yoksa yükseltmeye çalıştığı siyasetçi midir? FETÖ’nün darbe gecesi öldürmeye çalıştığı siyasetçi midir yoksa yol verdiği siyasetçi midir? Altı danışmanı FETÖ’cü çıktı. Urla Belediye Başkanı FETÖ’cü çıktı, içeride.

Siyasi ayak Bay Kemal’in yatak odasına girmiş: Nereye bakarsan bak FETÖ’nün siyasi ayağı Bay Kemal’in yatak odasına girmiş haberi yok. FETÖ’nün siyasi ayağı gerçek yüzü ortaya çıkmadan önce oy verdiği parti midir, FETÖ tehlikesi ayyuka çıktıktan sonra desteklediği parti midir?

Nurcuları ihraç etmek istiyorlardı, imza atmadık: Askeri Şura’da önümüze imza için getiriyorlardı. Bunların içinde çoğu zaman FETÖ’cü değil, bu Nurcuların içinde Kurtoğlu takımı vardır, onların ihraç edildiği olmuştur, bunlara imza atmadık. Bunlar, onları atıyordu, niye FETÖ’cüleri atmadınız. (Başbuğ’a) ‘Başbakan’a şunu söyledim bunu söyledim’, yalan söylüyorsun, sadece yargıdakilerden korktuğun için bize bunları anlattın. Elinizde ihraç edebileceğiniz FETÖ mensubu subaylar vardı niye bunların tespitini yapmadınız? Askeri istihbarat da vardı, niye çıkarmadınız? Niye bunları halletmediniz?

Yılın ‘Vahşi Yaşam’ Fotoğrafı halk ödülü, metro farelerine..

Londra Doğa Tarihi Müzesi tarafından her yıl geleneksel olarak düzenlenen ‘Yılın Vahşi Yaşam Fotoğrafçısı’ yarışmasının kazananları belli oldu. Bu yılki LUMIX Halkın Seçimi Ödülü, ‘İstasyon Kavgası’ isimli çalışması ile İngiliz fotoğrafçı Sam Rowley’e gitti.

Webtekno‘nun aktardığına göre İngiliz fotoğrafçı ve yapımcı Rowley’in ödülü kazanmasını sağlayan çalışma, yaklaşık 50 binden fazla fotoğrafın arasından seçildi. “Station Squabble” (İstasyon Kavgası) isimli fotoğraf, Londra Metrosu‘nda kavga eden iki fareyi gösteriyor.

Bir hafta uğraşmış

Bu tesadüfen çekilmiş bir fotoğraf gibi görünse de, aslında öyle değil. Rowley, söz konusu anı yakalamak için bir hafta boyunca her gece birden fazla kez metro istasyonunu ziyaret ettiğini söylüyor.

“Bu ödülü kazandığım için çok mutluyum. Ülkemdeki gündelik bir ortamda çekilen böylesine özel bir fotoğrafla bu yarışmada başarılı olmak benim için ömürlük bir rüyaydı” diyen İngiliz fotoğrafçı, fotoğrafının kentsel yerlerdeki “beklenmedik dramları” yansıttığını söylüyor.

Londra Doğal Tarih Müzesi tarafından bu yıl 56’ncı kez düzenlenen yarışmada kazanan ve finale kalan fotoğraflar, önümüzdeki günlerde müzeyi ziyaret eden sanatseverlerin beğenisine sunulacak.

Türkiye’nin İdlib çıkmazı – Selahattin Demirtaş

Rusya’nın İdlib’de Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) doğrudan saldırı düzenlemesi, Vladimir Putin’den Recep Tayyip Erdoğan’a gönderilmiş, adrese teslim bir mesajdır. Bilindiği üzere Türkiye, İran ve Rusya’nın açıktan, Suriye yönetiminin de dolaylı partneri olduğu Astana ve Soçi süreçlerinin temel amacı, bu ülkelerin Suriye’de işbirliği içerisinde ve koordineli şekilde hareket etmesini sağlamaktı. Ancak masadaki güçlerin, bu işbirliğinden hedefledikleri amaçlar hiçbir zaman aynı olmadığından bunun stratejik bir ortaklığa dönüşmeyeceği de açıktı.

Erdoğan, Suriye İç Savaşı’nın en başından itibaren iki temel amaçla hareket etti. Birincisi, Suriye’de Kürtlerin kazanımlarına engel olmak, ikincisi ise Selefi gruplar aracılığıyla iç savaşa dahil olarak Şam’da İhvancı bir iktidar kurulmasını sağlamak. Rusya, İran ve Şam rejiminin temel amacı ise Selefi grupları yok etmekti. Bu ülkeler de Kürtlerin kazanımlarından hoşnut değiller ama IŞİD’e karşı muazzam bir direniş sergileyen Kürtleri ilk etapta karşılarına almamayı taktik açıdan uygun gördüler. Yani Astana-Soçi ortaklarının, masada uzlaşmaz çelişkilerle oturdukları biliniyordu. Tabii tüm taraflar, Batı’ya, özellikle de ABD’ye karşı denge unsuru oluşturabilmek için masayı dağıtmamaya özen gösteriyordu.

‘Cihatçı grup’ sıkışmışlığı

Peki bu hassas ve kırılgan durum nereye kadar sürdürülebilir? Sonsuza kadar değil herhalde. Çünkü Suriye’de siyasi çözüm, bir şekilde devreye girmek zorunda. Cenevre sürecinin şu veya bu şekilde nihai bir çözüm kararıyla tamamlanması gerekiyor. Ancak Cenevre süreci ağır aksak ilerliyor. Bunun temel nedeni, Erdoğan’ın Kürtlerin Cenevre’de masada olmasına karşı sert tutumu ve İdlib’deki gruplara verdiği destekteki ısrarıdır.

Oysa İdlib çözülmeden ve Kürtler masaya oturmadan Cenevre’den sonuç almak imkansızdır. Putin Erdoğan’dan, İdlib’deki gruplara silah bıraktırmasını defalarca talep etti. Çünkü Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) dahil tüm silahlı grupların Türkiye’nin açık desteğiyle ayakta durduğunu bilmeyen yok. Zaten Erdoğan da bunu inkar etmiyor. Daha birkaç gün önceki bir açıklamasında, İdlib’dekilerin terörist olmadıklarını, vatanlarını savunan direnişçiler olduklarını söylemedi mi? Oysa tüm dünya bu grupları terörist olarak tanımlıyor. Zaten bu gruplar El Kaide ve IŞİD varyasyonlarından başka bir şey değil aslında. Astana ve Soçi’de Erdoğan’dan bu gruplara birkaç ay içerisinde silah bıraktırması açıkça istenmişti. Ama Erdoğan bunu yapmadı ya da yapamadı ve kendisine verilen süre çoktan doldu. Suriye yönetiminin Rusya destekli operasyonları da ondan sonra yoğunluk kazandı. Şimdi Erdoğan’a, sınırı açarak yüz binlerce silahlı çeteyi aileleriyle birlikte Türkiye’ye almayı dayatıyorlar. Aksi taktirde hepsini yok edeceklerini açıkça söylüyorlar. Erdoğan ise tam bir sıkışmışlık içerisinde, çaresizliği yaşıyor. Yıllardır desteklenen bu çetelere ne söz geçirebiliyor ne onlardan vazgeçebiliyor ne de sınırı açıp onları Türkiye’ye alabiliyor. Türkiye bu gruplardan desteğini çekerse Suriye sahasındaki biricik enstrümanını da kaybetmekle kalmayacak, bu çetelerin öfkesiyle bütün Türkiye şehirleri, Allah korusun, hedef haline gelebilecek.

Durum giderek ağırlaşıp derinleşirken her saniye Türkiye’nin aleyhine ilerliyor. Tam da Doğu Akdeniz ve Libya meselesinde Rusya ile karşı karşıya geldiği zamanda Erdoğan, Putin’in öfkesini kabartacak şekilde, askeri destek paketiyle birlikte Ukrayna’yı ziyaret ediyor. Tesadüfe (!) bakın ki, Erdoğan daha Ukrayna’ya hareket etmeden TSK birlikleri İdlib’de Rusya ordusu tarafından vuruluyor. Şimdi bu, Erdoğan’a açık bir mesaj değil de nedir?

Çözüm Kürtlerle ve Şam’la diyalog

Peki Türkiye bu cendereden kurtulabilir mi? Elbette bu mümkün ve son derece kolaydır. Türkiye Suriye’deki hatalı stratejisinden vazgeçerse her şey Türkiye’nin lehine döner. Yani oradaki çetelere verilen her türlü destekten (ÖSO dahil) vazgeçip Kürtlerle diyalog, Şam’la diyalog seçeneklerini devreye sokarsa mevcut kaotik durum bir anda tersine döner. Suriye’de siyasi çözümün kapıları da sonuna kadar açılır.

AKP bu stratejik değişikliği yapar mı peki? Maalesef bu pek mümkün görünmüyor. Erdoğan dönülmez akşamın ufkunda artık. En büyük fırsat, 28 Şubat 2015 tarihinde Dolmabahçe’de kendisine sunulmuş, ama o, ne yazık ki bu fırsatı elinin tersiyle itmişti. AKP iktidarı yanlış politikalarını değiştirmiyor ama bu hataların faturasını en ağır şekilde ödeyen halk AKP’yi iktidardan indirecek. Bunu ilk seçimde göreceğiz.

Erdoğan halen tüm diyalog kapılarını kapatmakla ne kadar büyük bir hata yaptığını anlamaktan uzak görünüyor. Oysa Suriye Kürtlerinin Türkiye’ye yaptığı diyalog ve barış çağrısı -iç ve dış politikadaki bağnazlık bir kenara bırakılabilirse- birçok olumlu gelişmeye kapı aralayabilir.

* Yazı önceki gün İdlib’de yaşanan çatışmadan önce kaleme alınmıştır.

 

Hava kirliliğinin yıllık maliyeti 4.5 milyon ölüm ve 2,9 trilyon dolar

Greenpeace’in yaptığı yeni bir araştırma fosil yakıt kaynaklı hava kirliliğinin yılda 4,5 milyon ölüme ve 2,9 trilyon dolar maddi kayba neden olduğunu ortaya koydu. Araştırmada, fosil yakıtların neden olduğu hava kirliliğinin 184 ülkeye maliyeti hesaplandı. Türkiye maliyet sıralamasında 184 ülke arasında 16. sırada yer aldı.

Kömür, petrol ve gaz gibi fosil yakıtların neden olduğu hava kirliliği tüm dünyada bir yıl içerisinde milyonlarca cana ve maddi kayba neden oluyor. Araştırma sonucu hazırlanan  “Toksik Hava: Fosil Yakıtların Bedeli” raporda, Türkiye’ye dair yer alan veriler de son derece dikkat çekici. Fosil yakıtların neden olduğu hava kirliliği Türkiye’ye yılda ortalama 21 bin dolara mal oluyor. Bu konuda başı ise Çin, ABD ve Hindistan çekiyor. Türkiye aynı zamanda trafikten kaynaklı hava kirliliğinde ABD, Almanya, Rusya ve Japonya ile birlikte başı çekiyor.

Yılda 40 bin çocuk beş yaşına gelmeden ölüyor

Erken ölüm oranlarında da Türkiye, incelenen 196 ülke arasında 15. sırada yer alıyor. Hava kirliliğine bağlı erken ölümlerin oranında da yine Çin, Hindistan ve ABD en üst sırada yer alıyor.

Raporda aynı zamanda insan kaynaklı hava kirliliğinin en önemli sebeplerinden saç kılından daha küçük partiküller olan PM 2.5 ile mücadele edilmesi gerekliliğine de dikkat çekiliyor. Fosil yakıtlardan kaynaklı PM 2.5 salımı tüm dünyada yılda 7,7 milyon kişinin astımla ilişkili sorunlarla acil servislere başvurmasına neden oluyor. Yine PM 2.5 nedeniyle tüm dünyada 40 bin çocuk beş yaşına gelmeden hayatını kaybediyor.

‘Zehirli partiküllere yasal bir sınır değer konmalı’

Fosil yakıtlardan kaynaklanan hava kirliliğiyle mücadelede yenilenebilir enerjiye geçişin önem taşıdığını vurgulayan Greenpeace Akdeniz İklim ve Enerji Proje Sorumlusu Gökhan Ersoy, hem iklim değişikliğini önlemek hem de sağlığımızı korumak açısından vakit kaybetmeden hava kirliliği ile mücadeleye başlamamız gerektiğini belirtti. Ersoy raporla ilgili olarak şunları dile getirdi:

“Fosil yakıtlar ve geleneksel içten yanmalı motorlu araçların yarattığı maliyet sadece iklimi değiştirmekle kalmıyor aynı zamanda havamızı da zehirlemeye devam ediyor. Kirletici kaynaklara karşı atılacak her adım, iklimi kurtaracak formülün temelini oluşturacaktır. Kentlerimizi hapsoldukları kirlilik kapanından kurtarmak için mücadeleye, PM 2.5’a bir yasal sınır değer belirleyerek başlamalıyız ve kirliliğin boyutlarını görünür kılmak adına ölçüm istasyonlarının sayılarını artırmalıyız.’’

AYM, CHP’nin Kanal İstanbul başvurusunu reddetti

Anayasa Mahkemesi (AYM), CHP‘nin Kanal İstanbul Projesi’nin yap-işlet-devret modeline ilişkin düzenlemesine yaptığı itirazı görüştü. Yüksek Mahkeme, oy birliğiyle CHP’nin talebini reddetti.

CHP, Grup Başkanvekilleri ve 139 milletvekilinin imzasıyla sunduğu ve bilim insanları ile uzmanların İstanbul’a telafisi olmayacak zararlar vereceğini belirttiği Kanal İstanbul’a ilişkin Anayasa Mahkemesine başvurmuştu.

‘Anayasa’ya aykırı değil’

CHP, yap-işlet-devlet modeline ilişkin yasaya eklenen “…Kanal İstanbul ve benzeri su yolu projeleri…” ibaresiyle ilgili uzmanların uyarılarını dikkate alarak başvuru dilekçesinde söz konusu düzenlemenin kente telafisi zor zarar vereceğini belirtmiş, bu nedenle yürütmenin durdurulmasını ve iptal edilmesini istemişti.

Yüksek Mahkeme, söz konusu ibarenin Anayasa’ya aykırı olmadığını belirterek iptal ve yürütmeyi durdurma talebini oy birliğiyle reddetti. AYM ret gerekçesinde, su yolunun idarenin düzenleyici işlemi niteliğinde olan imar planı kararıyla yapay olarak oluşturulduğunu belirterek, esasında imar planının bir parçası olduğuna vurgu yaptı ve imar planının iptali talebiyle idari yargı mercilerine dava açılabileceğini belirtti.

“Kanal İstanbul ve benzeri su yolu projelerinin gerçekleştirilme yönteminin belirlenmesi kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamında” diyen AYM , iptali istenen kanun maddesinin kamu yararı dışında bir amaç gözetmediğini de iddia etti.

Ağırdır: Muhafazakârlar AKP’den kitlesel kopuş yaşıyor

KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır, siyasette yaşanan kutuplaşmanın seküler kesimi konsolide ederken muhafazakârlarda ise kopuşa neden olduğunu söyledi.

İktidarın politikalarının sahiciliğini yitirdiğini ve beka söylemi ile birlikte de karşı tarafı şeytanlaştıran söylemler ürettiğini söyleyen Ağırdır, “Tüm bu nedenlerden dolayı sekülerlerde konsolide olma durumu var ama muhafazakârlarda bir çözülme var. Bu çözünme, erime gibi değil. Bir metaforla örnek verecek olursam, kutuplardaki büyük buz kütlelerinin çatlaması gibi çok büyük bir kitlesel kopuş var” diye konutu.

Bekir Ağırdır ile gazeteci Murat Sabuncu, Türkiye’de yaşanan kutuplaşmayı ve kutuplaşmanın seçmen kitleleri üzerindeki etkisini T24’de Sayıların Dili’nde yorumladı.

Üç Türkiye: Muhafazakarlar, sekülerler, Kürtler

Türkiye’de siyasi kutuplaşmanın giderek kalıcı olmaya başladığını ve bunun da muhafazakârlar, sekülerler ve Kürtler şeklinde üçTürkiye yarattığını belirten Ağırdır, şunları söyledi: “Her seçim döneminde karşımıza çıkan renkli haritayı hatırlarsak, siyaseten 3 ayrı fotoğraf görüyoruz. Karadeniz ve Anadolu’da AK Parti-MHP, kıyı kesimlerinde CHP ve Doğu-Güneydoğu’da da HDP var. Bu kutuplaşmaların her birinin ihtiyaç ve talepleri de farklı. Ama asıl meselemiz, bu üç kutbu anlama çabası entelektüel anlamda da siyasi anlamda da çok zayıf. Siyasi anlamda zaten hiç yok. Siyasetçiler bu kutuplaşmaları veri olarak kabul etti ve bundan mutlu oldu.

Sorunların sadece siyaset üzerinden ve siyasi oy tercihleri üzerinden konuşulmasının eksik olacağını belirten Ağırdır, yaptıkları araştırmalara dikkat çekerek, “Yani baştan düşünmemiz lazım. Gördüğümüz başka değişim dinamikleri var. Toplumun yaşam biçimi de değişiyor” dedi.

Çevre, kadın hakları, tüketici hakları

Siyasi bakımdan insanların kendi yankı odasına hapsolduğunu ancak umut veren değişimlerin de yaşandığını söyleyen Ağırdır, şöyle konuştu:

Kentlere doğru yaşanan göçle birlikte bildiğiniz bütün referanslarınızın değiştiği bir dünyaya giriyorsunuz. Kutuplaşma ve medyanın ürettiği dil ile birlikte çekingen davranıyorsunuz ama ilişki mesafesine geldiğinizde temas başlıyor. Ve görüyorsunuz ki ‘diğer kutuba’ yerleştirdiğiniz kişi komşunuz oluyor ve sizinle aynı ihtiyaçların peşinden gidiyor. Bu temas bütün kutuplaşmanın engelleyici rolüne rağmen olumlu bir değişim üretiyor. Elbette önyargılar bir direnç üretiyor ve beklenen hızla değişim olmuyor. Ama yinede bu değişim önce bireylerde sonra hanelerde hayatın niteliğini ve zihin dünyasını değiştiriyor”

Bekir Ağırdır, muhafazakâr dünyada kadının gündelik hayata, eğitme ve çalışma hayatına dahil olması yönünde ciddi bir zihni değişim olduğunu belirterek, “Türkiye toplumu beka deyince siyasi liderlerin kurduğu devletin bekâsını anlamıyorlar. Bir arada yaşamın bekâsını anlıyorlar. Çevre, kadın hakları, tüketici hakları duyarlılığı sekülerlerde de muhafazakârlarda da eskisinden daha fazla gelişiyor. Bu sahiciliğini yitiren medya ve siyaset arasında insanlar da hala kimliğini sahiplenerek, kutuplaşmanın bir ekseninden ortaya doğru hareket etmiş durumda. En azından 10 puanlık büyük bir kitle bu durumda” diye konuştu.