Kanada’nın Arktik bölgesinde yer alan tamamen bozulmadan kalan son buzul da 6 Ağustos Perşembe günü çöktü. Araştırmacılar buz kütlesinin Temmuz ayının sonunda yalnızca iki gün içerisinde alanının yüzde 40’ından fazlasını kaybettiğini açıkladı.
Milne Buzulu seyrek nüfuslu kuzey Kanada bölgesi Nunavut’taki Ellesmere Adası‘nın kenarında yer alıyor.
Kanada Buz Servisi Pazar günü yaptığı açıklamada “Ortalama sıcaklıkların üzerindeki sıcaklıklar, açık deniz rüzgarları ve buz sahanlığının önündeki açık su buz sahanlığının kırılmasının tarifleri arasında yer alıyor” dedi.
‘Bu büyüklükte şehirler var’
Huff Post’un haberine göre Ottawa Üniversitesi’nde bir buzulbilimci Luke Copland, bahsi geçen buz kütlelerinin büyüklüğünü anlatmak için “Bu büyüklükte olan şehirler var. Bunlar büyük buz parçaları” ifadelerini kullandı.
Sahanlığın alanı yaklaşık yüzde 80 kilometrekare oranında küçüldü. Kıyaslayacak olursak New York’taki Manhattan’ın yüzey alanı 60 kilometrekareye denk geliyor. Copland açıklamasının devamında “Bu bozulmamış şekilde kalan en büyük buz kütlesiydi ancak parçalandı” dedi.
Kuzey Kutbu iki kat hızlı ısınıyor
Kuzey Kutbu son 30 yıldır gezegenin diğer kısımlarının iki katı hızında ısınıyor. Ancak bu yıl kutup noktasında gözlemlenen sıcaklıklar önceki yıllara kıyasla da oldukça yoğundu.
Temmuz ayında kutup bölgesinde yer alan buzul oranı 40 yılın en düşük seviyesine geriledi. Sibirya’daki sıcaklıklar ve yangınlar rekor seviyelere ulaştı. Kanada’nın Arktik bölgesindeki sıcaklıklar da 30 yıllık ortalama sıcaklığın beş derece üzerinde gerçekleşti.
Kendilerini soğuk tutmak için gerekli yüzey alanından mahrum oldukları için bu durum özellikle küçük buzullar için bir tehdit oluşturuyor. Buzulların ortadan kalkmasıyla birlikte ortaya çıkan ana kaya daha hızlı ısındığı ve beyaz renginin yansıtıcılığından faydalanılamadığı için de bölgedeki eritme süreci hızlanıyor.
Araştırma kampı da beraberinde gitti
Ellesmere Adası’nda gerçekleşen buzul çöküşü aynı zamanda kuzey yarımkürenin bilinen son Epishelf gölünün de kaybedilmesi anlamına geliyor. Epishelf gölü buz tabakası tarafından damlayan tatlı suyun birikerek okyanus suyu üzerine yüzdüğü coğrafi bir özellik.
Ottawa’daki Carleton Üniversitesi’nden araştırmacı Derek Mueller, buzul sahanlığı çöktüğünde, buz tabakasından su akışını ölçen araçların da yer aldığı bir araştırma kampının kaybolduğunu söyledi. Mueller, bu durum gerçekleştiğinde kampın içinde olmadıkları için çok şanslı olduklarını belirtti.
Ellesmere Adası bu yaz St Patrick Körfezi’ndeki iki buzulunu daha kaybetmişti. Ulusal Kar ve Buz Veri Merkezi (NSIDC) direktörü Mark Serreze “Ölümcül kanseri olan kişiler gibi arka arkaya gittiklerini gördük” dedi.
Serezze, adada bulunan Murray ve Simmons isimli iki buz örtüsünün de küçüldüğünü ve muhtemelen 10 yıl içinde kaybolacağını söyledi.
ABD’de milyonlarca çocuğun okula başlamasından birkaç hafta önce yayınlanan bir rapora göre çocuklar arasında koronavirüs vakaları temmuz ayının son iki haftasında yüzde 40 arttı.
Yetkililer okulların yeni eğitim döneminde yüz yüze eğitime başlayıp-başlamaması tartışmasını değerlendirirken, sağlık uzmanları da çocuklar ve gençler arasında Covid-19 vakalarını yakından takip ediyor.
Reuters‘in aktardığına göre, Donald Trump yönetimi, yeni eğitim döneminde okulların öğrencilerin fiziksel olarak sınıfta bulunacağı şekilde eğitime yeniden başlaması için eyaletleri teşvik ediyor. Ancak vaka sayılarının yükselişte olduğu eyaletlerde sağlık yetkilileri okulların yüz yüze eğitime başlaması konusuna daha temkinli yaklaşıyor.
Ağır semptom göstermiyorlar
Amerikan Pediatri Uzmanları Akademisi (American Academy of Pediatrics) ve Çocuk Hastanesi Birliği (Children’s Hospital Association) 16-30 Temmuz tarihlerinde 97 binden fazla yeni vaka olmak üzere toplamda 338 binden fazla çocuğun koronavirüse yakalandığını bildirdi. 49 eyalet, New York, başkent Washington, Porto Riko ve Guam’ın da dahil olduğu araştırmanın sonucuna göre yeni vakaların büyük kısmı ABD’nin güney ve batısındaki eyaletlerde görüldü.
Raporda artışın nedeni üzerinden tahmin yapılmadı. Ancak yapılan çalışmalar çocukların virüse yakalanabileceği ve virüsü bulaştırabileceği kaygılarını arttırdı.
Amerika Pediatri Uzmanları Birliği virüsten kaynaklanan ağır solunum yolu hastalığının çocuklarda görülme olasılığının düşük olduğunu ortaya koydu. ABD Hastalıkları Kontrol ve Önleme Merkezleri (CDC) de çocukların ağır semptomlar yaşama oranının düşük olduğunu bildirdi.
CDC son olarak okullarla ilgili kılavuzunu, bulundukları mahallelerde kontrol altına alınamayan yüksek vaka sayısı görülmemesi halinde okulların açılması tavsiyesinde bulunarak güncellemişti.
Chicago ve Los Angeles’ta okullar yeni eğitim yılına çevrimiçi (online) derslerle başlamayı planlıyor. Bir dönem salgının merkezi konumundaki New York ise sonbahar döneminde tüm okul bölgelerinde en azından bazı derslerin yüz yüze yapılması kararını aldı.
Çocuklar, ABD’de koronavirüs nedeniyle hayatını kaybeden 162 binden fazla kişinin çok küçük bir kısmını oluşturuyor. ABD’de toplam vaka sayısı 5 milyonu geçti. Bu da dünyadaki toplam vaka sayısının yaklaşık dörtte birine denk geliyor.
AKP‘li kadınlar 81 ilde Yeni Akit yazarı Abdurrahman Dilipak hakkında suç duyurusunda bulundu. İstanbul İl Kadın Kolları Başkanı Av. Dr. Rabia İlhan, eş zamanlı olarak Genel Merkez Kadın Kolları Başkanlığı ve 81 ildeki başkanlıklarla Dilipak hakkında cumhuriyet başsavcılıklarına suç duyurusunda bulunduklarını belirterek, “Umarız ki Genel Merkezimizden ve 81 ilimizden, 922 ilçemizden yapılan bu çağrılar vesilesi ile bundan sonra kalemini siyasal tehdit aracına kimse döndürmez” dedi.
İlhan, bugüne kadar AKP karşıtlığından beslenen bir takım gazeteci, siyasetçi, sanatçı veya akademisyen gruplarına şahit olduklarını, yanlı ve iyi niyet taşımayan yaklaşımlarına karşı mücadele verdiklerini anlatarak, şunları söyledi:
Sözde kanaat önderleri gibi duran bu gibi çevrelerin, sanki hükümetimizin ve partimizin çıkarlarını düşünüyormuş gibi bir tutum sergilediklerine ve çeşitli ayrışma noktaları oluşturmaya çalıştıklarına şahit olmaktayız. Hem partimizin içinde hem de partimizin karşısındaki kitleleri birbirlerine düşürme çabaları ile çatışma ve sürtüşme alanları oluşturmaktadırlar. Partimizin kurulduğu günden bugüne, 19 yıldır liderimizin kadınlara yönelik duruşu, özel destekleri ve ayrımcılıkla mücadelesi samimi ve güçlü bir şekilde devam etmektedir.”
‘Cahiliye devirlerine ait…’
Partimiz, cahiliye devirlerine ait kadınlara yönelik her türlü şiddetin, katliamın ve zulmün tavizsiz karşısında durmuştur. Kültürümüz, değerlerimiz, aile bilincimiz ve geçmişten geleceğe aktarılması gereken öğretilerimizle AK Kadınlar olarak bizler, yurdumuzun dört bir köşesinde mücadele etmekteyiz. Her bir üyemiz parti disiplini içinde, teşkilat eğitimleri ve siyasi duruşu ile görev yaparken eş, çocuk veya ebeveynlerini ihmal etmemek üzere bir yaşam modelini benimsemiştir. Disiplinli ve ilkeli duruşu ile çalışmalarını yürütürken kadın kimliğiyle siyasal hayatımıza katkı vermeye gayret göstermiştir. AK Kadınlar dürüst, ahlaklı ve vatansever insanlardan oluşmaktadır. Hiç kimse ağzımıza dahi alamadığımız o ahlaksız küfürler ile kadınlarımızın namusuna dil uzatamaz. Bizler her şeyden önce ailelerimizin kadın, anne, evlat, kardeş veya eş olarak birer ferdiyiz. Hiç kimse mensubu olduğumuz ailelerimizi, partimizi ve camiamızı hakaret ve çirkin yakıştırmalar ile rencide edemez ve incitemez.”
Rabia İlhan, din, iman, inanç, namus ve ahlak gibi değerlerin hiç kimsenin tekelinde olmadığını belirterek sözlerini şöyle sonlandırdı: “Partimizin içinde bir fitne ve bölünme vesilesi olacağı ümidiyle sözde bizimle birlikte siyasi hareketin içindeymiş gibi görünen ama aslında kirlenmiş ve dar zihniyetli gazeteci ve sosyal medya fenomenleri karşısında asla susmadık, susmayız. Değişik kademelerde hiçbir gelir ve menfaati olmadan görevini yapmaya çalışan kadınlarımıza hakaret eden o kirli ve çirkin zihniyeti kınıyoruz.”
Basın açıklamasına, AKP İstanbul Milletvekilleri Mihrimah Belma Satır ve Emine Sare Aydın ile İl Kadın Kolları yönetim kurulu üyeleri katıldı.
Koronavirüs salgınına karşı mücadelesinde büyük başarı sağlayan Yeni Zelanda’da, 102 gün sonra ilk kez ülke içi bulaşla yayılmış yeni vakalar tespit edildi. Bir aileden dört kişide virüs tespit edilmesi üzerine ülkenin en büyük kenti Auckland karantinaya alındı.
Sağlık Bakanı Ashley Bloomfield, teyit edilen dört vakanın kentin güneyinde yaşayan bir aileden olduğunu açıkladı. Hastalardan birinin 50’li yaşlarında olduğu bilgisini de paylaşan Bloomfield, kapsamlı bir temas takibi başlatıldığını söyledi.
Bu kişilerin hiçbirinin uluslararası seyahat geçmişi bulunmaması nedeniyle virüsü başkalarından kapmış olduklarını söyleyen Bakan, önümüzdeki günlerde yeni pozitif vakalara hazır olunmasını istedi; “Bu yaşanan, rahatlamaya karşı bir alarm zili” dedi.
Öte yandan, pandemi karşısında dünyanın en güvenli yerlerinden biri sayılan ülkede 102 gün sonra ortaya çıkan dört yeni vakanın, halk arasında paniğe yol açtığı belirtiliyor. Birçok kişinin stok yapmak için marketlere koştuğu ve işyerlerinin kapanmaya hazırlandığı belirtilirken, Başbakan Jacinda Ardern’den bir dizi sıkı önlem eşliğinde itidal çağrısı geldi.
Ardern: Hazırlıklıydık, planımız var
“Bu hazırlıklı olduğumuz bir durum” diyen Ardern şunları söyledi: “102 gün geçirdik ve Yeni Zelanda’nın zoru başardığını düşünmek kolaydı. Hiçbir ülke, yeni vakalardan önce bizim kadar uzun zaman geçirmedi. Ve bu konuda tek olduğumuz için bir planımız vardı. Plan yaptık” ifadelerini kullandı.
Ardern’in açıkladığı tedbirlere göre, ülkenin en büyük kenti Auckland ilk etapta önlem olarak cuma gününe dek 72 saatliğine üçüncü seviye kısıtlamaya gidecek; bu sürede halktan iş ve okula gitmemeleri istenecek ve 10 kişiden kalabalık toplantılara yeniden sınırlama getirilecek. Auckland’a giriş-çıkışlar da kısıtlanacak.
Ardern, bu üç günlük sürenin kendilerine durumu değerlendirme, bilgi toplama ve yaygın temas takibi/test yapma açısından zaman kazandıracağını söyledi. Söz konusu değerlendirmenin neticesine göre de, gereken önlemler gözden geçirilip yeni bir plan devreye sokulacak.
Başbakan Auckland’daki vakalara paralel olarak ülkenin geri kalanının da ikinci seviye alarma geçtiğini açıkladı. Bu da, Auckland harici yerlerde sosyal mesafe tedbirlerinin yeniden uygulanması ve 100 kişiden kalabalık etkinliklere şu an için izin verilmemesi anlamına geliyor.
Yeni Zelanda, korona virüsü salgınında en sıkı tedbir politikalarını uygulayan ülkelerin başını çekiyordu. İlk vakanın 26 Şubat’ta görüldüğü ülkede, 1 Mayıs gününde vakaların sıfırlandığı açıklanmıştı. Önlemler de nisan sonuyla haziran başı arasında aşamalı olarak hafifletilmişti.
Yeni İnsan Yayınevi, Ekoloji Kitaplığı’na editörlüğünü Öykü Yaman ve Emine Aksoydan’ın yaptığı Sürdürülebilir Yaşam Rehberi kitabını ekledi.
Sürdürülebilir Yaşam Rehberi; beslenme şeklimizden sanat anlayışımıza, sürdürülebilir iyi olma halinden yaşam boyu öğrenmeye, sürdürülebilir fiziksel aktiviteden atık yönetimine kadar pek çok gündelik konuya değinerek sürdürülebilir bir yaşamın nasıl mümkün olabileceğini gözler önüne seriyor.
‘Gezegenin yararlarını sarmak için geç değil’
Sürdürülebilirlik, kentleşme ve modern yaşamın getirdiği kolaylıklar karşısında bozulan doğal dengenin yeniden inşasına yönelik bir etkileşim hareketi. Yeni İnsan Yayınevi tarafından yapılan açıklamada şu bilgiler paylaşılıyor:
Artan nüfusun taleplerinin karşısında sınırlı varlıkların bilinçli insanları çözüm yolları aramaya itmiş; bu da ekonomik, çevresel dayanağı olan bir sosyal bilimin doğmasını sağladı. Kirlenen hava ve su varlıkları, iklim krizi, gerçek gıdaya ulaşılabilirlik, her bireye eşit eğitim, iş ve sağlık hizmetleri hepsi sürdürülebilirlik kavramının içinde yer alıyor.
Bu yönüyle bozulan dengeyi yeniden onarmak yalnızca bireylerin değil, iş ve eğitim dünyasının ve elbette siyasetçilerin de gündeminde olmak zorunda.Söz konusu süreç ancak “ekolojik sürdürülebilirlik” ile mümkündür.
Ekolojik sürdürülebilirlik gelecek nesillerin ihtiyaçlarını karşılama kapasitelerine zarar vermeden bugünün ihtiyaçlarını karşılamak demek. Fosil yakıt yerine güneş ve rüzgâr gibi yenilenebilir enerji kaynaklarını yaygınlaştırmak, geleneksel tarım için verim artırıcı destek programları geliştirmek, artan tüketim hevesini yok etmek, doğadan aldığımızı tekrar yerine koymalıyız.
Sürdürülebilir bir dünyayı bugünden kurmak istiyorsanız bu kitabı yanınızdan ayırmayacaksınız. Gezegenin yaralarını sarmak için hâlâ geç değil!
15 başlıkta sürdürülebilir yaşamın anahtarı
Sürdürülebilir Yaşam Rehberi’nde aşağıdaki başlıklar yer alıyor:
Sürdürülebilir Yaşam Nedir? –Müberra Mızıkacı
Neden Sürdürülebilirlik? – Sürdürülebilir Yaşama Dair –Emine Aksoydan
Sürdürülebilirlik ve İklim Değişimi –Müberra Mızıkacı
İklim Değişimi: Gelecek, Gelecek Mi? –Zeynep Akyol Ataman
Sürdürülebilir Beslenme –Damla Ceyhan
Coğrafi İşaretler ve Sürdürülebilirlik –Duygu Ağagündüz
Su ve Sürdürülebilir Yaşam –Derya Dikmen
Sürdürülebilir Şehirler –Öykü Yaman
Atık Yönetimi –Ersin Yaman
Sürdürülebilir Kent Yaşamında Sanat ve Estetik –Nilgün Coşkun Yakar
İyi Hissetmek ve İyi Yaşamak İçin: Sürdürülebilirlik –Gizem Köse
Fiziksel Aktivite ve Sürdürülebilirlik –Merve Çapaş
Agroekoloji: Gıda Sisteminde Sürdürülebilirlik ve Ötesi –Ceyhan Temürcü
Yaşam Boyu Öğrenme –Fatma Mızıkacı
Sözlük –Müberra Mızıkacı ve Esen Yeşil
Emine Aksoydan
Emine Aksoydan, Hacettepe Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nden 1983 yılında mezun olduktan sonra yüksek lisansını Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Halk Sağlığı Programı’nda, doktorasını aynı enstitünün Epidemiyoloji Programı’nda tamamladı.
Doktora sonrasında Hacettepe Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı’nda ve sonrasında Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nde öğretim üyeliği yaptı. Halk Sağlığı ve Toplum Beslenmesi alanında, ulusal ve uluslararası dergilerde yayımlanmış makale, kitap bölümü ve kitapları bulunuyor. 2013 yılında TÜBİTAK bursu ile gittiği ABD’de San Francisco State Üniversitesi’nde çalışmalar yaptı, ulusal ve uluslararası projelerde araştırmacı ve proje yürütücüsü olarak çalıştı.
2018 yılında, dünyamızın daha yaşanabilir hale getirilmesi için sınırlı kaynakların daha verimli kullanılabilmesi ve gelecek nesillere daha iyi bir dünya bırakmak amacıyla bilgiler üretmek ve bu bilgileri yaşam pratiğine dönüştürme hedefiyle Sürdürülebilir Yaşam Derneği’ni (SUYADER) kurdu. Sürdürülebilirlik alanındaki çalışmalarını bu işe gönül vermiş dernek üyeleri ve gönüllüleri ile birlikte sürdürüyor.
Öykü Yaman
1992 doğumlu yazar ODTÜ’de lisansını ve yüksek lisansını psikoloji alanında tamamladıktan sonra iş bulana kadar İletişim Yayınları’nda staj yaptı. Bu süreçte bir yandan okuduğu romanlara inceleme yazarken, bir yandan da suluboya eskiz çalıştı. Şu an bir kamu kurumunda çalışıyor.
İnsan Hakları Derneği (İHD) İzmir şubesi, Alsancak’ta gerçekleşen iki farklı kadın eyleminin polis saldırısı ve gözaltılarla sonuçlanması üzerine basın açıklaması yaptı. Açıklamayı okuyan İHD Kadın Komisyonu’ndan Ayşenur Kizaroğlu yapılmak istenen eylemlerde ‘polisin çoklu hak ihlalleri uyguladığını, düşünce ve ifade özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını engellediğini, işkence yasağını ihlal ettiğini’ söyledi.
Kadın ve LGBTİ+’ların yasal güvenceleri ellerinden alınmak isteniyor
İstanbul Sözleşmesi’nin devlet tarafından imzalandığını, Meclis’in onayından geçirildiğini ve bu sözleşme ile kadına yönelik şiddet alanında birçok yükümlülük kabul ettiğini söyleyen Kizaroğlu şunları kaydetti: ,
Sözleşme, kadınlara yönelik her türlü ayrımcılığı yasakladığı gibi, ayrımcılığın kadına yönelik şiddetin bir biçimi olarak gerçekleştiğini hüküm altına almaktadır. Kadına yönelik şiddetin, cinayetin bu denli arttığı, cezasızlık zırhı ile erkek failin korunduğu ve İstanbul Sözleşmesi’nin gereğinin eksikli olarak uygulandığı bu coğrafyada kadının ve LGBTİ+ bireylerin bu yasal güvencesi de ellerinden alınmaya çalışılmaktadır.”
Kadınlara engelleme
Kizaroğlu, “Kadınlar bu yasal güvencelerini korumak, katledilen her bir kadın için gündem oluşturmak, toplumsal duyarlılığı arttırmak için sokağa çıktıklarında kolluk güçleri tarafından engellemelerle karşılaşmaktadırlar. Bu engellemeler bizim için faillerin korunduğu anlayışla aynı paralellikte hayat bulmaktadır” ifadelerini kullandı.
Yetkilileri, uluslararası sözleşmelerden doğan ve Anayasa’da da karşılığını bulan haklarını kullanmalarının önünde engellememeye çağıran Kizaroğlu eylemlerde yaşanan gözaltı ve saldırılarla ile ilgili gerekli yasal süreçlerin başlatılacağını ve takip edileceğini belirtti.
Diyarbakır İHD: Çatışma ortamında ihlaller tırmandı
İHD Diyarbakır Şubesi de 2020’nin ilk 6 ayını kapsayan hak ihlalleri raporunu açıkladı. “Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi 2020 Yılı ilk 6 ay İnsan Hakları İhlalleri Raporu” başlıklı çalışmaya göre, gözaltına alınan 16’sı çocuk 769 kişiden 2’si çocuk 132 kişi tutuklandı, 638 ev ve iş yerine baskın düzenlendi. İHD Eş Genel Başkan Yardımcısı Av. Rehşan Bataray, “korkunç” olarak tanımladığı bu tablonun sebebi olarak Kürt meselesine yönelik otoriter, şiddete ve çatışmaya dayalı politikaları gösterdi.
İnsan hakları ihlallerinin çatışma ortamının etkisiyle tırmanış gösterdiğini söyleyen Rehşan Bataray, yargının tarafsızlığını yitirdiğini söyledi; özellikle geçtiğimiz haftalarda kadın siyasetçi ve aktivistlerin “örgüt üyeliği”, “örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek” ve “örgüt propagandası yapmak” gibi suçlamalarla gözaltına alınıp, tutuklamaları ile kişi güvenliği ve özgürlüğü ile birlikte örgütlenme özgürlüğünün de açıkça ihlal edildiğini kaydetti.
Mezarlıkların tahribi
Av. Bataray, silahlı çatışmalarda yaşamını yitiren PKK militanlarının mezarlarının bulunduğu mezarlıkların, askeri operasyonlar sırasında tahrip edilmesi, yıkılması, yine savcılık kararıyla cenazelerin Adli Tıp incelemesi için mezarlarından çıkarılması, Adli Tıp incelemeleri sonrası kaldırımlara gömülmesi gibi ihlaller yaşandığı üzerinde de durdu. Bataray, mezarlıkların tahrip edilmesinin ne insancıl hukukla ne de dini inanışla izah edilir bir yanının olmadığını ifade etti.
Raporda, hak ihlalleri verileri şu şekilde paylaşıldı:
“Dur ihtarına uymadığı gerekçesiyle bir kişi yaşamını yitirdi, bir kişi yaralandı. Hapishanelerde iki mahpus yaşamını yitirdi. Üç asker ve polis, intihar ettikleri iddia edilerek şüpheli bir şekilde yaşamını yitirdi. Bir siyasi parti yöneticisi saldırı sonucu yaşamını yitirdi. Bir gazeteci ve üç sağlık görevlisi gerçekleşen saldırılarda yaralandı. Silahlı çatışmalarda, 14 güvenlik görevlisi yaşamını yitirirken, 15’i de yaralandı. 78 silahlı örgüt militanı yaşamını yitirdi. Çatışmalar arasında kalan bir sivil yaşamını yitirdi. Silahlı örgütün eylemleri sonucu 15 kişi yaşamını yitirdi, 23 kişi yaralandı. Bir kişi, silahlı örgüt militanları tarafından öldürüldü. Sınır hatlarında bir kişi vurularak yaşamını yitirdi. 13 kişi ise donarak ölmüş halde bulundu. Mayın patlamalarında bir çocuk yaşamını yitirdi. Üç çocuk, 12 kadın ve dört erkek olmak üzere 19 kişi, kuşkulu bir biçimde ölü olarak bulundu.”
Raporda, çatışmalı bölgelerde bulunan üç kent ve bu kentlere bağlı 13 ilçe sınırlarında bulunan onlarca bölgeyi kapsamına alacak şekilde toplamda sekiz kez özel güvenlik bölgesi ilanları edildiği ve belli bölgelerdeki ilanların periyodik şekilde uzatıldığı kaydedildi. Üç kent merkezi ve bu kentlere bağlı üç ilçede bulunan 62 mahalle ve mahallere bağlı onlarca mezrayı kapsamına alacak şekilde toplamda yedi kez sokağa çıkma yasağı ilan edildi.
Yaşamını yitiren bir örgüt militanına ait cenazenin PTT aracılığıyla kargoyla ailesine gönderildiğine yer verilen raporda, yaşamını yitiren örgüt militanlarının defin edildiği mezarlıkların en az sekiz kez tahrip edildiği tespit edildi.
20 kadın intihar etti
Bölgede 20 kadın intihar ettiği ve bir kadının da intihar teşebbüsünde bulunduğu tespitine yer verilen raporda şu veriler paylaşıldı:
14 kadın aile içi şiddet sonucu katledildi, 13 kadın ise maruz kaldığı şiddet sonucu yaralandı. Bir kadın cinsel saldırıya maruz kaldı. Sekiz kadın toplumsal yaşamda saldırı sonucu katledildi, altı kadın ise maruz kaldığı şiddet sonucu yaralandı. Dört kadın cinsel saldırıya maruz kalırken, bir kadın ise fuhuş yapmaya zorlandı. Üç çocuk intihar etti. Bir çocuk aile içi şiddet sonucu katledildi, iki çocuk cinsel istismara maruz kaldı. Üç çocuk toplumsal yaşamda maruz kaldığı şiddet sonucu katledildi, dört çocuk ise yaralandı. 204 çocuk cinsel istismara maruz kaldı. İki çocuk okulda şiddet gördü”
441 tutukluya sürgün
İşkence yasağına yönelik ihlallerin artış gösterdiğine işaret edilen raporda, 61 kişinin gözaltı yerleri dışında, 22 tutuklunun cezaevinde işkence ve kötü muameleye maruz kaldığı kaydedildi. Yine 441 tutuklunun gerekçe gösterilmeden sürgün edildiği, 35 tutuklunun ise sağlık hakkı ihlaline maruz bırakıldığı belirtildi.
Altı ayda 769 gözaltı
Kişi özgürlüğü ve güvenliğine yönelik ihlal verilerinin dikkat çektiği raporda, bölgede ilk altı ayda gözaltına alınan 16’sı çocuk 769 kişiden ikisi çocuk 132 kişi tutuklandığı, 638 ev ve iş yerine baskın yapıldığı kaydedildi.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Rusya Sağlık Bakanlığı’nın Gamaley Epidemiyoloji ve Mikrobiyoloji Enstitüsü’nün Covid-19 virüsüne karşı geliştirdiği ilk aşıyı tescil ettiğini açıkladı.
Sputnik’in aktardığına göre, Putin Hükümet yetkilileriyle yaptığı toplantıda, “Bildiğim kadarıyla, bu sabah dünyada bir ilk olarak yeni tip koronavirüse karşı geliştirilen aşı tescillendi” dedi.
Rusya Sağlık Bakanı Mihail Muraşko’dan kendisini aşı ile ilgili bilgilendirmesini isteyen Putin, “Yine de aşının oldukça etkili olduğunu, kararlı bir bağışıklık oluşturduğunu biliyorum. Tekrarlıyorum: Aşı gerekli tüm denemelerden geçti” diye konuştu.
Koronavirüse karşı geliştirilen ilk aşı üzerinde çalışanlara teşekkür eden Putin, bunun dünya için çok önemli bir adım olduğunu vurguladı.
Kızı da aşılandı
Aşının antikor ve hücresel bağışıklık oluşturduğunu belirten Putin, “Bunu çok iyi biliyorum, zira kızlarımdan biri aşıyı yaptırdı. Bir anlamda kızım da aşı deneyinde yer aldı diyebiliriz” dedi.
Putin, aşılamadan sonra kızının ateşinin 38 dereceye çıktığını, ertesi gün ateşinin 37 derecenin biraz üstünde olduğunu belirterek şunları söyledi: “İkinci iğneden, aşılamadan sonra ateşi yine biraz yükseldi, daha sonra her şey ortadan kayboldu. Kendisini iyi hissediyor ve antikor seviyesi yüksek düzeyde. Birçok kişide bu tür değişimler, yüksek ateş olmuyor, hiçbir şey olmamış gibi devam ediyorlar.”
“En kısa zamanda aşının seri üretimine başlayacağımızı umuyorum. Bu önemli” diyen Putin, isteyen herkese aşı yapılabilmesi için bunun gerekli olduğunu kaydetti. Putin, aşı yaptırmanın kesinlikle gönüllülük çerçevesinde olması gerektiğini de vurguladı:
“İlk tescili biz gerçekleştirdik. Yurtdışındaki partnerlerimizin çalışmalarında da ilerleme kaydedilmesini, uluslararası ilaç pazarında kullanım için yeterli miktarda ürün olmasını umuyorum.”
İlk aşılar sağlık çalışanları ve öğretmenlere
Rusya Başbakan Yardımcısı Tatyana Golikova da ağustos sonunda sağlık çalışanlarının aşılanmaya başlanmasını umduklarını ifade etti. Sağlık Bakanı Mihail Muraşko ise aşılamanın ilk olarak sağlık çalışanları ve öğretmenlere yapılmasını teklif etti:
“Aşının sivil anlamda uygulanmasına aşamalı olarak başlanacak. Öncelikle işleri enfekte kişilerle bağlantılı olanlara aşı yapılmasının gerekli olduğunu düşünüyoruz. Bunlar sağlık çalışanları ve çocukların sağlığının bağlı olduğu öğretmenlerimiz.”
Muraşko, aşının Gamaley Enstitüsü ve Binnopharm şirketinde üretimine başlanacağını belirterek, çok sayıda ülkenin aşıyla ilgilendiğini, Rusya Doğrudan Yatırım Fonu’nun (RDIF) aşının yurtdışında üretim ve tanıtımı için yatırım yaptığını ifade etti.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verilerine göre COVID-19’a karşı Türkiye’nin de aralarında olduğu 10’dan fazla ülkede toplam 165 aşı çalışması devam ediyor.
Gençlerimizin enerjilerinin ve dünyalarının büyüklüğünün gayet iyi farkındayım. Gençlerimizin dünyalarına girmeye, onları anlamaya, hayallerini hayata geçirmeye gayret gösteriyoruz. İnşallah sizlerle birlikte bunu başaracak ve geleceğimizi birlikte inşa edeceğiz.
Bu cümleler Gençlerle Video Konferans Buluşması ismi altında gerçekleştirdiği toplantı sırasında konuşan AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a ait. Erdoğan, toplantı boyunca gençlerin sorunlarıyla yakından ilgilendikleri mesajını verdi.
Ancak söylenenler gençleri tatmin etmemiş olacak ki kısa süre içerisinde video 425 bin dislike (beğenmeme) aldı. Henüz koronavirüs pandemisi sırasında daha yeni lise ve üniversite sınavlarına girmek zorunda kalan öğrenciler canlı yayının yorum bölümünü “oy moy yok” ifadeleriyle doldurdu.
Biz de gençlerin neler istediğini gene gençlere sormak ‘Z kuşağı ne istiyor?’ sorusuna yanıt bulmak istedik.
Dural: Ne olacağımızı bile bilmiyoruz
Bu yıl üniversite sınavlarına giren Güneş Dural “Türkiye’de çok sorun var, say say bitmez. Kadın cinayetleri, işsizlik, doğa katliamı, hayvan cinayetleri… Bunların hepsi tabii Türkiye’de yaşamamızı zorlaştırıyor. Geleceksizlik. Nasıl olacağımızı ne olacağımızı bile bilmiyoruz” diyor.
Barış ve daha pek çok genç Türkiye’de yaşamanın zorluklarını çekiyor. Kaygıları arasında en başta geleni ise nasıl bir gelecekte yaşayacaklarını bilmemeleri.
Korkmaz: Bir sınavla geleceğimiz belirleniyor
Öncelikle liselere ve üniversitelere girişte sınava girmeleri gerekiyor. Lise ikinci sınıf öğrencisi Özge Korkmaz “Dört sene emek veriyoruz ve sadece bir sınavla geleceğimiz belirleniyor. Bu çok ciddi bir konu. Mesleğimiz ve üniversitemiz bizim hayatımızı belirleyecek” ifadelerini kullanıyor.
2002-2019 yılları arasında eğitim sistemi 17 kez değişti. Her seferinde yeni bir sınav formatıyla karşı karşıya kalan gençler sınavlarda matematik, Türkçe, fen bilgisi ve sosyal bilimler gibi temel bilimlerden sorular ile karşılaşıyor. Özge’ye göre başarılarının bu alanlara hapsedilmesi de sorunlardan bir tanesi.
2020 YKS sınavı koronavirüs salgınına rağmen ertelenmedi.
Gören: Sosyal girişimcilik anlatılmıyor
Bu yıl üniversite okumak için ABD’ye gidecek Selin Gören de Türkiye’deki okullarda bilindik mesleklere hazırlanmalarını eleştiriyor. Okullarda sosyal girişimcilik gibi konulara yer verilmemesi gençlerin kendilerini geleceğe hazırlamasının önüne geçiyor.
Türkiye’deki eğitimi yeterli bulmayan çoğu gencin adresi ise Avrupa ve ABD’deki okullar. 2019 yılında Türkiye’den yurt dışına göç eden kişi sayısı bir önceki yıla göre yüzde 2 artarak 330 bin 289 oldu.,
Elbette ki okuldan mezun olunca da doğrudan bir işe girme garantisi olmuyor. Mart 2020 TUİK Raporu’na göre 15-24 yaş grubunu kapsayan genç nüfusta işsizlik oranı yüzde 24.6. Yani her dört gençten birisi işsiz.
Birgeç: Güvende hissetmiyorum
Gençlerin istediği bir diğer şey ise kendilerini yaşadıkları ülkede güvende hissetmek. Üniversite 3’üncü sınıf öğrencisi Alper Birgeç gece saat 01.00’da arkadaşlarıyla dışarı çıkarken tedirgin hissettiğini söylüyor:
Kendimi güvende tabii ki hissetmiyorum. Ben erkek olduğum halde eğer gecenin birinde dışarıya çıktığımda tereddütle dışarı çıkıyorsam bu kendimi o ülkede güvende hissetmediğim anlamına geliyor.
Genç kadınlar için ise bu güvensiz ortam en üst safhaya çıkıyor. Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi’ne göre Türkiye 153 ülke arasında 130’uncu sırada. Durum böyle olunca, “Bunu burada giyebilir miyim?”, “Şu yoldan mı gitsem?”, “Bu saatte burada nasıl gezerim?” gibi sorular da genç kadınların hayatının bir parçası haline geliyor.
Akkuş: İklim krizini kontrol edemezsek gelecek yok
Geleceğe dair güvensizliğin bir parçası da daha çok kendilerinden önceki jenerasyonların eseri olmasına rağmen en ağır sonuçlarına kendilerinin katlanacağı iklim krizi. 16 yaşındaki Melisa Akkuş iklim krizi konusunda adım atılmamasını büyük bir eksiklik olarak görüyor:
Eğer iklim krizini artık kontrol altına alamazsak biz ne geleceğimizde rahat rahat yaşayabileceğiz ne de aslında geleceğe gidebileceğiz. Şu an bu krizi bu kadar felaket boyutlarda yaşarken beş yıl sonrasını ben düşünemiyorum. Düşünmek de istemiyorum.
Türkiye en çok emisyon salımı yapan ülkeler arasında 15’inci sırada. Buna rağmen 2015 yılında imzaladığı ve karbon emisyonlarını azaltmayı öngören Paris Anlaşması’nı hala meclisten geçirmiş değil.
Gülşen: Fikirlerimizi sosyal medyadan belirtiyoruz
Bütün var olan bu sorunlar içerisinde gençleri en çok etkileyen durum ise taleplerinin dinlenmemesi. Lise ikinci sınıf öğrencisi Zeynep Gülşen, 29 Temmuz 2020’de meclisten geçen sosyal medya düzenlemesiyle birlikte seslerini duyuracak kanalların iyice azaldığı görüşünde:
Benim ve benim yaşıtlarım sosyal medyayı haber kaynağı ya da fikirlerimizi belirtmek için kullanıyoruz. Bunu kapattığınız zaman bizim sesimizi de kısmış oluyorlar aslında.
Tarım ve Orman Bakanlığı’nın son zamanlarda açtığı hayvanların öldürülmesine izin veren ihaleler, koronavirüsün hayvanlardan bulaştığına yönelik rivayetlerle sokağa ve barınaklara terk edilen hayvanlar ve her zaman kötü muamele ve ölümlerle gündeme gelen hayvan barınakları… Türkiye’nin karnesi hayvan hakları konusunda da en kötü noktada.
Hayvanlara yönelik şiddet, bakımevleri/barınaklarda da sıklıkta karşı karşıya kaldığımız bir durum. Son olarak Adapazarı Belediyesi’ne bağlı barınaktan çıkarılan ve canlı canlı gömüldükleri görülen video görüntüleri ortaya çıktı. Bir hayvan severin çektiği videoda köpeklerden bazılarının henüz ölmediği ve can çekiştiği görüntüler yer alıyor. Belediye yetkilileriyle yaptığımız görüşmede soruşturma başlatıldığı belirtildi. Ancak ne Belediye Başkanı Mutlu Işıksu ne de yardımcısı telefonlarımıza çıkmadı. Aynı belediye daha önce de barınakta kalan hayvanların açlıktan birbirlerini yediği görüntülerle gündeme gelmiş, bu görüntülerin gerçeği yansıtmadığı açıklaması yapılmıştı.
Türkiye genelinde yaklaşık 250 hayvan bakımevi bulunuyor. Ancak bu alanlar genellikle hayvanların tedavi gördükleri merkezden çok hapsedildikleri bina görevini görüyor. Hayvan Hakları Federasyonu (HAYTAP) Genel Başkanı Avukat Ahmet Kemal Şenpolat ve Hayvan Hakları İzleme Komitesi (HAKİM) Koordinatörü Fatma Biltekin ile hem pandemi süresince bakımevlerindeki durumu hem de bakımevleri ve hayvan hakları konusunda yapılması gerekenleri konuştuk. Ayrıca Edremit’te yıllardır bakımevi için mücadele veren Hayvan Hakları Aktivisti Tarkan Kaynar’dan kendi deneyimini dinledik.
‘İnsanlar yoldaşlarını sokağa bırakmaya devam ediyor’
Adapazarı Belediyesi hakkında suç duyurusunda bulunduklarını söyleyen HAYTAP Genel Başkanı Avukat Ahmet Kemal Şenpolat hayvanların karantina sırasında terk edilmesi sorununun da hâlâ devam ettiğini belirtiyor:
Yurtdışındakinden farklı olarak bizdeki hayvan barınakları farklı şekilde etkilendiler. İnsanların yoldaşlarını yangında ilk terk edecek mallar olarak gördüğünü görmüş olduk. Yurtdışında hayvan sahiplenme ne kadar arttıysa bizde de aynı derecede ters yönde etki yaptı. İlk aylarda panik halinde hayvanlarını bıraktıklarını gördük. Ve bu hâlâ devam ediyor. Şu an Bursa’da bir hayvan bakımevindeyim, gözümün önünde dört golden bıraktılar.”
Türkiye’deki hayvan bakımevlerini toplama kampı gibi işlev gördüğünü anlatan Şenpolat mevcut sorunları ise şöyle anlatıyor:
Türkiye’deki bakımevlerinin durumu yetersizden de öte. Bakımevi dediğimiz şeyin içinde bir hayvan hastanesi olması gerekiyor. Veteriner, 7/24 call center ve ambulans hizmeti olması lazım. Bizdekiler ise çoğu belediyenin gözünde hayvan sevmeyen insanlara hizmet eden toplama merkezleri olarak düşünülüyor. İnsanlar belki eskisi gibi, ‘Hayvanları zehirleyip öldürün’ demiyor, fakat ‘Gözümün önünden kaldırın’ diyorlar. ‘Ben görmeyeyim de nereye giderse gitsin, belediye ya da dernekler bakıyor’ diye bir imaj var. Hâlbuki bakımevleri geçici yerlerdir. Hayvan oraya gelir, tedavisini olur ve yaşadığı yere geri bırakılır. Bu da sadece kedi ve köpek için değildir; sincap, leylek, eşek, at da gelebilir. Bunun bizdeki algılanışı hayvanları istemeyen insanlar için hizmet eden Nazi toplama merkezidir. Bu yüzden insanlar bakımevleri talep etmiyorlar. Hâlbuki talep etseler belediyeler de ona göre bakımevi yapacak. Sivil toplum kuruluşları da ona göre çalışacaklar.
İnsanlar için tedavi gördüğü hastanede kalsın diyebiliyor muyuz? İnsanların tedavilerinin ardından evlerine dönmesi gibi hayvan bakımevlerine giden hayvanların da aynı şekilde geri dönebilmeleri lazım…”
‘Yetkililer sivil toplum kuruluşlarından akıl almak istemiyor’
Belediyelerin hayvan bakımevleri için oluşturduğu bütçe yeterli mi ve bunun kullanım pratiği nasıl diye sorduğumuzda Ahmet Şenpolat’ın yanıtı; “Apartman katı fiyatına betondan hapishaneler yaratmışlar” oluyor. Belediyelerin bu konuda sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği yapmaktan kaçındığını da ekliyor:
“Belediyeler parayı doğru kullanmayı bilmiyor. Bir bakımevi yaptırdığı zaman bunu emin olun çok çok pahalıya yaptırıyor. Mesela, Anadolu’da küçücük bir yeri 300 bin, 400 bin TL’ye yaptırmışlar. Apartman katı fiyatına betondan hapishaneler yaratmışlar. O parayla neredeyse tam teşekküllü bir hastane yaptırabilecekken yapmıyorlar ya da akıllarına gelmiyor. Biz, 600 belediyeye bakımevlerinin nasıl yapılması gerektiğini anlatan DVD yolladık. Ziyaret de ediyoruz. Bir de şöyle bir sorun var; yetkililer sivil toplum kuruluşlarından akıl almak istemiyor. ‘Oraya seçilen benim, benim aklım yeterlidir, benim dediğime uyacaksınız’ diyor. Bu sadece hayvanlar için değil genel olarak da böyle zaten… Bütün sıkıntı da bundan kaynaklanıyor. Bir belediye başkanı her şeyi bilemez. Bunu kabul etmiyorlar.”
“Belediyelere yaptırım getirilmeli”
Hayvan Hakları İzleme Komitesi (HAKİM) Koordinatörü Fatma Biltekin de pandemide petshop satışlarının arttığını belirtiyor. Biltekin, bakımevleri konusunda belediyelere yaptırım uygulanması gerektiğini vurguluyor:
“Zongultak’ta Devrek Barınağı’nın 1 ay önce yeni ameliyat edilmiş bir kedinin anestezi altındayken sokağa bırakıldığını biliyoruz. Barınaklar yıllardır çok kötü… Çok büyük barınaklar yerine ki bunlara toplama kampları diyoruz, hayvanların iyileştirildiği ve aldığı yere geri bırakıldığı, eğer hayvanın ihtiyacı varsa bakımevinde tutulduğu bir işleyiş gerekiyor. Şu an ki toplama kampı haline, hayvanların sokaklardan uzaklaştırılmasına son verilmesini istiyoruz. 5199 sayılı kanundaki 6’ıncı maddenin değişmemesini istiyoruz. Bu madde ‘hayvanı al, kısırlaştır, aşısını yap ve geri bırak’ diyor.
Yıllardır bu maddeyi delmeye çalışıyorlar. Çünkü sokakta hayvan istenmiyor. Bu yüzden bu maddenin değişmemesi için yıllardır mücadele ediyoruz. Belediyelere hiçbir yaptırım gelmiyor. Belediye ihlal yaptığında ceza kesiliyor ve bu belediyenin kasasından ödeniyor yani biz ödüyoruz. Sokak hayvanlarını kısırlaştırıp küpelemesi gerekirken bu işlemi yapmayan belediyeler var. Birbirlerinin sınırlarına hayvan döken belediyeler var. Hayvan anestezi altındayken ormana atabiliyorlar. Küpeli ama hamile hayvan görebilirsiniz. Belediyeler her sene kaç tane hayvan kısırlaştırdığını açıklıyor ama o hayvanlara ne olduğunu bilmiyoruz. Böyle bir veri paylaşılmıyor. Belediyelerin çalışma yönteminin değişmesi gerekiyor. Gönüllülerle çalışmaları lazım. Aynı zamanda bu, yasayla da desteklenmeli. Eğer bir belediye çalışanı bir hayvana zarar verdiyse bunun cezası o belediye çalışanının cebinden çıkmalı, halkın cebinden değil. Belediyelere yaptırım getirilmeli.”
Hayvan hakları aktivistlerinin büyük tepkisine yol açan şehir dışındaki Kısırkaya Barınağı önünde aylarca protestolar gerçekleştirilmişti.
‘Kısırkaya Bakımevi’nin iptal davası kazanıldı ama hala hayvan topluyorlar’
Peki, bakımevlerinde öldürülen ya da kötü muamele ile ilgili şikâyetlerde nasıl bir süreç işliyor? Neler yapılıyor ya da yapılıyor mu?
Fatma Biltekin, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) ait Kısırkaya Bakımevi’nin kapatılması için iptal davası açtıklarını ve kazanmalarına rağmen uygulanmadığını anlatıyor:
Bakımevinde ölen hayvanlarla ilgili elimizdeki tek şey şu: CİMER üzerinden başvuru yapıyoruz. Şikâyet ediyoruz ama bir şey olmuyor. Takip edilmiyor. Kısırkaya, İBB’nin rehabilitasyon merkezi. Burasının kapatılması için yıllardır mücadele ediyoruz. İptal davası açtık ve kazandık. Ama o işletme hâlâ hayvan toplamaya devam ediyor. Burayı bir tecrit merkezi olarak tanımlıyoruz. Gönüllülerin gidemeyeceği bir yerde ve içeride ne olduğunu bilmiyoruz. Büyükşehir belediyelerine hiçbir şey yaptırtamıyorsunuz. İlçe belediyeleri az da olsa gönüllülerle çalışabiliyor ama büyükşehir belediyeleriyle çok büyük problem yaşıyoruz. Her zaman, her belediye Hasdal katliamı gibi katliamlar yapıyor. O kadar yaygın ki örnek vermenin sonu yok. Hepsi sokak hayvanlarını yok edilmesi gereken canlılar olarak görüyor.”
Kısırkaya Barınağı.
“Yasaklı ırk” sorununa da dikkat çeken Biltekin, barınakların bazı bölümlerinin bu hayvanlar için gerçekten tecrit merkezi olduğuna ve asla oradan çıkamadıklarına dikkat çekiyor: “Onların tutulduğu yere girmeniz de zor oluyor. Ömür boyu hapse mahkûm ediliyorlar. Bakımevlerine ziyarete gittiğinizde özellikle Kısırkaya’da size nereyi gösterdiklerini bilmiyorsunuz. Çok büyük bir yer. Bazı alanlara alınmıyorsunuz. Birkaç yıl önce Mardin Belediyesi barınağına gidilmişti. Gördüğümüz en kötü barınaklardan biriydi. Merkezden uzaktaki barınaklara çat kapı gittiğinizde durumu net bir şekilde görebiliyoruz ama İstanbul’da Kısırkaya’ya gittiğinizde göremezsiniz, göstermezler.”
‘Hemen her gün bir vukuatla karşı karşıya kalıyorum’
Derneklerin dışında hayvan sever bireyler de sokak hayvanlarının korunması ve kollanması çabalarında pek çok sorunla boğuşuyor. İğne ile kuyu kazmaya çalışan hayvan severlerin kendi çabalarıyla kurdukları kulübelerin yıkılıp yakıldığı, bakımını sağladıkları hayvanların çevredeki insanların şikayetiyle toplatılıp bilinmeze götürülmesi vakayi adliyeden. Edremit’te yaşayan Tarkan Kaynar da bu kişilerden biri.Yıllardır orada verdiği mücadeleyi ve tatile gelenlerle yaşananları şöyle anlatıyor:
“Edremit başta olmak üzere Kuzey Ege uzun yıllardır sokak hayvanlarının en çok bulunduğu bölge. Bunun tek nedeni ciddiyetle kısırlaştırma yapılmamış olması. Sokak hayvanları yerel yönetimlerin seçim öncesi en önemli oy kaynaklarından biridir. Her seçim öncesi adaylar sokak hayvanları adına vaatlerde bulunur, koltuğa geçilince bu sözler bir dahaki seçime kadar rafa kaldırılır. 10 yıldır Edremit’te sokak hayvanları adına çalışmalar yapıyorum. İlk defa şu anki belediyenin olumlu çalışmalar yaptığını gördüm. Daha önceki belediye döneminde Alman bir grupla işletilen barınakta büyük paraların döndüğünü hep duyardık. Şimdiki başkan gelir gelmez bu şaibeli barınağı kapattı. Şu anda da belediyeye ait bir kısırlaştırma merkezinin olmaması önemli bir eksiklik.”
Belediyenin köpek nüfusundaki artışın üremeden çok dışarıdan gelenlerin bırakıp gittiği hayvanlar yüzünden olduğunu düşündüğünü kaydeden Kaynar, durumun bunun tam eksi olduğunu; yıl içinde sokağa bırakılan 2-3 köpek olurken, kısırlaştırılmamış köpeklerin yılda en az ikişer kez ve altışer yedişer yavru doğurduğunu söylüyor.
Edremit Belediyesi’nin pandemi sürecinde iyi bir sınav verdiğini de anlatan her yere mamalar konduğunu, hayvanların sokağa çıkma yasağı sayesinde insan şiddetine daha az maruz kaldığına vurgu yapıyor: “ Atlar sokaklara yayıldı, inekler parklarda otladılar, derelerde tekrar kurbağa sesleri duyuldu, kuş sürüleri tekrar geldiler, cıvıl cıvıl idiler. Doğa insansız haliyle resmen hayata döndü. O dönemde onlarca görüntü çektim bu durumu ispatlayacak… Bölgemiz bir turizm bölgesi. Yazın gelmesi ve sokağa çıkma yasağının kalkması ile binlerce insan ilçemize geldi. Bunların arasından metropol lüksünü sürdürmek isteyen, hayvandan nefret eden yüzlerce insan çıktı. Sokakta at görünce, horoz sesi duyunca belediyeye şikâyet eden şuursuzlarla doldu ilçe. Ben şahsen hemen her gün bir vukuatla karşı karşıya kalıyorum ve yazın biran önce bitmesini, sokağa çıkma yasaklarının da tekrar geri gelmesini istiyorum. Kuş cıvıltısı, köpek havlaması araç sesinden çok daha önemli benim için.”
Dostlarını terk etmeyenler
Öte yandan dostlarını bakımevlerine ya da sokağa terk etmeyenler de var. Ekonomik olarak herkesi zorlayan pandemide dostlarının bakım masraflarıyla nasıl baş ettiklerini, onlarla neler yaşadıklarını anlattılar. Koronavirüsün onlardan bulaştığı rivayetine asla inanmamışlar.
Tiyatro Eğitmeni Hanife Çifçi; “Kedilerimin mamasını bir arkadaşım, köpeğimin mamasını başka bir arkadaşım, iç dış parazit ilaçları için başka bir arkadaşım destek verdi. Asla ve asla bırakmayı düşünmedim. Önceliğim onlar” diye anlatıyor.
Fotoğrafçı Eray Beyazıt şunları söylüyor: “Bir köpeğim var ismi Mey. 27 Mart’ta sekiz tane de yavrusu oldu. Pandemiyi fırsata çevirip onlarla ilgilenme, sahiplendirme şansım oldu. Mamasını alamayacak duruma gelmedim, önceliğim onlardı. Bir canlı düşün, aç ama sana ‘acıktım’ diyemiyor. Bir yeri ağrıyor sana derdini söyleyemiyor. Anlamak zorundayız. Onların dili olmak zorundayız. Köpeğini, kedisini bırakanlar için empati yapmak yerine bırakılan hayvan için empati yapıyorum istemsizce. Eylemi akli selim bir insanoğlu yapıyor ve bu kesinlikle affedilemez.”
Karantina sırasında sokağa terk edilen bir kediyi sahiplenen Erdoğan Çakar ise hikayelerini şöyle anlatıyor: “Pandemi sürecinde, bir sabah kapının arkasında tıkırtı sesi duydum. Kapıyı açtığımda çok güzel bir kediyle karşılaştım. Kırmızı, alnı beyaz bir kedi. Kendisine güzel bir ziyafet hazırladım. Evcil olduğu kesin. Muhtemel en sokağa atılmış. Her gün aynı saatte apartmanın beşinci katına gelip, kapıya patileriyle vurarak yemeğini istiyor. Böylece ailemize katılmış oldu.”
Yasa halen rafta
24 Haziran 2004 tarihli ve 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu, hayvanları korumak için yetersiz. Bu nedenle de Meclis’te kurulan ve hayvan hakları örgütlerinin temsilcilerinin de katılım gösterdiği araştırma komisyonu, Mayıs 2019’dan beri yaptığı çalışmalar sonucu toplam 50 maddelik raporunu geçtiğimiz ocak ayında Meclis Genel Kurulu ile paylaşmıştı. Tüm partilerin ortak imzasıyla Meclis’e getirilen tasarı halen gündeme alınmadı.
Taslakta, 5199 Sayılı kanunun adının ‘Hayvan Hakları Kanunu’ olarak değiştirilmesi, hayvanların mal ya da eşya değil, can taşıyan duygulu varlıklar olarak kabul edilmesi, sahipli-sahipsiz hayvan ayrımına son verilmesi, yaygın kısırlaştırma yapılması, belediyelere hayvanların korunmasına yönelik faaliyetler için bütçe ayrılması, üzerine kayıtlı hayvanını sokağa terk eden kişilere ciddi yaptırımlar getirilmesi gibi maddeler yer alıyor.
Kanun taslağında barınak adıyla bilinen geçici bakımevleriyle ilgili öneriler de şöyle: Hayvanların nitelikli sağlık hizmeti alabileceği bir işleyiş kurgusuyla oluşturulmalı. Bakımevi bünyesinde yer alacak kliniklerin teknik koşulları Bakanlıkça belirlenmeli, mevzuatı hazırlanmalı. Geçici bakımevleri;
Geçici süreli barınak
Düşkün hayvanlar birimi
Klinik/kısırlaştırma birimi
Karantina birimi ve
Sahiplendirme biriminden oluşmalı.
Buralarda çalışan personelin sayısı artırılmalı, nitelikli hizmet içi eğitimden geçirilmeli.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da yasal düzenleme yapılana kadar AKP’li belediyelerin uyarılmasını ve bu konuya özen göstermelerini istemiş “Başkanlar, bu konuda üzerlerine ne düşüyorsa yerine getirsin hayvan barınakları ve hayvanların korunması konusunda gereken neyse yapılsın. Veterinerlik hizmetlerinin verilmesi gerekir. Buna ilişkin tüm altyapıyı oluştursunlar” şeklinde konuşmuştu.
Ne yapabilirsiniz?
Sahipsiz ya da sahipleri tarafından sokağa terk edilmiş hayvanların sorumluluğu insanlara aittir. Onların da duyguları olduğunu unutmadan hareket etmek gerekiyor. Toplatılmaları için belediyeleri aramak yerinde çevreye su dolu kaplar ve mamalar bırakabilir, düzgün çalışan bakımevlerine ve bu alanda faaliyet yürüten sivil toplum kuruluşlarına bağış yapabilirsiniz. Daha iyisi barınaklardan bir hayvan sahiplenerek, onun ailesi olabilirsiniz. Hiç birini yapamayan bakımevlerine giderek hayvanlarla birkaç saatini geçirebilir, onların mutlu olmasını sağlayabilir. Son olarak “türcü” olmayı bırakabilir, hayvanların doğal haklarına saygılı olup onlarla eşitlik temelinde bir ilişki kurmayı deneyebilirsiniz.
Karaburun Kent Konseyi,İzmir Karaburun ilçesi Küçükbahçe Mahallesi‘ne yapılmak istenen güneş enerjisi santraline (GES) karşı yazılı açıklama yayınladı. Sevtur Turizm ve Ticaret A. Ş. tarafından 300 bin metrekarelik alanda yapılacak olan santral için binlerce çam ağacının kesileceği, 2019 yılında projenin ilanıyla birlikte öğrenilmişti. Konsey’in hukuki mücadelesi o tarihten bu yana hukuki mücadeleye devam ederken bölgedeki ağaç kesimi de sürüyor.
Kuşların göç yolu olumsuz etkilenecek
GES proje sahası olarak seçilen alanın fotoğrafları ve uydu görüntülerinin de paylaşıldığı açıklamada, ormanın tıraşlandığı ve toprağın sıyrılması ile bölgenin ekosisteminin büyük tahribata uğradığına dikkat çekildi:
Bilindiği gibi, orman ile ağaç topluluğu aynı anlam taşımamaktadır. Orman; yüzlerce senede oluşan bir ekosistemdir. Küçükbahçe’de tıraşlama ve toprak sıyırma işlemleriyle bölgenin ekosistemine büyük darbe vurulmuştur. Yoğun çam ormanın bulunduğu bölgede kesilen çamlar dere yataklarına yatırılarak üzerleri tıraşlanan toprakla kapatılmıştır. Bölgede yangından mal kaçırırcasına hummalı bir çalışma sürdürülmektedir.
Açıklamada ayrıca santralin yapılmak istendiği bölgenin Özel Çevre Koruma Bölgesi (ÖÇKB) ilan edilen sınırlar içinde olduğuna ve İris Gölü‘ne yakınlığına değinildi:
GES Projesi’nin İris Gölü’ne uzaklığı sadece birkaç yüz metredir. Karaburun Yarımadası’nın tek sulak alanı olma özelliğine sahip İris Gölü çok sayıda kuş, sürüngen, memeli, bitki türü için ve özellikle göçmen kuşlar için önemlidir. Yakınına yapılacak bir GES ile kuşların göç yollarına olumsuz etkisi olacağı açıktır. Bakanlık, Yarımada’da talan boyutlarında yapımı süren başta Karaburun RES Projesi olmak üzere, Küçükbahçe’deki GES projesi, Parlak/Badembükü’deki Balık Çiftliği Projesi ve Karaburun/Eğlenhoca’daki JES Arama ihalesine yol vererek, sadece yatırımcı yanında olduğunu açıkça ilan etmiştir.
‘Suç teşkil eden yatırımı acilen durdurun’
Ormanların yüzlerce senede oluşan bir ekosistem olduğuna vurgu yapılan açıklamada, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı‘na süreci durdurma çağrısı yapıldı:
Karaburun Yarımadası’nın, bu değerli doğa hazinelerini yok edecek bir biçimde talancı sermaye yatırımlarına bırakılmasına yarımadada yaşayanlar olarak razı değiliz. ÖÇKB sürecini denetleme yetkisini üzerine alan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nı; ÖÇKB ilanının gereklerini yerine getirmeye bir kez daha davet ediyor ve Sevtur Turizm ve Ticaret AŞ.’nin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesine aykırı ve suç teşkil eden yatırımının acilen durdurmaya çağırıyoruz.”