Ana Sayfa Blog Sayfa 1988

Kanal Riva projesine ‘ÇED gerekli değil’ kararı

Beykoz Belediyesi’nin Riva Deresi üzerinde yapacağı Kanal Riva Projesi için “Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Gerekli Değildir” kararı verildi. AKP’li belediyenin dere ve civarını yapılaşmaya açacağı proje, Beykoz’un Riva, Paşamandıra, Göllü, Bozhane, Öyümce, İshaklı ve Cumhuriyet Mahallelerini kapsıyor.

Dere yatakları iş makinaları ile ‘düzenlenecek’

Proje tanıtım dosyasında Kanal Riva Projesi’nin 63 milyon 231 bin TL’ye mal olacağı bildirildi. Bunun 29 milyon 832 bin TL’si Riva ve yan kollarındaki ıslah tesisleri, 33 milyon 398 bin TL’si ise kentsel planlama ve peyzaj projeleri için harcanacak. 

Proje dosyasında, çalışma sırasında dere yataklarında kazı ve hafriyat çalışmaları yapılacağı da belirtiliyor. Dosyada “Riva Deresi ve yan kollarında, gerekmesi halinde dere derivasyonu yapılacak ve dere yatakları iş makinaları ile düzenlenecektir. Toplam 29,41 kilometrelik dere yatağı ıslahı gerçekleştirilecek ve 11 tane tekne yanaşma yeri inşa edilecektir” deniliyor. 

887 bin ton taş dökülecek

Proje içerisinde ayrıca  toplam 3 milyon 272 bin metrekarelik alanda temalı park çalışması yapılacağı belirtildi. Dere ıslah çalışmalarında dere yataklarında toplam 867 bin 123 metreküp kazı ve hafriyat çalışması yapılacak. Hafriyat malzemesinin 107 bin 313 metreküplük kısmı ise dolgu amaçlı kullanılacak.

Proje kapsamında yapılacak olan tekne park ve yanaşma yerleri ise taş malzemelerden yapılacak dolgu alanlardan oluşacak. Dolgu için toplam 887 bin 412 ton taş, dolgu malzemesi olarak kullanılacak.

 

Mitzi Jonelle Tan: Filipinler’de aşırı hava olayları hayatımın parçası oldu [İklim Kuşağı-8]

Mitzi Jonelle Tan Filipinler’in başkenti Manila‘da yaşıyor. Ülke, Londra merkezli çevre gözlemcisi Global Witness’ın yayınladığı 2019 yılına ait son raporunda, çevre savunucuları için dünyanın en ölümcül ikinci ülkesi olarak listeye girdi.

Ancak Mitzi, hem sokaklarda hem de online grevler yapan ve ülkelerinde iklim değişikliği konusunda acil küresel eylem çağrısında bulunan YACAP İklim Eylemi için Gençlik Savunucuları hareketine liderlik eden ve kurucusu olan cesur aktivistlerden biri.

Atlas: Bir iklim aktivisti olmaya nasıl karar verdiğini bize anlatabilir misin?

Mitzi Jonelle: 2017 yılında yerli halkımızın liderlerinden biriyle bir toplantıya katılabildim. Bize çevreyi onlarca yıldır nasıl koruduklarını ve Filipinler’in doğal kaynaklarını akılsızca kullanan yabancı şirketler nedeniyle nasıl kötüleştiğine dair bir hikaye anlattı. Ayrıca bize askeri ve paramiliter güçlerin onları nasıl taciz ettiğini, yerlerinden ettiğini ve öldürdüğünü de anlattı.

Sonra, oldukça gelişigüzel bir şekilde, tüm bu zorluklar ve engellerden dolayı karşılık vermekten başka çare olmadığını söyledi ve  kıkırdamaya başladı. Ve gerçekten beni en çok etkileyen şey bu oldu. Karşı koymamız gerektiğini söylemesinin basitliği, bizi ikna etmeye çalışmıyordu, bu basit bir gerçekti, bir gerçekti – ve bunu kavramak ve anlamak o kadar da zor olmamalıydı.

Youth Advocates for Climate Action (YACAP) ve Fridays For Future Filipinler’in üyesisin. Bu hareketler ülkende neler yapıyor? Geçtiğimiz yıl içindeküresel iklim grevlerinde neler yaptınız?

Aslında YACAP, Filipinler’in FFF’idir, geçen yıl tüm küresel iklim grevlerini düzenledik – Eylül ayında 600’den fazla kişiyle bir insanlardan oluşan dünya şekli oluşturduk ve Kasım ayında bu karanlık zamanlarda yolu aydınlatacak gençliği sembolize eden geri dönüştürülmüş malzemelerden yapılmış fener geçit töreni yaptık.

İklim grevlerinin yanı sıra, enerjimizi daha çok insanlara ve öğrencilere gitmeye ve iklim krizi, gereken acil eylem ve iklim adaleti hakkında konuşmaya odaklıyoruz. Buna daha çok odaklanıyoruz çünkü iklim adaleti hareketi hala burada popülerleşme aşamasında, birçok insan iklim krizini ve etkilerini her gün maruz kalsak bile hala farkında değil. İklim krizine pek inanmıyorlar ama çoğu, bunların birbiriyle bağlantılı olduğunun farkında değil. Bu yüzden eğitime ve farkındalık yaratmaya çok odaklanıyoruz.

Ayrıca onlardan bir şeyler öğrenmek ve iklim kriziyle ilgili ilk elden deneyimlerini dinlemek için çevre savunucularımızla bir araya geliyor ve onlarla sürekli diyalog kuruyoruz.

‘Sellerin evimize girmesinden çok korkardık’

Filipinler’in iklim krizinden etkilenen ülkelerden biri olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu gerçekle Filipinler’de yaşamak nasıl bir duygu?

Neredeyse tüm hayatım boyunca aşırı hava olayları her zaman yaşadığım bir şey oldu. Birkaç hafta süresince bizi elektriksiz bırakan tayfunlar yaşadım ve sellerin evimize girmesinden o kadar korkardık ki… Çocukluk hatıralarımın çoğu, dışarıdaki şiddetli fırtına nedeniyle elektriğimiz olmadığı için akşam yemeğini mumla yediğimiz.

Kolayca su basmayacak daha yüksek bir bölgede yaşayacak ve öncelikli olarak da düzgün bir  konut sahibi olacak kadar ayrıcalıklıyız. Fırtınalar sakinleştikten ve dışarı çıkabildiğimizde çevreye ve insanların evlerine, her defasında çok fazla yıkım olduğuna şahit oluyoruz. Fırtınalarda kaç kişinin öldüğünü ve sellerde sürüklendiğini öğrenebilmek amacıyla haberleri dinlemek için kullandığımız pille çalışan radyomuzu dinlemek zorunda kaldığımızı hatırlıyorum.

‘Krizin yükünü ötekileştirilmiş kesim taşıyor’

Kimi zaman da yaşadığım yer tam tersine uzun kuraklık dönemlerinin yaşandığı ve gıda kıtlığı nedeniyle gıda fiyatlarının artmaya başladığı bir yer oluyor. İklim krizi Filipinler’de hepimizi etkiliyor, ancak iklim krizinin asıl yükünü ötekileştirilmiş kesim taşıyor. Kentli yoksullar kelimenin tam anlamıyla uçup gidebilen ve rüzgârla çökebilen derme çatma evlerinde(ki buna sahip olacak kadar şanslılarsa) uygun havalandırma olmaması nedeniyle en çok sıcak çarpmasından muzdarip oluyorlar, aynı zamanda bundan dolayı da evleri yangınlara eğimli hale geliyor.

Fırtına veya ağır sıcak dalgaları sırasında bile işlerini sürdürmek ve ailelerini doyurmak istiyorlarsa işe gitmeleri ve iklim krizinin koşullarına göğüs germeleri gerekiyor. Bir takımada ve tarım ülkesi olmasına rağmen toplumumuzun en fakir kesimleri olan yerli halk, çiftçi ve balıkçılar iklim krizinin etkilerinden en çok etkilenenler.

Ülkendeki ve dünyadaki Covid-19 salgını ile iklim krizinin ilişkisi hakkında ne söyleyebilirsin? Geçişin nasıl olması gerektiği konusundaki düşüncelerin neler?

Covid-19 salgını, sistemimizin, adaletsizliği gerçekten nasıl daha da fazla kalıcı kılmak üzere inşa edildiğini açığa çıkardı. İklim aktivistleri yıllardır söylüyorlar – iklim değişikliği değil, sistem değişikliği, ve Covid-19 salgını bunu daha da fazla kanıtladı.

Salgın, zoonotik bir hastalıktır ve eğer insanlar hayvanların doğal yaşam alanlarına müdahale etmeselerdi, ki bu insanlar uygun barınma imkanına sahip olsaydı ve kar peşinde koşan, tüm kaynakları tüketmek üzerine kurulu sistemimiz olmasaydı bu gerçekleşebilirdi.

‘Liderlerin krizlere verdiği tepkiler aynı’

Liderlerimizin Covid-19 krizine tepki verme biçimleri, iklim krizine yanıt verdikleri yolla aynı – uzmanları dinlemeyerek, zenginlere ve ayrıcalıklılara öncelik vererek ve halkın memnuniyetini görmezden gelerek… İşleri yapma şeklimizi değiştirmek için uygun bir zamandayız çünkü bu net bir şekilde çalışmıyor. Sahip olduğumuz sistemle asla krize hazırlıklı olmayacağız.

İklim krizinin etkilerinin ve onu çözme sorumluluğunun orantısız olduğunu kabul etmeliyiz. Her krizle savaşmalıyız. Sorunun temel nedenlerini ele almalıyız. Sistematik bir revizyon için mücadele etmeliyiz.

Sosyal medyada oldukça aktifsin, bu senin aktivizmini ne şekilde etkiliyor?

Yeni insanlara ulaşmak ve mevcut sorunlar hakkında daha fazla insanı bilgilendirmek için iyi bir yol sosyal medya kullanımı. Sadece dijital eylemlerde kalamayacağımızı, fiziksel eylemlere ihtiyacımız olduğunu hatırlamalıyız. Krize karşı en savunmasız insanlar da çoğu zaman sosyal medyada bulunmuyor, bu yüzden onlara gitmemiz, onlarla yaşamamız, onlardan öğrenmemiz de gerekiyor.

‘Bize patronluk taslamaktan hoşlanıyorlar’

Senin gibi iklim aktivistleri için hükümetin algısı nedir? İklim sorunları için karar vericilerle temas halinde misiniz? Onlardan talepleriniz neler?

Genelde bize patronluk taslamaktan hoşlanıyorlar. Birkaçı aslında iyi ve dinliyor, ancak kongremizde bulunan pek çok politikacı iklim krizi konularının ve iklim hareketinin farkında bile değil. Genel olarak, bir aktivist olduğunuz sürece, çoğu sizi bir terörist veya yetkili bir çocuk olarak göz ardı edeceklerdir.

Taleplerimiz, halk tarafından tanımlanan bir iklim acil durumu ilan etmeleri, kömürlü termik santrallerini kapamaları, işçi sınıfının öncülüğünde adil geçişi sağlamaları, çevre savunucularımızın ihtiyaçlarını korumaları ve önceliklendirmeleri ve ulusal liderler için talebimiz ise, uluslararası arenadaki karbon ayak izi büyük şirketlerden iklim adaleti talep edecek siyasi iradeye sahip olmaları.

‘Yeni yasa sesimizi çıkarmamızı engelliyor’

Filipinler geçtiğimiz haftalarda Terörle Mücadele Yasasını kabul etti, bu ne anlama geliyor ve ülkendeki iklim aktivistleri için bu ne anlama geliyor?

Filipinler’deki anti-terörizm yasası, terörizmin aşırı geniş ve belirsiz bir tanımına sahiptir, temelde her türlü muhalefet ve hatta çevre savunucularına bağışta bulunma ve yardım etme dahi terör eylemleri olarak etiketlenebilir. Bu yasa aktivistleri tehlikeye atıyor ve sesimizi çıkarabilmemizi engelliyor. Bu yasa ortaya çıkmadan önce bile, Filipinler zaten protesto etmenin kötü olduğu ve hükümeti dinlemeniz gerektiği şeklinde bir damgalama mevcuttu ki; birçok ebeveynin çocuklarına söylediği şey bu, ama tabii ki bizler  bunları gerçekten dinlemiyoruz .

Protesto hakkımız olduğunu biliyoruz ve bu nedenle öğrenciler, toplumun farklı kesimleriyle birlikte protestolarda ve hakları için mücadelelerinde her zaman çok aktif oldular. Filipinler, bu yasadan önce bile, çevre savunucuları için dünyanın en tehlikeli ülkelerinden biri olarak biliniyordu ve biz sadece bu yasanın durumu daha da kötüleştirmesini bekleyebiliriz.

‘Aktivizmim öfke değil aşk kaynaklı’

İklim aktivizmi gençler için çok tüketici olabiliyor, peki kendine ne şekilde zaman ayırıyorsun, aklını iklim krizinden uzaklaştıracak hobilerin var mı?

Okyanusun müziğini veya seslerini dinlemeyi ve resim yapmayı severim (genellikle yaptığım şey iklim aktivizmiyle de ilgili oluyor), ayrıca birçok bitkim var ve bunlarla ilgilenmek beni sakinleştiriyor. Ayrıca iklim aktivizmi sayesinde gerçekten iyi arkadaşlar edindim ve onlarla konuşmak benim için bir tür kendime iyi bakma yolum. Ne zaman bunalmış hissetsem, meditasyon yapıyorum, nefes egzersizleri yapıyorum ve kendimi topraklamaya çalışıyorum.

Yine de kendimi iklim aktivizmiyle duygusal olarak o kadar tüketmediğimi söylemeliyim çünkü aktivizmimin bu noktasında, bu his bana  öfke kaynaklı değil, aşk kaynaklı olmasından dolayı geliyor – çevre, kitleler ve savunmasızlar için duyduğum sevgi bunu daha çok daha sürdürülebilir bir itici güç olarak kılıyor. Bu elbette hiç kızmadığım anlamına gelmiyor, biliyorum – ama daha çok kızgın olmamın sebebi insanların sevdiklerime zarar veriyor olması, dolayısıyla bu yüzden çok daha az yorucu ve duygusal olarak daha az yorucu.

İklim kriziyle ilgili geleceğe dair bakış açın nedir? 2030’da kendini nerede görüyorsun?

Doğrusu bu sorunun cevabını bilmiyorum. 2030’da kendimi hala insanlarla çevre için savaşan, sosyal adalet için savaşan bir aktivist olarak görüyorum. 2030’a kadar dünya liderlerinin iklim acil durumuyla zaten ilgileniyor olacağına inanmak istiyorum, ancak bu radikal iklim adaleti aktivizmi olmadan gerçekleşmeyecek, bu yüzden liderleri çağırmaya ve hesap verebilirlik ve değişiklik talep etmeye devam etmeliyiz.

Dürüst olmak gerekirse bu imkansız geliyor ve yükün gençlere ve savunmasızlara düşmesi haksızlık – ama bunu sadece geleceğimiz için değil, savunmasızların “bugünü” için de yapmak zorunda olduğumuz için yapacağız. İklim adaletini ve sosyal adaleti gerçekten sağlayana kadar insanlarla savaşmaya devam edeceğiz. İmkansızı yapabilecek biri varsa, o da biziz.

Mitzi Jonelle Tan: Extreme weather events have been part of my life in the Philippines [Climate Generation Talks-8]

Mitzi Jonelle Tan is from Manila, Philippines which is ranked the second deadliest country in the world for people defending the environment with 43 killings in 2019, London-based environmental watchdog Global Witness said in its latest report.

But, Mitzi is one of the brave ones to lead  and co-found Youth Advocates for Climate Action (YACAP) who are demonstrating both on the streets and online and calling for immediate global action on climate change in their country.

Atlas: Can you please tell us how you decided to become an activist?

Mitzi Jonelle: In 2017, I was able to join a community dialogue with one of the leaders of our indigenous people. He told us a story of how they have been protecting the environment for decades and how they have seen it deteriorate because of foreign companies who wantonly exploit the natural resources of the Philippines. He also told us about how the military and paramilitary forces harass, displace, and murder them.

He then, very casually, said that because of all these hardships and obstacles, there is no choice but to fight back, then he chuckled. And, really that’s what hit me the most. The simplicity of how he said that we need to fight back, he wasn’t trying to convince us, it was a simple truth, a fact — and that shouldn’t be so hard to grasp and understand.

You are a member of Youth Advocates for Climate Action (YACAP) and Fridays For Future Philippines. What do these movements do in your country?How were your Global Climate Stikes in the last year?

So YACAP is the FFF of the Philippines, we organized the global climate strikes last year — the one in September we formed a human earth formation with over 600 people and in November we had a lantern parade made of recycled materials to symbolize that the youth will light the way during these dark times.

Aside from climate strikes, we focus more of our energy on going to people and students and talking about the climate crisis, the urgent action needed, and climate justice. We focus on this more because the climate justice movement is still in its popularization stage here, a lot of people are still not aware of the climate crisis and its impacts even if we experience it everyday. It’s not so much that they don’t believe in the climate crisis, but more of they are not aware that this is all connected. So we focus a lot on education and raising awareness.

We also integrate and have dialogues with our environmental defenders to learn from them and hear their firsthand experiences of the climate crisis.

We all know that Philippines is one of the countries that get affected by the climate crisis. What is it like living in Philippines with this?

Almost all my life extreme weather events are always present. There are typhoons where we would go without electricity for several weeks, and we would be so afraid that the floods would enter our home. A lot of my memories as a child are eating dinner with a candle because we had no electricity because of the raging storm outside.

We are privileged enough to live in a higher area that doesn’t flood easily and to have proper housing in the first place. After the storms calm down and we go outside, there’s always so much destruction — to the environment, and to people’s homes. I remember having to listen to our battery powered radio that we use during storms to listen to the news to hear how so many people died and were swept away in the floods. Then, we have the complete opposite as well where we have these long periods of drought and food prices start to increase because of food scarcity.

‘Marginalized people bear the brunt of the crisis’

The climate crisis impacts us all in the Philippines, but it’s the marginalized sectors that are really bear the brunt of the climate crisis. The urban poor whose makeshift houses (if they even have that) can literally be blown away and can collapse with the wind, they also suffer the most from heat stroke because of the lack of proper ventilation in their makeshift houses, it also makes them prone to fires.

The workers, who even during a storm or a really bad heat wave, need to go to work and brave the conditions of the climate crisis if they want to keep their job and feed their families. The indigenous people, farmers and fisherfolk who are the poorest sectors of our society, despite being an agricultural and archipelagic country, their livelihoods, and in turn their lives, are the ones most affected by the impacts of the climate crisis.

What can you say about the relation of Covid-19 epidemic and the climate crisis in your country and in the world? What are your thoughts about how the transition should be?

The Covid-19 pandemic really just exposed even more how our system has been built to perpetuate injustice. Climate activists have been saying for years -system change, not climate change, and the Covid-19 pandemic really just proved that even more.

The pandemic is a zoonotic disease and it could have been avoided if humans didn’t encroach on the natural habitats of animals, which would happen if people had proper housing and if we didn’t have a system that’s so keen on profit and tries to eat up all the resources that it can.

‘Our leaders’ responses to crisis is the same’

The way our leaders are responding to the Covid-19 crisis is the same way they are responding to the climate crisis — by not listening to the experts, by prioritizing the rich and the privileged, and by ignoring the pleas of the people. We are in an opportune time to change the way we do things because it’s so clearly not working, with the system we have we will never be prepared for any crisis. We must recognize that the impacts of the climate crisis and the responsibility to solve it are disproportional. We must fight every crisis. We must address the root causes of the problem. We must struggle for a systemic overhaul.

You are very active in social media, how is this helping you with your activism?

It’s a good way to reach new people and to get more people informed about the issues at hand. We just have to remember that we can’t stop at digital actions, we need physical actions. The people who are most vulnerable to the crisis are also often not on social media, so we need to go to them, live with them, learn from them.

‘They like to patronize us’

What is the perception of the government for the climate activists like you? Are you in contact with decision makers for climate issues? What are your demands for them?

Generally, they like to patronize us. A few of them are actually good and listen, but a lot of the people in our congress aren’t even that aware of the climate crisis issues and the climate movement. Generally, as long as you’re an activist most of them will write you off as a terrorist or as an entitled kid.

Our demands are to declare a climate emergency as defined by the people, have a moratorium on coal-fired power plants, have a just transition that is led by the working class, protect and prioritize the needs of our environmental defenders, and for our national leaders to have the political will to demand for climate justice from carbon majors in the international scene.

‘New law tries to take away our voice’

Phillipines have passed the Anti-terrorism Law in the past few weeks, what does it mean and what does it mean to the climate activists in your country?

The anti-terrorism law in the Philippines has an overbroad and vague definition of terrorism, basically any form of dissent or even giving and holding donations for environmental defenders can be tagged as acts of terrorism. This law puts activists in danger and tries to take away our voice. Even before this law existed, the Philippines already had this stigma that it’s bad to protest and that you should just listen to the government – this is what a lot of parents tell their kids, but of course we don’t really listen to that.

We know that it is our right to protest and so students, along with different sectors of society, have always been very active in protests and in fighting for rights. The Philippines, even before this law, was also already known as one of the most dangerous countries in the world for environmental defenders and we can only expect that this law will make it worse.

‘My activism comes from love’

Climate activism can be very consuming for young people, so how do you take care of yourself, do you have any hobbies to take your mind off the climate crisis?

I like to listen to music or sounds of the ocean and paint (although usually what I paint is also related to climate activism), I also have a lot of plants and tending to them keeps me calm. I’ve also made some really good friends through climate activism and talking to them is a form of self care for me. Whenever I do feel overwhelmed, I also meditate and do breathing exercises and try to ground myself.

Although, I do have to say that I don’t get emotionally consumed that often with climate activism because at this point of my activism, it’s not so much coming from a place of anger, but from a place of love – love for the environment and love for the masses and the vulnerable, and it’s a much more sustainable driving force. This isn’t to say that I don’t get angry, I do — but it’s more of I’m angry because people are hurting what I love, so it’s a lot less tiring and emotionally draining.

What is your perception of the future in regards to the climate crisis? How do you envision yourself in 2030?

I honestly don’t know the answer to this question. In 2030, I envision myself still as an activist fighting for the environment with the people, fighting for social justice. I would like to believe that by 2030 world leaders would actually already be paying attention to the climate emergency, but this won’t happen without radical climate justice activism so we must keep calling leaders out and demanding for accountability and change.

It honestly feels impossible, and it’s unfair that the burden is on the youth and the vulnerable — but we’ll do it because we have to, not just for our future, but for the “today” of the vulnerable. We will continue to fight with the people until we truly achieve climate justice and social justice. If anyone can do the impossible, it’s us.

Tarım Bakanlığı’ndan iklim değişikliğine bağlı kuraklık alarmı

Tarım ve Orman Bakanlığı, “İklim Değişikliği ve Tarım” başlıklı bir rapor yayınladı. Raporda, önümüzdeki yıllarda Türkiye’nin geniş bölgelerinde kuraklık yaşanacağı belirtilerek, tarım politikalarının 2-3 derece sıcaklık artışı baz alınarak yapılması gerektiği vurgulandı.

Hürriyet’ten Meltem Özgenç‘in aktardığına göre, dünya genelinde 30 yıla kadar gıda fiyatlarında yüzde 85’e varan artışlar olabileceği ifade edilen raporda, Türkiye’nin son dönemlerde iklim değişikliğiyle mücadelenin hemen her alanında sürdürülebilir kalkınma ilkeleri çerçevesinde, politikalar oluşturduğu öne sürüldü. Dünyada iklim değişikliğinden en çok etkilenmesi beklenen bölgelerden biri olan Akdeniz Havzası’nda yer alan Türkiye’de, kuraklığın geniş bölgelerde hissedileceği ve aşırı sıcak günlerin sayısının artacağı öngörülen Bakanlık raporunda, bu sorunun ulusal anlamda ciddiyetle ele alınması gerektiğine dikkat çekildi.

Rapora göre, iklim değişikliğinin Türkiye’de beklenen etkileri şu şekilde:

  • Daha sıcak ve az yağışlı iklim koşulları görülecek.
  • Ekstrem meteorolojik olaylarda artış, su kaynaklarında azalma görülecek.
  • Kuraklık şiddetinde artış olacak, su ve toprak kalitesi bozulacak.
  • Ekosistemi bozulacak ve biyolojik çeşitlilik azalacak.
  • Ekolojik alanlarda kayma, tarımsal üretimde ve kalitede azalma yaşanacak.
  • Zararlılarda ve hastalıklarda artış görülürken, gübreleme ve ilaçlama sorunları olacak.
  • Sürdürülebilir gıda güvenliği sorunları baş gösterecek.

Bakanlığın raporunda sıcaklık artışıyla nelerin değişeceği ise şöyle sıralandı:

  • Küresel ortalama sıcaklıktaki her bir santigrat derece artışın, küresel ortalama arazi verimlerini buğdayda yüzde 6, mısırda yüzde 7.4, pirinçte yüzde 3.2 ve soya fasulyesinde yüzde 3.1 azaltacağı öngörülüyor.
  • Dünya genelinde 3 derecelik sıcaklık artışları için (2050 yılı civarında) yüzde 25-50 seviyesinde verim kayıpları yaşanacağı tahmin ediliyor.
  • Toprak verimliliğinin azalmasıyla birlikte topraktaki besin elementlerinde de azalmalar görülmekte. Bu durum da daha fazla kimyasal gübre kullanmaya zorluyor. 

2050’de tarım ve gıda üretimi en az yüzde 50 artırılmalı

Raporda yer alan bilgilere göre 21’inci yüzyılın stratejik sektörleri arasında gösterilen gıda sektörü, 2050’de 10 milyara ulaşacağı hesaplanan dünya nüfusunu beslemekte zorluk çekecek. Araştırmalar, bu yıla gelindiğinde tarım ve gıda üretiminin, bugünkü düzeyinden en az yüzde 50 oranında artırılması gerektiğini gösteriyor. IPCC’nin değerlendirme raporlarında da iklim değişikliğinin gıda fiyatlarında dünya genelinde yüzde 85’e varan artışların gerçekleşebileceğini öngörülüyor.

Ne yapmalı?

Tarım ve Orman Bakanlığı’nın raporunda bundan sonrası için yapılması gerekenler de sıralandı: 

  • Türkiye’nin önümüzdeki 10 ve 20 senenin tarım politikaları belirlenirken, 2-3 derece sıcaklık artışı ve bu artışın iklim üzerine yaratacağı etkiler varsayım senaryosu olarak ele alınmalı ve politika planları bu çerçevede yapılmalıdır.
  • Tarımın olumlu etkilenmesi için yapılabilecek uygulamalar arasında yağmur hasadı kullanılmalı.
  • Tasarruflu su kullanımı, doğrudan ekim yöntemi, rüzgar perdesi uygulanmalı.
  • Gübreleme, arazi toplulaştırma, organik tarım, biyoenerji kaynakları da uygulamalar arasında olmalı.
  • İklim değişikliğinin etkilerine hazırlıklı olmak için, tarımda iklim değişikliğine uyum seferberliğine geçilmeli.
  • İklim değişikliğine ‘uyum fonu’ acilen oluşturulmalı.
  • Düşük gelirli çiftçilere iklim değişikliğine uyum destekleri sağlanmalı.
  • Doğrudan ekim uygulamaları yaygınlaştırılmalı.
  • Yüzde 100 basınçlı sulamaya geçilmeli.
  • İklim bazlı dinamik tarımsal sigorta yaygınlaştırılmalı. 

Yenişehir Belediyesi iklim değişikliğine ‘dur’ diyor

Yenişehir Belediyesi‘nin 2020 yılı Ağustos ayı olağan meclis toplantısının birinci birleşimi, Belediye Başkanı Abdullah Özyiğit başkanlığında Yenişehir Belediyesi Atatürk Kültür Merkezi‘nde gerçekleştirildi. Başkan Özyiğit, Meclis toplantısının açılışında İklim ve Enerji için Avrupa Belediye Başkanları Sözleşmesi’ni imzaladı.

Yenişehir Belediyesi sözleşme ile 2030 yılına kadar sorumlu olduğu bölgede karbondioksit ve diğer sera gazı emisyonlarını en az yüzde 40 oranında azaltacak ve iyileştirilmiş enerji verimliliği ve yenilenebilir enerji kaynaklarının daha fazla kullanılmasını sağlayacak.

Mersin’de ilk belediye

Başkanlar Sözleşmesi’ni imzalayan Yenişehir Belediyesi, Türkiye’de sözleşmeye imza atan 23 belediye arasına girdi, Mersin’de ise Sözleşme’yi imzalayan ilk belediye oldu.

Belediyelerin Avrupa Birliği’nin iklim ve enerji ile ilgili hibe programlarına başvurmak için Sözleşme’yi imzalamış olması gerekiyor. Böylelikle Yenişehir Belediyesi, Avrupa Komisyonu ve Dünya Bankası gibi kurumlar tarafından yayımlanan hibe programlarından yararlanmak için projeler hazırlayabilecek.

İklim değişikliği ile ‘topyekun mücadele’

Sözleşmeyi imzalayan ve küresel ısınmanın iklim üzerinde yıkıcı etkiler oluşturduğunu söyleyen Yenişehir Belediye Başkanı Abdullah Özyiğit insan kaynaklı faaliyetlerin neden olduğu küresel ısınmanın iklim üzerinde yıkıcı etkiler oluşturması ve sera gazı emisyonlarının küresel ölçekte artmaya devam etmesi iklim değişikliklerine neden olduğunu belirtti ve bunun Türkiye‘yi ve tüm dünyayı tehdit ettiğini vurguladı:

Topyekûn bir davranış ve karşı duruş sergilenmesi gerekiyor bu maalesef Yenişehir Belediyesi’nin tek başına yapabileceği bir şey değildir. Küresel bazda iklim değişikliğinin önlenmesine yönelik bir çaba içine girmemiz gerekmektedir. Bugün itibariyle Avrupa Birliği iklim ve enerji hedeflerini uygulamaya kararlı 60 ülkeden gönüllü olan 10.180 belediyenin imza attığı sözleşmeye Yenişehir Belediyesi olarak biz de imza atıyoruz. Bunun izinlerini hem Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve hem de İçişleri Bakanlığı’ndan aldık ve 2020–2030 dönemi için bu sözleşmeye imza atan ilk belediye oluyoruz. Bölgemizde de tek belediyeyiz.

Sera gazları salınımı en az yüzde 40 azaltılacak

İklim değişikliğinin yıkıcı etkilerini azaltmak amacıyla bölgeye öncülük edecek bir adım atıldığını belirten Özyiğit, Sözleşme’nin imzacısı olarak “iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerinin azaltılması konusunda bölgelerine öncülük edecek ilk adımı attıklarını” söyledi ve kapsamında Yenişehir Belediyesi’nin 2030 yılına kadar kendi bölgesinde karbondioksit ve sera gazı emisyonlarını en az yüzde 40 azaltacağının sözünü verdi:

Yani yenilenebilir enerji kaynaklarının daha fazla kullanılmasını sağlayacak ve enerji verimliliğini arttıracağız. İklim değişikliğinin etkilerine uyum sağlayarak bölge direncini arttırmak gibi iki temel hedefi ortaya koyacağız.

Yenilenebilir Enerji ve İklim Eylem Planı hazırlanacak

Yenişehir Belediyesi Ömer Faruk İlbilgen Gündüz Bakımevi’ni yeşil bina olarak tasarladıklarını kaydeden Başkan Özyiğit, sözleşmeyle ayrıca hibe programlarından da yararlanacaklarını söyledi.

Başkan Özyiğit, Sözleşme kapsamında Yenilenebilir Enerji ve İklim Eylem Planı hazırlayacaklarını ifade etti:

Geçtiğimiz ay temelini attığımız Yenişehir Belediyesi Ömer Faruk İlbilgen Gündüz Bakımevi‘ni LEEDS Sertifikalı olarak yapıyoruz. LEEDS Sertifikalı demek yeşil bina demek. LEEDS Sertifikası’nın birçok koşulunu ilçemizde yapılacak inşaatlarda bir yönetmelik ile Meclis’e getireceğiz ve uygulamaya koyma konusunda bir çalışma yapacağız.

Bu hedeflere ulaşmak için Temel Emisyon Envanteri ve İklim Değişikliği Risk ve Zaafiyet Değerlendirmesi yapacağız. Elde edilen veriler ışığında “Yenilenebilir Enerji ve İklim Eylem Planı” hazırlanarak, bu plan doğrultusunda çalışmalar yürüteceğiz.

Eylem planın gerçekleştirilmesi için Avrupa Komisyonu ve Dünya Bankası gibi kurumlar tarafından yayımlanan hibe programları için projeler hazırlanacak ve alınacak geri ödemesiz fonlarla ülkemize ve ilçemize büyük miktarda döviz girdisi sağlanacak. İklim ve Enerji için Avrupa Belediye Başkanları Sözleşmesinin kentimize hayırlı olmasını diliyorum.

Avustralya’da bir tesis birayı elektrik enerjisine dönüştürüyor

Koronavirüs salgını nedeniyle Australya Pub’larının depolarında milyonlarca litre bira bayatlamaya yüz tutmuş halde bekleyedursun, Güney Avustralya’nın Adelaide kentinin batısındaki Glenelg Atık Su Arıtma Tesisi, birayı; diğer atıklar ve lağım sularıyla birleştirilerek biyogaza dönüştürüyor.

Biranın enerjiye dönüşümü basitçe biyogaz salgılayan doğal bakterilerin büyük tanklarda ve yüksek sıcaklıklar altında birayı biyolojik olarak parçalaması işlemine dayanıyor. Bu sürecin sonunda açığa çıkan elektrik enerjisi, tüm tesisin çalıştırılmasında kullanılıyor.

https://www.instagram.com/p/CDd_Ko2o295/?utm_source=ig_embed

Euronews‘ün aktardığına göre, her hafta 150 bin litre tarihi geçmiş birayı alarak yeniden işleyen ve toplamda 1.200 eve yetecek enerji elde eden tesis, böylelikle yalnızca bir ay içinde yenilenebilir enerji miktarını 654 megavatsaate yükseltti.

Sürecin atık su tesisinde rekor enerji üretimini sağladığını belirten SA Water Yöneticisi Lisa Hannant, tesise bağışlanan birayı “sıvı altın” olarak nitelendiriyor.

Yenilenebilir enerji elde etmek için bira kullanmak, endüstrilerin Covid-19 kısıtlamaları sırasında almaya mecbur olduğu uygun önlemlere yalnızca bir örnek. Hannant durumu şöyle özetliyor:

Sektör sağlam kaldı. Bunu yaparken de hem kaynaklarının boşa gitmesini engellediler hem de çevre için olumlu bir sonuç yarattılar.

Merkez Bankası, bankaların APİ likidite limitlerini sıfırladı

Türk Lirası’nın yaşadığı yüksek değer kaybının ardından “piyasada oluşan aşırı oynaklığın azaltılması için tüm araçların kullanılacağını” söyleyen Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB) bu yönde adımlar atmaya devam ediyor.

TCMBnin resmi internet sitesinden yapılan duyuruda, “likidite yönetimi çerçevesinde 12 Ağustos 2020 tarihinden geçerli olmak üzere piyasa yapıcı bankalara Açık Piyasa İşlemleri (APİ) çerçevesinde tanınan likidite imkan limitlerinin sıfırlandırıldığı” belirtildi.

TCMB, koronavirüs salgını sonrası normalleşme adımları çerçevesinde, geçen hafta itibarıyla bankaların fonlama maliyetini yükseltmeye başlamıştı.

TCMB geçtiğimiz günlerde Hazine ve Maliye Bakanlığı’nca “piyasa yapıcı banka” olarak beirlenen 11 bankaya APİ çerçevesinde tanınan likidite imkanlarını yarıya düşürmüştü.

Lübnan’da protestolar hükümeti düşürdü: Başbakan Diyab da istifa etti

Daha önce dört bakanın istifa ettiği ülkede dünkü son kabine toplantısında hükümet toplu istifa kararı aldı. Sağlık Bakanı Hamad Hassan, toplantıda tüm bakanların istifasını Başbakan Hassan Diyab’a sunduğunu söyledi.

Ardından kendi de istifa ettiğini duyuran Başbakan Diyab, “Daha önce yolsuzluğun devletin tüm kademelerinde var olduğunu söyledim. Bugün ortaya çıkıyor ki yolsuzluk sistemi devletten büyüktür, devlet söz konusu yolsuzlukla mücadele edemiyor” diye konuştu.

Patlamadan hükümet sorumlu tutuluyor

Lübnan’da son dönemde yaşanan ekonomik krizden kaynaklanan protesto dalgasının ardından geçen hafta Beyrut Limanı‘nda meydana gelen büyük facia, ülkede yeni bir toplumsal öfke dalgasına yol açmıştı. Patlamadan hükümeti sorumlu tutan Lübnanlılar günlerdir sokaklarda büyük gösteriler gerçekleştiriyor.   

Ülkenin geldiği bu aşamada vatandaşla birlikte değişim hareketine katılmak üzere bir adım geri gideceklerini kaydeden Diyab, “Ülkenin kurtarılması için bir kapı açmak istiyoruz, bu nedenle de hükümetin istifasını duyuruyorum.” ifadelerini kullandı.

Cumhurbaşkanı’na istifa çağrısı

Ancak hükümetin ve başbakan’ın istifası halkı tatmin etmedi. Hükümetin istifa haberinin gelmesi üzerine başkenttin merkezinde toplanan yüzlerce kişi Cumhurbaşkanı Mişle Avn ve parlamentodaki siyasi partilerin de istifa etmeleri talebiyle Meclis binasına doğru yürüyüş geçti.

Öfkeli göstericiler ile kendilerine göz yaşartıcı gazla müdahale eden güvenlik güçleri arasındaki olaylar halen devam ediyor.

Soruşturma Adalet Konseyi’nde

Bu arada Lübnan hükümeti istifa öncesi Beyrut Limanı’ndaki patlamayla ilgili soruşturmayı Adalet Konseyi’ne devrettiği belirtildi.

Lübnan’ın resmi ajansı NNA‘da yer alan habere göre, Cumhurbaşkanı Avn, sabah saatlerinde telefonda görüştüğü Başbakan’a Beyrut’ta deprem etkisi yaratan patlamayla ilgili soruşturma yetkisini devretmesi talebinde bulundu. Bunun üzerine Diyab da yetkiyi Adalet Konseyi’ne devretti.

Lübnan Adalet Konseyi, ulusal güvenliğe yönelik tehditlerin yanı sıra terör ve silah ticareti gibi özel konuların görüldüğü mahkeme olarak biliniyor.

Ne olmuştu?

Beyrut Limanı‘nda 4 Ağustos’ta patlayıcı maddelerin bulunduğu 12 numaralı depoda önce yangın çıkmış ardından tüm kenti sarsan çok güçlü patlama meydana gelmişti. Patlamada, 158 kişinin hayatını kaybettiği, yaklaşık 6 bin kişinin yaralandığı açıklanmıştı.

Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Avn, patlamaya 6 yıldır Beyrut Limanı’ndaki bir depoda tutulan 2 bin 750 ton amonyum nitrat maddesinin yol açtığını söylemişti. Bu açıklamanın ardından sosyal medyanın yanı sıra Lübnan ve dünya basınında birçok soru ve ihmal iddiaları gündeme gelmişti. 

Türkiye’de koronavirüs: 14 kişi daha yaşamını yitirdi, 1.193 yeni tanı.

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Türkiye’de koronavirüs nedeniyle son 24 saatte 14 kişinin daha hayatını kaybettiğini, 1193 yeni vaka tespit edildiğini açıkladı. Böylece toplam ölü sayısı 5 bin 858’e, vaka sayısı 241 bin 997’ye yükseldi.

Bakan Koca’nın paylaşımı şöyle:

Test sayımız salgın boyunca en yüksek olduğu seviyeye yakın. 60 yaş ve üzeri aktif hastaların toplam hasta içindeki oranı, ülke geneline bakıldığında, %20-25 aralığında seyrediyor. Gümüşhane ve Uşak, %35 ile bu açıdan en yüksek orana sahip.”

Türkiye’de ilk koronavirüs vakası 11 Mart’ta tespit edildi. O günden bu yana alınan önlemler kademeli olarak hafifletildi. 1 Haziran’dan itibarense “kontrollü normalleşmeye” geçildi. Normalleşme tablosu şu şekilde:

1 Haziran: 827 vaka, 23 ölüm (31.525 test)
2 Haziran: 786 vaka, 22 ölüm (32.325 test)
3 Haziran: 867 vaka, 24 ölüm (52.305 test)
4 Haziran: 988 vaka, 21 ölüm (54.234 test)
5 Haziran: 930 vaka, 18 ölüm (57.829 test)
6 Haziran: 878 vaka, 21 ölüm (35.846 test)
7 Haziran: 914 vaka, 23 ölüm (35.335 test)
8 Haziran: 989 vaka, 19 ölüm (39.361 test)
9 Haziran: 993 vaka, 18 ölüm (37.225 test)
10 Haziran: 922 vaka, 22 ölüm (36.521 test)
11 Haziran: 987 vaka, 17 ölüm (49.190 test)
12 Haziran: 1195 vaka, 15 ölüm (41.013 test)
13 Haziran: 1459 vaka, 14 ölüm (45.092 test)
14 Haziran: 1562 vaka, 15 ölüm (45.176 test)
15 Haziran: 1592 vaka, 18 ölüm (42.032 test)
16 Haziran: 1467 vaka, 17 ölüm (46.800 test)
17 Haziran: 1429 vaka, 19 ölüm (52.901 test)
18 Haziran: 1304 vaka, 21 ölüm (48.412 test)
19 Haziran: 1214 vaka, 23 ölüm (41.316 test)
20 Haziran: 1248 vaka, 22 ölüm (41.112 test)
21 Haziran: 1192 vaka,23 ölüm (40.496 test)
22 Haziran: 1212 vaka, 24 ölüm (41.413 test)
23 Haziran: 1268 vaka, 27 ölüm (42.982 test)
24 Haziran: 1492 vaka, 24 ölüm (53.486 test)
25 Haziran: 1458 vaka, 21 ölüm (52.303 test)
26 Haziran: 1396 vaka, 19 ölüm (51.198 test)
27 Haziran: 1372 vaka, 17 ölüm (45.213 test)
28 Haziran: 1356 vaka, 15 ölüm (48.309 test)
29 Haziran: 1374 vaka, 18 ölüm (51.014 test)
30 Haziran: 1293 vaka, 16 ölüm (50.492 test)

1 Temmuz: 1192 vaka, 19 ölüm (52.313 test)
2 Temmuz: 1186 vaka, 17 ölüm (49.714 test)
3 Temmuz: 1172 vaka, 19 ölüm (52.141 test)
4 Temmuz: 1154 vaka, 20 ölüm (48.248 test)
5 Temmuz: 1148 vaka, 19 ölüm (46.414 test)
6 Temmuz: 1086 vaka, 16 ölüm (52.193 test)
7 Temmuz: 1053 vaka, 19 ölüm (50.545 test)
8 Temmuz: 1041 vaka, 22 ölüm (49.302 test)
9 Temmuz: 1024 vaka, 18 ölüm (50.103 test)
10 Temmuz: 1003 vaka, 23 ölüm (48.787 test)
11 Temmuz: 1016 vaka, 21 ölüm (48.813 test)
12 Temmuz: 1012 vaka, 19 ölüm (45.232 test)
13 Temmuz: 1008 vaka, 19 ölüm (46.492 test)
14 Temmuz: 992 vaka, 20 ölüm (43.231 test)
15 Temmuz: 947 vaka, 17 ölüm (42.320 test)
16 Temmuz: 933 vaka, 21 ölüm (42.411 test)
17 Temmuz: 926 vaka, 18 ölüm (41.215 test)
18 Temmuz: 918 vaka, 17 ölüm (40.943 test)
19 Temmuz: 924 vaka, 16 ölüm (41.310 test)
20 Temmuz: 931 vaka, 17 ölüm (43.404 test)
21 Temmuz: 928 vaka, 18 ölüm (42.846 test)
22 Temmuz: 902 vaka, 19 ölüm (43.404 test)
23 Temmuz: 913 vaka, 18 ölüm (43.343 test)
24 Temmuz: 937 vaka, 17 ölüm (42.986 test)
25 Temmuz: 921vaka, 16 ölüm (43.312 test)
26 Temmuz: 927 vaka, 17 ölüm (40.016 test)
27 Temmuz: 919 vaka, 17 ölüm (45.283 test)
28 Temmuz: 963 vaka, 15 ölüm (47.412 test)
29 Temmuz: 942 vaka, 14 ölüm (45.712 test)
30 Temmuz: 967 vaka, 15 ölüm (43.236 test)
31 Temmuz: 982 vaka, 17 ölüm (46.492 test)

1 Ağustos: 996 vaka, 19 ölüm (44.846 test)
2 Ağustos: 987 vaka, 18 ölüm (40.287 test)
3 Ağustos: 995 vaka, 19 ölüm (41.301 test)
4 Ağustos: 1083 vaka, 18 ölüm (46.249 test)
5 Ağustos: 1178 vaka, 19 ölüm (53.842 test)
6 Ağustos: 1153 vaka, 14 ölüm (54.494 test)
7 Ağustos: 1185 vaka, 15 ölüm (56.726 test)
8 Ağustos: 1172 vaka, 16 ölüm (63.842 test)
9 Ağustos: 1182 vaka, 15 ölüm (61.446 test)
10 Ağustos: 1193 vaka, 14 ölüm (62.219 test)

Mauritius’da doğa felaketi: 4 bin ton petrol denize akıyor

Hint Okyanusu‘ndaki Mauritius açıklarında bulunan resiflere çarpan Japon tankeri, geniş bir alanda büyük bir çevre kirliliği yarattı. Tankerde bulunduğu belirtilen 4 dört bin tonluk yakıtın yaklaşık 1000 ton kadarı denize yayıldı, bir kısmı sahile ulaştı. Kalan yakıtın da ikiye bölünme riski taşıyan gemiden denize akması an meselesi.

MV Wakashio adlı tanker, 25 Temmuz’da Çin‘den Brezilya‘ya giderken, ada açıklarındaki bir mercan resifine çarparak karaya oturmuştu. Olaya geç müdahale etmekle suçlanan hükümet, geçen hafta sonu “çevre acil durumu” ilan etti. 

1,3 milyon nüfuslu ada ülkesinin her yerinden gönüllüler, çevre felaketi ile mücadele için kazanın yaşandığı bölgeye gitti. Sızıntı alanı civarındaki, büyük tehdit altında olan vahşi yaşamı kurtarmak için çalışan çevre gönüllüleri, bölgedeki bebek kaplumbağaları ve ender görülen bitkileri koruma amaçlı başka bölgelere taşıyor. Petrole karşı emici olması nedeniyle saç bağışı kampanyası da başlatıldı.

Petrol tankerinin sahibi olan Japon şirket ise  kamuoyu önünde bir özür açıklaması yaptı.  Gemideki yakıtın 500 tonunun boşaltıldığını, 2500 ton yakıt kaldığını açıklayan şirket CEO’su Akihiko Ono, “Sebep olduğumuz bu büyük sorun için çok içten ve derinden özür diliyoruz. Bu sorunu çözmek için elimizden gelen her şeyi yapacağız” dedi.

Fransa da eski sömürgesi, olan adaya hükümetin yardım talebi üzerine kirlenme kontrol ekipmanların bulunduğu bir askeri yardım gemisi gönderdi.  Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron Twitter üzerinden başbakanın talebine cevap vererek “Biyoçeşitlilik tehdit altında olduğunda acil adımlar atılmalı. Fransa burada, Mauritius halkının yanında. Yardımcı olacağımızdan emin olabilirsiniz” dedi. Halen Fransa’ya bağlı, Mauritius’un en yakın komşusu Reunion adası da durumu kontrol altına almak için gerekli ekipmanların bölgeye gönderildiğini açıkladı.

Gemi ikiye ayrılabilir

Öte yandan Mauritius Başbakanı Pravind Jugnauth, yükünün önemli bir bölümünü sızdıran ancak hâlâ 2 bin 500 ton kadar petrol taşıyan tankerin parçalanma riski bulunduğunu uyarısı yaptı.

Jugnauth, ekiplerin şimdilik sızıntıyı durdurduğunu ancak en kötüsüne hazırlandıklarını söyledi: Çatlaklar büyüyor. Durum çok daha kötü. Tankerin ikiye ayrılma riski bulunuyor”

Uzmanlar, bu ihtimalin gerçekleşmesi halinde halihazırda kırılgan bir ekosisteme sahip olan ada ülkesi için yıkıcı olacağını, ayrıca ülke ekonomisini de sarsacağını belirtiyor.

Mauritius Vahşi Yaşam Vakfı’ndan Jean Hugues Gardenne, Associated Press’e “Büyük soru bu,” dedi. “Bu gemi neden o mercan resifinde uzun süredir duruyor ve hiçbir şey yapılmıyor?”

Ülkede yaşanan ilk petrol sızıntısı olduğunu belirten Gardenne, belki de hiç kimsenin geminin parçalanmasını beklemediğini kaydetti. Günlerce, bir kurtarma ekibinin gelip çalışmaya başlamasını beklediklerini anlatan Gardanne, “Gelip gidip tehlikeli bir şekilde eğilmiş gemiye baktılar, ancak okyanus dalgaları gemiyi hırpalamaya devam etti” diye konuştu. 

Greenpeace‘in eski stratejisti ve temizliğe yardımcı olan çevre uzmanı Sunil Dowarkasing da en kötü etkilenen bölgelerden biri olan Mahebourg‘da çalışan tüm gönüllülerin siyah petrolle kaplı olduğunu anlattı. Dovarkasing, “Bu hasardan asla kurtulamayacağız. Yapabileceğimiz tek şey elimizden geldiğince hafifletmeye çalışmak” dedi.

Bölgede hakim olan şiddetli rüzgarların petrol tabakasını anakara kıyısı boyunca daha da uzağa itmesi bekleniyor. 

Koronavirüs salgınının etkileri ile mücadele eden Mauritius ekonomisi, deniz ürünleri merkezli besine ve turizme dayanıyor.Ülke Fransa ile halen sıkı ticari bağlara sahip.