Ana Sayfa Blog Sayfa 1890

Antalya’da karaya vuran balinanın midesinden plastik çıktı

Türk Deniz Araştırmaları Vakfı (TÜDAV), 14 Ağustos tarihinde Antalya‘nın Kumluca ilçesi sahilinde karaya vurduktan sonra gömülen yaklaşık 13 metre boyundaki kaşalot balinasının olduğu yerden çıkartılması için çalışma başlattı. Yapılan hazırlıkların ardından iş makinesinin yardımıyla kaşalot balinası, gömülü olduğu yerden çıkartılıp İstanbul’a getirildi.

AA’dan Hikmet Faruk Başer’e konuşan İstanbul Üniversitesi (İÜ) Su Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi ve Türk Deniz Araştırmaları Vakfı (TÜDAV) Başkanı Prof. Dr. Bayram Öztürk, kaşalot balinasının 14 Ağustos’ta Kumluca’da karaya vurduğunu söyledi.

Fotoğraf: Türk Deniz Araştırmaları Vakfı – Anadolu Ajansı

‘Plastik çöplere karşı savunmasızlar’

Kaşalot balinasının önemli bir canlı türü olduğunu belirten Öztürk, “Gömülen kaşalot balinasını (Physeter macrocephalus), bilimsel çalışmalarda kullanmak ve iskeletini müze materyali haline getirmek için gömüldüğü kumsaldan çıkarttık ve İstanbul’a getirdik. Çıkartma işlemi sırasında hiçbir kemiğe zarar gelmemesi için çok dikkatli çalıştık” dedi.

Prof. Dr. Öztürk, balinayı çıkartırken hayvanın midesinde ana besin kaynağı olan kafadan bacaklıların çeneleri ile plastik çöpler bulduklarını ifade ederek, şunları söyledi:

Son yıllarda denizel çöpler bütün deniz canlıları için büyük bir tehdit oluşturmaya başladı. Hayvanın ölüm sebebini bilmiyoruz ama Akdeniz’in dalış rekortmenlerinden biri olan bu türün bile deniz çöplerine karşı savunmasız olduğunu görmek çok üzücü.

Fotoğraf: Türk Deniz Araştırmaları Vakfı – Anadolu Ajansı

İspermeçet balinası olarak da bilinen bu türün, ülkemiz sularında daha sık Fethiye-Antalya ve Çeşme-Sığacık açıklarında görüldüğünü belirten Öztürk, “Akdeniz’de dünya okyanuslarından ayrı bir alt popülasyonu olan bu türün nesli tehlike altında. Bu tehditlerin başında gemi kaynaklı çarpışmalar ve kullanımı yasak olan akıntı ağları geliyor” ifadelerini kullandı.

Maraş kıyıları 46 yıl sonra açılıyor

Kıbrıs‘ın bir zamanlar en ünlü noktalarından biri olan ve 1974’ten bu yana BM denetiminde iskana kapalı tutulan Maraş perşembe günü açılıyor. 

11 Ekim’de KKTC’de yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerine aday olan KKTC Başbakanı Ersin Tatar, açıklamayı oylama öncesi geldiği Ankara’da yaptı. Tatar, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘la ortak basın toplantısında “Maraş meselesini milli bir dava olarak görüyoruz. Herkesi bu milli davaya sahip çıkmaya davet ediyorum” dedi.

‘Halkımız Maraş sahilinden istifade edecek’

Tatar’ın konuşmasının devamında şunları söyledi:

Toprağımızın kamuya ait olan sahil ve demokrasi caddeleriyle kıyı bölgesini halkımızın istifadesine sunmak üzere fiilen çalışmalarımızı başlatıyoruz. Perşembe günü halkımızın Maraş sahilinden istifade etmesine başlayacağız.

Erdoğan ise “Maraş’ın KKTC toprağı olduğunu” ve “buradaki tasarruf hakkı da Kıbrıs Türk makamlarına ait olduğunu” söyledi ve şöyle konuştu:

Sizi bu cesur kararınız için şahsım, milletim adına tebrik ediyorum. Hiçbir özel mülk bulunmaması sebebiyle bir mağduriyete yol açılmayacağı için karşı tarafın itirazları şimdiden boşa çıkmıştır.

1974’ten beri iskana kapalı tutulan Maraş’ın açılması, adadaki iki halk arasındaki en tartışmalı konu başlıklarından biri.

Başakşehir Çam ve Sakura Şehir Hastanesi’nde sağlık çalışanları eylemde

Başakşehir Çam ve Sakura Şehir Hastanesi‘nde doktorlar ve sağlık çalışanlarının, haziran ve temmuz ayı ek ödemelerinin ödenmemesi ve düzgün ödeme alamaması nedeniyle hastanedeki protestosu ikinci gününde.

“Hastayı bina değil, biz iyileştiriyoruz’

“Hastaları binalar değil bizler iyileştiriyoruz” denilen açıklamada, şunlar kaydedildi:

Bizler Çam ve Sakura Şehir Hastanesi’nin sağlık çalışanları olarak şantiye halinden beri burada çalışıyoruz. Hastanede çalışan hekimlerin büyük kısmı görevlendirme ve mecburi hizmete gelenlerden oluşmaktadır. Buna rağmen ilk hasta kabulünden günümüze kadar 10 bini aşkın ameliyat, yüz binlerce poliklinik hizmeti verdik. En başında tanışma toplantısında biz sağlık çalışanlarına ‘hoş geldiniz’ denilmesinin ardından ‘herkes rahat olsun kimse mağdur edilmeyecek’ diye söz verildi. Temiz hastane ilan edildi, ancak pandemi nedeni ile artan iş yükü altında hizmet veriyoruz. Milletimize hizmet vermeye de talibiz.”

‘Yüzünü göremediğimiz ailemize geçim sıkıntısı yaşatmak ağır geliyor’

Ancak unutulmamalı ki, bizler aynı zamanda aile geçindiriyoruz, anayız, babayız. çocuklarımızın geçim sorumluluğu da üzerimizde. Yüzünü bile göremediğimiz ailemize geçim sıkıntısı yaşatmak ağır geliyor” ifadelerini yer verilen açıklama, şöyle devam etti:

Ne yazık ki bu yoğun çalışma şartlarında aylardır doğru düzgün ödeme alamıyoruz. 4 kalemde yatması gereken maaşların bir kısmı ödenmiyor. Nöbet ücretleri aylarca yatırılmadı. Döner sermaye ödemleri yapılmadı. Bizlere hayatımızın en yoğun çalışma döneminde en az ücret verilmesi, normal zamanlarda yatan ücretlerin bile ödenmemesi bizleri bunalıma sokmaktadır. Tükeniyoruz! Sağlıkta performans sistemi ile parçalara bölünen maaşımızın düzenli yatmaması, çalışarak hak ettiğimizin, ödemeye gelince lütufmuş gibi dillendirilmesi, aldığımız maaşların gelecekte emekliliğe yansımaması, çalıştığımızın ücreti için ağız açmak zorunda bırakılmak bizlere ağır geliyor. Tükeniyoruz! Pandemi döneri diye açıklanan, ağustos-ekim dönemi genelgesi daha büyük mağduriyet oluşturmaktadır.”

‘Ek ödemeler yapılsın’

Sağlık çalışanları taleplerini şöyle sıraladı:

  • Sağlıkta şiddetin önlenmesi, bunun çözümü için sağlık çalışanları ile çalışılması,
  • Çalıştığımız haziran-temmuz ek ödemelerinin yapılması,
  • ‘Yeni açılan sağlık kuruluşları il sağlık müdürlüğünce ek ödeme açısından desteklenir’ genelgesi gereği hastanemiz sağlık çalışanlarının 1 yıl boyunca desteklenmesi,
  • Tek kalemde, emekliliğimize yansıyan maaş istiyoruz.

Açıklama şöyle sonlandırıldı: “Bizler eylemlerimizi bilimsel çalışmalarla yapmak istiyoruz. Alkışlanmak da, şiddet görmek de istemiyoruz. İyi hekimlik, insani şartlar ve tüm sağlık çalışanlarına adil ücret istiyoruz. Bu noktada bizleri destekleyen tüm sağlık çalışanlarına, milletimize teşekkür ediyoruz.”

Ruh sağlığı sorunu olan yüzbinlerce insan zincire vuruluyor

İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün (HRW) hazırladığı raporda, 60 ülkede ruh sağlığı sorunu olan yüz binlerce insanın zincirlenmiş halde yaşadığı kaydedildi. Asya, Afrika, Avrupa, Orta Doğu ve Amerika‘da, aralarında on yaşından küçük çocukların da bulunduğu insanların düzenli olarak zincirlendiği ya da kapalı alanlarda tutulduğu tespit edildi.

“Zincirlerle Yaşamak: Dünya Çapında Psikososyal Engelli İnsanların Zincirlenmesi” başlıklı raporda, akıl sağlığı sorunları olan kişilerin aileleri tarafından zorla kendi evlerinde veya aşırı kalabalık yerlerde ve sağlıksız koşullarda alıkonulduğu belirtildi. Birçok insanın dar alanlarda uyumaya, yemek yemeye ve ihtiyaçlarını karşılamaya zorlandığı aktarıldı.

Pek çok ülkede var

Bazı ülkelerde, hükümet tarafından işletilen veya özel kurumlarda, insanların fiziksel ve cinsel şiddete maruz kaldığı kaydedildi. Raporda aynı zamanda, bazı ülkelerde son çare olarak sağlık hizmetlerine başvurulduğu, öncelik olarak “geleneksel şifacılara” danışıldığı ifade edildi.

Araştırmada, Afganistan, Burkina Faso, Kamboçya, Çin, Gana, Endonezya, Kenya, Liberya, Meksika, Mozambik, Nijerya, Sierra Leone, Filistin, Somali, Güney Sudan ve Yemen‘de yapılan saha araştırmalarına da yer verildi.

Zincire vurmanın yaygın ve acımasız bir uygulama olduğunu söyleyen HRW‘den Kriti Sharma şu yorumda bulundu:

İnsanlar yıllarca bir ağaca zincirlenmiş, bir kafese veya koyun ahırına kilitlenmiş halde yaşamaya mecbur bırakılabilir çünkü aileler başa çıkmakta zorlanır ve hükümetler yeterli akıl sağlığı hizmetleri sunamaz.

(…) Dünyanın dört bir yanındaki yüz binlerce insanın zincire vurulmuş halde olması, izole edilmesi ve istismara uğramaları dehşet verici. Hükümetler bu sorunu örtbas etmeyi bırakmalı ve hemen harekete geçmelidir.

Dünya genelinde tahmini olarak 792 milyon insan veya her 10 kişiden biri ya da her beş çocuktan biri akıl sağlığı sorunları yaşıyor. Ancak hükümetler, sağlık bütçelerinin yüzde ikisinden azını akıl sağlığı tedavilerine ayırıyor.

2020 Nobel Fizik Ödülü kara deliklerin keşfine katkı sağlayan üç bilim insanına verildi

Nobel Fizik Ödülü, bu yıl, kara deliklerin keşfine katkı sağlayan çalışmalarından dolayı İngiliz matematiksel fizikçi Roger Penrose, Alman astrofizikçi Reinhard Genzel ve Amerikalı gök bilimci Andrea Ghez arasında paylaştırıldı.

AA’nın aktardığına göre yapılan açıklamada, bu yılın ödül sahiplerinin kainatın en gizemli fenomenlerinden biri olan kara deliklerle ilgili keşiflerin öncüleri olduğu vurgulandı.

Penrose, genel görelilik teorisinin varsayımlarının kara deliklerin oluşumu gerektirdiği fikrini ilk kez ortaya koyarken, Genzel ve Ghez, Samanyolu Galaksisi’nin merkezindeki aşırı ağırlıktaki kütle çekim merkezinin yıldızların yörüngelerini etkileyen bir kara delik olduğunun keşfine götüren çalışmalara öncülük etti.

Roger Penrose

Birleşik Krallık’ta doğan matematiksel fizikçi, matematikçi ve bilim felsefecisi Roger Penrose, 1931’de İngiltere’nin Colchester kentinde dünyaya geldi. Londra Üniversitesi Akademisi’nde matematik eğitimi gördü. Geometri ve astronomi alanında araştırmalar yapan Penrose, Albert Einstein‘in genel görelilik teorisine yaptığı matematiksel katkılarla tanındı.

Penrose, özgün matematiksel yöntemler kullanarak kara deliklerin Einstein’in genel görelilik teorisinin doğrudan sonucu olacağını ortaya koydu. Einstein’ın kendisi, içine aldığı her şeyi yutup yok eden, ışığın bile kaçamayacağı süper-dev kara delikleri bir varsayım olarak kabul etmekle birlikte, gerçekte var olduklarına inanmıyordu.

Penrose, Ocak 1965’te, Einstein’ın ölümünden 10 yıl sonra yazdığı makaleyle kara deliklerin gerçekte oluşabileceğini ispatlamakla kalmayıp detaylı bir tanımını yaptı. Buna göre kara delikler, doğanın bilinen yasalarının işlerliğini kaybettiği bir “tekilliği” içinde barındırıyordu.

Penrose’un makalesi halen bilim dünyası tarafından Einstein’in teorisine kendisinden sonra yapılan en önemli katkı olarak değerlendiriliyor.

Reinhard Genzel ve Andrea Ghez

1952 yılında Almanya’da doğan Reinhard Genzel, Bonn Üniversitesi’ndeki fizik öğreniminin ardından, aynı kentteki Max Planck Enstitüsü’nde radyo astronomi alanında çalışmalar yaptı. Burada 1990’lı yıllardan itibaren Samanyolu Galaksisi’nin merkezindeki çok parlak ve yoğun astronomik radyo kaynağı olan “Sagittarius A” bölgesi üzerine yapılan gözlem ve araştırmalara öncülük etti.

1965 yılında ABD’nin New York şehrinde doğan Andrea Ghez de ilk kadın astronot olma hayaliyle başladığı bilim yolculuğunda Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde (MIT) fizik dalında lisans ve Kaliforniya Teknoloji Üniversitesi’nde (Caltech) yüksek lisans dereceleri aldı.

Ghez, Hawaii eyaletindeki W. M. Keck Gözlemevindeki optik ve kızılötesi teleskoplarla Sagittarius A bölgesini incelemek üzere çalışmalar yürüttü.

Genzel ve Ghez, öncülük ettikleri çalışmalarda, bölgedeki yıldızların devinimlerinde hareketle yaptıkları analizlerde, bu bölgeye yakın yıldızların görünmez ve çok ağır bir kütlenin çekim etkisinde olduklarını ortaya koydu. Güneş Sistemi’nden daha küçük bir alanda Güneş’ten 4 milyon kat daha güçlü bir çekim alanı oluşturan bu kütlenin bir süper-dev kara delik olduğunu güçlü kanıtlarla ortaya koydu.

Ghez, ödülü kazanan dördüncü kadın oldu

Ödül sahiplerinden Amerikalı gökbilimci Ghez, 1901’den bu yana ödülü kazanan dördüncü kadın oldu. 1903’te Marie Curie, 1963’te Maria Goeppert-Mayer ve 2018’de Dana Strickland ödülün sahibi olmuştu.

Penrose, Genzel ve Ghez, ödülün yanı sıra 10 milyon İsveç Kronu (1 milyon 122 bin 45 dolar) para armağanını da paylaşacak.

Nobel Fizik Ödülü

Nobel Fizik Ödülü, 1901’den bu yana her yıl fizik alanında insanlığa önemli katkı sunan kişilere veriliyor. Ödül, 1901 ile 2019 yılları arasında 113 kez verilmişti. Toplam 212 kişinin layık görüldüğü ödüllerden 32’si iki kişi, 34’ü ise üç kişi arasında paylaştırılmıştı.

Ödül geçen yıl, “evrenin yapısının ve geçmişinin anlaşılmasına yardımcı olan keşiflerinden ötürü” Kanadalı fizikçi ve teorik kozmolog James Peebles, İsviçreli astrofizikçi Michel Mayor ile İsviçreli gök bilimci Didier Queloz‘e verilmişti.

Çocuklarına cinsel istismardan yargılanan babaya ‘takdir indirimi’

Konya‘da oğlu ile kızına cinsel istismarda bulunduğu iddiasıyla tutuklu yargılanan A.K., 43 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasına çarptırıldı. Saadet Öğretmen Çocuk İstismarı ile Mücadele Derneği (UCİM) avukatlarından Ahmet Emre Horzum, cezada indirim uygulanmasına tepki göstererek, kararı istinafa taşıyacaklarını söyledi.

‘Aldatma ve iftira’ savunması

Sanık A.K., Seydişehir Ağır Ceza Mahkemesi‘ndeki duruşmalarda suçlamaları kabul etmedi ve kendisini aldattığını öne sürdüğü eşinin iftira attığını söyledi. Bugün son kez hakim karşısına çıkan A.K., savunmasında daha önceki ifadelerini tekrar ettiğini belirterek, ”Çocuklarımı bana karşı kışkırtarak, onur ve haysiyetimi zedeleyici iftirada bulunan Z.K.’nin (anne) asıl olarak cezalandırılması gerekmektedir. Beraatimi ve tahliyemi istiyorum” dedi. 

Savcının mağdurların beyanlarının samimi ve tutarlı olduğunu, , baba hakkındaki suçlamaların sabit olduğu yönündeki mütaalasına rağmen,  mahkeme heyeti A.K.’yi erkek çocuğuna yönelik ‘çocuğun nitelikli cinsel istismarı, cinsel amaçla kişiyi hürriyetinden yoksun kılma’ suçlarında mağdurun babası olması nedeniyle cezası artırılıp, takdir indirimi kullanılarak 27 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırdı. Heyet A.K.’nın kızına yönelik ‘çocuğun cinsel istismarı’ suçundan da aynı şekilde cezası artırılıp, takdir indirimi kullanılarak 15 yıl 7 ay 15 gün hapis cezası kararı verdi.   

Takdir indirimine tepki

Aileye destek olmak için duruşmaya giden UCİM avukatlarından Horzum, mahkemenin takdir indirimi uygulamasına tepki gösterdi. Horzum, ”Bu tarz olaylarda takdir indirimi uygulanmasını kabul etmiyoruz. O yüzden İstinaf’a başvuracağız. Biz, bugün burada olmasaydık, maalesef sanık tarafından aile baskı altına alınacak ve belki de bu karar çıkmayacaktı” diye konuştu. 

Malatya’nın dört bir yanı maden işgali altında

Yüzlerce endemik türe ve zengin bir yaban hayatına ev sahipliği yapan Malatya ili ve çevresi mevcutta işletilenlerin yanı sıra yeni yapılacak maden ocaklarının tehdidi altında.

Ağustos ayının ortalarında Arguvan, Arapkir ve Hekimhan ilçelerinin kırsal kesiminde binlerce noktada maden arama için işaretlemeler ve sondaj çalışmaları yapılmaya başladı.

Yapılan çalışmalara tepki gösteren Malatya Çevre ve Kültür Platformu yayınladığı açıklamada “Bu coğrafya doğal güzelliği ile doğasındaki endemik bitki çeşitliliğiyle olağanüstü bir zenginliğe sahiptir. Burası doğası talan edilecek bir yer değil, korunacak olan bir yerdir” ifadelerini kullandı.

354 endemik bitki türü bulunuyor

Binlerce yılda oluşan ekosistemin madenlerle yok edildiği belirtilen açıklamada “İçme suyu havzalarını, yer altı su kaynaklarını ve doğal yaşamı tehdit eden madenler; çevreye, doğaya, ormanlara, su kaynaklarına, tarım ve hayvancılık alanlarına, tarihsel ve turistik alanlara, yaşam alanlarına, canlı ve insan sağlığına telafisi imkansız zararlar vermektedir” ifadelerine yer verildi.

Toros dağlarının batı ve orta kesimleri, İç Anadolu ile Doğu Anadolu arasındaki geçiş alanları endemik çeşitlilik açısından en zengin yerler arasında yer alıyor.

Malatya ilinde kayıtlı toplam 1890 bitki türü bulunuyor. Bunların 354’ünü ise endemik türler oluşturuyor. Yalnızca Malatya sınırları içerisinde yetişen bitki sayısı ise 40 olarak belirtiliyor.

Devam eden maden ocağı çalışmaları

Platform tarafından yapılan açıklamada şu anda Malatya ve çevresindeki Elazığ ve Sivas illerinde devam eden maden faaliyetlerine ve arama çalışmalarına ilişkin ise şu bilgiler paylaşıldı:

  • İliç: Sabırlı, Çöpler, Doğan, Yakuplu köylerinde altın madeni çıkarılıyor.
  • Kemaliye: Kabataş (Gecegü), Ağıl (Agnip), Dilli, Gözaydın (Bizmişen), Harmankaya (Abaranik), Çanakçı, Sandık köylerinde altın madeni aramaları gerçekleştiriliyor. Bu köylerin çevresinde, Kemaliye’de 30 köyü kapsayan bir proje çalışması olduğu söyleniyor. Madencilere karşı direnişe geçen bölge halkı, davalar açarak yasal yollardan haklarını arıyor.
  • Divriği: Akpelit (Gemhu), Duruköy (Arage), Kesme, Çobandurağı (Kurtlarlı), Oyuktepe, Mursal, Yuva, Aktepe, Arıkbaşı, Bayırlı, Bayırüstü, Çakmakdüzü, Çayırören, Eğrisu, İkizbaşak, Karşıkonak, Oğulbey, Uzunbağ köylerinde altın madeni ve diğer madenler için arama, sondaj, işaretleme çalışmaları yapılmaktadır.
  • Kangal : Eğircek, Güneypınar, Yellice, Turnalı, Pınargözü, Çamgözü, Elkondu köylerinde altın ve diğer madenler aranıyor ve çıkartılıyor.
  • Hekimhan: Yukarı Saz, Aşağı Saz, Saraylı (Yukarı Saz’dan ayrılma), Dikili, Başak (Basak), Deveci, Güvenç, Çanakpınarı, Başkınık, Köylüköy, Otmangölü, Karaköcek, Kozdere, Uğurlu (Baltacıbaşı), Mezirme , Yeşilkale, Davulgu, Bahçedamı, Boğazgören (Şırzı), köylerinde altın arama için sondaj, işaretleme ve projelendirme çalışmaları yapılıyor.
  • Kuluncak: Sofular, Başören, Bıyıkboğazı, Karakuz, Darılı köylerinde çeşitli madenler çıkarılıyor ve arama çalışmaları yapılıyor.
  • Doğanşehir: Kelhalil, Eskiköy, Dedeyazı köylerinde taş ocakları ve maden ocakları mevcut.
  • Akçadağ: Karapınar, Cevizpınar köylerinde taş ocakları bulunuyor.
  • Yeşilyurt: Örnekköy, İkizce, Kozluk köylerinde taş ocağı mevcut.
  • Arapkir: Suceyin, Yeşilyayla (Suceyin’den ayrılma), Sugeçti (Arhut) , Yazılı (Saldek) Alıçlı köylerinde sondaj ve işaretleme çalışmaları var. Altın arama çalışmaları Arapkir’in diğer çevre köylerini de kapsayacaktır.
  • Arguvan: Şotik (Çobandere), Göçeruşağı, Çakmak (Sığırcıuşağı), Yoncalı (Birik) köylerinde altın arama, sondaj, işaretleme çalışmaları devam ediyor. Bu proje içinde Alhasuşağı, Bellikler, Gökağaç, Kömürlük, Kuruttaş ve Atma bölgesinin diğer köyleri de var.

Yapılan açıklamada Arguvan’daki süregelen çalışmadan tüm Arguvan köylerinin etkileneceği belirtildi. Açıklamada “Maden sahası olarak gördüğünüz bu yer aynı zamanda Yoncalı Barajı’nın su havzasıdır. Eğer engellemezsek, zehirli sular Arguvan’ın her yerine ulaşacak” ifadeleri kullanıldı.

‘Bizi göçe zorlamak istiyorlar’

Mevcut maden ocakları yüzünden bölge halkının hali hazırda “Suların arsenikle zehirlenmesi, arıcılık, hayvancılık ve tarım faaliyetlerinin zarar görmesi, su kaynaklarının kuruması, yaban hayatının ortadan kalkması” gibi sorunlardan muzdarip olduğu belirtilen açıklamada yeni yapılan madenlerin durumu daha da kötüleştireceği söylendi.

Açıklamada “Paranın gücüne tapanlar, doğamızı ve yaşam alanlarımızı yağmalamak istiyorlar. Dağlarımızı, derelerimizi, ormanlarımızı, yaylalarımızı istila edip, bizleri yersiz-yurtsuz bırakmak, yaşadığımız yerlerden göçe zorlamak istiyorlar” ifadeleri kullanıldı.

Malatya Çevre ve Kültür Platformu’ndan Hüseyin Çıplak ise yaptığı açıklamada “Üç ili kapsayan ve etkilediği bölgede yaşayan insanların bu ortak sorun etrafında birleşerek ortak bir platform oluşturmaları gerekir. Bu ortak platformla gücümüzü de birleştirerek ortak mücadeleye dönüştürmeliyiz” dedi.

Madenlerin yaşamlarını tehdit ettiğini belirten Çıplak, “Havama, suyuma, toprağıma ve yaşamıma sahip çıkıyorum. Bölgemde vahşi madencilik istemiyorum. Bölgemiz ortak, derdimiz ortak, mücadelemiz de olsun ortak” çağrısında bulundu.

 

 

Ermenistan ve Azerbaycanlı gençlerden barış çağrısı

“Caucasus Talks” adlı bir proje başlatan bir grup Azerbaycanlı ve Ermenistanlı genç, Dağlık Karabağ‘da şiddetlenen çatışmalara karşı  yazdıkları bir bildiriyle barış çağrısı yaptı.

Bianet’in aktardığına göre, gençler bölgede birbiriyle ilişkileri kötü olan ülkelerin gençlerini bir araya getirmeyi hedefliyor. Temmuz ayında Tovuz kentinde başlayan çatışmaların ardından varlıklarını ilan eden grup hem Dağlık Karabağ hem de tüm bölge için barış istiyor.

“Birbirlerini öldürüyorlar”

 Kafkas gençlerin barış çağrısı şöyle:  

Siz bu mesajı okurken Dağlık Karabağ ve çevresinde insanlar ölüyor. Genç oğlanlar ve erkekler görünürde çözüm olmaksızın birbirlerini öldürüyorlar. 

Bu savaşın ana kurbanı nesnel gerçek değil. Aksine gerçek insanların, gerçek çocukların hayatlarını mahvediyor.

Bu Güney Kafkasya bölgesinin tamamı için kaybedilen bir savaş haline geliyor.

Sizi şimdi etkilemezse, savaş ya da sonuçları yarın size ulaşacaktır.

‘Bu savaşın galibi yok’

Savaş asla çatışmaları çözmez. Bizi sadece daha karanlık, daha kısır bir şekilde savaşlar ve çözülmemiş şikayetlerden oluşan bir döngü içinde bırakır.

Barışı savunmak tarafsız bir tutum değildir. Savaş anlatılarının koşullandırdığı militarist pozisyonları reddediyor ve bunun yerine barışı inşa etmek için yollar arıyoruz.

Bu savaş geçmişin trajedilerini ve yaralarını hatırlatıyor. Onları iyileştirmek için hiçbir şey yapmaz, sadece yenilerini yaratır.

Bu savaşın galibi yok. Kafkasya bölgesinin tamamına sefalet, ölüm, yoksulluk ve bağımsızlık kaybını getiriyor.

Dış güçleri daha fazla çatışmayı kışkırtmamaya ve savaşa katılmamaya çağırıyoruz.

Acil bir ateşkes ve çatışmanın tüm Ermeni ve Azerbaycan taraflarını kapsayan kapsamlı müzakereleri savunuyoruz.”

Ermenistan’dan Arthur Harutyunyan, George Gevorkyan gibi isimlerin imzaladığı barış metninin altında, Azerbaycan’dan Namiq Abdullayev ve Nijat Mammadbayli, Türkiye’den ise Garo Paylan ve Aykan Sever gibi isimlerin de imzası bulunuyor. İmzacılar arasında da Norveç, Fransa, Çekya, ABD, Avusturya, Gürcistan, Suriye, Polonya gibi pek çok ülkeden gelen gençler bulunuyor. 

Madencilik faaliyetleri Varlık Fonu’na bağlanıyor

Türkiye Varlık Fonu (TVF) ortaklığında kurulacak Maden Holding ile tüm madencilik faaliyetleri tek çatı altında toplanacak.

Geçen hafta Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın açıkladığı Yeni Ekonomi Programı’nda (YEP), TVF’nin petrokimya, madencilik ve yerli kaynağa dönük enerji üretme alanlarında sabit sermaye yatırımlarında yer alacağı belirtilmişti.

Sabah’tan Hazal Ateş’in haberine göre, madencilik faaliyetleriyle ilgili tüm şirketler Maden Holding’de toplanacak. Holding’in faaliyetleri arasında ise altın, kömür, çinko, demir, bakır, alüminyum, linyit gibi madenlerin çıkarılması ve işlenmesi yer alacak.

Termik santral yatırımı da planlanıyor

Fon’un fosil yakıtlara dayalı santraller konusunda da yatırım yapmayı planladığı belirtiliyor. İlk etapta el attığı projelerden birisi ise kömürle çalışan Afşin-Elbistan C segmentinin aktifleştirilmesi olacak.

Kahramanmaraş’ta şu anda biri 33 yıldır diğeri ise 15 yıldır faaliyette olan iki adet termik santral bulunuyordu. Greenpeace hazırladığı raporda Afşin-Elbistan C termik santralinin aktifleştirilmesiyle birlikte santraller ömrünü tamamladığında 32 bin kişinin erken ölümüne sebep olacağını belirtiyor.

Eylül ayında 16 kadın erkekler tarafından öldürüldü

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu‘nun verilerine göre Eylül ayında 16 kadın cinayeti işlendi, 20 kadın şüpheli biçimde ölü bulundu.

Öldürülen kadınların dördü boşanmak sitemediği, barışmayı reddettiği ve ilişkiyi reddettiği gerekçesiyle öldürüldü, diğer kadınların öldürülme gerekçesi tespit edilemedi.

Öldürülen 16 kadının dokuzu evli olduğu eşi, dördü birlikte olduğu erkek, üçü tanıdığı biri tarafından öldürüldü. Cinayetlerin dokuzu kadının yaşadığı evde, üçü sokak ortasında, ikisi arazide, biri arabada, biri işyerinde gerçekleşti. Sekiz kadın ateşli silahlarla, altısı kesici aletle, ikisi boğularak öldürüldü.

‘İstanbul Sözleşmesi eksiksiz biçimde uygulansın’

Platform, cinayetlerin raporlandığı açıklamasında İstanbul Sözleşmesi’yle ilgili geçtiğimiz aylarda yaşanan tartışmalara değindi ve Sözleşme’nin doğru biçimde uygulanmasını talep etti:

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da katıldığı bir televizyon programda manipülatif açıklamalar yaptı. Soylu, kadın cinayetlerini azaltmak için gece gündüz çalıştıklarını ve azaltılmasını başardıklarını söyledi. “Bir kadın bile bizim için önemli” diyen Soylu, bu durumda 6284 sayılı Koruma Kanunu ve İstanbul Sözleşmesi’ni eksiksiz bir şekilde uygulamalıdır.