NASA tarafından yayımlanan fotoğraflar, Peru‘nun Amazon yağmur ormanlarında çoğu yasadışı olan altın madenciliğinin kapsamını ortaya çıkardı.
Uzay Ajansı, uluslararası uzay istasyonundan çekilen görüntülerdeki “altın nehirlerinin”, ruhsatsız madenciler tarafından kazıldığına inanılan çukurlar olduğunu belirtiyor. Normalde görünmeyen çukurlar, yansıyan güneş ışığı ile görünür hale gelmiş. Fotoğraflarda da görülen ve mineraller dahil tortuların biriktiği eski nehir yolları, madenciler tarafından kullanılıyor.
İstasyonda görev yapan bir astronot tarafından aralık ayında çekilen fotoğraflar, Peru’nun güneydoğusundaki Madre de Dios bölgesindeki yıkıcı altın madenciliğinin ölçeğinin bir başka kanıtı olarak gösteriliyor.
BBC‘ye göre, ülke, önde gelen bir altın ihracatçısı ve Madre de Dios da binlerce kişinin yasadışı madencilik yaptığı büyük ve düzenlenmemiş bir endüstriye ev sahipliği yapıyor.
Biyolojik çeşitlilik açısından son derece zengin bölgede gerçekleştirilen maden çıkarma çalışmaları, yoğun bir ormansızlaşmaya ve hayati önemdeki habitatın yok olmasına yol açıyor. Aynı zamanda, kullanılan binlerce ton civanın, önemli bölümü nehirlere veya atmosfere salındığı için yerel toplulukları da zehirliyor.
Bitki örtüsü tamamen yok edilmiş
NASA, madencilerin altın aradıkları çukurların, bitki örtüsünün kaldırıldığı çamurla çevrili, suyla dolu yüzlerce havza olarak göründüğünü açıkladı.
Bilim insanları da maymunlar, jaguarlar ve nadir kelebekler gibi türlere ev sahipliği yapan bölgenin bazı bölgelerindeki ormansızlaşmanın başlıca nedeninin madencilik olduğuna işaret ediyor.
Ocak 2019’da, Andean Amazon Projesi İzleme Grubu’na göre, altın madenciliği nedeniyle yaşanan ormansızlaşma, 2018’de tahmini 22.930 dönümlük Peru Amazon’unu yok etti.
Altının yükselen fiyatı ile canlanan yerel topluluklardan insanlar, genellikle madencilikten geçimini sağlama fırsatı görüyor. 2012 yılında, tamamen ormanlık bir bölgede çalışan tahmini 30.000 küçük ölçekli madenci bulunuyordu.
Peru’nun başka bir bölgesinde, La Pampa’da on yıla yakın süren devasa bir altına hücum, 2019’da yaklaşık 5.000 madencinin sınır dışı edilmesiyle nihayet hükümet tarafından durdurulmuştu.
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkan Yardımcısı ve Denizli Milletvekili Gülizar Biçer Karaca, Denizli’de koronavirüs salgını sebebiyle işyerleri kapanan esnafı ziyaret etti.
Esnaf, CHP’li Karaca’ya kiralarını ödeyemediklerini, stopajların yüksek olduğunu, pandemide cezanın kendilerine kesildiğini ve sorunlarının yok sayıldığını dile getirdi.
‘Sesimizi duyun’
Denizli’de müzisyenlik yapan bir vatandaş, Gülizar Biçer Karaca’ya “Denizli’de 20 bine yakın müzisyen var, ekmeğini sadece bu işten kazanıyordu” dedi.
Seslerini duyurmak için eylem yaptıklarını ancak eylemin polis tarafından engellediğini hatırlatan müzisyen, “Sesimizi duyun” dedi.
Devletin fedakarlık yapması gerekir
Denizli esnafı, çalışanlarının maaşlarını ödemekte güçlük çektiklerini, sosyal güvenlik primlerini ödeyemediklerini ve açıklanan paketlerden yararlanamadıklarını dile getirdi.
Esnaf, ayrıca devletin vatandaşlardan fedakarlık beklediğini ancak devletin bu fedakarlığı yapması gerektiğini kaydetti.
‘Esnafın pandemideki mağduriyetleri giderilmeli’
Genel Başkan Yardımcısı Gülizar Biçer Karaca, Afyonkarahisar’da 32 Milletvekili ve Parti Meclisi üyesinden oluşan heyet olarak iki gün boyunca esnafları dinlediklerini ve ülkenin dört bir yanında benzer sorunlar yaşandığına dikkat çekti. Geçici yardımlarla esnafın toparlanamayacağını belirten Karaca, şu açıklamalarda bulundu:
Kalıcı adımlar atılmalı, esnafın pandemideki mağduriyetleri giderilmeli. Halka sırtını dönen, taleplerine kulak tıkayan iktidar milletvekilleri Saray kapılarında el pençe divan durmayı bırakıp hemşehrilerimizin taleplerine cevap vermeli.”
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, eşi Selvi Kılıçdaroğlu ile birlikte koronavirus (Covid-19) aşısını yaptırdı.
65 yaş üzerine aşı uygulaması bu sabah başlatılmıştı. Bu kişilerin 60 yaşındaki eşleri de aşı kapsamına alındı. Bu vatandaşların aşılanması ile 1. aşamada yer alan tüm grupların ilk doz aşılanması tamamlanmış olacak.
Twitter’dan açıklama yapan Kılıçdaroğlu, eşiyle birlikte aile hekiminde aşı olduklarını duyurdu.
Sıramız geldi ve eşim Selvi Hanım ile birlikte, Aile Hekimimizde Covid-19 aşımızı yaptırdık. Tüm vatandaşlarımıza bir an önce güvenli bir şekilde aşılarının yapılmasını ve bu salgının son bulmasını diliyorum. pic.twitter.com/87FVGEozey
Kılıçdaroğlu, “Sıramız geldi ve eşim Selvi Hanım ile birlikte, Aile Hekimimizde Covid-19 aşımızı yaptırdık. Tüm vatandaşlarımıza bir an önce güvenli bir şekilde aşılarının yapılmasını ve bu salgının son bulmasını diliyorum” dedi.
Oyuncu Efecan Şenolsun’un, dizi setinde Oyuncu Elit İşcan‘a yönelik hakaretleri ve cinsel saldırıda bulunması nedeniyle yargılandığı davanın karar duruşması Anadolu Adliyesi’ndeki 19. Asliye Ceza Mahkemesi’nde dün (11 Şubat 2020 Perşembe) görüldü.
Sanık Efecan Şenolsun, ‘cinsel saldırı’ ve ‘alenen hakaret’ suçlarından 7 yıl 9 buçuk aydan 17 yıl 4 aya kadar hapis cezası istemiyle yargılanıyordu.
Davanın, önceki duruşmasında Savcı, anık beyanlarını kanıt göstererek Efecan Şenolsun hakkında Elit İşcan’a “cinsel saldırıdan”ceza istemişti.
Bianet‘in haberine göre, duruşmaya Elit İşcan ve avukatı O. Meriç Eyüboğlu ile sanık Efe Şenolsun ve avukatı katıldı. Efecan Şenolsun, hakkındaki suçlamayı reddetti.
Savcının ceza talebine rağmen beraat
Mütalaaya ilişkin beyanı sorulan Elit İşcan, “Mütalaadaki aleyhe olan hususları kabul etmiyorum. Özellikle ‘cinsel saldırı’ suçundan mütalaa doğrultusunda karar verilmesini istiyorum” dedi.
Davayı karara bağlayan mahkeme, Efecan Şenolsun hakkında, “hakaret” ve “cinsel saldırı” suçlarını işlediğine dair her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği gerekçesiyle bu suçlardan ayrı ayrı beraat kararı verdi.
‘Karar ne olursa olsun haklıyız’
Duruşma sonrasında basına açıklama yapan avukat Eyüboğlu, “Beraat kararı çıktı. Erkek adaletle neredeyse her gün yüzleşenler olarak şaşırmamalıydık belki ama yine de bir sarsıldık, mutsuzuz. Ama karar ne olursa olsun Elit’in haklı olduğunu ve ne olursa olsun susmazsak biteceğini biliyoruz. Erkek yargı tecelli etti. Bu kadar uzun süren bir yargılamadan sonra herhangi bir gerekçe açıklanmaksızın beraat kararı verildi” dedi.
Antalya‘nın Döşemealtı ilçesinde kelepçe takıp işkence yapan eşi Ramazan İpek’i av tüfeğiyle vurarak öldüren Melek İpek hakkında ‘kasten öldürmek’ suçundan hazırlanan iddianame Antalya 3. Ağır Ceza Mahkemesi‘nce kabul edildi.
İddianamede sanığın 18 yıldan 24 yıla kadar hapis istemiyle yargılanması talep edildi. Melek İpek’in iddianameye yansıyan ifadesinde evlilik hayatı boyunca sürekli şiddet gördüğünü anlattığı kaydedildi.
Eşinin işkenceye varan tutumlarını korktuğu için şikayet edemediğini anlatan Melek İpek, kendisinden çok çocukları, annesi, babası ve kardeşlerinin zarar görmesinden çekindiğini belirtirken, eşinin ailesine durumu anlattığında, onların “Bir şey olmaz, severken iyi de döverken mi kötü, ileride düzelir, çocuklarınız var” diyerek kendisini geçiştirmeye çalıştıklarını öne sürdü.
Çiftin iki çocuğu da iddianamede yer verilen ifadelerinde annelerinin anlattıklarını doğruladı.
İddianamede Ramazan İpek ile ilişkisi olduğu öne sürülen bir kadının da ifadelerine yer verildi. Kadın, Ramazan İpek’in eşi gibi kendisine de şiddet uyguladığını söyledi. Ramazan İpek’nin kendisini ölümle ve ailesine zarar vermekle tehdit ettiğini öne süren genç kadın, bu nedenle şikayetçi olmadığını belirtti.
‘Ceza indirimi en üst hadden yapılmalı’
Sanığın eylemini kocasının haksız tahrik oluşturan pek çok eylemi sonucu gerçekleştirdiğinin aşikar olduğu vurgulanan iddianamede, “Yine de yargılama aşamasında meşru müdafaa olup olmadığı hususunun mahkemece de ayrıca değerlendirilip takdir edilebileceği düşünülmektedir” ifadesine yer verildi.
Marmara Üniversitesi Akademik ve İdari Çalışanları, Boğaziçi Üniversitesi‘ne Cumhurbaşkanı tarafından rektör olarak atanan Melih Bulu‘ya yönelik başlayan protestoları desteklediklerini, üniversitenin akademisyenleri ve öğrencilerinin yanında olduklarını belirten bir metin kaleme aldı.
‘Boğaziçi Üniversitesi bileşenlerinin yanındayız’
Yapılan açıklamada, Boğaziçi Üniversitesi’ne Melih Bulu’nun rektör olarak atanmasının meşru olmadığı belirtilerek, üniversitelerde yöneticilerin atama usulü ile değil, demokratik seçimlerle göreve gelmesi gerektiğinin altı çizildi:
Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin, öğretim elemanlarının ve çalışanlarının yanındayız!
Melih Bulu’nun Boğaziçi Üniversitesi’ne kayyum rektör olarak atanması sadece Boğaziçi’ndeki değil, Türkiye’nin bütün üniversitelerindeki baskıcı ve anti-demokratik işleyişi bir kez daha gözler önüne sermiştir.
Bu atama meşru değildir. Çünkü üniversiteler toplumsal ihtiyaçlara dönük, bilimsel bilginin üretildiği kamu kurumlarıdır.
Bu nedenle üniversitelerde yöneticiler atama usulü ile değil, demokratik seçimlerle göreve gelmeli, üniversitelerle ilgili kararlar asli bileşenleri olan öğretim elemanları, idari personel, öğrenciler ve tüm üniversite çalışanları tarafından alınmalıdır.
Bu haksız dayatma karşısında hem Boğaziçili öğrenciler, öğretim elemanları ve çalışanlar hem de konuya duyarlı diğer toplumsal kesimler tepkilerini çeşitli protesto ve etkinliklerle dile getirmektedir.
Fotoğraf: Erdem Şahin / EPA
‘Kolluk güçlerinin kampüsteki varlığı sonlanmalı’
Açıklamada, kolluk kuvvetlerinin üniversitenin bir bileşeni olmadığı hatırlatılarak, kampüslerdeki varlıklarının son bulması gerektiği vurgulandı:
İfade özgürlüğü anayasal ve evrensel bir haktır ve yapılan tüm bu barışçıl protestolar meşrudur. Bizler de Boğaziçi Üniversitesi’nde başlayan ve ülke çapında destek gören bu itirazları haklı buluyoruz ve destekliyoruz.
Siyasal iktidarın bu haklı talepler karşısındaki tepkisi şiddet, baskı ve tutuklamalarla anti-demokratik uygulamaları devam ettirmeye çalışmak yönünde olmuştur.
Bu süreçte öğrenciler ve özellikle LGBTİ+lar, başta Cumhurbaşkanı olmak üzere devletin çeşitli kademelerindeki yöneticilerden gelen nefret söylemine maruz kalarak hedef gösterilmiştir.
Hükümet bir an evvel tüm bu baskılara son vermeli, anayasal haklarını kullanarak tepki gösteren başta öğrenciler olmak üzere, gözaltına alınan, ev hapsinde tutulan ve tutuklanan herkes bir an önce serbest bırakılmalı, bu konuda açılan davalar düşürülmelidir.
Üniversitenin bir bileşeni olmayan ve üniversitelerin sağlıklı işleyişlerinin önünde engel teşkil eden kolluk güçlerinin kampüslerdeki varlığı sonlandırılmalıdır.
Bizler, Marmara Üniversitesi’nden demokratik bir üniversite ve demokratik bir toplum hayaline sahip öğretim elemanları, üniversite çalışanları ve üniversiteden ihraç edilmiş barış akademisyenleri olarak Boğaziçi Üniversitesi’ndeki meslektaşlarımızın ve öğrencilerimizin haklı taleplerini en içten dayanışma duygularımızla destekliyoruz.”
Muğla Bodrum’da bulunan 3 bin 500 yıllık Pedasa Antik Kenti, define avcıları tarafından talan edildi. Mezarları kazan, her taşın altına bakan definecilerin tarihi yapılara büyük zarar verdi.
Zengin bir tarihi geçmişe sahip olan Bodrum’da özellikle Göktepe mevkiinde kaçak kazı yapan kişilerin, define bulabilme umuduyla Pedasa Kalesi’ne çıkan yolun kenarında defalarca kazı yaptığı belirtiliyor. Özellikle sokağa çıkma kısıtlamalarında ortaya çıkan define avcıları antik mezarları kırıyor.
Kaçak kazı ihbarı alan Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü görevlileri, define avcılarının kazdığı bölgede kurtarma kazısı yaptı. Müdürlük tarafından kazı ile ilgili Bodrum Cumhuriyet Başsavcılığı’na da suç duyurusunda bulunuldu.
İnsan Hakları İzleme Örgütü, yaptığı açıklamada dünyada en az 83 hükümetin koronavirüs salgınını ifade özgürlüğü ve barışçıl toplanma özgürlüğü ihlallerini meşrulaştırmak için kullandığını söyledi.
İnsan Hakları İzleme Örgütü’nun raporuna göre, salgın sırasında hükümetler tarafından mağdur edilenler arasında gazeteciler, aktivistler, sağlık çalışanları, siyasi muhalefet grupları ve hükümetlerin koronavirüse ilişkin uygulamalarını eleştiren kişiler yer aldı.
Koronavirüs pandemisi sırasında bazı barışçıl gösteriler dağıtılmış, medya kuruluşları kapatılmış ve halk sağlığını tehdit eden belirsiz hükümler içeren yasalar çıkarılmıştı.
‘Salgını durdurmaya bir faydası yok’
İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün Kriz ve Çatışma Birimi Yardımcı Direktörü Gerry Simpson, konuyla ilgili yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı:
Hükümetler, insanları susturmak yerine maske takmaya teşvik ederek Covid-19 ile mücadele etmelidir.
Eleştiride bulunan barışçıl kişileri dövmek, onları tutuklayıp yargılamak ve onlara sansür uygulamak ifade özgürlüğü de dahil olmak üzere birçok temel hakkı ihlal ediyor, bunların salgını durdurmaya hiçbir faydası da yok.”
‘Derhal son verilmeli’
İnsan Hakları İzleme Örgütü, hükümetlerin ve diğer devlet makamlarının koronavirüs salgınının yayılmasını önlemek adına uyguladıkları ifade özgürlüğü üzerindeki aşırı kısıtlamalara derhal son vermeleri ve kötüye kullanımlara sebebiyet veren kişilerin sorumlu tutulması gerektiğini söyledi.
Örgüt, ifade özgürlüğüne yönelik yasadışı müdahalelerin en yaygın tepki olduğu belirledi. Çin, Küba, Mısır, Hindistan, Rusya, Türkiye, Venezuela ve Vietnam gibi bazı ülkelerde ise hükümet ihlalleri binlerce insanı etkiledi.
‘Neden gerçekleri gösteremiyorum?’
Çin, Mısır ve Bangladeş gibi bazı ülkelerde insanlar yalnızca koronavirüs salgını sırasında hükümet icraatlarını eleştirdikleri için halen gözaltında tutuluyor.
Bu isimlerden bir tanesi de gazeteci Zhang Zhan. 37 yaşındaki Zhan, Vuhan’a giderek koronavirüs salgını hakkında haber yaptığı için aralık ayında dört yıl hapis cezasına çarptırılmıştı.
Zhan’ın avukatı, Zhang Zhan’ın mayıs ayında tutuklanmasından kısa bir süre sonra açlık grevine başladığını, yetkililerin kendisini zorla beslediğini ve sağlığının gittikçe kötüleştiğini aktardı.
Gazeteci Zhan, tutuklanmadan önce “Her günümü korku içinde geçiriyorum. Bir asker beni tehdit ettiğinde ya da bir polis beni öldüresiye döveceğini söylediğinde veya bir arkadaşım Ulusal Güvenlik Departmanı tarafından takip edildiğimi söyleyerek beni uyardığında korkuyorum. Ben sadece gerçekleri belgeliyorum. Neden gerçekleri gösteremiyorum?” demişti.
Fotoğraf: Reuters
Yaygın hak ihlalleri
İnsan Hakları İzleme Örgütü tarafından tespit edilen hükümetler tarafından gerçekleştirilen yaygın hak ihlalleri ise şöyle:
En az 18 ülkede asker veya polis güçleri, yetersiz sağlık bütçesi, sokağa çıkma yasakları, sağlık çalışanları için maske ve eldiven tedariğinde eksiklikler gibi konularda salgına ilişkin hükümet tedbirlerini eleştirenlerin de aralarında olduğu gazeteciler, blog yazarları ve protestoculara fiziksel saldırılarda bulundu. Gücün kötüye kullanıldığı örnekler arasında, barışçıl protestoculara gerçek mermilerle ateş etmek, gözaltı sırasında saldırmak gibi cezasızlıkla sonuçlanan ihlaller yer alıyor. Uganda’da güvenlik güçleri onlarca protestocuyu öldürmüştü.
En az 10 ülkede yetkililer, salgını ya da bazı durumlarda sosyal mesafe tedbirlerini gerekçe göstererek, Covid-19 salgınının yönetilmesine yönelik protestoları ve koronavirüsle ilgisi olmayan ancak hükümet politikalarını eleştiren toplantıları keyfi olarak yasakladı ve dağıttı.
2020 yılının ocak ayından beri, en az 24 ülkenin hükümeti, halk sağlığının tehdit edildiğini iddia ederek koronavirüs salgınına veya bir başka halk sağlığı sorununa ilişkin yanlış bilgilendirme olduğu iddia edilen yayınların yapılmasını suç ilan eden belirsiz yasalar ve kurallar çıkardı. En az beş ülke, halk sağlığının da aralarında bulunduğu başka konularda yanlış olduğu iddia edilen bilgilerin yayınlanmasını da suç olarak tanımladı.
Fotoğraf: Yuri Smityuk \ TASS
En az 51 ülkede, çıkarılan yasa ve yönetmeliklerin Covid-19 salgınını önlemenin yanı sıra terörle mücadelede ve hükümetin salgına yönelik tutumunu ya da salgın ile ilgisi olmayan politikalarını eleştirenlere para cezası veya hapis cezası uyguladı.
En az 33 hükümet, yeni yasaları veya salgın öncesinden kalan yasaları kullanarak ya da herhangi bir yasayı gerekçe göstermeksizin, eleştiride bulunan kişileri tehditlere maruz bıraktı. Bazı vakalarda salgın tedbirlerini eleştirdikleri takdirde onları yargılamakla tehdit etti. Bu ülkelerden sekizinde yetkililer salgına yönelik tutumlarını halka açık bir şekilde eleştirdikleri için sağlık personellerine soruşturma açtı, onları tehdit etti veya görevden aldı. En az sekiz ülkede, halk sağlığı konuları da dahil olmak üzere yetkililerden bilgi talep etme ve bilgi edinme hakkı askıya alındı veya kısıtlandı. En az 12 ülkede, Covid-19 ile ilgili bazı haber yayınları engellendi veya salgın hakkında yayın yapan medya kuruluşları kapatıldı.
Kısıtlamalar şartlara bağlı olmalı
Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi (MSHS) de dahil insan hakları sözleşmeleri, ifade ve toplanma özgürlüğüne yönelik kısıtlamalara, bu kısıtlamalar ancak yasal olduğunda, milli güvenliğin, kamu düzeninin, kamu sağlığı ve ahlakının korunması gibi meşru amaçların gerçekleştirilmesi için zorunlu, bu amaçlarla orantılı ve ayrımcı olmadığında izin veriyor.
Diğer meşru amaçlar arasında ise ifade özgürlüğüne ilişkin olarak başkalarının haklarının veya itibarının korunması, toplanma özgürlüğüne ilişkin olarak başkalarının “hak ve özgürlüklerinin” korunması yer alıyor.
İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün ifade veya toplanma özgürlüğünü ihlal ettiğini tespit ettiği 83 ülkeden sadece 44’ü olağanüstü hal ilan etti. Ancak, bu ülkelerin hiçbiri ifade özgürlüğünü askıya almadı. Toplanma özgürlüğü ise sadece sekiz ülke tarafından askıya alındı. Askıya alma bildiriminde bulunmamak hükümetlerin olağanüstü hal yetkilerini kısıtlayacak uluslararası denetimden kaçmasını kolaylaştırıyor.
6 Ocak’taki Kongre baskını nedeniyle eski ABD Başkanı Donald Trump‘ın yargılandığı Senatodaki azil duruşmalarında Demokrat savcı vekiller sunumlarını bitirdi.
Temsilciler Meclisinden gelen ve iddia makamı olarak görev yapan Demokrat savcı vekiller, Senato’nun Trump‘ı cezalandırmaması durumunda “bunu tarihin affetmeyeceğini” savundu. Cumhuriyetçi senatörlere seslenen Demokratlar, Trump‘ın halkı isyana teşvik suçu işlediğinin açık olduğunu ve bu durumun anayasal bir suç olduğunu ileri sürdü.
Trump‘ın avukatlarının bugün başlayacakları savunmayı bir gün içinde bitirmeyi planladıkları bildirildi.
Bu sürecin ardından tarafların varsa tanıkları dinlenecek. Trump‘ın ifade vermeyeceği daha önce açıklanan davada Cumhuriyetçiler kadar Demokratların da yargılamanın uzamaması için tanık çağırmamayı tercih edebilecekleri belirtiliyor.
Sunumların ardından senatörlere her iki tarafa da sorularını yöneltebilmeleri için dört saat süre verilecek. Soru-cevap bölümünün ardından son tartışma bölümü ve ardından Trump‘ın suçlu olup olmadığına karar verilecek oylamanın yapılması bekleniyor.
En az 67 oy gerekiyor
Yargılamanın ilk gününde yapılan oylamada 44 Cumhuriyetçi senatör Trump‘ı yargılamanın anayasal olmadığı yönünde oy kullanırken, 56 senatör ise yargılamayı anayasal buldu. 50 Demokrat senatörün yanı sıra altı Cumhuriyetçi senatör de Trump aleyhinde oy kullandı.
Trump’ın suçlu olup olmadığına karar verilecek oylamada ise 100 sandalyeli Senatoda suçlu bulunabilmesi için en az 3’te 2 çoğunluğun (67 senatör) Trump aleyhinde oy vermesi gerekiyor. Demokratların ve Cumhuriyetçilerin 50’şer sandalyeye sahip olduğu mevcut Senato aritmetiğinde Trump’ın aklanmasına neredeyse kesin gözüyle bakılıyor.
ABD’de 6 Ocak’ta eski Başkan Donald Trump’ın destekçilerinin Kongre Binasına saldırısının ardından Temsilciler Meclisi, Trump için tekrar azil soruşturması başlattı. biri polis toplam beş kişinin hayatını kaybettiği Kongre baskını konusunda Trump’ın “isyana teşvik” ile suçlandığı azil maddesi, 14 Ocak günü Temsilciler Meclisinde kabul edilmişti.
Gazetesinin önünde katledilmesinin üzerinden 14 yıl geçen Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink cinayeti ile ilgili Fethullah Gülen, eski savcı Zekeriya Öz, gazeteciler, jandarma ve eski emniyet görevlilerinin de aralarında bulunduğu altısı tutuklu 76 sanığın yargılanmasına devam edildi.
İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmada, tutuksuz sanıklar dönemin Trabzon Jandarma Komutanı Ali Öz, eski emniyet müdürleri Reşat Altay ve Ahmet İlhan Güler hazır bulundu. Bazı sanıklar ise Ses ve Görüntülü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile duruşmaya katıldı.
Duruşmada, Dink ailesinin avukatları esas hakkındaki mütalaaya karşı beyanda bulundu. Dink ailesi avukatlarından Emel Ataktürk Sevimli, Hrant Dink cinayetinde sorumlulukları olduğuna dair ciddi iddialar bulunan kişilerin yeterince soruşturulmadığını belirtti.
Emniyet müdürlerine suçlama
Avukat Hakan Bakırcıoğlu ise açıkça tehdit edilen Hrant Dink hakkında kendi talebi olmaksızın koruma tedbiri alınması gerektiğini belirterek dönemin İstanbul İl Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah ve İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler‘in, Hrant Dink’in öldürüleceği bilgisine sahip olduğunu söyledi.
Bakırcıoğlu şunları söyledi: “Bilgiye sahip olmalarına rağmen gerekli tedbirleri almamış, yazışmaları yapmamış ve Hrant Dink’in öldürülmesini olanaklı hale getirmişlerdir. Hrant Dink’e yönelik tedbirlerin artması, hedef kişi haline getirilmesi, Yasin Hayal‘in Hrant Dink’e yönelik eylem yapacağı bilgisi alınmışken, Celalettin Cerrah ve Ahmet İlhan Güler tarafından kasıtlı olarak koruma tedbirleri alınmamıştır.”
Avukat Hülya Deveci de şöyle konuştu: “Engin Dinç ve Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü görevlileri Hrant Dink cinayetinde farklı bilgilere ulaşmalarına rağmen ulaştıkları bu farklı bilgileri hiçbir zaman raporlara yansıtmamışlardır. Yasin Hayal ve bulunduğu örgüt üyeleri yeterince fiziki, teknik takip altına alınmamıştır. Hrant Dink’in öldürüleceği ön görüsüne sahip olduğu halde yasaların kendisine yüklediği sorumluluğu yerine getirmemiş, örgüte kasıtlı olarak operasyon yapmamıştır. Bu nedenlerle Celalettin Cerrah, Ahmet İlhan Güler ve Engin Dinç’in ‘kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesi’ suçundan cezalandırılmaları gerekir.”
Mahkeme heyeti, sanıkların son sözlerini almak ve davayı karara bağlamak üzere duruşmayı 5 Mart’a erteledi.