Ana Sayfa Blog Sayfa 1311

Almanya Federal İstihdam Dairesi Başkanı: Yılda 400 bin göçmene ihtiyacımız var

Almanya Federal İstihdam Dairesi Başkanı Detlef Scheele, Almanya‘nın iş gücünün tükendiğine dikkat çekti ve hükümete ülkeye acilen daha fazla göçmen alınması için çağrı yaptı.

Başkan Scheele, demografik nedenlerle bazı mesleklerde bu yıl potansiyel iş gücünün 150 bin azaldığını da kaydetti.

‘Yılda 400 bin göçmene ihtiyacımız var’

Almanya’nın Süddeutsche Zeitung gazetesine konuşan Scheele, önümüzdeki yıl daha da fazla iş gücü kaybı olacağını söyledi.

Almanya’nın bu sorunun ancak vasıfsız kişilerin kalifiye iş gücü haline gelmeleri ve yarı zamanlı çalışan kadınların daha uzun çalışması sağlanarak ve özellikle ülkeye göçmen alınarak çözülebileceğini kaydetti.

Scheele, hasta bakıcı, klima teknisyeni, lojistikçi, akademisyenlik gibi her alanda uzman iş gücü eksikliğinin yaşandığına vurgu yaptı ve “Şu anda yılda 400 bin göçmene ihtiyacımız var. Bu, geçmiş yıllara kıyasla çok daha yüksek bir rakam” dedi.

Atmosferdeki karbondioksit oranı kırmızı çizgiyi aştı

Yapılan son ölçümlere göre, atmosferdeki karbondioksit seviyesinin milyonda 420 ppm seviyesine çıktığı ve daha önce kaydedilen 415 ppm oranını aştığı belirlendi.

Uzmanlar, dünya genelinde 1 milyar insanın hava kirliliğine maruz kalmasından dolayı erken ölüm riskiyle karşı karşıya kaldığını kaydetti.

‘Kırmızı çizgi aşıldı’

Milliyet‘te yer alan habere göre, İTÜ Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi Meteoroloji Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Selahattin İncecik, ortaya çıkan rakamların gezegen için hiç iyi olmadığını ifade etti:

Ortaya çıkan rakamlar maalesef gezegenimiz için iç açıcı değil. 100 yıllık süreçte her yıl yeni rekor seviyeye ulaşıyoruz. Atmosferdeki 400 PPM karbondioksit seviyesi kırmızı çizgimizde ancak bu oran aşılmış durumda. Karbondioksit artışına kömür, petrol, doğalgaz tüketimindeki artışı neden oluyor. Doğalgaz fosil yakıtlar arasında en masum olanı. Açıklanan oranlar, Pasifik Okyanusu’nun ortasında, yerden 3 bin metre yüksekte ölçülüyor. Sanayi kentlerinin ortasında, yerden 3 bin metre yüksekte karbondioksit ölçümü yaparsanız 420 PPM’in fazlasını bulursunuz.”

‘Gezegen mevcut emisyon yükünü kaldıramıyor’

Gelecek dönemde sıcaklık değerlerinin çok daha artacağına işaret eden Prof. Dr. Selahattin İncecik, sözlerini şöyle sürdürdü:

Bundan sonraki süreçte yaşadığımızın çok daha kötüsünü göreceğiz. Gelecek 5 yıllık dönemde ortalama sıcaklık değerleri artacak. Sıcaklık değerleri artacak. Hızlı nüfus artışı, sera gazı salınımı, karbondioksit gazındaki salınım artışı atmosferin ısı dengesini etkiliyor. Enerji tüketimi arttıkça atmosfer sıcaklığı da artıyor ve dünyanın ısı dengesi bozuluyor. IPCC’nin 6.raporunda tablo ortaya konuluyor. Hükümetlerin hiç vakit kaybetmeksizin emisyonları azaltması gerekiyor. Gezegen mevcut emisyon yükünü kaldıramıyor. Şayet önlem alınmazsa 2040’dan itibaren çok ciddi sıcaklık artışları göreceğiz. Tüm yaşam, tarım ve su alanları olumsuz etkilenecek.”

‘İstanbul’da partikül madde kirliliği çok yoğun’

Prof. Dr. İncecik, İstanbul’un havasında çok ciddi oranlarda partikül madde kirliliği olduğunu ve kışın bu oranların arttığını belirtti:

Kent genelinde inşaat tozları ve dizel araçlardan kaynaklanan partikül madde kirliliği çok yoğun. İstanbul’da yılın yüzde 70’lik diliminde hava kirliliği oranları standartların üzerinde seyrediyor. Ancak kışları kömür kullanımı ekonomik nedenlerden ötürü halen çok yaygın. Avrupa’nın hiçbir şehrinde kömür yakılmıyor.

Hava kirliliğinin birinci nedeni, karayolu taşımacılığındaki araç sayısı ve kömür kullanımı. Dar gelirli insanlara kömür yerine doğalgaz yardım ödeneği oluşturulmalı. İstanbul’daki araçların yüzde 60’ı dizel. Dizel araçlar da ciddi partikül madde kirliliği yaratıyor. Ağır tonajlı araçlar dahil olmak üzere çok ciddi emisyon ölçümleri yapılmalı. Almanya’daki kriterler uygulanmalı, denetim kağıt üzerinde kalmamalı.”

‘Tablo korkutucu’

Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kayıhan Pala da ortaya çıkan tablo için korkutucu yorumunda bulundu ve hava kirliliğinin akciğer hastalığı ve kanser açısından risk taşıdığını hatırlattı:

Partiküler maddeler Dünya Sağlık Örgütü’ne bağlı Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı tarafından akciğer kanseri nedeni olarak sınıflandırılıyor. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre günlük PM10 konsantrasyonlarında her 10 mikrogram/metreküp artış ölümlerde yüzde 0.2 ile 0.6 artışa yol açıyor. Uzun dönem PM10 konsantrasyonlarında her 10 mikrogram/metreküp artış ise kalp-akciğer hastalıklarına bağlı ölümlerde yüzde 6 ile 13 arasında artışa yol açıyor.”

‘Yangınlar faunayı bozdu’

Ekoloji uzmanı Prof. Dr. Doğan Kantarcı ise devam eden yangınlar nedeniyle dünya genelinde ciddi oranda karbondioksit salımı olduğuna dikkat çekti ve şöyle devam etti:

Orman yangını sayılarının artışı ile küresel ısınma, iklim değişikliği ve buna bağlı olarak Türkiye’de de artan sıcaklıklar arasında belirgin bir bağıntı var. Muğla ve çevresindeki yıllık ortalama sıcaklıklar ile yağışlar incelendiğinde; ortalama 500 metre yükselti için verilen yıllık ortalama sıcaklık değerlerinin dönemsel olarak arttığı, buna karşılık yıllık ortalama yağış miktarlarının azaldığını görüyoruz.

Ormanlar karbondioksiti bünyesine alıp oksijen olarak geri veriyor, fotosentez oluyordu. Sera gazlarının orman ve denizler tarafından doğal yoldan geri alımı çok önemli. Yangın aynı zamanda faunayı da bozarken, tüm sistem zarar görüyor. Yangın sırasında yüksek sıcaklık değerlerinin ortaya çıkması havadaki azot ve oksijen değerlerinin de dengesini bozuyor.”

Özbekistan güneş ve rüzgar enerjisi kapasitesini büyütme kararı aldı

Özbekistan Enerji Bakanlığı bu ay yaptığı iki ayrı açıklama ile ülkenin 2030 yılı yenilenebilir enerji hedeflerinin yükseltilmesinin planlandığını açıkladı. Ayrıca  rüzgâr ve güneş enerjisinde yeni ihalelerin yapılacağını duyurdu.

Bakanlığın 6 Ağustos 2021 tarihli açıklamasına göre ülkenin 2030 yılı için belirlediği güneş enerjisi kurulu gücü hedefi 5 GW’dan 7 GW’a yükseltilecek. Rüzgâr enerjisi hedefi de 3 GW’dan 5 GW’a çıkacak.

En büyük kaynak termik santraller

Açıklamadaki bilgilere göre ülkenin mevcut kurulu gücü halihazırda 12,9 GW düzeyinde. Bu gücün 11 GW’lık bölümünü termik, 1,85 GW’lık bölümünü ise hidroelektrik santralleri oluşturuyor. Ülkenin elektrik üretimindeki en büyük pay da yüzde 90 ile açık ara termik santraller.

İhale duyurularını yapıldığı açıklamaya göre güneş enerjisi yatırımları için ülkenin Buhara, Harezm ve Namangan bölgelerinde 500 MW, Kaşkaderya ve Fergana bölgelerinde de 400 MW’lık kapasite hakkı için ihale düzenlenecek.

Yeşil Ekonomi’nin haberine göre Otonom Karakalpakistan Cumhuriyeti’nde de rüzgâr enerjisi yatırımları için 200 MW’lık kapasite hakkı sağlanacak.

Ülkede 1.057 MW’lık bölümünü güneş, 1.740 MW’lık bölümünü rüzgâr enerjisi olmak üzere toplamda 2.797 MW’lık proje inşa ve geliştirme halinde.

Bu yıl her ikisi de 100 MW olan iki ayrı güneş enerjisi santralinin eylül ve aralık aylarında devreye girmesi planlanıyor.

Dijitalzede olmaktan kurtulmak için altı öneri

Dijital teknoloji, hayatımızı ne kadar da kolaylaştırıyor değil mi? İstediğimiz herkese istediğimiz zaman ve anında ulaşabiliyoruz. Canımız sıkılıyor, vapurda otobüste, uçakta telefonu alıp oyun oynayabiliyor, kimseyle iletişime geçmeden vakit geçirebiliyoruz.

2021’de Türkiye’de internet kullanıcı sayısının 3.7 milyon ile yüzde 6, sosyal medya kullanıcı sayısının ise 6 milyon ile yüzde 11 arttığı görülüyor. Özellikle dijitalleşmeyi hızlandıran pandemiyle birlikte, dışarıda yaşadığımız hayatı ev hayatımız ile birleştirmeyi öğrenmek zorunda kaldık. İş ve özel hayatımızı bir süredir ekranlara sığdırarak yaşıyoruz.

Internette geçirilen vakit arttı

Ocak 2020’de internette geçirdiğimiz ortalama zaman 7 saat 29 dakikayken, Ocak 2021 verilerine göre günde ortalama 7 saat 57 dakikayı internette, 2 saat 57 dakikayı ise sosyal medyada geçiriyoruz.

Daha izole ve yalnız hissettiğimiz bir hayat yaşıyoruz; bu da stres ve kaygıyı artırıyor. Peki değişen iletişim anlayışımızla yaşadığımız “yeni normal”in bize nasıl etkileri oluyor?

En sağlıklı ilişkimizin ekranlarımızla olduğu bu dönemde, yaşadığımız fizyolojik ve psikolojik sıkıntılar neler? Hepimiz bir dijitalzedeye dönüşmüş olabilir miyiz?

Çevrimiçi dünyamızla, çevrimdışı yaşantımızı dengeli kurma konusunda farkındalık çalışmaları yapan Dijital Denge Derneği, özellikle pandemi döneminde büyüyen, biz dijitalzedelerin günlük sıkıntılarına büyüteç tutuyor.

Dijitalzede olduğumuzu nasıl anlarız?

  1. An’ı kaydetmekten “an”da kalamıyoruz. Yani içinde bulunduğumuz güzel anları fotoğraflamak uğruna o anın duygusunu kurban veriyoruz.
  2. Hızlı erişebildiğimiz tüm içerikleri aynı hızla tüketiyoruz; bu bizim aklımızı ve ruhumuzu çok yoruyor ve üretmeye takatimiz kalmıyor.
  3. Ekran ışığına maruz kaldığımız geç saatlerde uyku tutmuyor, uykusuz kalıyoruz.
  4. Wi-fi bağlantısı aradığımız her yerde aslında sosyal medyaya, dijital içeriklere daha bağımlı hale geliyoruz.
  5. Üşenip, erteleyip, kolayca vazgeçiyoruz. Sosyal medyada gördüklerimizden çabucak etkilenip, özenmeye meyil ediyoruz. Kendi isteklerimize tam olarak kulak vermeden başkalarının yaşadığı hayatı takip etmeye çalıştığımızdan bu ilgi alanlarımız maymun iştahtan öteye gidemiyor.
  6. Dijital içeriklere sürekli erişme isteğiyle akıllı telefonlarımız ve tabletlerimize bakarken boynumuza oldukça fazla yük biniyor. Adeta 22 kiloluk bir yük taşıyoruz. Bu da vücut postürümüzü bozuyor.

Nasıl üstesinden gelinir?

Peki, günlük rutin haline gelen bu durumların nasıl farkına varabilir; bunların nasıl üstesinden gelebiliriz? Dijital Denge Derneği Kurucu Başkanı Tuğba Şengül Lik, bu farkındalığı artırmaya yönelik hazırladığı bir rehber niteliğinde olan ‘’Biz de Aslen Buralı Değiliz’’ kitabında bu konulara ışık tutuyor.

Kitap, dijital ve gerçek olan dünyamızda stresle, sağlıklı ve dengeli bir şekilde başa çıkmamız için farkındalığımızı artırıyor. Ayrıca, değer verdiğimiz insanları ve bizi, bu hızlı yaşam biçimine daha dirençli hale getirmenin yollarını sunuyor.

Dijital Denge Derneği’nden altı öneri

  1. Dijital abur cuburla beslenmeyin. 24 saat içerisinde çevrimiçi dünyada ne tükettiğinizi not alın, gereksiz gördüğünüz içerikleri ertesi gün daha az izlemeye ve/veya okumaya çalışın.
  2. Vücudunuzu fark edin ve ona önem verin. Derin nefes almak, gerinmek, meditasyon, spor gibi bedeninizi dinlendirecek ve direncini artıracak aktiviteleri hayatınıza dahil edin.
  3. Dengeli beslenin. Bu, beyninizin daha berrak çalışmasına, veriminizle bağışıklığınızın artmasına katkı sağlayacak. Daha kaliteli bir hayat yaşayacaksınız.
  4. Etrafınızdakilerle fiziksel iletişimin size, psikolojinize iyi geleceğini unutmayın. Sosyal mesafe kurallarını koruyarak sosyalleşin.
  5. Yavaşlayın. Ne biz dünyanın hızına yetişebilir ne de aynı anda beş şey yaparak nitelikli bir şey üretebiliriz. Yapacağınız işlere tek tek vakit harcayın. Emin olun siz yavaşladığınızda işler daha kolay yoluna girecek.
  6. Mola verin. Kendinizi strese neden olan şeylerden bir süreliğine uzaklaştırın. Bu, dinlenmenize ve yeniden enerji kazanmanıza yardımcı olacak.

Van Gölü’ne milyonlarca lira harcanan arıtma tesislerinden kanalizasyon akıyor

Video-Haber: İdris YILMAZ

*

Van Gölü’nde yaşanan kirliliğin ardı arkası kesilmiyor. Kıyıdaki mevzuata aykırı yapılan işletmeler, dökülen molozlar, maden ocakları yetmiyormuş gibi çalışmayan arıtma tesisi yüzünden, Türkiye’nin en büyük gölü gözler önünde can çekişiyor.

Van’ın Erciş ilçesinde altı yıl önce yapımına başlanan ve 2018 yılında dönemin Başbakanı Binali Yıldırım’ın hizmete açtığı 30 bin metrekarelik alan üzerine kurulan arıtma tesisi için o dönem 45 milyon TL harcanmıştı. Van Büyükşehir Belediyesi’nin Tuşba ilçesinde yaptırdığı tesin maliyetinin ise 180 Milyon TL olduğu belirtildi.

Ancak yapılan milyonlarca liralık harcamaya rağmen şehrin atık suları arıtılmadan Van Gölü’ne dökülüyor. Erciş’deki Gölağzı Mahallesi’nde kurulan Biyolojik Arıtma Tesisinde görülen manzara, harcanan onca paranın nereye gittiği konusunda soru işaretleri yaratıyor.

‘Açıktan kanalizasyon akıyor’

Yıllardır çalıştığı ifade edilen fakat kimsenin çalıştığına tanık olmadığı Gölağazı’ndaki arıtma tesisinin kentin atık sularını olduğu gibi göle vermesi yüzünden özellikle suyun gölle buluştuğu bölgelerde artan kirlilik ve ağır koku, Vanlıların tepkisine de neden oluyor.

Van Büyükşehir Belediyesi’nin sürekli yeni bir atık tesisi yapacağı haberlerini duyduklarını söyleyen çevre sakinlerinden Yılmaz Demirelli, hali hazırda bulunan arıtma tesisinin çalıştığına şimdiye dek hiç tanık olmadıklarını anlatıyor:

Yıllardır bu mahalledeyim, tesisin çalıştığına tanık olmadım’

“Çoluk çocuk bu göle giriyoruz. Dünyanın parası harcandı bu arıtma tesisi için, fakat yıllardır bu mahalledeyim halen bu tesisin çalıştığına tanık olmadım. Gördüğünüz gibi şehrin bütün pisliği göle akıyor. Kokudan buradan geçemiyoruz. Bu göl hepimizin, birileri gelip bir baksın artık. Böyle giderse 10 yıl sonra bu gölün kıyısından bile geçemeyiz. ”

Bütün ilgili kurumlar toplandı: Vaat var, sonuç yok

Süphan Doğa Derneği Başkanı Esat Savcı da gölü en çok kirleten etkenin, kentin atık suları olduğu kanısında. Yerel yönetimlerin duyarsızlığını eleştiren Savcı şöyle konuşuyor:

“Yaklaşık birkaç ay önce  ay önce Van’da bu konu ile ilgili bir toplantı yapılmıştı. Toplantıda kirliliği önlemek ve gölün gelecek nesillere daha temiz kalmasını sağlamak amacıyla çalışma başlatıldığı duyurusu yapıldı. Bu haber de en çok bölgedeki çevre aktivistlerini sevindirmişti.  Söz konusu çalışmaya, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Tarım ve Orman Bakanlığı, İlbank (İller Bankası) Genel Müdürlüğü, Valilik, Büyükşehir Belediyesi, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ), Doğu Anadolu Kalkınma Ajansı, İpekyolu, Edremit, Tuşba, Erciş belediyeleri ile kentteki kurumlarda dahil olduğunu da söylemişlerdi. Bu kadar büyük büyük kurumların katıldığı bir toplantının sonuçlarının da etkin olacağını düşünmüştük. Fakat ne yazık ki, vaatler toplantının dışına taşmadı. “

‘Artan su kaybı ve yoğun kirlilik bataklıklar oluşturuyor’

Küresel iklim değişikliği nedeniyle ısınmadan kaynaklı buharlaşma ile birlikte Van Gölü’de su kaybının her geçen gün arttığına dikkat çeken Zilan Ekoloji Platformu Başkanı Mirbahattin Demir, “Her yıl düşen yağış halihazırda ortalama 500-600 milimetre. Buna karşın göl havzasında 1500 milimetre üzerinde bir buharlaşma gerçekleşmekte. Bu da her yıl 1000 milimetrelik bir açık anlamına geliyor. Yaşanan bu durum karşısında gölde ciddi bir çekilme yaşanıyor” diyor.

Mevzuata aykırı olmasına rağmen gölün hemen kenarında yapılan işletmelerle, göl kıyısına dökülen belediye hafriyatları da göle büyük zarar veriyor.

Ancak gölü en çok atık suların kirlettiğine dikkat çeken Demir, günlük 100 bin metreküp atık suyun sadece yüzde 25’inin arıtıldığını, kalanının arıtılmadan göle verildiği bilgisini vererek, kuraklıkla aynı anda yaşanan bu kirliliğin bir yandan Van Gölü’nün çekilmesine yol açarken, diğer yandan da kıyılarda bataklık oluşmasına yol açtığına, bunun da göldeki canlı yaşamı ve çevredeki insanlar için sağlık sorunlarına yol açarken etrafa saçtığı ağır koku ve kirlilik büyük rahatsızlık yarattığını kaydediyor.

 ‘Ayının görüldüğü yerde ayak izlerine bakılmaz’

1 Haziran Dünya Çevre Günü’nde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Eşi Emine Erdoğan’ın Van’da bir arıtma tesisinin açılışına katıldığına dikkat çeken Van ÇEV-DER Başkanı Ali Kalçık ise  “Bu tesis açılış yapıldıktan 80 gün sonra failiyete geçtiğini duyduk. Tabi arıtmanın, çalışıp çalışmadığı meçhul. Bunu en kısa sürede kontrol ederek öğreneceğiz” diye konuşuyor. Van Gölü havzasında bir milyon iki yüz bin insan yaşadığını vurgulayan Kalçık, şunları söylüyor:

“ Van’da yapılan arıtma ancak 200 bin insanın atık suyunu arıtabilir. Geride kalan bir milyon insanın kirlettiği su arıtılmadan göle akıtılıyor. Bunun en somut örneği, Van merkezden sonraki en büyük yerleşim alanı olan Erciş. Buradaki arıtma çalışmıyor. Sizin çektiğiniz görüntülere de yansıdığı gibi, gözle görülür bir olay bu. Bir atasözü vardır:  ‘Ayının görüldüğü yerde ayak izlerine bakılmaz’ Ayı görülüyor VASKİ yetkilileri halen ‘bu ne ayak izidir’  diyor. Görüntülerde açık bir şekilde kanalizasyon sularının denize aktığı görülüyor. Bu durumun inkâr edilecek bir yönü yok. Eğer dedikleri gibi biyolojik arıtma varsa bu pislik neyin nesidir?”

Konu ile ilgili görüşlerine VASKİ Atık Su Arıtma Şube Müdürü Ahmet Durak, video ve fotoğraflara rağmen tesislerinde bir sorun olmadığını tesislerinin aktif olarak çalıştığını savundu.

Araştırma: Plastik ağaç koruyucular kullanarak ağaç dikmek çevreye daha çok zarar veriyor

Plastik ağaç koruyucular kullanarak ağaç dikmenin çevreye daha çok zarar verdiği tespit edildi.

Koruyuculu ağaçların yüzde 85’i hayatta kalırken, koruyucusuz ağaçların yüzde 50’si hayatta kalsa da, plastiğin çevreye verdiği zarardan dolayı her koruyuculu ağaç için iki koruyucusuz ağaç dikmek gerekiyor. Bu da, fidanların daha yüksek hayatta kalma oranını elde etmek için ağaç koruyucuları kullanmak yerine, çevrenin plastikten arınmış olmasının daha iyi olduğu sonucunu doğurdu.

‘Bu alanda öncü olmaya hazırız’

The Guardian‘da yer alan habere göreBirleşik Krallık‘taki ormanlık alan koruma yardım kuruluşu Woodland Trust, yıl sonuna kadar plastik ağaç koruyucuları kullanmayı bırakmayı hedeflediğini açıkladı.

Woodland Trust’ın CEO’su Darren Moorcroft “Ülkenin en büyük ağaç yetiştiricilerinden biri olarak, ağaç barınaklarının kullanımında plastik kullanmamayı taahhüt ederek, bu alanda öncü olmaya hazırız” ifadelerini kullandı.

Woodland Trust, ağaç koruma plastiklerinin tavşan, geyik ve koyun gibi hayvanların otlatıldığı bölgeler dışında kullanılmaması gerektiğinin de altını çizdi.

Doğal yöntemlerle ağaç dikmek daha faydalı

1970’lerden beri, fidanlar hayvanların ve böceklerin zarar vermesini önlemek için yarı saydam plastik tüplere dikilse de, plastiklerin ve ağaçların yaşam döngüsünü analiz eden araştırmalar, fidanları korumak için plastik koruyucu kullanmaktansa doğal yöntemlerle ağaç dikmenin daha faydalı olduğu bilgisini paylaştı.

Plastikten üretilen koruyucuların, karbon emisyonları ve kullanımdan sonra nadiren toplanmaları, doğal çevreyi kirlettiği gibi, doğal hayata da oldukça fazla zararı var.

Science of the Total Environment‘de yayımlanan bir makalede de “Net sıfır hedeflerine ulaşmak için toplu ağaç dikimi, önemli miktarda plastik ağaç koruyucularının üretilmesini gerektirebilir” ifadeleri kullanılmıştı.

İklim krizi araştırması: Son 20 yılda Akdeniz’de deniz seviyesi 6 santimetre yükseldi

“İklim Değişikliği, Ekosistem Servisleri ve Bölgesel Yönetim Stratejileri” başlıklı araştırmaya göre, küresel ısınma nedeniyle son 20 yılda Akdeniz’de deniz seviyesi 6 santimetre yükseldi ve önlem alınmazsa yükselme artarak devam edecek.

Araştırma, ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Barış Salihoğlu liderliğinde Ezgi Şahin Yücel, Valeria Ibello ve Mustafa Yücel tarafından yapıldı.

Deniz yüzeyinde 2 dereceye varan artış

Araştırmayı AA muhabirine değerlendiren Salihoğlu, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli‘nin (IPCC) yeni raporunun iklim krizi konusunda öne sürülen bilgilerin doğruluğunu daha da güçlendirdiğini belirtti.

Salihoğlu, Akdeniz’in iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek hassas bölgeler arasında yer aldığına işaret ederek, küresel ısınma nedeniyle deniz yüzeyi sıcaklığında yer yer 2 dereceye yakın artış olduğunu kaydetti.

‘Asitlik seviyesinde artış var’

Türkiye denizlerinde deniz yüzeyi sıcaklığının daha fazla olduğunu anlatan Salihoğlu, “Küresel ısınma nedeniyle Akdeniz’de deniz yüzeyi sıcaklığı 1,4 derece arttı ve son 20 yılda su seviyesi 6 santimetre yükseldi. Eğer önlem alınmazsa önümüzdeki 10 yıllarda ek bir 6 santimetre üzerine deniz seviyesinin yükselmesini bekliyoruz. Önlem alınmadığı takdirde iklim değişikliğinin sıcaklık artışı üzerine etkisi olacak. Denizlerin karbondioksiti alma kapasitesi düştükçe sıcaklıklar daha da hızlı bir şekilde artacak, bu durumun Akdeniz’de deniz seviyesinde yansıması olacak” dedi.

Akdeniz’in her geçen gün ısınmaya devam ettiğine dikkat çeken Prof. Dr. Barış Salihoğlu, “Özellikle kıyılarımızın olduğu yerlerde ciddi sıcaklık artışları var. İklimin etkisi sadece sıcaklık olarak deniz ekosistemine yansımıyor. Denizlerdeki su kütlelerinden akıntı sistemlerine hepsini değiştiriyor. Bunun yanında denizlerin asitlik seviyesinde artış, pH değerinde de bir düşüş var. Bu durumun bazı deniz canlılarını, kabuklu canlılarını etkilediğini görüyoruz” dedi.

İstilacı türler ve kirlilik

Akdeniz sistemi üzerinde kirliliğin de yoğun olduğunu dile getiren araştırmacı,”Su kalitesi özellikle Doğu Akdeniz’de düşük. Sıcaklık baskısı, av baskısı gibi nedenler üst üste bindiğinde bazı sıkıntılar ortaya çıkıyor. Bu sıkıntıları ortadan kaldırmak için önlemler almamız, çeşitli yönetim politikaları geliştirmemiz gerekiyor” dedi.

Akdeniz’de biyoçeşitlilik üzerinde de bir baskı olduğunu ifade eden Prof. Dr. Barış Salihoğlu, “Özellikle istilacı türler, sıcaklık ve kirlilik öne çıkıyor. Biyoçeşitlilik ve ekosistem üzerindeki dayanıklılığın azaltılmasıyla ilgili bütünlükçü önlemler geliştirmemiz gerekiyor” dedi.

Fotoğraf: AA

‘Tatlı su miktarı azalıyor’

Prof. Dr. Barış Salihoğlu, küresel iklim değişikliği nedeniyle karadan denize girecek tatlı su miktarının da azalacağını dile getirerek, “Yağışların azalmasıyla nem azalacak, yangınlar artacak. Artan yangınların da deniz ekosistemine ciddi bir etkisi var. Ek bir baskı deniz ekosistemine, Akdeniz’e binmeye başlayacak. Bu bölgelerin, özellikle hassas olan bölgelerin kademeli olarak koruma alanı ilan edilmesi çok önemli. Kuraklık nedeniyle 2040’lı yıllarda bazı iç göllerimiz tamamen kuruyabilir” değerlendirmesinde bulundu.

‘Önlemler almalıyız’

İklim sorunun küresel bir sorun olduğu için etkisinin doğrudan kontrol edilemediğine değinen Salihoğlu, şu önerileri sundu:

“İklimi tek bir ülke olarak kontrol edemediğimiz için başka önlemlere yönelmemiz gerekiyor. Örneğin avcılık baskısını azaltmalıyız. Ayrıca bütün denizlerimizde kirliliği azaltmamız gerekiyor. Önlemler almalıyız ki denizdeki ekosistem, değişen iklime karşı daha dayanıklı hale gelsin. Bunun yanında koruma alanları çok önemli. Biyoçeşitliliği artırırsanız, denizler iklim değişimine daha dayanıklı hale gelecektir.”

Ümit Özdağ’ın kuracağı partinin ismi ‘Zafer Partisi’ oldu

Göçmen karşıtı açıklamalarıyla bilinen eski İYİ Parti İstanbul Milletvekili Ümit Özdağ, yeni kurduğu partinin ismini ve logosunu açıkladı.

İYİ Parti’den istifa eden Özdağ, bir süredir “Ay yıldız hareketi” adı altında siyasi parti kurma çalışmaları sürdürüyordu.

Sosyal medyadan paylaşım yapan İstanbul Milletvekili Özdağ, partinin isminin “Zafer Partisi” olduğunu açıkladı.

Kuruluş dilekçesi 26 Ağustos’ta verilecek

Özdağ yaptığı paylaşımda “Kanıyla Anadolu’nun kapılarını açan, canıyla bu toprakları vatan yapan; Alparslan’dan Mustafa Kemal’e, şehitlerden gazilere, tarihi şan ve şerefle dolu büyük Türk milletinin yeni ZAFER’i doğuyor” ifadelerini kullandı.

Ümit Özdağ, Zafer Partisi’nin kuruluş dilekçesini 26 Ağustos’ta verecek. Zafer Partisi’nin kurulmasıyla Meclis’te temsil edilen siyasi parti sayısı 14’e yükselecek.

 

Yüz yüze eğitime geçecek okullarda alınacak koronavirüs tedbirleri açıklandı

Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) ve Sağlık Bakanlığı iş birliğinde hazırlanan “Kovid-19 Salgınında Okullarda Alınması Gereken Önlemler Rehberi”, il milli eğitim müdürlüklerine gönderildi.

Rehberde, öğretmenler, eğitim personeli, kantin çalışanları ve öğrenci servisi personeli ile öğrencilerle aynı evde yaşayanların tam doz aşılarının tamamlanmış olması önerildi.

Genel kurallar

  • Öğrencilerle bir araya gelmesi zorunlu olan öğretmen ve okul çalışanlarının aşı olmamaları durumunda haftada iki kez PCR testi ile taranmaları istenir ve sonuçlar okul tarafından gerekli işlemler yapılmak üzere kayıt altında tutulur.
  • Öğrencilerle aynı ev içerisinde yaşayan kişilerin de aşılı olmaları, tam doz aşılarını tamamlamış olmaları önerilir.
  • Tüm okullarda öğrenci, öğretmen ve personelin ihtiyacı olması halinde kullanabilmeleri için yeterli sayıda maske Millî Eğitim Bakanlığı tarafından temin edilir.
  • Okul içerisinde, ortak alanlarda, sınıflarda, öğretmen odalarında maske atık kutularının bulundurulması ve günlük olarak boşaltılmaları sağlanmalıdır.
  • Öğrenci ve personelin hasta, temaslı veya risklilik durumları Millî Eğitim Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı arasındaki veri entegrasyonu yolu ile izlenir ve okullara gerekli bildirim yapılır.
  • Seminer haftasında enfeksiyon kontrolü ve okula giriş koşullarını içeren eğitim verilir ve okul yönetimince belirlenecek görevli tarafından bu programın uygulanması ve alınacak önlemlerin takibi yapılır.

koronavirüs öğrenci okul

Öğrencilerde maske zorunluluğu

Rehberde “Millî Eğitim Bakanlığına bağlı okullardaki tüm öğrenciler okula maske ile gelmelidir ancak gelişimsel sorunu olan veya maske takmakta zorlanan çocuklar için istisna olabilir” denildi. Öğrencilerde maske kullanımı ile ilgili şunlar söylendi:

  • Maskenin çocuklar için uygun boyutta olması sağlanmalıdır,
  • Maskelerin nemlenmesi durumunda değiştirilmesi için okul içerisinde yedek maske bulunması sağlanmalıdır,
  • Maske takamayan öğrenciler; gelişimsel sorunları veya tıbbi nedenler (doktor raporu ile kayıt altına alınmış olan) ile maske takamayan çocuklarda mümkün ise yüz koruyucu kullanımı sağlanmalıdır,
  • Çok yakın temasın gerektiği durumlarda maske ile birlikte yüz koruyucu kullanılması önerilir.

Ders aralarında maske değişimi

Rehbere göre öğretmenler de aşılanma durumundan bağımsız olarak okul bahçesine girişlerinden itibaren, okulda bulundukları süre boyunca sürekli maske takmalı. Öğretmenlerde maske kullanımına ilişkin öneriler ise şu şekilde:

  • Farklı sınıflarda ders vermeleri durumunda öğretmenlerin dersler arasında maskelerini değiştirmeleri önerilir,
  • Öğretmen odaları ve diğer ortak alanlarda bulunan kişilerin, aşılananlar da dâhil olmak üzere, sürekli maske takmaları sağlanmalıdır, iii. Yiyecek içecek tüketiminin mümkün olduğu kadar ayrı zamanlarda ve mümkün olan en kısa sürede gerçekleştirilmesi için özen gösterilmelidir.
Fotoğraf: AA

Görevliler

  • Okulda bulunulan süre boyunca ve her ortamda aşılanma durumundan bağımsız olarak sürekli maske takmalıdır,
  • Maskenin nemlenmesi durumunda yeni bir maske kullanılmalıdır.

Veliler ve ziyaretçiler

Genelgede veliler ve ziyaretçilere ilişkin ise şu tedbirler yer aldı:

  • Salgın döneminde mümkün olduğu kadar okul bahçesi de dâhil olmak üzere okul içerisine girişlerine izin verilmemelidir,
  • Okul bahçesi dâhil, okula girişin gerekli olduğu durumlarda okul bahçesine giriş, bahçenin olmadığı durumlarda da en dış noktadan itibaren maske takmaları sağlanmalıdır.

Sınıfların havalandırılması

  • Ders sırasında sınıf camları öğrenciler açısından risk yaratmayacak şekilde (her türlü düşme ve travmayı önleyecek önlemler alınarak) mümkün olduğu kadar açık kalmalı ve doğal havalandırma sağlanmalıdır.
  • Ders aralarında mümkün olduğu kadar tüm öğrencilerin açık alana çıkmaları, sınıfın camlarının ve kapısının tamamen açılarak hava akımı yaratacak şekilde en az 10 dakika süre ile havalanması sağlanmalıdır.
  • Okul ortak kapalı alanlarındaki camların sürekli açık kalması ve/veya mümkün olduğu kadar dış ortam havası alacak şekilde havalandırılması sağlanmalıdır.

Merkezi havalandırma sistemi varsa

  • Havalandırması mümkünse %100 taze hava sirkülasyonunu sağlayacak şekilde düzenlenmelidir.
  • Havalandırma sistemlerinin bakımı ve filtre değişimleri zamanında yapılmalıdır.
  • Havalandırma mümkün olan en düşük hızla çalıştırılmalıdır.
  • Havalandırma sistemi çalışıyor bile olsa camları açılabilen alanlarda camların açılması sağlanmalıdır.
Fotoğraf: AA

Okul ortamında mesafe

  • Okul bahçesinde ve çevresinde öğrencilerin, öğretmenlerin, diğer çalışanların kalabalık gruplar oluşturması önlenmelidir, b. Teneffüs saatleri okul bahçesinde kalabalık oluşmaması için okulun fiziksel kapasitesi ve öğrenci mevcudu dikkate alınarak farklı zamanlara gelecek şekilde ayarlanmalıdır.
  • Okul bahçesinde öğrenciler arasında sosyal mesafeye uygun olmasına özen gösterilmesi sağlanmalıdır.
  • Okula giriş, çıkış ve teneffüslerde sosyal mesafenin korunması için gerekli düzenlemeler yapılabilir.
  • Okul kapalı alanlarında farklı sınıf öğrencilerinin bir araya gelmesini en aza indirecek şekilde planlanmalıdır.
  • Okul giriş ve çıkış saatleri değiştirilemiyorsa, ders başlangıç zamanları ve ders araları farklı sınıf öğrencilerinin bir araya gelmesini en aza indirecek şekilde planlanmalıdır.
  • Sınıf içerisinde öğrencilerin oturma düzeni yüzleri aynı yöne dönük olacak şekilde yapılandırılmalıdır,
  • Öğrenciler arasındaki mesafenin belirlenmesinde okuldaki derslik ve öğrenci sayısına dikkat edilerek okul yönetimi tarafından sosyal mesafeye uygun düzenleme yapılır,
  • Vaka hızının ve bulaş riskinin yüksek olduğu ya da vaka sayısında ani yükselme görülen bölgelerde il ve ilçe sağlık müdürlükleri koordinasyonunda gerekli tedbirler alınır,
  • Tükürük ve sekresyon çıkışına neden olabilecek şarkı söyleme gibi yüksek sesle yapılan egzersizler mutlaka açık alanda ve öğrencilerin arasında tercihen en az 2 metre mesafe bırakılarak yapılmalıdır,
  • Öğrencilerin evlerinde veya okul dışında egzersizler yapması özendirilmelidir,
  • Beslenme saatlerinin okulun fiziki kapasitesi göz önüne alınarak mümkün oldukça farklı zamanlara yayılması için zaman aralıkları farklılaştırılmalı ve sınıf dışında mümkünse açık alanda, mümkün değilse okulun geniş ve tavan yüksekliği yüksek olan havalandırılabilir açık alanlarında yapmaları sağlanmalıdır. Maskeler, sadece sıvı alımı veya beslenme sırasında çıkartılmalıdır.

Ders süreleri ve temizlik

Rehberde ders süreleri, okulun temizliği ve diğer hususlar hakkında da çeşitli öneri ve tedbirler yer aldı:

  • Ders sürelerinin sınıf boyutları ve öğrenci sayısı da dikkate alınarak 40 dakikayı aşmayacak şekilde planlanması uygun olacaktır.
  • Okulun rutin temizliğinin sıklaştırılması önerilir.
  • Çocukların, öğretmenlerin ve diğer okul çalışanlarının el hijyeni için su ve sabun ile el yıkama olanakları sağlanmalı ve ortak alanlara uygun sayıda el antiseptikleri konulmalıdır.
  • Okulun başlangıcında velilere olası hastalık durumunda bilgi paylaşabilmeleri için Bilgilendirme Formu verilir.
  • Ziyaretçiler zorunlu olmadıkça okula alınmamalı, alınması gerektiğinde ise ziyaretçilerin HES kodu kontrolünde durumları “Risksiz” olmalıdır.

İkizdere direnişçileri, İstanbul Bakırköy’deydi: ‘Direniş varsa umut var’

Bakırköy Kent Savunması‘nın Türkiye‘deki doğal afetleri konuşmak için yaptığı etkinliğe dün İkizdere direnişçileri de katıldı. Etkinlikte, Rize İkizdere‘de çalışmalarına devam edilen taş ocağı için vurulan her kepçenin sadece ağaçlara değil, ormanda yaşayan tüm canlılara zarar verdiğinin, kesilen bir ağacın yerine onlarca ağaç dikilse bile kaybedilen doğal zenginliğin asla geri gelmeyeceğinin altı çizildi.

Cengiz Holding‘in Rize İyidere’de hayata geçirmek istediği liman projesine hammadde temini için İkizdere’de yapımına başlanan taş ocağına karşı İkizdereliler 120 günü aşkın süredir direnişteler.

Bunun yanında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yetkilileri, yaklaşık bir ay önce direniş alanına gelmiş, nöbet alanı ve alandaki çay fabrikasının bahçesi için keşif ve ölçüm çalışması yapmıştı. Direnişçilerin avukatı Yakup Okumuşoğlu da keşfin acele kamulaştırma için yapılmış olma ihtimalinin yüksek olduğunu kaydetmişti.

‘Ormanlar çocuklarındır’

Yurt Haber Ajansı‘ndan Selvi Sarıtaç ve Mahmut Erdinç‘in haberine göre, etkinlikte konuşan İkizdere direnişçilerinden Asuman Fazlıoğlu, direnişçiler olarak taş ocağı yapmak isteyenlerden iki adım önde olduklarını kaydetti. Fazlıoğlu, direnişlerinin karşısındaki orantısız gücün “Para gücü, para hırsı ve örgütlü bir AKP yapısı” olduğunu kaydetti ve “Direnişimiz devam ediyor ve edecek. Desteklerinizi bekliyoruz. Dereler özgürdür, özgür akacak. Direniş varsa umut var. Ferman padişahınsa dağlar bizimdir. Ormanlar çocuklarındır” ifadelerini kullandı.

Fazlıoğlu, İşkencedere Vadisi’nin sadece o bölgede yaşayanlara değil, tüm insanlara ait olduğunu kaydetti ve yüzlerce yılda oluşmuş ağaçların etrafındaki taşı almak için vurulan her kepçenin sadece ağaçlara değil, ormanda yaşayan tüm canlılara zarar verdiğini, dünyada benzeri olmayan kestane balının oluştuğu ağaçların yok edildiğini, kesilen bir ağacın yerine onlarca ağaç dikilse bile kaybedilen doğal zenginliğin asla geri gelmeyeceğini özellikle vurguladı.

 

‘Sesimizi dünyaya duyurduk ama bir kişiye duyuramadık’

İkizdere direnişçisi Ali Akyıldız ise “Biz sesimizi tüm Türkiye’ye hatta dünyaya duyurduk ama bir kişiye duyuramadık” dedi ve Cumhurbaşkanı’na imzalatılan projede, “Rize İyidere’de yapılacak olan Lojistik Merkez ve Limanı için yeni taş ocağı açılmayacak” notunun yazılı olduğunu hatırlattı.

Akyıldız, “Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, ‘Taş ocağı açılmayacak’ imzası olduğu halde, taş ocağı açıldı ise bu çok vahim bir durum. Şayet imzası olduğunu bildiği halde açılıyorsa bu çok daha vahim bir durum” dedi.

İkizdere Dernekler Federasyonu (İDEF) Çevre Komisyonu Başkanı Osman Baş ise, İkizdere’de taş ocağı mücadelesinin iki yıldır devam ettiğini kaydetti ve “Amerika sesimizi duydu ama Rizeli olduğunu ifade eden başkan bizi duymadı. Bu çok daha acı bir durumdur” dedi. Baş, İkizdere’de ormanların yıkılarak, derelerin kirletilerek, ağaçların kesilerek ve ekosistemin ortadan kaldırılarak bir vahşetin yaşandığını söyledi.

 

‘Biz kadınlar her yerdeyiz’

Etkinlikte söz alan ve 30 yıllık İkizdere gelini olduğunu söyleyen Aslı Eren de direnen kadınlarla gurur duyduğunu belirtti ve “Biz kadınlar her yerdeyiz” dedi.

Aslı Eren, İkizdere’de direnişi başlatan üç kadının ahırda, çaylıkta, bahçede ve direniş alanında da en ön cephede olduğunu kaydetti ve “Bu ülke, bu topraklar, bu vatan bizim. Biz birlikte güçlüyüz. Edirne’den Kars’a kadar bu ülke bizimdir” ifadelerini kullandı.