Ölüm bile eşitsiz – Ahmet Altan

Tolstoy bir keresinde, “Yeryüzünde mutsuz tek bir insan bile olsa ben mutsuz olurum”demiş.

Yirmi milyon mutsuz Kürt’ün yaşadığı bizim ülkede yaşasa neler hissederdi acaba?

Bu ülkede yaşayan Kürtler mutsuz.

Mutsuz olmak için de çok haklı nedenleri var.

Sadece şu son Uludere faciasında Başbakan’ın ve İçişleri Bakanı’nın söylediklerine bakmak bile o insanların niye mutsuz olduğunu anlatmaya yetiyor.

Başbakan’ın, “tazminatsa tazminat, özürse özür, tazminatı da fazlasıyla veriyoruz, daha ne uzatıyorsunuz” demeye getiren sözleri yeter zaten bir Kürt’ün hayata lanet okumasına.

Bu nasıl üstten bir tavır?

Komşunun bahçesindeki tavuğu öldürse bile insan daha içten ve daha mahcup bir şekilde özür diler,“parasını verdik ya, uzatma artık” demez.

Neyin tazminatını veriyorsun?

İnsanları öldürdünüz.


“Tazminat”
 mı tek mesele?


“Parasını verince”
 Kürtleri öldürmek serbest mi “Türk” hükümetlerine?

İçişleri Bakanı da, “onlar kaçakçıydı” diyor, sanki kaçakçılığın cezası ölümmüş gibi.

O insanları kaçakçılığa kim mecbur etti?

Otuz yıldır süren bir savaşta insanlara ekmeklerini kazanacakları bir imkân mı bıraktınız?

Kaçakçılık yapmayıp da ne yapacak?

Üstelik şartları devlet de bildiğinden zaten onların kaçakçılığına göz yumuluyordu, adamları öldürünce mi “kaçakçılıkları” aklınıza geldi?

Ne Başbakan, ne bakanı, ne kabinesi, Uludere’de ölenlerin “insan” olduğunu hâlâ farketmiş değiller galiba, birinin onları sıkıca sarsıp “onlar insandı” demesi gerekiyor.

Bu laflar, bu tavırlar, bu üstten bakışlar, Homeros’un deyişiyle, “yaraya bir de aşağılamayı ekliyor”, öldürülenler ve yakınları bir de horlanıyorlar.

Kürtlerin neler hissettiklerini gerçekten anlayamıyor mu Türkler?

Bu ülkedeki korkunç eşitsizliği görmüyorlar mı?

Doğal mı buluyorlar bu eşitsizliği, bu ülkenin vatandaşlarının bir kısmı çocuklarına anadilde eğitim verirken diğerlerinin çocuklarını anadillerinde eğitememeleri, bunun “yasak” olması çok mu rahat kabul edilebilecek bir durum?

Türkler ülkenin “bölünmesinden” korkuyorlar, 20 milyon insanı mutsuz yaşatmak inanın“bölünmekten” kötüdür, tamam herkesin bir Tolstoy olmasını beklemiyoruz ama 20 milyon insanın mutsuzluğuna da bu kadar sıradan bir olaymış gibi omuz silkip geçmeyi anlamak kolay değil.

Bu ülke zaten bölünmüş.

Yaşadığınız ülkede, “34 insanı öldürüldüğünde” hükümetin aldırmadığı, “tazminatsa tazminat kardeşim” dediği bir halkla, “her canı” ayrı ayrı kıymetli başka bir halk var, hayatta da eşit değiller, ölümde de eşit değiller, bu “bölünme” değilse nedir?

Ordu, 34 Kürt’ü değil de 34 Türk’ü öldürseydi böyle mi davranacaktınız?

34 muhafazakâr öldürülseydi muhafazakârlar böyle mi davranacaktı, 34 Atatürkçü öldürülseydi Atatürkçüler böyle mi davranacaktı, 34 milliyetçi öldürülseydi milliyetçi Türkler böyle mi davranacaktı?

Hayattan vazgeçtim bari ölümde eşitliği kabul edin, bunu bile reddediyorsunuz.

Üstelik bir de İçişleri Bakanı gerçekleri saklıyor, katliam için “anlık bir olaydı” diyor ama belgeler bunun “anlık” bir olay olmadığını, basbayağı planlı, programlı bir katliam olduğunu gösteriyor, saldırı hazırlıkları çok önceden başlamış.

Neden kimse o hazırlıkların bir aşamasında bu katliama engel olmadı?

İçişleri Bakanı, “Hava Kuvvetleri’nde birilerinin bombalama emri verdiğini” söylüyor, Başbakan daha önce “elde dört saatlik Heron görüntüleri olduğunu” söylemişti, o dört saat boyunca “Hava Kuvvetleri’ndeki birileri” 34 insanı öldürmeye hazırlanırken hiç mi kimseye danışmadı, hiç mi kimseye sormadı?

Böyle kolay mı öldürülüyor insanlar?

Hiç mi denetim mekanizması yok?

Öldürülecek 34 kişi Ankara’da yaşayan Türkler olsaydı “Hava Kuvvetleri’nden birileri” gene böyle hiç kimseye sormadan vurup öldürecek miydi?

Uludere, sadece orada yaşanan faciayla değil daha sonra yaşananlarla da bu ülkedeki vaziyeti açıkça ortaya koyuyor.

Bu ülkenin yönetimi Kürtlere aldırmıyor.

Bir zamanlar aldırırlardı, “analar ağlamasın” derlerdi, “açılım” yapmak isterlerdi, “Kürtlerin varlığını inkâr etmediklerini” söylerlerdi.

Vazgeçtiler.

Şimdi öldürüyorlar ve “tazminatsa tazminat” deyip omuzlarını silkerek yürüyorlar.

Kürtlerin içi acıyor bundan, bunu anlıyorum.

Anlamadığım Türklerin neden içi acımıyor, neden Türkler ayağa kalkmıyor, neden Türkler hesap sormuyor?

Türk olmak böyle bir şey mi, ırkçı mıyız biz, insafsız mıyız, başkalarının dertlerine, acılarına bu kadar bigâne, bu kadar bencil miyiz?

Öldürülen bizden değilse başımızı çevirir geçer miyiz?

Böyle olduğumuz, böyle davrandığımız için mi “ne mutlu Türk’üm diyene” diyeceğiz?

Mutlu Türk, aldırmaz Türk mü, acıları paylaşmaz Türk mü, vicdanı sızlamaz Türk mü, nedir mutlu Türk, kimdir, neden mutludur?

20 milyon insanı mutsuz edip sonra da mutlu olmak mıdır Türk olmak, öldürdüğün adamın çocuğuna“ne mutlu Türk’üm” diye bağırtmak mıdır?

Uludere hepimizin gerçek yüzünü ortaya çıkardı.

Bu gerçeği görüp de “mutlu” olmak ayıptır.


“Türk’üm”
 desen de ayıptır, demesen de ayıptır.

Ahmet Altan – Taraf

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR