Köşe Yazıları

NTV’nin cenaze namazı

0

Gazetecilik ölüyor. Anaakım medya yerlerde sürünüyor, rezil ediyor kendini.

Devletle iş yapan holdinglerin bünyesindeki basın kuruluşları (ki bu anaakım medyanın tamamı anlamına geliyor) gazetecilikle uzaktan yakından ilgisi olmayan birer propaganda aracına dönüşmüş durumda. Hayır, eskiden beri böyle bu iş de, eskiden nispeten çaktırmadan yapılırdı “gazetecilik” etiketli propaganda. Gizliden gizliye, usul usul, kendini belli etmeden. Bu seçim döneminde ise, iktidar partisinin kapıldığı telaş ve korkunun bir sonucu olarak belki de, açık açık, gözümüze soka soka “A partisi ne güzel, B’cilerden cacık olmaz, C saçmaladı, D lafı koydu, A partisi ne güzel” muhabbetleri döndürüldü umarsızca. Gazetecinin de bir siyasi görüşü var ve olmalı evet, kendi yorumunu da katıyor ve katmalı, evet. Ancak şurası bir gerçek, tanık olduğumuz süreç düpedüz bir bilerek (ve bazen de isteyerek) “yalan söyleme” sürecidir, farklı yorumlama falan değil.

Bazı yayın organlarıyla iktidar partisi arasındaki göbek bağını zaten biliyoruz, o noktada beklenmedik bir şey yok pek. Bu seçim döneminde ise esas darbeyi NTV’den yedik. “Tarafsız habercilik” umuduyla yüzümüzü NTV’ye dönmüş olmamız başlı başına acıklı bir durum gerçi. Yurtdışında olduğumdan kelli, 3 defa denk geldim NTV haberciliğine bu sene. Birincisinde ODTÜ girişinde protesto yapan göstericilere saldıran robokopların ne kadar müthiş, öğrencilerin de ne kadar bozguncu olduğunu anlatıyordu anlamsız bir muhabir. İkincisinde sansüre karşı yürüyen 200.000 protestocunun haberini internet sitesinde “teknoloji” başlığı altında ve 4,5 puntoyla, yanında “İnternet trolünün profili” temalı anlamsız bir haberle geçiştiriyordu.

Üçüncüsündeyse, yani geçtiğimiz cuma günü, seçimlere 2 kala başbakanı bir padişah koltuğuna oturtmuş, ötesine Oğuz Haksever’i “başbakana anlamlı herhangi bir soru sorulmasını engellemek” ve “başbakanın söylediği herşeyi sırıtarak dinleme” görevleriyle montelemiş, berisine de aralarında Ruşen Çakır’ın da bulunduğu 3 gazeteciyi “haydi bakalım, başbakana pas atın, muz orta açın” pışpışlamasıyla kondurmuş seçim programında izledik NTV’yi. Çok açık ve net yazıyorum, böylesi bir program herhangi bir demokratik ülkede yayınlansa o kanal önlenemez bir düşüşe geçer, ülke aylarca “skandal!” diye çalkalanır, o stüdyodaki gazetecilerin kariyerleri sona erer. “Ağırlanan” politikacının kim olduğunun da bir önemi yok, Recep Tayyip Erdoğan’a yapılan muamele Kılıçdaroğlu’na veya Yüksel Selek’e ya da Filiz Koçali’ye yapılmış olsaydı da tepkim aynı olurdu.

Bir politikacıyla, özellikle de iktidardaki bir politikacıyla mülakat yapmak zor zanaat, orası kesin. Bir defa “lider” ve “kurt” politikacıların neredeyse tamamının deneyimlerinin yanısıra aldığı özel eğitimler var. Laf nasıl çevrilir, kendisini sıkıştırmak amaçlı sorulan sorudan nasıl kendini yüceltici bir cevap vererek sıyrılınır, konuşma tonu ne zaman sertleştirilir, iş ne zaman şakaya vurulur, gibi. Mülakatı yapan gazetecinin hayat hikayesi de önceden araştırılır, gelebilecek sorular ve sırası önceden tahmin edilmeye çalışılır, falan filan. Bu konuda (Watergate skandalı sonrası Nixon’la ilk röportajı yapan Mehmet Ali Erbil benzeri bir şovmenin hikayesi) hem keyifli, hem de son derece zihin açıcı bir film de var, meraklısına ısrarla tavsiye ederim: Frost/Nixon .

Cuma günkü programa geri dönelim. Usta mülakatçı Tim Sebastian’ın bugün Radikal’de yayınlanan röportajında da anlattığı gibi, izledimiz NTV “mülakat”ının kabul edilebilir hiç bir yanı yok. Oturma düzeninden konuşma aralıklarına, moderatörün rolünden mülakatçıların hitabına kadar hepsi skandal, tamamı rezalet. BBC’de yaşansa mesela böylesi, kanal yönetimi o gazetecileri hemen işten atar, ardından da toptan istifa eder “böylesi bir skandala izin verdik, affedin” diyerek. Yetmez, kamuoyunda BBC hakkında derin bir tartışma başlar, nasıl oldu da işler bu raddeye geld diye. NTV’de yaşanan mülakat rezaleti böylesi bir skandal işte. Gazetecilerin korka korka ve el pençe yönelttikleri “Efendim, bazıları diyor ki, ııhh hani belki demokrasi noktasında bazı eksiklikler olabilir diyorlar yani, ıııh, bazı kesimler bunu diyor, siz ne diyorsunuz?” sorularını duydukça ben utandım orada oturanlar adına. Başbakan “Ağrı’da OHAL’i kaldırdık” dedikçe “Nasıl olur, Ağrı’da OHAL hiç uygulanmadı ki?” diyemeyişlerine ben kahroldum. Çok üzüldüm, çünkü o insanların hayatlarının geri kalanı imza attıkları rezaletin ezikliği altında geçecek, kalpleri sıkışacak her daim iflah olmaz bir demirden pençeyle.

Karşılarında oturan liderin isminin hiçbir önemi yok dediğim gibi, ha Ecevit olmuş ha Demirel, ha Kılıçdaroğlu olmuş ha Kışanak olmuş. Bu arada Kışanak demişken, kendisiyle gerçekleştirilen “başarılı” bir mülakat örneği şurada izlenebilir. Demek ki isteyince, “desteklenince” oluyormuş.

Madem öyle cuma günü yaşanan rezaletin olası nedenlerine bakalım. İki temel ihtimal var ortada:

1) Programı hazırlayanlar, (ara sıra moderatörlük yapan biri olarak utanıyorum bunu yazmaya ama) “moderatör”  Oğuz Haksever ve oraya çıkartılan mülakatçıların bi’ 3-5 sene temel iletişim ve gazetecilik eğitimi almaları gerekiyor, ardından kariyerlerine en baştan başlayabilirler belki.

2) Programı hazırlayanlar, moderatör ve mülakatçılara ciddi ödül ve/veya sopa gösterilmiş birileri tarafından, ısmarlama bir propaganda programı hazırlanmış.

Birbirinden beter iki ihtimal de. İki ihtimalin aynı anda-beraber geçerli olması ihtimali ise, ki korkarım durum bu biraz da, en kötüsü. Ama şurası kesin ki o stüdyoda bulunan “gazetecilerin” alınlarına ve vicdanlarına hayatları boyunca çıkmayacak şekilde basılmış bir utanç damgası var artık. Oğuz Haksever’i örneğin, bir ekşisözlük yazarının da belirttiği gibi, bundan 20 sene sonra belgesellerde “O zamanlar çok tehdit vardı, n’apayım ben de, ailemi düşündüm,cebimi düşündüm, mecburen öyle bir program yaptık işte…” minvalinde açıklamalar yaparken izleyeceğiz muhtemelen. Ruşen Çakır’ın bütün program boyunca sıkıntılı ve vicdanıyla hesaplaşır görüntüsünün program sonunda çaresiz ve kırık bir sesle “Ama öldü efendim” diye yansıması karşısında “Ben bilmem” diyen başbakanın hemen ardından “Evet” diyen telaşlı ve korkak adam olarak hatırlayacağız Oğuz Haksever’i. Son 2 senedir zaten ayyuka çıkan iktidar yandaşlığını bile unutacağız belki ama o rezil rüsva “Evet” i hiç ama hiç unutmayacağız. Yüzünü her gördüğümüzde, adını her duyduğumuzda “evet” diye fısıldayacak içimizde bir ses.

Bu yazıyı okurken twitter’dan “Banu Güven Leyla Zana’yı konuk ettiği, Ruşen Çakır başbakana soru sorduğu, Can Dündar da NTV saçmalığından bıktığı için kenara kondu kanal yönetimi tarafından” haberleri geliyor bir yandan. Doğru mu bilmiyorum, ama şaşırmadığımı farkediyorum. Şaşırmamak! En kötüsü bu sanırım… Yazının başlığımn “NTV’nin cenaze namazı” olarak değiştiriyorum. Başımız sağolsun, Allah geride bıraktığı gerçek habercilere sabır ve güç versin.

Bu durumun güzel bir yanı da var ama. Toplum, anaakım medyanın içindeki kirli güç ve çıkar ilişkilerinin sonuçlarını gördükçe internet sayesinde geniş kitlelere ulaşabilen bağımsız gazetecilik oluşumlarına meylediyor. Bu yeni ve haber alma özgürlüğü açısından son derece önemli bir gelişme. Yeşil Gazete olarak da bir parçası olmaktan büyük gurur duyduğumuz bu oluşumların önemli bir özelliği de var: Toplumsal hareketlerin içinde ve parçası olan gruplar tarafından yayınlanmalarına rağmen son derece yüksek bir tarafsızlığa da sahipler aynı zamanda. Yeşil Gazete’nin yanısıra jiyan, redhaber, marksist, bianet gibi haber siteleri aklıma gelen ilk örnekler, atladığım ya da bilmediğim oluşumlara peşinen özürlerimi sunarım. Bunların dışında bir çok kaliteli ve ama haber anlamında kapsama alanları biraz daha dar olabilen haber siteleri de var. Eh tabi, karşı atak olarak geliştirilen son derece kolpa ve anlamsız basın siteleri de var, medyagundem gibi. Ne yaparsın, hayat zor.

Ama olsun, yeni medya internette ve amatör ya da yarı-zamanlı gazeteciler tarafından hızla inşa ediliyor. İletişim ve gazetecilik bölümlerinden mezun olanlar için 2 kuruş maaşa saçma sapan bir iş aramaktansa zaman ve emeğini yeni veya varolan bir haber portalına yatırmak çok daha anlamlı bir seçenek haline geliyor. Sosyal medya kanalları güçlendikçe elimiz güçleniyor, daha geniş kitlelere haber servisi yapabiliyoruz. İşimiz hala zor, evet. Ve ama bir o kadar da keyifli, önemli ve tatmin edici. Başbakanla mülakat yapma şerefine hiçbir zaman nail olamayacağız muhtemelen gerçi, ama o da eksik kalsın.

Okuyucu-haberci ayrımını azaltmak, haber alma ve haber verme özgürlüğü için çok önemli. Sen de ucundan tut bu muhabbetin, anaakım medyayı at bir kenara, olan-biteni bağımsız-küçük-yarı zamanlı habercilik oluşumlarından al. Dahil ol ve hatta, sen de yarı zamanlı bir gazeteci oluver. Böyle böyle, yavaş yavaş kaldıralım NTV gibilerin cenaze namazını. Yazık zira, ruhu ölmüş bir medyanın cesedini ortada çürümeye bırakmak yakışmaz vicdanı olanlara.

You may also like

Comments

Comments are closed.