Newroz dört yıl önce ne umutlarla kutlanmıştı, şimdi acılarla kutlanıyor, ne hazin! – Hasan Cemal

Bu yazı t24.com.tr/ den alınmmıştır

Dört yıl geçmiş.
Diyarbakır, 21 Mart 2013.
Tarihi bir gündü.
Öcalan’ın İmralı’dan gönderdiği,  BDP milletvekilleri Pervin Buldan’la Sırrı Süreyya Önder’in meydanda heyecanla dalgalanan yüz binlere Kürtçe ve Türkçe okudukları Newroz mesajı Kürt sorununda yeni bir dönemin kapısını açıyordu.
Artık “silahlar değil, fikirler konuşacak“tı. Yeni dönemin adı, çözüm süreci olacaktı. Cengiz Çandar Radikal’deki köşesinde şunları yazıyordu:

Her şey ‘tarihi’ydi.
Diyarbakır’da milyonu aşkın, PKK bayraklı, Öcalan posterli bir 
Newroz kutlaması.
İmralı’da ömür boyu hapis 
hükümlüsünün açıklaması, iki 
milletvekili tarafından önce 
Kürtçe, ardından Türkçe okunuyor ve bir dizi ulusal 
televizyon kanalında bu iki dilden 
okunan açıklama yorumlanıyor. 
Konu, gece yarısına kadar, ulusal 
ve uluslararası haber kanallarının 
birinci sırasında yer alıyor. 
Öcalan’ın açıklamasının 
‘tarihi’ olup olmadığına dair gerekli ‘sağlama’yı yapmak için 
ANF’ye, yani Fırat Haber Ajansı’na 
göz atıyorum. 
Kürtçesi şöyle yazıyor: 
“Öcalan: Serdemeke nu dest pe 
dike.”
Şu demek:
“Öcalan: Yeni bir dönem 
başlıyor.” 
Altbaşlığa ise Öcalan’ın 
açıklamasının, “Zaman, 
demokratik siyaset zamanıdır”
vurgusunu yaptığı bölümü 
yerleştirilmişti. 
Evet, açıklamayı ‘tarihi’ kılan, 
‘tarihte bir dönem kapatıldığını, 
bir yeni dönemin açıldığını’ ifade 
eden bölümüydü kuşkusuz:
 “Artık silahlar sussun, fikirler ve
siyasetler konuşsun noktasına 
geldik… Ben, bu çağrıma kulak 
veren milyonların şahitliğinde 
diyorum ki artık yeni bir dönem başlıyor, silah değil siyaset öne 
çıkıyor. Artık silahlı 
unsurlarımızın sınırötesine 
çekilmesi aşamasına gelinmiştir.”
Aynı gün Tayyip Erdoğan da, 
“Çağrıyı olumlu buluyorum.
Diyarbakır’daki mesajlar bizim
mesajlarımızla örtüşüyor” 
sözleriyle karşılık veriyordu.
 Newroz 2013’ün Diyarbakır’da 
böyle kutlanabileceğinin rüyasını
 göremezdik.

Newroz 2013 / Diyarbakır

Aynen Cengiz Çandar’ın yazdığı gibiydi o gün her şey, evet öyleydi, böyle bir şeyi hayal bile edemezdik.
Türkiye’de barışa dair büyük bir heyecan dalgası kabarıyordu.
Ben de, Öcalan’ın bu tarihi Newroz çağrısından iki gün sonra Kandil’in yolunu tutacaktım. Murat Karayılan, 23 Mart 2013’te bana şöyle diyecekti:
“Hani siz kaç yıldır söylüyorsunuz, parmakların tetikten çekilmesi diye… Bugünden itibaren silah kullanılmayacak.”
Dağda silahlar bir anda susmuştu. KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan’la üçüncü kez Kandil’de buluşuyordum.
İlkinin tarihi, ‘demokratik açılım süreci’nin başlarında, 2009 yılı Mayıs ayının ilk haftasındaydı.
İkincisi, ‘Oslo süreci’nin kapanışıyla iki yıl sürecek ve 3 bin cana mal olacak kanlı sürecin başında, genel seçimlerden hemen sonra,  2011 yılı Haziran ayı sonlarında yapmıştım.
Murat Karayılan’la Kandil’de, toprak zeminli bir köy evinde yaptığım 25 Mart 2013 tarihli 5.5 saatlik görüşmede ilk sorum şu olmuştu:
Öcalan, ‘Artık silahlar sussun, fikirler konuşsun’ dedi.”
Karayılan:
“Doğrudur, bize göre de silahın zamanı geçmiştir.”
Öcalan, ‘Yeni dönemde artık silah değil, siyaset öne çıkıyor; silahlı mücadeleden demokratik mücadeleye geçiliyor’ dedi.”
“Evet, ben de böyle düşünüyorum.”
Öcalan, ‘Artık silahlı unsurlarımızın Türkiye sınırlarının dışına çıkma zamanıdır’ dedi.”
“Evet, buna biz de katılıyoruz.”
“Öcalan, bağımsız Kürdistan da demedi, federasyon veya özerklik de demedi.”
“Önder Apo’nun mektubundaki çerçeveyi bütünüyle doğru buluyor ve katılıyoruz.”
Karayılan Kandil’de böyle diyordu.

HDP Adana Milletvekili Meral Danış Beştaş 50 gündür tutuklu, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş 137 gündür tutuklu, Mardin Belediyesi Eş Başkanı Ahmet Türk 71 gün tutuklu kaldıktan sonra 3 Şubat’ta tahliye edildi

Şöyle bir düşünün.
Dört yıl önce neredeydik.
Şimdi nereye geldik.
Dört yıl önce Newroz’da barışın kapıları açılmıştı.
Bugün zindanların kapıları ardına kadar açılmış durumda.
6 milyon oy almış HDP‘nin eş genel başkanları Selahattin Demirtaş‘la Figen Yüksekdağ,  HDP’nin milletvekilleri, yöneticileri demir parmaklık arkasında yatıyor.
Kürtlerin oylarıyla seçilmiş belediye başkanları demir parmaklık arkasında yatıyor.
Kürtlerin seçtiği belediye başkanlarının yerine devletin kayyımları atanıyor.
Bir başka deyişle:
Kürtlerin oyu hiçe sayılıyor.
Kürtlerin iradesi hiçe sayılıyor.
Bunun adı da ‘darbe‘dir.
Askeri darbe değil, halkın iradesine yine boş veren ‘sivil darbe‘dir.
Oysa, dört yıl önce ne umutlarla kutlanmıştı Newroz. Artık dağın yolu kapanırken barışın yolu açılacaktı, iyimser beklentiler böyleydi.
Ama olmadı, kaçıncı kez büyük bir hayal kırıklığı yaşadık, uçuruma yuvarlandık.
Erdoğan, barışın seçim sandığında prim yapmadığını 7 Haziran‘da uğradığı büyük oy kaybıyla görünce, yine savaş düğmesine bastı.
Ve sonrasında yaşanan korkunç acıların bilançosu, geçen hafta açıklanan Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği‘nin raporunda **  insanın içini acıtan ayrıntılarıyla var.
Nurcan Baysal‘ın rapora ilişkin T24’teki yazısının başlığı şöyle:
“Kıyamet benzeri bu tablo, uzakta değil, senin ülkende!”
Bu başlığın altını lütfen çizin.
Çünkü daha dün yaşanmış olan acılardan, kıyamet benzeri tablolardan haberimiz olduğu söylenemez. Saray medyası duymuyor, görmüyor bu acıları, tabloları…
Rapordan:
“Cizre’de, 25 Şubat’ta ailem savcıya çağrıldı. Savcı, ablamın bedeni olarak bize üç küçük kömürleşmiş parça verdi.”
Rapordan:
“2015 yılı Temmuz ayı sonundan 2016 Ağustos sonuna kadar ki 13 aylık süreçte yüzlerce insanın kanuna aykırı şekilde öldürülmesi iddialarına ilişkin tek bir soruşturma bile başlatılmamıştır. Bu da açıkça göstermektedir ki, Güneydoğu’da insan haklarının korunması en az Temmuz 2015’ten itibaren kesin bir şekilde askıya alınmıştır.”
Rapordan:
“Hukuksuz öldürmeler… Aşırı güç kullanımı… Yerleşim alanlarının ağır silahlar ve tanklarla yoğun şekilde bombalanması… İşkence… Kültürel mirasın yok edilmesi… Kadınlara karşı şiddet…”
Rapordan:
“355 bin ila 500 bin arasında insanın yerinden edildiği tahmin edilmektedir.”
Rapordan:
“Hiçbir uluslararası örgüte insani ihtiyaçların karşılaması veya yardımda bulunması için izin verilmemiştir.”
Rapordan:
“Mayıs 2016’da İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, Türkiye Devleti’nden söz konusu bölgede gerçeklerin tespit edilmesi ve insan haklarına ilişkin iddiaların doğrulanması için insan hakları görevlilerinden oluşan bir heyete izin verilmesini talep etmiş, bu talep defalarca tekrarlanmış, ancak Şubat 2017’ye kadar Türk yetkililerinden bu konuda resmi bir cevap alınmamıştır.”
Dört yıl önce ne umutlarla kutlanmıştı Newroz.
Dört sonra ne acılarla kutlanıyor.
Kürtlerin çığlığı dipsiz kuyularda yitip gidiyor.
Kürtler Türkiye’ye yabancılaşıyor.
Tehlike‘nin farkında mısınız, bu acılar Kürtleri Türkiye’den uzaklaştırıyor.
Ne kadar hazin.
Belki de asıl hazin olan, bu ‘kopuş‘tan hâlâ habersiz olmanızdır.
Ama yine de barışı inadına savunmalıyız.
Silah ve savaş çıkmaz yoldur!

Bu yazı t24.com.tr/ den alınmmıştır

 

 

Hasan Cemal

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR