Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Mücadeleye mahkum

0

8 Mart ve 1 Mayıs gibi önemli günlerde bile LGBTİ+’ların varlığı hedef gösterilirken 26 Haziran’da düzenlenen Onur Yürüyüşü aslında bizlerin nasıl bir kuşatma altında olduğunu gözler önüne serdi. “Kendi günleri var, kendi yürüyüşlerine gitsinler, biz onlara geliyor muyuz?” diye eleştirilen LGBTİ+’ların, “Evet keşke gelseniz! Keşke görseniz!” diye haykırdığı bir gün oldu.

Ne yazık ki LGBTİ+’ların direniş ruhu ne kadar yüksek olsa da muhalif ve alternatif medya kurumlarının bile görmezden geldiği, muhalefet partilerinin üç maymunu oynadığı bu onur haftasında ne kadar yalnız bırakıldığımızı görmek beni derinden üzdü. Demokratik bir ülkenin her paydaşının haklarına sahip olması gerektiği, onlarla fikren aynı noktada olmasak da herkesin anayasal haklarını kullanabilmesi gerektiği fikri muhalif kesimlerin kitleleri tarafından da benimsenen bir erdem değil.

Suyu ısınan kurbağa misali…

373 kişinin gözaltına alındığı bir günde İstanbul Büyükşehir Belediyesi ne Taksim’in Valilik tarafından kapatılmasına ne de sokakta direnen, özgürlükleri ve hakları için bir araya gelmiş kitlenin uğradığı haksızlıklara ses çıkardı.

Ses çıkarmamalarının en büyük nedeni, Türkiye’de LGBTİ+ karşıtlığı oy verenler kesimlerde bir yankı buluyorken, LGBTİ+ haklarının gözetilmesinin oy tabanlarının büyük bir kısmında “önemsiz” “ikincil mesele” olarak görülüyor olması. Oysa, LGBTİ+ hakları günün sonunda temel insan haklarının ve anayasal hakların uygulanmasıyla paralel bir konu. Çiğnenen haklarımız yalnız şimdiki değil, önceki ve gelecek hükümetlerin de uygun kılıfla ya da halk tepkisi olmayacağı durumlarda istediği gibi hukuksuz ve yasadışı müdahalelerinin önünü açmaktadır.

Yıllardır Onur Haftası’na yapılan baskının devamı bu sene, sanatçı kadınların ve üniversite festivallerinin iptalleriyle devam etti aslında.

Tam da suyu ısınan kurbağa misali demokratik haklarını kullanan insanların mücadelesini görmezden gelmek aslında kaynayan suyun içinde beklemek oluyor.

Altılı Masa’nın uzlaşı planında var mıyız?

Yeşil Gazete’de yazdığım çoğu yazıda aslında bunu söylemek istiyorum. Haksızlığa ve hukuksuzluğa karşı mücadelenin zamanı olmaz. Sırası olmaz. Vakit her daim adalet isteği ve toplumsal barış için emek vermenin vaktidir.

Siyasilerin oy hesapları üstünden intihar eden gençler hakkında konuşmaması, sokakta demokratik hakları için mücadele eden insanları görmezden gelmesi fazla kanıksandı. Çaresizliğimizin sömürüsü beklenen 2023 seçimlerinin sonrası da benzer şekilde devam edecek mi korkusuyla yaşamak, gelecek üstüne hissettiğimiz tüm umutların da baltalanması demek. Seçimden sonra halledilecek sözleri bugün yaşadığımız haksızlıklara bir merhem değil. Haksız yere gözaltına alınan 373 kişinin hakkını nasıl ödeyeceksiniz? İntihar eden çaresiz gençlere hayatlarını geri verebilir misiniz?

Muhalifler bile özeleştiri ve gelişimden, uzlaşıdan uzak olacaksa nasıl daha iyi bir yarın bizi bekliyor? Uzlaşı ezilenin, zulüm edeni affetmesi değildir. Zulüm edenin yaptıklarının hesabını vermesi gerekiyor önce sonra uzlaşılabilir. Ondan sonra toplumsal bir iyileşme olabilir. Şu an gördüğümüz manzara içinde ben Altılı Masa’nın bizi bu uzlaşı planlarına dahil ettiğine inanmıyorum.

Muhalefetin oy tabanı olarak demokrasiye davet, hukuk isteğimiz ve haksızlara karşı olan mücadelemizin karşılığını görmek istediğimizi güçlü bir şekilde duyurmamız gerekiyor. Kadın hakları ve LGBTİ+ hakları, bir şekilde baskı altında kalmış tüm gençlerin hakları için bir duruş göstermemiz gerekiyor ki o oy hesaplarında bizi çantada keklik sanmasınlar.

Çaresizliğimizi sömürüyorlar, çaresizliğimizi benimseyin, kullanmayın.

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.