Hafta SonuManşet

Marmara Adası’nda yaban hayatı – H. Can Yücel

0
Deniz Samuru Fotoğraf: Thomas O'Malley (https://www.doi.gov/blog/12-facts-about-otters-sea-otter-awareness-week)

Marmara Adası’nın bu sessiz ve sevimli canlılarını yeniden özgürce ada kıyılarında yüzerken gözlemleyebilmeyi diliyor, makalemi yazım aşamasındayken 21.05.2018 günü sonsuzluğa uğurladığımız namı diğer Lodos İbrahim (Pala)’e ithaf ediyorum.

Ada deyince ilk öce akla temiz ve rutubetsiz havası, sürekli akıntının etkisiyle temiz kalan denizi ve çınar ağaçlarının insanı miskinleştiren serin gölgelikleri gelir. Birçokları yazdan yaza gelerek 117 km2’lik yüzölçümüne sahip Türkiye’nin ikinci büyük adası olan Marmara’yı yaşayamadan şehrin gri ve kaos ortamına geri dönüyor. Oysa ada, deniz kenarında tüketilen balık ve rakıdan, güneş altında saatlerce yatıp derimizi koyulaştırmaktan çok daha fazlasını verebilecek potansiyele sahip. Doğa yürüyüşleri, kaya tırmanışları ve fotoğraf tutkunlarının yılın 365 günü farklı güzellikte batan güneş manzarasını görüntüleyebileceği koylara ve tepelere sahiptir. Hal böyle iken, dört tekerlekli egzoz gazı ile dünyamızı kirleten araçlarımızdan bir an için kurtulup Ada’nın dağlarına kendimizi bıraksak, kuytuluklarına saklanmış nice güzellikleriyle gelenleri bağrına basacak.

Deniz Samuru : Kenai Fjords National Park in Alaska. Photo by Anne LanganFotoğraf kaynak: https://www.doi.gov/blog/12-facts-about-otters-sea-otter-awareness-week

Zengin tabiat yapısı, meşe, kestane, çınar ağaçlarının sardığı, makiliklerle kaplı adanın dağları, koynunda hatırı sayılır bir yaban hayatı da barındırmaktadır. Ada Tavşanı başta olmak üzere, keklik, çulluk vb. av hayvanlarının yanı sıra, koruma altındaki Puhu Kuşu, sayıları tam bilinmemekle birlikte Tilki ve 5-6 gruptan oluşan Yılkılar (özgür at) özgürce dolaşırlar.

Ada Tavşanı; gri renkli bir cins Avustralya tavşanıdır. 19.yy. ikinci yarısında İstanbul’daki İngiliz aileler yaz aylarında Marmara Adası’na gelip tatil yaparlarmış. Avustralya’dan getirilen ada tavşanlarını kafesle Marmara’ya getirip beslerlermiş. Bu hayvanın eti çok lezzetliymiş ve zaman zaman kesip yemeklerinde kullanırlarmış. Evlerinde kaldıkları Rum ailelerin bahçelerinde bunları üretmeye çalışırlarmış. Besi tavşanları bazen üretim alanlarından kaçarak gözden kaybolurmuş. Her yaz bu geliş gidişler tekrarlandığı gibi tavşan üretme işlemine de devam edilirmiş. Bugün ada dağlarında ve alçak tepelerde görülen gri kırçıllı renge sahip bu tavşanlar doğal ortamda hızla üremişlerdir. Zaman zaman sayılarında azalmalar görünse de hatırı sayılır bir popülasyona sahiptirler.

Çernobil Nükleer felaketinden sonra sayıları oldukça azalan ada tavşanları günümüzde hala avlanmaktadır. Asmalı Köyü tepelerinden ‘Kastırela Manastırı’na kadar olan bölge yoğun görüldükleri yerlerdendir. Dağlarda gezen küçükbaş hayvan sahipleri ve avcılardan edindiğim bilgiye göre adada rastlanılan Tilki; koyu sarı-kızıla çalan renktedir. İnsan gördüğü anda ise bulunduğu ortamı hızla terk ettiğinden, yakınına kadar sokulmak pek mümkün olamamıştır. Ada geniş yeşil alanlara ve su kaynaklarına sahiptir. Bu sayede göçmen kuşların yüzyıllardır durup dinlendiği bir yer olagelmiştir. Örneğin göç mevsiminde kafilelerle dalga dalga ilerleyen Pelikan sürülerinin geçişleri izlenebilir.

Kunduz Söylencesi;

Tekirdağ’da görüntülenen Su Samuru 27.06.2017 (https://www.ntv.com.tr/turkiye/tekirdagda-su-samuru-bulundu,_cnGOQ9s9UqRTVnyoasqbg)

Bütün bu canlı çeşitliliği içinde bir Kunduz avı söylencesi vardı ki, bana hep ilginç gelmiştir. Marmara Adası’nda balıkçılık yüzyıllardır en önemli geçim kaynaklarından birisidir. 1970’li yılların sonuna kadar ‘Kılıç Balığı’ avcılığının dahi yapıldığı bu sularda, Akdeniz Foku’nun yaşadığını bilimsel çalışmalardan ve halkın anlattıklarından az çok bilmekteyiz. Ancak bazı ailelerin geçimlerini kara avcılığı yaparak sağlamakta olduğunu ve kunduz avcılığı ile iştigal ettikleri de dilden dile aktarılmaktadır. Mesela; Hasan Savran’ın Günaydın Gazetesi’ndeki köşesine de taşıdığı Ada tavşanının kasaplarda kilosu 7.5 liradan satıldığı haberi bunu kanıtlar niteliktedir.

Görsel bir materyale sahip olmamakla birlikte sanki tek bir ağızdan çıkmışçasına ‘Kunduz’ avından bahsediyordu konuştuğum tüm Marmaralılar. Bu kunduz hikayesini çözmeye kararlıydım. Fakat araştırmalarım beni bir başka canlıya, Su Samuru (Lutra) veya (Sea Otter) Deniz Samuru’na doğru yöneltti.

Çünkü Kunduz akarsu ve göllerde yaşayan, dere üzerine günümüz baraj teknolojisinin atası sayılabilecek nitelikte barajlar inşa edip, bu yapay göletlerde yaşamını sürdüren, ağaç kabukları ve ot tüketen kemirgen bir memeli türüydü. Kunduz’lar çift halinde yaşayıp yılda ortalama 400 ağacı devirerek, yuva ve baraj yapımında kullanabilmekteydi. Yuvalarına giriş ise sadece suyoluyla yapılabilmekteydi. İnsanlara yaklaşmaz, bir tehlike sezdiğinde ise kalın deri ile kaplı yassı kuyruklarını yere vurarak ses çıkartır ve aile bireylerini tehlikeye karşı uyarırlar. Oysa adalıların anlattıklarıyla bilimin söyledikleri birbirinden çok farklıydı. Somut verilerden yola çıkarsak da Kunduz’un yaşayabileceği büyüklükte bir göl veya yüksek debiye sahip derelerin Marmara Adası’nda olmadığı gerçeği ile karşılaşırız. Ki yılda 200 ağacı bir tek kunduzun devirebildiğini düşünürsek, yıllar içinde dere yataklarının tamamen çıplak kalması gerekirdi. Dolayısıyla akla pek yatkın gelmiyor.

Deniz Samuru Fotoğraf: Thomas O’Malley (https://www.doi.gov/blog/12-facts-about-otters-sea-otter-awareness-week)

Yerel kaynakları incelediğimde, Tekirdağ, Çanakkale-Gelibolu, Yalova ve Karabiga sahillerinde Su Samuru görüldüğüne dair bilgilere hatta görüntülere rastladım. Su samuru (Lutra Lutra) arka ayakları perdeli olduğu için iyi bir yüzücüdür, kuyruğu ise dümen vazifesi görür. Vücudu kahverengi kalın bir kürk ile kaplıdır. Değerli kürkü sebebiyle nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bu nedenle Türkiye’de de avlanması yasaklanmıştır! Sazlık alanlarda, her türlü ırmak, nehir göl ve deniz gibi habitatlarda bulunabilen, göl ve akarsu kenarına kazdığı çukurlarda yaşayan, balık, kabuklu su canlıları tüketen ‘Sansargiller’ familyasına ait memeli, etobur bir canlıdır. Hatta aç kaldığı vakit alabalık tesislerine girdiği, kümes hayvanlarıyla beslendiği de bilinmektedir. Ada yüzlü insanların anlattıkları ışığında su samurunun nerelerde yaşadığı, nerelerde görünüp avlandığı, bu avcılıktan kimlerin gelir elde ettiğini nasıl beslendiklerini büyük bir merakla araştırıp öğrendim.

Öğrendiğim bu bilgiler, Su Samuru’nun denizde yaşayan cinsine (Sea Otter) daha yakın görünüyordu. Çünkü balıkçı İbrahim Pala, avcılar tarafından vurulmuş iki Su Samurunu sudan çıktıkları an gördüğünü, 1-1,5 metre boyunda koyu kahve hatta Siyaha kaçık renkte olduğunu anlatmıştı.

Pervin Özenç ise; Su Samuru’nun yuvasını, Marmara mezarlığı içine veya bugün park alanı olarak düzenlemesi yapılan mezarlık önündeki eski kumul plaja ağaç kovukları arasına yaptığını, tıpkı Kuzey Pasifik Okyanusu’nun kuzey ve batı sahilinde yaşayan Deniz Samurları gibi beslenmek için araç kullandığını yani, su yüzeyinde sırtüstü yatarak göğsüne yassıca bir taş koyduğunu, elindeki midyeyi sertçe ardı ardına bu taşa vurarak kırdığı ve elleriyle ayıklayarak yediğini anlatması bana hem inanılmaz hem de komik gelmişti. Ne yalan söyleyeyim abarttığını bile düşünmüştüm. Ama çekilmiş belgesellerde bire bir bu görüntüleri izleyince gözlerime inanamamıştım.

Diğer bir tanık İsmail Mersin ise Liman inşaatı sırasında Su samurunu sırtüstü yüzerken gördüğünü, yengeç ve balık ile beslendiğini anlatmıştı. Marmara Merkezde Su samuru avcılığı Katipaki Mustafa (Özkaya), Piçaz Ali (Gören), Kuvvit Mehmet (Gören), Kunel Ahmet (Gören), Fafut Mustafa (Geyik) tarafından yapılmaktaydı.

Pusuya yatılan bazı bölgeler ise şunlardı; Birincisi Aba burnundaki sazlık alan ve çevresi, Merkez Mezarlığı önündeki ince kumul plaj, Kamara Mevkiinde bu gün Dekoratör Mazhar Resmor’un evinin altındaki sazlık ve Davulcu Taşları, Balıkçı Barınağı Mendireği, Et ve Balık Kurumu buzhanesine ait eski iskele, Kerasya (Kirazlık) Deresi ve çevresiydi. Genel itibariyle derelerin denize döküldüğü alanarda görülmekteydiler. Hatta Babamın yakın arkadaşı Hasan Mersin çıplak elle bugün sahil çaybahçelerinin olduğu yerde Samuru yüzerken yakalamış ve masadaki arkadaşlarını korkutup şaka yaptıktan sonra suya geri bırakmıştı. Su Samuru avcılığının ehli ‘Piçaz lakaplı Ali Gören’di. Deri yüzme ve tulum çıkarma işlemlerini o yapıyordu. Vurulan hayvanların derilerini kurutarak biriktiriyor, daha sonra da İstanbul’a götürerek satıyordu.

Bunun dışında Kılazak (Topağaç Köyü)nde avcılık yapanlar da avladıkları hayvanların kürkünü biriktirip satarlardı. Peki adalılar Su Samuruna niçin Kunduz demekteydiler? Bu soruya ancak şöyle yanıt bulabiliyorum; Ada’da Alamana ve Iğrıp ile balıkçılık yaptıkları sandallara halk dilinde Piyade denmekte. Ancak ağcılıkta kullanılan bu sandalların literatürdeki ismi ‘Kancabaş’ veya ‘Alamana Kayığı’dır. Aslında Piyade ve Kancabaş, yapısal ve kullanım açısından birbirinden çok farklı sandallardır. Kunduz ve Su Samuru’nun kürklü ve yüzen bir canlı olduğu benzerliğinden yola çıkarsak, yanlış isim verme olarak kabul edebiliriz.

Deniz Samuru (https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Sea_Otter_kuchang_kushiro_hokkaido.jpg)

Su Samuru’nun doğal yaşam alanı olan Marmara Adası’na nasıl geldiği ve ne zamandan beri görülmediği bilinmese de. Uzun yıllar avcılığının yapıldığı aşikar. Bico Hilmi (Kırık) anısı ise, Gelibolu’lu balıkçıların teknelerine çıkan su samurlarını beslediklerine dair söylencelerine benziyordu. “Evlenmeden önceydi, 13-14 yaşlarındayken amcamların balıkçı teknesiyle Aba sahilinde Doktor Faruk’un oteli hizalarında gün ağarırken voli yaptık. Ağları kaldırdık ki sardalya barç… Hava sakin ve deniz kıpırtısızdı.. Sandalı küpeştelerine varıncaya dek sardalya ile doldurdular ve ağır ağır Toksöz’lerin balık mağazasına kadar balıkları götürmemi istediler. Asıldım Küreklere.. Birden kayığın kıç bodoslamasına doğu suyun üzerinde bir baş belirdi. Çocukluk işte.. Hem kürek çekiyordum hem de avuç avuç sardalya atıyordum bu Su Samuruna. Dalıp-çıkıp yüzüyordu. Ta ki Toksöz Tuzlu Balık Mağazası iskelesine kadar beni takip etti. Sandalı yanaştırdığımda ise Kole Burnuna doğru yüzerek gözden kayboldu.” diyerek bitiriyor anısını usta balıkçı.

Karabiga Sahillerine yapılması planlanan Kömürlü Termik Santrallerin Akdeniz Foku habitat alanlarına vereceği zararı her fırsatta dile getiren çevreci ve bilim adamlarının vaktiyle Marmara Denizi’nde ve Marmara Adası’nda yaşayan Su Samuru’ndan acaba haberleri var mıydı? Yıllar sonra Çanakkale ve Tekirdağ’da tekrar karşılaşılan Su Samurları’nın yaşam alanlarına dair sıkı bir çalışma yapılması gerek. Zira bu bölgede hala deniz ürünleri avlanmakta ve insan elinin değmediği, ıssız koylar bulunmaktadır. Adalarımızda Kunduz’un yaşamadığını kabul etsek de, Avşa Adası Araplar (Yiğitler) Köyü yakınlarındaki ‘Kunduz Suyu’ diye tabir edilen voli yerinin bu ismi nasıl aldığı ise araştırmaya değer bir ayrıntıdır.

Ada’nın bu sessiz ve sevimli canlılarını yeniden özgürce ada kıyılarında yüzerken gözlemleyebilmeyi diliyor, makalemi yazım aşamasındayken 21.05.2018 günü sonsuzluğa uğurladığımız namı diğer Lodos İbrahim (Pala)’e ithaf ediyorum. Işıklar içinde olsun…

İş bu yazı hazırlanırken; Hilmi Kırık, İsmail Mersin, Pervin Özenç, Mustafa Ensert, İbrahim Pala, İsmail Kıran, Nadir Kır, Turgut Organ, Erdoğan Denizyaran, Kazım Dereli ve Mehmet Yücel anlatımlarından yararlanılmıştır.

Not: Fotoğraflar Alıntıdır

Bu yazı, yazarının da onayı ile adalidergisi.com/ dan alınmıştır

 

H. Can Yücel

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.