Mazlumiyet önemlidir, hatta öyle ki benim çok beğenerek okuduğum, çok şey öğrendiğim Walter Benjamin, insanlığın varoluşundan beri mevcut olan tüm haksızlıkları giderecek bir ebedi adalet sağlanmadıkça adaletin hiçbir zaman kendini gösteremeyeceğini ifade eder. Mazlumluk bir insanlık durumudur, pardon bir canlılık halidir demek daha doğru. Çünkü yeryüzünün tek gerçek mağduru insan dışı canlılar. Ama modern insan (bununla çağdaş insanı değil tür olarak Homo Sapiens’i kastediyorum) öyle bir tür ki varoluşu cinayet işleyerek başlamış ve tarihin ilk soykırımı olan Neanderthalleri yok ederek damgalanmış. O yüzden cinayet işlemek adeta Homo Sapiens’in kaderi olmuş. İnsana dair daha doğrusu insan denilen türün neden şiddete bu denli eğilimli olduğuna dair çeşitli teoremler mevcut. Kimi bunun onun doğasından kaynaklandığını, kimi ise kültürel etkenlerden dolayı böyle olduğunu belirtir.
Mesela pirimatolog (yüksek maymun türlerini ve onların davranışlarını inceleyen bir bilim dalı) Frans De Wal insanın iki maymun türünün bir melezi olduğu görüşünde. Bir yanda savaşçı, otoriter ve yer yer zalimleşen, kendi türüne şiddet uygulamaktan imtina etmeyen Şempanzeler, diğer yanda ise duygusal, müşfik sevgi dolu seksi eğlenceye dönüştürerek şiddeti masseden bonobolar.
Cosmos’un yazarı ünlü kozmolog Carl Sagan ise insanın neden bu dünyada kötücül sounlara yol açtığını beyin ekseninde ele alır. Sagan insanın üç katmanlı beyin yapısı ile duygusal karmaşa içinde olan bir canlı olduğunu belirtir. En alt katmandaki beyin sapıdır bu, sürüngen beyni ile hala en ilkel dürtülere sahiptir, şiddetin, zalimliğin kaynağı buradadır. Onun üstündeki beyin katmanı, limbik sistem denen bölüm ya da orta beyin ise sevgi başta olmak üzere bizim iyi yanımızı temsil eden duyguları barındırır. Son katman ise korteks denen insanların akli melekelerinin kökeni olan kısımdır. Ancak insanların en az kullandığı bölüm bu olsa gerek. Çünkü şu yaşadığımız dünyada akıl adına hiçbir şey yok diyebilirim. Bu dünya akıllı bir canlının ürününe benziyor mu?
Kadim dinler de Wall ve Sagan’la ittifak halindedir, ego yahut nefs denen özelliğin tüm yaşanılan olumsuzlukların nerede ise kaynağı olduğunu söylerler. Ve iki tür ayrım geliştirirler; birisi insandır, ki insan üst bir varlık olarak kendi doğasındaki olumsuzlukların üstesinden gelmiş bilge bir canlıdır; diğeri ise insanlıktır ya da beşer. Bu canlı türü olarak tüm yırtıcı hayvanlar ile ortak bir doğayı paylaşır ve bundan dolayı da kötülüklere neden olur.
Bütün bunlardan özcü bir sonuç türetilebilir gibi geliyor. Kötülük insanın doğasına içkindir ve çok da güçlüdür, iyilik nadir kötülük ise yaygındır. Kimileri bunun sosyal nedenlerine inse de biz bundan 100 bin yıl önce katil bir tür olma yolunu kendimize düstur edinmek zorunda kaldık. Avcılık yolu ile insanlar öldürmeyi öğrendiler ve o av silahları ile de daha sonra kendilerini yok ettiler.
Tüm bunlardan çıkan sonuç şu bana göre, yeryüzünde mazlumluk talep edecek en son canlı İnsandır. Tüm zalimlerin kafası kesilmemiş mazlumlardan çıktığını söyleyen Cioran’a hak vererek mazlumların homo sapiens olmaktan kaynaklı potansiyel bir zalim olduğunu söylemekte olanaklı.
Ancak yine de bir ezen ezilen ilişkisinden söz edilebilir. Evet insan türü olarak hepimiz birer ezeniz, birer zalimiz, ama kendi türümüz içinde de ezdiklerimiz suskunluğa mahkum ettiklerimiz vardır. İşte bunlar bir yerde diğer canlılar ile kader ortaklığı içindedirler.
Bunun zamanımızdaki en güzel simgesi Kürtler ile Kutup Ayılarıdır. Kürtler, ulus devlet denen kötülük sembolünün yarattığı mazlumlarken, kutup ayıları uygarlık denen kötülük kaynağının oluşturduğu mazlumlar. Her ikisi de insanların akıllarını başlarına almalarına bağlı olarak bu mazlumluk halinden kurtulabilecek iken, ne yazık her iki durum için de inkar mekanizmaları hareket halinde. Ve ne yazık ki her ikisinin de ardında çıkarlar, kirli hesaplar ve narsistik bir duygusal bela mevcut. Konu çok geniş olduğundan ben bu yazıda meseleye sadece giriş yapacağım. Önce iklim değişimi olgusunun arka planındaki ekonomik etkenlere bir bakalım. Sonraki yazıda ise kutup ayıları başta olmak üzere iklim değişiminin mekanizmaları ve bundan acı çekecek olanları ele alacağım. Onu izleyen yazı ise Kürt sorunu nedenine bağlanan ama bence çok daha karmaşık denklemlerle de ilişkili olan Kürd direnişi ve bundan doğan şiddet olgusuna değineceğim, sonra da iklim değişimi ile Kürd direnişinin istismarı olgusu arasındaki bağlara değineceğim.
ABD: Bir Fosilyakıt Devinin Gelecek Hesapları
Fosil yakıt endüstrisi özellikle de petrol sektörü tarihin en parlak dönemlerini yaşıyor. Peak Oil yani Petrolde Talep Doruğununun yaşandığı ve bu doruktan itibaren üretim azalması olacağı, talep patlaması nedeni ile rezervlerin kısa zamanda tükeneceği gibi tahminler ayyuktayken ve James Hansen iklim açısından artık kurtuluş için çok geç diyerek en karamsar haberleri verirken Petrol endüstrisi altın yıllarını yaşıyor. Üretim azaldıkça, rezervler düştükçe endüstri kar rekorları kırıyor. 2001-2011 yılları arasında beş büyük petrol şirketinin karı 1 trilyon dolar seviyesinde. Obama sektöre pembe çek vererek büyük vergi indirimlerine gideceğini söylüyor. New York Times gazetesi ise ABD’nin dünyanın en önemli petrol ve doğal gaz ihracatçısı olduğunu söylüyor. Gerçekten de ABD’de ithalat giderek azalıyor, hatta doğalgazda iç üretimle tüketim birbirini dengeler noktada. Citi Grup ve Romney Ryan’ın tahminleri doğru çıkıyor ve ABD 2020 yılında dünyanın yeni ortadoğusu olmaya aday gözüküyor. Amerika Birleşik Devletleri özellikle son yıllarda dünyanın en hızlı büyüyen petrol ve gaz üreticisi haline geldi. ABD için üretimin önümüzdeki 9 yıl için günlük en çok 15,4 en az 11,2 milyon varil arasında artması bekleniyor bu durumda üretimin 2020 yılında günlük 26,6 milyon varile çıkma olasılığı da çok güçlü. ABD bu veriler ile yeni bir Suud olmaya aday görüyor kendini. Bu durumda ABD’nin ortadoğu petrollerine olan bağımlılığı azalacak, doğalgazda Gazpromun en büyük rakibi olacak. Öte yandan ABD’deki bu çıkışa ve Kanada ve Meksika’nın dönemsel üretim inişlerine rağmen bu üç ülkenin 2020 yılında Ortadoğuyu sollaması bekleniyor. Ancak bu petrol Ortadoğudaki gibi sadece normal petrol yataklarından elde edilen olgunlaşmış ham petrol değil, kaya petrolü ya da derin kumullardan elde edilen petrol de denilen ve yeni teknolojiler ile elde edilen Petrolium ya da Şist Petrolü. Hidrolik çatlatma, hatta küçük ölçekli nükleer patlama gibi yöntemlerle bu petrol ve doğal gaz kaynağı artıyor.[1] 2020 yılında en gözde petrol ürünleri arasında yerini alması bekleniyor. Hiç kuşkusuz bu tahminleri paylaşmayanlar da var, onlar bu kaynakların tahmin edilenden çok daha erken tükeneceği görüşünde bu nedenle de şist petrolüne ve kayaç doğalgazına güvenerek yola çıkılmaması görüşündeler, bu yüzden hem fosil yakıt çeşitlemesine ki bunlar arasında biyodizel ya da biofuel eldesi de var, yenilenebilir, nükleer gibi farklı enerji kaynakları da. Dahası stratejistler tam da bu nedenle ABD’nin ortadoğu petrollerinde tekel oluşturarak kendilerini garantiye almalarını öneriyor.
Obama dönemi ABD’si tüm enerji ve ekonomik büyüme hesaplarını bunun üzerine yani kayaç petrolü ve doğalgazı üzerine kurmuş durumda. Çünkü bu sektörün çok büyük bir iş alanı açması bekleniyor. Başkan Obama bir zamanlar kendisinden nefret eden ve iklim değişikliği konusunda radikal adımlar atarak yeşil endüstrileşme ile petrol endüstrisini zarara uğratmasından korkan Petrolcüler ile bu yolla barışmış halde. Dahası Exxon Mobile bu konuda sıkı bir lobi yürütüyor, bu alana yatırım yapıyor. Petrol üretcilerinin ABD enerji planlarında ağırlık merkezi olması için Petrolcüler lobi faaliyetlerine 65.700.000 $ (dolar) ayırmış durumdalar, başkan Obama’nın seçim kampanyasına da 1.6 milyon dolar ayırmışlardı. Demokrat bir Bush olarak Obama aslında , kendisine yatırım yapan, umutlar bağlayan başta Anarşist Chomsky olmak üzere Amerikan Yeni Solunu hayal kırıklığına uğratmış bir halde. Obama döneminde silah ticareti de artış gösteriyor, çünkü Obama kendisinden beklendiği gibi Güvercin değil Şahin (aslında Akbaba demek daha doğru) kesilmiş durumda. Afganistan’dan her gün yeni bir Predetor (insansız hava aracı) saldırısı altında can veren sivil kayıp haberleri geliyor ve Obama savaşı giderek kaybetme noktasında olmasına karşılık Afganistan’a büyük bütçeler gömmeye devam ediyor.
Hasılı yeni bir fosil büyüme dalgası ile karşı karşıyayız, buna bağlı olarak İklimle ilgili kötü haberler giderek çoğalıyor. Mesela Grönland giderek ismini hakkeden bir kıta haline geliyor. Son veriler Grönland’da erimenin yüzde 97’ye çıktığını ortaya koyuyor. Buna bağlı olarak daha fazla kutup ayısı ölüm haberi beklenmekte diyebilirim. Son ölçümler öncesi atmosferdeki parçacık sayısı 387 olarak veriliyordu ama şu anda bu rakam çoktan geçilip 400 ppm noktasına gelmiş hatta geçmeye doğru yaklaşmış durumdayız. Kırılma noktası olarak görülen 450 ppm çok da uzak değil, belki birkaç yıl içinde bu rakama ulşamamız 10 yıl varmadan 500 ppm’i bulmamız içten bile değil. Bu arada sıcaklık rekorları kırmaya devam ediyoruz. Bu öngörülerin en büyük nedenlerinden biri donmuş topraklardaki buzulun erimesine bağlı olarak daha çok Karbon ile daha yüksek metan salımı. Metan miktarındaki artış iklim değişimindeki ısınma eğrisini daha yukarılara zıplatacak. Tüm bunlara karşılık iklim krizi daha da derinleşecek.
Teknokapitalizm ile İklim Değişikliğine Çözüm Üretme
Bu karanlık tabloyu tersine çevirmek için ise üzerinde çalışılan alan teknoloji. Şu anda en çok araştırma fonu alan, yatırım yapılan teknolojilerden birisi de karbon yakalama teknolojisi. Bu alanda da en çok umut bağlanan nanoteknoloji ve biyoteknoloji.
Trend analizi ile baktığınızda, halihazırda dünyada en çok yatırım yapılan teknolojik alanlar, robotik, biyoteknoloji/ genetik, nanoteknoloji, yapay zeka (bilgi işlem teknolojileri) ve sibernetik. Bunların da ardındaki itici güç tekno kapitalizm olarak da adlandıracağımız yeni kapitalizmle teknolojinin evliliği ve bunun yönetsel modeli olan şirketokrasi. Yani teknokpitalizm yeni güç örgütlenmesi, yeni iktidar biçimi. Bu evliliğin getireceği totalitarizm olgusuna ise başka bir yazıda değineceğimden, tekno kapitalizmle ilgili bu kısa bilgileri vermekle yetineyim.
Son zamanların en gözde teknolojisi nano teknoloji için ABD hükümeti eski Başkan Bush döneminde dört yıl için 3.7 milyar dolar ayırmıştı. Buna karşılık bu alandan elde edilen şirket kârları 2006 yılında 200 milyar doları bulmuştu.
Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti 2006 yılı itibariyle nanoteknoloji kullanılarak üretilen ürünlerden 200 milyar dolar tutarında gelir elde edilmesinden harketle, gelecek on yıl içerisinde nanoteknoloji ürün ve hizmetlerini kapsayan 1 trilyon dolar hacminde küresel pazar oluşacağını tahmin etmekteydi. Gelişen Nanoteknoloji alanlarında akademik programlar oluşturulmakta. 40 tanesi ABD’de olmak üzere nanoteknoloji alanında yaklaşık 140 üniversite programı bulunmakta. Gelişmiş ve zengin sanayi ekonomileri bu alana her yıl 1 milyar dolar civarında bütçe ayırmakta -ki bu rakamlar sadece hükümet bütçelerini kapsamakta. Hal böyle olunca karbon yakalama teknolojisi ile nanoteknoloji arasında bağ kuran teknik çözümler de gözde. AB ülkelerinde bunun için ayrılan bütçe 50 milyon Euro. Nanotek ile bu alanı birleştiren buluşlardan biri de Amerika’daki Columbia Üniversitesi’nden Prof. Klaus S. Lackner ‘ın yaptığı CO2 (karbon dioksit) yakalama makinesi. Sistem karbon dioksiti su buharına dönüştürmeyi oradaki karbonu da kabarcıklar halinde toplayarak bunu bitkisel bir fotosentez yakıtına çevirmeye dayanıyor. Burada yakalama işlemi nano teknoloji ile yapılıyor. Yakıt üreten bitki ise biyoteknoloji ürünü. Malum daha çok karbon emecek bitki çeşitleri üzerinde de çalışılıyor.
Yani uzak olmayan bir gelecekte küresel kapitalizm karbon yakalama ve depolama teknikleri ile -ki bu depolananların da yakıta dönüştürülmesi ile bir tür devir daim yakıt sistemi oluşturmakta bilimsel projeler arasında- küresel ısınmayı ortadan kaldırmayı kafaya takmış durumda. Bugüne dek bu alandaki deneyimler bir konuya kafanın takılması halinde bunun başarılacağını gösteriyor.
Elbette küresel ısınmaya dönük çalışmalar bununla sınırlı değil. Enerji verimliliği ve bunun sonucunda karbon üretimini %50 düşürmekte hedefleniyor. Bu alanda da Chevron yani dünyanın petrol devlerinden biri çalışmalar yürütüyor. Yine yakıt hücreleri vb. yenilenebilir teknikler de söz konusu. Yapılan tahminler küresel enerji pazarında yenilenebilir enerjilerin payının gelecek 30 yıl içinde %8, hatta %10’u bulacağı yönünde.
Tüm bunları ortaya koyma nedenim kapitalizmin ekonomik büyüme ve fosil yakıtlara dayalı gelişme tahayyülüne son vermeyeceği, bunun yanında çevresel çıktıları da teknoloji yolu ile aza indirmeyi de hedeflemesi ve bunun da çok imkansız olmayacağı. Hiç kuşkusuz bu tür teknolojik çözümlerin ne tür yan etkilere yol açacağı, gezegendeki hangi mekanizmaları harekete geçireceği ise hesapta yok. Çünkü bütün hesaplar fosil yakıtlar ile ekonomik büyümeyi sürdürmek, bu arada iklim değişiminin olumsuzluklarını da azaltmak üzerine kurulu.
Dahası var, Kapitalizm bir ölçüde iklim değişimine ayak uydurmaya da hazırlanıyor. Alt yapının yenilenmesi, kentlerin iklim değişimine adapte olması, tarımın buna uygun bir biçimlendirmeye uygun hale gelmesi ve bir ölçüde sanayinin buna uyum sağlaması. Evet, eğer tahminlerdeki gibi ısı artışı dört derecelere çıkmaz ise kapitalizm iklim değişimi ile birlikte yaşayabilir. Tabi bu süreçte yoksulların bir bölümünün harcanması, canlı türlerinin bir bölümünün yok olması ise ödenebilir bir bedel olarak görülüyor.
Bu hesapların hiç hesaba katmadığı bir olgu var elbette: ani iklim değişimi. Hesaplar yavaş seyreden ve bir ölçüde kontrol edilen iklim değişimi üzerine yapılıyor. Bu olguya daha sonra döneceğimden şimdilik iklim değişimi kısmını burada kesiyorum.
Bundan sonraki yazıda Kürt sorunu adı verilen olguyu, direnişi ve bunun çok boyutlu üstelik de buradaki öngörüler ile çakışan boyutuna değineceğim. Böylece son dönemdeki PKK saldırılarının ekoloji politikle olan bağlarını da ele almak olanaklı olacak diye düşünüyorum.
[1] Pasifik Su Enstütüsü’nden Peter Glieck bu konuda bir rapor hazırladı ve bu raporda bu şekilde çıkarılan petrol ve doğal gazın yeraltı su kaynaklarına büyük zarar vermesi yanında tıpkı petrol gibi büyük ölçekli su kullanımı ve kirli suyun yeraltı kaynaklarını kirletme tehlikesini de arttırdığını belirtiyor. Öte yandan bu yöntemle elde edilen petrol nedeni ile su kaynaklarının radyoaktivitesi ve petrole bulanması da ABD’de ki çevre haberlerinde yer tutuyor. Ecowatch adlı bir ekoloji haber sitesi de Kansas eyaletinde yerel mahkemenin kayaç petrolü için sondaj izni isteyen 40 başvurudan sadece üçünün onay aldığını, ancak diğer 37’sini mahkeme tarafından güvenilir olmadığı gerekçesi ile geri çevrildiğini yazıyordu. Kısacası yeni petrole hücümun iklim maliyeti yanında ikinci büyük maliyeti su kaynaklarına yönelik olacağı görülüyorki bunun ABD’de su darlığı yaşanacağı yönündeki tespitler ile uyuştuğu söylenebilir. Yani dünyanın yıllık olarak kişi başına tüketilen su miktarı bakımından Kanada’dan sonraki en büyük zengin ülkelerinden ABD bu gidişle Afrikalılaşarak su ithalatçısı olacak gibi görünüyor.