Dış Köşe

Küreselleşme, direniş, çokluk – Fuat Keyman

0

Tunus, Mısır, Libya, Bahreyn: Arap coğrafyası ve Ortadoğu’da var olan otoriter, baskıcı, kapalı, sorumsuz, yolsuzluk ve kayırmacılık sorunları çok yüksek rejimlere karşı gelişen protesto ve direniş hareketleri, dünya gündeminin ana odağında. Artık küresel ekonomik krizden ya da küresel güvenlik risklerinden konuşmak yerine, dünyanın gündeminde kimsenin beklemediği bir şekilde başlayan ve yayılan “direniş ve değişim hareketleri” var. Kimse tam olarak ne olduğunu çözümleyemiyor. Kimse bu direniş hareketlerinin neyle sonuçlanacağını kestiremiyor. Arap coğrafyası ve Ortadoğu’da büyük bir “belirsizlik” durumuyla karşı karşıyayız. Türkiye’nin bu coğrafyalara karşı, akademik ve uzman düzeyde, ne kadar ilgisiz ve bilgi eksikliği içinde olduğunu bir kere daha anlıyoruz. Birkaç genç akademisyen ve uzmanın dışında doyurucu yorum ve çözümleme yapan neredeyse yok. Radikal gazetesi ve Açık Radyo, bilgilendirmek açısından başarılı bir çaba içinde. Aynı sorunu, yurtdışındaki medyayı izlediğiniz zaman da gözlemliyoruz. Türkiye’den daha iyi olmakla birlikte, bu coğrafyalar ve ülkeler üzerine yapılan tarihsel, toplumsal ve siyasal çözümlenmeler çok doyurucu değil. Ne olduğu ve olacağı üzerine hem bilgi eksikliği hem de belirsizlik duygusu içindeyiz.

2010’lu yıllar
Büyük bir belirsizlik durumu içermekle birlikte, Arap coğrafyası ve Ortadoğu’da yaşanan direniş ve değişim, 2010’lu yıllara damgasını vuracak nitelikte. Nasıl 11 Eylül 2001 insanlık dışı terör eylemi 2000’li yılların ilk on yılına damgasını vurduysa ve 11 Eylül sonrası dünya diyebileceğimiz bir dönüşümü ortaya çıkarttıysa, 2011’de bu coğrafyalarda yaşanan direniş ve değişim hareketi de, 2010’lu yıllara damgasını vuracaktır. Önce Tunus, sonra Mısır, şimdi Libya ve Bahreyn, giderek Suudi Arabistan’ı da içine alacak şekilde yaşanan direniş ve değişim, sadece bu coğrafyalarda değil, bölgesel ve dünya siyasetinde, küreselleşme süreçlerinde ve ülkelerin iç siyasetleri ve toplumsal yaşamlarında çok önemli dönüşümlere yol açacak. Yaşanan belirsizliğe rağmen, bu saptamayı yapabiliyoruz. Dahası, direniş ve değişimin yaptığı ve yapacağı etki, siyasal, ekonomik ve kültürel alanlarla da sınırlı kalmayacak. Akademik, felsefi ve kamusal zihniyet dünyalarında da, çok önemli kırılmalar yaratacaktır, yaratmaya başladı da.

Bu bağlamda, en az üç önemli zihinsel kırılmadan bahsedebiliriz. Birincisi, direniş ve değişim, Batı-merkezci Oryantalist yaklaşımın, Doğu diye nitelediği toplumlarda, “içerden ve toplumdan gelen değişim olamaz” ve “bu toplumlar geleneksel ve İslam temelli yapıları içinde, demokratik rejimi istemezler ya da yaratamazlar” tezlerinin ne kadar yanlış, önyargılı, dışlayıcı ve toplumları anlamadan uzak olduğunu çok net olarak açığa çıkardı. Yaşanan direniş ve değişim hareketleriyle ve bu hareketlerin güçlü bir biçimde seslendirdiği değişim, demokrasi, iş, adalet, yolsuzluğa karşı sorumlu ve hakkaniyetli yönetim talepleriyle, Batı-merkezci Oryantalizm, sadece kuramsal ve akademik alanda değil, günlük yaşamda ve politik düzeyde yanlışlanmış oldu. İkincisi, direniş ve değişim İslami köktenci söylem ve siyasette de ciddi kırılma yarattı. Direniş ve değişim, İslami köktenci tezleri seslendirmedi, güçlü bir İslami rejim istemedi.

Aksine yukarıda sıraladığımız demokrasi, refah, özgürlük, eşit vatandaşlık ve hakkaniyetli bir yönetim talebinde bulundu. Üçüncüsü, direniş ve değişim, neoliberal küreselleşmeye karşı da bir nitelik gösteriyor. Taleplere sadece serbest pazar mekanizmalarıyla, bu ülkeleri var olan küresel sisteme entegre etmeyle ya da medeniyetler arası diyaloga dayalı kültürel kimlik temelli reform hareketleriyle yanıt verilmesi mümkün değil. Batı-merkezci Oryantalizm kadar, onun yöntemsel kardeşleri İslami köktenci söylem ve neoliberalizm de, bu direniş ve değişim hareketinden nasibini aldı. Artık bu söylemlerle, bu zihniyetlerle, ne bu toplumları anlamak, ne bu toplumların bugün ürettiği direniş ve değişim hareketini çözümlemek ne de bu toplumları yönetmek mümkün: Yeni kavramlara, yeni bir zihniyete gereksinimimiz var.

Küreselleşme ve çokluk
Tam da bu noktada, “belirsizlik durumunun” önemi ortaya çıkıyor. Arap coğrafyası ve Ortadoğu’da yaşanan süreci hem anlama ve yönetmede hem de bu bölgenin geleceği konusunda ciddi bir belirsizlik var. Bu durum aslında bize, direniş ve değişim hareketinin, “bugün” ortaya çıkan, “yeni” bir nitelik taşıyan ve “küreselleşmenin bugün yaşadığı krizin tanımladığı tarihsel bağlam” içinde ortaya çıkan bir hareket olduğu gerçeğini gösteriyor. Küreselleşmenin ekonomik, siyasal ve kültürel boyutları içinde bugün yaşadığı çok boyutlu krizin ve bu temelde içerdiği belirsizliğin bugün en somut olarak yaşandığı alan, Arap coğrafyası ve Ortadoğu bölgesi. Direniş ve değişim hareketinin yaşandığı ülkelerin tarihsel geçmişlerini bilmek çok önemli ama bugün yaşananları açıklamakta yeterli değil. Direniş ve değişim, ne Oryantalizme özgü Batıya benzemeyi, ne İslami köktenciliğe özgü dine dayalı bir yönetimi ne de neoliberalizme özgü serbest pazar normları temelinde var olan küresel sisteme entegre olmayı istiyor. Aksine demokrasi, iş, eşit vatandaşlık, refah, siyasi katılım, adalet ve hakkaniyete dayalı iyi toplum yönetimini talep ediyor.

Bu talebi, tek bir sınıf, tek bir parti, tek bir kültürel kimlik seslendirmiyor. Var olan baskıcı, yolsuzluklarla donanmış ve adaletsiz sisteme karşı olan tüm vatandaşlar tarafından bu talep güçlü bir biçimde, meydanlarda dile getiriliyor. Machiavelli ve Spinoza ve Çokluk: İmparatorluk Çağında Savaş ve Demokrasi başlıklı kitaplarında da (Ayrıntı, 2004) Michael Hardt ve Antonio Negri, bu tür örgütsüz ama geniş toplumsal katmana, “çokluk” adını veriyorlar. Çokluk örgütsüz ama apolitik değil. Sokaklarda ve meydanlarda gösteri, sosyal medya yollarıyla, direnerek değişim istiyorlar. Demokrasi istiyorlar, refah istiyorlar, siyasal katılım ve siyasal temsil istiyorlar, eşit vatandaş olmak istiyorlar, adalet ve hakkaniyet istiyorlar. Eski ölüyor, yeni doğmuyor. Gelecek belirsiz, güvensizlik ve endişe var ama aynı zamanda da umut çok ve canlı. Artık, direnişi ve değişimi anlamaya dönük bir tartışma yapmanın zamanı.

Fuat Keyman – Radikal İki (6 Mart 2011)

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.